Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@yikim2024

Gecenin bir yarısı salondaki koltukta oturmuş Oğuz'la aramızda geçen tartışmayı düşünüyordum. İçimde bir kızgınlık yoktu ona karşı. Ama bir parça kırılmıştım.

Kendi içimde Oğuz'u haklı çıkarmanın yollarını arıyordum. Belkide haklıydı. Ama nerede?

Hayatımdaki hikayelerin çoğu böyleydi benim. Bir yerde bir şekilde yara alır sonrada ben dışında herkesi haklı çıkarmaya çalışırdım. Yirmi dört senelik hayatımda ne olursa olsun annemi haklı çıkarmam gibi.

Derin bir nefes alıp koltuktan kalktım. Mutfağa doğru yönelirken zihnimi Oğuz'la olanlardan alıp başka şeyler düşünmeye ittim. Aklıma bugün Hacer teyzenin ölüsünü bulduğum an düştü. Hata yapmıştım. Bir insanın canına mâl olan çok büyük bir hata. İçimdeki pişmanlıklara bir yenisi daha ekleyerek yaptığım bu hatanın bir telafisi yoktu. Ama yine de Hacer teyzenin intikamını alacaktım.

O an aklımda başka bir düşünce belirdi. Gün içinde duyduğum bazı cümleler peş peşe yandı zihnimde. İlk Hacer teyzenin elinde bulduğum notta geçen şu cümle belirdi ;

....böyle bir hediye daha bırakmıştık sana ama hâlâ bulamadın.

Sonra karakolda ağlayan kadını sorduğum da Feyzullah komutanın sözleri;

Kocası kaybolmuş savcım. Evden odun kesmeye diye çıkıp üç gündür eve dönmemiş.

Ve en sonda Ömer Korhan'ın neden kendini oduncu olarak tanıttığına dair söylediği sözler;

Onlar öyle tanıtmamı istedi savcım.

Elimdeki bardağı mutfak tezgahına koyarken sanırım bilmeceyi çözmüş "hediyenin" yerini de bulmuştum. Cafer ve Baran İnci'yi öldürürken asıl oduncu cinayete şahit olmuştu. Bunu fark eden Cafer ya da Baran adamı öldürüp ormandaki kulübeye gizlemişti.

Peki neden adamın ölüsünü ailesi bulamamıştı? Sonuçta kulübe adama aitse ilk bakmaları gereken yer orası değil miydi?
Tüm bu sorular içerisinde Cihan abiye mesaj atıp Kim Chin Mae'nin telefon numarasını istedim. Jandarmaya haber vermeden önce adamın ölüsünün kulübede olup olmadığından emin olmalıydım. Ama İnci'nin ölüsünü bulduğum o ormana tek başıma gitmek şuan içimden gelmiyordu. Belki de bir ölü bedeni daha tek başıma bulmaya cesaretim yoktu.

Telefonuma mesaj olarak gelen numarayı hemen aramıştım. Sonlara doğru açılan telefondan uykulu bir ses yükseldi.
- Kimsin gecenin bu saatinde?
Başımı kaldırıp saatte bakarken,
- Hazan, dedim.
Saat 01.30' u gösteriyordu.
- Ne var savcı gecenin bu saatinde?
- Benimle bir yere kadar gelmen gerekiyor.
- Bu saatte? Nereye kadar gelecek mişim?
- Ormana kadar.
Bir nefes alıp verme sesi ardından da hafif bir kahkaha doldu kulaklarıma.
- Sen benle kafa mı buluyon savcı bu saatte?

Gözlerimi devirip derin bir nefes aldım.
- Hayır kafa falan bulduğum yok. Gerçekten önemli bir mesele.

Bir süre sessizlik oldu ve Kim Chin Mae
- Tamam geliyorum. Nerede buluşacağız? Diye sordu.
- Yaşadığım apartmanın yakınlarında bir park var. Sana konumunu atarım. Oraya gel. Gideceğimiz yere iki araba gidemeyiz. Dikkat çekmememiz lazım.
- Tamam, diyen Kim Chin Mae telefonu kapatırken üzerimi değiştirmek için yatak odasına girdim.

****
Bir süre sonra elimde et ve mamayla arabadan inip parka giriş yapmıştım . Köpek her zamanki yerinde yani kaydırağın altında yatıyordu. Beni görünce yanıma gelmiş ve kuyruğunu sallamaya başlamıştı. Başını okşayıp gülümserken yine çam ağacının yanına doğru yürümeye başladım. Ona yemeğini verip kaydırağa oturdum. Kim Chin Mae birazdan burada olurdu.

Kolumdaki saate baktığımda saat 02.20 olmuştu. Turan timi çoktan Cudi dağına doğru yola çıkmış olmalıydı. İnşallah gittikleri gibi sağ salim dönerler diye geçirdim içimden.

Çocukluğumdan beri askerlere çok saygı duyardım. Özellikle dedem öğretmişti bana bunu. Bir askerin şehit olma haberi evimize düştüğünde yemek yenmez , o gün evde kimse gülmez ve eğlence içeren herhangi bir program varsa iptal edilirdi.

Dedem de eski bir asker olduğu için askerlerin yaşadığı tüm sıkıntıları bildiğinden onlara bu şekilde saygı göstermemizi bize hep söylerdi. Oğuz'da dedeme olan hayranlığı ve sevgisinden dolayı asker olmaya karar vermişti.

Gözümü kamaştıran araba farıyla bakışlarım o tarafa döndü. Kim Chin Mae gelmişti. Arabayı kilitleyip bana doğru ilerlerken yine simsiyah giyindiğini fark ettim. Karşımda durduğunda,
- Selam , dedim.
Kim ise başını sallayıp,
- Gidelim nereye gidiyorsak, derken çam ağacının altındaki köpeğe baktım. Daha yemeğini yememişti.
Tekrar Kim Chin Mae'ye dönüp,
- Biraz daha beklememiz lazım , dedim.
Baktığım yere bakıp yemeğini yiyen köpeği görünce başını sallayıp yanımdaki diğer kaydırağa oturdu.

Sevmiştim bu çocuğu. Gereksiz sorular sormuyor ve hiçbir şeyi derinlemesine sorgulamıyordu. Bazen hayatta böyle insanlara ihtiyaç duyardım. Sorgulamasın, yargılamasın ama anlasın isterdim. Kim Chin Mae aradığım o insan olabilirdi.

İleride en iyi dostum olacağını o zamanlardan hissetmiştim .

Chin Mae derin bir nefes alıp verirken nefesi havada buhar oldu.
- Başın sağolsun savcı.
Ona dönüp köpeğe odaklı olan yüzüne baktım ve sonra tekrar önüme dönüp,
- Sağol, dedim.

O sırada köpek yemeğini bitirmiş bana doğru geliyordu. Önümde durduğunda başını okşayıp bir süre sevdim.
Kim,
- Senin mi? Diye sordu.
Köpeği sevmeye devam ederken,
- Hayır. Bu parkta buldum. Vaktim oldukça da gelip besliyorum , dedim.

Hiçbir şey söylemeden başını salladı. Bende yerimden kalkıp çam ağacının altındaki poşeti aldım ve çöpe attım. O da ayaklanmıştı.
Arabama doğru ilerlerken,
- Benim arabayla gidelim , dedim.
Başını sallayıp yolcu koltuğuna geçti. Bende şoför koltuğuna geçip yola koyuldum.
Kim Chin Mae
- Nereye , neden gidiyoruz ? Diye sordu.
Derin bir nefes alıp herşeyi anlattım.
Kim Chin tüm anlattıklarımın üzerine onlarca küfür edip son olarakta "şerefsizler" diyerek sustu.

Aşina olduğum toprak yoldan geçerken yanımda duran adamın gerçekten Koreli olup olmadığını sorguluyordum. Herşeyiyle bir Türk gibi davranıyordu.
- Sen Koreli olduğuna emin misin?

Hafifçe gülümsedi. Lakin bu gülüşte bir burukluk sezinlemiştim.
- Eminim , diyerek geçiştirişine de ses etmedim bu yüzden.

Askeriyenin önünden geçerken biraz hızlanmıştım. Bir süre sonra İnci'nin öldürüldüğü ormana gelince arabayı durdurup indim. Kim Chin Mae'de inerken bu karanlık ormanı aydınlatmak için el fenerini yakmıştı.

Dikkatli adımlarla ormanın içine doğru ilerlemeye başladık. Ayağımızın altındaki yapraklar hışırtılı sesler çıkarırken, soğuk hava iliklerimize kadar işliyor, uzaktan gelen köpeklerin havlama seslerini ve baykuşların ötüşlerini duymak mümkün oluyordu.

Bir anlık boşluğuma gelip çatlak ayağım kayınca Kim Chin Mae beni tutmuş ve "dikkat et" demişti. Başımla Onu onaylayıp yürümeye devam ettim. İnci'nin cesedini bulduğumuz yerde içim bir tuhaf olurken duraksadım. Ve bir süre bu ıssız karanlıkta yere baktım. İnci için ne yapıp yapamadığımı sorguluyordum. Sözde intikamını alacaktım sonuç olarak annesinin ölümüne sebep olmuştum. Şimdi bana kalansa çok büyük bir hata ve çok büyük bir pişmanlık olmuştu.

Derin bir nefes alıp kulübeye doğru ilerlemeye devam ettim. Kim Chin Mae' nin önüme tuttuğu fenerle önümü görebiliyordum. Kulübenin önünde durduğumuzda Kim Chin Mae bana dönerek,
- Sen geride dur. Ben bakarım , dedi ama ben kabul etmemiştim. Ahşap kapıyı elimle ittirdiğimde kapı gıcırdayarak açılmıştı. Ve kapının açılmasına eş zamanlı burnumuza dolan çürümüş et kokusu bir anlık midemin bulanmasına sebep olsa da hemen kendimi toparladım.
Kim Chin Mae burnunu tutarak,
- Bu nasıl bir koku? Dedi.
Ben ise alışkındım. Bu ilk bulduğum kokmuş ölü beden değildi ki sonda olmayacağını biliyordum.

Chin Mae'nin elinden feneri alıp ahşap kulübenin içine girdim. Yerde tahmini ellili yaşlarında olan bir adam boylu boyunca yatıyordu. Bu adamda İnci ve Hacer teyze gibi başından vurulmuştu. Adamın bedeni morarmaya başlamış ve gözleri hâlâ açık duruyordu. Bu manzara ürkütücüydü. Adamın yanında parçalanmış bir telefon vardı. Muhtemelen cinayeti görünce hemen jandarmaya haber vermek istemiş ama adamların onu fark etmesiyle canından olmuştu.
Hikaye yine aynıydı yani. Masumlar ölmüş suçlular hâlâ hayattaydı. Tabii şimdilik.

Yerdeki mermi kovanları da gözüme çarparken kulübeden çıktım. Kim Chin Mae,
- Ne yapacaksın şimdi? Diye sordu.
- Jandarmaya haber vermek lazım. Ama ihbarı benim yapmam doğru olmaz. Ayrıca olay yerine izinsiz girdiğim için sıkıntı yaşarım.
- Ben yapayım ihbarı.
- Olmaz . Seni bu işe bulaştıramam. Bu doğru değil. Cihan abi kızabilir.
- E ne yapacağız o zaman?
- Arabada paravan telefon kartları var onlardan biriyle arar ihbarı yaparız.

Kim Chin Mae başını sallarken kulübenin kapısını çekip kapattım. Ve ormandan çıkmak üzere yürümeye başladık. Arabaya bindiğimizde torpido gözünden paravan kartlardan birini alıp telefonuma taktım. Karakola bağlandığımda ihbarı isim vermeden yapıp yola koyuldum.

Sessiz bir sekilde süren yolculuğumuz parkta son bulurken Kim Chin Mae arabadan inip kolunu kapıya dayarken bana döndü.
- Yine böyle bir olay olursa ara beni. Heyecanlı oluyormuş.

Başımı sallayıp gülümsedim.
- Ararız.
Kim Chin Mae arabanın kapısını kapatıp kendi arabasına binerken bende eve doğru yola çıktım.

Eve vardığımda saat 04.12 'yi gösteriyordu. Yine de biraz uyumak için kendimi salondaki koltuğa attım.

****
Sabahın köründe adliyedeki masamda evrak işleriyle uğraşırken dün akşam bulduğum cesedin ihbarı gelmişti. İnci"nin öldüğü ormanda bulunduğu için bu olayın soruşturmasını yürütecek olan savcıda bendim. Ama olay yerine gitme girişiminde bulunmadım çünkü bu gece zaten olay yerindeydim.

Hacer teyzenin cesedi otopsiye alınacaktı. Olayın failleri belliydi zaten. TKÖ denilen örgüt. Yaptıkları cinayetleri ayan beyan yapıyor olmaları canımı sıkıyordu. Bizi ciddiye almıyor oluşları beni öfkelendiriyordu. Ama elinde sonunda köklerini kazıyacaktım.

Hacer teyzenin evinde bulunan mermi kovanları ve otopsiden çıkacak olan mermi çekirdekleri balistik incelemesine gönderilecekti. Oradan gelecek olan sonuç işimizi kolaylaştırabilirdi. En azından oduncuyu öldürenin Cafer değilse Baran olduğunu anlayabilirdik. Tabii aynı model silahı kullanmıyorlarsa.

Otopsiye katılmak istemiyordum aslında. Ölümüne sebebiyet verdiğim kadının gözlerimin önünde parçalanmasını izleyecek olmak canımı sıkıyordu. Ama görevim buydu. Hacer teyzenin cesedi benim sorumluluğumdaydı. Tıpkı koruyamadığım canı gibi.

Evrak işlerini halledip hastaneye gitmek üzere adliyeden ayrıldım. Aklımda ise yine Turan timi vardı. Albaydan aldığım bilgilere göre şuan mayınlı arazideydiler. Burada Oğuz'a çok iş düşüyordu çünkü kendisi bir bomba imha uzmanıydı. Bir an için Oğuz'un şehit olma ihtimalini düşündüm. Yüreğime bir sancı saplanır gibi olurken derin derin nefes aldım. İçimden Oğuz'a ve digerlerine birşey olmaması için dua ederken Oğuz'u bir süre daha affedemeyeceğimi fark ettim. İçimdeki kırıkların kaynaması için biraz zaman ihtiyacım vardı.

Hastaneye vardığımda otopsinin yapılacağı adli tıp bölümüne doğru ilerledim. Yine üzerime ameliyat önlüğü , bone ve maske giyerken benim gelişimle otopsiye başlanmıştı.

Defalarca gördüğüm bu manzara bu kez canımı yakıyordu. Hacer teyzenin cansız bedeni metal masanın üzerinde, doktorlar ellerinde neşter ve klemp gibi şeylerle o cansız bedeni parçalıyordu. Benim korumak için söz verdiğim ama koruyamadığım cansız bedeni.

Mermi çekirdekleri teker teker çıkartılırken gözlerim dolmuştu. Elimin tersiyle dolan gözlerimi sildim. Ve tepkisiz bir ruh haline büründüm.

Otopsi işlemi bir süre daha devam etmişti. Metal masanın üzeri koyu kırmızıya bürünürken, doktorların eldivenleri ve önlükleri bu koyu kırmızı kandan nasibini alırken ve tüm bu anlar fotoğraflanırken de öylece durdum.

****
Otopsi bittiğinde mermi çekirdekleri balistik incelemesine gitmek üzere yola çıkmıştı. Bende hastaneden çıkıp eve doğru arabayı sürdüm. Dedemin yolladığı köşeli koltuğu, tek kişilik yatağı ve diğer birkaç eşyayı Ayşe teyzenin evine götürecektim. Bunun için bir nakliye aracı çağırmıştım bile. Tüm bunları aklımdan geçirirken dedemi aramayı düşündüm. Yıllar önce bana çok zor zamanlar yaşatmış olsa da kavga esnasında Oğuz'un da söylediği gibi "bilmediğim şeyler" vardı. O bilmediğim şeyler neydi bilmiyordum. Annem de beni neden sevmediğini birgün anlatacağını söylerdi hep. Annemin bahsettiği şeyle dedemlerin bahsettiği şey belki de aynı şeydi.

Gülümsedim burukça. İnsanı en iyi kendisinin tanıması gerekirken ben kendi hayatımın sırlarını başkalarının birgün keyfe gelip söylemesini bekliyordum. Ve umarım sakladıkları o sır her neyse çektiğim bunca acının, onlarca kalabalığın arasındaki yalnızlığımın dayanılmaz kasvetini gölgede bırakır ve ben kendi içimde onları aklayabilirdim.

Yıllardır içimde taşıdığım paramparça çocukluğumu özgür bırakabilir ve biraz olsun rahatlayabilirdim. Ama yine içimdeki o hiç susmayan ses daha çok kırılacağımı ve kırılırken aynı zamanda da birilerini kıracağımı söylüyordu.

Bu düşünceleri kafamdan silip dedemi aradım. Birkaç çalıştan sonra telefondan dedemin neşeli sesi duyuldu.
- Oy benim Antep fıstığım!
Gülümsedim hafifçe.
- Nasılsın dede.
- İyiyim güzel torunum. Sen nasılsın?
- İyiyim dede sağol. Evdekiler nasıl?
- Onlarda iyi. Ne zaman gelin Antep'e?

Derin bir nefes alıp verdim.
- Bir süre daha mümkün görünmüyor dede.
Kısa bir süre daha sessizlik olurken dedem konuşmaya başladı.
- O öz dahi olmayan ablanın çocuğunun cenazesi için ta İstanbullara kadar gidin emme. Dedeni görmeye şurdan şuraya gelemin mi? Yanımıza gelmen için benim illa toprağın altına girmem mi gereki?

Sözleri zihnimde bir bomba etkisi oluştururken sakin tutmaya çalıştığım sesimle konuşmaya başladım.

- Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum dede. Sende konuşma ki birbirimizi kırmayalım. Ayrıca Oğuz'u da benim için darlayıp durma artık. O bir asker ve düşünmesi gereken tek şey vatanı. Ben kendi başımın çaresine bakabiliyorum.

Dedem bir süre sessiz kalsa da söylediği sözlerin yanlış olduğunu anlamış olacak ki,
- Peki , dedi.
- Tamam. Ben seni sonra yine ararım dede. Babaanneme selam söyle.

Telefon kapandığında derin bir nefes aldım. Bazen bazı şeylerle baş edemiyordum.

Evin önüne geldiğimde nakliye aracıda sokağa girmişti. Arabadan inip adamlara yolu gösterdim. Eve girdiğimizde alınması gereken eşyaları adamlara gösterip onlara yardım etmeye başlamıştım. O sırada elindeki poşetlerden pazardan geldiği belli olan Necla hanım ve Canan teyze apartmanın girişinde belirdi.

Canan teyze ,
- Hayırdır kızım? Bu eşyalar nereye? Diye sordu.
- Ayşe teyzenin evine götüreceğim, dedim.
Canan teyze gülümseyerek omzumu okşarken Necla hanım bize ters bakışlar atıp,
- Kızım sen terörle mücadele savcısıydın değil mi? Diye sordu.

Ne demek istediğini anlamaya çalışırken,
- Evet , dedim.
- Yani Fırat oğlumu teröristlerin meskenine sen gönderiyorsun.

Niyeti şimdi anlaşılmıştı.
- Evet çünkü benim görevim bu. Fırat'lar da o operasyonlara gitmek zorundalar çünkü görevleri bu. Söz konusu vatan olduğunda insan kayıramam . Onlarda söz konusu vatan olduğunda ne operasyondan ne de şehit olmaktan gocunmazlar. Ne demeye çalıştığınızı tam olarak anlamadım ama bir daha bana bu şekilde böyle sözlerle gelmeyin. Bu kadar sakin karşılaşmam.

Necla hanım,
- Aaa sanki ne dedim ayol! Canan bak gördün mü ne dilli çıktı sizin komşu?

Canan teyze ise,
- Hazan kızım doğru söylüyor Necla. Görevleri bu onların, derken Necla hanım burun kıvırıp,
- Ben onu bunu bilmem. Kızım sen herkese böyle ters ters cevap verirsen evde kalırsın bak. Benden söylemesi , dedi.
Donuk bakışlarımı kadına çevirip,
- Evlenmek üzere kurulu bir gelecek yok kafamda. Ayrıca evde kalırsam da merak etmeyin sizin evde kalmam, dedim. Necla hanım afallarken hafif bir kahkaha atan Canan teyzeye dönüp iyi günler diledim.

Arabama binip yola koyulmak üzere hazırlanan nakliye aracının önüne geçerken Ayşe teyzenin bıraktığı notta yazdığı adresi son kez kontrol ettim.

****
Ayşe teyzenin taşındığı apartmanın önüne geldiğimde durdum. Nakliye aracıda dururken Ayşe teyzenin adının yazılı olduğu zile bastım. Bir süre sonra apartmanın giriş kapısı açılırken içeriye girdim. Ayşe teyze merdivenin başında görünmüştü.
- Oy kuzum sen mi geldin?! Diyerek bana doğru hızlı adımlarla gelip sarıldı. Sarılışına karşılık verip,
- Nasılsınız Ayşe teyze? Dedim.

Ayşe teyze bende ayrılırken,
- İyiyiz yavrum. Zeynep'in fizik tedavisine başladılar dün senin sayende. Allah ne muradın varsa versin ,dedi.
- Hepimizin inşallah, dedim.

Ayşe teyze ise gözlerime derince baktı ve,
- Başın sağolsun yavrum, dedi. " Rabbim dayanma gücü versin."

Burukça gülümseyip,
- Sağol Ayşe teyze, dedim.
Ayşe teyzenin gözlerinden bir keder bulutu geçerken,
- Seni o akşam öyle görünce nasıl korktum bir bilsen. Yüreğim kavruldu, dedi.

O an içim sıcacık oluverirken bir kez daha anladım ; ben kendi ailem dışında herkesle aile olabiliyordum.

- Özür dilerim Ayşe teyze. Ne seni ne de Zeynep'i korkutmak istemezdim.
- Ne özrü yavrum. Olur mu hiç öyle şey? Bir daha duymayayım.
- Peki , dedim gülümserken. Ve ekledim,
- Ayşe teyze ben sana bir şeyler getirdim. Kabul edersen çok mutlu olurum.
Ayşe teyze anlamayan gözlerle yüzüme bakarken,
- Ne zahmet ettin kızım, dedi.
- Zahmet falan olmadı. Tabii kabul edersen.

Ayşe teyze başıyla beni onaylarken adamlara işaret verdim. Ayşe teyzenin evi giriş katta olduğu için eşyalar hızla taşınmaya başladı. Ayşe teyze bir kaç kez "ah kızım ne gerek vardı" dese de evdeki eşyalar pek iyi durumda olmadığı için fazlasıyla gerek olduğunu pekâlâ anlamıştım.

Bir süre sonra eşyaların hepsi taşınmış ve adamların yardımıyla yerlerine yerleştirilmişti. Eski eşyalarda evden götürülürken birkaç gün önce aldığım ayakkabıları da Ayşe teyzeye vermiştim. Ayşe teyze bir iki kez ayakkabıları reddetsede en sonunda kabul etmişti. Sonrasında da iki bardak çay içerken Zeynep'le sohbet etmiş , fizik tedavi süreciyle ilgili onlardan bilgi almıştım.

Zeynep eskisine nazaran daha iyi , mutlu ve umutluydu. Zeynep'in bu hali bana şu sözü hatırlattı; nefes aldığımız sürece umut hep var. Ama bana göre insan umudu olduğu sürece nefes alırdı.
Zeynep'te şuan umudu olduğu için gülümsüyordu. Onunla beraber bende gülümsedim.

Aniden aklıma doluşan soruyu sormak için Ayşe teyzenin mutfağa gitmesini beklerken bu soruya Zeynep'in vereceği tepki beni korkutuyordu. İnşallah aşırı bir tepki vermez ve bana içini açardı.

Ayşe teyze bazı işlerini halletmek için mutfağa gittiğinde Zeynep'e döndüm. Bu soruyu , bu küçük kıza nasıl sorabilirdim ki? Lafa nereden başlamalıydım?

Derin bir nefes alıp,
- Zeynep, dedim.
Bana gülümserken,
- Efendim Hazan abla, dedi.
Gülüşüne karşılık verip,
- Sana birşey sormak istiyorum. Ama lütfen aşırı bir tepki verme olur mu? Çünkü bu konuştuklarımızın aramızda kalmasını ve annenin duymamasını istiyorum. Anlaştık mı?

Zeynep ne demek isteğimi anlamaya çalışırken başıyla beni onayladı.

Boğazımı temizleyip soruyu sordum.
- Eski yaşadığın yerde hani bir komşunuz vardı ya Baran Bekirhan.

Zeynep'in gözleri yine bir korkuya bürünürken birkaç saniye duraksadım. Ama sonra kendimi cesaretlendirip devam ettim.
- O adam sana herhangi bir zarar verdi mi?

Zeynep gözlerindeki korkuyla bir süre düşünür gibi olurken ,
- Hayır Hazan abla. Bana birşey yapmadı o adam.

Derin bir nefes alıp oturduğum koltukta öne doğru eğildim ve parmaklarımı birbirine kenetledim .

- Zeynep bak bana doğruyu söyle. O adamın her adı geçtiğinde gözlerindeki korkuyu görüyorum. Sana herhangi bir zarar verdiyse söyle. Söyle ki cezasını çekmesi için elimden ne geliyorsa yapayım.

Zeynep'in gözleri dolmaya başlamıştı. Ağlamaklı çıkan sesiyle,
- Hazan abla , derken dudaklarının arasından bir hıçkırık firar etti.

Oturduğum yerden kalkıp yanına geçtim. Saçlarını okşarken,
- Söyle güzelim, dedim.
- O da öyle derdi , dedi.

Ne dediğini anlamakla anlamamak arasında kalırken anlık bir nefesim kesildi.
Zayıf çıkan sesimle ,
- Anlamadım? Derken derince yutkundum.
- O , dedi Zeynep titreyen sesiyle. "O adamda bana do...dokunurken...öyle derdi. " Gü..güzelim."

Karnıma bir yumruk yemiş gibi hissederken gözlerime firar eden yaşları durdurmadım. Zeynep dokunmaktan ne kastediyordu bilmiyordum ama şu iki şeyi çok iyi biliyordum; birincisi Baran denen şerefsizin bu dünyada alacağı nefes sayısı artık fazlasıyla sayılıydı. İkincisi de " güzelim" kelimesini bir daha ağzıma almayacaktım.

- Özür dilerim Zeynep. Çok özür dilerim. Daha fazla birşey anlatmana gerek yok. Bu saatten sonra hiç kimse sana o şekilde yaklaşamaz. Merak etme.

Zeynep kollarını belime dolarken bende ona, onu dünyadaki bütün kötülüklerden korumak istercesine sarıldım. Ne Ecrin'i ne de Hacer teyzeyi koruyamamıştım ama bu sefer öyle olmayacaktı.

Biz Zeynep'le sarılırken Ayşe teyze salona girip şaşkın yüz ifadesiyle,
- Aaa niye ağlıyorsunuz? Birşey mi oldu ? Diye sordu.
Ama hem yüzündeki şaşkınlık ifadesi sahte hem de gözleri dolu doluyken konuştuklarımızı duyduğunu anlamıştım.

Zeynep ise benden ayrılıp,
- Hazan ablaya fizik tedavi masraflarımı karşıladığı için teşekkür ediyordum anne, dedi.
Ayşe teyze başını sallarken yerimden kalkıp,
- Ben artık müsadenizi isteyeyim , dedim.
Ayşe teyze durgun gözleriyle,
- Biraz daha otursaydın ya yavrum, dedi.
- Yine gelirim . Şimdilik yapacak işlerim var , derken Zeynep'e son kez bakıp kapıya doğru yöneldim. Ayşe teyze de beni uğurlamak için peşimden geliyordu.

Ayakkabılarımı giyip,
- İyi akşamlar , dedim. Tam merdivenlere yönelirken Ayşe teyze'nin titreyen sesiyle adımı söylemesini duraksamama sebep oldu.
Ona doğru dönüp,
- Efendim Ayşe teyze, dedim.

Buz gibi olan elleri ellerimi bulurken,
- Kızıma her kim ne yaptıysa...bedelini ödet, dedi. "Senden tek isteğim bu yavrum. Kızıma bunu yapana... gün yüzü gösterme."

Elimdeki ellerini avcumun içine alıp,
- Merak etme Ayşe teyze. Zeynep'e bunu yapanlar nefes bile almayacak , dedim.
Ayşe teyze gözyaşları içerisinde başını sallarken apartmandan çıkıp arabama bindim ve Kim Chin Mae'yi aradım .

Bir kaç çalışta açılan telefondan Chin Mae'nin,
- Söyle savcı, diyen sesi duyuldu .
Gözlerim bir yere sabitliyken,
- Bize eğlence çıktı. Bu gece yine aynı yerde buluşalım, dedim.
- Emredersiniz savcım.

Bu gece Baran Bekirhan denilen şerefisizin defterini dürecektim.

💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧


Loading...
0%