@yikim2024
|
Yaşamak cesaret işidir" derdi babam. Cesaretin varsa kalırsın, cesaretin varsa gidersin, cesaretin varsa sever cesaretin varsa terk edersin ve cesaretin varsa yaşar cesaretin varsa ölürsün. Şimdi Ecrin'in mezarının başında, herkes gözyaşı dökerken ben öylece duruyorum. İçim boşalmış sanki. Ablamın ve annemin feryatları bu karanfil kokan mezarlığı inletirken düşünüyorum; bir daha bu şehre gelmeye cesaretim olacak mı? Bilmiyorum. İmam son duasını okumuş giderken son toprakta kürekle atılıyor. Birkaç eş dost simsiyah kıyafetleriyle ablam ve anneme destek oluyor . Bense bu manzarayı kaç kez daha göreceğimi düşünüyorum. Bu hayat benden kaç sevdiğimi daha alacak? Mütemadiyen ölür ya insan bende mutamadiyen kayıp mı edeceğim? Az ötede babamın , ilerideki çamlıkların arasında Berrak'ın mezarı dururken yine geceye saklıyorum acılarımı. Şimdi yere düşsem , hıçkırıklarımla inletsem bu mezarlığı kimse tutmaz elimden biliyorum çünkü. Tökezliyorum durduğum yerde. Kollarım karıncalanıyor. Sebebini biliyorum; son kez sarılamadım ya Ecrin sana... Kalan tek tük insanda terk ederken mezarlığı dördümüz kalıyoruz. Annem , ablam , ben ve Ecrin. Ablam dizlerinin üzerine çöküyor. Bağrına vura vura ağlıyor. Annemin gözünden yaşlar süzülsede ilk kez ablama böyle nefretle baktığını görüyorum. Biliyorum onu suçluyor. Haksız mı? Bilmiyorum. Ölüm gelecekse gelir zaten. Sen şunu yaptın ben bunu yaptım diye değil. Gelmesi gerekiyorsa gelir. Yine de benimde bir yanım onu suçluyor. Ah be abla... Annem bağırıyor Ona. Hayatımda ilk defa görüyorum bunu. Ama hoşuma gitmiyor. "Şimdi değil anne , burada değil" desem dinlemez beni biliyorum işte tamda bu yüzden üçüncü bir göz gibi sadece izliyorum onları. Annem Kolundan tutup yerden kaldırıyor ablamı. Sarsıyor. Canı çekilmiş sanki. Ablamı ilk defa böyle görüyorum. Tam o sırada tepemizdeki ağaçtan bir yaprak düşüyor Ecrin'in mezarının üzerine. Düşünüyorum; sonbahar yakında bitecek , kış kapıda... Ecrin çok üşür mü acaba? Annem bir tokat atıyor ablamın yüzüne. Ablam tokatın etkisiyle Ecrin'in mezarının üzerine kapaklanırken kalkmak için bir hamlede bulunmuyor. Omuzları sarsıla sarsıla ağlıyor. Annem en umursamaz bakışlarını attıyor ablama. Sonrada arkasına bile bakmadan gidiyor. Ben ablamla kalıyorum. Bu hali bana babam öldüğü zamanki halimi hatırlatıyor. Mezarlığın başında, yağmurlu bir günde tek başıma kalışımı. Ama ben Onu ve Ecrin'i bir başına bırakamam ki. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatıp ablama yaklaşıyorum. Elimi uzatıyorum omzuna koymak için. Ama ablam hissetmiş gibi "dokunma bana, git başımdan" diyor. Nasıl olacak diyorum. Nasıl yaşayacak? Gerçi her türlü yaşıyor insan ama ablamın bu acıyla yaşamaya cesareti var mı? Bilmiyorum. Bir süre sırtım babamın mezarına dayalı izliyorum Onu. Sonra bir yağmur damlası düşüyor burnumun ucuna. Doğruluyorum oturduğum yerden. Babamın mezar taşını okşayıp ablama doğru yürüyorum. Tam yanında durup Değil biliyorum. Babam öldüğünde benimde değildi. Birşey söylemiyorum. Ne söylenir bilemiyorum. Ama evet böyle hissettim. Yaşlar süzülüyor gözlerimden, gözlerinden ve gözlerimizden. Sarılıyorum ona. Ömrümde ilk defa. Bunlar bir soru değil biliyorum. Soru olsa dahi verebilecek bir cevabım olmadığını fark ediyorum. "Ölü bir beden diri bir sözden daha çok can yakar " diye bir söz okumuştum bir yerde. Ne kadar doğru olduğunu düşünüyorum. Sadece sarılıyorum ona. Çünkü sözler böyle anlarda hep kifayesiz kalır. Sessizlik bazen en iyi arkadaştır. Ve ölüm her yürekte farklı bir acı bırakır. "Seni anlıyorum" desende sadece o acının bir benzerini biliyorsundur. ***** Kur'an-ı Kerim bitiyor. Herkes "başınız sağolsun" kadar aciz bir söze sıkıştırıyor bütün duygularını ve gidiyor. Fatma teyze giderken omuzuma dokunuyor. Ablama üzgün gözlerle bakıp çıkıyor kapıdan. Sonra yine biz bize kalıyoruz. Ev bir parça soğuk. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Salondaki koltuklara oturuyoruz. Annem bana Saat 20. 15'i gösterirken bir taksiye binip mezarlığa gidiyorum. İkinci evim gibi bu mezarlık. İçimde beni mesken tutan acının ana vatanı. Başım taksinin camına yaslı, camdan süzülen yağmur damlalarını izliyorum. Benimde gözlerimden yaşlar süzülüyor. Koskoca dünyada yapayalnız kaldığımı hissediyorum. Huzursuz edici bir boşluk peyda oluyor içimde. Birşeyler eksik diyemiyorum çünkü birçok şey eksik biliyorum. "Yine kaybettin" diyor içimden bir ses. Hiç kazanamadım ki. Herşeyi varla yok arası yaşayıp tek tam yaşadığım şey acıyken neyi kazanabilirdim ki zaten? Varla yok arası bir anne , varla yok arası iki kardeş, varla yok arası bir çocukluk, varla yok arası bir yaşam... Ve herşeyiyle orada , tam karşımda duran acı. Mezarlığın önünde duran taksiden iniyorum. Hiç korkmadan, tedirgin olmadan giriyorum mezarlığa. Önce Ecrin'in yanına uğruyorum. Çöküyorum ıslak toprağa. Ellerim okşuyor, gözyaşlarım suluyor toprağı. Doğruluyorum Ecrin'in mezarının başında ve Berrak'ın mezarına uğruyorum. Ve en son babama uğruyorum. Eniştemin yoğun bakımda kaldığı hastaneye gitmek için mezarlıktan ayrılıyorum. Hastaneye vardığımda eniştemin ailesiyle karşılaşıyorum. Cenazeye yetişemediklerini hatırlıyorum. Beni görünce eniştemin annesi Selma hanım yakama yapışıyor. Ömrüm boyunca benim suçum olmayan şeyler için insanlardan özür dilemeye alışık olduğumdan bu özrü dilemesi gereken kişinin ben olup olmadığımı sorgulamıyorum. Ve ayrılıyorum hastaneden. Saat 22.00 Kumların üzerinden kalkıyorum. Kapalı olan telefonumu açıyorum. Aramalar, mesajlar birer birer ekrana düşse de hiçbirine geri dönüş yapmıyorum. Ayaklarımı sürüye sürüye yürüyorum. Ufacık rüzgarda alabora olacak bir yelkenli gibi kendi içimde savruluyorum. **** Karşıdan gelen Bora, Cihan abi ve Gaye'yi görüyorum. Gelip yanıma sessizce oturuyorlar. Gaye sırtımı sıvazlıyor. "Başın sağolsun" diyorlar. "Sağolun" diyorum. Vücudumun her parçası gibi sesimde güçsüz. Burada oturan dört kişinin de kalbi yaralarla dolu biliyorum. Bora konuşuyor sonra. Aramızda acıyı en iyi bilenlerden biri de o. Üç yıl önce eşi ve çocuklarının olduğu arabaya şerefsizlerin yerleştirdiği patlayıcıyla ailesini kaybeden Cihan abi acıyı iyi tanıyor. Bora ise Van'da beş yaşındaki bir çocukken eve giren teröristlerin ailesini öldürüşünü yıkık dökük bir dolabın içinden izlemişti. Gaye... Hepimizin hikayesi farklı ama hissettiği duygu aynıydı; acı. Uçağın saati geliyor. Hepsiyle sarılıp vedalaşıyorum. Ve uçağın kalkacağı piste doğru ilerliyorum. Uçağa biniyorum. Uçak kalkıyor. Gecenin karanlığında bulutların üzerine çıkıyoruz. Acı burada bile yakamı bırakmıyor. Kafamı geriye doğru yaslıyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Uyku yine düşman, kabuslar hep orada. Yaşandı ve bitti diyemeyeceğim gün zihnimin içinde. Geride bıraktıklarım asla geride kalmazken bugünde böyle. ***** Apartmanın önünde durup inmemi bekliyor. İniyorum. Sonrada geldiği gibi sessizce gidiyor. Apartmana bakıyorum. Işıkları sönük. Herkes uykuda. İçeriye giriyorum. Beşinci katın tuşuna basıyorum. Asansörden iniyorum. Kapının önünde Fırat'ı görüyorum. Beni baştan aşağı inceleyip birkaç adımda yanıma geliyor. Şaşırıyorum. Neden gittiler ki? Hiçbir şey söylemeden. Anahtarı alırken başımı sallıyorum. Gözümden bir damla yaş süzülüyor. Acı çekmek beni çekilmez biri yapıyor her zaman. Normal şartlarda asla kırılmayacağım , asla üzülüp ağlamayacağım şeylere kırılıyorum. Kendimi terk edilmiş gibi hissediyorum. Fırat Acı çekerken kimseye sığınmam ben. Kimseye şuram açıyor demem, diyemem. Eskiden böyle değildim. Canım yanarken sığınacak bir liman arardım. Denizin ortasında fırtınada kalmış bir gemi misali. Limanlar ise bir sanrı gibi ben yaklaştıkça uzaklaşır, ben hızlandıkça yok olurdu. Hayat bazı şeyleri insana yalnız bıraka bıraka öğretiyordu. Evin ışığını açıyorum. Her yer derli toplu. Ama bu ev yalnızlığın semti gibi soğuk. Kaloriferleri açıyorum. Üzerimi değiştirmeden koltuğa oturuyorum. Orta sehpanın üzerinde bir not gözüme ilişiyor. Ayşe teyzeden kalmış. "Güzel kızım. Öncelikle başın sağolsun. Rabbim acıyı verdiği gibi dayanma gücünü de versin. Gülümsüyorum burukça. Sonra gülüşüm soluyor. Yerini gözyaşlarına bırakıyor derken yerimden kalkıp duş alıyorum. Üstümü giyiyorum. Yatak odasına bakıyorum. Yatağa yeni çarşaflar serilmiş. Kapıyı çekip geri çıkıyorum. Işığı kapatıp karanlığa gömülüyorum. Salondaki koltuğa uzanıyorum yine. Yalnızlığımın, kimsesizliğimin , acılarımın esiri oluyorum. Eski yeni demeden bütün acılarıma ağlıyorum. Bir söz geliyor aklıma "aynı şakaya her defasında gülemezmişte insan aynı acıya defalarca kez ağlayabilirmiş." Ağlıyorum. Aynı acıya defalarca... 💧💧💧💧💧💧💧💧💧 Yaşamak cesaret işidir" derdi babam. Cesaretin varsa kalırsın, cesaretin varsa gidersin, cesaretin varsa sever cesaretin varsa terk edersin ve cesaretin varsa yaşar cesaretin varsa ölürsün. Şimdi Ecrin'in mezarının başında, herkes gözyaşı dökerken ben öylece duruyorum. İçim boşalmış sanki. Ablamın ve annemin feryatları bu karanfil kokan mezarlığı inletirken düşünüyorum; bir daha bu şehre gelmeye cesaretim olacak mı? Bilmiyorum. İmam son duasını okumuş giderken son toprakta kürekle atılıyor. Birkaç eş dost simsiyah kıyafetleriyle ablam ve anneme destek oluyor . Bense bu manzarayı kaç kez daha göreceğimi düşünüyorum. Bu hayat benden kaç sevdiğimi daha alacak? Mütemadiyen ölür ya insan bende mutamadiyen kayıp mı edeceğim? Az ötede babamın , ilerideki çamlıkların arasında Berrak'ın mezarı dururken yine geceye saklıyorum acılarımı. Şimdi yere düşsem , hıçkırıklarımla inletsem bu mezarlığı kimse tutmaz elimden biliyorum çünkü. Tökezliyorum durduğum yerde. Kollarım karıncalanıyor. Sebebini biliyorum; son kez sarılamadım ya Ecrin sana... Kalan tek tük insanda terk ederken mezarlığı dördümüz kalıyoruz. Annem , ablam , ben ve Ecrin. Ablam dizlerinin üzerine çöküyor. Bağrına vura vura ağlıyor. Annemin gözünden yaşlar süzülsede ilk kez ablama böyle nefretle baktığını görüyorum. Biliyorum onu suçluyor. Haksız mı? Bilmiyorum. Ölüm gelecekse gelir zaten. Sen şunu yaptın ben bunu yaptım diye değil. Gelmesi gerekiyorsa gelir. Yine de benimde bir yanım onu suçluyor. Ah be abla... Annem bağırıyor Ona. Hayatımda ilk defa görüyorum bunu. Ama hoşuma gitmiyor. "Şimdi değil anne , burada değil" desem dinlemez beni biliyorum işte tamda bu yüzden üçüncü bir göz gibi sadece izliyorum onları. Annem Kolundan tutup yerden kaldırıyor ablamı. Sarsıyor. Canı çekilmiş sanki. Ablamı ilk defa böyle görüyorum. Tam o sırada tepemizdeki ağaçtan bir yaprak düşüyor Ecrin'in mezarının üzerine. Düşünüyorum; sonbahar yakında bitecek , kış kapıda... Ecrin çok üşür mü acaba? Annem bir tokat atıyor ablamın yüzüne. Ablam tokatın etkisiyle Ecrin'in mezarının üzerine kapaklanırken kalkmak için bir hamlede bulunmuyor. Omuzları sarsıla sarsıla ağlıyor. Annem en umursamaz bakışlarını attıyor ablama. Sonrada arkasına bile bakmadan gidiyor. Ben ablamla kalıyorum. Bu hali bana babam öldüğü zamanki halimi hatırlatıyor. Mezarlığın başında, yağmurlu bir günde tek başıma kalışımı. Ama ben Onu ve Ecrin'i bir başına bırakamam ki. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatıp ablama yaklaşıyorum. Elimi uzatıyorum omzuna koymak için. Ama ablam hissetmiş gibi "dokunma bana, git başımdan" diyor. Nasıl olacak diyorum. Nasıl yaşayacak? Gerçi her türlü yaşıyor insan ama ablamın bu acıyla yaşamaya cesareti var mı? Bilmiyorum. Bir süre sırtım babamın mezarına dayalı izliyorum Onu. Sonra bir yağmur damlası düşüyor burnumun ucuna. Doğruluyorum oturduğum yerden. Babamın mezar taşını okşayıp ablama doğru yürüyorum. Tam yanında durup Değil biliyorum. Babam öldüğünde benimde değildi. Birşey söylemiyorum. Ne söylenir bilemiyorum. Ama evet böyle hissettim. Yaşlar süzülüyor gözlerimden, gözlerinden ve gözlerimizden. Sarılıyorum ona. Ömrümde ilk defa. Bunlar bir soru değil biliyorum. Soru olsa dahi verebilecek bir cevabım olmadığını fark ediyorum. "Ölü bir beden diri bir sözden daha çok can yakar " diye bir söz okumuştum bir yerde. Ne kadar doğru olduğunu düşünüyorum. Sadece sarılıyorum ona. Çünkü sözler böyle anlarda hep kifayesiz kalır. Sessizlik bazen en iyi arkadaştır. Ve ölüm her yürekte farklı bir acı bırakır. "Seni anlıyorum" desende sadece o acının bir benzerini biliyorsundur. ***** Kur'an-ı Kerim bitiyor. Herkes "başınız sağolsun" kadar aciz bir söze sıkıştırıyor bütün duygularını ve gidiyor. Fatma teyze giderken omuzuma dokunuyor. Ablama üzgün gözlerle bakıp çıkıyor kapıdan. Sonra yine biz bize kalıyoruz. Ev bir parça soğuk. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Salondaki koltuklara oturuyoruz. Annem bana Saat 20. 15'i gösterirken bir taksiye binip mezarlığa gidiyorum. İkinci evim gibi bu mezarlık. İçimde beni mesken tutan acının ana vatanı. Başım taksinin camına yaslı, camdan süzülen yağmur damlalarını izliyorum. Benimde gözlerimden yaşlar süzülüyor. Koskoca dünyada yapayalnız kaldığımı hissediyorum. Huzursuz edici bir boşluk peyda oluyor içimde. Birşeyler eksik diyemiyorum çünkü birçok şey eksik biliyorum. "Yine kaybettin" diyor içimden bir ses. Hiç kazanamadım ki. Herşeyi varla yok arası yaşayıp tek tam yaşadığım şey acıyken neyi kazanabilirdim ki zaten? Varla yok arası bir anne , varla yok arası iki kardeş, varla yok arası bir çocukluk, varla yok arası bir yaşam... Ve herşeyiyle orada , tam karşımda duran acı. Mezarlığın önünde duran taksiden iniyorum. Hiç korkmadan, tedirgin olmadan giriyorum mezarlığa. Önce Ecrin'in yanına uğruyorum. Çöküyorum ıslak toprağa. Ellerim okşuyor, gözyaşlarım suluyor toprağı. Doğruluyorum Ecrin'in mezarının başında ve Berrak'ın mezarına uğruyorum. Ve en son babama uğruyorum. Eniştemin yoğun bakımda kaldığı hastaneye gitmek için mezarlıktan ayrılıyorum. Hastaneye vardığımda eniştemin ailesiyle karşılaşıyorum. Cenazeye yetişemediklerini hatırlıyorum. Beni görünce eniştemin annesi Selma hanım yakama yapışıyor. Ömrüm boyunca benim suçum olmayan şeyler için insanlardan özür dilemeye alışık olduğumdan bu özrü dilemesi gereken kişinin ben olup olmadığımı sorgulamıyorum. Ve ayrılıyorum hastaneden. Saat 22.00 Kumların üzerinden kalkıyorum. Kapalı olan telefonumu açıyorum. Aramalar, mesajlar birer birer ekrana düşse de hiçbirine geri dönüş yapmıyorum. Ayaklarımı sürüye sürüye yürüyorum. Ufacık rüzgarda alabora olacak bir yelkenli gibi kendi içimde savruluyorum. **** Karşıdan gelen Bora, Cihan abi ve Gaye'yi görüyorum. Gelip yanıma sessizce oturuyorlar. Gaye sırtımı sıvazlıyor. "Başın sağolsun" diyorlar. "Sağolun" diyorum. Vücudumun her parçası gibi sesimde güçsüz. Burada oturan dört kişinin de kalbi yaralarla dolu biliyorum. Bora konuşuyor sonra. Aramızda acıyı en iyi bilenlerden biri de o. Üç yıl önce eşi ve çocuklarının olduğu arabaya şerefsizlerin yerleştirdiği patlayıcıyla ailesini kaybeden Cihan abi acıyı iyi tanıyor. Bora ise Van'da beş yaşındaki bir çocukken eve giren teröristlerin ailesini öldürüşünü yıkık dökük bir dolabın içinden izlemişti. Gaye... Hepimizin hikayesi farklı ama hissettiği duygu aynıydı; acı. Uçağın saati geliyor. Hepsiyle sarılıp vedalaşıyorum. Ve uçağın kalkacağı piste doğru ilerliyorum. Uçağa biniyorum. Uçak kalkıyor. Gecenin karanlığında bulutların üzerine çıkıyoruz. Acı burada bile yakamı bırakmıyor. Kafamı geriye doğru yaslıyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Uyku yine düşman, kabuslar hep orada. Yaşandı ve bitti diyemeyeceğim gün zihnimin içinde. Geride bıraktıklarım asla geride kalmazken bugünde böyle. ***** Apartmanın önünde durup inmemi bekliyor. İniyorum. Sonrada geldiği gibi sessizce gidiyor. Apartmana bakıyorum. Işıkları sönük. Herkes uykuda. İçeriye giriyorum. Beşinci katın tuşuna basıyorum. Asansörden iniyorum. Kapının önünde Fırat'ı görüyorum. Beni baştan aşağı inceleyip birkaç adımda yanıma geliyor. Şaşırıyorum. Neden gittiler ki? Hiçbir şey söylemeden. Anahtarı alırken başımı sallıyorum. Gözümden bir damla yaş süzülüyor. Acı çekmek beni çekilmez biri yapıyor her zaman. Normal şartlarda asla kırılmayacağım , asla üzülüp ağlamayacağım şeylere kırılıyorum. Kendimi terk edilmiş gibi hissediyorum. Fırat Acı çekerken kimseye sığınmam ben. Kimseye şuram açıyor demem, diyemem. Eskiden böyle değildim. Canım yanarken sığınacak bir liman arardım. Denizin ortasında fırtınada kalmış bir gemi misali. Limanlar ise bir sanrı gibi ben yaklaştıkça uzaklaşır, ben hızlandıkça yok olurdu. Hayat bazı şeyleri insana yalnız bıraka bıraka öğretiyordu. Evin ışığını açıyorum. Her yer derli toplu. Ama bu ev yalnızlığın semti gibi soğuk. Kaloriferleri açıyorum. Üzerimi değiştirmeden koltuğa oturuyorum. Orta sehpanın üzerinde bir not gözüme ilişiyor. Ayşe teyzeden kalmış. "Güzel kızım. Öncelikle başın sağolsun. Rabbim acıyı verdiği gibi dayanma gücünü de versin. Gülümsüyorum burukça. Sonra gülüşüm soluyor. Yerini gözyaşlarına bırakıyor derken yerimden kalkıp duş alıyorum. Üstümü giyiyorum. Yatak odasına bakıyorum. Yatağa yeni çarşaflar serilmiş. Kapıyı çekip geri çıkıyorum. Işığı kapatıp karanlığa gömülüyorum. Salondaki koltuğa uzanıyorum yine. Yalnızlığımın, kimsesizliğimin , acılarımın esiri oluyorum. Eski yeni demeden bütün acılarıma ağlıyorum. Bir söz geliyor aklıma "aynı şakaya her defasında gülemezmişte insan aynı acıya defalarca kez ağlayabilirmiş." Ağlıyorum. Aynı acıya defalarca... 💧💧💧💧💧💧💧💧💧 |
0% |