Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@yikim2024

Bir öğle vakti gidiyorum bu şehirden.
Elimde bavulum
Yüreğimde anılar
Gözümde bir damla yaş
Hadi diyorum kendime
" Bu şehirle vedalaş"
💧💧💧

Elif'i uyuttuktan sonra bir süre yanında oturdum. Kömür karası saçları, küçük burnu ve gür kirpikleriyle annesine çok benziyordu.
O sırada odamın kapısı yavaşça aralandı. Gelen Ecrin' di. O tatlı sesiyle
" Teyze" diye seslenirken bir an yarın bu evden, bu şehirden gideceğim ve Ecrin'i çok özleyeceğim düştü aklıma.
Elif uyanmasın diye alçaltığım sesimle
- Gel teyzem , dedim.
Ecrin çok akıllı bir kızdı. Elif uyanmasın diye yavaşça bana doğru ilerleyip önümde durdu. Onu kucağıma aldım. Minik kollarını boynuma doladı. Sımsıkı sarıldım ona. Ağlamaklı sesiyle
- Teyze , dedi.
Kumral saçlarını okşayıp
- Söyle güzelim, dedim.
Küçük bir hıçkırık kaçtı ağzından ve
- Gitme , dedi.
Gözlerim doldu bir anda. Ne çok ağlar olmuştum bu aralar.
Daha sıkı sarıldım ona.
- Nereden çıktı bu şimdi? Dedim.
Burnunu çekip başını boynumdan kaldırdı.
- Babam dedi . " Git teyzenle vedalaş. Yarın gidecek "dedi. Yarın gerçekten gidecek misin teyze? Babam doğru mu söylüyor?
Yeşil gözlerine bakıp alnını öptüm.
- Evet güzelim gideceğim.
- Peki uzak mı gideceğin yer? Gelmek istediğim zaman gelebilir miyim?
Gülümsedim burukça
- Uzak , gelemezsin , dedim.
Burnunu çekti usulca
- Peki ben seni çok özleyince ne yapacağım?
Bilmem Ecrin diyemedim. Çok özleyince insan ne yapar bilmiyorum diyemedim.
- Konuşuruz telefonda , dedim.
- Yanımdaymışsın gibi olmaz ki.
- Görüntülü konuşuruz.
- Kokun gelmez ki teyze. Sana sarılamam ki .
Gözlerimi tavana çıkardım. Ağlarsam duramazdım çünkü.
Gülümsedim dolan gözlerime inat.
- Yapma Ecrin. Sonsuza kadar ayrılıyormuşuz gibi davranma.
- Ben öyle hissediyorum ama.
- Hayır , dedim . " Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez Ecrin"
Halbuki bilemedim. Ecrin haklıydı. Birçok şey sonsuza kadar sürerdi. Bizim ayrılığımız gibi.

Doladı kollarını tekrar boynuma. Bu son sarılmamızmış Ecrin. Özür dilerim...

~~~~~
Ecrin'le vedalaştıktan sonra odadan beraber çıktık ve eniştemler kalkıp kendi evlerine gittiler. Anlaşılan eniştem yarın gideceğimi bir tek Ecrin'e söylemişti. Ablamın haberi yoktu. Olsa ne olurdu ki? Boynuma sarılıp "yolun açık olsun kardeşim" der miydi? Demezdi. Beni hiçbir zaman kardeşi olarak görmemişti ki zaten.
Adımlarımı oturma odasına çevirdim. Annem hâlâ misafirleriyle oturuyordu. Muhabbet ettiklerini söyleyemezdim. Zaten annemle içki markaları ya da kumar oyunları hakkında bilginiz yoksa konuşamazdınız.
Bahar beni görüp
- Uyudu mu Elif ? Diye sordu.
Olumluca başımı sallarken Bahar'ın yanındaki boşluğa oturdum.
- Çay ister misin?
- İstemiyorum, dedim sakin çıkan sesimle.
Annemle anlık bir göz göze gelirken bakışlarımı kaçırdım. Yarın gideceğimi misafirler gittikten sonra söyleyecektim. Herhangi bir tartışmaya karşı önlem alıyordum.
Canan hanım bana dönüp
- Ee Hazan kızım sen neler yapıyorsun?
Annemin asık yüzünden sıkılmış benimle muhabbet etmeye çalışıyordu. Buna izin verdim.
- Çalışıyorum öyle. İş güç.
Muzip bir gülüşle genç kızların korkulu rüyası olan o soruyu sordu.
- Var mı birileri , evlenmeyi düşünüyor musun?
Annem alayla dudağının kenarını kıvırırken başını bana çevirdi. Ağzını açıp geri kapattı. Bende daha fazla beklemeden cevap verdim.
- Hayır, dedim.
- Niye kızım çok güzelsin maşallah. Hayırlı bir kısmet çıkınca karşına evlen hiç bekletme. Mesleğini de eline almışsın hem .
Üzerimde dolanan bir çift siyah göz vardı. Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Bahar beni kurtarmak adına söze girdi.
- Hazan pek hoşlanmaz anne öyle şeylerden. Üniversite de bile lakabı
"Erkeksavar" dı , diyerek güldü.
Canan hanım kaşlarını çatarak
- "Erkeksavar" ne kız öyle böceksavar gibi?
Hafif bir kahkaha attım. Bahar'da gülerken ortamda iki mutsuz insan vardı; Fırat ve annem.
Gerçi Fırat kadar ürkütücü duran bir adamdan gülmesini bekleyemezdiniz. Bende beklemedim zaten.
Bahar annesine cevaben
- Onun gibi birşey anne , dedi. Sonra bana dönerek muhabbeti başka bir yöne çevirdi.
- Hazan Ankara'da ki gibi bir yerde sahne alıyor musun ? Diye sordu. Kendimi tuhaf hissetmiştim. Geçmişi hatırlamak mıydı bu tuhaflığın adı yoksa geçmişi özlemek mi? Bilemedim.
- Hayır, dedim . Sakindim. Telaşsızdım.
- Arada kendi kendine birşeyler çalıyorsundur ama?
- Pek değil, dedim. Beni mutlu eden şeylerden uzaktım hayli zamandır. Çünkü beni mutlu eden şeyler annemi hep rahatsız ederdi.
- Nasıl ya?! Hazan müzik senin hayatındı. Öğrenci evinde hep bizi şarkı türküyle uyandırdın. Neden yani?
- Ne abartın Bahar? Dedim hafif bıkkın çıkan sesimle. Ve bulaşıkları yıkamak için yerimden kalkarken Bahar'ın
- Şırnak'a gel sen birde . Ben seni eski haline döndürürüm, demesiyle oturmakla kalkmak arası bir yerde buz yutmuş gibi kaldım. Annemin bakışları üzerimdeydi. Koltuğa kendimi geri bırakırken annemle göz göze geldim. Bahar durumu anlamış olacak ki
- Annenin haberi yoktu dimi ? Diye sordu. Sesinden ağzından kaçırdığı için kendini kötü hissetiğini anlamıştım. Sadece başımı olumluca salladım. Ama annemde bir tuhaflık vardı. Biliyordu sanki. Alayla gülümsedi hafifçe. O kadar anlıktı ki ben bile bu gülüşten kısa bir an şüpheye düştüm. Bu gülüş anlık korkumaydı ve "korkma benim için değerli değilsin. Bu yüzden gidiyorsun diye sorun çıkarmam." Der gibiydi.
Anneme kilitlenen bakışlarımı çektim. Yutkundum. Bir an her zaman alışık olduğum bu soğuk anne - kız ilişkimiz içimi sızlattı.
Canan hanım
- Şırnak'a mı geliyorsun kızım? Diye sordu. Şaşkındı.
Kendimi toparlayıp zoraki bir tebessümle
- Evet. Zorunlu doğu görevim Şırnak'a çıktı , dedim. Öyle mi der gibi kaşlarını havandırdı.
- Bizde Fırat'ın görevi sebebiyle orada yaşıyoruz. Güzel şehir aslında ama tehlikeli de bir yer. Annenle beraber mi geliyorsunuz?
Keşke . Ama gelmezdi.
- Hayır. Ben tek geliyorum.
Annemin sessizliği ve bakışları söylediklerimi doğrular nitelikteydi.
Canan hanım durumu anlar gibi konuştu .
- Ee biz de Şırnak'tayız yavrum. Bir derdin sıkıntın olunca haber et hemen geliriz. Hem Fırat asker , yüzbaşı. Sana göz kulak olur. Dimi oğlum?
Oğlundan bahsederken guruluydu. Keşke benim annemde her seferinde beni yermek yerine benimle gurur duyuyor olsaydı.
Fırat siyah gözleri zaten üzerimdeyken bir iki saniye hiç düzelmeyen çatık kaşlarıyla sustu. Ve kısaca
- Oluruz , dedi. Sesi tok ve düzdü.
Sakince Canan hanıma döndüm.
- Teşekkür ederim .
Bu teşekkür öylesineydi. Tabii ki de kimseden yardım isteyecek bana göz kulak olmasını bekleyecek değildim. Ama altı yıldır kelimelerim bile anı geçiştirmek içindi. Uzun vadeli şeyler için konuşmazdım. Bundandır ki geleceğe dair hayallerim yoktu. Ben sadece bugünü düşünürdüm. Konu kapansın istedim sadece ve Bahar'ın bana yöneltiği soruyla ona döndüm.
- Yarın kaçta uçağın?
- 12. 30 ' da.
- Aaa bizde yarın dönüyoruz . Aynı uçaktayız.
Şaşırmadım. Şırnak'a yarın kalkan başka uçak yoktu.
" Öyle mi " der gibi kaşlarımı kaldırdım.
- Emektarı burada bırakacaksın galiba ? Dedi alayla. Babamdan bana kalan 2010 model siyah jipimden bahsediyordu.
Gözlerimi kısarak
- Bu söylediğine sen inanıyor musun? Diye sordum.
Bir an düşündü.
- İnanmıyorum, dedi gülerek.
- İnanma zaten. Bir araç nakliye firmasıyla anlaştım. Birazdan almaya gelecekler, dedim.
- Yarın havaalanına nasıl geleceksin? Havaalanı buraya baya uzak.
- Taksiyle gelirim.
- Kaç valizin var?
Düşündüm. Kıyafetlerim ve ayakkabılarım için iki büyük bir küçük valiz , kitaplarım için bir büyük valiz, özel eşyalar için bir küçük valiz , gitarım ve sazım da vardı.
- Beş , dedim.
- Oha Hazan! O kadar valizle ne yapacaksın takside? Aynı yere gidiyoruz . Biz seni geçerken alırız.
Fırat'a dönüp
- Alırız dimi abi ? Dedi.
Fırat yine aynı bakışlarla ve aynı ses tonuyla
- Alırız, dedi.
Bu adam herşeyi böyle kabul mü ediyordu?
Ortaya konuştum.
- Gerek yok . Benim için yolunuzu değiştirmeyin .
Bana cevap veren Fırat oldu. Düz ve tok sesiyle
- Burası yolumuzun üstü, alırız , dedi.
Uzatmak istemiyordum. Siyah gözleri çok baskın bakıyordu.
- Peki , dedim usulca.
Varla yok arası başını sallasa da gözlerini üzerimden almamıştı. Bakışlarını kaçıran taraf ben olmuştum.
Oluşan sessizliği Canan hanım
- Biz artık kalkalım , diyerek bölerken ayaklanmıştı. Bahar'la Fırat'ta yerlerinden kalkarken bende doğruldum. Bahar bana dönüp
- Elif'i getirsene, dedi. Odama yönelip Elif'i yatağımdan uyanmasın diye yavaşça aldım ve kapıya kadar geçmiş olan Bahar'ların yanına ilerledim. Bahar montunu giyerken bana dönüp
- Abime versene , diyerek botlarını giymek için eğildi. Fırat'a doğru birkaç adım atıp önünde durup bana doğru uzatılan kollarına yavaşça Elif'i bıraktım. Elif'i ona verirken ellerimiz birbirine değmişti. Ateşe değer gibi elimi geri çekmiştim. Gözleri hâlâ üzerimdeydi. Bu bakışlardan rahatsızlık duymuyordum. Bir art niyet yoktu çünkü ama utanıyordum.

Cebimde titreyen telefonumla elimi arka cebime attım. Yabancı bir numaraydı. Aramayı yanıtladım. O sırada Canan hanımla annem sarılıyordu.
- Alo.
- Alo , iyi akşamlar hanım efendi. Ben araç nakliye firmasından arıyorum. Mahalleye geldik .
- Tamam ben karşılayacağım sizi , diyerek telefonu kapattım. Mutfak masasına bıraktığım araba anahtarını almak için mutfağa girdim. Anahtarı alıp tekrar kapıya yöneldim. Bana sarılmak için meyil eden Bahar'a
- Bende aşağıya iniyorum. Araç için gelmişler nakliye firmasından , dedim. Başını sallayarak beni onayladı. Portmantodan deri ceketimi giyerek saçlarımı düzelttim. Spor ayakkabılarımı da giydikten sonra onların ardından kapıdan çıktım. Asansöre bindiğimizde Fırat kucağında Elif'le benim önümde , Bahar solumda , Canan hanım ise Fırat'ın solundaydı. Zemin kata inip kapılar açılınca çıktık. Apartmanın önünde ki merdivenlerden inince etrafa bakındım. Adamlar daha ortalıkta görünmüyordu. Kaldırımda durunca önce Canan hanım bana sarılmak için meyil etti. Bende ona doğru yaklaşıp sarıldım.
- Yarın görüşürüz güzel kızım, diyerek benden ayrıldı ve otuz dört plakalı kiraladıklarını düşündüğüm arabaya doğru ilerledi. Bahar'la da sarıldık.
- Şırnak'a geleceğin için çok mutluyum Hazan, dedi.
Gülümsedim bu sözlerine. Sonra ayrıldık. Yanımızda kucağında Elif'le bekleyen Fırat'a döndü Bahar ve
- Abi kaç gibi alırız Hazan'ı? Diye sordu.
Fırat bakışlarını bana çevirip beni baştan aşağıya süzdü. Sert ve tok sesiyle
- 09.30 'da hazır ol, dedi.
Başımı usulca sallarken
- Tamam , dedim.
Bahar ise
- Abi uçak 12.30 'da çok erken değil mi? Diye sordu.
Fırat bakışlarını üzerimden alarak Bahar'a döndü.
- İstanbul trafiği diye birşey var Bahar, dedi. Sesi hafif sert çıkmıştı. Bahar ise astığı suratıyla
- Aman be! Ne kızıyorsun, diye çıkıştı.
Fırat herhangi birşey söylemeden ters ters baktı ve Elif'i Bahar'a doğru uzatarak
- Hadi arabaya geç , dedi.
Bahar Elif'i alıp bana el salladı ve arabaya bindi. Bende ona gülümserken Fırat bana dönüp çatık kaşlarıyla baktı. Sonra bakışları az ileride merdivenlere oturup içki içen bir grup erkeğe takıldı. Kaşları daha çok çatılmıştı. Tekrar bana dönüp
- Ne zaman gelir bu adamlar? Diye sordu. Şaşırdım bir an. Zaman kötüydü ve belki de kardeşinin arkadaşını korumak istiyordu. Ama ben kendimi koruyabilirdim. Karatede siyah kuşağım vardı. Yakın dövüş sporlarında da iyiydim.
- Siz gidin ben hallederim , dedim ama sert sesiyle
- Soruma cevap ver ,dedi. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken
- Mahalleye girmişler . Sanırım sokağı bulamadılar . Birazdan burada olurlar , demeye kalmadan nakil aracı önümüzde durdu. İçinden kırklı yaşlarında bir adam indi ve bana doğru ilerlemeye başladı.
- Hazan Hilal Türkoğlu siz misiniz?
- Evet benim.
- Araç nakil firmasından geliyoruz, dedi.
- Biliyorum. Araç şu, diyerek karşı kaldırımın önündeki siyah jipimi gösterdim. Adam jipe bakıp tekrar bana döndü ve
- Tamam. Anahtar? Dedi sorar gibi. Ceketimin cebinden anahtarı çıkarıp adama uzattım.
- Dikkatli olun lütfen , demeyi de ihmal etmezken adam hafif gülümseyerek
- Merak etmeyin. Okan savcım bize bütün uyarıları yaptı. Son derece dikkatli olacağız, dedi. Okan adliyeden savcı arkadaşımdı. Bana bu firmayı o önermişti ve firmayla da kendisi konuşmuştu.
Bende adama gülümseyerek karşılık verdim. Adamın arabamı araç nakil aracının üzerine çıkarmasını izlerken Fırat'ın
- Gir artık içeriye, diyen sesiyle ona döndüm. Sesi sertti. Sanki ben dedim bekle diye. Derin bir nefes alıp
- Tamam , iyi geceler, dedim. Belli belirsiz başını salladı. Bende apartmana doğru ilerledim. Apartman kapısını kapattığım da motor sesi duydum. Asansörü es geçip merdivenlere yöneldim. İkinci katta Fatma teyzenin kapısını çalıp yine bekledim. Birkaç saniye sonra kapı açıldı ve Fatma teyze göründü. Ona yarın gideceğimi söyleyecektim.
- İyi geceler Fatma teyze. Kusura bakma rahatsız ettim bu saatte.
- Olur mu öyle şey kuzum. Gel gel içeri.
- Yok Fatma teyze girmeyeceğim. Sadece vedalaşmaya geldim. Yarın sabah 09. 30' da çıkacağım evden. Görüşemezsek diye geldim.
Gözleri doldu. Benimde dolmuştu.
- Nereye gidiyorsun kuzum? Dedi.
- Şırnak, dedim fısıldar gibi. Orada asker olan oğlu şehit düşmüştü. Dolan gözlerinden yaşlar süzüldü bir bir. Onunla eş zamanlı benimde gözümden yaşlar süzülürken sımsıkı sarıldım Fatma teyzeye.
Bazı kadınlar anne olmayı kaldıramazdı, bazı kadınlar anne olmayı hak etmezdi. Fatma teyze çok güzel bir anneydi.
O da bana sımsıkı sarılırken
- Ah kuzum! Ne yaparsın oralarda bir başına? Dedi. Mavi yazmasından içime işleyen yasemin kokusuyla burnumun direği sızlarken herhangi bir cevap vermedim. Zaten Fatma teyze de bir cevap beklemiyordu.
Bir süre daha sarıldık ve ben üst kata çıkmak üzere Fatma teyzeye "iyi geceler"dedim.

Eve girdiğimde ışıklar kapalıydı. Salona doğru ilerledim. Ve elimi ışığı açmak için duvardaki düğmeye doğru kaldırdım. Ama annemin
- Açma , diyen sert sesiyle elim havada kaldı.
Hafif şaşkın sesimle
- Anne , dedim.
- Otur , dedi.
Usulca yanımdaki koltuğa çöktüm.
Kendimi gergin hissediyordum. Annesine yalan söylemiş ve yakalanmış bir çocuk gibi. Bir açıklama yapmak için dudaklarımı araladım ama annemin konuşmaya başlamasıyla duraksadım.
- Benden ne duymayı bekliyorsun bilmiyorum ama şu an burada seninle vedalaşmak için oturmuyorum. Unutma ki vedalar birbirlerine değer verip seven insanlar arasında gerçekleşir.
Gözlerim dolmuştu. Ne anlamalıydım bu cümleden? Onun için değersiz olduğumu ve onun tarafından sevilmediğimi mi? Eğer öyleyse anlamıştım.
Ve annem devam etti. Konuşmaya , beni paramparça etmeye.
- Her neyse bu konuşmayı sana kim olduğunu unutma diye yapıyorum. Beni dinleyip okumasaydın , kardeşini de okumaya yönlendirmeseydin hiçbir şey şuan olduğu gibi olmazdı. Yaptığın hataları unutma Hazan. Bana borçlu olduğun şeyleri unutma. Sakın bu evden, bu şehirden uzaklaşınca özgür olduğunu sanma. Burada olduğu gibi oraya gittiğinde de içki paramı yollayacak kumar borçlarımı ödeyeceksin. Aksi takdirde olacaklardan ben sorumlu olmam. Unutma ben senin esaretin değilim sen benim esaretimsin.

Gözümden yaşlar süzülürken koltuktan kalktığını hissettim. Görmüyordum onu . Belki de ışığı yüzümü görmeye bile tahammülü olmadığı için açtırmamıştı. Kapıdan çıkarken durdu.
- Sabah giderken sessiz ol . Gürültü yapıp beni uyandırma .
Başımı salladım karanlık olduğu için görmesi imkansızdı ama yinede çıkıp gitti salondan. Çünkü itiraz etmezdim ben anneme hiç o söyler Hazan kabul ederdi. Ben mecburdum buna.
Ufak bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. Nefeslerim sıklaştı. Astım krizinin eşiğindeydim. Annem duymasın diye elimle ağzımı kapattım. Kendimi o kadar sıkıyordum ki . Gözlerimden art arda yaşlar süzülürken , karanlıkta yalnızlığımla başbaşayken, omuzlarımdan uzun , dalgalı kahverengi saçlarım dökülürken, yelkovan akrebi kovalarken, bir yerlerde birileri mutluyken, birileri belki de benim gibi ağlarken ben yine annemin deyimiyle "kim olduğumu" hatırladım. Ben ölmeyi dileyemeyecek kadar yaşamaya mahkum bir insandım.
Cebimden astım spreyini çıkarıp beş altı kez ağzıma sıktım. Derin nefesler aldım. Nefeslerim birkaç dakika içinde düzene girerken yerimde doğruldum. Dış kapıya yöneldim. Babamın mezarına gidecektim. Aslında sabah havaalanına giderken uğrayacaktım ama Bahar'ları yolda durdurmak istemiyordum.

~~~~~

Fırat sakince çatık kaşlarıyla kalacakları otele doğru arabayı sürerken annesi Canan hanım ve kardeşi Bahar bu gece hakkında konuşuyordu.
- Ay anne dostum dostum deyip durduğun kadın bu muydu? Utanmasa "keşke gelmeseydiniz" diyecekti.
- Sus Bahar. Konuşma kadının arkasından.
- Yalan mı sanki anne? Misafir geliyor kalkıp iki tabak yemek yapalım bile dememişler. Hazan'ım yaptı bütün yemekleri. İşten gelip yorgun argın.
- Ya öyle mi? Zahmet oldu kıza. Eli pek lezzetliymiş ama.
- Öyledir anne. Bir ev baklavası açıyordu biz öğrenci evindeyken. Hiçbir öğrenci evi görmemiştir o baklavayı. Antepli zaten Hazan biliyorsundur sen gerçi.
- Ya! Serpil'in kocasını Antepli olduğunu bilmiyordum. Ama Hazan kızımın güzelliğinden, kaşından, gözünden, endamından belli hemşehrim olduğu.
- Öyledir , güzeldir benim kardeşim. Baba tarafından araplık da varmış biraz. Antep'in en büyük aşiretlerinden birinin torunu Hazan.
- Serpil'in kocasının aşireti yoktu hatırladığım kadarıyla.
- Hazan zaten Serpil hanımın ikinci evliliğindenmiş. O kaknem suratlı Serap'la babaları bir değil.
- Aaa! Serpil iki kere mi evlenmiş?
- Anne sen bu kadınla dost olduğuna emin misin? Herşeyi benden öğrendin.
- Ne bileyim kızım? Ben nereden baksan otuz yıldır görmüyorum Serpil'i. Geçende Facebook'ta buldum. Gençliğimiz de çok sıkı fıkıydık. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Sonra ikimizde evlenince yollarımız ayrıldı. Sadece Serap üç dört yaşındayken falan Antep'te köyde görmüştüm. Facebook'ta konuşurken Fırat'ın İstanbul'da işi olduğunu falan söyledim. Gelin bir uğrayın dedi ama kendimi zorla davet ettirmiş gibi oldum.
- Fena kadın fena . Hazan'a da etmediğini bırakmadı Ankara'da okurken. Annesine , öğrenci evine , okula para yetiştireceğim diye üç işte bir çalıştığını bilirim. Bir günden bir güne bir kez olsun halini hatrını sormaya aramadı kızı. Hep para hep borç. Çok yordu Hazan'ı. Ama Hazan burukta olsa hep neşeliydi. Hep gülerdi. Şimdi solmuş o gülüşleri.
- Serpil eskiden böyle değildi. Ah kuzum. Belli zaten Hazan kızımın bakışlarında hep bir burukluk var.

Bahar sadece başını salladı annesinin bu sözlerine. Kendi içinde Şırnak'a geldiğinde Hazan'ı toparlamaya söz verdi. Hazan onu o gün tecavüze uğramaktan kurtarırken birçok şeyden de kurtarmıştı. Ona olan borcunu belki bu şekilde ödeyebilirdi.

~~~~~

Yavaş adımlarla babamın mezarına doğru ilerledim. Korkmuyordum mezarlıklardan. Neden mi? Şimdi size " mezarlıklardan korkan birinin henüz hiç sevdiği ölmemiştir" demeyeceğim. Sadece şunu söyleyeceğim; ben insanları tanıyorum.
Babamın mezarının yanına çöktüm. Üzerimin kirlenmesi umrumda değildi. Ben bu gece vedaların en çok canımı yaktığı andaydım. İçimde çıkan savaşlarda kendimi hiçbir zaman müdafaa edemediğim o anlardan birinde babamın mezarının başında bana ölümün karanfil koktuğunu düşündüren bu mezarlıkta yerle birdim. Annemin esaretiydim ben. Nedenini bilmediğim bu esaretin bende esiri olmuştum. Suçlu muydum? Belki. Bir özür siler miydi tüm suçlarımı? Hayır. Çünkü kimdim ben? Annemin Hazan'ı yani annemin sonbaharı. Tüm çiçeklerini solduran esareti.
Peki babam için kimim ben? Uğruna öldüğü bayrakta ki Hilal'le aynı adı verdiği kızı.
Birgün bana ne demiştin baba?
" Eğer birgün bu topraklarda adalet yerini bulsun diye ölürsem o zaman anla Hilal'im sana verdiğim değeri. Baban senin için ölür. Hazan yapraklarının rengini gözlerinde taşıyan güzel kızım."

Son kez ağladım babamın mezarının başında . Hıçkıra hıçkıra. Nefesim kesildi astım spreyini sıktım. Nefesimden vazgeçtim de babamın mezarını son kez gözyaşlarımla sulamaktan vazgeçmedim.

Gecenin sabaha dönen karanlığında babamın mezarından ayrılırken artık hazırdım. Bu vatan için can almaya da can vermeye de hazırdım. Ben bu vatana borcumu ödemeye hazırdım. Çünkü ben gökte salınan Hilal'le göz dikenlere Hazan olmaya geliyordum.
~~~~~

Saat 08.30 'u gösteriyordu. İki üç saat ya uyumuş ya uyumamıştım. Doğruldum yataktan . Odamdaki lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkarken kehribar rengi gözlerimin kan çanağı olduğunu farkettim. Yapacak birşey yoktu. Kısa bir duş aldım. Annem uyanmasın diye epey dikkatliydim. Siyah dar paça pantolon ve siyah yünlü kazağımı giyerken günün anlam ve önemine fazlasıyla uygundum. Son kez kontrol ettim odamı. Unuttuğum birşey var mı diye. Yoktu.
Bahar'ların gelmesine kırkbeş dakika kalmıştı. Dikkatlice odamdaki bavulları ve sazımla gitarımı kapının önüne taşıdım. Son bir umut - aptallık mıdır bilmem - annemin odasının kapısına yöneldim. Belki bir "yolun açık olsun" der diye. Ufacıkta olsa hüzün parçası görürüm o gözlerde diye . Sevmese bile alışır ya insan birşeylerin , birilerinin varlığına.

Açtım yavaşça kapıyı
- Anne , dedim usulca.
- Hım? Dedi.
- Gidiyorum ben , dedim.
Doğruldu yataktan baktı gözlerime. Aradığım "ufacık bir hüzün parçasından" eser yoktu.
"Yolun açık olsun" yerinede sert ve duygusuz sesinden
- Sana beni rahatsız etmemeni söylemiştim! Defol! Diye bir uğurlama cümlesi döküldü. Sabahları sinirli olurdu annem. Ve hiç alışmamış bana. Yirmi dört yıl oldu anne ve bende alışamıyorum. Sevgisizliğine neyse de bu nefretine.
Kapıyı usulca açtığım gibi geri çektim. Dış kapıyı açıp bavulları teker teker asansörün önüne taşırken gitarım ve sazımı omzuma astım. Deri ceketimi üzerime giyerken içinde çoğunlukla astım ilaçlarım olan sırt çantamı da elime aldım. Üzgün yüzümü ve kızarmış gözlerimi bir nebze olsun saklar diye açık bıraktığım uzun saçlarımı siyah botlarımı giydikten sonra geriye iterek evin kapısını yavaşça çektim. Bavulları açılan asansör kapısından içeriye soktum ve sonra kendim girdim. Asansörün aynasından kendimle göz göze gelmemek için verdiğim çaba gözlerimi ayaklarıma dikmeme sebep olurken asansörün kapısı açıldı. Bavulları teker teker çıkardım asansörden. Büyük uğraşlar sonucu bavullarımın hepsini evin önündeki kaldırıma dizerken hafiften yağmur atıştırıyordu. Ekim ayındaydık. Az ilerideki parkta bulunan yaşlı çınar ağacı yapraklarını dökmüştü. Başımı usulca gökyüzüne doğru kaldırdım. Yüzüme gelen birkaç yağmur damlasıyla burukça gülümsedim ve bakışlarımı üçüncü kattaki evimizin balkonuna çevirdim. Annem yoktu.
Ah be anne dedim içimden. İstanbul bile ağlıyor gidişime ama sen...

Büyük bavullardan birinin üzerine oturdum. Bakışlarım hâlâ balkonda ve annemin odasının penceresindeki siyah perdelerde geziniyordu. Islanıyordum da inceden ama umrumda değildi. Gözümden bir damla yaş süzüldü sonra yüzüme gelen birkaç yağmur damlasına karıştı o yaşlar. Gözlerim hâlâ balkonla pencere arasında mekik dokuyordu. Ama annemden hiçbir iz yoktu ne balkonda ne de pencerede. Bir an kendimi bu kaldırıma terk edilmiş gibi hissettim. Keşke bu kaldırıma terk edilseydim dedim sonra çünkü ben bu dünyaya terk edilmenin bedbaht kaderini yaşıyordum. Kaç insan geçip gitti yanımdan, kaç kuş uçtu bana , bu gidişime gözyaşları bırakan gökyüzünden bilmiyorum ama bana bu şehirde ayrılan sürenin sonuna geldiğimizi haber veren Bahar'ın sesi çalındı kulaklarıma. İçi cayır cayır yanan gözlerimi çektim balkondan , pencereden ve Bahar'a döndüm.
Arabadan inmiş hafif şaşkınlıkla
- Hazan,diyordu.
Oturduğum bavulun üzerinden doğruldum.
- Bahar , dedim sakin çıkan sesimle.
Bana doğru birkaç adım atıp iki eliyle yüzümdeki yağmur damlaları sandığı gözyaşlarımı sildi.
- Ya Hazan delirdin mi? Durulur mu böyle yağmurun altında?! Diyerek azarladı beni.
- Birşey olmaz , dedim umursamazca. O sırada Fırat arabadan inmiş çatık kaşlarıyla ıslanmış saçlarıma ve yüzümden boynuma akan su damlalarına bakıyordu. Gözleri gözlerimi bulunca hemen bakışlarımı
- Ne demek birşey olmaz Hazan?! Senin alerjik astımın var. Grip olsan ne olacak? Biliyorsun grip astımı tetikliyor, diyerek bana kızan Bahar'a çevirdim.
- Merak etme kolay kolay hasta olmam ben.
- Şırnak'ın soğunu yiyince soracağım ben sana. Sen bir hasta ol da orada görüşürüz.
- Doktor değil misin sen? Bakarsın bana.
- Savcı hanım her doktorun hasta seçme hakkı vardır. Sizi hastam olarak istemiyorum.
- Tıbbi deontoloji Nizamnamesi Madde 18 gereğince evet böyle bir hakkınız mevcut lakin bu görüşünüz dostluk kurallarına ters doktor hanım.
Gülümseyip sıkıca sarıldı bana ve içimi sıcacık eden şu cümle döküldü dudaklarından;
- Sen iste ben sana canımı bile veririm.
Sarılışına karşılık verip
- İlaç vermen kâfi , dedim.
Sarılışımız Fırat'ın sert sesiyle
- Arabaya geçin, demesiyle son buldu.
Neden bu kadar gergin bu adam? Belki de asker olduğu için.
Bahar arabaya doğru ilerlerken Fırat'ta yanımdaki bavullara doğru yöneldi. Bende arabaya binmek yerine bavullardan birini elime almıştım ki Fırat'ın
- N'yapıyorsun? , diyen sert ve tok sesiyle ona dönüp
- Yardım ediyorum ,dedim sakince.
Elimdeki bavulu alıp beni öldürmek ister gibi ya da "emrimi ikiletme asker" der gibi baktı. İçimden " emredersiniz komutanım " diyerek arabaya yöneldim ama Fatma teyzenin "Hazan" diye seslenmesiyle duraksadım ve ona doğru döndüm. Sorgular bir sesle
- Fatma teyze? Derken ona doğru ilerledim. Adımlarım önünde dururken sağ elimi omzuna koyup
- Birşey mi oldu Fatma teyze? Diye sordum tedirgin çıkan sesimle.
Bana cevap vermeden önce elini mavi örme yeleğinin cebine sokup siyah bir cevşen çıkardı.
Yapma dedim içimden ağlarım Fatma teyze yapma.
Cevşeni iplerinden tutup
- Bu cevşenin aynısını Salih'ime de vermiştim askere giderken. Onu korusun diye. Korumadı diyemem. Şehit annesiyim ben. O benim gururum. Çok az şeyden gurur duydum bu hayatta. Sen o şeylerden birisin Hazan kızım. Ki seninle gurur duymaya hakkım var mı? Bilmiyorum.
Gözümden süzülen yaşlarla , kısık çıkan sesimle
- O nasıl söz Fatma teyze, dedim.
Elini kaldırıp ıslak saçlarımı okşadı.
- Senin kalbin çok güzel yavrum. Hayırsız evlatlarımdan çok evlat oldun bana. Her gece başımı yastığa koyup senin hakkını nasıl öderim diye düşünüyorum.
Başımı olumsuzca sağa sola salladım.
- Eğil kuzum , dedi sonra. Yavaşça eğildim. Cevşeni boynuma geçirdi ve kınalı elleriyle yüzümü okşadı.
- Bu cevşenin içinde çok faziletli dualar var. Rabbim seni korusun diye. Hiç çıkarma olur mu?
Başımı salladım gözyaşlarımın arasından.
- Rabbim yolunu bahtını açık etsin kuzum. Rabbim o güzel gönlüne göre bir sevda nasip etsin. Kurban olduğum Rabbim sana taşıyamayacağın yükü vermesin. Annen içinde üzülme. Bazı kadınlar anne olmayı kaldıramaz. Hele senin gibi yüzü ayrı gönlü ayrı güzel bir kızın annesi olmayı.
Gözlerim yine ama bu sefer son kez balkona kayarken annem yine yoktu.
- Görebilirsen beni annen gibi gör. Kendini yalnız hissettiğinde, canın biriyle konuşmak istediğinde ara beni. Verdiğim ilaçları da sür yaralarına.
Sımsıkı sarıldım Fatma teyzeye.
- Sende Fatma teyze... Sende ara beni. Neye ihtiyacın olursa olsun bir telefon kadar uzağım sana. Canını sıkacak birşey olursa gel de herşeyi bırakır gelirim. Biliyorsun?
Saçlarımı okşarken bir öpücük kondurdu boynuma.
- Biliyorum kuzum bilmem mi hiç?
Sesi titriyordu. Gözyaşları boynuma akıyordu. Bu anı yaşamayı beklemiştim annemden. Ama şimdi bir yabancıyla yaşıyordum bu anı.
Burnumu çektim usulca ve ayrıldım Fatma teyzeden. Biliyordum çünkü " vedalar gidişleri uzatırdı". Ve ben bu acıyı hemen çekip kurtulmak istiyordum.
Son kez o pamuk yanaklarını okşayıp, o güzel elini öpüp başıma koydum.
- Allah'a emanet ol Fatma teyze, dedim.
- Sende kuzum... Sende Allah'a emanet ol , dedi ellerini tutan elimin üzerini okşarken. Ellerimi çekip iki adım geriye attım ve arkamı döndüm. Ağlamak istiyordum ağlıyordum da zaten ama ben hıçkıra hıçkıra, özgürce ağlamak istiyordum. Şuan olmazdı biliyordum bu yüzdendi ya dudağımı ısırarak hıçkırıklarımı zaptedmeye çalışmalarım, bu yüzdendi sol elimdeki tırnakları avuç içme batırmalarım, bu yüzdendi kendimi nefessiz bırakıp yine astım spreyine muhtaç olmalarım.
Fırat'la yine göz göze geldik. Kıpkırmızı olduğunu bildiğim gözlerimdeydi gözleri. Şoför kapısında durmuş beni bekliyordu sanırım. Yine gözlerini ilk kaçıran ben oldum ve son kez demiştim ya son birkez daha baktım balkona... Yoktu annem yoktu. Arabanın yolcu kapısını açıp arka koltuğa bindim. Bahar kucağında Elif'le önde oturuyordu. Canan hanım benimle beraber arka koltukta. Benim hemen ardımdan Fırat oturdu şoför koltuğuna. Bahar bana
- İyi misin ? Diye sorarken olumluca başımı salladım. Canan hanım ise bir elini sırtıma koyup sırtımı sıvazladı. Ona dönüp gülümsedim hafifçe ve cebimden astım spreyini çıkarıp üç dört kez ağzıma sıktım. Fırat motoru çalıştırırken dikiz aynasından göz göze geldik. Yine gözlerini kaçıran ben olurken o arabanın ısıtıcısını çalıştırdı. Ve ben başımı cama yasladım. Gidiyordum bu şehirden . Üstüne üstlük Kazım Koyuncu'nun şarkıda dediği gibi " hiçbir şey almadan" gidiyordum. Ama çok şey vermiştim.

Elveda İstanbul , elveda anne , elveda baba...
💧💧💧💧

Loading...
0%