@yikim2024
|
***** Adliyedeki odamda elime ulaşan İnci'nin otopsi sonucunu incelerken parkta uyuyup biraz üşüttüğümden dolayı grip olmamak için ıhlamur içiyordum. İnci'nin otopsi sonucundan ise beklediğim dışında bir sonuç gelmemişti. Otopsi raporunun gösterdiği üzre İnci defalarca tecavüze uğramış ve şiddet görmüştü. Yine midem bulanırken içimde bir öfke kol geziniyordu. Cafer denilen şerefsizi içeri tıkmış olmama rağmen İnci'nin intikamını almışım gibi hissedemiyordum tam anlamıyla. Ve daha onlarca kız çocuğu şuan hangi dağın, hangi ücra köşesinde İnci'yle aynı kaderi paylaşırken içim asla rahat etmeyecekti. Onları kurtarmadan - ölü ya da diri - huzurla tek bir gece dahi uyumayacaktım. Otopsi raporunu masamın çekmecesine koyarken telefonum çaldı. Arayan Kim Chin Mae'ydi. Aramayı yanıtlayıp, Bahsettiği adam dün üzerime kamyon süren kişiydi. Ömer Korhan'ı yolcu ettikten sonra kamyonetin plakasını Kim Chin'e vermiş ve adamın kim olduğunu araştırmasını istemiştim. Adamın dövülme olayının ise arkasında yatan tek bir kişi olabilirdi. O da Fırat'tı. Çünkü bu olaydan bir tek onun haberi vardı ve kendi ağzıyla söylemişti "bulup ecdadını sikeceğim onun" diye . Kim Chin beni onaylarken telefonu kapatmıştık. Aklım ise Fırat'a gitmişti. Dün akşam benden sonra adamı bulmaya gitmişti demek ki. Zaten sabahta arabası yerindeydi. Yine de bu yaptığı doğru değildi. Başına herhangi bir iş açılabilirdi. Ona kendim halledeceğimi söylemiştim. Niye böyle birşey yapmıştı ki? Fırat herşeyiyle bir soru işaretiydi kafamda. Bu yüzden fazla düşünmemeye karar verdim. Son bir kaç yudum kalan ıhlamuru içip gerçeklere dönmek üzere yerimden doğruldum. Önce Ömer Korhan'ın anne babasının otopsisinde bulunmam sonra da operasyonda yakalanan Cemal denilen adamın sorgusuna katılmam gerekiyordu. Bugün yine diğer günlere paralel olarak benim için yoğun ve yorucu geçecekti. Kabanımı, telefonumu ve arabanın anahtarını alıp adliyeden çıktım. Arabaya bindiğimde ise hava yağmurluydu. Isıtıcının ayarını yükseltip yola koyuldum. Arabanın ön camına düşen yağmur damlalarını izlerken diğer günlere nazaran hiçbir şey düşünmüyordum aslında. Hayatım tam orta yerinden kırılmıştı sanki. Bir umutsuzluk vardı içimde. Bir yerlerde yanlış yapıyormuşum hissi sarıyordu içimi. Kopmuştum hayattan. Kafamın içinde koca bir boşluk ve ben o boşlukta her zerremle savruluyordum. Benim hikayemin zor olmasının yanı sıra diğer insanların hayatlarının zorluğu da çöküyordu omuzlarıma. İnci'nin ölümü, Hacer teyzenin öldürülmesi, oduncu, Ömer Korhan ve ailesi, hâlâ TKÖ denilen örgütün elinde olan canlar. Savcı olmaya karar verdikten sonra katıldığım gizli kuruluşta bize eğitim veren bir üst şöyle söylemişti bana "çok duygusalsın. İnsanların acısını kendi acın gibi sahipleniyorsun. Ama bizim mesleğimizde bunlara yer yok. Eğer bu mesleği icra edemeyeceğine dair en ufak bir şüphe varsa içinde şimdi çık git bu kapıdan." Gitmemiştim. Babamdan dolayı bu mesleğe olan hayranlığım bir yana kapatmam gereken bir hesap için bu mesleğe ihtiyacım vardı benim. Ayrıca babam hep şunu söylerdi; duygularını gizleyebilirisn. Bu seni kötü biri yapmaz ama duygularını kaybedersen kötü biri olursun. Vicdanı yok sayan hiçbir insan ya da meslek ayakta kalamaz. Ve benim ayakta kalabilmek için duygularıma ve vicdanıma ihtiyacım vardı. Hastaneye vardığımda artık yolunu ezberlediğim otopsinin yapıldığı labaratuvara doğru ilerledim. İçeriye girdiğimde içlerinde Harun Soydan'ın da bulunduğu doktorlar hazır bir şekilde beni bekliyordu. Yine aynı şekilde ameliyat önlüğü, maske ve boneyi taktıktan sonra benim komutumla yaşlı çiftin otopsisi başladı. Yapılan her işlemin fotoğrafı çekiliyor, ameliyat aletlerinin biri bırakılıp diğeri alınıyordu. Doktorların ellerindeki eldivenler kan olurken , kafa tasından çıkarılan mermi çekirdekleri içinde su bulunan metal kaba konuluyordu. Zihnimde Ömer Korhan'ın sözleri ve yüzü dönüp dolaşırken kendimi bu anda tutmaya çalışıyordum. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapatıp açtım. İşimi yapmalıydım. ***** Şimdi benim yapmam gerekense ailenin yaşadığı köye gidip köyün imamına durumu bildirmekti. Her insan öldüğünde doğup büyüdüğü yere gömülmek isterdi. Ömer Korhan'ın ailesinin yaşadıkları köye gömülmek isteyeceklerini düşünmüştüm. Bu yüzden sorgudan sonra köye gitmeye karar verdim. Düşüncelerim arasında hastaneden çıkmak üzereyken Bahar'ın sesini duydum. Ona doğru döndüğümde, - Var , konuşalım. Bahar ellerini masanın üzerinde birbirine kenetlerken dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı. Bahar başını beni anladığına dair aşağı yukarı salladı ve, - Devam et, dedim sakince. Bahar'ın ne anlatmaya çalıştığını anlamaya çalışsam da olmuyordu. Bahar yine başını sallarken, Lakin bu durum Fırat'a gitmemi sağlamazdı. Benim yüzümden hâlâ Fırat'a zarar gelebilirdi. Bir ilişkiye başlasak sırlarım aramızda sorun olabilirdi. Kaldı ki Fırat'ın beni sevip sevmediği kafamda hâlâ bir soru işaretiydi. - Hissetmiyorum. Bahar beni onaylayıp "görüşürüz" derken hastaneden çıkmak üzere yürüyemeye başladım. Arabama bindiğimde karakola gitmek için yola koyulmuştum. Karakola vardığımda Feyzullah komutan beni karşılamış ve Cemal denilen adamın bulunduğu sorgu odasına yönlendirmişti. Bu sefer direk sorguya kendim girecektim. Bu yüzden Feyzullah'a dönüp, Sorgu odasının kapısını açtığımda, tavandan sarkan lambanın loş ışığının aydınlattığı küçük masada Cemal şerefsizi tek elinden masaya kelepçelenmiş bir şekilde oturuyordu. Kapının açılma sesini duymuş olacak ki bana dönmüştü. Beni gördüğünde ise yüzünde yine aynı alaycı gülümseme belirdi. Gözleri gözlerime kilitlenirken bende aynı şekilde onun gözlerine bakıyordum. Onu gözlerinde alay varken benim gözlerimde ise büyük bir nefret ve öfke vardı. Kapıyı kapatıp adama doğru birkaç adım attım ve karşısındaki sandalyeye oturdum. Bu şerefsizin sesini bile duymaya tahammülüm yoktu. Alayla gülen bu sefer ben oldum. Adamın yüzü düşerken gözleri öfkeye bürünmüştü. Bense gözlerimi gözlerinden ayırmadan öne doğru eğilip ellerimi masanın üzerinde birbirine kenetledim. Adamın yüzü "döl israfı" kelimesiyle iyice gerilirken, Masanın üzerinde birbirine kenetli olan ellerimi çözüp ayağa kalktım. Adamın arka tarafına geçerken omzundaki sargılı olan kurşun yarasının üzerine elimi koydum. Ve tüm gücümle bastırdığımda adamın ağzından acı dolu bir inleme kaçtı. Adamın kulağına doğru eğilip, Cemal şerefsizi acıdan dolayı birbirine geçirdiği dişlerinin arasından, Öfkeyle aniden adamın gırtlağına kolumu dayayıp sıkarken, Nevrim dönmüştü. Öyle ki ne adamın omzundaki yaradan sızan kanı ne adamın gırtlağındaki kolumla yaptığım baskı yüzünden Cemal şerefisizinin nefessiz kalışını ne de sorgu odasına giren Feyzullah ve diğerlerini gözüm görmüyordu. Feyzullah, Gözlerim Feyzullah'ı bulurken Cemal şerefsizi serbest olan eliyle kolumu boğazından çekmeye çalışırken bir yandan da ayaklarını yere vurarak çırpınıyordu. Ama ben istemediğim sürece kurtulamazdı. Çünkü kitlenmiştim. Beynim öfkeyle düşünme işlemini gerçekleştiremiyorken Cemal bir umut Feyzullah'tan yardım istedi . Feyzullah yüzündeki endişeyle yanıma gelip beni belimden tutarak çekmeye başladı. Feyzullah'ın beni tüm gücüyle çekmesi sonucu kolumu adamın boynundan çekmek zorunda kalmıştım. Feyzullah beni zorla sorgu odasından koridora çıkarmaya çalışıyordu. O sırada da Cemal şerefsizinin başı önündeki masanın üzerine düşmüştü. Muhtemelen bayılmış olmalıydı. Koridora çıktığımızda iki jandarma sorgu odasına girerken sinirle kendimi Feyzullah'ın elinden kurtarıp, Feyzullah beni sakinleştirmek ister gibi, İçimdeki öfke dinmiyordu. Nefeslerim sıklaşırken gözümün önündeki herşey dönüyordu. Karşımda duran duvara doğru ilerleyip sırtımı dayadım. Cebimdeki astım ilacını çıkarıp ağzıma sıkarken Feyzullah, O sırada sorgu odasındaki jandarmalar çıkıp, Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapatarak sakinleşmeye çalıştım. Öfkemin beni ele geçirmesine izin vermemeliydim. Feyzullah hafif gülümserken, Karakoldan çıkıp arabama bindiğimde motoru çalıştırırken acıktığımı fark ettim. Önce köye gidecek oradan dönüşte de bir yemek yedikten sonra adliyeye geçecektim. ***** Adliyedeki odama geçtiğimde ise Cemal'in ifadesi mailime düşmüştü. Hemen iddianameyi yazmaya başladım. Dün karakolda pedagog yardımıyla alınan Ömer Korhan'ın çocuklarının ifadesini de iddianameye eklemiştim. TKÖ dosyasının sayfaları giderek çoğalıyordu. Bu dosya kapandığında herkesin hayatında birçok şey değişmiş olacaktı. En çokta benim. İddianameyi yazmayı bitirdiğimde saat akşam 19.45'i gösteriyordu. Hemen belgeyi başsavcıya gönderdim. Bugünü de böyle bitirmiştim. Oturduğum yerde vücudumu esneterek doğrulurken kabanımı giydim. Eşyalarımı alıp odadan çıktığımda kapıyı kilitlemiştim. İçeride önemli belgeler ve deliller vardı. Hepsini yanımda taşımam imkansız olduğu kadar tehlikeliydi de. Bu kilitin bir işe yaramayacağını ise Hakan Çınar'ın odasına böcek yerleştirirken görmüştüm. Ama şimdilik elimden gelen buydu. Yarın odama gizli bir kamera yerleştirmeyi ise aklıma koymuştum. En azından herhangi bir belgenin kaybolma durumunda kimin suçlu olduğunu anlardım. Adliyeden çıkarken Hakan Çınar'la göz göze geldik. Yüzü sirke satarken bana öfkeli gözlerle bakıyordu. Cemal'in elimize geçmesi ve Baran şerefsizinin hastanede yattığı için askeriyeden bilgi sızdıramayışı canını sıkmış olmalıydı. Gözlerimi gözlerinden çekip adliyeden çıktım ve arabama bindim. Yola koyulduğumda ise apartmana gitmek istemediğimi fark etmiştim. Bu yüzden ilk iş olarak parka gidip köpeği beslemeye karar verdim. ***** Yağan yağmur her yeri ıslatmıştı. Geride kalan sonbaharda düşen yapraklar çürümeye yüz tutmuştu. Mevsimler değişiyor, zaman ise hiç hızını kesmeden ilerliyordu. Bu şehre geleli neredeyse bir ay olurken hiç istemediğim olayların içinde buluyordum kendimi. Fırat'a aşık olmak gibi. Bile bile lades demiştim. O beni sevmiyorken ona kalbimi vermiştim. Üstüne üstlük özlüyordum da Fırat'ı. Görmek , sesini duymak ve kokusunu içime çekmek istiyordum. Ona sarılmanın nasıl bir hissiyat vereceğini merak ediyordum. Hafif gülümsediğinde - ki Fırat'ı hiç tam anlamıyla gülerken görmemiştim - belli olan gamzesine dokunmak istiyordum. Gür ve siyahın en koyu tonuna sahip saçlarını okşamak , onu sol kaşındaki faça izinden öpmek istiyordum. Bu aşk denilen şey zehirli bir sarmaşık gibiydi. Sen istemesen de içinde büyüyor tüm hücrelerini itinayla sarıyordu. Böyle olmaması gerekirdi. Bir imkansıza tutulup yüreğimi heba etmekten korkuyordum. Derin bir nefes alıp düşüncelerimden olabildiğince sıyrıldım. Köpeğin önündeki boş poşeti alıp çöpe atıktan sonra bir süre daha dolanıp durdum parkta. Köpeği sevdim , düşündüm, biraz kendi kendime kaldım derken eve dönmek üzere arabama bindim. Saat 21.35'i gösterirken apartmanın önüne gelmiştim. Fırat'ın arabası yerindeydi. Arabamı kitleyip hızlı adımlarla apartmana girip asansöre bindim. Eve girdiğimde ise kısa bir duş alıp salondaki koltuğa uzanmıştım. Gözlerimi kapattığımdaysa uykuya yenilmem çok kısa sürmüştü. ***** O an babamın bir sözü düştü aklıma; içinde kimsenin bilmediği bir sevda taşıyan insan kaktüs çiçeğine benzer. Herkese dikenlerini gösterir ama içinde taşıdığı suyun hikmetini bilmezsin. Şırnak trafiğinde öylece ilerlerken burukça gülümsedim. Babam on yıl öteden bile bugünkü duygularıma tercüman olabiliyordu. Hastanenin önüne arabayı park ettiğimde morg kapısına doğru ilerledim. Ayarladığım cenaze aracıda gelmişti. İki tabut art arda araca yüklenirken cenazenin teslim alındığına dair belgeleri halledip cenaze aracının önüne geçerek tekrar yola çıktım. Simsiyah giyinmiştim bugün. Severdim siyah rengi. Üzgün ya da mutsuz olduğumda beni gizlediğini, kendimi güçsüz hissettiğimde beni dışarıya karşı güçlü gösterdiğini düşünürdüm. Lakin bugün niyetim güçlü görünmek değildi. Bugün Ömer Korhan'ın yerine bu cenazede yasta olacaktım. Tabii kendim içinde. Benim yüzümden ölen iki insanın cenazesine katılıyordum. Ve bu beni kendi içimde kendimi yüzsüz biri gibi itham etmeye itiyordu. Gözlerim dolmaya başlarken durdurmadım onları. Belki kendime olan öfkem biraz olsun yatışırdı. Köye gitmek için askeriyenin önünden geçerken Fırat'ın arabasını gördüm. Demek buradaydı. Operasyondan yeni dönmüştü. "Biraz evde kalıp dinlenseydi" diye geçirdim içimden. Sonra onu düşündüğüm için kendime kızdım. Unutmalıydım onu. Henüz yolun başındayken unutmalıydım. Köye vardığımızda caminin önünde arabadan indim. Cenazeye bir sürü insan gelmişti ve cenaze aracındaki tabutları köyün erkekleri çoktan omuzlamıştı. Arabadan yanımda getirdiğim siyah şalı alıp başıma örtüm ve caminin avlusuna doğru yürüyen kalabalığın arka safhasında kalan kadınların arasına karıştım. Kadınların çoğu feryat figan ağlıyordu. İnsanlarda aynı zamanda bir tedirginlikte sezmiştim ki bu normaldi. Terör örgütü tarafından öldürülen insanların cenazesine katılmak pekte normal bir ritüel olmasa gerekti. Musalla taşına konulan tabutlar için cenaze namazı kılındı, imam insanlardan helallik istedi derken yaşlı çift defnedilmek üzere caminin arka cephesinde bulunan mezarlığa, yine omuzlarda taşınmaya başladı. Önceden yan yana açılmış iki metrelik , iki çukura konulan , cansız iki bedenin üzerine toprak atılıyordu. İmam dualarını okurken defin işlemi sona erdi ve insanlar birer ikişer taze toprak kokan bu mezarlıktan ayrıldılar. Geriye ise ben kaldım. İçimdeki pişmanlıklarım, hüzünlerim ve öfkemle bir tek ben. Birçok kez şahit olduğum bu anın içinde yapayalnız kaldım bir müddet. İki mezarın arasına çöküp özür diledim. Ağladım. En çokta kendime kızdım. Bir süre sonra çöktüğüm yerden gözümden süzülen yaşları silerek kalktım. Artık adliyeye işimin başına dönmem gerekiyordu. Gitmeden önce cami imamına Ömer Korhan'ın ailesinin adına cami için bağış yaptım. ***** Hukuk sekreteri dosyayı masama koyarken, Sekreter odamdan çıkarken dosyası açıp balistik sonuçlarını incelemeye başladım. Kazım Bağcı'yı öldüren silah modeli; Astral 400 9x23mm Bu silah modeli bana bir yerden tanıdık gelirken Hacer Kadıoğlu'nun balistik sonucunu masamın çekmecesinden çıkardım. Tamda düşündüğüm gibi Hacer Kadıoğlu'nu vuran silahla oduncuyu vuran silahın modeli aynıydı. Ama bu silah modeli bana başka bir yerden tanıdık geliyordu. Bir süre iki balistik sonucu da önümdeyken düşündüm. Zihnimde Baran Bekirhan'ı kaçırdığımız gün canlanmaya başlamıştı. Her sahneyi beynimin içinde teker teker tararken Baran'ın silahındaki parmak izlerini sildiğim an ve silahın modeli gözlerimin önünde canlanmıştı. Astral 400 9 mm mermi çapı ve 23 mm kovan uzunluğuna sahip. İşte o an anlamıştım. Hacer teyzeyi ve oduncu Kazım Bağcı'yı öldüren kişi Baran Bekirhan'dı. Kazım Bağcı'nın Baran tarafından öldürülmesine şaşırmıştım. Cafer şerefsizi İnci'yi öldürürken o da oduncuyu öldürmüş olmalıydı. Ama evin önündeki polis aracına rağmen nasıl cesaret edipte Hacer teyzeyi öldürebilmişti anlayamıyordum. Derin bir nefes alıp oturduğum koltukta geriye doğru yaslandım. Baran için tutklama emri çıkarmam gerekiyordu. Ama sorun şuydu ki neden Baran'dan şüphelendiğimi ya da o silahın Baran'a ait olduğunu nereden bildiğimi kimseye açıklayamazdım. Cihan abiyle konuşmaya karar verdim. O bir şekilde bu durumu hallederdi. Elime telefonumu alıp Cihan abiyi aradım. İkinci çalışta açılan telefondan Cihan abinin, Cihan abi derin bir nefes alırken, Hafifçe gülümsedi. Telefon kapanınca hemen tutuklama kararını çıkarıp karakola yolladım. Onlar Baran Bekirhan'ı tutuklayıp karakola götürürken bende evi için arama kararı çıkaracaktım. Belgelerin bir kopyasını da başsavcıya yollarken çay ocağından bir kahve söyleyip karakoldan gelecek olan haberi bekliyordum. Bu şerefsizin de defterini düzecektim. ***** Karakola vardığımda artık yolunu bildiğim sorgu odasına doğru ilerledim. Feyzullah beni sorgu odasının kapısında karşılarken, Feyzullah beni başıyla onaylarken, Sorgu odasına girdiğimde Baran'ın yara bere içerisinde olan yüzünü ve bana karşı olan korku dolu gözlerini görmüştüm. Sakin adımlarla odanın içine doğru ilerlerken kapıyı kapattım. Tüm bunları yaparken gözlerimi Baran'ın üzerinden bir an olsun ayırmamıştım. Baran'ın karşısındaki sandalyeyi yavaşça çektim. Sandalyenin ayaklarının yere sürtünerek çıkardığı ses odada duyulurken aynı sakinlikle sandalyeye oturmuştum. Baran korkak bir insandı. Gözlerime bakmaya cesareti dahi yokken derince yutkunup duruyordu. Bir süre onu izledim. Yüzünde açtığım yaraların her birinden ayrı ayrı zevk alırken gözlerim sargılı ellerine gitti. Bu yaralar böyle bir insana azdı bile. Derin bir nefes alıp oturduğum yerde öne doğru eğildim. Baran yüzüme bakamazken gözlerini sağa sola kaçırıyordu. Tepemizdeki lambanın ışığında parlayan alnındaki ter damlaları gergin olduğunu gösterirken bu sessizliği beni öfkelendirdi. Elimi sertçe önümdeki masaya vurduğumda Baran yerinde sıçrarken, Elim masanın üzerindeki dosyalara giderken iki kimliğide çıkarıp ortaya koymuştum. Baran derince yutkunup, Baran gözlerini zar zor yüzüme çıkarırken, Sinirle gözlerimi kapatıp açarken yüzüne karşı tıslar gibi, Baran ise gözlerini birşeylerden cesaret alır gibi yüzüme dikip, O sırada içeriye giren Feyzullah'a dönüp, Derin bir nefes alıp kolumu Baran'ın boğazından çektim. Birkaç adım ondan uzaklaşıp yere düşen masayı kaldırdım ve Baran'ı da sandalyesine geri oturttum. Sakin olmalıydım. Karşımdaki adamın Zeynep'e yaptıklarını bir süreliğine unutup savcı gibi davranmalıydım. Öfkeme çok çabuk yeniliyordum. Kendimde yerime geçerken Baran'ın gözlerine onu aşağılayan bir tavırla bakarken tiksinir gibi konuştum. Baran ise alayla gülüp kendini savunduğunu düşünürken kendi bacağına sıkmasına yol açan şu cümleyi kurdu; Oturduğum yerde geri yaslanırken hafif bir kahkaha attım. Baran ise ne söylediğini yeni yeni idrak ederken korkuyla derince yutkundu. Bu yaptığım ters psikolojiydi. İnsan beyni karşısındaki kişi tarafından aşağılandığını hissedince kendini korumaya geçerdi. Ne kadar üstün olduğunu göstermek için tüm kartları açık oynar ve sonunda da Baran'da olduğu gibi oyunu kaybederdi. Tabii bunda benim kullandığım beden dilinin de etkisi büyüktü. Onca eğitimi boşuna almamıştım. Sorgu odasından çıkıtığımda telefonuma Baran'ın evini aramak için başsavcıya yolladığım arama kararının kabul edildiğine dair bir mail düştü. Bir süre sonra peşimdeki jandarma arabasıyla Baran Bekirhan'ın evine doğru yola çıkmıştım. Daha önceden Ayşe teyze ve Zeynep'i aldığım o mahalleye gidiyorduk. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından eve varmıştık. Jandarmalarla eş zamanlı olarak arabadan inip evin kapısına doğru ilerledim. Mahallenin insanları camlara çıkmış bize bakıyordu. Yıpranmış demir kapıyı yumruk yaptığım elimle çalıp arkamda bulunan jandarmalarla birlikte beklemeye başladım. Kapıdan demir sürgünün açılma sesi gelirken Baran'ın eşi Dilan'ı karşımda görmüştüm. Telefondan arama emrini açıp kadına gösterirken, Kadın anlamayan gözlerle yüzüme bakarken, Telefonu aşağıya indirip, Dolaplar , yatakların altları, mutfak hatta tuvalet ve banyoyu dahi aramış olsakta cinayet silahı dışında birşey bulamamıştık. Jandarmalar cinayet silahını delil torbasına koyarken ellerimi saçlarımın arasına daldırıp çekiştirdim. Nasıl örgüte dair tek bir belge dahi olmazdı? Jandarmalar teker teker evden çıkarken geriye Feyzullah ve ben kalmıştık. Dilan ayakkabılarımı giyerken öylece bize bakıyordu. Sanki söylemek istediği birşeyler vardı ama tereddüt ediyordu. Ayakkabılarımı giyip doğrulduğumda Dilan'a hiçbir şey sormadım. Birşeyler bildiğini anlıyordum ama bildiklerini anlatması bana fayda sağlarken ona zarar verirdi. Hacer teyzenin ölümüyle bunu çok iyi anlamıştım. Lakin evden çıkarken ben birşey sormamış olsam da Dilan, Kadın bir süre gözlerini etrafta gezdirip derin bir nefes alırken gergin bir şekilde elleriyle oynadı. En sonunda da kendi içinde bulduğu cesaretle, Kaşlarımı çatıp kadının yüzüne baktım ve sordum; Hafifçe gülümseyip kadının omuzuna elimi koydum. Kadın başını sallarken ellerimi iki eliyle avucuna alıp, Kadını geri de bırakıp Feyzullah'a, Arabama binip yola koyulurken bir yandan da bu olayın askeriyedekilerin başına bir sorun açıp açmayacağını düşünüyordum. Açardı. Kimliği sahte olan birini işe almış ve bu kişi askeriyenin içinde özgürce gezebilmişti. Üstüne üstlük askeriyede örgüte ait belgeler bulduğumuz taktirde askeriyedeki herkesi içine alan bir soruşturma açmam gerekecekti. Bu da bir süre hiçbir timin göreve çıkamayacağı ve bu şehirden ayrılamayacağı anlamına geliyordu. Ama yapacak bir şeyim yoktu. Herkes sorumsuzluğunun bedelini ödemek zorundaydı. Askeriyeye giden toprak yola girdiğimde telefonum çaldı. Arayan Cihan abiyken aramayı yanıtladım. Derin bir nefes alan Cihan abi, Kaşlarım iyice çatılırken gerilmiştim. Acaba Salih enişteme mi birşey olmuştu? Hastanede komadaydı en son. Kendimi en kötüsüne, ölüme hazırlamaya çalıştım. Olduğu kadar... Cihan abi aldığı derin nefeslere bir yenisini daha eklerken, Gözlerim anında dolarken içimde birşeyler kırılıp kalbimin tüm odacıklarına ayrı ayrı battı. Parmak uçlarım direksiyonu sıkmaktan bembeyaz olurken ağlamamak için dirensemde gözümden süzülen birkaç damla yaşa engel olamadım . Böyle olmamalıydı. Hayatımızdaki insanları böyle zamansız ve amansız kaybetmemeliydik. Cihan abinin, - Değilim abi. Telefonu kapatıp gözümden süzülen yaşları sildim. Şimdi sallamazdım kendimi. Savcıydım şuan. Hazan değil. Askeriyenin önünde arabamı durdurup aynadan yüzüme baktım. Dikkatli bir şekilde bakılmadığı sürece ağladığım anlaşılmazdı. Ve anlaşılmamalıydı. Savcıydım, güçlüydüm. Arabadan indiğimde Fırat'ın arabasının hâlâ burada olduğunu görmüştüm. Gözlerimi araçtan çekip arkamdaki jandarmalarla beraber askeriyeye doğru ilerlemeye başladım. Bana her zaman kapıyı açan asker ne olduğunu anlamaya çalışan yüz ifadesiyle kapıyı açıp asker selamı verdi. Ona , O sırada gözüme askeriye bahçesindeki askerlere eğitim veren Fırat takıldı. O da bizi fark etmiş olacak ki yanındaki askerlere birşeyler söyleyip bu tarafa doğru gelmeye başladı. Üzerindeki askeri üniforma onu her böyle gördüğümde olduğu gibi beni ona hayran bırakırken yüzümü sabit tuttum. Fırat karşımıza geçip çatık kaşları ve simsiyah gözleriyle yüzümü inceledi. Sanki beni ilk defa görüyormuş gibi öyle derin öyle farklı bakıyordu. İçini çekercesine bir nefes alıp beni baştan aşağı süzerken ilk konuşan ben oldum. Fırat gözlerimin içine bakıp, Bir süre sonra Albay askeriyenin kapısında göründü. Hemen ardında binbaşı Kenan Karadağlı'da bulunuyordu. Albay ne olduğunu anlamaya çalışan gözleriyle beni ve arkamdaki jandarmaları inceliyordu. Albay yanımız gelip karşımızda dururken , Ben bu bilgileri anlatırken etrafımıza Turan timi ve birçok asker daha toplanmıştı. O sırada Kenan Karadağlı'nın sesi duyuldu. " Kazamız mübarek olsun" dedim içimden. Bir yanım içeride herhangi birşey çıksın istemiyorken diğer yanım çıksın istiyordu. Baran'ı içeriye tıkmam için delile ihtiyacım vardı. Ama askeriyedekilerin başıda derde girmesin istiyordum. En azından herhangi bir soruşturma durumunda binbaşı Kenan Karadağlı'nin aleyhine birşeyler bulabilmeyi diledim. 💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧
|
0% |