Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@yikim2024

Parktaki köpeği besleyip arabayı apartmanın önüne park ettiğimde saat akşam yedi olmuştu. Arabadan inip apartmana girecekken bagajda duran sistem aklıma geldi. Şimdilik işime yaramıyor olsa da yinede kurmaya karar verdim.

Sistem dediğim şey beş altı diz üstü bilgisayar ve birkaç bağlantı kablosundan oluşuyordu. Bulunduğumuz şehirdeki herkesin kimlik bilgilerine ve sicillerine ulaşmamızı sağlayan bir sistemdi bu . Ayrıca insanların isimlerinden üzerine kayıtlı herşeye ulaşmamızı sağlıyordu. Telefon numaralarına ve hatta kart bilgilerine kadar. Kimlerle konuştuğunu, ses kayıtlarını , mesajlaşmalarını ve daha bir çok şeyi hacklemeye gerek kalmadan elde edebiliyorduk. İçinde bulunduğum kuruluşun Türkiye'de ki her şehirde adamı vardı. Ve bu sistem sayesinde suçluları daha çabuk yakalayabiliyorduk. Şuan benim sistemden sinyal alamıyor oluşum bir tek benim değil Doğu'da görev yapan birçok insanın sorunuydu. İçinde bulunduğum kuruluşun üyesi olan öğretmen , savcı, hakim, avukat , polis , doktor ve daha birçok meslek dalının. Bizim görevimiz ise bulunduğumuz mesleğin içindeki terör örgütü üyelerini ifşa etmek ya da mesleğini hakkıyla yapmayan insanların cezalarını çekmelerini sağlamaktı.
Tabii işin adalet kısmında iş daha tehlikeli ve zordu. Suçlularla uğraşmak için özel eğitimler alıyorduk. Psikolojik, fiziksel , teknolojik, silahlı, yakın dövüş... Ve nicesi. Amacımız ise adaletin içinde adaleti sağlamaktı.

Sistemin içinde bulunduğu büyük koliyi alıp bagajın kapısını kapattım. Aksayan ayağımla apartmana doğru ilerlerken Fırat'ın arabasının farı gözümü kamaştırmıştı. Kirpiklerimi kırpıştırıp apartmana doğru yavaş adımlarla ilerlemeye devam ettim.
Ta ki Fırat'ın yanıma gelip elimdeki koliye uzanarak bariton bir sesle
- Ver bana , demesiyle duraksayana kadar.
Koliyi kendime doğru çekip
- Gerek yok, dedim.
Fırat ise sinirli bir şekilde soluyup
- Neden? Bu sefer Filiz'de yok, dedi.

Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım . Fırat'ın da kaşları çatıktı. Ellerini belinin iki yanına koymuş yüzüme bakıyordu.
- Anlamadım? Dedim sorar gibi. O ise elimdeki kutuyu boşluğumdan faydalanıp alırken
- Anlarsın, dedi kafasını aşağı yukarı sallarken. Sonrada beni geride bırakıp apartmanın içine girdi. Bende peşinden ilerlerken asansöre bindik.

Fırat sanırım sabahki olaydan bahsediyordu. Ama olayın tam olarak Filiz'le alakası yoktu. Kendi başıma halledebileceğim şeylerde başkalarından yardım istemezdim. Filiz'in birşeyleri yanlış anlamasını istemiyor olsam da sabah ki tavrımı tamamen buna mâl edemezdi.

Fırat'ın
- Hastaneye gittin mi? Diye soran sesiyle ona döndüm. Bu soruyu sorarken sesi sertti. İyi birşey söylerken bile kızıyormuş gibi çıkan sesi insanı tedirgin ediyordu.

- Gittim, dedim gözlerimi tekrar yere çevirirken.
- Ne dedi doktor?
- Çatlamış.
Her ne kadar Fırat'a bakmıyor olsam da aniden bana dönen yüzünü hissettmiştim.

Açılan asansör kapısından çıkarken cebimde çalan telefonu elime aldım. Salih eniştem arıyordu. Aramayı meşgule alıp zile bastım. Kapıyı Bahar açmıştı ve bana sinirle bakan gözleri üzerimdeydi. Umursamadan ayağımdaki ayakkabıyı yavaşça çıkarıp içeriye geçtim. Fırat'ta içeriye girerken Bahar
- Hazan ben bugün sana hastanede ayağının üzerine basma diye söylemedim mi? Diye sordu. Bu bir soru değildi ama yine de cevaplandırdım.
- Demiş olman lazım. Çünkü çatlak üzerine basılmaz ve doktor olarak hastayı bilgilendirmek senin görevin.

Düz bir surat ifadesiyle söylediğim bu sözler Bahar'ın üzerime doğru gelmesine sebep olurken Ayşe teyze mutfaktan çıkıp
- Hoşgeldin kızım, dedi.
Canan teyze de mutfaktan çıkıp bana sarılırken
- Geçmiş olsun yavrum, dedi.
Gülümseyip
- Sağolun, dedim.

Bahar ise kollarını birbirine kenetlemiş bir şekilde bana ters ters bakarken gülümsedim. Ve ona doğru ilerleyip sarıldım.
- Özür dilerim Bahar, dedim.

Bir süre sonra Bahar'da bana sarılırken barışmıştık. Fırat ise koliyi çatı katına bırakmış ve oturduğu koltuktan ayağımdaki atele bakıyordu.
Zeynep ve Elif televizyon izlerken Ayşe teyze ve Canan teyze mutfağa geçmişlerdi.

Üzerimi değiştirmek için yavaş adımlarla çatı katına çıkarken Salih enişteme geri dönmek için telefonu cebimden çıkardım. Çatı katındaki odaya girip telefonun açılmasını beklerken yatağın üzerine oturdum. Bir süre sonra eniştem telefonu açmıştı.
- Alo.
- Beni aramışsın da müsait değildim. Açamadım kusura bakma , dedim.

"Enişte" demek şu saatten sonra doğru olur muydu bilemediğimden herhangi bir hitapta bulunmamıştım.

- Sorun yok Hazan. Ben senden bir konu hakkında yardım istemek için aramıştım.
- Söyle elimden ne gelirse yaparım.

Eniştem derin bir bir nefes alırken yorgun çıkan sesiyle
- Bana bir boşanma avukatı ayarlayabilir misin? Diye sordu.

Bu kadar çabuk olacağını beklemiyordum. Böyle bir durumda işi uzatmak ne işe yarardı bilmiyorum ama yine de üzülmüştüm. En çokta Ecrin için. Eniştemin bu isteğini sorgulamak istemedim.
Ve kısaca
- Ayarlarım , dedim.
- Sağol Hazan.
- Rica ederim. Ecrin nasıl?

Eniştem bir süre sessiz kalıp
- Mutsuz . Benimle beraber iki gündür otel köşelerinde sürünüyor. İşe giderken bir arkadaşımın eşine bırakıyorum. Zor yani Hazan. Ecrin içinde benim içinde zor , dedi.
- Peki boşandıktan sonra ne yapacaksın?
- Tayinimi istedim Bursa'ya. Biliyorsun annemler orada yaşıyor. İşe giderken Ecrin'i onlara bırakırım. Yeni bir hayat kurarız kızımla.
- Herşey gönlünce olur inşallah. Ecrin'le konuşabilir miyim?
- Uyuyor şimdi. Sabah ararım ben seni konuşursunuz.
- Peki. İyi akşamlar.
- Sana da Hazan.

Telefon kapandıktan sonra derin bir nefes alıp gözlerimi odada gezdirdim. İçimde bir sıkıntı vardı. Böyle nefesimi kesen , yüreğimin ortasına oturan bir sıkıntı. Yine de bu hissi bertaraf edip İstanbul'dan boşanma avukatı olan arkadaşımı arayıp konuştum. Eniştemin numarasını yollayıp üzerimi değiştirdim.

Salona indiğimde herkes yemek masasına oturmuş beni bekliyordu. Tek boş yer olan Fırat'ın yanına oturdum.
Ayşe teyze
- Ayağına iyi gelir diye kemik suyuna çorba yaptım yavrum. İçi ver, derken masanın üzeri kalsiyum içeren yemeklerle doluydu.
Çorbadan bir kaşık alıp
- Ellerine sağlık Ayşe teyze, dedim.
Ayşe teyze gülümseyen yüzüyle
- Afiyet olsun kuzum, derken keyifli bir akşam yemeği yemiştik.

****
Sabahın altısında baş ucumda çalan telefonun tiz sesiyle uyanmıştım. Yattığım koltuktan doğrulup telefonu elime aldığımdaysa arayan yabancı bir numaraydı. Telefonu açıp
- Alo, dedim.
- Bu saatte rahatsız ettiğim için kusura bakmayın savcım. Ben başsavcı Haluk Coşkun.
- Buyrun? Dedim kendimi toparlayıp otururken.
- Az önce adliyeye bir ihbar geldi. Askeriye yakınlarındaki ormanda bir kadın ceseti bulunmuş. Kimliği tam belli değil ama terör örgütünün kaçırdığı kızlardan biri olduğu tesbit edilmiş.

Duyduğum şeyler zihnimde tekrar ederken
- Tamam Başsavcım. Bana tam konum bildirin olay yerine geçiyorum, dedim.

Telefonu kapatıp yerimden kalkarken ateşin hangi ailenin ocağına düşeceğini merak ediyordum. Yine olan olmuştu. Dün o dosyalarda fotoğrafını gördüğüm genç kızlardan hangisinin bugün o ormanda cansız bedenini görecektim?

Üzerimi değiştirip evden çıkarken kahverengi kabanımı üzerime geçirdim. Asansöre binip aşağı indiğimde Fırat'ın arabası yerinde yoktu. Büyük ihtimal olay askeriyede de duyulmuştu. Arabama binip başsavcının yolladığı adrese bakıp yola koyuldum. Ayağımdaki ağrıya aldırış etmeden gazı kökledim.

Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı. Bugün yine Şırnak'ta kasvetli bir hava olacağı belliydi.
Gözlerim tek tük arabaların olduğu yola odaklıyken ölümü düşündüm.
Ölüm...çoğu insana ürkütücü gelen bir kelimeydi. Ben ise o kadar ürkütücü olduğunu düşünmüyordum. İnsan denen varlık doğar, büyür ve ölürdü. Lakin doğar , büyür ve öldürülürse bu ürkütücüydü. Hiç bir insanın birinin yaşama hakkını elinden alma hakkı yoktu. Ama dünya böyle bir yerdi. Haksızlıkların yuvasıydı. Her sokak başı "adalet" kelimesini duyabileceğiniz ama asla adaleti göremeyeceğiniz bir yerdi.

İki buçuk senelik meslek hayatımda çok ölü beden görmüştüm ama hiç bir zaman bu manzara bana olası gelmemişti. Her ölü beden görüşümde nefret ederdim bu dünyadan. Parçalanmış, yakılmış , defalarca bıçaklanmış , tecavüz edilmiş , kurşunlanmış, darp edilmiş ... Yüzlerce ceset görmüştüm. Ve emin olmuştum bazen günün sonunda bir insanın başarabildiği en iyi şey hayatta kalmış olmaktı.

Askeriyeye giden toprak yola girmiştim. Bir tarafı kayalık olan bu yolun diğer tarafı ormanlıktı. Gökyüzüne kadar uzanan ağaçların sarı yaprakları yeri kaplamıştı. Karpostalık bir manzaraya sahip olan bu yol şuan beni ölü bir bedene doğru götürüyordu. Yaşamda böyle değil miydi zaten? En büyük acılara hep en güzel yollardan gitmez miydik?

Askeriyenin önünden geçerken tekrar başsavcının yolladığı adrese baktım. Cesedin bulunduğu orman askeriyenin bir kilometre kuzeyindeydi. Hızımı biraz daha artırıp yola devam ettim.

Olay yeri görüş alanıma girerken emniyet şeridini görmüştüm. Jandarma aracı , ambulans ve adli tıpta buradaydı. Askeri bir araç daha görüş alanıma girerken askeriyenin de burada olduğunu anlamıştım. Ve bir sivil araç daha vardı. Hızımı düşürüp arabayı park ettim. Araçtan inmeden önce savcı kimliğimi boynuma astım. Soruşturmanın bana geçtiğini gösteren belgeyi de yanıma alıp araçtan indim.

Emniyet şeridinin önündeki jandarma beni fark edip bana doğru gelirken ilerideki Fırat ve timini görmüştüm. Ama onlar beni fark etmemişlerdi. Fırat karşısındaki takım elbiseli bir adamla hararetli bir şekilde konuşuyordu.

Karşımda duran jandarma
- Buraya giremezsiniz, derken boynumdaki savcı kimliğimi gösterdim.
Jandarma
- Kusura bakmayın savcım. Buyrun, derken başımla selam verip emniyet şeridinin altından geçtim. Turan timine doğru ilerlerken Fırat'ın konuştuğu takım elbiseli adamın,
- Burada duramazsınız. Derhal timini de al ve buradan git Yüzbaşı! Diyerek Fırat'a çıkıştığını duydum.

Fırat ise sinirden köpürüyordu. Alnında beliren damar bunun en büyük göstergesiydi. Çenesinde ki kemikler muhtemelen dişlerini sıkmaktan belirginleşmişti.

Onlarla aramda iki metre mesafe varken durdum. Bu adamın savcı olduğu belliydi.
Derin bir nefes alıp
- Yüzbaşı ve timi kalıyor. Siz gidebilirsiniz savcım, dedim.

Fırat ve diğerlerinin bakışları bana dönerken onlara doğru ilerlemeye başladım. Savcıda bana dönmüştü. Kuyruğu dik tutmak için ayağımın aksamasına engel olmaya çalışarak yürümeye başladım. Bu beni zorlasa da dayanabilirdim.

Savcının karşısında durup gözlerinin içine baktım. Turan timinin gözleri benim üzerimdeydi. Şaşkın olduklarını anlamak zor değildi.

Karşımdaki savcı öfkeli yüzüyle
- Siz kimsiniz de bana buradan gitmemi söylüyorsunuz?! Bu soruşturmanın savcısı benim! Dedi.

Otuzlarının başında olduğu beli olan bu uzun boylu , siyah saçlı , sert yüz hatlarına sahip ve tehlikeli olduğu belli olan adam Hakan Çınar'ın ta kendisiydi.

Elimdeki belgeyi savcıya gösterdim. Adamın yeşil gözleri elimdeki belgeye bakarken koyulaşmaya başlamıştı.
- Artık bu soruşturmanın savcısı benim. Ve şuan buradan gitmeniz gerektiğini söyleme yetkisine sahibim, dedim.

Adamın öfkeden koyulaşmış gözleri gözlerime kenetlenirken
- Ne zamandan beri ? Diye sordu.
- Dünden beri.

Adam sinirle gülüp
- Peki benim bundan neden haberim yok. Bu yaptığınız ne kadar etik? Dedi.

Başımı dikleştirip
- Sizin mesai saatleri içerisinde adliyede olmamanız ne kadar etikse o kadar etik. Sizin adliye kapısında evlatları için yardım isteyen aileleri kovmanız ne kadar etikse o kadar etik. Sizin bu vatan uğruna canlarını ortaya koyan bu askerlere bu şekilde sesinizi yükseltmeniz ne kadar etikse o kadar etik. Ama herşeyden önce kurallar var. Siz terörle mücadele savcısı değilsiniz ve bu soruşturmanın başına geçici olarak getirildiniz. Sonuç olarak ortada etik olmayan birşey yok savcım. Tabi sizin sergilediğiniz bu agresif tavır dışında, dedim.

Adamın yüzü sinirden gerilirken boynumdaki savcı kimliğine bakıp öfkeli gözlerini gözlerime dikti. Dişlerinin arasından tıslar gibi
- Öyle olsun savcı Hazan Hilal Türkoğlu. Elbet bir yerde karşılaşırız, dedi.
Hafifçe gülümseyip
- Karşılaşacağız merak etmeyin, dedim.
Adam başını tehditkâr bir şekilde aşağı yukarı sallayıp arabasına doğru sert adımlarla ilerlemeye başladı.

Fırat'a dönüp
- Ceset nerede? Diye sordum.
Fırat kahverenginin en koyu tonuna bürünmüş gözleriyle savcının arkasından bakarken diğerleride yüzlerindeki tebessümle bana bakıyordu. Tek bir kişi hariç; teğmen Helin Çakırcı.

Fırat bana hitaben
- Bu taraftan savcım, diyerek yolu gösterdi. Fırat'la beraber üç beş metre ilerledikten sonra durduk. Yolun aşağısındaki ormanlık alanda ağaçlardan dökülen sarı yaprakların üzerinde yatan ceset görüş alanıma girmişti. Adli tıp görevlileri olay yerinin fotoğrafını çekerken bir kaç jandarma da etrafı inceliyordu.

Yavaş adımlarla cesedin yanına doğru ilerlemeye başladığımda bana dönen jandarmalara savcı kimliğimi gösterdim. Başıyla selam verip işlerine döndüler. Cesedin başında durduğumda bana tanıdık gelen bu yüz İnci Kadıoğlu'ndan başkası değildi. Daha dün ailesinin evine gittiğim , odasını incelediğim, mezuniyet fotoğraflarını gördüğüm kızın bugün ölüsünü görmüştüm.

İnci'nin cansız bedeni yarı çıplak denebilecek durumdaydı. Yüzündeki ve açıkta kalan bedenindeki çürükler darp edildiğini gösteriyordu. El ve ayak bileklerindeki izlerden sert bir cisimle bağlandığı belliydi. Belki bir zincir belki de kalın bir iple. Boynundaki diş izlerinden tecavüze uğradığı söylenebilirdi ki bunu yer yer yırtılmış kıyafetlerinden de anlayabilirdik. Kafasındaki kurşun yarasından sarı yaprakların üzerine akan kan İnci'nin bu ormanda öldürüldüğünü gösteriyordu. Kanın metalik kokusunu bu kasvetli havada almak mümkündü.

Askeriyenin yakınlarında, bir ormanda silahla birini vurmak cesaret isteyen bir şeydi. Bunun TKÖ denen örgütün işi olduğunu anlamak benim için zor değildi.
Gözlerimi yanımda duran jandarmaya çevirip
- İhbarı ne zaman aldınız? Diye sordum.
Jandarma bana dönüp
- Saat 05.30 'ta aldık savcım, dedi.
- İhbarı yapanın kimliği belli mi peki?
- Ömer Korhan diye biri. Buraya birkaç kilometre uzaklıktaki bir köydenmiş. Sabah odun kesmek için ormana gelip cesetle karşılaşmış.

Başımı sallayıp
- Adamı sorguya alalım, dedim.
Jandarma ise
- Emredersiniz savcım, dedi.
- Sorguya bende katılacağım, diyerek gözlerimi cesede çevirdim.
Jandarma beni onaylayıp Fırat'ın yanına doğru ilerlerken adli tıp ekibi de İnci'nin cansız bedenini siyah ceset torbasının içine koymuştu. Bu manzarayı kaç kere gördüğümü bilmiyordum. Ama sayamayacağım kadar çoktu. Berrak'ı da kollarımdan alıp böyle bir ceset torbasının içine koymuşlardı. İşe yaramayan bir çöp gibi.
Gözlerimi ormanın içinde gezdirmeye başladım. Bulunduğum yere tahmini yüz metre uzaklıktaki ağaçların arasında bulunan küçük kulübe dikkatimi çekmişti.
O sırada yanıma gelen Fırat
- Bir sorun mu var savcım? Diye sordu.
Gözlerimi kulübeden ayırmadan
- Şu kulübe dikkatimi çekti, dedim.
Fırat'ın gözleri de kulübeyi bulurken
- Ormandan odun kesen birine aittir. Böyle kulübeler bulunur buralarda, diyerek açıklama yaptı.

Başımı sallayıp yolla doğru ilerledim. Fırat'ta peşimden gelirken ambulansın uzaklaşan siren sesi duyuldu. Yola çıktığımızda az önce konuştuğum jandarma yanıma gelerek
- Biz karakola dönüyoruz savcım , dedi.
- Tamam. İhbarı yapan adamı alınca bana haber verin.
- Emredersiniz savcım.

Jandarma aracı uzaklaşırken Fırat'ta timine
- Toplanın gidiyoruz, diyerek emir verdi. Bende arabama doğru ilerlerken yapmam gerekenleri kafamda tartıyordum. Herşeyden önce İnci'nin cesedinde otopsi yapılmasını talep edecektim.

Arabaya bindiğimde ayağımdaki ağrı artmıştı. Torpido gözünden ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçları alıp suyla yuttum. Fırat ve timi askeri araca binmiş ama gitmemişlerdi. Şoför koltuğundaki Fırat'ın bakışları bendeydi. Sanırım önce benim gitmemi bekliyordu. Hafif bir tebessüm edip arabayı geldiğim yöne çevirip yola koyuldum. Dikiz aynasından baktığımda askeri aracın peşimden geldiğini gördüm.

Yola dönüp Ayşe teyzeyi arayıp haber verdim. Bugün evi biraz zor görecek gibiydim.
Ayşe teyze kapattıktan sonra ekrana Cihan abinin araması düştü. Telefonu açıp
- Alo? Dedim.
Cihan abi
- Naber Hazan? Diye sorarken güçlü bir gök gürültüsü duyuldu.
- İyidir abi. Senden naber?
- İyi kardeşim. Şu bahsettiğim Koreli hacker yarın sabah Şırnak'a geliyor. Haber vermek için aradım .
- Tamam abi görüşürüz ,diyerek telefonu kapattım.

Bir süre sonra toprak yoldan çıkıp Şırnak trafiğine karışırken sağnak yağmur yağmaya başlamıştı. Arabanın sileceklerini devreye sokup adliyeye doğru ilerlemeye devam ettim.
💧💧💧💧💧💧💧💧💧


 

Loading...
0%