Gecenin bir vakti bu karanlık ve ıssız ormanda gördüğüm bu üç kişi aslında beni çokta şaşırtmamıştı. Ardına saklandığım meşe ağacının yanından ne konuştuklarını zorda olsa duyabiliyordum. Beni ürküten ama aynı zamanda da gizleyen bu karanlık şuan en iyi dostumdu.
Savcının öfkeli bir sesle
- Madem daha önceden savcıdan haberiniz vardı neden bana söylemediniz?! Diyerek bağırışı ormanda yankılanırken İnci'nin babası
- Senin haberin vardır diye düşündük. Sonuçta seni o adliyeye oturup çay kahve iç diye yollamadılar, dedi.
Sanırım benden bahsediyorlardı. Bu yüzden birbirlerine düşmüşlerdi. Bulunduğum yerde alayla güldüm. Bu daha başlangıçtı .
Baran Bekirhan araya girip
- Sakin olun. Kavga edeceğimize bir çözüm yolu bulalım, derken İnci'nin babası Cafer sesini yükselterek
- Ne çözümünden bahsediyorsun lan sen?! Ben bu sabah o ormanda seninle beraber kızımı öldürdüm! O Hazan denen savcı başıma çökerse biterim! Ama şunu da bilin ben bitersem sizde bitersiniz!
Dedi tehditkâr bir şekilde işaret parmağını havada sallarken.
Hakan Çınar ise adamın yakasına yapışıp
- Senin neyine lan bizi tehdit etmek! Kızını bir milyon liraya sattığını ne çabuk unuttun! Eğer o çeneni kapalı tutmazsan bizden önce Rıdvan komutan çöker gırtlağına! Dedi öfkeyle ve adamı tuttuğu yakalarından itti.
Duyduklarım olduğum yerde kaskatı kesilmeme neden olurken derince yutkundum. Tahmin ettiğim birşey olması bunun normal birşey olduğu anlamına gelmiyordu. Bir baba kızına bunu nasıl yapardı?
Ah İnci! Kim bilir ruhun bedeninden ne kadar önce ölmüştü?
Savcının itişiyle yere düşen adam tekrar ayağa kalkarken Baran
- Ne yapacağız şimdi? Diye sordu.
Savcı aldığı nefesi geri verirken
- Rıdvan komutanın yanındaki adamla konuştum. Sıkalım kafasına dedim ama Rıdvan komutan emir vermeden elimizden birşey gelmez, dedi.
Cafer sinirle gülüp
- Yani savcı bizi tepeleyene kadar elimiz kolumuz bağlı oturacağız öyle mi?! Dedi.
Hakan Çınar
- Sende ne ödlek çıktın lan?! Dedi ve Baran'a dönüp
- Şu ihbarı yaptırdığınız adamın çocukları nerede? Diye sordu.
Baran
- Doğu'da Cudi dağının aşağısında. Başlarında Cemal komutanlar var, dedi.
Savcı başını sallayıp
- Söyleyin sıksınlar kafalarına, dedi gram duygu barındırmayan sesiyle.
İçimde bir telaş baş gösterirken kendimi zor tuttum belimdeki silahı çıkarıp leşlerini yere sermemek için. Ama yüreğim avaz avaz bağırıyordu "yapmayın" diye. Boynumdaki cevşene gitti elim " Allah'ım engel ol n'olur" diyerek dua ederken.
Baran
- Bence önce adamı öldürelim. Savcının onu bulması başımıza iş açar. Çocuklarıyla tehdit edersek ayağımıza gelir zaten, dedi .
Cafer
- Baran haklı. O adam gördü bizi, dedi .
Savcı
- Tamam öyle olsun, derken tuttuğum nefesi geri verdim. Adam şuan gözaltındaydı ve ona ulaşamazlardı. Sabahta bir yolunu bulup Cudi dağına operasyon için izin belgesini çıkartırdım.
Hakan Çınar, Cafer'e dönüp
- Sana verdiğim belgeleri ne yaptın? Diye sordu.
Cafer
- Evde saklıyorum, derken Baran araya girip
- Sakın o dosyaların başına birşey gelmesin. İçindekiler savcının eline geçerse biteriz , dedi.
Neyden bahsediyorlardı? Bilmiyordum ama bu gece burada olmak fazlasıyla işime yarayacaktı.
Çöktüğüm yerde ayaklarım uyuşmuştu. Hafif kıpırdanırken cebimdeki telefon yere düştü. Telefonu almak için uzanırken çatlak olan ayağımın dönmesiyle bulunduğum yerdeki çalı ve yaprakların üzerine düştüm. Çalı ve yaprakların çıkartığı ses bu ıssız ormanda duyulurken yüzüm acıyla buruşmuştu. İnlememek için elimi ağzıma kapattım. Tedirgin gözlerle araba farlarının aydınlattığı açıklıktaki adamlara döndüm.
Üçü birden olduğum tarafa dönerken, çektiğim acıyı göz ardı edip büyük meşe ağacının arkasına iyice saklandım.
Hakan Çınar
- O seste neydi? Diye sorarken Cafer
- Kurt falan olmasın? Dedi tedirgin bir şekilde.
Sanırım bu adam hayatının her alanında korkak biriydi. Ve evet ben bir kurttum; Asena...çok yakında tanışacaktık.
Baran
- Birkaç el ateş edelim. Korkup kaçarlar, derken savcı belindeki silahı çıkarıp namluyu bulunduğum yere doğru çevirdi. Emniyet kilidini aşağı indirip parmağını tetiğe yerleştirirken sırtımı ağaca dayayarak siper aldım. Ve sonra peş peşe üç el silah sesi duyuldu. Kurşunların kulağımın dibinden geçişini karşımda duran ağaçlara saplanışlarını yavaşlatılmış bir film sahnesi gibi izlerken ellerimle kulaklarımı kapatmıştım. Silah sesleri kesilince birkaç saniye öylece kalakaldım. Ve sonra derin bir nefes çektim içime. Temkinli bir şekilde başımı onlardan tarafa çevirdiğimde hepsinin gitmek için arabalarına bindiğini gördüm. Gerginlikten kastığım vücudumu serbest bıraktığımda meşe ağacının dibinde oturur pozisyondaydım. Gözlerimi zifiri karanlık olan ormanda gezdirdim. Kuş uçmaz kervan geçmez diyebileceğim bu ormanda o kurşunlardan biri bana gelmiş olsaydı ölümü kimse bulamazdı.
Daha öncede ölümle burun buruna gelmişliğim vardı. Bu ilk değildi. Ama ilk defa ölmemem gerektiğini hissettim. Ölmemeliydim. Yapmam gereken şeyler vardı. Kendim için değilse bile başkaları için yaşamalıydım.
Adamların iyice uzaklaştığına kanaat getirdiğimde ağaca tutunarak ayağa kalktım. Ayağımdaki çatlak daha çok acımaya başlamıştı. Yine de yavaş adımlarla ayağımın altındaki ince dalların kırılma sesini ve yaprakların hışırtısını duyarken yürümeye çalıştım. Önümü göremediğim için birkaç kez düşme tehlikesi yaşarken cebimdeki telefonun ışığını yakıp ilerlemeye devam ettim.
Aslında karanlıktan korkardım. Küçükken. Gök gürlediğinde, şimşek çaktığında en büyük korkum olurdu karanlıklar. Sığınacak bir liman , beni hakimiyetine alacak birini arardım. Babam cinayet savcısıydı o zamanlar ve işleri yoğun olduğu için genelde evde olmazdı. Annem... O ise bana sığınacak bir limandan daha çok kaçmam gereken bir karanlık olmuştu. Ama ben yine de o zifiri karanlığa defalarca sığınmayı denemiştim. En sonunda da korka korka öğrenmiştim; bu yağmurun dineceğini, gök gürültüsünün susacağını , şimşeğin ışığını kaybedeceğini ve herşeyin yeniden sütliman olacağını. Sadece biraz korkmam ve kendime sarılmam gerektiğini korka korka öğrenmiştim. Ve sonra zamanla karanlığa meftun olmuştum. Annem yüzünden korktuğum ne varsa tutsağı sevdiğim ne varsa düşmanı olmuştum.
Kız çocuklarının aileden hep bir yarası olurdu. Babası İnci'nin canını almış benim annem ise duygularımı köreltmişti. Kim bilir kaç kız çocuğu vardı şu hayatta ailesinden yaralı? Benim gibi , İnci gibi ve Ecrin gibi...
Ormandan çıkıp arabama bindiğimde telefonu şarja takıp Cihan abiyi aradım. Birkaç çalıştan sonra açılan telefondan Cihan abinin uykulu sesi duyuldu.
- Efendim Hazan?
- Abi savcıyı takip ettim. Dediğin gibi bir ormanda iki kişiyle buluştu. Rıdvan ve Cemal diye iki adamdan bahsettiler. "Komutan" diyorlar bu adamlara.
- Rıdvan ve Cemal mi? Diye soran Cihan abi sanki bu isimleri biliyor gibiydi.
- Evet abi. Duydun mu bu isimleri daha önce?
- Duydum. Rıdvan örgütün başındaki şerefsiz. Cemal ise küçük bir yapılanmanın başında. Peki buluştuğu adamlar kimdi?
- Önemli değil abi. Birkaç güne defterlerini düzeceğim zaten.
- Peki Asena. Sen iyi misin? Ters birşey olmadı ya?
- İyiyim merak etme. İyi geceler.
- Gece mi kaldı kızım. Birkaç saate güneş doğacak.
Bileğimdeki saate baktığımda 02.30 olduğunu gördüm.
- E o zaman ilk günaydının benden olsun.
Cihan abi gülerken
- Hadi Hazan evine gitte dinlen, dedi ve telefonu kapattı. Derin bir nefes alırken arabayı çalıştırıp karanlık orman yolunda ilerlemeye başladım. Eve gitmem bir saatimi alacaktı. Birkaç saatlik uykuyla idare etmek zorunda kalacaktım. Alışkındım gerçi. Uykularım şu sıralar kabuslarla doluydu.
****
Apartmanın önüne arabayı park ettiğimde uykusuzluktan gözlerimin içi acıyordu. Saat 03.30 olmuştu. Arabadan inip kapıları kilitlediğimde parktaki köpeği beslemeyi unuttuğumu fark ettim. Elimi arabanın kaputuna koyarak başımı gökyüzüne kaldırdım. Gözlerim kapalıydı. Bu akşam köpek için güzel bir yemekle parka gitmeyi kararlaştırdığımda gözlerimi araladım. Lakin dördüncü katın balkonunda elinde sigarası ve çatık kaşlarıyla bana bakan Fırat'ı görmeyi beklemiyordum.
Birkaç saniye öylece kalakaldım. Bu adamın gecenin bu saatinde üstüne üstlük bu soğukta üzerindeki siyah atletle balkonda ne işi vardı? Ki benim gecenin bu saatinde bir ormandan dönüyor oluşum fazlasıyla normaldi.
Başımı yere indirip derin bir nefes alıp apartmana doğru ilerlemeye başladım. Apartmanın içine girdiğimde asansörün tuşuna basarken neden bu kadar gerildiğimi düşünüyordum. Sanki yalan söylediğim ama yalan söylememem gereken birine yalan söylemiş ve yakalanmış gibi hissediyordum.
Beşinci kata geldiğimde cebimdeki anahtarla kapıyı açıp içeriye girdim. Üzerimdeki kabanı çıkarıp portmantoya astım. Karanlık salonda ışığı açmadan koltuğa yorgun bedenimi bırakırken uyumadan önce aklımda kalan son şey ormanda duyduklarımdı.
****
İki üç saatlik bir uykuyla sabahın yedisinde adliyedeki odamda Cafer Kadıoğlu için yazdığım iddianameyi başsavcıya göndermiştim. Yakalama kararı içinde gerekli evrak işlerini hallederken delil yetersizliğinden dolayı adamı sadece birkaç saat gözaltında tutabileceğimizi biliyordum. Tabii ihbarı yapan adamın Cafer Kadıoğlu'nu teşhis etmesi durumunda herşey değişirdi. Ama benim planım Cafer Kadıoğlu'nun evi için arama kararı çıkartıp adam gözaltında tutulurken dün akşam ormanda bahsettikleri belgelere ulaşmaktı. Eğer o belgelere ulaşırsam Cafer Kadıoğlu'nu hapse attırabilirdim.
Yakalama kararı için yazdığım belgeyi bitirip arama emrini çıkartırken odamın kapısı çaldı. Gelen kişi bir hukuk sekreteriydi.
- Savcım beni Başsavcı gönderdi. Teröristler askeriyeye saldırmış.
Duyduğum bu sözlerle anlık bir afallasamda kendimi toparlayıp,
- Ne zaman? Diye sorabildim.
- Sabaha karşı beş gibi savcım.
- Durumları nasılmış? Şehit var mı?
- Bilmiyorum savcım. Başsavcı sadece ciddi bir durum olmadığını söylememi istedi.
Başımı sallayıp
- Teşekkür ederim çıkabilirsiniz, dedim.
Sekreter odadan çıkınca askeriyeyi aramayı düşünsem de bunu yapmadım. Yüz yüze "geçmiş olsun" diyecek ve onlara hediye olarak operasyon izin belgesi götürecektim.
Bilgisayarıma düşen maille yakalama kararına onay geldiğini gördüm. Hemen bir çıktı alıp karakolla iletişime geçtim. Jandarmalar Cafer Kadıoğlu'nun evine doğru yola çıkarken bir süre sonra bende elimdeki arama emriyle adliyeden çıktım.
Normalde bu işlemler bu kadar kolay ilerlemezdi ama üyesi olduğum kuruluş işleri hızlandırıyordu.
Bir süre sonra jandarma araçlarının kapısında olduğu ve bir önceki gelişimden aşina olduğum yeşil boyalı evin önünde arabadan indim.
Evin önünde ufak çaplı bir arbede yaşanıyordu. Jandarmalar Cafer Kadıoğlu'na kelepçeyi takmış adam ise " bırakın beni" gibi şeyler söyleyerek jandarmalara direniyordu. Hacer hanım ise bir elini ağzına kapatmış kapının eşiğinde ağlıyordu.
Özür dilerim Hacer teyze. İnci için ve diğerleri için olması gereken bu.
Evin bahçe kapısından içeriye girdiğimde herkesin gözü bana dönmüştü. Adının Feyzullah olduğunu öğrendiğim jandarma komutanı bana doğru gelirken Cafer Kadıoğlu'nun gözleriyle gözlerim kesişti. Adam bana öfkeli gözlerle bakıyordu.
Gözlerimi yanıma gelen komutana çevirip
- Bana bir kaç asker bırakın. Arama emri çıkartım evi arayacağız, dedim ve tekrar Cafer'e döndüm. Adamın beti benzi atmıştı.
Jandarma
- Emredersiniz savcım, derken Cafer'i jandarma aracına bindirmek üzere yanımdan geçirdiler. Gözlerindeki korkuyu görmüştüm ve bu bana bir nebzede olsa İnci'nin intikamını almışım gibi hissettirdi.
Birkaç jandarma benimle kalırken eve doğru ilerledim. Kapının eşiğinde gözyaşları içerisinde sanki canı çekilmişcesine duran Hacer hanımın karşısında durdum. Bir süre kadının çökmüş omuzlarına, ağlamaktan kızarmış gözlerine baktım. Ve neden dedim içimden "neden her hikayede en masum kimse en çok onun canı yanmak zorunda?" Adil miydi bu? Bu kadıncağızın ne günahı vardı?
Zar zor yutkunup elimdeki kağıdı kadına gösterdim ve boğazımı temizleyip konuştum;
- Hacer hanım evinizi aramamız gerekiyor. Eğer müsade ederseniz...
Cümlemi tamamlayamadan Hacer hanım kenara çekilip bize yol verdi. İçeriye geçip jandarmalara
- Her yeri arayın , dedim.
Jandarmalar eve dağılırken Hacer hanım koluma tutunup
- Ne oluyor kızım? Diye sordu.
Birşey söylemden önce Hacer hanımı oturma odasında bir koltuğa oturttum. Ve önüne diz çöküp
- Hacer teyze lafı dolandırmayacağım çünkü bunu sana daha az acıtacak şekilde söylemenin bir yolu yok. İnci'nin ölümünde eşinizin bir parmağı olduğunu hatta eşinizin terörle bağlantısı bulunduğunu düşünüyoruz, dedim.
Hacer teyze pekte şaşırmış gibi görünmüyordu. Sadece daha çok ağlamaya başlamıştı. Kaşlarımı çatıp anlamaya çalışırken
- Biliyor muydun Hacer teyze? Diye sordum.
Başını onaylar anlamda salladı.
Şaşırmıştım.
- Peki o zaman neden daha önce söylemedin ya da ne bileyim kızın için birşey yapmadın?
- Nasıl söylerdim, ne yapardım? Kızımı geri getireceğini söylemişti.
- Madem öyle neden savcılığa suç duyurusunda bulundunuz?
Kadın başını sağa sola sallayıp
- Ben bulunmadım. İnci'nin arkadaşları ve öğretmenleri bulunmuş. Sonra İnci'nin gelmeyeceğini anlayınca bende savcılığa başvurdum ama ... sonunda kızımın ölüsünü getirdiniz bana, dedi.
Söylediklerinde bir yere kadar haklıydı ama bilmiyorum. Kızının baştan kocası tarafından götürülmesine engel olmalıydı diye düşünmekten de kendimi alamıyordum.
Yine de
- Üzgünüm, diyerek çöktüğüm yerden kalktım. O sırada jandarmalardan biri gelip
- Savcım bir kasa bulduk, dedi.
Jandarmanın yönlendirdiği yatak odasına girip ahşap dolabın içindeki kasayı gördüm. Kasa şifreliydi. Hacer hanıma sorsakta bilmediğini söylemişti ki bence de bilmiyordu. Cafer'i konuşturmaktan başka çaremiz yoktu.
Jandarmalara
- Kasayı alın karakola gidiyoruz, diyerek evden çıkıp arabaya bindim.
Karakola vardığımızda Cafer sorgu odasındaydı. İzleme odasındaki jandarma komutanına
- Birşey anlattı mı? Diye sordum.
- Hayır savcım. Hiçbir şey anlatmıyor. Avukatı olmadan konuşmayacakmış.
Başımı sallayıp
- İhbarı yapan adam teşhis etti mi? Dedim.
- Hayır savcım, henüz değil.
- İhbarı yapan adamı buraya getirin.
- Emredersiniz savcım.
Bir süre sonra ihbarı yapan adam izleme odasına getirildi. Adama sorgu odasındaki Cafer'i gösterip
- Bu adam çocuklarını kaçıran adamlardan biri miydi? Diye sordum.
Adam birkaç saniye Cafer'i inceleyip birşeyler hatırlamaya çalıştı.
- Tanıdık geliyor.
Derin bir nefes alıp
- Bak iyi düşün. Bu adamın sağ avuç içinde yara izi var. Sorguda bahsettiğin adamlardan biri olabilir mi? Dedim.
Adam onaylar gibi başını salladı.
- Ölen kızın babası değil mi? Dedi. Sorguda gerginlikten hatırlayamadım ama o günde "ben kendi kızımı öldürdüm" gibi şeyler söylemişti yanındaki adama.
Kafamı kaldırıp Cafer'e doğru baktım. Artık bitmişti. Mahkemede kesin kes müebbet yiyecekti. Eğer Hacer hanım da ifade verirse hiçbir kurtuluş şansı yoktu.
Jandarma komutanına
- Adamı geri götürün , dedim.
Adam gitmeden
- Savcım, çocuklarım ne olacak? Diye sordu.
- Birkaç gün içerisinde çocuklarının olduğu yere bir tim yollayacağım. Merak etme.
- Allah sizden razı olsun savcım, diyen adamı götürmüşlerdi.
Sorgu odasına girmek için izleme odasından çıktım. Cafer Kadıoğlu'nun karşısına oturduğumda adam gözlerini gözlerime dikti. Tedirgindi, korkuyordu ve bir nebze rahat gibiydi. Güvendiği birileri vardı büyük ihtimalle. Ama unuttuğu şeylerde vardı mesela; çıkar ilişkisi olan insanların birbirlerinden elde ettikleri menfaat kesilince ortadan kaybolmaları gibi.
İlk konuşan Cafer olmuştu.
- Ne o savcım? Yoksa kasayı açamadınız mı?
Alayla gülüp masanın üzerinde ellerimi birbirine kenetledim.
- Evi arayacağımızı duyunca aklına ilk kasa geldiyse içinde sakladığın birşeyler olmalı.
Adam bakışlarını sağa sola kaçırıp yutkundu. Ve kendini toparlayıp
- Hayır. İçinde sakladığım birşey yok ama evde birşey saklamak için en çok dikkat çeken şey o , dedi.
Başımı salladım. Düşündüğüm kadar aptal değildi.
- Peki o zaman. İçinde sakladığın birşey yoksa şifreyi söyle.
- Neden? İçinde işinize yarayacak hiçbir şey yok. Evin tapusu ve biraz para var sadece.
Hafif gülümsedim.
- Madem öyle neden bu kadar direniyorsun ki? Paranı çalacağımızdan ya da evini üzerimize geçireceğimizden mi korkuyorsun? Eğer kasanın içinde suçlu olduğunu gösteren birşey yoksa şifreyi söyle ve bunu kanıtla.
Adam iyice gerilmişti. Gözlerimi yüzünden çekmiyordum ve bu rahat tavrım onu tedirgin ediyordu.
- Avukatım olmadan daha fazla konuşmayacağım. Buna hakkım var öyle değil mi?
Derin bir nefes alıp oturduğum yerden kalktım.
- Elbette susma ve avukat isteme hakkın var ama avukattan ne umduğunu merak ediyorum. Yoksa zaman kazanmaya mı çalışıyorsun?
Şuan adamın arkasındaydım ve sorgu odasının loş ışığında ensesindeki ter damlaları belli oluyordu.
Adam öfkeli ve gergin sesiyle
- Daha dün kızım öldü benim! Sizde oradaydınız! Ne kadar perişan olduğumuzu gördünüz! Şimdi de elinizde hiçbir delil olmadan beni kendi kızımı öldürmekle suçluyorsunuz. Unutmayın ki suç ispatlanana kadar herkes suçsuzdur, dedi.
Bana işimi mi öğretmeye çalıyordu? Ah fazlasıyla komik ve acınası göründüğünün farkında mıydı?
Adamın oturduğu masanın etrafında dönerken konuşmaya başladım.
- Doğru söylediniz. Dün bende oradaydım ve karşımda gördüğüm adam kızı için üzülen bir babadan çok sakladığı şeyler ortaya çıkacak diye korkan biriydi. Elimizde delil olmadığını söylediniz. Bunu bilemezsiniz. Ve son olarak suç ispatlanana kadar herkes suçsuz olduğu kadar şüphelidir de.
Adımlarımı durdurup adamın gergin olan yüzüne baktım ve masanın üzerine ellerimi koyup adama doğru eğildim.
- Şimdi ya konuş ya da ben seni yalnız bırakayım hapiste geçireceğin günler hakkında plan yap ama uzun vadede olsun.
Cafer Kadıoğlu birkaç kez yutkunup konuştu.
- A...avukat olmadan konuşmayacağım.
Eğildiğim yerden doğrulup sakince
- Peki öyle olsun , diyerek sorgu odasından çıktım.
Feyzullah komutan yanıma gelip
- Ne yapalım savcım? Diye sordu.
- Bir avukat çağırın sonra tekrar sorguya alın. Kasanın da şifresiyle uğraşın biraz . Telefonla konuşma hakkını kullanmak isterse izin vermeyin. İhbarı yapan adamla da karşılaşmasınlar. Sorgudan birşey çıkmazsa da önemli değil zaten elimizde şahit var. İllaki bir yerde itiraf edecek.
- Emredersiniz savcım.
*****
Karakoldan çıkıp askeriyeye doğru yola çıkmıştım. Aslında niyetim operasyon izin belgesiyle geçmiş olsuna gitmekti ama bu iş birkaç gün daha uzayacak gibiydi.
Toprak yolda ilerlerken ayağıma giren ani sancıyla arabayı durdurdum. Birkaç saniye acının geçmesini beklerken içmeyi unuttuğum ilaçlarımı içip tekrar yola koyulmuştum.
Bir süre sonra askeriyenin önünde durduğumda arabadan inmiştim. Havadaki barut kokusunu almak mümkünken açılan sürgülü kapıdan içeriye girdim. Askeriyenin bahçesinde daha önce hiç görmediğim kadar asker vardı. Bazı yerlerde kan damlaları kendini gösteriyordu. Neden bilmem o kan damlalarına basmadan yürümeye çalışmıştım.
Başımı yerden kaldırıp askeriye binasına baktığımda bana doğru gelen albayı görmüştüm. Bende ona doğru aksayan ayağımla ilerlerken Turan timi de yavaş yavaş toplanıyordu.
Albay yanıma geldiğinde
- Hoşgeldiniz savcım, dedi.
- Geçmiş olsun, diyerek cevap verdim. Hoşbulmak istesem de şimdi değildi.
Albay gülümseyip
- Uzun zamandır aksiyondan uzaktı bizim çocuklar. İyi geldi, dedi.
Vatan uğruna canı gözden çıkarmak böyle bir şeydi sanırım. Başına ne gelirse gelsin öpüp başlarına koyuyorlardı.
Bende gülümsedim.
Albay yan yana dizilmiş Turan timini gösterip
- Buyrun savcım, dedi.
Onlara doğru ilerlerken gözlerim Fırat'la kesişmişti. Başında bordo beresi , üzerinde askeri üniformasıyla yine yıkılmaz görünüyordu. Sonra gözlerim Oğuz'u buldu. O da iyi görünüyordu. Yararlanmamış olmalarına sevinmiştim.
Turan timinin karşısında durduğumda
- Geçmiş olsun, dedim.
Hepsi bir ağızdan "sağol" derken buna alıştığımı fark etmiştim.
- Siz sağolun, derken gülümsedim ve albaya dönüp
- Şehidimiz yok değil mi? Diye sordum.
Albay
- Yok Allah'a şükür, derken teğmen Helin Çakırcı'nın
- Olmasını mı isterdiniz sayın savcım? Diyen sesi bir an beni afallattı.
Fırat askeriyeyi yerinden oynatacak kadar gür olan sesiyle "teğmen kendine gel!" Diyerek bağırdı. Öfkeliydi. Tahammülü kalmamış gibiydi Helin Çakırcı'ya karşı .
Albay ise Fırat'a yükselmişti.
- Sana askerlerine çeki düzen vermen gerektiğini söylemiştim asker!
Fırat
- Emredersiniz komutanım! Derken birşeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Ben anlayış gösterdikçe Helin daha ileri gidiyordu.
Derin bir nefes alıp Helin'e doğru ilerleyip aramızda birkaç adımlık mesafe kala durdum. Helin'in gözleri azarlanmanın etkisiyle yerdeydi.
- Kaldır kafanı, dedim sakin ama baskın bir sesle.
Başını hemen kaldıran Helin teğmen bana meydan okuyor gibiydi.
- Bak teğmenim beni sevmek zorunda değilsin ama saygı duymak zorundasın. Saygıda duymuyorsan en azından duyuyormuş gibi yap.
- Size karşı saygısızca davrandığımı düşünmüyorum sayın savcım.
- "Sayın savcım" dediğin için bana saygı duyduğunu mu iddia ediyorsun? Peki öyle olsun. Ama bir daha bana karşı böyle bir davranış sergilerseniz bu kadar sakin karşılamam.
Helin'in gözlerinde bir nefret vardı bana karşı. Nedenini anlamıyordum. Askerler genelde savcılardan hoşlanmazlardı ama bunun böyle birşeyle alakası yok gibiydi. Öğrencektim. Helin Çakırcı'yı araştırmak şart olmuştu.
Albay
- Buyrun savcım odama geçelim, derken Helin'le kitlenen gözlerimizi birbirinden ayırdım.
Albay Fırat'ı da çağırırken üçümüz birden Albayın odasına girdik. Fırat'la karşılıklı oturmuştuk. Fırat'ın bakışları biran üzerimde dolanıp albaya döndü.
Albay
- Kusura bakmayın savcım. Yüzbaşı ilgilenecek teğmenle. Öyle değil mi Yüzbaşım? Derken sinirliydi .
Fırat öfkeli olduğu belli olan yüzüyle
- Öyle komutanım, dedi.
- Sorun değil. Genelde takılmam böyle şeylere, dedim.
Albay
- Onu anladık savcım. Evliya sabrı varmış sizde de, derken Fırat'ın bakışları yine üzerimdeydi.
Gülümsedim ve konuyu değiştirmek için
- Aslında buraya operasyon izin belgesiyle gelecektim ama ufak bir pürüz çıktı dedim.
Fırat
- Nasıl bir pürüz savcım? Diye sordu.
- İnci Kadıoğlu'nu öldüren adamlardan birini yakaladık. Arama izniyle evini aradık. Evinde bir kasa çıktı. Kasanın içerisinde bazı önemli belgeler var ama kasa şifreli. Şuan şifreyi kırmaya çalışıyoruz.
Albay
- Kızı öldüren kimmiş? Diye sordu.
Derin bir nefes alıp verdim .
- Babası, Cafer Kadıoğlu. Terörle bağlantısı var adamın ama konuşmuyor.
- Peki ne olacak?
- Mahkemeye çıkacak. Büyük ihtimalle müebbet yer. Şahidimiz var zaten.
Fırat
- Yani konuşmaması birşeyi değiştirmez, dedi gözlerinde bana karşı hayran bir ifade vardı.
Başımı sallayıp
- Aynen öyle Yüzbaşım, dedim.
Albay
- İki günde baya yol kat etmişsiniz savcım, dedi gülümseyerek.
Bende hafifçe tebessüm edip
- Merak etmeyin birkaç güne iadei ziyaret yaparız, dedim.
Albay ve Fırat gururla bana bakarken birkaç birşey daha konuşup adliyeye gitmek üzere askeriyeden ayrıldım.
💧💧💧💧💧💧💧💧💧