Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@yikim2024

****
Apartmanın önüne geldiğimde arabadan inmiştim. Benim hemen peşimden ise Fırat gelmişti. Hiçbir göz teması kurmadan geçirdiğim ufak çaplı kazadan dolayı arabama birşey olup olmadığını kontrol ettim. Arabada hiçbir hasar yokken içim rahatlamıştı. Fırat ise arabasından inmiş öylece beni izliyordu. Onu görmezden gelerek apartmana girip asansöre bindim. Beşinci katın tuşuna bastığımda asansörün kapısı kapanmak için hareket ederken bir el kapının kapanmasına engel oldu. Bu elin sahibi tabii ki de Fırat'tan başkası değildi.

Derin bir nefes alıp başımı önüme eğdim. Ona kızgın değildim. O arabanın benim için ne kadar değerli olduğunu bilemezdi. Ki o sözleri de zaten öfkeyle söylemişti. Ben sadece bugün kötü bir gün geçirdiğim için olur olmaz şeylere kırılıyordum.

Yine kafamın içindeki düşüncelere dalmışken asansörün durduğunu hissettim. Ne olduğunu anlamak için kafamı yerden kaldırdığımda karşıma geçmiş çatık kaşlarıyla bana bakan Fırat'ı görmeyi beklemiyordum.

Sakin bir sesle,
- Ne oluyor? Diye sordum.
- Konuşacağız, dedi.

Gözlerimi etrafta gezdirip,
- Burada mı? Dedim.
Başını sallamakla yetindi.
Çok yorgundum. Değil konuşmak dudaklarımı kımıldatmak bile gelmiyordu içimden. Başka zaman konuşabilirdik. Bugün değil ama başka bir gün.

- Ben konuşmak istemiyorum.
Fırat'ın kaşları iyice çatılırken ,
- Sana konuşmak istiyor musun diye sormadım. Konuşacağız dedim , dedi.

Yine kabaydı. Ve ben sinirleniyordum.
Gözlerinin içine bakıp,
- Sen bana konuşacağız da demiyorsun ki. Sen bana "ben konuşacağım sen dinleyeceksin" diyorsun. O zaman bende şöyle söyleyeyim "ben seni dinlemek istemiyorum", dedim. Sesim yüksek değil ama netti.
Sözlerim biter bitmez elim asansörü çalıştırmak üzere tuşa uzandı. Ama Fırat elimi tutup beni engellemişti. Gözlerim tekrar Fırat'ın gözlerini bulurken orada bariz bir öfke gördüm. Elim hâlâ elindeyken çekmeye çalışsam da bırakmamıştı.

Ve dişlerinin arasından tıslar gibi,
- O zaman bende şöyle söyleyeyim " dinleyeceksin", dedi.

Gözlerimi kapatıp açtım. İstesem elinden kurtulurdum ama bunu yaparsam Fırat'ın canını yakmak zorunda kalırdım ve ben Onun canını yakmak istemiyordum.
Bu yüzden usulca başımı sallayıp,
- Tamam , konuş dinliyorum, dedim.
Fırat'ın bakışları anında yumuşarken öfkesinin saman alevi gibi olduğunu farkettim.

İleride bu öfkenin bizi çok yakacağını bilmiyordum.

Fırat avucunun içinde tuttuğu elimin üzerini baş parmağıyla okşarken bunu bilinçsizce yaptığını düşündüm. O ise kalın ve sert sesine nasıl sığdırdığını bilmediğim naif bir tınıyla,
- Göğsün hâlâ acıyor mu? Diye sordu.
Bu soru beni afallatırken gözlerimi kaçırıp başımı önüme eğdim. Her hangi bir art niyeti yoktu biliyordum. Bunu sadece beni düşündüğü için soruyordu. Bu yüzden Ona doğruyu söylemeye karar verdim. Zaten yalan söylediğim an bunu hemen anlıyordu.

Fırat'ın duyabileceği bir ses tonuyla,
- Biraz acıyor , dedim.
Fırat sert bir şekilde nefesini dışarı verirken Onun yüzüne bakmıyordum.
- Hazan bak doktora götüreyim seni. Ya ciddi birşey olduysa.
Gözlerimi derin bir nefes alıp yüzüne çevirdim.
- Fırat bak iyiyim ben. Birşeyim yok. Diraksiyona vurdum göğsümü acıması normal. Geçer birazdan.

O sırada Fırat'ın dudağı gülümser gibi sola doğru kıvrılırken gözleri ise yüzümün her zerresini tarıyordu. Gözlerindeki pırıltılar siyah harelerinde bir yıldızı andırıyordu.

Ne olduğunu anlamazken,
- Noldu? Diye sordum.

Fırat'ın bir eli hâlâ elimi tutuyorken diğer eli de önüme dökülen saçlarıma gitmişti.

- Bana ilk defa adımla seslendin.

Şaşırmıştım. Hem sözlerine hem de hareketlerine. Ne oluyordu bu adama? Kazadan beri bir garip davranıyordu.

Kaşlarımı anlamadığım için çatmıştım.
- Ne var ki bunda?
Fırat dudaklarını diliyle hafifçe ıslatıp,
- Bir ara anlatırım, dedi.

Ne demeye çalıştığını anlamasamda başımı salladım ve,
- Başka birşey yoksa artık çıkabilir miyiz ? Diye sordum.
Fırat ise ,
- Çıkamayız. Birşey daha var , dedi.
- Neymiş o?
- Hazan , o kamyon üzerine kasıtlı geldi biliyorsun değil mi?

Biliyordum. Herşeyin farkındaydım. TKÖ denilen örgüt aklınca bana gözdağı veriyordu.

- Biliyorum, dedim.
Fırat derin bir nefes alırken,
- TKÖ denilen şerefsizlerin işi mi?
- Muhtemelen.
- Ne yapacaksın peki?

Omuzlarımı silkip,
- Hiçbir şey, dedim.

Fırat yine sinirlenmişti.
- Ne demek Hazan "hiçbir şey" ?! Pezevenkler sana tehdit notu yolluyor, üzerine kamyon sürüyorlar ve sen hiçbir şey yapmayacağını mı söylüyorsun?! Canına mı susadın kızım sen?! Canının hiç mi kıymeti yok?!

Tehdit notlarını nereden öğrenmişti ki? Ben ona böyle birşey söylememiştim. Askeriyedekilerin de haberi yoktu. Tabii ya ; Feyzullah.

Derin bir nefes alıp,
- Ne yapayım? Diye sordum. " Ne yapabilirim? Etten duvarlar mı öreyim etrafıma? Polislerle mi gezeyim? Davadan mı çekileyim? Ne yapayım? Öleceksem ölürüm...derken Fırat sözümü gür sesiyle kesip,
- Doğru konuş!! Dedi. " Ben varken kimse dokunamaz sana!"

Söylediği kelimelerin farkında mıydı? Cümlelerinin benim tarafımdan yanlış anlaşılabileceğini hiç düşünmüyor muydu?
Derin bir nefes çektim içime. Ve bakışlarımı Fırat'ın gözlerinden alıp yere çevirdim. Birkaç saniye kendi içime dönmek istiyordum.

Bana farklı bakıyordu Fırat. Farklı konuşuyordu. Benim tarafımdan yanlış anlaşılabilecek sözleri eğip bükmüyor ne söylüyorsa tüm heybeti ve gücüyle arkasında duracağını bariz bir şekilde gösteriyordu. Ama ben birşeyleri yanlış anlamaktan korkuyordum. Kaldı ki doğru anlasam ne olurdu? Olmazdı bizden. Başımda onca bela vardı . Benim yüzümden Fırat'ın ya da ailesinin zarar görmesine dayanamazdım. Bugünü atlatsam yarın ne olacağım belli değilken Fırat'la bir yola çıkamazdım. Bir de Filiz vardı. Fırat'ı seviyor ve Canan teyze de onu gelini olarak istiyordu. Bir kadın olarak hem cinsimin canını yakamaz ona böyle bir kötülüğü yapamazdım. Ben buraya sonradan gelmiştim. Filiz'in gelecek hayallerini bozmaya ve Onu incitmeye hakkım yoktu.

Ayrıca benim sırlarım vardı. Karmaşık bir hayatım. Fırat ise net bir adamdı. Sahiplenici bir karakteri vardı. Sert biriydi. Ondan birşey saklanmasından hoşlanmıyordu. Yalana tahammülü yoktu. Şu haline ve söylediklerine bakılırsa bana karşı birşeyler hissediyordu. Bu düşünce anlık bir kalbimin ritmini değiştirse de ben Onun karakterine aykırı biriydim. Beni tanımıyordu. Eğer tanısaydı bana böyle yakın davranmaz , birşeyler hissetmezdi.

Belki de sevgi böyle bir şeydi. Birini severken şu veya bu sebebe ihtiyaç duymaz , karşımızdaki kişiyi olduğu gibi severdik. Tüm yanlışları ve doğrularıyla. Koşulsuz, şartsız. Karşımızdakini ait olmadığı kalıplara sokmadan. Kötü ya da iyi olduğu için değil sadece o olduğu için.

Ben hayatımdaki tüm insanları böyle sevmiştim zaten. Ama hayatımdaki insanlar hiçbir zaman beni olduğum gibi kabul etmemişti. Ya Fırat'ta olduğum gibi kabul etmezse beni? Değiştirmeye çalışırsa? Kendi doğrularını benim yanlışlarımın önüne koyarsa? Ya birgün yorulursa benden? Hiç kimseye yetemediğim gibi birgün Ona da yetemezsem?

İç çektim usulca ve başımı yerden kaldırdım. Fırat hâlâ elim elindeyken beni izliyordu. Sadece birkaç saniye geçmişti ama ben içimde ne sorularla boğuşmuştum.
Elimi elinden çektim. Bu sefer boşluğuna gelmiş olacak ki elimi bırakmıştı.

- Benim kimsenin korumasına ihtiyacım yok. Kendi başımın çaresine kendim bakabilirim. Siz sadece işinizi yapsanız yeter, dedim.

Sesim sakin ve yine resmiydi. Fırat sözlerimle afallamıştı. Bir süre çatık kaşlarının arasındaki şaşkın gözleriyle yüzüme baktı.

- Sen...sen ne yapmaya çalışıyorsun?

Kalbimi korumaya çalışıyorum.

- Hiçbir şey yapmaya çalışmıyorum. Olması gereken neyse onu söylüyorum sadece.
- Yok...yok sen benim aklımla oynuyorsun.
- Benim kimsenin aklıyla oynadığım yok. Doğru olan bu .

Fırat dudaklarını diliyle ıslatıp başını salladı.
- Öyle mi?
- Öyle , dedim hiç teklemeden.
Fırat ise,
- Peki , diyerek asansörü çalıştırdı.
Sinirlenmişti. Haklıydı da. Dengesiz davranıyordum. Elimde olmadan Onun çekimine giriyor gerçekleri hatırlayınca da kendimi geri çekiyordum. Ama olması gereken de en hayırlısı da zannımca buydu.

Fırat sert adımlarıyla açılan asansör kapısından çıkıp gitti. O çıkar çıkmaz gözlerim dolmuş yaşlar birer ikişer süzülmüştü. Kalbim acıyordu. Zihnim mutluluğun, sevmenin ve sevilmenin bana ne kadar uzak olduğunu bir kez daha fark ederken beşinci kata gelip açılan asansör kapısından çıktım.

Kapıyı açıp içeriye girdim. Sırtımı kapattığım kapıya dayayıp gözümden süzülen yaşları elimin tersiyle silerken niyetim bir duş alıp uyumaktı. En azından Ömer Korhan ve çocuklarının uçak saatine kadar.

Salonun ışığını yakıp kabanımı çıkarırken kapı çalmıştı. Elimdeki kabanı vestiyere asıp kapıyı açtım. Karşımda Bahar vardı.
- Oo Hazan hanım yüzünüzü gören cennetlik.
- İyi baya şanslısın o zaman.

Bahar gülümserken bende gülümsedim.
- Öyleyim tabii. Neyse hadi annem seni yemeğe çağırıyor.

İç çeker gibi bir nefes aldım. Daha az önce Fırat'la aramızda bir tartışma geçmişti. Şimdi kalkıp oraya gitmek istemiyordum. Ayrıca çokta yorgundum.

- Bahar bu akşamlık beni mazur görseniz.
- Olmaz Hazan hem dünde gelmedin. Annem gücenmiş. Eğer şimdi gelmezsen gelip kendi alacakmış seni. Canan sultanı sinirlendirmezsen iyi edersin.

Pes edip başımı sallarken,
- Tamam. Bir duş alıp gelirim, dedim.
Bahar gülümseyip,
- Bekliyoruz, dedi ve gitti.
Bende kapıyı kapatıp banyoya doğru ilerledim.

*****
Banyodan çıktığımda üzerimi giyinip telefonu ve arabanın anahtarını aldım. Üzerime de uzun deri çeketlerimden birini alırken havaalanına Canan teyzelerin evinden geçmeyi planlıyordum. Saat şuan 19.30' u gösteriyordu. Uçağın kalkmasına iki buçuk saat vardı.

Kim Chin Mae ise şuan havaalanında uçaktaki yolcuların ve kokpitte ki çalışanların kimlik bilgilerine ulaşmaya çalışıyordu. Kimlik bilgilerine ulaştığı an bilgileri Cihan abiye gönderecek o da inceleyip bize bilgi verecekti.

Evden çıkıp merdivenlere yöneldim. Dördüncü kata indiğimde Canan teyzelerin kapısını çalıp açılmasını bekledim. Kapı açıldığında ise karşımda Oğuz'u görmeyi beklemiyordum. Bir süre şaşkınca yüzüne baktım. Aramızda süre gelen sessizliği ise Oğuz bozdu.
- Hoşgeldin.
Zihnim o akşam bana söylediklerine giderken gözlerim yaranın olduğu koluna gitmişti. İçimde bir yer yine acırken,
- Hoşbuldum, dedim ve gözlerim tekrar yarasına giderken "geçmiş olsun" diye de ekledim.
Oğuz'un gözleri parlarken,
- Sağol. Girsene içeriye, dedi.
Başımı sallayıp ayakkabılarımı çıkarırken içeriye girdim.

O sırada mutfaktan çıkan Canan teyze ,
- Oy güzel kızım hoşgeldin, diyerek bana sarıldı.
Bende ona sarılırken,
- Hoşbuldum Canan teyze, dedim.

Hemen ardından gelen Bahar'la da sarılırken Dilek'i gördüm. Bahar'dan ayrılıp Dilek'e sarıldım.

Dilek'i sevmiştim. İyi biri olduğu belliydi. Oğuz'la birbirlerine olan sevgileri gözlerinden okunuyordu. Umarım mutlu olurlardı.

Canan teyze,
- Hadi sofrayı kuralım, derken elimdeki deri ceketi vestiyere asıp gözlerimin içine bakan Oğuz'u görmezden gelerek mutfağa geçtim. Fırat ise ortalarda görünmüyordu. Böylesi benim için daha iyiydi. Onu görmekten rahatsız değildim ama onu görmek kalbime pek iyi gelmiyordu.

Elime verilen tabakları salondaki masaya dizerken Fırat salona girmişti. Umursamadan işime devam ettim. O ise televizyonun karşısındaki koltuğa oturmuştu. Tabakları dizip tekrar mutfağa girdim derken bütün sofra kurulmuştu.

Herkes masanın başına geçerken ceketimin cebindeki telefonumu alıp Bahar'ın yanına oturdum. Fırat ise tam karşımda otururken Oğuz'da onun yanına oturmuştu. Önümdeki çorbayı içerken Oğuz'un sesini duydum.
- Hazan?
Başımı kaldırıp ona baktım.
- Efendim?
Oğuz derince yutkunup boğazını temizlerken,
- Biz bu hafta sonu Dilek'le nişanı ve kına gecesini bir arada yapalım diyoruz, dedi.
Hiçbir şey söylemeden başımı salladım.
Oğuz ise devam etti sözlerine.
- Annemle konuştum gelemeyeceklerini söylediler. Benimde buradaki tek akrabam sensin. Nişana...gelir misin?

Masadaki herkesin gözü bendeydi. Özellikle Fırat , Bahar ve Dilek'in.

Gelirdim tabii nişana. Niye gelmeyeyim ki? Kardeşimdi o benim. O gün öfkeyle kötü şeyler söylemiştik birbirimize. Ama günün sonunda Oğuz hep benim kardeşim olarak kalacaktı. Onu en güzel gününde boynunu bükük, yüreğini kırık bırakamazdım.

Gülümsedim .
- Gelirim.
Oğuz'un yüzü mutlulukla aydınlanırken neşeyle gülümseyip yerinden kalktı. Bana doğru gelip kollarını arkadan boynuma dolarken,
- Kimin kardeşi be! Antep fıstığım benim! Dedi.
Sonrada yanağıma defalarca öpücük kondurdu. Canan teyze , Dilek ve Bahar bu halimize gülerken Fırat'ın sert sesi duyuldu.
- Oğuz tamam. Geç otur yemeğini ye.
Bahar ,
- Kalkıp bide dövseydin abi, derken Fırat'ın sert bakışlarıyla susmuştu. Oğuz ise,
- Emredersiniz komutanım, diyerek gülümsemesi yüzünde sabit dururken yerine geçip yemeğini yemeye devam etti.
Herkes yemeğini yemeye geri dönerken gelen mesaja bakmak için telefonuma yöneldim. Mesajı yollayan Kim Chin Mae'ydi.

Havaalanının bilgisayar sistemine sızdım savcı.

Kim Chin gerçekten bu bilgisayar işlerinde çok iyiydi. Havaalanının bilgisayar sistemine sızmak kolay birşey değildi. Milyonlarca insanın kimlik bilgisinin korunduğu bir yerdi. Sisteme sızmak zor olan kısımdı. Bundan sonrası ise Cihan abideydi. Kimlik bilgilerini elde ettiğimiz insanların sicillerine ulaşacaktı .

Telefonu masaya geri bıraktığım da Fırat'la göz göze gelmiştim. Çatık kaşlarıyla ve bu aralar fazla yüz göz olduğum sinirli gözleriyle bana bakıyordu. Kim bilir neler geçiyordu aklından? Kendince beni neyle itham ediyordu kendi içinde?

Gözlerimi gözlerinden çekip önüme döndüm. Yorgundum , bitkindim. Bir parça umutsuzdum da. Kendim içinde, etrafımdaki insanlar içinde. Dünya dönüyor , kuşlar uçuyordu ama insanlar yaşamıyordu şimdilerde. Şarkılar çok kısa, diziler çok uzun insanlar ise mutsuzdu. Gel gör ki insanoğlu yaşamaya mecburdu.

******
Yemekler yenmiş sofrayı topluyorduk. O sırada kapı çaldı. Bahar kapıya bakmaya giderken ben işime devam ettim. Elimdeki tabağı mutfağa götürürken Filiz'lerin geldiğini görmüştüm. Necla hanım ve Canan teyze sarılıyordu. Beni görünce ailecek pekte mutlu olmamışlardı. Ama yapacak birşey yoktu. Mutfağa geçtiğimde Bahar'da gelmişti.

- Ay haber vermeden gelinir mi bu saatte ya?
Kolumdaki saatte bakıp 20.25 geçtiğini gördüğümde,
- Ne var kızım saatte? Gayet normal bir saat , dedim.
Bahar,
- Ay Hazan gerçekten hiç dedikodu etmeye gelmiyorsun, derken Canan teyze mutfağa girmiş,
- Mutfağı toplayıp çay demleyin. Yanına da Hazan kızımın yaptığı baklavalardan falan koyun, diyerek salona geçmişti.

Dün akşam açtığım baklavaların hepsini Canan teyzelere vermiştim. Evde pek durmadığımdan yemeye vaktim olmayacak ve bozulacaklardı. Zaten yemek için değil kafa dağıtmak için yapmıştım.

Bahar'la mutfağı toplarken içeriye Elif girmiş gözlerini ovarken,
- Anne benim uykum geldi, demişti.
Elif'e bakıp gülümserken aklıma Ecrin geldi. Onu ne kadar özlediğimi kalbimin en derininde hissederken burnumun direği sızlamıştı.

Bahar'a,
- Sen Elif'i uyut buraları ben hallederim , dedim.
Bahar itiraz etmek için ağzını açarken "Hadi Bahar" dedim.
Bahar,
- Peki. Elif'i uyutur uyutmaz gelirim, diyerek Elif'i kucağına alıp gitti.

*****
Bir süre sonra Bahar mutfağa geri gelmiş, birlikte çayları ve baklavaları içeriye taşımaya başlamıştık. Ben çayları servis ediyordum. Önce Necla hanımlardan başladım. Sonrada Canan teyze , Oğuz, Dilek ve Fırat'a yöneldim.
Fırat'a çayını uzattığımda birkaç saniye yüzüme baktı. Yine farklı bakıyordu. Zihninden neler geçirdiğini anlamak zorken sonunda çayı almıştı.
Bahar'la tepsileri mutfağa bırakıp içeriye geldiğimizde boş olan yerlerden birine yan yana oturduk.
O sırada Necla hanım,
- Canan , Hazan kızımıza o olaydan bahsettin mi? Diye sordu.
Ne olduğunu anlamazken gözlerim Canan teyzeyi buldu. Canan teyze söylemekle söylememek arasında git gel yaşıyormuş gibi görünürken ,
- Ne olayı Canan teyze? Diye sordum.
Canan teyze derin bir nefes alıp,
- Bizim alt komşu var kızım , Nesrin. Bugün gün yaptım onu da davet ettim. Yaptığın baklavalardan ikram ettim onlara. Çok beğendiler. Sonra konu senden açıldı. Oğlu var Nesrin'in. Adı Umut. Seni apartmana girip çıkarken görmüş , çok beğenmiş. İyi bir çocuktur Umut. Polis memuru zaten. Sen kabul etmezsin diye olumlu konuşmadım Nesrin 'e ,dedi.

Şaşırmıştım. Birkaç saniye öylece durdum. Karşımdaki Fırat'la göz göze gelmiştik. Fırat'ın gözleri ateş püskürürken, yumruklarını sıkmıştı. Alnında ve boynundaki damarlar kendini gösteriyordu ve Fırat bana kitlenmiş öylece duruyordu.

Necla hanımın sesi tekrar duyuldu.
- Ay Canan! Kız, çocuğu görmeden nasıl karar versin? Nesrin sana fotoğrafını göndermişti. Gösteriver kıza.
Canan teyze,
- Ay doğru. Akıl mı kaldı bende? Derken Bahar,
- Kalmamış anne gerçekten de , dedi.
Canan teyze,
- Sus kız sen , diyerek bana Umut denilen adamın fotoğrafını göstermek üzere oturduğu yerden doğrulurken araya girdim.
- Hiç zahmet edipte yerinden kalkma Canan teyze. Fotoğraf falan görmek istemiyorum. Daha öncede söyledim yine söylüyorum; evlilik üzerine kurulu bir gelecek yok kafamda. Nesrin hanıma da bunu böyle söylersiniz.

Canan teyze yerine otururken ,
- Peki yavrum, sen bilirsin , dedi.
Ona içten bir şekilde gülümsedim. Canan teyzeden de aynı karşılığı alırken Necla hanımın,
- Kızım bir görseydin. Yakışıklı çocuktur Umut. Görmeden karar verme. O seni görmüş beğenmiş belki bir görsen sende beğeneceksin. Hem çocuk 26 yaşında, diyen sesini duydum.

Ne demeye çalıştığını anlamazken,
- Ne demeye çalışıyorsunuz? Diye sordum.
Necla hanım yerine bana cevap veren Filiz olmuştu.
- Yaşıtlarınla oyna diyor yani.

Birkaç saniye ortamda bir sessizlik oldu. Ben ise anlayacağımı anlamıştım. Fırat'la aramızda olan şeyleri, Fırat'ın bana olan bakışlarını anlıyorlardı. Ve bana " Fırat senin dengin değil " demeye getiriyorlardı. Akıllarınca Fırat'tan uzak durmamı söylüyor Fırat'la aramda olan yaş farkını da buna sebep görüyorlardı. Belki kendilerince haklı olabilirlerdi ama kimse benimle böyle konuşamazdı. Çocukluğunu yaşayamamış biri olan bana kimse çocuk yakıştırması yapamazdı. Kaldı ki ben kimseye yanlış bir hareket ya da sözde bulunmamıştım. Kötü niyetli olduklarını anlayabiliyordum. Bu yüzden de onlara saygı duymak zorunda değildim.

Alayla hafifçe gülüp yerimden kalktım. Herkesin bakışları bana dönmüştü. Yanımda duran Bahar sakin olmamı söylerken masanın üzerinde duran telefonumu arka cebime soktum. Arabanın anahtarını da elime alırken Filiz'in ve Necla hanımın gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladım.
- Kiminle oynayıp oynamayacağımı ben bilirim. Sizde haddinizi bilin. Üzerinize vazife olmayan şeylere karışmayın. Benim canımı sıkmayın.

Filiz bozguna uğrarken kimseden ses çıkmıyordu. Oğuz "işte benim kuzenim" der gibi gülümserken salondaki herkesin yüzünü tarayıp , Fırat'a gözlerimi değdirmeden,
- Hadi herkese cümleten hayırlı akşamlar, diyerek salondan çıktım.

Vestiryerden deri ceketimi alıp giyerken Oğuz ve Dilek peşimden gelmişti. Ayakkabılarımı da ayağıma geçirirken ,
- İsterseniz oturun. Ben kalkıyorum diye kalkmak zorunda değilsiniz, dedim.
Oğuz,
- Saçmalama Hazan. Sana saygısızlık yapılan yerde duracak değilim, dedi.
Dilek'de Oğuz'u onaylarken kapıyı açıp hep beraber çıktık ve asansöre bindik.
O sırada Oğuz,
- Sen nereye gidiyorsun Hazan? Bizi mi uğurlayacaksın? Diye sordu.
- Aman başka işim gücüm de yok zaten benim.
- Ee o zaman nereye kızım bu saatte?
- Bazı işlerim var.

Oğuz bu durumdan hiç memnun olmamış gibi görünüyordu.
- Hazan bak bu aralar ortalık pek tekin değil. Başına birşey gelmesinden korkuyorum. Yarın halletsen işini olmaz mı?
- Olmaz Oğuz. Şimdi halletmem lazım.
- Peki. Dikkat et bari.

Başımı onu onaylamak için salladığımda açılan asansör kapısından çıktık. Apartmanın önünde durduğumuzda önce Dilek'e sarılıp vedalaştım. Oğuz'la sarılırken Dilek bizi yalnız bırakmak için arabaya binmişti.

Oğuz benden ayrıldığında derin bir nefes çekti ciğerlerine ve,
- Hazan...o gün söylediklerim için özür dilerim. Bir anlık sinirle çıktı hepsi ağzımdan. Biliyorsun beni öfkelenince ne söylediğimin farkında olmuyorum, dedi.

Başımı salladım usulca.
- Bende özür dilerim. Yaşadığım hiçbir şey senin suçun değildi. Belki de sen haklıydın. Bilmediğim o şey her neyse belki de ben bu hikayede baştan beri haksız olan taraftım.

Oğuz başını olumsuz anlamda sallarken,
- Hayır Hazan, dedi." Bu hikayede haklı olan tek kişi sensin"

Burukça gülümsedim.
- Keşke haksız olsaydım. Haksız olsaydım da yaşamak için bir parça umudum kalsaydı elimde .

Oğuz başını gökyüzüne çevirip bana sarıldı.
- Şunu asla unutma Hazan; her ne olursa olsun , her ne yaşarsan yaşa yanında olacağım. Bir yere sırtını yaslamak istediğinde arkanda, korunmak istediğinde önünde, savaşmak istediğinde yanında. Ama her ihtiyaç duyduğunda yakınlarında olacağım. Ve sen çok özel bir insansın. Unutma hayatına girip çıkan insanların hiçbiri , hiçbir zaman seni tam anlamıyla hak etmeyecek.

Gözümden süzülen yaşlar Oğuz'un deri ceketine bulaşırken ona daha sıkı sarıldım. Bütün gün ihtiyaç duyduğum sığınak burasıydı sanki. Bu sözleri duymaya ihtiyacım vardı.

Ağladığım için mahsun çıkan sesimle,
- Teşekkür ederim, dedim. " Bugün birine sarılmaya , birinin yanımda olduğunu duymaya çok ihtiyacım vardı. "
Sonra bir hıçkırık firar etti dudaklarımın arasından. Bir ağlama krizinin eşiğindeydim.
Oğuz benden ayrılıp eliyle gözümden süzülen yaşları silerken ,
- Hazan neyin var senin ? Diye sordu.
Nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken,
- Yok birşeyim, dedim.
Ama gözlerimdeki yaşlar aksini söylemek istercesine hızlanıyordu.
Oğuz kaşlarını çatmış bir vaziyette,
- Hazan yalan söyleme abim. Olmuş birşey. Sen kolay kolay ağlamazsın böyle. Hadi anlat bana, dedi.

Burnumu çektim usulca.
- Birşeyim yok. Yorgunum sadece. Herşey çok üst üste geldi bu aralar. Hiçbir şeye yetemiyorum sanki. İlk defa kendime bile yetemediğimi fark ettim.

Cümlemi bitirince derin bir nefes aldım ve ekledim;
- Ne istiyorum biliyor musun Oğuz? Uyumak istiyorum. Ama öyle sıradan bir uyku değil. Öyle bir uyku ki istediğim. Beni öldürmeyecek ama yaşatmayacakta.

Oğuz gözümden dökülen yaşlara yenisi eklenirken teker teker sildi hepsini. Yüzümü, gözlerimin içini inceledi bir süre. Sanki zihnimden geçenleri okumak istiyor , beni karşısında küçük bir kız çocuğu gibi ağlatan meselenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Lakin mesele şuydu ki; ben bile neden ağladığımı bilmiyordum. Bir sürü sebebi vardı ama hiçbirine tam olarak şu diyemiyordum.
Oğuz ise ,
- Hazan sen gerçekten iyi misin abim? Diye sordu.
Gözyaşlarıma tezat gülümsedim burukça.
- Bilmem , dedim. "İyiyim herhalde. Yaşıyorum , hayattayım. Daha iyi de olmadım zaten ömrüm boyunca."

Oğuz üzgün bir şekilde baktı gözlerimin içine ve,
- Hazan bak endişelendiriyorsun beni , dedi. " İstersen gitmeyeyim , kalayım bu gece seninle. Konuşuruz. Çocukken olduğu gibi sarılır uyuruz beraber. He abim?"

Oğuz'un gözleri gerçekten de bariz bir endişeye bürünmüştü. Ah be Oğuz... Çocukken olduğu gibi sarılıp uyuyamayız artık. Çünkü büyüdüm ben. Kalbimizde açılan yaraların sarılıp uyuyunca geçmeyeceğini bilecek kadar büyüdüm.

Aramızda oluşan kasvetli havayı dağıtmak ve Oğuz'un endişesini yok etmek amacıyla gözümdeki yaşları elimin tersiyle silerken hafif bir kahkaha attım. Oğuz öylece yüzüme bakarken,
- Eskisi gibi uyuyamam ben seninle, dedim. "Horluyorsun sen. Halam söyledi."
Oğuz hafif gülümserken,
- Beceremiyorsun, dedi.
Ne demek istediğini anlamazken öylece baktım yüzüne.
- O güzel gülüşünle bile gözlerindeki hüznü gizlemeyi beceremiyorsun.

Yüzümdeki gülüş yavaşça kaybolurken başımı önüme eğip,
- Biliyorum ama denemekten zarar gelmez, dedim.
Oğuz bana tekrar sarılırken sırtına hafifçe vurdum.
- Hadi Oğuz git artık. Kız ağaç oldu arabada.
Oğuz saçlarımın arasına bir öpücük kondurup benden ayrılırken,
- Gideceğim ama bana iyi olacağına dair söz vereceksin, dedi.
Gülümsedim.
- Söz. Git hadi.

Oğuz başını sallayıp birkaç adım gerilerken arkasını dönüp arabasına doğru ilerledi. Eli kapıdayken yine bana döndüğünde Ona el salladım. Başıyla selam verip sonunda arabasına binip gitti.

Bir süre öylece uzaklaşan arabanın arkasından baktım. Sonra derin bir nefes alıp arkamda kalan arabama yöneldiğimde apartmanın kapısında halihazırdaki çatık kaşlarıyla beni izleyen Fırat'ı gördüm. Ne kadardır oradaydı bilmiyordum. Ama gözlerinde bana karşı bir hüzün bulutu kendisini gösterirken sinirli olduğunu fark ettim. Belki de birşeyleri duymuştu. Yine de bunu umursamadan arabama binip havaalanına gitmek üzere yola koyuldum.

*****
Havaalanına vardığımda uçağın kalkmasına on beş dakikadan az bir süre vardı. Hızlı adımlarla ilerleyip yolcuların beklediği alana doğru yöneldim. Fazla bir kalabalık yoktu etrafta ve Ömer Korhan'ı bulmam zor olmamıştı.

Adam çocuklarına sarılmış bir vaziyette başını önüne eğmiş öylece duruyordu. Yorgun bir baba vardı karşımda. Çocukları için birşeylerden vazgeçmiş bir baba. Hayatın üzerinden kamyonla geçtiği bir baba. Bir başka babanın kendi evladını öldürmesi sonucu vatanından olan bir baba.

Bir süre olduğum yerde durdum. Bu yorgun babaya yaklaşmaya , uzaktan bile belli olan kederini yakından görmeye cesaretim yoktu. Ailesinin ölüm haberini bile kendim vermemiştim ona. Koruyamadığım için değil korumayı akıl edemediğim için ölmüşlerdi belki de ve ben bunun ağırlığına dayanamıyordum. Yine de son bir kez konuşmak istedim. Bu yüzden de yavaş adımlarla Ömer Korhan'a doğru ilerlemeye başladım.

Adamın önünde durduğumda cesaretim vardı. O gözlerde nefret görmeye cesaretim vardı. Ömer bey beni fark edip başını yerden kaldırdı. Nemli gözleri bir süre öylece yüzüme bakarken o gözlerdeki fırtınaları görüyordum. Avaz avaz bağırmak istiyordu o gözler. Hüngür hüngür ağlamak, koşup ailesine gitmek istiyordu. Ama o gözlerde birşey daha vardı; çocuklarının sevgisine sıkışmış bir baba. Bu adam herşeyden önce bir baba olduğunun bilincindeydi.

O sırada gözlerim masumca bana bakan çocuklara takıldı. Onlarında gözleri yaşlıydı.

Bir çocuk için en zor şeydir; asla yıkılmayacağına inandığı bir dağ gibi gördüğü babasıyla sarılıp ağlamak.

Onların bu hallerine gözlerim dolarken küçük kız çocuğunu kucağıma alıp Ömer beyin yanına oturdum. Birkaç saniye sessizce dururken derin bir nefes alıp,
- Özür dilerim, dedim. " Ailenizi koruyamadığım için. Böyle olsun istemezdim."

Adamın aldığı derin nefes kulağıma doldu.
- Bende böyle olsun istemezdim savcım. Karımın, anamın, atamın mezarını gerimde koyup gitmek istemezdim. Ama gelin görün ki bu benim karar verebileceğim bir konu bile değil. Daha bugün sordum size ; bu şerefsizler benden daha kaç şey alacak diye. Cevabın bu kadar çabuk gelmesini beklemiyordum. İçim yanıyor savcım. Ateş benimi yakıyor yoksa ben ateşin kendisi mi olmuşum bilmiyorum ama içim cayır cayır yanıyor... Evlatlarım için yaşıyorum savcım. Yoksa can değil bu bedende taşıdığım. Koca bir yük.

Adamın sözleri bir ok gibi yüreğime saplanırken elimden özür dilemek dışında birşey gelmiyordu. Bende öyle yaptım. Defalarca özür diledim.

Ve Şırnak - Ankara uçağının anonsu yapıldı. Kucağımdaki kızı yere indirip ayağa kalktım. Ömer Korhan'da yavaşça ayaklanırken Feyzullah komutanı ve diğer sivil jandarmaları gördüm. Etrafı çaktırmadan kolaçan ediyorlardı.

Gözünden yaşlar süzülen adama dönüp elimi omzuna koydum.
- Siz çok iyi bir babasınız. Herşey çocuklarınız ve sizin için umarım daha iyi olur. Elimden başka türlüsü gelse yapardım bunu bilin. Böyle olmak zorunda. Ailenizin cenazesi içinde endişelenmeyin. Herşeyle ben bizzat ilgileneceğim.

Sözlerime ceketimin cebinden çıkardığım numaramın yazılı olduğu kartla devam ettim.
- Ankara'ya vardığınızda beni bu numaradan arayıp haber verin. Sizi orada birileri karşılayacak zaten. Herşeyin sizin ve çocuklarınız için daha kolay olmasını sağlayacaklar. Tekrar özür dilerim. Herşey için.

Ömer Korhan usulca başını sallarken elimdeki kartı aldı. Söyleyecek bir sözü yoktu besbelli. Benimde yoktu. Konuşmam gerektiği için konuşuyordum. Yani boşuna.

Adam çocuklarının ellerini tutarak giden yolcu kapısına doğru ilerlemeye başladı. Sivil jandarmalarda peşinden giderken yanımda bir hareketlilik hissettim. Başımı yana çevirdiğimde Kim Chin Mae'yi gördüm. Az önce kalktığım yere geri otururken Kim Chin'ne ,
- Herhangi bir sıkıntı çıktı mı? Diye sordum.
Kim Chin yanıma otururken,
- Çıkmadı. Hatta herşey beklediğimizden daha iyi gitti , dedi.
Ona dönüp,
- Nasıl? Diye sordum.
- Uçağın pilotu Yunus Aydemir bizdenmiş. Ankara'ya kadar uçak içinde adamı ve çocukları koruyacaklar.

İçim rahatlarken,
- Güzel, dedim.
Onca kötü şeyin içinde güzel olan birşeyler olması hoştu.

*****
Apartmanın önüne geldiğimde saat 23.30'u gösteriyordu. Arabadan indiğimde Fırat'ın arabasının yerinde olmadığını fark ettim. Belki de benden sonra o da çıkıp gitmişti. Derin bir nefes alıp apartmana girecekken parktaki köpek aklıma geldi. Geri dönüp bagajdan kuru ve yaş mamayı alıp birbirine karıştırırken parka doğru yürümeye başladım.

Sokak lambalarının ışığı arkamdan vururken gölgem önüme düşüyordu. Saçlarım usulca esen rüzgarda savruluyor zihnim bugün olanların ağırlığıyla savaşıyordu. Ömer Korhan'ın o bitkin ve yorgun hali gözümün önünden gitmezken içimdeki ölüler birer birer canlanıp yüreğime dikiliyordu.

Güzel şeylerde olmuştu bugün. Aşık olduğumu fark etmiştim. Bende birini sevebiliyordum. Sonunda bir kavuşma yoktu belki de bu aşkın zaten bende bir kavuşma beklemiyordum. Herkesi olduğu gibi Fırat'ı da içimden sevebilir gerekirse kendi kendime kırılıp dökülebilirdim. Sevmiştim işte. Bunu kimse değil ben yapmıştım kalbime. Sorumluluğunu alabilirdim.

Canan teyzeler de olan olaysa pek kafama takılmamıştı ama yine de bir süre Canan teyzelere gitmemeye karar vermiştim. Sorunum Canan teyzeyle değildi. Ama gelini olarak istediği Filiz'i rahatsız ediyor olmam onunda hoşuna gitmezdi. Evde olanların ne kadarını anladığını bilmesem de en iyisi onlardan uzak durmaktı. Hem bu sayede şu sıralar tehdit altında olduğum için onları bu şekilde kendimden uzak tutabilir ve koruyabilirdim. Artık benim yüzümden insanların ne fiziken ne de kalben zarar görmesini istemiyordum.

Kısa süren yürüyüşün ardından parka varmıştım. Köpek bu sefer etrafta yokken bir ıslık çaldım. Bir süre sonra köpek koşarak bana doğru gelirken çam ağacının yanına ilerlemeye başladım. Köpeğin önüne yemeği bırakırken başını okşayıp onu sevmiştim. Sonra da her zaman yaptığım gibi kaydırağa oturdum.

Hava soğuktu. Dışarıya verdiğim nefesin buhara dönüşünü izlerken kollarımı bedenime doladım. Kendimi yapayalnız hissettim bu gecenin karanlığında. Ne savaşlar vermiştim kendi içimde bugün. Kimsenin haberi olmadan ne hayaller kurup yıkmıştım. Kimseye derdimi tam anlamıyla anlatamazken yine kendi yalnızlığımda deva bulacaktım.

Derin bir nefes alıp oturduğum kaydırağa boylu boyunca uzandım. Üşüyordum ama bu soğuk içimdeki yangın kadar zarar vermezdi bana. Bu yüzden gözlerimi daha derin bir karanlığa kapadım. Uykum vardı.

Bir süre sonra yanıma gelen köpeğin yumuşak tüylerini ellerimin üzerinde hissederken köpeğe sarıldım. Bu sayede kaydırakta beraber yatar bir pozisyona gelmiştik. Buradan kalkıp eve gitmem gerektiğini zihnimde döndürüp dururken uykuya yenildim.

Bir gece vakti , soğuk bir parkın kaydırağında, bir sokak köpeğiyle koyun koyuna uyuya kalmıştım.

Ve belki de bu gece, bu parkta ben uyurken içimdeki küçük Hazan saklandığı yerden çıkıp saatlerce oyunlar oynamıştı. Çocukken oynayamadığım parklarda büyüyünce ağlamakta benim içimde hep bir ukte olarak kalacaktı. Gecenin bir yarısı evsiz , yurtsuz , kimsesiz bir berduş gibi sızıp kaldığım bu parkta tüm bunlara şahit olacaktı. Ne acı ki bu parkın şahit olacağı şeyler asla bunlarla sınırlı kalmayacaktı.
💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧

  


  

Loading...
0%