@yikim2024
|
Herkesin kendince bir hikayesi vardır bu hayatta. Herkesin kendine özel yazılmış bir kaderi. Birde seçebildiklerimiz ve seçemediklerimiz vardır. Ben bu denklemde hep seçemediklerimin kurbanı oldum. Belki de dünya üzerinde yaşayan birçok insan gibi. Elimde soğumaya yüz tutmuş kahvemle gökyüzüne yeni yeni hâkim olmaya başlamış güneş ışınlarını evimin balkonundan izlerken derince bir nefes çektim içime. Hava soğuktu. Aralık ayının ortalarındaydık ve bu normaldi. Gökyüzünde sıcak yerlere göç etmemiş birkaç kuş kanat çırpıyordu. Genelde bu saatlerde hareketlenen mahalle sanırım haftasonu olduğu için sakindi. Köşedeki fırın kepenklerini çok erken bir saatte açmış olmalı ki raflar ekmeklerle dolmuştu. Kim bilir o ekmekler şimdi hangi ailenin mutlu bir haftasonu kahvaltısına eşlik edecekti? Hangi evde şuan "ekmek almaya kim gidecek?" Tartışması yaşanıyordu? Perdeleri yeni yeni açılan evlerden hangisinde tüm hafta içi okula gidip şimdi sıcacık yatağında onu uyandırmaya çalışan annesine "anne beş dakika daha lütfen" diyen gözleri uyku mahmuru bir çocuk vardı? Bilmiyorum. "Bilmiyorum" dedim ya gerçekten bilmiyordum. Bir anne çocuğunu nasıl uyandırır, mutlu bir kahvaltı sofrası nasıl olur ya da ekmek almaya evde kim gider bilmiyordum. Ben hep saatin tiz alarm sesiyle uyanırdım. Kendi kahvaltımı Ali'yle beraber kendimiz hazırladık. Ve ekmek almaya hep ben giderdim. Bir koşuşturmanın hüküm sürdüğü çocukluğum bir tek yaz tatillerinde Antep'teyken durulurdu. Bir tek Antep'te kendine ve kardeşine yetmesi gereken bir insan değilde bir çocuk olurdum. Ama kimse bilmezdi. Babamda dahil. Dağınık bir yaşamımız vardı hep. Babam sabah erkenden işe gider, annem akşam üstlerine kadar uyur, ablam annemin eline verdiği paralarla gününü gün eder ve biz Ali'yle kendi içimizde savaşırdık. Annem aslında Ali'yi ablamdan bile çok severdi ama Ali'nin benimle aynı kaderi paylaşmasının sebebi beni sevmesiydi. Annem beni ve beni sevenleri sevmezdi. Babam öldükten sonrada pek birşey değişmedi. Babamın biriktirip bize bıraktığı paralar bizi uzun bir süre idare etmişti. İstanbul'daki ev bizim olduğu içinde kira derdimiz zaten yoktu. Ama bir türlü aile olmayı beceremedik. Büyüdükçe de yaşamayı beceremedik. Derin bir nefes aldım yine. Yaşamak nedir diye sorsalar "tüm acıların üzerine derin bir nefes almaktır" derdim. Burukça gülümsedim yerimden kalkmadan önce Şırnak semalarına. Bugün İstanbul'da cenazem Şırnak'ta katılmam gereken bir nişan vardı. Hayatım trajikomik bir şekilde hızını kesmeden devam ediyordu. İçeriye girip balkon kapısını kapattığımda evin kapısı çalmıştı. Elimdeki kahve bardağını orta sehpanın üzerine koyup kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda Bahar vardı. Yine kararsız kalsam da, Canan teyzenin içeriye buyur etmesiyle ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girerken Fırat oturma odasından çıkmıştı. Gözleri üzerimde dolaşırken ben gözlerimi ondan çekmiştim. Aklım dün geceye gitmişti. Aslında pekte birşey yaşanmamıştı dün gece. Apartmana gelmiştik ve birbirimize "iyi geceler " diyip ayrılmıştık. Daha doğrusu ben iyi geceler demiştim. Fırat ise hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme bakıp başını sallamıştı. Üzerimdeki ceketi çıkarıp vestiyere astım. Mutfağa giren Canan teyze ve Bahar'a, Elimdeki ekmek sepetiyle beraber oturma odasındaki masaya geçtiğimde Bahar gelip karşıma oturmuştu. Fırat yanıma , Canan teyze de masanın baş köşesine otururken kahvaltıya başlamıştık. Çayımdan bir yudum alırken Bahar bana hitaben konuşmaya başladı. Gözlerimi Bahar'a çevirip, Bugün benim eniştemin cenazesi de vardı. Onunla da ilgilenmem gerekirdi. - Adliyeye uğramam lazım Bahar. Kuzenimin nişanı da olsa işimle ilgilenmem lazım. Sesim Bahar'ı azarlıyormuş gibi çıkmıyordu. Sadece açıklama yapıyordum. Bahar dudaklarını büküp, Bahar bir umut yüzüme bakıp, Çok bir işim yoktu aslında. Askeriye hakkında açtığım soruşturma belgesini Albaya götürecek ve ona soruşturma hakkında bilgi verecektim. Bir iki saat ya sürer ya sürmezdi. Canan teyze pes ederek, Fırat'ın baskın gözleri ise Bahar'ın üzerindeyken Bahar, Fırat'ın gözlerinin bu sefer de bana döndüğünü hissettim o an. Bana karışamazdı. Sevgili olsak belki buna izin verirdim. Ama bu şartlar altında benden onun sözünü dinlememi bekleyemezdi. Gerçi hiçbir zaman beraber olamayacaktık ve bu düşünce aklımdan geçtiği an beni üzmüştü. Yine de hiçbir tepki vermeden saçımı omzumdan geriye atarken çatalımdaki patates kızartmasını dudaklarıma götürdüm. Fırat ise ısrarla bana bakıyordu. Canan teyze ve Bahar'ın yüzünde manidar bir gülüş sezinledim bir an. Ama bundan emin olamadım. Kahvaltımı yapmaya devam ederken Fırat sinirli olduğunu belirten sert bir nefes alıp verirken sonunda önüne dönmüştü. ***** Apartmandan çıktığımda arabasına yaslanmış, elleri ceplerinde ve yine simsiyah giyinmiş olan Fırat'ı görmüştüm. Muhtemelen Bahar'ı bekliyordu. Bahar'la, benim işim bitince çarşıda buluşmayı kararlaştırmıştık. O sırada elindeki ekmek poşetiyle apartmana doğru ilerleyen Filiz'i fark ettim. Fırat'ı hayran gözlerle izliyordu. Fırat'ın gözleri ise bana dönmüştü. Şuan Filiz Fırat'ı; Fırat beni , ben ise Filiz'i izliyordum. İçimde kıskançlık olduğunu tahmin ettiğim bir his beni öfkelendirirken buna hakkım olmadığını bildiğimden duraksayan adımlarımı tekrar hareketlendirdim. Ve o an Filiz'in gözleri bana döndü. Fırat'ın beni izlediğini anlamış olacak ki gözlerindeki öfke gözlerime sabitlenmişti. Filiz süratle üzerime doğru gelmeye başladığında niyetinin bana omuz atmak olduğunu anlamıştım. Onunla Fırat için tartışacak ya da kavga edecek değildim. Bana böyle şeylerle gelmemeliydi. İkimizde kadındık. Bir erkek için - ki bu Fırat bile olsa - birbirimize bilenmenin bir alemi yoktu. Bu gibi hareketler ancak bizi küçük düşürürdü. Lakin Filiz'in böyle düşünmediğini hızını kesmeyen adımlarından anlayabiliyordum. Filiz'le aramızda santimler kala Filiz bana omuz atmak için harektlenirken kendimi geri çekmiştim. Bu durum Filiz'in boşluğa gelip düşmek üzere olmasına sebebiyet verirken Filiz'i dengesini sağlaması için kolundan tuttum. Motoru çalıştırıp yola koyulmak için hazırlanırken telefonumu arabadaki telefon tutacağına takmıştım. Fırat ise tam karşımdaki aracı ve heybetli bedeniyle hâlâ beni izliyor ve ben bunu hissedebiliyordum. Ama yinede ona bakmadım. Bakmamalıydım da. Bakarsam dipsiz bir kuyuyu andıran kara gözlerine dalar dalarsamda boğulurdum. Öyle bir sevgiydi işte içimde cebelleştiğim. Uzak durmalıydım ondan. Ki dün akşam zaten bana hiç yaklaşmaması gereken kadar yaklaşmış bende buna izin vermiştim. Hata yapmıştım ama o an olması gereken buymuş aksi olursa yanlış olurmuş gibi gelmişti. Fırat bana dokunmalı ve bende buna karşı gelmemeliydim sanki. Derin bir nefes alıp bu düşünceleri kafamdan uzaklaştırmaya çalıştım. Ayağımı yavaşça debriyajdan çekip gaza basarken arabayı park ettiğim yerden çıkarmak için direksiyonu çevirdim. O sırada benim gireceğim yoldan bir araç gelmişti. Beni fark edince araba yavaşlamış olsa da elimi camdan çıkarıp "geç"işareti yaptım. Aracın içindeki kumral adam yanımdan geçerken korna çalarak selam vermişti. Bende aynı şekilde karşılık verirken aracın çekildiği yola girip ilerlemeye başladım. İçimi yine bir sıkıntı kapladı o an. Eniştem birazdan toprağa verilecekti. Ve ben burada kuzenimin akşamki nişanı için kıyafet alacak , şarkı türküyle dolu bir gece geçirecektim. Kendimi kötü ve üstüne üstlük suçlu gibi hissediyordum. Olmaması gereken herşey olmaması gereken bir anda oluveriyor ve ben mutamadiyen kaderin bu cilveli oyunlarına yeniliyordum. Hak edip etmediğimi bilmediğim bunca şey kalbime ağır bir yük oluyordu. Savaşacak onlarca sorun hepsiyle savaşmak içinde bir ben vardım. O an öyle üzüldüm ki kendime. Tahtadan demirden yapılmış bir geminin bile fırtına anında sığınacak bir limanı varken benim bir ömür sürecek fırtınamdan sığınacak bir limanım yoktu. Babam öldüğünden beri böyle yaşamış ve buna bir miktar alışabilmiş olsam da bazı anlar vardı ki tıbbın bile yıllardır vücudumuzun neresinde olduğunu bulamadığı ruhum bana ağır geliyordu. Yinede bütün acılarıma bir "eyvallah" çekecek kadar gücüm hâlâ vardı. Adliyenin önünde durduğumda araçtan inip adliye binasına giriş yaptım. Haftasonu olduğu için her zamankine nazaran kalabalık olmayan adliye sessiz ve sakindi. Asansöre binip odama girdim. Bilgisayarın başına geçip hemen başsavcıdan onay alan soruşturma belgesinin bir kopyasını alıp çıkmıştım. Arabama tekrar bindiğimde askeriyeye gitmek için yola koyuldum. Gözlerim önümde yol alan arabalardayken telefonumun zil sesi arabada duyuldu. Babaannem arıyordu. Aramayı yanıtladığımda babaannemin, Hafif bir kahkaha atıp, O sırada konuşmaya halam dahil olmuş, Gülüşümü bastırmak için dudağımı ısırırken, Babaannemin, Bir süre sonra babaannem , Derin bir nefes alıp itiraz eden sesimle, Yüzüm ağlamaklı bir hâl alırken, Muazzez teyze bana dedemin yolladığı eşyaları getiren Rıza amcanın eşiydi. Bir umut babaanneme, Bende pes ederek, Canım sıkılmıştı. Eniştemin cenazesi vardı bugün ve benim akşam o nişanda birde mutlu gibi görünüp dans etmem gerekiyordu. Kendi içimde öylece bir kenarda oturur içten içe yasımı yaşarım diyordum ki böyle olmuştu. Aslında istemesem dans etmezdim ama babaannemi kırmak istemiyordum. Kaldı ki bir köşede öylece kös kös otursam Oğuz'u rahatız eder ve mutsuz olmasına sebebiyet verirdim. O kadar hazırlık yapmışlardı. Benim ailemden biri öldü diye de onca hazırlık boşa gidemezdi. Ki eniştemin öldüğünü söylesem bu bir tek Oğuz'u etkilerdi. Ailemin diğer üyeleri için eniştem ancak ülkenin herhangi bir yerinde ölen alelade insanlardan biri olurdu. En iyisi bu acıyı da bu yangını da kendi içimde yaşayıp söndürmekti. Başımı dayadığım direksiyondan kaldırıp elimdeki soruşturma kararının ve gereklerinin yazılı olduğu siyah dosyayla arabadan indim. Askeriyenin sürgülü demir kapısını bana açan asker selam dururken ona "rahat" demiş aynı zamanda da başımla selam vermiştim. Askeriye binasına doğru ilerlerken birkaç metre ilerimde beni izleyen Fırat'ı fark etmem uzun sürmedi. Burada olduğunu zaten dışarıda gördüğüm arabasından anlamıştım. Ama bana neden öfkeli gözlerle baktığını anlayamamıştım. Bilmeden onu sinirlendirecek birşey mi yapmıştım? Bu konunun üzerine sonra düşünmeye karar verip gözlerimi askeri üniformasının içinde tüm heybeti ve yakışıklılığıyla duran Fırat'tan aldım. Albayın odasına gitmek üzere binaya girip ikinci kata çıkmıştım. Odanın kapısını çaldığımda ise albayın "gel" diyen sesini duymuştum. İçeriye girdiğimde albay yerinden kalkmış ve , Albay başını sallarken devam ettim. Albay beni anlamaya çalışır gibi kaşlarını çatarken, Söylediklerimin bir şüpheden ibaret olduğunu düşünüyordu. Albay derin bir nefes alıp verirken, Askeriye bahçesine çıktığımda Fırat aynı yerinde duruyordu. Üzerinde bu serin havada bile sadece asker yeşili tişörtü vardı. Biçimli, uzun ve adeleli bacaklarını saran asker pantolonu , belindeki kemere takılı silahı, esmere yakın buğday teni ve kömür karası saçlarıyla yine çok yakışıklıydı. Ama anlamadığım bana neden hâlâ sinirliymiş gibi bakıyordu. Siyah hareleri resmen birer ateş topu gibiydi. Normal hızdaki yürüyüşümü hızlandırıp gözlerimi ondan çektim. Askeriyenin bahçesinden çıkıp arabama bindiğimde artık Bahar'ın yanına geçebilirdim. Fırat mevzusuda burada kalsa iyi olurdu. Onu düşünerek unutamazdım. ****** Sonunda Bahar'da beğendiği bir elbiseyi alırken kuyumcuya uğrayıp Dilek için bir pırlanta kolye seti ve kına yakılan eline koymak içinde bir tam altın aldım. Bahar'da altın alırken eve gitmek üzere arabaya binmiştik. Bahar, Ne demeye çalıştığını anlamazken, Fırat'ın sabah söylediklerinden mi bahsediyordu acaba? Ama o sadece Bahar'ı uyarmıştı. Bana birşey söylememiş belki de söyleyememişti. Kahvaltı sofrasında uzunca yüzüme bakmış ama ben ona dönmemiştim. Kızar mıydı ki elbisenin bu kadar açık olmasına? Derin bir nefes alıp bu düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım. Sonuçta Fırat'la aramda birşey yoktu ve olmayacaktı da. Onun görüşleri beni ilgilendirmezdi. Tıpkı benim ne giydiğimin onu ilgilendirmediği gibi. Arabayı apartmanın önüne park ettiğimde saat dört bucuktu. Gün içinde Oğuz'la konuşmuş nişanın ve kınanın nerede olacağını öğrenmiştim. Oğuz'a aşiretin yolladığı takıları getiren Rafık amcadan bahsetmiştim. O da " ben birini yollayıp aldırırım havaalanından. Sen yorulma" demişti. Bende bu duruma memnun olmuştum çünkü direksiyon sallamaktan çok yorulmuştum artık. Bahar arabadan inerken ikimizde poşetlerimizi almıştık. İçimden bugünü hemen atlatmayı diledim. Lakin olacaklardan habersizdim. Apartmana girdiğimizde Bahar benim evime gelmişti. Burada hazırlanacak ve kınaya öyle geçecektik. Bahar poşetlerini bir köşeye bırakıp, Kına saat 18.00 'da başlayacaktı. Bahar'ın hazırlanmasına kaldıysak geç kalacağımız garantiydi. Bu yüzden önce Bahar'ın hazırlanmasını bekleyecek bu süre zarfında da kendime bir kahve yapacaktım. Kahve makinesine kahveyi ve suyu koyup üzerimdeki ceketi çıkartım ve koltuklardan birine kendimi attım. Yorgundum. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor , bugün yaptığım hiçbir şeyden de zevk almıyordum. İçim boşalmış gibi hissettim bir an. Yine uyuyup şöyle birkaç gün uyanmama isteği sarmıştı içimi. O sırada kapı çalmıştı. Muhtemelen Bahar gelmişti. Yerimden kalkıp kapıyı açtığımda Bahar'ı, Canan teyze ve kucağındaki Elif'i görmüştüm. Canan teyze ve Elif kıyafetlerini giymiş hazır görünüyorlardı. Onları içeriye davet ederken , Canan teyze , Canan teyze suyunu içmiş bardağı da orta sehpanın üzerine koymuştu. Gözleri benim üzerimdeydi. Belli ki birşey söylemek istiyordu. - Birşey mi söyleyecektin Canan teyze? Canan teyze hafifçe tebessüm edip, Bende Canan teyzenin gülümsemesine karşılık verip, Canan teyze, Gülüşüm derinleşirken, ***** Elbiseyi üzerime geçirip saçlarıma fön çektim. Dudağıma kırmızı bir ruj gözlerimede rimel sürmüştüm. Tenim beyazdı ve yanaklarım mutamadiyen al al olurdu. Cildim pürüzsüz ve canlı olduğu için makyaj yapamıyor olmak benim için sorun teşkil etmiyordu. Pırlanta kolye ve küpeyi takarken kapı çalmıştı. Canan teyze bakar diye düşünerek ayakkabıları giymeye başlamıştım. Ayağım daha önceden çatladığı için bununla yürüyebilir miyim diye bakacaktım. Yürüyemezsem de daha rahat bir ayakkabı giyerdim. Ama yürüyebiliyordum. İstanbul'da Fatma teyzenin verdiği krem ayağıma iyi gelmişti anlaşılan. Son kez vanilya çiçeği aromalı parfümümü sıkıp düzleştirdiğim için neredeyse kalçalarıma kadar gelen saçlarımı kulağımın arkasına atarken küçük siyah çantamı da elime almış ve odadan çıkmıştım. Yavaş ve temkinli adımlarla merdivenleri inerken Fırat'ı görmüştüm. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Siyah gömleğinin ilk iki üç düğmesi açık olduğundan esmere yakın buğday teni pürüzsüz bir şekilde kendini gôsteriyordu. Kolundaki gümüş saat ve belindeki kemerin bile duruşu fazlasıyla çekiciydi. Hafifçe bir derin nefes alırken Fırat'ın da gözlerinin benim üzerimde olduğunu hissettim. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda Fırat'ın fazlasıyla sinirli göründüğünü ve bu sinirinin bana olduğunu anlamak çokta zor olmamıştı benim için. Fırat'ın bakışları gözlerimden aşağıya doğru inerken önce göğüs dekoltemde sonrada yırtmacımda uzunca gezinmişti. Ve tüm bunlar olurken Fırat anbean daha da öfkeleniyordu sanki. Bunu alnında ve boynunda beliren damarlardan, dişlerini sıktığı için kendini iyice belli eden yüz kaslarından son olarakta sıktığı yumruklarından anlamak mümkündü. Ki seğirip duran ve rengi iyice koyulaşan gözlerini saymıyordum bile. Fırat'ın bu hâli beni ürkütürken bir an "acaba farklı bir elbise mi giyseydim?" Diye düşünmüş olsam da artık çok geçti. Bahar'da peşimden gelirken, Fırat'ın yine öfkeli gözlerinin hedefi olurken içten içe sinirlenmeye başlamıştım. Sabahtan beri neyin nesiydi bu bakışlar? Düşünüp duruyordum yanlış birşeyde yapmamıştım. Derdi neydi bu adamın benimle? Bir elbise yüzünden mi bu kadar öfkelenmişti? Gözlerimi Fırat'tan çekip orta sehpanın üzerindeki araba anahtarına doğru yöneldim. Fırat konusunda düşünmek kafamı iyice karıştırıyor ve beni sinirlendiriyordu. Araba anahtarını alıp doğrulduğumda Fırat'ın, Bu cevabım Fırat'ın daha da sinirlenmesine sebep olurken Fırat üzerime doğru sert adımlarla gelmeye başlamıştı. Fırat tam karşımda durduğunda aramızda bir adımlık mesafe vardı. Çatık kaşları ve öfkeli gözleriyle önce yüzümün her zerresini tarayıp bakışları dudağımdaki kırmızı rujda bir süre oyalansa da gözleri gözlerimi bulurken, Bağırmıyordu ama kelimeleri öyle bir üzerine basa basa söylüyordu ki hiçbir şekilde itiraz istemiyor ve sinirli olduğunu gayet net bir şekilde gösteriyordu. Yani bağırmıyor oluşunun eksikliğini çekmiyordunuz. Ne yapmam gerektiğini düşündüm elimdeki araba anahtarını sinirle sıkarken. Yüzümde ise mimik oynamıyordu. Ama gözlerim meydan okurcasına Fırat'ın gözlerindeydi. Lakin o an sakin olmayı seçtim. Fırat sinirliydi. Eminim bir sebebi de vardı. Üstüne üstlük Canan teyze, Bahar ve en önemlisi Elif buradaydı. Fırat'a ters bir cevap verirsem tartışırdık ve ben burada bu insanların yanında tartışmak istemiyordum. İşte bu yüzden sakin bir ses tonuyla, Fırat'ın ise gözlerinden yine bir pırıltı geçmiş ona itaat edişim hoşuna gitmişti. Gözleri yine yüzümü tararken bakışlarımı yüzünden çekip elimdeki anahtarı aldığım yere geri koydum. Ve Fırat'a bir daha gözlerimi değdirmeden yanından geçip kapıya yöneldim. Bahar ve Canan teyze ise rahatlamış görünüyordu. Bahar bana gülümserken aynı şekilde karşılık verdim. Dilek'e aldığım altın ve nişan hediyesinin bulunduğu paketide girişteki konsolun üzerinden alırken Fırat'ta dahil olmak üzere hepimiz evden çıkmış ve asansöre binmiştik. Asansörde üzerime kabanımı giyerken telefonum çalmıştı. Cebimdeki telefonu elime aldığımda arayan kişi anlık bir şaşırmama sebep olmuştu. Ablam arıyordu. Çok nadir arardı beni . Belki de hiç aramamıştı şimdiye kadar, bilmiyorum. Derin bir nefes alıp aramayı yanıtladığımda, Ablam ise sonunda ses vermiş ve, Gözlerimi kapatıp açtım ve usulca başımı sallarken, Ablam bir süre daha susup tekrar konuştuğunda, Gözlerim dolmuştu ablamın bu mahsun sesine. "Hayır, senin suçun değil" demek istesem de diyemedim. Sustum öylece. Ve ablam kendi sorusuna kendi cevap verdi. İnanıyordum. Kimse böyle olsun istemezdi. Ablamın dudaklarının arasından kaçan hıçkırık kulaklarıma dolarken gözümden bir damla yaş süzüldü. Ve ablam konuşmaya devam etti. Mezarlıktaydı. Bunu tahmin etmek o kadar da zor değildi benim için. Yine de, Gözümden ikinci damla da düşerken bir derin nefes daha aldım. Gözümden yaşlar artık peş peşe düşüyordu. Zor bela toparladığım sesimle, Ablam derince bir nefes alırken, Fırat arabayı çalıştırmış yola koyulurken dikiz aynasından arada bir bana bakıp yüzümü inceliyordu. Yanımda oturan Bahar'ın gözleride üzerimdeyken Gaye'ye, Telefonu kapatır kapatmaz mezarlığın adresini Gaye'ye yollamıştım. O sırada Bahar, Bazı şeyler uyursak değil ancak ölürsek geçerdi. Belki de bir şansım olurdu bugün ölmeye... |
0% |