Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@yikim2024

Şırnak'ta yeni bir gün başlamıştı. Bende bütün acılarımı, hüzünlerimi evimdeki dört duvar arasında bırakıp bu yeni güne ayak uydurmak için sabahın erken saatlerinde adliyeye gitmek üzere yola koyulmuştum. Çünkü kendim için yapabileceğim birşey yoktu ama bu vatan için yapabileceğim birşeyler hâlâ vardı.

Sakin trafikte ilerlerken aklım dün sabahki mahkemeye gitti.

Kim Chin Mae beni adliyenin önüne bırakmıştı. Yavaş adımlarla adliye binasına doğru yürürken beynimdeki herşeyi durdurup sadece mahkemeye odaklanmak için kendimle savaşıyordum. Hacer hanımın gelip gelmeyeceği zihnimde bir soru işaretiyken mahkemeden önce yapmam gereken birkaç şey için odama girdim.

Herşeyi hallettiğimde mahkeme saati gelmişti. Üzerime savcı cübbesini giyip odadan elimdeki birkaç dosyayla beraber çıktım. Mahkeme salonuna girip yerimi aldığımda sanık kürsüsünde Cafer Kadıoğlu'nu görmek beni mutlu etmişti. Cafer Kadıoğlu ise gergin ve korkuyor gibi görünüyordu. Güvendiği insanlar tarafından yarı yolda bırakıldığını anlamış olacak ki gözlerinde bir öfke vardı.

Ağır ceza hakimi salona girince herkes ayağa kalmış hakimin komutuyla tekrar yerlerimize oturmuştuk.
Hâkim
- Davayı başlatıyorum , diyerek tokmağı vurdu.

Cafer Kadıoğlu' nun avukatı Selim Çetin ayağa kalkıp önce sanığı tanıtıp sonrada savunmasını yapmaya başlamıştı.
- Sayın hakim müvekkilim Cafer Kadıoğlu kızı İnci Kadıoğlu'nu öldürmek ve terör örgütü TKÖ'yle iş birliği yapmakla suçlanıyor. Bu suçlamaları red ediyor tarafıma araştırma yapmak için yeterli vakit verilmediğinden mahkemenin ileri bir tarihe ertelenmesini arz ediyorum.

Hâkim başını sallayıp
- Cumhuriyet savcısı Hazan Hilal Türkoğlu kamu adına savunmanızı yapın, dedi.
Derin bir nefes alıp elimdeki belgeleri hakime sundum ve savunmamı yapmaya başladım.
- Sayın hakim sanık Cafer Kadıoğlu 27 Kasım 2022 tarihinde askeriye yakınlarındaki bir ormanda iş birlikçisiyle beraber kızı İnci Kadıoğlu'nu ateşli silahla kafasına iki el ateş ederek öldürmüştür. İnci Kadıoğlu'nun otopsisinde kafa tasından çıkan mermi çekirdekleri ve olay yerinde bulunan mermi kovanları balistik incelemesine yollanmış çıkan sonuçta bu mermilerin ve kovanların Cafer Kadıoğlu'nun evinde bulunan Arcus 94 9x19 mm model silahla uyuştuğu tarafınıza sunduğum belgelerle kanıtlanmıştır.

Selim Çetin
- itiraz ediyorum sayın hâkim. 9 mm çap ve 19 mm mermi kovanına sahip mermiler çoğu hafif ateşli silahlara uyar. Bu bir tesadüf olabilir , dedi ayağa kalkarak.

Avukat Selim Çetin'e dönüp
- Lafımı bölmeyin lütfen, diyerek savunmaya devam etmek için hakimden izin istedim. Hâkim bir yandan ona sunduğum dosyaları incelerken savunmama devam etmem için eliyle işaret verdi .

- Mermi ve mermi kovanlarının sanık Cafer Kadıoğlu'nun silahıyla eşleşmiş olması bir tesadüften daha fazlasıdır sayın hâkim. Sanık Cafer Kadıoğlu kızını terör örgütü TKÖ'ye para karşılığında satmıştır. İnci Kadıoğlu'nun evinde bulduğumuz İnci Kadıoğlu'na ait günlükten tarafınıza sunduğum kesitlerden bu durumu anlayabilirsiniz.

Zabıt katibi söylenen ve yapılan herşeyi yazarak belgelerken Cafer Kadıoğlu olduğu yerde ter döküyordu. Hâkim elindeki belgeleri inceleyip devam etmem için tekrar işaret verdi.

- Ayrıca Cafer Kadıoğlu'nun evinde bulduğumuz çelik kasadan TKÖ denilen terör örgütüne ait belgeler çıktı. Kasada terör örgütünün yapılandığı dağın bir haritasıda mevcuttu.

Kasanın kontrollü bir şekilde patlatılıp açıldığından benimde sabah haberim olmuştu. Kasadan çıkanlar elime mahkemeden on dakika önce ulaşmıştı. Jandarmalar beni kasa için dün akşam aramış olsalar da olanlar yüzünden ulaşamamışlardı. Aynı şekilde balistik incelemesi de kurşunların uyuşması gereken bir silah ortaya çıktığı için hızlanmıştı.

- Son olarak iki şahidimiz var sayın hâkim. İzninizle çağıralım.

Hakim avukat Selim Çetin'e dönerek
- Söyleyeceğiniz başka birşey var mı? Diye sordu.
Selim Çetin ayağa kalkarak
- Yok sayın hâkim, dedi ve tekrar yerine oturdu.

Hâkim şahitlerin dinlenmesi için çağırırken Hacer hanımın gelmesi için içimden dua ediyordum. Ne olur ne olmaz diyerek Hacer hanımın adını şahit listesine yazdırmıştım.

Mübaşir kapıda
- Şahit Ömer Korhan, diyerek ihbarı yapan adamı çağırdı.
Adam elleri önünde bağlı tanık kürsüsüne çıkarken bana baktı. Başımı onaylar gibi salladım.

Hâkim
- Bildiklerini dosdoğru söyleyeceğine namusun ve vicdanın üzerine yemin ediyor musun ? Diye sordu.

Ömer Korhan
- Bildiklerimi dosdoğru söyleyeceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim , dedi.

O sırada Cafer Kadıoğlu Ömer Korhan'a şaşkınlık ve korku dolu gözlerle bakıyordu.

Hâkim
- Buyur anlat, derken adam anlatmaya başladı.
- Cesedin bulunduğu ormanın üç kilometre kuzeyinde bir köy var. Annem ve babam o köyde yaşıyor. Onları ziyarete çocuklarımla beraber gitmiştim. İşim olduğu içinde sabah erkenden merkeze dönmek üzere arabayla yola çıktım. Lakin saat beş buçuk civarı orman yolunda bir araba önümü kesti. İçinden çıkan iki kişi çocuklarım ve bana silah doğrultu. Eğer ormanda bir ceset bulduğumu jandarmaya ihbar etmezsem çocuklarımı öldüreceklerini söylediler. Onları dinleyip İhbarı yapmama rağmen çocuklarımı zorla alıkoydular. Bu olanları jandarmaya anlatırsam çocuklarımı öldüreceklerini söylediler.

Hâkim
- Peki o adamlardan birinin Cafer Kadıoğlu olduğu kanısına nereden vardın? Yuzlerini gördün mü? Diye sordu.

- Hayır hakim bey. Yüzlerini görmedim çünkü yüzleri birşeyle kapalıydı. Ama adamlardan birinin sağ elinin avuç içinde derin bir yara izi vardı. Ve bu adam yanındaki adama laf arasında "ben kendi kızımı öldürdüm" gibi şeyler söyledi. Aralarında çocuklarımı rehin alırken tartışıyorlardı.

Hâkim başını sallayıp
- Anlatacağınız başka birşey var mı? Diye sordu.
Ömer Korhan
- Yok sayın hâkim, diyerek salondan çıktı.
Hâkim Cafer Kadıoğlu'nun sağlık raporunda sağ elindeki yara izini incelerken gergin bir şekilde
- İkinci şahidimizi de izninizle çağıralım sayın hâkim , dedim.

Hâkim mübaşire işaret verirken Cafer Kadıoğlu şaşkın ben ise gergindim.

Mübaşir
- Şahit Hacer Kadıoğlu , diye seslenirken Cafer'in yüzünü bariz bir öfke kaplamıştı.

Gözüm kapıda yüreğim ağzımda beklerken mübaşir tekrar
- Şahit Hacer Kadıoğlu, diye seslendi.

Gözlerimi sımsıkı kapatmak istesem de sakinliğimi ve tepkisizliğimi korudum. Gergindim. Sırtımdan boşanan ter damlalarını hissederken derin bir nefes aldım.
Mübaşir üçüncü kez
- Şahit Hacer Kadıoğlu , diye seslendiğinde salonun kapısında gördüğüm yüz beni rahatlatmıştı.

Hacer hanım yavaş ve temkinli adımlarla tanık kürsüsüne doğru ilerlerken korku dolu gözleri kocasındaydı. Cafer ise kadına tehditkâr gözlerle bakıyordu. Hacer hanım destek almak ister gibi bana dönerken ona hafifçe gülümsedim.

Hâkim Hacer hanıma doğruları söyleyeceğine dair yemin ettirip Hacer hanımı dinlemeye başladı.

Hacer hanım başta bir bocalasada konuşmaya başladı.
- Ben İnci Kadıoğlu'nun annesiyim. Yaklaşık bir buçuk ay önce kocam kızımı para karşılığı birilerine sattı. İnci'mi götürmesinler diye direndim ama eşim Cafer Kadıoğlu bir süre sonra kızımı geri getireceğine dair bana söz verip beni susturdu. Ama günler geçmesine rağmen kızımı geri getirmediler. İnci'nin okuduğu üniversitedeki arkadaşları ve öğretmenleri okulda terör örgütü tarafından kaçırılan birçok öğrenci olduğundan İnci'nin de terör örgütü tarafından kaçırıldığını düşünüp savcılığa suç duyurusunda bulunmuşlar. Bende kızımın geri gelmeyeceğini anlayınca savcılığa suç duyurusunda bulundum. En sonunda da kızımın ölüsüne kavuştum.

Hacer hanım konuşması bitince gözyaşlarına boğulmuştu. Cafer ise artık bitmişti.
Hâkim
- Ekleyeceğiniz başka birşey var mı? Diye sordu.
Hacer hanım
- Yok hâkim bey , derken tanık kürsüsünden inip salondan çıktı.

Selim Çetin ayağa kalkıp
- Söz hakkı istiyorum hakim bey , dedi.

Avukatla göz göze gelmiştim. Bahar'ların evinde gördüğüm akşamda bu adamdan hoşlanmamıştım. Terörle bağlantısı olduğunu düşünmüyordum ama pek sağlam ayakkabıda değildi.

Hâkim
- Buyrun, derken
Selim
- Sanık Cafer Kadıoğlu'nun davasından çekiliyorum hakim bey , dedi.

Şaşırmamıştım. Batan bir gemide bulunmanın bir alemi yoktu. Hâkim anlayışlı bir şekilde
- Peki . Çıkabilirsiniz, derken Cafer Kadıoğlu korkunun vücut bulmuş haline dönüşüyordu.

Konuşmak için hakimden izin isteyip
- Delilerimi ve şahitlerimi size sundum. Delil ve şahitlerin ışığında Cafer Kadıoğlu'nun müebbet hapis cezasına çarptırılmasını talep ediyorum, dedim Cafer Kadıoğlu'nun gözlerinin içine bakarak.

Hâkim yanındaki bir başkan ve iki üyeyle fikir alışverişi yaptıktan sonra tokmağı vurup
- Gereği düşünüldü, dedi.

Herkes ayağa kalkarken hâkim
- Sanık Cafer Kadıoğlu'nun kızı İnci Kadıoğlu'nu öldürmekten ve terör örgütü TKÖ'yle işbirliği yapmaktan tutuklanmasına ve müebbet hapis cezasına çarptırılmasına karar verilmiştir, diyerek mahkemeyi sonlandırmıştı.

****
Adliyedeki odama girdiğimde bir süre öylece hiçbir şey yapmadan oturdum. Telefonuma Oğuz'dan gelen iki arama düşmüştü bu süre zarfında. Büyük ihtimalle dün mahkemeden sonra kimseye haber vermeden gidişimin - ki hastaneden de kimseye birşey söylemeden ayrılmıştım- hesabını soracaktı. Ve tabii ki kimseye haber vermeden dönüşümün. Ama ben
kimseyle konuşmak istemiyordum. Kaldı ki birazdan operasyon izin belgesiyle beraber askeriyeye uğrayacaktım. O zaman beni ve iyi olduğumu görürdü. Konuşulması gerekenleri de bir ara konuşurduk.

Hiçbir şey yemeden içtiğim bir bardak çayla kendime gelirken TKÖ denilen örgüt hakkında elde ettiğim bütün belgeleri ve kasadan çıkan evrakları derleyip toparladım. Operasyon izin belgesi içinde gerekli şeyleri halledip elimdeki dosyalarla askeriyeye gitmek üzere yola koyuldum.

Arabanın ön camına düşen yağmur damlalarını izlerken aklıma Ecrin geldi. Gerçi hiç çıkmıyordu. Gözümden yine yaşlar süzülürken bu acının beni yerle bir ettiğini hissediyordum. İçimde beni asla terk etmeyen bir burukluk ve aman vermeyen bir karamsarlık vardı.

Toprak yola girerken kendimi toparladım. Sadece işimi yapacaktım. Nasıl olsa geceler acı çekip ağlamak için benimdi.

Askeriyenin önünde durup arabadan indiğimde elimdeki evrak çantasıyla birkaç saniye duraksadım. İnşallah dedim içimden "İnşallah Helin bu sefer benimle uğraşmazdı".
Acı çekerken kendi içime dönsem de fazla agrasif birine dönüşebiliyordum. Kontrolü kaybedersem hiç iyi şeyler olmazdı.

Derin bir nefes alıp açılan demir sürgülü kapıdan içeriye girdim. Kapıyı açan askere başımla selam verip boş bahçede ilerledim. Askeriye binasına girdiğimde daha önce geldiğim Albayın odasına doğru yavaş adımlarla yürüdüm. Kapıyı çaldığımda albayın "gel" diyen sesiyle kapıyı açıp içeriye girdim.

Albay beni görünce tebessüm edip
- Hoşgeldiniz savcım , buyrun, diyerek koltuklardan birini gösterdi.
Gösterilen yere otururken
- Hoşbuldum, dedim.
Albay bir süre yüzüme bakıp
- Siz iyi misiniz savcım? Diye sordu.
Tebessüm edip
- İyiyim , dedim.
Albay başını sallayıp
- Birşey içer misiniz? Diye sordu.
- Yok sağolun. Ben operasyon için izin belgesi çıkartım. Turan timiyle konuşmam gereken şeyler var . Karargâh odasında toplansınlar.

Albayın gözlerinin içi parlarken
- Emredersiniz savcım, diyerek telefonu eline aldı.

Bir süre sonra Turan timi, ben ve albay karargâh odasında toplanmış bulunurken Albay onlara durumu açıklıyordu. Bense evrak çantasından çıkardığım diz üstü bilgisayarı projektöre bağlarken Fırat'ın yanında oturuyordum. Karşımda Oğuz vardı ve bana sinirli olduğu belli olan gözlerle bakıyordu. Onunla göz teması kurmaktan kaçınıyordum.

Fırat ise bir yandan albayı dinlerken bir yandan beni izliyordu. Derin bir nefes alıp saçlarımı kulağımın arkasına attım. İnci'nin sırtına kırmızı boyayla yazılan TKÖ yazısının fotoğrafını projektöre yansıtıp konuşmaya başladım.

- Bu fotoğraf İnci'nin otopsisine ait. Size bir önceki gelişimde bahsetmiştim. TKÖ yani terör koalisyon örgütü. Bu örgüt İnci gibi genç çocukları para ve güçle kandırıp dağa kaldırıyor. Türkiye'nin ekonomik durumundan , dini görüşlerden ve daha birçok açıdan gençleri kandırıp kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor. Bu örgütün üyelerinin nerede olduğunu bilmek zor. Üniversite kampüslerinde, sosyal alanlarda , devletin çeşitli mecralarında adamları var. Türkiye'nin birçok iline dağılmış olsalar da asıl meskenleri Doğu şehirleri. Özellikle sınırdaki şehirler.

Herkes beni can kulağıyla dinlerken projektöre kasadan çıkan örgütün yapılandığı yerlerin haritasını yansıttım.

- Bu harita örgütün yapılandığı yerlerin haritası. Bizim şimdiki hedefimiz Doğu'da Cudi dağının aşağısında kalan küçük bir yapılanma.

Fırat
- Neden en büyük yapılanmayı bulup çökmüyoruz tepelerine? Elimizde haritada var, dedi.
- Satranç gibi düşünün Yüzbaşım. Bu küçük yapılanmalar piyonlar . Piyonları yok etmeden şaha da mata da ulaşamayız. Zaten bu küçük yapılanmaların en önemli amaçlarından biri baştaki adamları korumak. Bir nevi yemler yani.

Fırat
- Peki baştaki adam kim? Diye sorarken diğerleri de meraklanmıştı.
- Rıdvan diye biri. Bu adamı gizliyorlar. Elimizde ne fotoğrafı nede gerçek adı var. Her neyse şimdiki meselemize dönelim, diyerek ekrana ihbarı yapan adamın çocuklarının resmini yansıttım. Biri kız biri erkek tahmini 8 -10 yaşlarındaydılar.

- Bu çocuklar İnci Kadıoğlu cinayetini ihbar eden adamın çocukları. Operasyonda iki önceliğiniz olacak; birincisi ve en önemlisi bu çocukları kurtarmak. İkincisi yapılanmanın başındaki Cemal denilen adamı mümkünse sağ bir şekilde ele geçirmek.

Projektöre kasadan çıkan yapılanmaların çevresindeki mayınlı arazilerin haritasını yansıtıp
- Ve son olarak gideceğiniz bölgede mayınlı araziler var. Ekranda gördüğünüz kırmızıyla işaretlenmiş yerler mayınların olduğu bölgeler. Eğer mayınları sorunsuz bir şekilde geçerseniz yapılanmayı çok çabuk yok edebilirsiniz. Çünkü küçük yapılanmalar da çoğunlukla elli terörist anca var. Ve bir uyarı; yapılanmalar arası mesafe yirmi kilometre. Destek isterlerse pusuya düşebilirsiniz. O yüzde operasyon başladığı an bir saat içerisinde bitmeli , dedim ve çantadan çıkardığım yapılanmaların haritasını, mayınlı arazilerin haritasını , çocukların ve Cemal denilen adamın resimlerini masaya bıraktım.

Evrak çantasına bilgisayarı ve birkaç dosyayı geri koyarken
- Ya bugün ya da yarın sabaha karşı çıkarsınız. Hazırlanma sürenize göre ona siz karar verirsiniz, dedim ve izin belgesini çıkartım.
O sırada Helin,
- İsterseniz ona da siz karar verin sayın savcım. Karar vermediğiniz bir o kalmıştı, dedi.
Albay
- Teğmen ! Diye bağırarak gürlerken derin bir nefes aldım. Sakin olamayacağımı hissederken elimdeki izin belgesini sert bir şekilde masanın üzerine attım. Hızlı bir şekilde ayağa kalktığımdan altımdaki sandalye gürültüyle yere düşmüştü. Herkesin gözü bana dönerken,
- Çık dışarı, dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle.
Albay
- Savcım, derken diğerleride ayağa kalkmıştı. Helin ise oturduğu yerde öylece yüzüme bakarken sesimi yükselterek,
- Çık dışarı! Konuşacağız! Dedim.
Helin ukala bir şekilde başını sallayıp yerinden kalktı ve karargâh odasından çıktı. Bende evrak çantasını alıp çıkarken Turan timi ve albaya dönüp,
- Hiç kimse dışarıya gelmiyor,dedim.

Askeriyenin bahçesine çıktığımda yağmur yağıyordu. Helin ise beni az ileride bekliyordu. Ona doğru aksayan ayağımla ilerlemeye başladım. Birşey olacağı yoktu. Sadece konuşup benimle derdi neyse çözecektim.

Helin'in karşısında durduğumda gözlerinin içine baktım. O da benim gözlerimin içine bariz bir nefret ve öfkeyle bakarken ilk konuşan ben oldum.
- Söyle, dedim. "Benimle derdin neyse anlat çözelim ."
Helin bir süre yüzüme sorgular gibi bakıp
- Bilmiyor musun gerçekten? Dedi.
Derin bir nefes alıp gözlerimi etrafta gezdirdim.
- Bilmiyorum. Seni hayatımda ilk kez görüyorum. Tabii uçağı saymazsak. Seninle ne gibi bir derdim olabilir?
- İyi düşün savcı. Çakırcı soy isimi sana bir yerden tanıdık gelmiyor mu?

Gözlerimi az ilerideki ağaçlara dikip bir süre düşündüm. Evet bu soyisim bana bir yerlerden tanıdık geliyordu. Hatta nereden tanıdık geldiğini çok iyi biliyordum ama tesadüf olduğunu düşünmüştüm. Değil miydi?
Saçlarımdan süzülen yağmur damlaları yüzümden boynuma doğru yol alırken kendi içime döndüm. Karşımda duran bu kız Berrak'ın ve onlarca gencin ölümüne sebep olan uyuşturucunun ticaretini yapan şebekenin başındaki adamın kız kardeşiydi.

Derin bir nefes aldım yine ve sordum;
- Ferdi Çakırcı... Abin miydi?

Helin'in gözlerinde bir öfke kıvılcım gibi parlarken dişlerini sıka sıka ,
- Evet! Gözünü bir an bile kırpmadan öldürdüğün o adam benim abim! Dedi.
Gözlerimi kapatıp açtım. Acı bir tesadüf daha karşımda öylece dikiliyordu.
- Bilmediğin şeyler var .

Helin bir eliyle yüzünü sıvazlayıp sinirle tısladı.
- Neyi bilmiyor muşum?! Abimi öldürmedin mi?! Söyle! Benim abim senin sıktığın kurşunla can vermedi mi?!

Doğruydu. Ben öldürmüştüm. Peki abisinin aldığı onlarca can? Peki Berrak? Onlar ne olacaktı?

Helin'in gözlerine aynı öfke ve sinirle baktım .
- Evet! Ben öldürdüm! Pişman da değilim! Yine olsa yine yaparım!

Sesimi yükselterek söylediğim bu sözler Helin'in yüzüme güçlü bir yumruk atmasına sebep olurken yerimde hafif sendelesemde yere düşmemiştim. Yana savrulan başımı Helin'e doğru çevirip dudağımın kenarından akan sıvıyı elimin tersiyle sildim. O sırada hangi ara yanımıza geldiğini anlamadığım Turan timi ve albay olaya müdahale etmek için araya girdiler.
Fırat var gücüyle Helin'e
- Kime vurduğunu sanıyorsun lan sen!!! Diye bağırırken teğmen Dilek dudağımdaki yarayı kontrol etmek için yanıma gelmişti. Helin ise Fırat'ı sanki duymuyor bütün öfkesi ve nefretiyle gözlerimin içine bakıyordu. Benim gözlerimde onun gözlerine kitliydi. Ama ben onun aksine ne nefret doluydum ne de öfkeli. Karşımda kendimi görüyordum sanki ve bu beni derinden sarsıyordu.

Albay
- Ne yaptığını sanıyorsun sen asker?!! Diye bağırırken Helin'le arama duvar olan Fırat'ın sırtına dokunup bana dönmesini sağladım. Fırat bana dönünce yüzümü Dilek'in elinden kurtarıp
- İyiyim, sorun yok , dedim. Dilek başını sallayıp çekilirken Fırat'ın gözleri dudağımın kenarında kanayan yaraya gitti ve kaşları derince çatıldı.

Helin sessizliğini bozup
- Bu kadın!... Bu kadın benim abimi öldürdü! Diyerek bağırdı.

Fırat'ın gözleri büyük bir şaşkınlığa bürünürken herkesin gözü yine bana dönmüştü. Tabii bu sefer büyük bir şokla.
Derin bir nefes alıp Fırat'ın önüne geçtim ve Helin'le tekrar göz göze geldim.
- Evet! Evet ben senin abini öldürdüm! Ama ben sadece senin abini öldürdüm! Peki senin abin?! O kaç can aldı senin haberin var mı?!

Helin'in kaşları çatılmış söylediklerimi anlamaya çalışırken alayla güldüm.
- Anlaşılan yok! Benim senin abini öldürmek için bir nedenim vardı! Peki ya senin abinin onlarca gencecik çocuğu uyuşturucuyla zehirleyerek öldürmek için nasıl bir nedeni olabilir?! Varsa hangi neden bu yaptığını haklı kılabilir?!

Helin'in gözleri dolarken yine onun gözlerinde kendimi gördüm. İçim acıdı. Bu olanların hiçbiri onun suçu değildi.
Derin bir nefes alıp benimde gözlerim dolarken konuşmaya devam ettim .
- Ben kaç gencin cansız bedenini topladım İstanbul'un ıssız sokaklarından senin haberin var mı?! Kaç ailenin feryat figan ağlayışını dinledim morg kapılarında senin haberin var mı?! Ama en çok hangisi koydu biliyor musun?

Duraksadım. Boğazım düğüm olurken gözümden süzülen yaşlarla devam etmek için zorladım kendimi. Bilmeliydi. Kime üzülüp ağladığını, beni ne için suçladığını bilmeliydi.

- Berrak... Kardeşim dediğim kız beni bir gece yarısı "ölüyorum, yardım et" diyerek aradığında çok koydu. Onu bir kış günü, soğuk bir kaldırımın üzerinde can çekişirken buldum. Ben senin abinin sattığı o uyuşturucular yüzünden Berrak'ın kollarımın arasında, o karanlık sokakta yalnızca ikimiz varken , titreye titreye , ağzından köpükler saça saça, elimden hiçbiri şey gelmezken ölüşünü izledim. Üstelik onun diğerleri gibi bir ailesi , ardından ağlayacak kimsesi de yoktu.

Avuç içimle gözümden süzülen yaşları silerken derin bir nefes alıp Helin'in yaşlı gözlerine baktım .

- Abini nasıl öldürdüğüme gelirsek intikam için öldürmedim. Mecbur kaldığım için öldürdüm. Çünkü eğer ben onun kafasına sıkmasaydım o bir polis memurunu öldürecekti. Eğer bana inanmıyorsan şunu bil bu konu hakkında hakkımda soruşturma açıldı. Ama suçsuz olduğum kanıtlandığı için hâlâ görevimin başındayım.

Helin dizlerinin üzerine yere çökerken üzgün gözlerle baktım ona.

- Sana kızmıyorum, dedim. " Abin için üzülebilir, ağlayabilirsin. O senin kardeşindi. Canından kanından bir parçaydı. Bu senin en doğal hakkın ama iş onu savunmana gelirse orada hata yaparsın. Bir suçluyu, insanları öldüren birini savunamazsın. Ve beni onu öldürdüğüm için suçlayamazsın.

Helin kısık sesiyle
- Özür dilerim, derken
- Ben özür dilerim, diyerek sözünü kestim. " Senin gibi vatanı için canını ortaya koyan bir askeri üzüp ağlattığım için ben özür dilerim."

Helin'in ağzından bir hıçkırık kaçarken gözlerime baktı. Burukça gülümsedim ona ve Turan timi ve albaya döndüm. Herkesin gözünde bana bakarken birşeyler vardı. Ne olduğunu anlamamıştım ama o an üzerine düşünmekte istemedim. Üzerimden ve yüreğimden bir kamyon geçmiş gibi hissediyordum. Kendi kendime kalmam gerekiyordu.

Albaya ve Turan timine hitaben
- Burada olanlar burada kalacak. Hatta tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi davranırsanız daha iyi olur, dedim.
Albay
- Savcım soruşturma açmak gerekmez mi? Diye sorarken,
- Gerek yok albayım. Dediğim gibi burada olanlar burada kalacak, diyerek albaydan söz vermesini bekledim.
Albay nefesini dışarı verip
- Emredersiniz savcım, dedi.
Fırat'a ve timine döndüm. Fırat'ın bakışları çok derindi. Dalsam kaybolurdum sanki .

Turan timi de hep bir ağızdan
- Emredersiniz savcım, derken başımı sallayıp askeriyeden ayrılmak üzere onları ardımda bıraktım.

Hepsinin arkamdan bana baktığının farkındaydım. Belki de bunlar böyle ulu orta olmamalıydı ama bir anlık öfkemin, o günlerde yaşadığım acıların tesiri altında kalmıştım. Sonra da duramamış içimdekileri bir bir dökmüştüm.

Gözümden süzülen yaşlar yağmur damlalarına karışırken sürgülü kapıdan çıktım. Arabama bindiğimde tek istediğim buradan uzaklaşmak ve bu insanları bir süre görmemekti. Zaten bu yüzdendi ya sürgülü kapının önünde beni izleyen Fırat'ın yüzüne bile bakmayışım.

Arabayı hızlı bir manevrayla geldiğim yola geri çevirdim. İçim acıyordu. Hemde öyle bir acıyordu ki nefes bile aldırmıyordu. İçimdeki ölü insanların mezarlıkları etrafımdaki diri insanlar tarafından her defasında acımadan açılıyordu. Bana kalansa derin bir hüzün sığ bir kasvet oluyordu. İnsanlar hikayelerin, kahramanlar sonsuza dek mutlu olduğunda ya da kahramanlar öldüğünde biteceklerini sanır oysa tüm kahramanların hikayesi onları hatırlayan tek bir insan kalıncaya kadar devam eder. Ben ne Berrak'ı ne babamı ne Ecrin'i ne de iki buçuk yıllık meslek hayatımda gördüğüm cansız bedenleri ölene kadar unutmayacaktım. Onları her hatırladığım da tıpkı şuan arabamı toprak yolda kenara çekmiş yağmurlu havaya rağmen arabanın önüne çökmüş ağladığım gibi ağlayacaktım.

Belki buda benim lanetimdi.

💧💧💧💧💧💧💧💧









Loading...
0%