@yikim2024
|
**** Derin bir nefes alıp başımı önüme eğdim. Ona kızgın değildim. O arabanın benim için ne kadar değerli olduğunu bilemezdi. Ki o sözleri de zaten öfkeyle söylemişti. Ben sadece bugün kötü bir gün geçirdiğim için olur olmaz şeylere kırılıyordum. Yine kafamın içindeki düşüncelere dalmışken asansörün durduğunu hissettim. Ne olduğunu anlamak için kafamı yerden kaldırdığımda karşıma geçmiş çatık kaşlarıyla bana bakan Fırat'ı görmeyi beklemiyordum. Sakin bir sesle, Gözlerimi etrafta gezdirip, - Ben konuşmak istemiyorum. Yine kabaydı. Ve ben sinirleniyordum. Ve dişlerinin arasından tıslar gibi, Gözlerimi kapatıp açtım. İstesem elinden kurtulurdum ama bunu yaparsam Fırat'ın canını yakmak zorunda kalırdım ve ben Onun canını yakmak istemiyordum. İleride bu öfkenin bizi çok yakacağını bilmiyordum. Fırat avucunun içinde tuttuğu elimin üzerini baş parmağıyla okşarken bunu bilinçsizce yaptığını düşündüm. O ise kalın ve sert sesine nasıl sığdırdığını bilmediğim naif bir tınıyla, Fırat'ın duyabileceği bir ses tonuyla, O sırada Fırat'ın dudağı gülümser gibi sola doğru kıvrılırken gözleri ise yüzümün her zerresini tarıyordu. Gözlerindeki pırıltılar siyah harelerinde bir yıldızı andırıyordu. Ne olduğunu anlamazken, Fırat'ın bir eli hâlâ elimi tutuyorken diğer eli de önüme dökülen saçlarıma gitmişti. - Bana ilk defa adımla seslendin. Şaşırmıştım. Hem sözlerine hem de hareketlerine. Ne oluyordu bu adama? Kazadan beri bir garip davranıyordu. Kaşlarımı anlamadığım için çatmıştım. Ne demeye çalıştığını anlamasamda başımı salladım ve, Biliyordum. Herşeyin farkındaydım. TKÖ denilen örgüt aklınca bana gözdağı veriyordu. - Biliyorum, dedim. Omuzlarımı silkip, Fırat yine sinirlenmişti. Tehdit notlarını nereden öğrenmişti ki? Ben ona böyle birşey söylememiştim. Askeriyedekilerin de haberi yoktu. Tabii ya ; Feyzullah. Derin bir nefes alıp, Söylediği kelimelerin farkında mıydı? Cümlelerinin benim tarafımdan yanlış anlaşılabileceğini hiç düşünmüyor muydu? Bana farklı bakıyordu Fırat. Farklı konuşuyordu. Benim tarafımdan yanlış anlaşılabilecek sözleri eğip bükmüyor ne söylüyorsa tüm heybeti ve gücüyle arkasında duracağını bariz bir şekilde gösteriyordu. Ama ben birşeyleri yanlış anlamaktan korkuyordum. Kaldı ki doğru anlasam ne olurdu? Olmazdı bizden. Başımda onca bela vardı . Benim yüzümden Fırat'ın ya da ailesinin zarar görmesine dayanamazdım. Bugünü atlatsam yarın ne olacağım belli değilken Fırat'la bir yola çıkamazdım. Bir de Filiz vardı. Fırat'ı seviyor ve Canan teyze de onu gelini olarak istiyordu. Bir kadın olarak hem cinsimin canını yakamaz ona böyle bir kötülüğü yapamazdım. Ben buraya sonradan gelmiştim. Filiz'in gelecek hayallerini bozmaya ve Onu incitmeye hakkım yoktu. Ayrıca benim sırlarım vardı. Karmaşık bir hayatım. Fırat ise net bir adamdı. Sahiplenici bir karakteri vardı. Sert biriydi. Ondan birşey saklanmasından hoşlanmıyordu. Yalana tahammülü yoktu. Şu haline ve söylediklerine bakılırsa bana karşı birşeyler hissediyordu. Bu düşünce anlık bir kalbimin ritmini değiştirse de ben Onun karakterine aykırı biriydim. Beni tanımıyordu. Eğer tanısaydı bana böyle yakın davranmaz , birşeyler hissetmezdi. Belki de sevgi böyle bir şeydi. Birini severken şu veya bu sebebe ihtiyaç duymaz , karşımızdaki kişiyi olduğu gibi severdik. Tüm yanlışları ve doğrularıyla. Koşulsuz, şartsız. Karşımızdakini ait olmadığı kalıplara sokmadan. Kötü ya da iyi olduğu için değil sadece o olduğu için. Ben hayatımdaki tüm insanları böyle sevmiştim zaten. Ama hayatımdaki insanlar hiçbir zaman beni olduğum gibi kabul etmemişti. Ya Fırat'ta olduğum gibi kabul etmezse beni? Değiştirmeye çalışırsa? Kendi doğrularını benim yanlışlarımın önüne koyarsa? Ya birgün yorulursa benden? Hiç kimseye yetemediğim gibi birgün Ona da yetemezsem? İç çektim usulca ve başımı yerden kaldırdım. Fırat hâlâ elim elindeyken beni izliyordu. Sadece birkaç saniye geçmişti ama ben içimde ne sorularla boğuşmuştum. - Benim kimsenin korumasına ihtiyacım yok. Kendi başımın çaresine kendim bakabilirim. Siz sadece işinizi yapsanız yeter, dedim. Sesim sakin ve yine resmiydi. Fırat sözlerimle afallamıştı. Bir süre çatık kaşlarının arasındaki şaşkın gözleriyle yüzüme baktı. - Sen...sen ne yapmaya çalışıyorsun? Kalbimi korumaya çalışıyorum. - Hiçbir şey yapmaya çalışmıyorum. Olması gereken neyse onu söylüyorum sadece. Fırat dudaklarını diliyle ıslatıp başını salladı. Fırat sert adımlarıyla açılan asansör kapısından çıkıp gitti. O çıkar çıkmaz gözlerim dolmuş yaşlar birer ikişer süzülmüştü. Kalbim acıyordu. Zihnim mutluluğun, sevmenin ve sevilmenin bana ne kadar uzak olduğunu bir kez daha fark ederken beşinci kata gelip açılan asansör kapısından çıktım. Kapıyı açıp içeriye girdim. Sırtımı kapattığım kapıya dayayıp gözümden süzülen yaşları elimin tersiyle silerken niyetim bir duş alıp uyumaktı. En azından Ömer Korhan ve çocuklarının uçak saatine kadar. Salonun ışığını yakıp kabanımı çıkarırken kapı çalmıştı. Elimdeki kabanı vestiyere asıp kapıyı açtım. Karşımda Bahar vardı. Bahar gülümserken bende gülümsedim. İç çeker gibi bir nefes aldım. Daha az önce Fırat'la aramızda bir tartışma geçmişti. Şimdi kalkıp oraya gitmek istemiyordum. Ayrıca çokta yorgundum. - Bahar bu akşamlık beni mazur görseniz. Pes edip başımı sallarken, ***** Kim Chin Mae ise şuan havaalanında uçaktaki yolcuların ve kokpitte ki çalışanların kimlik bilgilerine ulaşmaya çalışıyordu. Kimlik bilgilerine ulaştığı an bilgileri Cihan abiye gönderecek o da inceleyip bize bilgi verecekti. Evden çıkıp merdivenlere yöneldim. Dördüncü kata indiğimde Canan teyzelerin kapısını çalıp açılmasını bekledim. Kapı açıldığında ise karşımda Oğuz'u görmeyi beklemiyordum. Bir süre şaşkınca yüzüne baktım. Aramızda süre gelen sessizliği ise Oğuz bozdu. O sırada mutfaktan çıkan Canan teyze , Hemen ardından gelen Bahar'la da sarılırken Dilek'i gördüm. Bahar'dan ayrılıp Dilek'e sarıldım. Dilek'i sevmiştim. İyi biri olduğu belliydi. Oğuz'la birbirlerine olan sevgileri gözlerinden okunuyordu. Umarım mutlu olurlardı. Canan teyze, Elime verilen tabakları salondaki masaya dizerken Fırat salona girmişti. Umursamadan işime devam ettim. O ise televizyonun karşısındaki koltuğa oturmuştu. Tabakları dizip tekrar mutfağa girdim derken bütün sofra kurulmuştu. Herkes masanın başına geçerken ceketimin cebindeki telefonumu alıp Bahar'ın yanına oturdum. Fırat ise tam karşımda otururken Oğuz'da onun yanına oturmuştu. Önümdeki çorbayı içerken Oğuz'un sesini duydum. Masadaki herkesin gözü bendeydi. Özellikle Fırat , Bahar ve Dilek'in. Gelirdim tabii nişana. Niye gelmeyeyim ki? Kardeşimdi o benim. O gün öfkeyle kötü şeyler söylemiştik birbirimize. Ama günün sonunda Oğuz hep benim kardeşim olarak kalacaktı. Onu en güzel gününde boynunu bükük, yüreğini kırık bırakamazdım. Gülümsedim . Havaalanının bilgisayar sistemine sızdım savcı. Kim Chin gerçekten bu bilgisayar işlerinde çok iyiydi. Havaalanının bilgisayar sistemine sızmak kolay birşey değildi. Milyonlarca insanın kimlik bilgisinin korunduğu bir yerdi. Sisteme sızmak zor olan kısımdı. Bundan sonrası ise Cihan abideydi. Kimlik bilgilerini elde ettiğimiz insanların sicillerine ulaşacaktı . Telefonu masaya geri bıraktığım da Fırat'la göz göze gelmiştim. Çatık kaşlarıyla ve bu aralar fazla yüz göz olduğum sinirli gözleriyle bana bakıyordu. Kim bilir neler geçiyordu aklından? Kendince beni neyle itham ediyordu kendi içinde? Gözlerimi gözlerinden çekip önüme döndüm. Yorgundum , bitkindim. Bir parça umutsuzdum da. Kendim içinde, etrafımdaki insanlar içinde. Dünya dönüyor , kuşlar uçuyordu ama insanlar yaşamıyordu şimdilerde. Şarkılar çok kısa, diziler çok uzun insanlar ise mutsuzdu. Gel gör ki insanoğlu yaşamaya mecburdu. ****** - Ay haber vermeden gelinir mi bu saatte ya? Dün akşam açtığım baklavaların hepsini Canan teyzelere vermiştim. Evde pek durmadığımdan yemeye vaktim olmayacak ve bozulacaklardı. Zaten yemek için değil kafa dağıtmak için yapmıştım. Bahar'la mutfağı toplarken içeriye Elif girmiş gözlerini ovarken, Bahar'a, Şaşırmıştım. Birkaç saniye öylece durdum. Karşımdaki Fırat'la göz göze gelmiştik. Fırat'ın gözleri ateş püskürürken, yumruklarını sıkmıştı. Alnında ve boynundaki damarlar kendini gösteriyordu ve Fırat bana kitlenmiş öylece duruyordu. Necla hanımın sesi tekrar duyuldu. Canan teyze yerine otururken , Ne demeye çalıştığını anlamazken, Birkaç saniye ortamda bir sessizlik oldu. Ben ise anlayacağımı anlamıştım. Fırat'la aramızda olan şeyleri, Fırat'ın bana olan bakışlarını anlıyorlardı. Ve bana " Fırat senin dengin değil " demeye getiriyorlardı. Akıllarınca Fırat'tan uzak durmamı söylüyor Fırat'la aramda olan yaş farkını da buna sebep görüyorlardı. Belki kendilerince haklı olabilirlerdi ama kimse benimle böyle konuşamazdı. Çocukluğunu yaşayamamış biri olan bana kimse çocuk yakıştırması yapamazdı. Kaldı ki ben kimseye yanlış bir hareket ya da sözde bulunmamıştım. Kötü niyetli olduklarını anlayabiliyordum. Bu yüzden de onlara saygı duymak zorunda değildim. Alayla hafifçe gülüp yerimden kalktım. Herkesin bakışları bana dönmüştü. Yanımda duran Bahar sakin olmamı söylerken masanın üzerinde duran telefonumu arka cebime soktum. Arabanın anahtarını da elime alırken Filiz'in ve Necla hanımın gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladım. Filiz bozguna uğrarken kimseden ses çıkmıyordu. Oğuz "işte benim kuzenim" der gibi gülümserken salondaki herkesin yüzünü tarayıp , Fırat'a gözlerimi değdirmeden, Vestiryerden deri ceketimi alıp giyerken Oğuz ve Dilek peşimden gelmişti. Ayakkabılarımı da ayağıma geçirirken , Oğuz bu durumdan hiç memnun olmamış gibi görünüyordu. Başımı onu onaylamak için salladığımda açılan asansör kapısından çıktık. Apartmanın önünde durduğumuzda önce Dilek'e sarılıp vedalaştım. Oğuz'la sarılırken Dilek bizi yalnız bırakmak için arabaya binmişti. Oğuz benden ayrıldığında derin bir nefes çekti ciğerlerine ve, Başımı salladım usulca. Oğuz başını olumsuz anlamda sallarken, Burukça gülümsedim. Oğuz başını gökyüzüne çevirip bana sarıldı. Gözümden süzülen yaşlar Oğuz'un deri ceketine bulaşırken ona daha sıkı sarıldım. Bütün gün ihtiyaç duyduğum sığınak burasıydı sanki. Bu sözleri duymaya ihtiyacım vardı. Ağladığım için mahsun çıkan sesimle, Burnumu çektim usulca. Cümlemi bitirince derin bir nefes aldım ve ekledim; Oğuz gözümden dökülen yaşlara yenisi eklenirken teker teker sildi hepsini. Yüzümü, gözlerimin içini inceledi bir süre. Sanki zihnimden geçenleri okumak istiyor , beni karşısında küçük bir kız çocuğu gibi ağlatan meselenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Lakin mesele şuydu ki; ben bile neden ağladığımı bilmiyordum. Bir sürü sebebi vardı ama hiçbirine tam olarak şu diyemiyordum. Oğuz üzgün bir şekilde baktı gözlerimin içine ve, Oğuz'un gözleri gerçekten de bariz bir endişeye bürünmüştü. Ah be Oğuz... Çocukken olduğu gibi sarılıp uyuyamayız artık. Çünkü büyüdüm ben. Kalbimizde açılan yaraların sarılıp uyuyunca geçmeyeceğini bilecek kadar büyüdüm. Aramızda oluşan kasvetli havayı dağıtmak ve Oğuz'un endişesini yok etmek amacıyla gözümdeki yaşları elimin tersiyle silerken hafif bir kahkaha attım. Oğuz öylece yüzüme bakarken, Yüzümdeki gülüş yavaşça kaybolurken başımı önüme eğip, Oğuz başını sallayıp birkaç adım gerilerken arkasını dönüp arabasına doğru ilerledi. Eli kapıdayken yine bana döndüğünde Ona el salladım. Başıyla selam verip sonunda arabasına binip gitti. Bir süre öylece uzaklaşan arabanın arkasından baktım. Sonra derin bir nefes alıp arkamda kalan arabama yöneldiğimde apartmanın kapısında halihazırdaki çatık kaşlarıyla beni izleyen Fırat'ı gördüm. Ne kadardır oradaydı bilmiyordum. Ama gözlerinde bana karşı bir hüzün bulutu kendisini gösterirken sinirli olduğunu fark ettim. Belki de birşeyleri duymuştu. Yine de bunu umursamadan arabama binip havaalanına gitmek üzere yola koyuldum. ***** Adam çocuklarına sarılmış bir vaziyette başını önüne eğmiş öylece duruyordu. Yorgun bir baba vardı karşımda. Çocukları için birşeylerden vazgeçmiş bir baba. Hayatın üzerinden kamyonla geçtiği bir baba. Bir başka babanın kendi evladını öldürmesi sonucu vatanından olan bir baba. Bir süre olduğum yerde durdum. Bu yorgun babaya yaklaşmaya , uzaktan bile belli olan kederini yakından görmeye cesaretim yoktu. Ailesinin ölüm haberini bile kendim vermemiştim ona. Koruyamadığım için değil korumayı akıl edemediğim için ölmüşlerdi belki de ve ben bunun ağırlığına dayanamıyordum. Yine de son bir kez konuşmak istedim. Bu yüzden de yavaş adımlarla Ömer Korhan'a doğru ilerlemeye başladım. Adamın önünde durduğumda cesaretim vardı. O gözlerde nefret görmeye cesaretim vardı. Ömer bey beni fark edip başını yerden kaldırdı. Nemli gözleri bir süre öylece yüzüme bakarken o gözlerdeki fırtınaları görüyordum. Avaz avaz bağırmak istiyordu o gözler. Hüngür hüngür ağlamak, koşup ailesine gitmek istiyordu. Ama o gözlerde birşey daha vardı; çocuklarının sevgisine sıkışmış bir baba. Bu adam herşeyden önce bir baba olduğunun bilincindeydi. O sırada gözlerim masumca bana bakan çocuklara takıldı. Onlarında gözleri yaşlıydı. Bir çocuk için en zor şeydir; asla yıkılmayacağına inandığı bir dağ gibi gördüğü babasıyla sarılıp ağlamak. Onların bu hallerine gözlerim dolarken küçük kız çocuğunu kucağıma alıp Ömer beyin yanına oturdum. Birkaç saniye sessizce dururken derin bir nefes alıp, Adamın aldığı derin nefes kulağıma doldu. Adamın sözleri bir ok gibi yüreğime saplanırken elimden özür dilemek dışında birşey gelmiyordu. Bende öyle yaptım. Defalarca özür diledim. Ve Şırnak - Ankara uçağının anonsu yapıldı. Kucağımdaki kızı yere indirip ayağa kalktım. Ömer Korhan'da yavaşça ayaklanırken Feyzullah komutanı ve diğer sivil jandarmaları gördüm. Etrafı çaktırmadan kolaçan ediyorlardı. Gözünden yaşlar süzülen adama dönüp elimi omzuna koydum. Sözlerime ceketimin cebinden çıkardığım numaramın yazılı olduğu kartla devam ettim. Ömer Korhan usulca başını sallarken elimdeki kartı aldı. Söyleyecek bir sözü yoktu besbelli. Benimde yoktu. Konuşmam gerektiği için konuşuyordum. Yani boşuna. Adam çocuklarının ellerini tutarak giden yolcu kapısına doğru ilerlemeye başladı. Sivil jandarmalarda peşinden giderken yanımda bir hareketlilik hissettim. Başımı yana çevirdiğimde Kim Chin Mae'yi gördüm. Az önce kalktığım yere geri otururken Kim Chin'ne , İçim rahatlarken, ***** Güzel şeylerde olmuştu bugün. Aşık olduğumu fark etmiştim. Bende birini sevebiliyordum. Sonunda bir kavuşma yoktu belki de bu aşkın zaten bende bir kavuşma beklemiyordum. Herkesi olduğu gibi Fırat'ı da içimden sevebilir gerekirse kendi kendime kırılıp dökülebilirdim. Sevmiştim işte. Bunu kimse değil ben yapmıştım kalbime. Sorumluluğunu alabilirdim. Canan teyzeler de olan olaysa pek kafama takılmamıştı ama yine de bir süre Canan teyzelere gitmemeye karar vermiştim. Sorunum Canan teyzeyle değildi. Ama gelini olarak istediği Filiz'i rahatsız ediyor olmam onunda hoşuna gitmezdi. Evde olanların ne kadarını anladığını bilmesem de en iyisi onlardan uzak durmaktı. Hem bu sayede şu sıralar tehdit altında olduğum için onları bu şekilde kendimden uzak tutabilir ve koruyabilirdim. Artık benim yüzümden insanların ne fiziken ne de kalben zarar görmesini istemiyordum. Kısa süren yürüyüşün ardından parka varmıştım. Köpek bu sefer etrafta yokken bir ıslık çaldım. Bir süre sonra köpek koşarak bana doğru gelirken çam ağacının yanına ilerlemeye başladım. Köpeğin önüne yemeği bırakırken başını okşayıp onu sevmiştim. Sonra da her zaman yaptığım gibi kaydırağa oturdum. Hava soğuktu. Dışarıya verdiğim nefesin buhara dönüşünü izlerken kollarımı bedenime doladım. Kendimi yapayalnız hissettim bu gecenin karanlığında. Ne savaşlar vermiştim kendi içimde bugün. Kimsenin haberi olmadan ne hayaller kurup yıkmıştım. Kimseye derdimi tam anlamıyla anlatamazken yine kendi yalnızlığımda deva bulacaktım. Derin bir nefes alıp oturduğum kaydırağa boylu boyunca uzandım. Üşüyordum ama bu soğuk içimdeki yangın kadar zarar vermezdi bana. Bu yüzden gözlerimi daha derin bir karanlığa kapadım. Uykum vardı. Bir süre sonra yanıma gelen köpeğin yumuşak tüylerini ellerimin üzerinde hissederken köpeğe sarıldım. Bu sayede kaydırakta beraber yatar bir pozisyona gelmiştik. Buradan kalkıp eve gitmem gerektiğini zihnimde döndürüp dururken uykuya yenildim. Bir gece vakti , soğuk bir parkın kaydırağında, bir sokak köpeğiyle koyun koyuna uyuya kalmıştım. Ve belki de bu gece, bu parkta ben uyurken içimdeki küçük Hazan saklandığı yerden çıkıp saatlerce oyunlar oynamıştı. Çocukken oynayamadığım parklarda büyüyünce ağlamakta benim içimde hep bir ukte olarak kalacaktı. Gecenin bir yarısı evsiz , yurtsuz , kimsesiz bir berduş gibi sızıp kaldığım bu parkta tüm bunlara şahit olacaktı. Ne acı ki bu parkın şahit olacağı şeyler asla bunlarla sınırlı kalmayacaktı.
|
0% |