Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@yikim2024

Herkesin kendince bir hikayesi vardır bu hayatta. Herkesin kendine özel yazılmış bir kaderi. Birde seçebildiklerimiz ve seçemediklerimiz vardır. Ben bu denklemde hep seçemediklerimin kurbanı oldum. Belki de dünya üzerinde yaşayan birçok insan gibi.

Elimde soğumaya yüz tutmuş kahvemle gökyüzüne yeni yeni hâkim olmaya başlamış güneş ışınlarını evimin balkonundan izlerken derince bir nefes çektim içime. Hava soğuktu. Aralık ayının ortalarındaydık ve bu normaldi. Gökyüzünde sıcak yerlere göç etmemiş birkaç kuş kanat çırpıyordu. Genelde bu saatlerde hareketlenen mahalle sanırım haftasonu olduğu için sakindi.

Köşedeki fırın kepenklerini çok erken bir saatte açmış olmalı ki raflar ekmeklerle dolmuştu. Kim bilir o ekmekler şimdi hangi ailenin mutlu bir haftasonu kahvaltısına eşlik edecekti? Hangi evde şuan "ekmek almaya kim gidecek?" Tartışması yaşanıyordu? Perdeleri yeni yeni açılan evlerden hangisinde tüm hafta içi okula gidip şimdi sıcacık yatağında onu uyandırmaya çalışan annesine "anne beş dakika daha lütfen" diyen gözleri uyku mahmuru bir çocuk vardı? Bilmiyorum.

"Bilmiyorum" dedim ya gerçekten bilmiyordum. Bir anne çocuğunu nasıl uyandırır, mutlu bir kahvaltı sofrası nasıl olur ya da ekmek almaya evde kim gider bilmiyordum.

Ben hep saatin tiz alarm sesiyle uyanırdım. Kendi kahvaltımı Ali'yle beraber kendimiz hazırladık. Ve ekmek almaya hep ben giderdim. Bir koşuşturmanın hüküm sürdüğü çocukluğum bir tek yaz tatillerinde Antep'teyken durulurdu. Bir tek Antep'te kendine ve kardeşine yetmesi gereken bir insan değilde bir çocuk olurdum. Ama kimse bilmezdi. Babamda dahil.

Dağınık bir yaşamımız vardı hep. Babam sabah erkenden işe gider, annem akşam üstlerine kadar uyur, ablam annemin eline verdiği paralarla gününü gün eder ve biz Ali'yle kendi içimizde savaşırdık. Annem aslında Ali'yi ablamdan bile çok severdi ama Ali'nin benimle aynı kaderi paylaşmasının sebebi beni sevmesiydi. Annem beni ve beni sevenleri sevmezdi.

Babam öldükten sonrada pek birşey değişmedi. Babamın biriktirip bize bıraktığı paralar bizi uzun bir süre idare etmişti. İstanbul'daki ev bizim olduğu içinde kira derdimiz zaten yoktu. Ama bir türlü aile olmayı beceremedik. Büyüdükçe de yaşamayı beceremedik.

Derin bir nefes aldım yine. Yaşamak nedir diye sorsalar "tüm acıların üzerine derin bir nefes almaktır" derdim. Burukça gülümsedim yerimden kalkmadan önce Şırnak semalarına. Bugün İstanbul'da cenazem Şırnak'ta katılmam gereken bir nişan vardı. Hayatım trajikomik bir şekilde hızını kesmeden devam ediyordu.

İçeriye girip balkon kapısını kapattığımda evin kapısı çalmıştı. Elimdeki kahve bardağını orta sehpanın üzerine koyup kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda Bahar vardı.
Bahar neşeyle,
- Günaydın, derken bende gülümseyip,
- Günaydın, diyerek karşılık verdim.
Bahar,
- Hadi gel annem kahvaltıya bekliyor , dedi.
Bahar'ın yüzüne kararsız gözlerle bakarken Bahar tekrar söze girdi;
- Hazan hadi ama. Bak annem bekliyor .

Yine kararsız kalsam da,
- Peki , dedim.
Üzerime vestiyerdeki deri ceketimi alırken ayağıma ayakkabılarımı geçirdim. Ve Bahar'la beraber alt kata indim. Bahar evin kapısını çalınca Canan teyze kapıyı yüzündeki kocaman gülümsemesiyle açmış ve kollarını boynuma dolayarak ,
- Oy güzel kızım benim! Hoşgeldin, demişti.
Bende Canan teyzenin sarılışına karşılık verip,
- Hoşbuldum, dedim.

Canan teyzenin içeriye buyur etmesiyle ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girerken Fırat oturma odasından çıkmıştı. Gözleri üzerimde dolaşırken ben gözlerimi ondan çekmiştim. Aklım dün geceye gitmişti.

Aslında pekte birşey yaşanmamıştı dün gece. Apartmana gelmiştik ve birbirimize "iyi geceler " diyip ayrılmıştık. Daha doğrusu ben iyi geceler demiştim. Fırat ise hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme bakıp başını sallamıştı.

Üzerimdeki ceketi çıkarıp vestiyere astım. Mutfağa giren Canan teyze ve Bahar'a,
- Yardım edilecek birşey var mı? Diye sormuştum. Bahar elime ekmek sepetini tutuştururken Canan teyze,
- Çaydanlığı alıp geliyoruz. Sen geç yavrum içeriye, demişti.

Elimdeki ekmek sepetiyle beraber oturma odasındaki masaya geçtiğimde Bahar gelip karşıma oturmuştu. Fırat yanıma , Canan teyze de masanın baş köşesine otururken kahvaltıya başlamıştık.

Çayımdan bir yudum alırken Bahar bana hitaben konuşmaya başladı.
- Hazan kahvaltıdan sonra beraber nişan için abiye bakmaya gidelim.

Gözlerimi Bahar'a çevirip,
- Kahvaltıdan sonra benim bazı işlerim var Bahar. Yani gelemem , dedim.
Bahar kaşlarını çatarak,
- Ne işin var Allah aşkına Hazan? Bugün senin kuzeninin nişanı var . Bununla ilgilenmen gerekmez mi? dedi.

Bugün benim eniştemin cenazesi de vardı. Onunla da ilgilenmem gerekirdi.

- Adliyeye uğramam lazım Bahar. Kuzenimin nişanı da olsa işimle ilgilenmem lazım.

Sesim Bahar'ı azarlıyormuş gibi çıkmıyordu. Sadece açıklama yapıyordum.

Bahar dudaklarını büküp,
- Peki , derken,
- Ama işimi hallettikten sonra istersen gelirim yanına, dedim.

Bahar bir umut yüzüme bakıp,
- Ne kadar sürer işin? Diye sordu.

Çok bir işim yoktu aslında. Askeriye hakkında açtığım soruşturma belgesini Albaya götürecek ve ona soruşturma hakkında bilgi verecektim. Bir iki saat ya sürer ya sürmezdi.
- Bir iki saat sürer.
Bahar gülümseyip,
- Bir iki saat bekleyebilirim sanırım, derken Fırat tok ve sert sesiyle araya girmiş ,
- Açık seçik şeyler almak yok, demişti.
Gözleri Bahar'ın üzerinde olduğu için bu sözlerini üzerime almamıştım. Ama Fırat hakkında yeni birşey öğrenmiştim.
Ben sakin sakin kahvaltımı yaparken Bahar'ın yüzü düşmüştü.
Canan teyze,
- Oğlum karışmasana kızlara. Ne istiyorlarsa giysinler, diyerek araya girse de Fırat bariton ve otoriter bir sesle,
- Sen karışma anne. Açık seçik şeyler almak yok dedim , bitti, demişti.

Canan teyze pes ederek,
- Aman oğlum! Nasıl biliyorsan öyle yap , demişti.

Fırat'ın baskın gözleri ise Bahar'ın üzerindeyken Bahar,
- Tamam abi ya, dedi .

Fırat'ın gözlerinin bu sefer de bana döndüğünü hissettim o an. Bana karışamazdı. Sevgili olsak belki buna izin verirdim. Ama bu şartlar altında benden onun sözünü dinlememi bekleyemezdi. Gerçi hiçbir zaman beraber olamayacaktık ve bu düşünce aklımdan geçtiği an beni üzmüştü. Yine de hiçbir tepki vermeden saçımı omzumdan geriye atarken çatalımdaki patates kızartmasını dudaklarıma götürdüm. Fırat ise ısrarla bana bakıyordu. Canan teyze ve Bahar'ın yüzünde manidar bir gülüş sezinledim bir an. Ama bundan emin olamadım.

Kahvaltımı yapmaya devam ederken Fırat sinirli olduğunu belirten sert bir nefes alıp verirken sonunda önüne dönmüştü.
Sonunda diyordum çünkü yüzüm yanmaya başlamış ve muhtemelen kızarmıştım. Kalbimde heyecanla göğüs kafesimi dövüyordu. Bu adam kalbime zarardı.

*****
Kahvaltımızı yaptıktan sonra ben evime geçmiştim. Üzerimi değiştirip arabanın anahtarını alırken siyah uzun deri ceketimi üzerime alıp evden girdiğim gibi geri çıktım. Asansöre binip zemin kata indiğimde önce adliyeye geçip soruşturma belgesinin bir kopyasını alacak sonrada askeriyeye gidecektim. Aklımdayken de şu parktaki köpeğe bir yuva bulmalıydım.

Apartmandan çıktığımda arabasına yaslanmış, elleri ceplerinde ve yine simsiyah giyinmiş olan Fırat'ı görmüştüm. Muhtemelen Bahar'ı bekliyordu. Bahar'la, benim işim bitince çarşıda buluşmayı kararlaştırmıştık. O sırada elindeki ekmek poşetiyle apartmana doğru ilerleyen Filiz'i fark ettim. Fırat'ı hayran gözlerle izliyordu. Fırat'ın gözleri ise bana dönmüştü. Şuan Filiz Fırat'ı; Fırat beni , ben ise Filiz'i izliyordum.

İçimde kıskançlık olduğunu tahmin ettiğim bir his beni öfkelendirirken buna hakkım olmadığını bildiğimden duraksayan adımlarımı tekrar hareketlendirdim.

Ve o an Filiz'in gözleri bana döndü. Fırat'ın beni izlediğini anlamış olacak ki gözlerindeki öfke gözlerime sabitlenmişti. Filiz süratle üzerime doğru gelmeye başladığında niyetinin bana omuz atmak olduğunu anlamıştım. Onunla Fırat için tartışacak ya da kavga edecek değildim. Bana böyle şeylerle gelmemeliydi. İkimizde kadındık. Bir erkek için - ki bu Fırat bile olsa - birbirimize bilenmenin bir alemi yoktu. Bu gibi hareketler ancak bizi küçük düşürürdü. Lakin Filiz'in böyle düşünmediğini hızını kesmeyen adımlarından anlayabiliyordum.

Filiz'le aramızda santimler kala Filiz bana omuz atmak için harektlenirken kendimi geri çekmiştim. Bu durum Filiz'in boşluğa gelip düşmek üzere olmasına sebebiyet verirken Filiz'i dengesini sağlaması için kolundan tuttum.
Filiz gözlerime öfkeyle nefret karışımı bir duyguyla bakarken hiçbir ima ve art niyet bulunmayan sesimle,
- Dikkat et, dedim.
Filiz ise sert bir şekilde kolunu elimden çekmiş ve hiçbir şey söylemeden sert adımlarla apartmanın içine girmişti. Derin bir nefes alıp verirken gözlerimi kapatıp açtım. Arabama doğru ilerlemeye devam ettiğimde Fırat'ın gözlerinin üzerimdeki ağırlığını hissedebiliyordum. Açık saçlarım rüzgarda savrulurken aynı zamanda yüzümü de gizliyordu. Ve bu durum Fırat'a gözlerimi bile değdirmeden önünden geçip arabama binmeme yardımcı olmuştu.

Motoru çalıştırıp yola koyulmak için hazırlanırken telefonumu arabadaki telefon tutacağına takmıştım. Fırat ise tam karşımdaki aracı ve heybetli bedeniyle hâlâ beni izliyor ve ben bunu hissedebiliyordum. Ama yinede ona bakmadım. Bakmamalıydım da. Bakarsam dipsiz bir kuyuyu andıran kara gözlerine dalar dalarsamda boğulurdum. Öyle bir sevgiydi işte içimde cebelleştiğim. Uzak durmalıydım ondan. Ki dün akşam zaten bana hiç yaklaşmaması gereken kadar yaklaşmış bende buna izin vermiştim. Hata yapmıştım ama o an olması gereken buymuş aksi olursa yanlış olurmuş gibi gelmişti. Fırat bana dokunmalı ve bende buna karşı gelmemeliydim sanki.

Derin bir nefes alıp bu düşünceleri kafamdan uzaklaştırmaya çalıştım. Ayağımı yavaşça debriyajdan çekip gaza basarken arabayı park ettiğim yerden çıkarmak için direksiyonu çevirdim. O sırada benim gireceğim yoldan bir araç gelmişti. Beni fark edince araba yavaşlamış olsa da elimi camdan çıkarıp "geç"işareti yaptım. Aracın içindeki kumral adam yanımdan geçerken korna çalarak selam vermişti. Bende aynı şekilde karşılık verirken aracın çekildiği yola girip ilerlemeye başladım.

İçimi yine bir sıkıntı kapladı o an. Eniştem birazdan toprağa verilecekti. Ve ben burada kuzenimin akşamki nişanı için kıyafet alacak , şarkı türküyle dolu bir gece geçirecektim. Kendimi kötü ve üstüne üstlük suçlu gibi hissediyordum. Olmaması gereken herşey olmaması gereken bir anda oluveriyor ve ben mutamadiyen kaderin bu cilveli oyunlarına yeniliyordum. Hak edip etmediğimi bilmediğim bunca şey kalbime ağır bir yük oluyordu. Savaşacak onlarca sorun hepsiyle savaşmak içinde bir ben vardım.

O an öyle üzüldüm ki kendime. Tahtadan demirden yapılmış bir geminin bile fırtına anında sığınacak bir limanı varken benim bir ömür sürecek fırtınamdan sığınacak bir limanım yoktu. Babam öldüğünden beri böyle yaşamış ve buna bir miktar alışabilmiş olsam da bazı anlar vardı ki tıbbın bile yıllardır vücudumuzun neresinde olduğunu bulamadığı ruhum bana ağır geliyordu.

Yinede bütün acılarıma bir "eyvallah" çekecek kadar gücüm hâlâ vardı.

Adliyenin önünde durduğumda araçtan inip adliye binasına giriş yaptım. Haftasonu olduğu için her zamankine nazaran kalabalık olmayan adliye sessiz ve sakindi.

Asansöre binip odama girdim. Bilgisayarın başına geçip hemen başsavcıdan onay alan soruşturma belgesinin bir kopyasını alıp çıkmıştım. Arabama tekrar bindiğimde askeriyeye gitmek için yola koyuldum.

Gözlerim önümde yol alan arabalardayken telefonumun zil sesi arabada duyuldu. Babaannem arıyordu. Aramayı yanıtladığımda babaannemin,
- Oy güzel torunum! Diyen coşkulu sesi kulaklarıma ulaştı.
Gülümseyip,
- Efendim Melek sultan , dedim.
- Nedin yavrum?
- Nedim babaanne ? İş güç işte. Sen ne yapıyorsun?
- Kele Nefise halanın bağırmalarını dinlik. Kepeği kesilesice hiç susmi.

Hafif bir kahkaha atıp,
- Ne oldu ki babaanne? Diye sordum.
- Ne olaci? Halan oğlunun beklik takmasına gidemedi diye hop oturup hop kalki.

O sırada konuşmaya halam dahil olmuş,
- Ayh halasının gülü! Oğlumu oralarda kimsesiz goma! Hazan'nım! Diyerek ağlamaklı sesiyle konuşmuştu.

Gülüşümü bastırmak için dudağımı ısırırken,
- Gomam halam. Merak etme sen , demiştim.
Diğer yandan Gül'ün sesini duymuştum. Gül Oğuz'un kardeşiydi.
- Hazan ! Nasılsın?
- İyiyim Gül. Seni sormalı.
- Bende iyiyim.

Babaannemin,
- Ayh beni bir gomadız torunumla gonişim. Gidim ben. Çekilin! Diyen sesi konuşmamızı bölmüştü .

Bir süre sonra babaannem ,
- He Hazan'nım şey diyicim ben sa. Kına gecesi yapılici ya he orda gelinimin avucuna altını sen koyacin. Rafık'la da aşiretin gönderdiği takıları yollicim. Uçakla geli zaten Rafık. Ondan alicin. Akşam beş altı gibi orda olici herhal, demişti.

Derin bir nefes alıp itiraz eden sesimle,
- Babaanne ben ne anlarım kınadan, altından. Başkası yapsın, demiş ve babaannemin,
- Kim yapıci Allah aşkına Hazan? Kim var orada da kim edici? Tabi ki de gardaşı olarak sen edicin, diyerek beni azarlamasına sebep olmuştum.
- Of babaanne of.
- Sus gız! Senin etini cimeririm ha! Bir de bak iki ortaya geçip gıvırt. Gendin göster. İyi gıvırtırsın sen. Oğlanın ailesi gelmemiş , kimse oynami demesinler. Bir Entep çiftetellisi patlatıver. Bak eğer etmisen Oğuz'a sorar öğrenirim. Çenesi düşüktür bilisin .

Yüzüm ağlamaklı bir hâl alırken,
- Bilim babaanne bilmem mi heç, demiştim.
- He eferin. Bak Muazzez 'de geleci. Bak ona da sorarım ha.

Muazzez teyze bana dedemin yolladığı eşyaları getiren Rıza amcanın eşiydi. Bir umut babaanneme,
- E geliyorsa Muazzez teyze koysun altını gelinin avucuna, demiş olsam da babaannem ,
- Sen dururken uzaktan akrabaya mı koydiricik altını? Olur mi heç öyle? Muazzez sa yol yordam gösterici, demişti.

Bende pes ederek,
- Tamam babaanne. Kapatıyorum. Herkese selam söyle, dedikten sonra telefonu kapatmış ve askeriyenin önüne park ettiğim aracın içinde bir müddet öylece oturmuştum .

Canım sıkılmıştı. Eniştemin cenazesi vardı bugün ve benim akşam o nişanda birde mutlu gibi görünüp dans etmem gerekiyordu. Kendi içimde öylece bir kenarda oturur içten içe yasımı yaşarım diyordum ki böyle olmuştu. Aslında istemesem dans etmezdim ama babaannemi kırmak istemiyordum. Kaldı ki bir köşede öylece kös kös otursam Oğuz'u rahatız eder ve mutsuz olmasına sebebiyet verirdim. O kadar hazırlık yapmışlardı. Benim ailemden biri öldü diye de onca hazırlık boşa gidemezdi. Ki eniştemin öldüğünü söylesem bu bir tek Oğuz'u etkilerdi. Ailemin diğer üyeleri için eniştem ancak ülkenin herhangi bir yerinde ölen alelade insanlardan biri olurdu. En iyisi bu acıyı da bu yangını da kendi içimde yaşayıp söndürmekti.

Başımı dayadığım direksiyondan kaldırıp elimdeki soruşturma kararının ve gereklerinin yazılı olduğu siyah dosyayla arabadan indim. Askeriyenin sürgülü demir kapısını bana açan asker selam dururken ona "rahat" demiş aynı zamanda da başımla selam vermiştim. Askeriye binasına doğru ilerlerken birkaç metre ilerimde beni izleyen Fırat'ı fark etmem uzun sürmedi. Burada olduğunu zaten dışarıda gördüğüm arabasından anlamıştım. Ama bana neden öfkeli gözlerle baktığını anlayamamıştım. Bilmeden onu sinirlendirecek birşey mi yapmıştım?

Bu konunun üzerine sonra düşünmeye karar verip gözlerimi askeri üniformasının içinde tüm heybeti ve yakışıklılığıyla duran Fırat'tan aldım.

Albayın odasına gitmek üzere binaya girip ikinci kata çıkmıştım. Odanın kapısını çaldığımda ise albayın "gel" diyen sesini duymuştum. İçeriye girdiğimde albay yerinden kalkmış ve ,
- Hoşgeldiniz savcım. Buyrun, diyerek oturmam için yer göstermişti. Gösterilen yere oturup ,
- Hoşbuldum, demiş ardından da elimdeki dosyayı albayın önüne koymuştum.
Albay dosyayı açıp sıkıntılı gözlerle incelerken ,
- Soruşturma gereklerini az çok biliyorsunuzdur albayım. Elinizdeki dosyada da herşey maddeler halinde mevcut , dedim.

Albay başını sallarken devam ettim.
- Yinede bir kez de ben anlatayım. Soruşturma süresince askeriyedeki hiç kimse şehir dışına çıkamaz. Hiçbir tim göreve gidemez. Askeriyeye yeni biri alınamaz ya da kimse askeriyeden çıkarılamaz. Üstüne üstlük çay ocağında bulduğumuz uyuşturucu sebebiyle askeriyedeki herkes kan tahlili vermek zorunda. Ve soruşturma süresince benimde başında bulunduğum bir jandarma ekibiyle askeriye karış karış aranacak. Herkesin ifadesi alınacak. Herkes aile yaşamına kadar araştırılacak. Ayrıca sizden ricam tüm bunların dışında binbaşı Kenan Karadağlı'ya dikkat edin. Soruşturma süresince yaptığı her hareketi gözlemlemenizi istiyorum.

Albay beni anlamaya çalışır gibi kaşlarını çatarken,
- Savcım ondan şüphelendiğinizi biliyordum ama bu kadar ileriye gider mi? Diye sormuştu.

Söylediklerimin bir şüpheden ibaret olduğunu düşünüyordu.
- Şüphe değil albayım. Neredeyse eminim. Ama bu durum aramızda kalsın . Şimdilik.

Albay derin bir nefes alıp verirken,
- Siz ne emredersiniz o savcım, dedi .
- Gerekli bilgilendirmeyi askeriyedekilere yaparsınız.
Albay beni onaylarken gülümsedim ve gitmek için ayağa kalkarken albaya elimi uzattım. Uzattığım elimi sıkan albay ,
- İyi günler savcım, demiş bende aynı şekilde karşılık verip odadan çıkmıştım.

Askeriye bahçesine çıktığımda Fırat aynı yerinde duruyordu. Üzerinde bu serin havada bile sadece asker yeşili tişörtü vardı. Biçimli, uzun ve adeleli bacaklarını saran asker pantolonu , belindeki kemere takılı silahı, esmere yakın buğday teni ve kömür karası saçlarıyla yine çok yakışıklıydı. Ama anlamadığım bana neden hâlâ sinirliymiş gibi bakıyordu. Siyah hareleri resmen birer ateş topu gibiydi.

Normal hızdaki yürüyüşümü hızlandırıp gözlerimi ondan çektim. Askeriyenin bahçesinden çıkıp arabama bindiğimde artık Bahar'ın yanına geçebilirdim.

Fırat mevzusuda burada kalsa iyi olurdu. Onu düşünerek unutamazdım.

******
Çarşıya geldiğimde telefonla Bahar'ı aramış ve buluşmuştuk. Bahar hemen beni elimden tutup çekiştirerek bir mağazaya sokmuştu. Kendi envai çeşit elbiseyi denerken ben siyah kalp yaka derin bir yırtmaça sahip olan elbiseyi çoktan almıştım.

Sonunda Bahar'da beğendiği bir elbiseyi alırken kuyumcuya uğrayıp Dilek için bir pırlanta kolye seti ve kına yakılan eline koymak içinde bir tam altın aldım. Bahar'da altın alırken eve gitmek üzere arabaya binmiştik.

Bahar,
- Ayh ne yoruldum be! Abimin kızmayacağı bir elbise alacağım diye mahvoldum. Giy çıkar giy çıkar, derken bana dönmüş ve " sen ne aldın? Merak ettim. Ben kabindeyken hemen almışsın Hazan denemeden" demişti.
Arka koltuktaki poşeti gösterip,
- Al bak , demiştim.
Bahar emniyet kemerini çıkarıp poşeti alırken elbiseyi çıkarmış ve pekte memnun olmayan bakışlar atmaya başlamıştı. Derince yutkunup,
- Hazan ...bu sence de biraz şey değil mi? Diye sormuştu.
- Ney değil mi Bahar?
- Açık Hazan. Fazla açık.

Ne demeye çalıştığını anlamazken,
- E ne olmuş? Diye sordum.
Bahar,
- Akşam göreceğiz ne olacağını, diyerek elbiseyi poşetine koyup arka koltuğa bırakırken fısıldamış ama ben duymuştum.

Fırat'ın sabah söylediklerinden mi bahsediyordu acaba? Ama o sadece Bahar'ı uyarmıştı. Bana birşey söylememiş belki de söyleyememişti. Kahvaltı sofrasında uzunca yüzüme bakmış ama ben ona dönmemiştim. Kızar mıydı ki elbisenin bu kadar açık olmasına?

Derin bir nefes alıp bu düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım. Sonuçta Fırat'la aramda birşey yoktu ve olmayacaktı da. Onun görüşleri beni ilgilendirmezdi. Tıpkı benim ne giydiğimin onu ilgilendirmediği gibi.

Arabayı apartmanın önüne park ettiğimde saat dört bucuktu. Gün içinde Oğuz'la konuşmuş nişanın ve kınanın nerede olacağını öğrenmiştim. Oğuz'a aşiretin yolladığı takıları getiren Rafık amcadan bahsetmiştim. O da " ben birini yollayıp aldırırım havaalanından. Sen yorulma" demişti. Bende bu duruma memnun olmuştum çünkü direksiyon sallamaktan çok yorulmuştum artık.

Bahar arabadan inerken ikimizde poşetlerimizi almıştık. İçimden bugünü hemen atlatmayı diledim.

Lakin olacaklardan habersizdim.

Apartmana girdiğimizde Bahar benim evime gelmişti. Burada hazırlanacak ve kınaya öyle geçecektik.

Bahar poşetlerini bir köşeye bırakıp,
- Makyaj malzemelerin var mı? Diye sordu.
Göz devirip,
- Cildimin makyaj ürünlerine alerjisi olduğunu biliyorsun Bahar, dedim.
Bahar dudak büküp,
- Doğru. Ben evden alıp geleyim , diyerek kapıya yöneldi.

Kına saat 18.00 'da başlayacaktı. Bahar'ın hazırlanmasına kaldıysak geç kalacağımız garantiydi. Bu yüzden önce Bahar'ın hazırlanmasını bekleyecek bu süre zarfında da kendime bir kahve yapacaktım.

Kahve makinesine kahveyi ve suyu koyup üzerimdeki ceketi çıkartım ve koltuklardan birine kendimi attım. Yorgundum. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor , bugün yaptığım hiçbir şeyden de zevk almıyordum. İçim boşalmış gibi hissettim bir an. Yine uyuyup şöyle birkaç gün uyanmama isteği sarmıştı içimi.

O sırada kapı çalmıştı. Muhtemelen Bahar gelmişti. Yerimden kalkıp kapıyı açtığımda Bahar'ı, Canan teyze ve kucağındaki Elif'i görmüştüm. Canan teyze ve Elif kıyafetlerini giymiş hazır görünüyorlardı. Onları içeriye davet ederken ,
- Kahve yapmıştım. İçer misiniz? Diye sordum.
Bahar saate bakıp 16.55'i gösterdiğini görünce,
- Yok ben istemiyorum. Hazırlanmam lazım. Anca yetişirim, demiş ve elindeki paketlerle yatak odasına geçmişti. Ben onbeş dakika içinde hazırlanırdım. O yüzden acelem yoktu.

Canan teyze ,
- Bende almayayım yavrum. Ama bir bardak su olur , demişti.
Elif'e de çilekli süt teklif etmiştim. O da tatlı tatlı "olur" derken mutfağa yöneldim. Canan teyzeye suyunu , Elif'e çilekli sütünü vermiş kendime de bir bardak kahve koyup oturmuştum.

Canan teyze suyunu içmiş bardağı da orta sehpanın üzerine koymuştu. Gözleri benim üzerimdeydi. Belli ki birşey söylemek istiyordu.

- Birşey mi söyleyecektin Canan teyze?

Canan teyze hafifçe tebessüm edip,
- Ben... geçen gün olan olay hakkında konuşacaktım kızım seninle, dedi.

Bende Canan teyzenin gülümsemesine karşılık verip,
- Konuşulacak birşey yok Canan teyze. Benim o günkü tavrım sana değildi. Tamamen Filiz ve Necla hanımın sözlerineydi. Biraz sinirlendim. Yoksa onlara bile öyle konuşmazdım, dedim.

Canan teyze,
- Biliyorum yavrum ama yine de seni korumalıydım. Sonuçta sende benim bir kızım sayılırsın, demiş ve bu sözleriyle yüreğimi okşamıştı.

Gülüşüm derinleşirken,
- Beni kızın olarak gördüğün için teşekkür ederim Canan teyze. O gün içinde üzülme lütfen. Unutalım gitsin, dedim.
Canan teyze başını sallayıp gülümsemiş bu konuda burada kapanmıştı.

*****
Saat 17. 30'u gösterirken yerimden kalkmış elbise paketini alıp yatak odasına girmiştim. Bahar hâlâ makyajla uğraşırken siyah stiletto, pırlanta su yolu kolye seti ve diğer ihtiyacım olanları alıp Bahar'a "kolay gelsin" diyerek çatı katına çıkmıştım.

Elbiseyi üzerime geçirip saçlarıma fön çektim. Dudağıma kırmızı bir ruj gözlerimede rimel sürmüştüm. Tenim beyazdı ve yanaklarım mutamadiyen al al olurdu. Cildim pürüzsüz ve canlı olduğu için makyaj yapamıyor olmak benim için sorun teşkil etmiyordu.

Pırlanta kolye ve küpeyi takarken kapı çalmıştı. Canan teyze bakar diye düşünerek ayakkabıları giymeye başlamıştım. Ayağım daha önceden çatladığı için bununla yürüyebilir miyim diye bakacaktım. Yürüyemezsem de daha rahat bir ayakkabı giyerdim. Ama yürüyebiliyordum. İstanbul'da Fatma teyzenin verdiği krem ayağıma iyi gelmişti anlaşılan.

Son kez vanilya çiçeği aromalı parfümümü sıkıp düzleştirdiğim için neredeyse kalçalarıma kadar gelen saçlarımı kulağımın arkasına atarken küçük siyah çantamı da elime almış ve odadan çıkmıştım.

Yavaş ve temkinli adımlarla merdivenleri inerken Fırat'ı görmüştüm. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Siyah gömleğinin ilk iki üç düğmesi açık olduğundan esmere yakın buğday teni pürüzsüz bir şekilde kendini gôsteriyordu. Kolundaki gümüş saat ve belindeki kemerin bile duruşu fazlasıyla çekiciydi.

Hafifçe bir derin nefes alırken Fırat'ın da gözlerinin benim üzerimde olduğunu hissettim. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda Fırat'ın fazlasıyla sinirli göründüğünü ve bu sinirinin bana olduğunu anlamak çokta zor olmamıştı benim için.

Fırat'ın bakışları gözlerimden aşağıya doğru inerken önce göğüs dekoltemde sonrada yırtmacımda uzunca gezinmişti. Ve tüm bunlar olurken Fırat anbean daha da öfkeleniyordu sanki. Bunu alnında ve boynunda beliren damarlardan, dişlerini sıktığı için kendini iyice belli eden yüz kaslarından son olarakta sıktığı yumruklarından anlamak mümkündü. Ki seğirip duran ve rengi iyice koyulaşan gözlerini saymıyordum bile.

Fırat'ın bu hâli beni ürkütürken bir an "acaba farklı bir elbise mi giyseydim?" Diye düşünmüş olsam da artık çok geçti.
O sırada Canan teyzenin,
- Oğlum çıkalım hadi, geç kalacağız, diyen sesi duyulmuştu. Ben Canan teyzeye dönerken Fırat hâlâ bana bakıyor ve yerinden kımıldamıyordu bile. Bu yüzden ben hareket edip Fırat'ın önünden geçerek yatak odasına girdim. Bahar son olarak parfümünü sıkarken üzerime üşümemek için siyah bir kaban alıp çıkmıştım.

Bahar'da peşimden gelirken,
- Hazan çok güzel olmuşsun, demiş Fırat'ı görünce de cümlesinin sonlarına doğru sesi kısılmıştı.

Fırat'ın yine öfkeli gözlerinin hedefi olurken içten içe sinirlenmeye başlamıştım. Sabahtan beri neyin nesiydi bu bakışlar? Düşünüp duruyordum yanlış birşeyde yapmamıştım. Derdi neydi bu adamın benimle? Bir elbise yüzünden mi bu kadar öfkelenmişti?

Gözlerimi Fırat'tan çekip orta sehpanın üzerindeki araba anahtarına doğru yöneldim. Fırat konusunda düşünmek kafamı iyice karıştırıyor ve beni sinirlendiriyordu.

Araba anahtarını alıp doğrulduğumda Fırat'ın,
- Bırak o anahtarı. Bizimle geliyorsun , diyen buz gibi sesi kulaklarıma dolmuştu. Gözlerim onun gözlerini bulurken düz bir sesle,
- Gerek yok , kendim giderim , dedim.

Bu cevabım Fırat'ın daha da sinirlenmesine sebep olurken Fırat üzerime doğru sert adımlarla gelmeye başlamıştı.
Canan teyze ve Bahar aynı anda biri "oğlum" derken diğeri "abi" demişti. Bense sakin bir şekilde öylece duruyordum. Zihnimde bu adama bugün ne olduğunu sorguluyordum.

Fırat tam karşımda durduğunda aramızda bir adımlık mesafe vardı. Çatık kaşları ve öfkeli gözleriyle önce yüzümün her zerresini tarayıp bakışları dudağımdaki kırmızı rujda bir süre oyalansa da gözleri gözlerimi bulurken,
- Sana gerek olup olmadığını sormadım. " Bizimle geliyorsun" dedim , bitti, demişti.

Bağırmıyordu ama kelimeleri öyle bir üzerine basa basa söylüyordu ki hiçbir şekilde itiraz istemiyor ve sinirli olduğunu gayet net bir şekilde gösteriyordu. Yani bağırmıyor oluşunun eksikliğini çekmiyordunuz.

Ne yapmam gerektiğini düşündüm elimdeki araba anahtarını sinirle sıkarken. Yüzümde ise mimik oynamıyordu. Ama gözlerim meydan okurcasına Fırat'ın gözlerindeydi. Lakin o an sakin olmayı seçtim. Fırat sinirliydi. Eminim bir sebebi de vardı. Üstüne üstlük Canan teyze, Bahar ve en önemlisi Elif buradaydı. Fırat'a ters bir cevap verirsem tartışırdık ve ben burada bu insanların yanında tartışmak istemiyordum.

İşte bu yüzden sakin bir ses tonuyla,
- Peki , dedim.
Ama bu "peki" bir boyun eğiş değil sadece Fırat'ın gözlerinde başlayan savaşa karşılık vermeyi bir süreliğine ertelemekti.

Fırat'ın ise gözlerinden yine bir pırıltı geçmiş ona itaat edişim hoşuna gitmişti. Gözleri yine yüzümü tararken bakışlarımı yüzünden çekip elimdeki anahtarı aldığım yere geri koydum. Ve Fırat'a bir daha gözlerimi değdirmeden yanından geçip kapıya yöneldim. Bahar ve Canan teyze ise rahatlamış görünüyordu. Bahar bana gülümserken aynı şekilde karşılık verdim.

Dilek'e aldığım altın ve nişan hediyesinin bulunduğu paketide girişteki konsolun üzerinden alırken Fırat'ta dahil olmak üzere hepimiz evden çıkmış ve asansöre binmiştik. Asansörde üzerime kabanımı giyerken telefonum çalmıştı. Cebimdeki telefonu elime aldığımda arayan kişi anlık bir şaşırmama sebep olmuştu. Ablam arıyordu. Çok nadir arardı beni . Belki de hiç aramamıştı şimdiye kadar, bilmiyorum.

Derin bir nefes alıp aramayı yanıtladığımda,
- Alo , dedim. Sesim şaşkın olduğumu belli ediyordu.
Ablamdan bir süre ses gelmezken asansör durmuş ve biz açılan kapıyla beraber asansörden inmiştik. Apartmandan çıkarken tekrar
- Alo , dediğimde Fırat bana dönmüştü. Onunla göz göze gelirken Fırat'a hitaben,
- Beni biraz bekler misiniz? Diye sormuştum.
Fırat hâlâ sinirliydi. Bunu yüzünden anlayabiliyordum. Ama yine de,
- Bekleriz, demiş ve beni ardında bırakıp arabasına doğru Bahar ve Canan teyzeyle beraber ilerlemeye başlamıştı.

Ablam ise sonunda ses vermiş ve,
- Hazan , demişti.
- Efendim?
- Ben... Salih ölmüş biliyor musun?

Gözlerimi kapatıp açtım ve usulca başımı sallarken,
- Biliyorum, dedim.

Ablam bir süre daha susup tekrar konuştuğunda,
- Bugün cenazesi vardı. Gittim ama ailesi kovdu beni. Beni suçluyorlar. Haklılar değil mi? Dedi.

Gözlerim dolmuştu ablamın bu mahsun sesine. "Hayır, senin suçun değil" demek istesem de diyemedim. Sustum öylece. Ve ablam kendi sorusuna kendi cevap verdi.
- Haklılar... Ben böyle olsun istemedim Hazan. Gerçekten. İnanıyorsun değil mi bana?

İnanıyordum. Kimse böyle olsun istemezdi.
- İnanıyorum.

Ablamın dudaklarının arasından kaçan hıçkırık kulaklarıma dolarken gözümden bir damla yaş süzüldü. Ve ablam konuşmaya devam etti.
- Şuan neredeyim biliyor musun?

Mezarlıktaydı. Bunu tahmin etmek o kadar da zor değildi benim için. Yine de,
- Neredesin? Diye sordum usulca.
- Mezarlıktayım. Ecrin'le Salih'in arasında oturuyorum. Hava çok soğuk biliyor musun Hazan? Ama ben üşümüyorum.

Gözümden ikinci damla da düşerken bir derin nefes daha aldım.
- Eve git. Durma orda.
Ablam,
- Gidemem. Her yerde Ecrin var. Ayrıca ev sahibi kovdu beni. Kirayı ödeyemedim diye , derken,
- Niye söylemedin? Yardım ederdim bir şekilde, dedim.
- Utandım, dedi ablam. " Annem bile arkasını döndü bana bir sen varsın Hazan demeye utandım. Herkes gitse de sen gitmezsin Hazan demeye utandım. Sana onca ettiğim kötülüğe rağmen "yetiş Hazan" desem yetiştirdin demeye utandım. Bunca şeyin üzerine seni aramaya da utandım ama...arayacak başka kimsem yoktu."

Gözümden yaşlar artık peş peşe düşüyordu. Zor bela toparladığım sesimle,
- Evine git. Kirayı hemen hesabına yollayacağım, tamam mı? Dedim.

Ablam derince bir nefes alırken,
- Tamam, dedi.
Bende ,
- Görüşürüz, diyerek telefonu kapattım ama ablamın evine gitmeyeceğini biliyordum ve içime bir kurt düşmüştü. Bu yüzden gözümdeki yaşları silerek Fırat'ın arabasına doğru ilerlerken Gaye'yi aradım. Telefon ikinci çalışta açılırken arabanın kapısını açmış arabaya biniyordum.
- Efendim Hazan?
- Gaye rahatsız ettim kusura bakma.
- Saçmalama savcım. Olur mu öyle şey?
- Sağol. Senden birşey isteyebilir miyim?
- Emret savcım.

Fırat arabayı çalıştırmış yola koyulurken dikiz aynasından arada bir bana bakıp yüzümü inceliyordu. Yanımda oturan Bahar'ın gözleride üzerimdeyken Gaye'ye,
- Sana yollayacağım adresten ablamı alır mısın? Diye sordum.
- Alırım. Alırım Hazan 'da bir sorun mu var?
- Bilmiyorum. Ama...neyse Gaye çabuk ol olur mu?
- Tamam. Hemen yola çıkıyorum. Ablana ulaşınca ararım seni.
- Tamam, sağol.

Telefonu kapatır kapatmaz mezarlığın adresini Gaye'ye yollamıştım. O sırada Bahar,
- Hazan bir sorun mu var? Diye sormuştu.
- Yok , dedim sadece ve önüme döndüm. Yine Fırat'la göz göze geldik o an. Gözleri "yalan söyleme" der gibi bakıyordu.
Bahar ise anlıyordu birşeyler olduğunu. Ve biliyordu; ne kadar acı çekersem çekeyim, ne kadar sorunum olursa olsun kimseye birşey söylemezdim. Bu yüzden usulca sarıldı Bahar bana. " Anlatma ama yanındayım bunu bil" der gibi. Bende Bahar'ın omzuna başımı koyarken gözlerimi kapadım.

Bazı şeyler uyursak değil ancak ölürsek geçerdi.

Belki de bir şansım olurdu bugün ölmeye...
💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧

Loading...
0%