Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@yikim2024

Adliyede evrak işlerini halledip Cafer Kadıoğlu'nun yarın mahkemeye çıkması için gerekli şeyleri yapmıştım. Bu mahkeme Cafer'i hakim karşısında sorguya almak için yapılacaktı.
Şimdi de Hacer hanımla kocasının aleyhine şahitlik yapması için konuşmaya gidiyordum. Kabul edeceğine dair bir inancım vardı. Çünkü o bir anneydi. Evladı için üzüldüğünü kendi gözlerimle gördüğüm bir anne.

Sakin trafikte ilerlerken yine yağmur yağıyordu. Gökyüzü gri bulutlarıyla - böyle havaları sevmeme rağmen - içimi sıkıyordu. Bir ölüm sessizliği vardı kafamın içinde. Büyük bir fırtına uzaklardan sinyallerini veriyor lakin ben birşeylere geç kalıyormuşum gibi bir his sarıyordu yüreğimi. Kötü şeyler olacaktı.

Nefeslerim sıklaşırken arabayı sağa çektim. Camı indirip nefes almaya çalışırken bu hissin bana nereden tanıdık geldiğini düşünüyordum. Zihnimde beliren sahnelerle içim yine ürpermişti.

İlk böyle hissettiğim de on yıl önce doğum günümdü ve babamın çikolatalı pastamı alıp gelmesini bekliyordum. Camın önünde kar sularının kaldırımlardan akışını, caddeden geçen arabaları ve yürüyen insanları izlerken bir haber kanalının açık olduğu televizyondan şöyle bir ses yükselmişti;

Son dakika
İstanbul E5 otoyolunda feci bir olay meydana geldi. İstanbul adliyesinde görev yapan Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Türkoğlu arabasının freninin tutmaması sonucu bariyerlere çarptı. Çarpmanın etkisiyle alev alan aracın içinde Mehmet Türkoğlu yanarak hayatını kaybetti.

O anı tekrar yaşıyormuşum gibi yüreğim sızlarken gözümden süzülen yaşları silip derin bir nefes aldım. Belkide sadece bir kuruntuydu. Kötü birşey yaşanmayacaktı. Öylesine bir hissti.

Arabayı çalıştırırken beynimdeki düşünceleri bertaraf edip yola koyuldum. Evin önüne geldiğimde arabadan indim. Yağmur damlaları açık olan saçlarımın arasına düşerken çamurlu toprak yolda yavaş adımlarla ilerledim. Buraya ilk geldiğim günkü gibiydi etraf. Görünürde kimse yoktu ve bu küçük gecekondunun bacası tütüyordu. Kışın gelişiyle mahallede keskin bir kömür kokusu vardı.

Evin demir kapısını birkaç kere tıklatıp beklemeye başladım. Bir süre sonra Hacer hanım sabahki halinden daha kötü bir halde kapıyı açtı.

Beni gördüğüne şaşırmış gibiydi.
- İyi günler Hacer hanım. Biraz konuşabilir miyiz?

Hacer hanım başıyla beni onaylayıp içeriye geçmem için kenara çekildi. Aşina olduğum oturma odasına girdiğimde koltuğun üzerinde İnci'ye ait olduğunu düşündüğüm kıyafetler vardı. Ve İnci'nin fotoğrafları. Bu evde bana çok tanıdık gelen birşeyler vardı; yas tutan biri ve ölümün kasveti.

Peşimden odaya giren Hacer hanım bana "buyrun" diyerek oturmam için bir yer gösterdi. Gösterdiği yere oturduğumda konuşmaya başladım.

- Lafı dolandırmayacağım Hacer teyze. Yarın sabah saat dokuzda eşinizi mahkemeye çıkartacağız. Senden istediğim şahitlik yapman.

Hacer hanım ağlamaktan kızarmış gözleriyle bir süre öylece yüzüme baktı.
- Ben... Ben nasıl... Yaparım?
- Nasıl yapacağını ben bilemem Hacer teyze. Ama yapmak zorundasın. İnci için yapmak zorundasın.

Hacer hanımın gözlerinde bir korku vardı. Sağa sola kaçırdığı bakışları bunu kanıtlıyordu.
- Öldürürler beni. Yaşatmazlar.

Duyduklarımı idrak etmeye çalışırken gözlerimi kırpıştırdım. Kızını öldürmüşlerdi. İnci'yi yaşatmamışlardı. Kendini mi düşünüyordu?

- Sizi korumak için elimden geleni yapacağım. Merak etmeyin.

Kadın gözlerinden yaşlar birer ikişer süzülürken başını sağa sola salladı.
- Yapamam.

İçimde bir öfke tomurcuklanırken o tomurcuğun git gide büyüdüğünü hissediyordum.
- Ne demek yapamam Hacer hanım? Siz ne dediğinizin farkında mısınız? O adam yüzünden sizin kızınız öldü. Kızınıza bunu borçlusunuz.

Kadın hiçbir cevap vermeden başını olumsuz anlamda sallamaya devam ederken oturduğum yerden kalktım. Karşımdaki her açıdan acınası duran kadına bir süre öfkeli gözlerle bakıp konuştum.

- Kızınız yaşarken babasının onu bu evden götürmesine engel olmak yerine susmuşsunuz. Şimdi kızınız öldü ve siz yine susuyorsunuz. Olan biten herşeye susup sonrada adaleti suçlamanız ne kadar doğru?

Kısa bir an nefeslendim ve koltuğun üzerine saçılmış İnci'ye ait kıyafetlere bakıp sözlerime devam ettim;
- Şimdide burada böyle kızınız için hiçbir şey yapmadan oturup yas tutarak vicdanınızı mı rahatlatıyorsunuz?

Hacer hanım sözlerimle omuzları sarsılarak ağlarken içim ezildi. Ama yine de durmadım.

- Bunu söylemek istemezdim. Acınıza saygı duydum hâlâ da duyuyorum ama eğer yarın sabah saat dokuzda adliyede olmazsanız sizi de tutuklamak zorunda kalacağım.

Kadın bir anlık durup yerdeki gözlerini gözlerime dikti. Ve titreyen sesiyle
- B...ben birşey yapmadım ,dedi.

Gözlerimi evin içerisinde gezdirip olumlu anlamda başımı salladım.
- Doğru. Kızınıza o kurşunları siz sıkmadınız. Ama sustunuz. İşlenen bir suça göz yummakta suçtur.

Kadın başını tekrar yere eğerken,
- Tekrarlıyorum eğer yarın adliyede olmazsanız bu söylediklerimi yapmak zorunda kalırım , dedim.

Ve kadına son bir bakış atıp evden çıkmak üzere kapıya yöneldim. O sırada Hacer hanım
- Dur , dedi.

Bir an umutlanmıştım şahitlik etmeyi kabul edecek diye lakin kadın beklememi söyleyip odalardan birine girdi. Ve bir kaç saniye sonra elinde siyah bir defterle geri döndü. Anlamayan gözlerle kadına bakarken Hacer hanım içli bir nefes alıp ağlamaklı çıkan sesiyle konuştu.

- Bu defter İnci'min günlüğü. Belki içinde işinize yarayacak şeyler vardır.

Kadının bana uzattığı defteri alıp birşey söylemeden evden çıktım. Yağmur hâlâ devam ederken defteri ıslanmasın diye paltomun içine soktum. Arabaya bindiğimde kapısı kapanan eve son bir kez bakıp cebimden telefonu çıkardım ve karakolu aradım.
Feyzullah komutana
- Hacer Kadıoğlu'nun evinin önüne birilerini yollayın. Kadını korusunlar. Mahkemede şahitlik yapabilir, dedim .

Motoru çalıştırıp eve gitmek üzere yola koyulurken saat akşam 18.00 'i gösteriyordu. Parktaki köpek için birkaç yaş mama alıp evden önce parka uğradım. Arabayı parkın önünde durdurup bir poşetin içinde kuru ve yaş mamayı karıştırdım ve parkın içine doğru ilerlemeye başladım. Kaydırağın altında yatan köpek beni fark edip yanıma doğru gelirken ıslanmış tüylerini sevip
- Özür dilerim dün gelemedim, dedim.

Köpek kuyruğunu sallarken beni affetmiş gibi görünüyordu. Her zamanki çam ağacının altında köpeğe yemeğini verirken daha fazla ıslanmamak için arabaya bindim. O sırada yan koltuğa bıraktığım İnci'nin günlüğü gözüme çarptı. Siyah kapaklı defteri elime alıp en son yazılan sayfayı açtım.

Sevgili Günlük
Bugün babamı telefonda biriyle konuşurken duydum. Benden bahsediyordu. Sanırım beni birine satacak. Korkuyorum. Annem herşeyi biliyor aslında ama susuyor. Annem hep susuyor zaten. Bense ne kadar bağırırsam bağırayım sesimi kimseye duyuramıyorum.
İlkokuldayken arkadaşlarım babalarından bahsederdi. Bense içimde babamdan kalan kanayan yaralarımla susardım. O zamanlar silgim , kalemim , defterim ve babam eksikti benim. Arkadaşlarım " kız çocuklarının ilk aşkı ve en büyük kahramanları babalarıdır" derdi. Peki ya neden benim babam en büyük korkum ve en büyük düşmanım oldu?

Bazen ölmek istiyorum. Annem okuyup öğretmen olup kendimi kurtarmamı istiyor. Ama kendisi bir kere olsun beni kurtarmak için birşey yapmadı. Çok kırgınım anneme ve öyle paramparçayım ki...
Artık diken üstünde yaşamaktan yoruldum. Herşey bir yerde bitmeli artık.

Gözümden süzülen yaşların defterde ki mürekkebi dağıttığını fark ettiğimde defteri kapatıp yan koltuğa koydum. Avuç içimle gözlerimi silerken arabadan inip, köpeğin bitirdiği yemeğin poşetini aldım ve çöpe attım. Köpeğin başını okşayıp arabayı eve doğru sürerken " ah be İnci... Umarım şimdi gittiğin yerde mutlusundur" dedim içimden.

Arabayı apartmanın önüne park ettiğimde Fırat'ın arabasından indiğini ve bana baktığını gördüm. Derin bir nefes alırken gözlerimi ondan çekip arabadan indim. Yanından geçerken ne diyeceğimi bilmiyordum.

Merhaba? İyi akşamlar? Nasılsın?

En iyisi hiçbiri şey söylememekti. Neden böyle oluyordu? Askeriyede konuşuyorduk ama iş dışında çok geriliyordum.

Fırat'ta birşey söylememeyi seçmişken apartmana girip asansöre bindik. Bu akşamda bizde yemek yiyecek olmalıyız ki Fırat dördüncü katın tuşuna basmamıştı. Bu durumdan rahatsız değildim. Onlarla beraber olmak, kalabalık bir sofraya oturmak beni mutlu ediyordu.

Fırat'ın gözlerini üzerimde hissediyorken O hariç her yere bakıyordum. Asansörün aynasında kendimle göz göze geldiğimde duraksadım; yağmurdan dolayı ıslanmış saçlarım , az önce ağladığım için kızaran gözlerim ve burnumla ıslak bir köpek yavrusuna benziyordum.

Derin bir nefes alıp önüme dönerken Fırat'ın kaba ve bariton sesiyle
- Ağladın mı sen? Diye soruşunu duydum.
Gözlerim Fırat'ın gözlerini bulurken sorgulayıcı bakışları ve çatık kaşlarıyla karşılaştım. Bana doğru eğilen vücudunda bir koruma iç güdüsü kendini gösteriyordu.

Gözlerimi gözlerinden çekip
- Hayır, dedim.
Bana doğru birkaç adım atıp önüme geçen Fırat gözlerimin içine baktı.
- Yalan söyleme, derken sesi sertti.

Bir an bu yakınlıkta kalbimin ritminin değiştiğini hissetsemde açılan asansör kapısı imdadıma yetişmişti. Kapıdan çıkmak için gözlerimi gözlerinden çekerken Fırat yerinden hiç kımıldamamıştı bile.

Kahverenginin en koyu tonuna sahip gözlerinde birşeyler vardı. Yakıcı bir bakıştı gözlerindeki. Elimi ayağımı birbirine dolaştıran. Fırat yakıcı bakışlarıyla bir süre yüzümün her zerresini inceleyip en sonunda derin bir nefes alırken başını asansörün tavanına doğru kaldırdı.

Asansörün kapısı birkez daha kapanıp açılırken Fırat
- Hadi çıkalım, dedi ve duymadığımı düşünerek birşey daha söyledi.

"Çıkalım yoksa hiç iyi şeyler olmayacak."

Hiç iyi şeyler olmuyordu zaten. Ama olmaması gereken ne varsa oluyordu. Tıpkı şuan kalbimin atmaması gereken bir ritimde atması gibi.

Derin bir nefes alıp evin kapısını çaldım. Ayşe teyze kapıyı açarken
- Hoşgeldiniz. Hazan hep ıslanmışsın kızım , dedi.
- Öyle oldu, diyerek gülümsedim ve içeriye geçip, Canan teyzeye selam verdikten sonra çatı katına çıktım.

Üzerimi değiştirdikten sonra Salih eniştemi aramak için telefonu elime aldım. Ama ulaşamamıştım. Yemekten sonra tekrar aramaya karar verip aşağıya indim.

Zeynep ve Elif oyun oynarken Fırat haberleri izliyordu. Babam öldüğünden beri bütün haber kanallarından nefret eder olmuştum.
Gözlerimi haberleri sunan spikerden alıp Ayşe ve Canan teyzeye yardım etmek için mutfağa geçtim.

Salatayı hazırlarken nefesimi kesen o his birden beni yine etkisi altına aldı. Kötü birşey olmuştu sanki ve ben herşeyden habersiz yaşamaya devam ediyordum. Derin bir nefes çektim içime ve salata tabağını alıp salondaki masaya doğru ilerledim. Ama mutfaktan çıktığım an kulaklarıma bir ses doldu ve adımlarım bıçak gibi kesildi.

Son dakika!
İstanbul TEM otoyolunda bir otomobil ve bir kamyonetin çarpışması sonucu meydana gelen kazada polis memuru olduğu öğrenilen Salih Sever ağır yaralandı. Araç içinde yapılan incelemede Salih Sever 'in beş yaşındaki kızı Ecrin Sever olay yerinde hayatını kaybetti.

Duyduğum şeylerle elimdeki salata tabağı yere düşerken kırılma sesi kulaklarıma dolmuştu. Baktığım televizyon ekranında on yıl önce aldığım babamın ölüm haberiyle Ecrin'in ölüm haberinin görüntüleri birbirine karışırken kafamın içinde uğultular yükseliyordu. Babamın ölüm haberini sunan spikerle Ecrin'in ölüm haberini sunan spikerin sesi beynimin içinde birbirine karışırken kulaklarım çınlamaya başlamıştı. Sanki ruhum bedenimden ayrılmış ve bir köşede acıyan gözlerle beni izlerken olduğum yerde on dört yaşındaki Hazan'la yirmi dört yaşındaki Hazan arasında büyüyüp küçülüyordum. Zihnimin bana oynadığı oyundu belki de bu ama İstanbul'daki evin salonunda buluyordum kendimi bir anda ve bir süre sonra tekrar içinde bulunduğum ana geri dönüyordum.

Etrafın bulanıklaşmasıyla ağladığımı fark ediyorum. Ayşe teyze, Canan teyze ve Fırat birden yanımda beliriyor. Ne olduğunu anlıyor olmalılar ki herkesin gözünde acıyan bakışlar var. Herkes endişeli. Elif ve Zeynep korkuyor. Aldığım nefeslerin ciğerlerime ulaşmadığını hissediyorum. Göğüs kafesimde bir yanma var. Derin derin nefesler almak istiyorum ama vazgeçiyorum sonra. Yaşamak o an hiç içimden gelmiyor. Ecrin'le geçirdiğim onca anı film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken bacaklarım anıların yüreğime verdiği ağırlığı kaldıramıyor. Kırılan salata tabağının üzerine düşecekken Fırat beni belimden tutuyor. Sonra kendimi koltukta otururken buluyorum. Fırat önüme diz çökmüş ne zaman aldığını bilmediğim astım ilacını ağzıma sıkıyor. Ama ilacın hiçbir işe yaramadığını fark edince öfkeyle ilacı yere atıyor. Nefesimin içimde bir yerde kitlendiğini hissediyorum. Göğsümde ki yanma hissi keskin bir acıya dönüşüyor. Boğuluyorum sanki. Gözlerimdeki yaşlar daha çok artıyor. Fırat'ın gözlerinde korkuyu en belirgin haliyle görüyorum. Canan ve Ayşe teyzenin ağlama sesleri kulaklarıma doluyor. Onlara "korkmayın" demek istiyorum. Çünkü ben korkmuyorum. O an ölmek bana çok cazip geliyor. Kendi içimde sorguluyorum; bir insan aynı kaderi kaç kez yaşar? Bir insan kaç kez kimsesiz kalır? Bilmiyorum.

Sonra birden kendimi Fırat'ın kucağında asansörün içindeyken buluyorum. Birşeyler söylüyor bana ama anlamıyorum. Bütün duyularım işlevini yitirmiş gibi hissediyorum. Vücudum titriyor. Yumruklarımı sıkıyorum. Fırat beni arabasına bindirip şoför koltuğuna geçiyor. Eli ayağına dolaşmış gibi. Arabayı çalıştırıp gazı köklüyor. Tek tük arabaların olduğu yolda ilerlerken Fırat sürekli bana dönüyor. Bilinçsizce bastığı kornayı duyuyorum. En sonunda elimi tutuyor. Korku denilen şeyin somut bir hâl aldığını Fırat'ın yüzünde an ve an görebiliyorum. Ve benim yüzümde de acı denilen şey somut bir hâl alıyor. Nefes alamamaktan değil acı çekişim. Ecrin'in artık nefes almadığını bilişimden. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyor içimden bir ses. Elim bağrımda, nefeslerim ciğerlerime ulaşmazken, gözlerimden yaşlar hızını kesmeden dökülürken "biliyorum"diyorum o sese. Sanıyorum ki bu acı hiç geçmeyecek.

Fırat arabayı hastanenin acil servis kapısında ani bir frenle durduruyor. Fark ediyorum ki emniyet kemerini bile takmamış. Arabadan inip beni kucağına alırken evladı ateşlendiği için çok telaşlanmış bir babaya benzetiyorum Onu. Sonra hatırlıyorum ki buna benzer bir anı on yaşındayken babamla da yaşamıştım. Ölüm... Hayatımda ne kadar büyük bir yer kaplıyordu?

Fırat beni bir yere yatırıyor. Sedye olduğunu anlıyorum. Birden başıma birkaç insan doluşuyor. İçlerinden endişeli yüzüyle Bahar'ı seçebiliyorum. Eliyle gözümden süzülen yaşları silerken sedyeyi hareket ettiriyorlar. Tavandaki aydınlatmalar gözümü alırken göğsümdeki acının daha çok arttığını hissediyorum. Otomatik bir kapı açılırken sedyeyle bir odaya sokuluyorum. Kapı kapanmadan gördüğüm son şeyse Fırat'ın endişeli yüzü ve siyah, gür saçlarının arasına daldırdığı elleriyle yere çöküşü. O an bilincimin kapandığını hissediyorum. Etraf bulanıklaşıyor. Eğer buradan sağ çıkarsam - ki hiç istemiyorum - bunları yaşattığım için herkesten özür dilemeyi aklımın bir köşesine yazıyorum.
Ve uçsuz bucaksız bir karanlığa gömülüyorum.

****
Gözlerimi açtığımda beyaz tavanla karşılaşmıştım. Birkaç saniye neden burada olduğumu sorgulasamda olan biten herşey birer birer zihnime dolarken acının aynı yerde beni beklediğini fark etmem uzun sürmedi. Gözlerim yaşlarla dolarken yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. Bedenim çok yorgundu. Zorda olsa yattığım yerden doğrulduğumda kolumdaki serumu fark ettim. Yaşlar yanaklarımdan süzülürken gözlerimi odada gezdirdim. Ve odadaki koltukta uyuyan Fırat'ı görmüştüm. Siyah saçları alnına dökülmüş rahatsız olduğu belli olan bir pozisyonda uyuyordu. Odada loş bir ışık vardı. Saati merak ediyordum. Gözlerim odayı tararken karşımdaki duvarda 06.30 'u gösteren saati buldu. İstanbul'a gitmem gerekiyordu. Bilet bulmalıydım. Ecrin'in... Cenazesine katılmak istiyordum. Bu hastane odası beni boğuyordu.

Kolumdaki serumun kablosunu tutup sert bir şekilde çekerken kolum kanamıştı. Ama bunu umursamadan ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Ayağa kalktığımda gözümdeki yaşlardan bulanık gördüğüm yer dönmeye başlamıştı. Yere düşeceğimi hissederken ne zaman uyanıp yanıma geldiğini anlamadığım Fırat beni belimden tuttu. Dün akşamki gibi.

- Ne yapıyorsun? Dedi azarlar gibi çıkan sert sesiyle. Gözleri üzerimdeydi. Sımsıkı tutuyordu beni.

Ama ben Onun yüzüne bakamıyordum. Utanıyordum sanki. İnsanların zayıf yanlarımı görmelerinden nefret ederdim. Sadece beni ilgilendiren konuların içerisine başkalarının dahil olmasından, hastalığım yüzünden insanları rahatsız etmekten nefret ederdim.

Güçsüz çıkan sesimle
- Gitmem gerek , dedim.
Fırat beni yatağa geri oturturken yüzüme dökülen uzun saçlarımı geriye doğru okşar gibi ittirdi. Eliyle gözümden süzülen yaşları silerken
- Dinlenmen gerekiyor, dedi. Her zaman sert ve kaba olan sesi şuan anlam veremediğim bir naifliğe bürünmüştü. Belki de bana acıyordu.

Burnumu çekip hâlâ yüzüne bakmamak için odanın içinde gezdirdiğim gözlerimle konuştum.

- İstemiyorum. Gitmem gerek. İstanbul'a... Ecrin'in yanına gitmeliyim.

Fırat heybetli vücuduyla önüme diz çöküp sanki küçük bir çocuğu oyalamak ister gibi
- Tamam serum bitince gidersin. Biraz dinlen serum bitene kadar , dedi.

Serumu kolumdan çıkardığımı hâlâ fark etmemişti anlaşılan. Serum iğnesini çıkarttığım için kanayıp tahriş olan kolumu Fırat'a gösterdim ve
- Serum bitti. Gideceğim, dedim kararlı bir sesle.
Fırat ise kolumu görünce sinirlenmişti. Kaşları çatılmış bir şekilde bir süre koluma baksa da sakin tutmaya çalıştığı sesiyle,
- Bahar'ı çağırayım. Baksın şuna, diyerek kolumdaki yarayı gösterdi.

Sinirlenmeye başlıyordum. Beni neden rahat bırakmıyordu? Gitmek istiyordum sadece. Benim sorunumdu tüm bunlar. Benim yaramdı kanayan. Kime neydi?

Fırat çöktüğü yerden ayağa kalkıp kapıya yönelirken tonunu ayarlayamadığım sesimle bağırdım.
- İstemiyorum! Rahat bırakın beni! Boğuluyorum burda...gitmek istiyorum...neden anlamıyorsunuz?

Sesim sonlara doğru kısılmış gözlerimden yaşlar yeniden firar etmeye başlamıştı. Sözlerim Fırat'ı durdururken kapı açılmış ve içeriye Oğuz ardından da Bahar girmişti.

Bahar neyse de Oğuz'u görmek beni rahatlatmıştı. Kimse anlamasada Oğuz beni anlardı.
- Oğuz...dedim fısıldar gibi çıkan sesimle.
Oğuz ise içi gider gibi baktı gözlerime ve
- Kardeşim, diyerek gelip sardı beni.
- Oğuz... Çıkart beni burdan. N'olur? Boğuluyormuş gibi hissediyorum... Lütfen.

Oğuz sırtımı sıvazladı bir müddet. Saçlarımı okşadı usulca.
- Tamam merak etme. Çıkartacağım seni burdan. Ama önce birşeyler ye, kendine gel . Gücünü topla.

Ondan ayrılıp burnumu çekerken avuç içimle gözlerimi sildim. Başımı sağa sola salladım.
- İstemiyorum. Güçlüyüm ben. İyiyim de . Açda değilim. Şimdi çıkalım n'olur.
Oğuz saçlarımı okşayıp bana üzülen gözlerle baktı. Acıma değildi bu. Herkes acır ama Oğuz buna katlanamayacağımı bilirdi.

Bahar yanıma yaklaşıp serumu çıkarttığım koluma baktı. Gözlerinde canımın yanmasından hoşlanmadığını belli eden birşeyler vardı. Saf sevgiydi gözlerindeki . Ona baktığımı fark edince gülümsedi .
- Pansuman yapalım.

Onu tecavüzden kurtardığım gece dirseğindeki yarayı görüp pansuman yaptığım anı hatırlatmıştı bana bu tavrı. Şimdide o benim yaralarımı sarıyordu. Garip olansa ben onda başkasının açtığı yarayı sarmıştım o ise bende benim kendi ellerimle açtığım yarayı sarıyordu.

Bahar odadan çıkarken kapıda bir adam belirdi. Çekik gözlü biriydi. Fırat ve Oğuz adama doğru dönerken adamın gözleri bendeydi. Cihan abinin bahsettiği Koreli hacker bu olmalıydı. Dün Şırnak'a geleceğini biliyordum ama işlerim yüzünden unutmuştum. Peki burada ne işi vardı?

Siyah kahküllü saçları alnına dökülmüş , tahmini yirmili yaşlarının sonunda olan , baygın bakışları ve tek kulağına takılmış metal küpesiyle simsiyah giyinmiş bu adam Cihan abinin söylediği gibi serseriye benziyordu.

İyice odanın içine giren adam Fırat'ın
- Kimsin birader? Diye sormasıyla anlık bir Fırat'a dönse de umursamaz bakışlarının hedefi yine ben olmuştum.
- Hazan Hilal Türkoğlu, sen misin?
Başımı salladım sadece.
- Beni Cihan abi gönderdi. Sana ulaşamayınca merak etmiş, diyerek bir telefon uzattı bana. İçime derin bir nefes çekip telefonu aldım.

Muhtemelen Cihan abilerin herşeyden haberi vardı.

Fırat ve Oğuz öylece bize bakarken telefondan Cihan abinin numarasını bulup aradım. Telefon hemen açılırken Cihan abi
- Alo Hazan? İyi misin abicim? Diye sordu.
- İyiyim , dedim.
Cihan abi derin bir nefes alıp
- Değilsin Hazan, dedi.
Hafif gülümsedim.
- Keşke yüzüme vurmasaydın abi.
- Özür dilerim.
- Önemi yok.

Birkaç saniye sessizlik oldu. Ve Cihan abi tekrar konuşmaya başladı.
- Yalnız mısın?
Fırat ve Oğuz'a bakıp
- Hayır, dedim.
- Yalnız kal.
Fırat ve Oğuz'a hitaben
- Beni biraz yalnız bırakır mısınız? Diye sordum.
İkisi birden bir süre yüzüme baksalarda en sonunda odadan çıktılar. Onlarla beraber Kim Chin Mae'de odadan çıkarken Cihan abiye
- Şimdi yalnızım, dedim.
- Harun'la konuştum. Hastaneden çıkamak için bağırıp çağırıyormuşsun. Ama olmaz Hazan. Hastaneden çıksan bile saat dokuzda ki mahkemeye katılmadan İstanbul'a gelemezsin. Verdiğimiz sözü unuttun mu? " Başımıza ne gelirse gelsin önce vatan".

Mahkeme tamamen aklımdan çıkmıştı. Gözlerimi kapatıp
- Abi ben...diyerek sustum.
Cihan abi derin bir nefes alıp
- Biliyorum unuttun. Canın çok yandı biliyorum. Seni anlıyorum ama sakin ol. Şimdi kalk, toparlan ve kendine gel. O mahkemeye katıl. O şerefsize cezasını ver. Sen tüm bunları yaparken bende sana bilet ayarlayacağım. Sen gelene kadar da cenazenin defnedilmesine engel olacağım tamam mı? Dedi.

Başımı sallayıp fısıltı gibi çıkan sesimle
- Tamam abi, dedim.
- Afferin benim güzelime, hadi görüşürüz. Kendine dikkat et.

Telefon kapanırken derin bir nefes aldım. Güçlü olmalıydım.

Ya da en azından bir süreliğine güçlüymüş gibi rol yapmalıydım.

Oturduğum yerden kalkıp odanın içinde bulunan lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp kendime telkinler verirken kapı tıklatıldı.

- Hazan iyi misin? Diye soran ses Bahar'a aitti.
Kapıyı açıp Bahar'la göz göze geldiğimde
- İyiyim, dedim.
Oğuz ve Fırat'ta odaya girmişti. Gözlerimi onlardan çekip yatağa geri otururken Oğuz'a hitaben
- Senden birşey isteyebilir miyim? Diye sordum.
Oğuz
- Tabii ki Hazan. Sorman hata. Söyle, dedi.
- Eve gidip bana bir tane takım elbise ve bir kaç astım ilacı alıp gelebilir misin?
- Alırım, alırım da neden?
- Saat dokuzda katılmam gereken bir mahkeme var.

Fırat
- Cafer Kadıoğlu'nun mahkemesi mi? Diye sorarken
- Evet, dedim.
Oğuz
- Tamam , diyerek odadan çıkmak üzereyken
- Oğuz, birde arabanın torpido gözünde siyah kapaklı bir defter var onu da getirir misin? Dedim.

Oğuz beni başıyla onaylayıp odadan çıktı.
Ve ben o an birşey fark ettim; beni güçlü kılan karakterim değil mesleğimdi.
💧💧💧💧💧💧💧💧









Loading...
0%