Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@yikim2024

Gözlerim Fırat'ın sürdüğü arabada kırmızı yanan trafik lambasına takılı, başım cama yaslı, kulaklarım telefondan gelecek olan bir bildirim sesine muhtaçken öylece duruyordum. Üzerimde bugün beni hiç terk etmeyen o yorgunluk hissi hüküm sürüyordu. Yaşam denilen şey başlangıcı olan bir şeydi. Peki o zaman ben neden yüzyıllardır bu dünyada yaşıyormuş ve ömrümün ne başlangıcı ne de bir sonu yokmuş gibi hissediyordum?

Nefes alıp vermek bile extra bir külfetti sanki benim için.

Kırmızı ışık yeşile döndüğünde gözlerimi kapattım. İçimde bir yerlerde beni ayakta tutacak ufacıkta olsa bir umut kırıntısı arıyordum. O an babam geldi aklıma. Onunla geçirebildiğim sayılı anlardan birinde onu ilk kez ağlarken görmüştüm. Balkonda , soğuk bir kış günü elindeki kahve kupasıyla yüzü donuk ve derin bir sükunet içindeyken gözleri nemli yüreği buruktu.

İçeriden bir battaniye alıp babamın omuzlarına örtmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Daha sekiz on yaşlarındaydım. Üzerimde ayıcıklı pijamalarım vardı. Babam seviyor diye hiç kestirmediğim uzun saçlarım rüzgarda savrulur ve babama kokumu götürürdü. Babam ne zaman yanına yaklaşsam "sen gelmeden kokun geliyor güzel kızım" derdi hep. Bana sarılıp beni öptüğünde huzur bulduğunu söylerdi.

O günde omuzlarına örtmeye çalıştığım battaniyeyle hafifçe irkilmiş beni fark edince de alelacele gözlerindeki yaşları silmişti. Ve beni kucağına alıp, boynumdan kokumu içine çekerek öpüp sımsıkı sarılmıştı. Bende babamın yanağına bir öpücük kondurup kokusunu derince solumuştum. Ona neden ağladığını sormamıştım. Çünkü babalar hep güçlü olurdu. Ve ben ona neden ağladığını sorarsam babam bana mahçup olurdu. Onu üzmek ise hiç istemezdim.
Ama ,
- Neyin var baba? Diye sorduğumu hatırlıyorum.
Saçlarımı okşarken yüzüme buğulu gözlerle bakışını.
- Birşeyim yok Hilal'im. Sadece bazı şeyler bazen çok fazla geliyor .

O zaman anlamıyorum.
Ama şimdi baba...herşey çok fazla geliyor. Ve seni çok özledim. Bu gece rüyama gelir misin?

Gözümden süzülen bir damla yaşı fark ettiğimde kirpiklerimi araladım. Bahar'ın eli elimi bulurken Fırat'la da göz göze gelmiştim. Gözlerinde yine bir öfke vardı ama bu sefer gözümden süzülen yaşaydı bu öfkesi, biliyordum. Hızlıca sildim o yaşı.

Ve Fırat arabayı bir düğün salonunun önünde durdurduğunda araçtan inmek için hazırlandım. Takıların içinde olduğu paketi ve çantamı elime alırken kapıyı açtım. Arabadan indiğimde diğerleride inmişti. Fırat arabayı kilitlerken elimdeki telefon çalmaya başladı. Gaye arıyordu.

Telefonu açmadan Bahar'a hitaben,
- Siz girin içeriye. Ben geliyorum , demiştim. Bahar başını sallayıp Canan teyzeyle beraber düğün salonuna doğru ilerlerken Fırat yanıma gelip gözleriyle hızlıca yüzümü tararken elindeki araba anahtarını bana uzattı ve,
- Arabada konuş. Üşüme, dedi.
Sesi sert üstüne üstlük emrediciydi. Sinirliydi bana bir sebepten ama kıyamıyordu da sanki.

Gaye'yi daha fazla bekletmemek adına Fırat'la bir tartışmaya girmek istemedim o an ve elimi elindeki anahtara uzatıp aldım ve,
- Teşekkür ederim, dedim usulca.
Fırat ise gözlerini kısmış bir vaziyette bana bakarken,
- Rica ederiz, demişti imalı bir ses tonuyla.
O an buna takılacak halde olmadığımdan çokta umursamadım bu tavrını.

Fırat beni son kez baştan aşağı süzüp derin bir nefes aldı. Sonrada arkasını dönüp heybetli vücudu ve kendinden emin adımlarıyla yanımdan uzaklaştı.

Bende aramayı yanıtlayıp Fırat'ın arabasının kapısını açarken arabaya binmiştim.
- Alo Gaye?
- Hazan ablanı buldum. Buldum da...

Kaşlarım çatılırken,
- "da"sı ne Gaye? Diye sordum. Sesim sorgulayıcı olduğu kadar tedirgin de çıkmıştı.
Gaye derin bir nefes alıp,
- "da"sı...ablan biraz daha geç kalsaydım...kendini öldürüyordu, dedi.
Duyduğum bu sözlerle çokta şaşırdım desem yalan olurdu. Ablamın sesinde hissettiğim boşluktan az çok anlamıştım nasıl bir ruh halinde olduğunu. Ama yine de sarsılmadım , korkmadım ya da üzülmedim desem yalan olurdu.

Derin bir nefes alıp,
- Nasıl şimdi peki? Diye sordum.
- Elindeki silahı almaya çalışırken aramızda bir arbede oldu. Çok güçsüz düşmüş . Bayılıverdi kucağıma. Şimdi de hastaneye götürüyorum.
- Çok sağol Gaye. Yük oldum sana da.
- Saçma sapan konuşmayı kes artık Hazan. Bizim birbirimizden başka kimimiz var? Senin ailen benim ailem sayılır.
- Sağol.
- Sen sağol da hastaneden sonra ne yapacağım ablanı? Kendi evime götüreyim mi? Yalnız kalmasa iyi olur.

Bir süre düşündüm. Gaye her ne kadar sorun etmese de ondan daha fazlasını isteyemezdim. Ayrıca ablam asabiydi. Kendine geldiğinde illaki Gaye'ye zorluk çıkarırdı.
Bu yüzden,
- Gerek yok Gaye. Ben bir yer bulup ararım seni, dedim.
Gaye,
- Tamam , derken telefonu kapatmıştım.

Ne yapacaktım peki şimdi? Annemi aramalıydım. Ama kendisi bu saatte asla ayık kafayla dolaşmazdı. Kaldı ki beni dinleyeceğini, dinlemeyi geçtim telefonumu açacağını bile sanmıyordum. Yine de şansımı denemek için annemi arayıp telefonu kulağıma götürdüm.

Telefon uzun uzun çalsa da açan olmamıştı. Tekrar tekrar aradım. Kendim için değil ablam için. Ama sonuç değişmemişti.

Derin bir nefes daha alırken zihnimde başka çözüm yolları aramaya başladım. Kendini öldürmeye çalışacak kadar mutsuz ve umutsuz olan ablamı tek başına bırakamazdım. Elimden gelse atlar giderdim yanına. Belki yarın giderdim de. Ama bu geceyi geçirebileceği bir yere , onu yaptığı hatalar yüzünden hor görmeyecek birine ihtiyacı vardı. Tüm bunlar beynimde dönüp dururken Salih eniştemi aldattığı adamın ablam tüm bunları yaşarken nerede olduğunu düşünüyordum bir yandan da. Belli ki ciddi bir ilişkileri yoktu ya da adam zoru görünce ablamı terk etmişti.

Son çare aklıma Fatma teyze geldi. Ondan böyle birşeyi isterken utanırdım ama başka çarem yoktu. Tereddüt ede ede Fatma teyzeyi aradım. Telefon ikinci çalışta açılırken Fatma teyzenin,
- Alo Hazan'nım? Diyen sesi kulaklarıma doldu.
- Nasılsın Fatma teyze?

Sesim beklediğimden güçsüz çıkmıştı.
Fatma teyze iyi olmadığımı anlamış gibi,
- Ben iyiyim yavrum da sen iyi misin? Sesin yorgun geliyor, demişti.
- Fatma teyze, dedim utana sıkıla birinden birşey istemeye çalışan küçük bir kız çocuğunun mahsunluğu vardı sesimde. " Senden birşey isteyebilir miyim?"
- İste kuzum tabii. O nasıl söz?

Gözümden bir damla yaş süzülürken,
- Ablam, diyerek söze girdim hafiften titreyen sesimle. " Bu gece...sadece bu geceliğine...sende kalabilir mi?"
Fatma teyze ,
- Kalsın tabii yavrum. Kalsın da sen birşey olmasa benden böyle birşey istemezsin. Noldu?

Bir süre duraksamış olsam da,
- Eniştem...dün ölmüş. Bu sabahta defnedildi. Ablam... kendine zarar vermeye çalışmış. Annemi de biliyorsun. Senden başka ablamı emanet edebileceğim kimse yok Fatma teyze. Sadece bu geceliğine... demiş ve Fatma teyzenin,
- Tamam yavrum. Ben bakarım ablana. Sende üzme kendini. Rabbim yardımcın olsun, diyen sesiyle de susmuştum.
- Sağol Fatma teyze. Ablam yola çıktığında haber veririm ben sana. Görüşürüz.

Telefonu kapattığımda Gaye'yi mesaj yoluyla bilgilendirmiştim. Artık telefonda konuşacak takatim kalmamıştı çünkü. İçim kırılıyordu sanki. Bir yük omuzlarımda ezdikce eziyordu beni. Gözlerimden yaşlar art arda süzülürken bulunduğum arabanın içinde boğuluyormuş gibi hissediyordum. Astım atağı geçirdiğimi fark etmem ise uzun sürmemişti.

Nefeslerim sıklaşırken kendimi arabadan dışarıya attım. Kabanımın cebindeki spreyi alırken ellerim titriyordu. Spreyi dudaklarıma götürürken yanıma hiç tanımadığım bir adam geldi ve,
- Hanımefendi iyi misiniz? Diye sordu.

Elimin biri göğsümdeyken yere eğik olan başımı kaldırıp adamla göz göze geldim. Adamın gözleri yüzüme değdiğinde bakışları değişirken hafifçe gülümsedi. Ben ise yüzüne fazla bakmadan,
- İyiyim , dedim nefes nefese çıkan sesimle.
Adam elini omzuma koyarken,
- Pek iyiymiş gibi görünmüyorsunuz. Yapabileceğim birşey varsa söyleyin, demişti .
Sarışın ve mavi gözlü olan bu adamın ne bakışlarından ne de bana dokunmasından hoşlanmamıştım. Tam adama elini çekmesini ve beni yalnız bırakmasını söyleyecektim ki adamın omzumdaki elini bir başka el sert bir şekilde itmişti. Kafamı kaldırıp elin sahibine baktığımda Fırat'ı gördüm. Gözleri benimle o adamın arasında gidip gelirken çok öfkeli görünüyordu. Fırat'ı birçok kez hatta bugün gün boyu öfkeli görmüş olsam da şuan bambaşka bir sinir hüküm sürüyordu gözlerinde .

Sert yüz ifadesiyle yüzüme bakarken gözümden süzülen yaşları ve nefes almaya çalışan halimi görünce öfkeli bakışları adama döndü.

Bariton ve katı sesi,
- Noluyor burada? Diye sorarken o adam,
- Ooo Yüzbaşım! Sizde mi buradasınız? Demişti.
Fırat ise o adamla arama girip önümde bir barikat gibi dururken Fırat'ın geniş omuzları ve sırtından başka birşey göremiyordum.

Fırat sesinin tonunu yükseltirken,
- Noluyor burada dedim, dedi.
O adam ,
- Birşey olduğu yok. Hanımefendi pek iyi görünmüyordu. Yardım etmek istedim , derken Fırat yumruklarını sıkarak,
- " Hanımefendinin" senin yardımına ihtiyacı yok. Ben varım burada. Anladın? Demişti.

Nefeslerim düzene girerken şuan burada ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Üstüne üstlük garip bir şekilde Fırat'a ihanet etmişim gibi hissediyordum. Bu normal miydi?

Sırtımı dayadığım arabadan doğrulurken o adam alaylı sesiyle,
- Ben gördüğümde " hanımefendi" yalnızdı. Sen ortalarda görünmüyordun. Ayrıca sana noluyor? Nesi oluyorsun "hanımefendinin"? Demişti.

Birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları o kadar belliydi ki. Benim üzerimden tartışıyorlardı.
Fırat adamın üzerine doğru bir adım atarken,
- Bu seni ne ilgilendirir?! Diye sordu baskın ve sert sesiyle.
Adamın yüzünü Fırat'ın heybetli bedeni yüzünden göremiyordum. Görmek gibi bir derdim de yoktu.

Adam imalı bir ses tonuyla,
- Bilmem , demiş ve bu Fırat'ın,
- Gökhan siktir git!! Diye gürlemesine sebep olmuştu.
Adamın çapkın bir herif olduğu belliydi. Çalıştığım barlarda ve taksilerde çok karşılaşmıştım böyleleriyle.

Fırat'ın Gökhan dediği adam hafif bir kahkaha atarken,
- Sakin ol Yüzbaşım. Gidiyorum, demiş ve duyduğum adım sesleriyle uzaklaştığını anlamıştım.

Fırat bir süre bana arkası dönük bir vaziyette öylece durdu. Ellerini kaldırıp yüzünü sıvazlarken sırt kasları gerilmiş ve üzerindeki siyah ceket daralmıştı. Fırat sert bir nefesi alıp verirken ellerini saçlarının arasından geçirip çekiştirdi. Sanırım sakinleşmeye çalışıyordu. O Gökhan denilen adamdan beni mi kıskanmıştı?

Fırat sonunda bana döndüğünde benim yüzüm yere eğikti. Gözlerim ise Fırat'ın ayakkabılarındaydı. O adam bana dokunduğu ve Fırat'ta bunu gördüğü için kendimi suçlu gibi hissediyordum.

Fırat'ın bakışlarının ağırlığı üzerimdeyken derin bir nefes aldığını duydum. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi ise çoktan kapatmıştı. Yanaklarımın yandığını ve kızardığını hissediyordum. Uzun saçlarım yüzüme dökülüp yanaklarımı kapatıyor olsa da bu yakınlıkta Fırat herşeyi fark edebilirdi .

Aramızda süre gelen sessizliği sonunda Fırat ,
- Yüzüme bak, diyen tok sesiyle bozmuştu. Az önce o adama kullandığı ses tonuyla bana kullandığı ses tonu çok farklıydı.
Başımı yerden usulca kaldırıp Fırat'ın gözlerine baktım. Fırat ise muhtemelen ağladığım için kızaran gözlerime baktı. Yanaklarımı izledi bir süre ve bakışları dudaklarımda oyalanırken hafifçe içini çekip,
- İyi misin? Diye sordu.
Başımı sallamakla yetindim.
- Astım atağı mı geçirdin?
Yine başımı salladığımda Fırat sert sesiyle,
- Konuş benimle , sesini duyayım, dedi.
Kalbim hızla atarken gözlerimi Fırat'ın gözlerinden kaçırdım. O ise derin bir nefes alıp ,
- Ağladın mı sen? Diye sordu.

Tam başımı sallayacaktım ki kendimi durdurdum. "Konuş benimle" demişti.
- Biraz.

Utanıyordum şuan. Onunla bu şekilde böyle ve bu konu hakkında konuşmak beni utandırıyordu. Ağladığımı bilsin ya da görsün istemiyordum.

Fırat bana biraz daha yaklaşırken arkamda kalan arabayla iyice bütünleşmiştim. O an Fırat birşey yaptı. İki eliyle yüzümü avuçlayıp yanaklarımda kurumaya yüz tutan yaşları baş parmaklarıyla silerken ben fazlasıyla şaşkındım.

Beynim kalbime emirlerini yağdırıyordu. Ondan uzak dur , bu kadar hızlı atma , hemen uzaklaştır onu kendinden... Ama kalbim beynime itaat etmiyor "benimde sevgiye , merhamete ihtiyacım var" diyerek ona dikleniyordu. Sadece gözlerim beynime itaat ediyordu. Asla Fırat'ın yüzüne değmemek için verdiği çaba taktire şayandı.

Fırat ise kendi içimde ona karşı verdiğim savaştan habersiz öylece beni izliyor, artık gözyaşlarımı silmekten uzaklaşan ve usulca yanaklarımı okşayan elleriyle kalbimin daha da hızlanmasına sebep oluyordu .

Ve Fırat ,
- Ağladığın için mi astım atağı geçirdin? Diye sordu. Erkeksi sesine sığdırdığı merhamet gözle görülür, elle tutulurdu sanki.
- Galiba , dedim usulca. Hâlâ Fırat'ın gözlerine bakamıyordum. O ise bir eli yanağımda dururken diğerini yüzüme dökülen saçlarıma çıkarıp saçlarımı sevmeye başlamıştı.

"Galiba" demiştim sorduğu soruya . Çünkü strese girdiğimde, çok bunaldığımda ya da üzüldüğümde de astım atağı geçirebiliyordum. Ama aldığım psikolojik eğitimlerle bu gibi duygu durumlarıyla baş edebilirdim. Lakin mevzu bahis ailem , ölüm veyahut ailemden birini kaybetmek olduğunda tüm psikolojik eğitimlerim bir kenara geçiyor ve "bu mevzular bizi aşar" diyordu.

Fırat derin bir nefes alıp,
- Bir tedavisi falan yok mu bunun? Diye sormuştu.
- Yok , dedim.

Ve Fırat imkansız birşey istedi o an benden;
- Bir daha ağlama o zaman, demişti. Sesi emir verir gibiydi.

Gözlerim usulca Fırat'ın gözlerini bulurken Fırat bana oldukça yoğun bakıyordu. Eziliyordum yine bu bakışların altında. Kendimi toparlamam ve hemen Fırat'ın çekiminden kurtulmam lazımdı. Ayrıca Oğuz'un nişanı vardı önünde bulunduğumuz binanın içinde. Ve ben burada Fırat'la hiç olmamam gereken bir hâl içerisindeydim.

Hafif bir nefes alıp boğazımı temizlerken gözlerimi Fırat'ın gözlerinden kaçırıp yüzümü binaya doğru çevirdim. Bu hamlemle yanağım iyice Fırat'ın avucunun içine gömülmüştü. Sert bir deriye sahip olan bu eller oldukça sıcaktı. Benim yanaklarımda utançtan alev alev yanıyordu. Gergin bir şekilde dudağımı ısırırken gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tutuyordum.

Kendimi toparlayıp tekrar Fırat'ın yüzüne baktığımda bu heyecanlı ve utangaç halimin onu gülümsettiğini fark ettim. Böyle olmamalı, Fırat bana böyle gülümsememeliydi.

Sonunda konuşmayı başardığımda,
- Ben... içeriye geçeyim, demiş ve arabanın içine bıraktığım takı paketini , çantamı ve arabanın anahtarını almak için yana doğru kaymaya çalışmıştım. Fırat ellerini yüzümden çekse de beni engellemek için arkamdaki arabaya koymuş ve bu hamlesiyle beni arabayla arasında kıskaca almıştı.

Yüzüne ne yaptığını anlamaya çalışır bir vaziyette bakarken bana şu soruyu sordu;
- O yavşağı tanıyor musun?
Sesi az öncekinin aksine o kadar sertti ki bir an bu yakınlıkta ürkmedim desem yalan olurdu.

Hafifçe yutkunup,
- Hayır. Nereden tanıyayım? Dedim. Sesim sakin ve güçlü çıkmıştı.
- Dilek'in üvey kardeşi.

Kaşlarımı "öyle mi?" Dercesine kaldırmıştım. Fırat ise ,
- Boşanma avukatı. Ama şerefsizin tekidir. Güvenilir biri değil, diyerek devam etmişti sözlerine.

Bunları bana neden anlatıyordu? Bananeydi ki?
- Niye anlatıyorsunuz ki bunları bana? Beni ne ilgilendirir?

Fırat'ın dudağı hafifçe sola doğru kıvrılırken gözleri yüzümü taradı. Yüzünü hafifçe yüzüme yaklaştırdığında gözlerini gözlerime sabitleyip,
- İlgilendirmez. İlgilendirmeyecek, dedi baskın bir ses tonuyla.

Kısaca "o adamdan uzak dur ve sana yaklaşmasına izin verme" diyordu. Ama ortada hiçbir şey yoktu ki. Adam sadece iyi olup olmadığımı sormuştu. Bundan ne gibi bir sonuç çıkarmıştı da bana böyle uyarılarda bulunuyordu. Yine de Fırat'ı dinlemeye karar vermiştim. Sonuçta o adamı tanımıyordum. Bir nevi akraba oluyor olsak da bu durum o adamla konuşmamı gerektirmezdi.

Fırat hâlâ yüzüme bakıyordu. Bakmaktan ziyade dalıp gidiyordu sanki. Aramızdaki konuşmanın bittiğine kanaat getirip,
- Ben artık içeriye geçeyim, dedim.

Fırat bu sözlerimle gözlerini kapatıp açarken başını sallayarak geri çekildi. Bende arabanın kapısını açtım ve almam gerekenleri alıp torpidonun üzerine bıraktığım anahtarı arabayı kilitleyerek Fırat'a uzattım. Fırat elimden anahtarı alırken beni bugün defalarca yaptığı gibi baştan aşağıya süzdü. Gözleri yine göğüs dekoltem ve yırtmacımda gezinirken sinir yavaş yavaş yüzünü ele geçirmeye başlamıştı. Elindeki anahtarı kırarcasına sıkmaya başladığında onu umursamamaya çalışarak düğün salonuna doğru ilerlemeye başladım.

******
Binaya girdiğimde önce bir lavaboya uğramış yüzümü yıkayıp makyajımı tazeledikten sonra da Gaye'ye Fatma teyzenin adresini atmış , kınanın ve nişanın yapılacağı salona girmiştim. Sanırım kınayı kadınların ve erkeklerin karışık olduğu bu ortamda yapacaklardı. Biraz garipsesemde salonun girişinde durmuş ortamı inceliyordum.

Mor ve beyaz renklerin hakim olduğu salonda yuvarlak beyaz tül örtülü masalar , arkasına mor tülle fiyonk yapılmış sandalyeler vardı. Ortamı aydınlatan loş bir beyaz ışık mevcutken salonun bir yarısı sadece böyleydi. Diğer yarısı ise kırmızı beyazdı. Bir masanın üzerinde kına tepsisi, mumlar ve taç türü şeyler bulunuyordu. Köşede ise taht gibi duran kırmızı ve altın sarısı tonlarındaki koltuk sanırım Dilek'in oturması için oradaydı. Diğer yandaysa çalgı aletlerini hazırlayan müzisyenler mevcutken uzun ayaklı hoparlörler boy gösteriyordu.

Davet edilen insanların çoğu ise gelmişti. Ve belki de tüm davet edilenler bu kadardı. Turan timi ful kadro buradayken Feyzullah ve birkaç jandarma da buradaydı. Ve onların eşleri ya da aileleri olduğunu düşündüğüm kadın toplulukları vardı.

Turan timi ve jandarmalar hepsi büyük bir masanın etrafında toplanmış oturuyorlardı. Fırat'ta Turan timinin yanındaydı. Sırtı kapıya dönük olduğundan beni görmesi mümkün değildi. Kadınlarda diğer masalara dağılmış vaziyetteyken salonda ikiyüze yakın insan vardı.

Bu manzara bana küçükken babaannemin beni zorla götürdüğü düğünleri hatırlatmıştı. Antep müzikleri eşliğinde oynayan kadınlar. Bizde düğün alanı kadın ve erkek olarak ayrılırdı. Eğer babaannem burayı böyle görse " kele gâvur adetini başımıza nasıl getirisiz" diye ayılıp bayılırdı.

Yüzümde hafif bir tebessüm oluştuğunda gözüme kestirdiğim Bahar'ların olduğu masaya doğru ilerleyecekken Oğuz'un,
- İyi izle dayımın kızı. Bu kafayla sittin sene evlenemeyeceksin nasıl olsa. Bir daha bulamazsın, diyen sesi kulaklarıma dolmuştu.

Hafif bir kahkaha atıp Oğuz'a döndüğümde tehditkâr gözlerle yüzüne bakıp,
- Eğer babaanneme kınaya erkek karıştırdığını söylersem sende sittin sene Antep'in yolunu bulamazsın, demiştim.
Oğuz ise yüzündeki alaycı gülümseme kaybolurken işaret parmağını yüzüme doğru kaldırmış ve ,
- Sakın bak Hazan sakın. Antep'e gidememek neyse de anneannemin çenesi gerçekten çekilmiyor, demişti .

Alayla gülüp,
- Elime koz vermeye devam ediyorsun halamın oğlu, dediğimde Oğuz,
- Tam bir cadısın Hazan! Küçükken de böyleydin. Neyse ki ağızından birşey çıkmayacağını biliyorum da rahatım, dedi.

Biliyordu. Kimseye birşey söylemezdim. İnsanların arası bozulsun istemez bir yerde birşey duyarsam bunu sadece ben duyardım.

Oğuz'a sevecen bir şekilde gülümsediğimde beni baştan aşağı süzmüş ve,
- Ne güzel olmuşsun kız, demişti.
- Teşekkür ederim, diyerek gülümsemiş Oğuz'un üzerindeki beyaz gömlek, siyah pantolon , ceket ve kravatı inceleyip "sende baya yakışıklı olmuşsun" diye de eklemiştim.

O da kendini süzüp,
- Öyle mi diyorsun? Diye sormuştu.
Başımı onaylar anlamda salladığımda Oğuz,
- Çok heyecenlıyım kızım, demişti.

Bende alayla gülüp,
- Eee kolay değil tabii gelin oldun gidiyorsun, demiştim.
Oğuz,
- Ha ha ha! Kırk yıl düşünüp yaptığım espiri , derken ona cevaben,
- Böyle sıradan bir espiriyi yapabilmek için ancak senin kırk yıl düşünmen gerekir. Bana dört saniye yetti , demiştim.

Oğuz ise gözlerini kısıp,
- Hiç ağız dalaşına giremeyeceğim seninle. Geç içeri otur. Birşey istersen de söyle, demiş ve yanımdan uzaklaşmıştı.

Bende Bahar'ların bulunduğu masaya doğru ilerlemeye başlamıştım. O sırada Gökhan denilen adam da bizim masanın yanındaki masada yanındaki sarışın bir kadınla oturuyordu. Gözleri benim üzerimdeydi. Bakışlarımı ondan çekip Bahar'ın yanındaki sandalyeye otururken kabanımı çıkardım.

Bahar beni fark ettiğinde,
- Nerede kaldın? Diye sormuştu.
- Telefon konuşması beklediğimden uzun sürdü. Kusura bakma.
- Bir sorun var dimi Hazan? Ama söylemiyorsun. Birgün oturup konuşacağız haberin olsun.
- Tamam Bahar, diyerek konuyu kapattım.
Hangi gün olduğu önemsizdi. Hiç kimseye hiçbir şey anlatmayacaktım. Benim derdim bende kalacaktı.

Elimdeki paketi ayağımın yanına koyarken Canan teyzeyle göz göze gelmiş ve ona gülümsemiştim. O da bana gülümserken gözleri Fırat'a dönmüştü. Ne olduğunu anlamıyordum ama yakında çıkardı kokusu.

O sırada biri arkamdan elleriyle gözlerimi kapattı ve,
- Bil bakalım ben kimim? Diye sordu.
Aşina olduğum bu sesin sahibi Muazzez teyzeydi.
- Hım acaba kimsin? Dedim muzip bir sesle.
- Hadi bakalım bilicin mi?
- Acaba Muazzez teyze olabilir misin?

Muazzez teyze ellerini gözlerimden çekerken ayağa kalkıp ona sarıldım . Muazzez teyze tombul ve kısa boylu bir kadındı. Güler yüzlüydü. Onu hep tatlı bulurdum. Başındaki zümrüt yeşili yazmadan yayılan leylak kokusu çok tanıdık anılara götürüyordu beni .

Muazzez teyze sırtımı okşarken,
- İyi gız! Unutmamışsın beni. Nereden baksan yedi yıl oldu görüşmeyeli, demiş ve benden ayrılırken de beni baştan aşağı şöyle bir süzmüştü.

- Gız pekte güzelleşmişsin. Bir içim su olmuşsun valla. Maşallah sübhanallah.

Gülümseyip,
- Sende pek güzel olmuşsun görmeyeli. Rıza amca kıskanıyordur seni, dediğimde Muazzez teyze yüzünü buruşturup sandalyeye yönelirken sandalyesini çekip oturmasına yardımcı olmuştum.

Bende yerime oturduğumda Muazzez teyze konuşmaya başladı.
- Ayh Rıza amcanın gördüğümü var beni? Anca yiyip içip...tövbe estağfurullah konuşturma beni.

Hafifçe gülüp,
- Nerede o ? Gelmedi mi? Diye sormuştum.
- Yok gelmedi. Başı sesi kaldırmıyormuş beyefendinin. Benim gibi bir kadını da kaldıramıyor zaten. Hiç yanıma yakışmıyor Hazoş. Arada bir şeytan dürtüyor boşa diye. Ama bu saatten sonra atsan atılmaz satsan satılmaz.

Gülmekle yetindim bu sözlerine. Muazzez teyze de şaka yapıyordu zaten. Yoksa bütün Antep bilirdi birbirlerine nasıl aşık olup kaçtıklarını.

Canan teyzeyle tekrar göz göze geldiğimde Muazzez teyzeyi tanıtmadığımı fark ettim. Ve onlara hitaben,
- Ah tanıştırmadım sizi. Muazzez teyze. Uzaktan bir akrabamız, demiştim.
Muazzez teyze ise,
- Ne uzaktan akrabası gız?! Diyerek itiraz etmiş ve Canan teyzeye bakarak "efendim bu kız ve Oğuz benim ellerimde büyüdü. Dolayısıyla fazlaca yakınım. Yani "uzaktan akraba" sadece bir terimden ibarettir." Demişti eski bir Türkçe öğretmeni olmanın verdiği düzgün diksiyonuyla.

Doğru. Oğuz asker , ben savcı olduğumdan beri bütün Türkoğlu aşiretinin kadınları aynı şeyi söylüyordu. Biz onların elinde büyümüştük.

Canan teyze "öyle mi?" Der gibi kaşlarını kaldırırken Oğuz yanımıza gelip Muazzez teyzeye sarıldı. Hâl hatır sorduktan sonra Oğuz bana dönüp,
- Bir gelsene Hazan, demişti.
Canı sıkkın gibi görünürken yerimden kalkıp Oğuz'un beni belimden tutup yönlendirmesiyle kına için hazırlanan alana geçtik

Kına tepsisi , mum gibi şeylerin bulunduğu masanın önünde durduğumuzda,
- Ne oldu Oğuz? Diye sordum.
Oğuz sıkıntılı bir nefes verip,
- Dilek'in üvey annesi sorun çıkarıp duruyor gelin odasında. " Oğlanın annesi bile gelmemiş. Senin avucuna altını kim koyacak" falan diye saçmalıyor. Canımı sıktı, demişti .

Kaşlarım iyice çatılırken,
- Altını ben koyacağım Dilek'in avucuna. Babaannemle öyle konuştuk da canını çokta sıkıyorsa gidip haddini bildiririm Oğuz, dedim.

Oğuz tebessüm ederken ,
- Yaa Hazan! Bugün benim annem sen mi olacaksın? Demişti.
Bende gülüp muzip bir şekilde,
- Olurum tabii. Hem de öyle bir ana olurum ki daha kendi doğmadan oğlunu doğuran fedakâr bir ana olurum, demiştim çünkü Oğuz benden dört yaş büyüktü.

Oğuz hafif bir kahkaha atarken bana sarılmış ve ,
- Hemen de yüzümü güldürürmüş abisinin gülü, demişti.

Ondan ayrılıp,
- Bak Oğuz canını çokta sıkıyorsa o kadın konuşuruz, dedim .
- Boşver Hazan. Dilek pek ciddiye almıyor kadını. O almıyorsa ben niye alayım. Sadece şu altın meselesi canımı sıkmıştı. Onu da sen hallettin de ben sana birşey hatırlatacağım.

Kaşlarımı çatıp,
- Neymiş? Diye sordum.
- Hani bana bir söz vermiştin ya sana ilk aşık olduğumu söylediğimde. Hatırlıyor musun?

Hatırlıyordum. "Evlenirseniz nişanda ve düğünde şarkılarınız benden" demiştim. Ama o sözü verirken bugünün böyle birgün olacağını tahmin etmemiştim. Şimdi verdiğim sözden de cayamazdım.

Derin bir nefes alıp başımı salladığımda Oğuz gülümseyip,
- Sana vicdansızca davranmayacağım. Sadece kına giriş şarkısını söylesen yeter. Savcısın sonuçta burada. Şimdi sana timin önünde Ankara'nın bağları söyletmek olmaz , demişti.
Gözlerimi devirip,
- Sağol ya, dedim ve "kına giriş şarkısını seçtiniz mi? "Diye sordum.
Oğuz ise,
- Dilek duygusal birşey olsun dedi. " Suya gider allı gelin" diye bir türkü varmış onu istiyor , derken başımı salladım.
- Ne zaman ineceksiniz?
- Şimdi ben yukarıya çıkıp Dilek'i alıp geleceğim. Geldiğimizi anons edecekler. Sen çık sahneye. Orkestra biliyor zaten .
- Tamam.
Oğuz tam gidecekken geri dönüp,
- Hazan , bak eğer Dilek'in annesiyle konuşursan kadın biraz kibirli. Sakin ol tamam mı? Bir sorun çıkmasın. Dilek üzülsün İstemiyorum, demişti.

Benden başımı sallayıp onu onaylamıştım .

Oğuz yanımdan uzaklaşıp üst katın tüllerle ve Led ışıklarla süslenmiş merdivenlerini çıkarken bende sahneye doğru ilerlemeye başladım. "Suya gider allı gelin" bildiğim bir türküydü. O yüzden rahattım. Sahneye çıkıp ayaklı mikrofonun önünde durduğumda salondaki herkesin gözü bana dönmüştü. Özellikle de Fırat'ın öfkeli gözlerinin hedefi olmuştum. Beni baştan aşağı süzüp duruyordu yine. O böyle bakınca yanlış birşey yaptığımı ve onu kızdırdığımı düşünüyordum. Eniştemden dolayı kendimi yeterince kötü hissediyordum zaten.

Bana böyle bakmasan Fırat, olmaz mı?

Gözlerimi ondan çekip üzerimdeki elbiseyi düzelttim. Saçlarımı da omuzumdan geriye doğru atıp kulağımın arkasına sıkıştırdığımda heyecanlı değildim. Aksine kötü birşey yapıyormuş gibi hissediyordum. Ama dışarıdan görünüşüm ifadesiz bir surattan ibaretti.

O sırada Bahar yüzündeki kocaman gülümsemesiyle yanıma doğru gelmiş,
- Giriş şarkısını sen mi söyleyeceksin ? Diye sormuştu.
Başımı salladım usulca. Söz vermiştim. Yapacaktım.

Özür dilerim enişte...

Bahar ,
- Ayh ne güzel, diyerek yanımdan ayrılıp masaya geçerken az önce Gökhan denilen adamın yanındaki kız sahneye doğru gelmeye başladı. Sanırım Oğuz'ları bu kız anons edecekti. Bunu düşündüğümde mikrofondan bir kaç adım gerileyerek uzaklaştım.

Bu sarışın kız sanırım Gökhan'ın kardeşiydi. Birbirlerine fazlasıyla benziyorlardı. Kızın üzerinde kırmızı saten mini bir elbise vardı. Sarı saçlarını ise dağınık bir topuz yapmış, yüzünde de bolca makyaj mevcuttu. Tahmini yirmilerinin sonunda gibi duruyordu. Güzel bir kız olduğu ise su götürmez bir gerçekti.

Kız mikrofona doğru,
- Dilek ve Oğuz'un kına gecesine hepiniz hoşgeldiniz! Onlar için büyük bir alkış alalım! Demiş ve kendisi alkış tutarak diğerlerininde alkışlamasını sağlamıştı. Kız bana baş işareti yapıp sahneden indiğinde bu hareketine çokta takılmadan mikrofona yaklaştım. Salondan hâlâ alkış sesleri yükseliyorken arkamdaki orkestradan sazın sesi duyulmaya başladı. Öyle bir sesti ki bu ses "ben Anadolu'nun sesiyim" diyordu sanki. Ruhu okşuyordu. İçinizde belki de haberdar dahi olmadığınız duyguları gün yüzüne çıkarıyordu.

Dilek ve Oğuz kol kola uzun merdivenlerin başında göründüğünde merdivenlerin sonunda onları ellerinde konfetilerle bekleyen iki tane kız vardı. İkisi de Dilek'in kırmızı kına elbisesine tezat beyaz giyinmişlerdi. Türk bayrağının renkleri gururla salınıyordu bu salonda.
Dilek ve Oğuz'u usul usul takip eden ışıklarda bir kırmızı bir beyaz olurken hiç kimseyle göz göze gelmemek adına ellerimi arkada bağlayıp gözlerimi kapattım. Lakin Fırat'ın bakışlarının ağırlığından kurtulmak pekte mümkün olmazken derin bir nefes alıp şarkıya başladım;

Suya gider allı gelin
Has gelin, has gelin
Suya gider allı gelin
Has gelin, has gelin
Topukların nokta nokta bas gelin
Bas gelin, bas gelin, aman
Topukların nokta nokta bas gelin
Bas gelin, bas gelin, aman
Bu güzellik sade sana
Has gelin, has gelin
Bu güzellik sade sana
Has gelin, has gelin
Bilmiyo'n mu benim sana yandığım?
Yandığım, yandığım, aman
Ellerin köyünde garip kaldığım
Kaldığım, kaldığım, aman

Ben susup sadece sazın sesi tekrar salona hakim olduğunda gözlerim yavaştan dolmaya başlamıştı. Ağlamak istemiyordum. Ama şuan öyle karmaşık bir ruh halindeydim ki bu duygu yoğunluğuyla başa çıkamıyordum. Yine de gözlerimi bir an olsun açmadan öylece durup şarkıya devam ettim. Madem ben mutlu olamıyordum o zaman başkalarını mutlu etmeliydim.

Suya gider su testisin
Doldurur, doldurur
Suya gider su testisin
Doldurur, doldurur
Eve gelir gül benzini soldurur
Soldurur, soldurur, aman
Eve gelir gül benzini soldurur
Soldurur, soldurur, aman
İflah etmez bu dert beni
Öldürür, öldürür
İflah etmez bu dert beni
Öldürür, öldürür
Bilmiyo'n mu benim sana yandığım?
Yandığım, yandığım, aman
Ellerin köyünde garip kaldığım
Kaldığım, kaldığım, aman
Bilmiyo'n mu benim sana yandığım?
Yandığım, yandığım, aman
Ellerin köyünde garip kaldığım
Kaldığım, kaldığım, aman

Türkü bitip saz sustuğunda gözümden süzülen bir damla yaşı kimse görmeden hızlıca silmiş ve kirpiklerimi aralamıştım. Salonda az öncekine nazaran büyük bir alkış tufanı koptuğunda göz göze geldiğim çoğu insanın gözleri dolu doluydu. Hissederek söylediğim bu türkü anlaşılan birçok insanında yüreğine dokunmuştu.

Fırat'la ise hiç göz göze gelmedim o an. Ama bakışları hâlâ üzerimdeydi, hissedebiliyordum. Lakin bakmadım ona belki de bakamadım. Bakarsam öfkeli gözlerini göreceğimi az çok tahmin edebiliyordum. Bu öfkenin bana hissettiği duygulardan kaynaklandığını da az çok anlayabiliyordum artık. Ve içimi burkan onca şeyin içinde Fırat'a karşı duyduğum imkansız sevginin de payı oldukça büyükken türküde de dediği gibi "iflah etmez bu dert beni öldürür" dü.

Ellerimi arkamdan çözdüğümde bana doğru gelen Oğuz'u gördüm. Gözleri dolmuş ve aynı zamanda göğsü kabarmıştı sanki. Karşımda durup elini bana uzattığında elimi avucuna koyup üzerimdeki bakışlar eşliğinde sahneden indim.

Oğuz kulağıma doğru eğilip,
- Sesine sağlık. Sağol kardeşim, dedi.

Gülümsedim ona ve,
- Hadi Dilek'in yanına git , dedim .
Oğuz başını sallarken alnımı öpüp yanımdan uzaklaştı. O sırada çalmaya başlayan hareketli bir müzikle kadınlar birer ikişer piste doluşurken bende masaya geçtim.
Bahar,
- Çok güzel söyledin Hazan. Sahnede de o kadar zarif ve güzel duruyordun ki savcı olmasaydın şarkıcı olmalıydın. Utanmasam ağlayacaktım, dedi.
Canan teyze de,
- Yüreğine, sesine sağlık güzel kızım, derken onlara teşekkür etmiştim. O sırada Muazzez teyze kulağıma eğilip,
- Üç tane saydım,dedi.
Neden bahsettiğini anlamazken,
- Ne saydın Muazzez teyze? Diye sordum.

Omuzuma omuzuyla vururken ,
- Damat adayı kız, dedi. "Üç tane saydım . Elemelere çağırıp en zengin ve yakışıklısını seçmeliyiz. Aslında en yakışıklısı belli. Zengini de takı merasiminde ben bulurum." Diye de eklerken gözlerini kısmıştı.

Bu kadın gerçekten başka bir alemde yaşıyordu. Ona gülüp önümdeki su bardağından bir yudum almıştım.
Muazzez teyze,
- İtiraz etmediğine göre senin hâlâ sevgilin falan yok değil mi? Diye sordu.

Elimdeki bardağı masaya koyup ,
- Yok , dedim ortama hakim olan yüksek müzikten dolayı Muazzez teyzeyle birbirimize fazlasıyla yakındık .
- Ah ah taş gibi de kızsın. Senin yaşındayken benim üç tane birden vardı.
- E günün sonunda yine Rıza amcaya kaldın. Onu ne yapacağız Muazzez teyze?

Muazzez teyze bu espirili sözlerime karşılık yüzünü buruşturmuş ve,
- Aman çok biliyorsun sen? Diyerek ağzıma fıstık sokuşturmuştu.

Ona gülerek önüme döndüğümde piste oynayan kadınları izlemeye başladım. Küçükken babaannemin beni Antep'te götürdüğü düğünlerde - nasıl becerebildiğimi hâlâ anlayamasamda - o yüksek müzik sesine rağmen uyuya kalırdım. Öyle tatlı bir uyku haline bürünürdüm ki orada kendimi güvende hissetmekle beni burada unutmalarından korkmak arasında bir yerde dolaşırdı zihnim.
Bazı anlar vardı Antep'i özlediğim işte bu an o anlardan biriydi. Ya Antep'i özlüyordum ya da Antep'te geçen çocukluğumu. Lakin ikisine de geri dönemiyordum; ne Antep'e ne de çocukluğuma.

Çocukluğuma dair en çok özlediğim şeyse umut edebilmekti. Çocukken annemin birgün beni seveceğine dair umudum vardı. Büyüdükçe herşeyin daha güzel olacağına dair inancım. Hep kara olmazdı ya bir kader. Zannederdim ki bu kaderin bir yerine de ak bulaşır. Olmadı.
Belki bazen düşen akları da ben kararttım. Bilmiyorum.
Mutluluk hiç gelmemiş bende hüznün gölgesinde karanlıkta kalmaya razı olmuş, bir yerden sonrada buna alışmıştım.

Şarkıda da dediği gibi "sanki hüzün güzeldi de mutluluk uymadı hiç".

Derin bir nefes alıp gözlerimi masaya çevirdiğimde bizim masaya doğru gelen birini gördüm. Tahmini kırklı yaşlarının sonunda olan gece mavisi kıyafeti ve sarı saçlarıyla burnu havada olduğu belli olan bir kadındı.

Bulunduğumuz masada dört tane boş sandalye mevcutken kadın ellerini sandalyelerden birinin üzerine koyup konuştu;
- Merhaba , ben Dilek'in annesiyim. Adım Aysu Bayram. Madem akraba olacağız tanışalım dedim. Malûm sizden böyle bir hareket gelmedi.

Kadının imalı sözleri sinirlerimi bozarken Oğuz'un sabahtan beri neler çektiğini düşündüm. Keşke yanında olsaydım diye hayıflanırken yerimden kalkıp kadına elimi uzattım. Ve yüzümdeki zoraki gülümsemeyle,
- Hazan , Oğuz'un kuzeniyim. Kusura bakmayın. Ayıp oldu haklısınız, diyerek elimle sandalyeleri gösterip " buyrun lütfen" dedim.

Kadın beni baştan aşağı süzerken elimi sıkıp,
- Buyuralım bari. En azından hatanızı kabul ediyorsunuz, dedi.

Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken kadının oturmasını bekleyip kalktığım yere geri oturdum. Aysu hanım ise masadaki herkesi küçümseyen gözlerle süzüp,
- Oğuz'un annesi hanginiz? Diye sordu.
Halamın gelmediğini biliyordu. Sorduğu soruda tamamen bir art niyet vardı. Yine de Oğuz'a verdiğim söz için sakince,
- Halam gelemedi. Kendisi burada yok, dedim.
Kadın "öyle mi?" Der gibi kaşlarını kaldırırken,
- Neden gelemedi? Bir anne için oğlunun nişanından daha önemli ne olabilir ki ? Diye sormuştu.

- Halam da gelmeyi çok istiyordu ama olaylar böyle gelişti. Yapacak birşey yok ki bunları konuşmanın artık bize bir faydası da yok.

Saygısızlık yapmak istemiyordum. Dilek'in üvey annesi olmasına rağmen onu bu kadar sahipleniyor oluşu bu kadının çokta kötü biri olmadığını gösteriyordu. Yine de bizi rencide etmeye çalışıyor olması sinirlerimi bozuyordu.

Kadın bir süre yüzüme bakıp,
- Haklısınız. Artık bunları konuşmanın bir faydası yok zira nişanda damadın annesinin bulunması gerektiğini bu zamana kadar öğrenememişseniz , haksız olduğunuzu bile bile karşınızdaki kişiye saygısızlık yapmamanız gerektiğini bilecek kadar aile terbiyesi görmemişseniz artık konuşmanın elbette bir faydası yok. Yine de bu tavrınızı yaşınızın küçüklüğüne ve tecrübesizliğin size verdiği cehalete yoruyorum, demişti.

Sinirlenmeye başlamıştım. Gözlerimi anlık bir kapatıp açarken,
- Yanılıyorsunuz, dedim. " Saygısızlık yapan sizsiniz. Halamın burada olmadığını zaten biliyordunuz. Buna rağmen gelip bana bu soruyu yönelterek huzursuzluk çıkartmaya çalışıyorsunuz. Madem o kadar tecrübe sahibisiniz , madem benim görmediğim aile terbiyesi sizde var ve madem yaşınız benden büyük ona göre davranın. Halam yok ama ben buradayım. Ezdirmem size Oğuz'u."

Kadının gözleri öfkeyle parlarken oturduğu yerden kalkarak masadan uzaklaştı. Fazla mı sert konuşmuştum? Bu yaptığımın Oğuz'a bir zararı olur muydu? Bilmesem de artık iş işten geçmişti.

O sırada Muazzez teyze omzuma eliyle dokunup,
- Aferin kız ne güzel haddini bildirdin kadına, demişti.
Bahar'da,
- Aynen Hazan. Muazzez teyzeye katılıyorum, derken Canan teyze de onları onaylar bir şekilde gülümsemişti.

*****
Neredeyse yarım saatlik bir zaman geçmişti. Ve ben sıkılmaya başlamıştım. Fırat'ın ve Gökhan denilen adamın gözleri üzerimdeyken onlarla göz göze gelmemek adına bakabildiğim yerler sınırlıydı. Fırat baktıkça heyecanlanıyor Gökhan denilen adam baktıkça rahatsız oluyordum. Bunalmıştım da.

O sırada telefonuma Gaye'den hastaneden çıktıklarına dair bir mesaj gelmişti. Bende Fatma teyzeye ablamın bir saate orada olacağına dair bir mesaj atmıştım.

Bulunduğum masada ise Canan teyze yanımdan kalkıp onun yanına oturan Muazzez teyzeyle muhabbet ediyor Bahar'da kucağındaki Elif'le oynuyordu.

Sıkıntıyla oflarken Gökhan denilen adamın ve yanındaki sarışın kızın buraya doğru geldiğini gördüm. Anneleri bitmiş bunlar başlamıştı anlaşılan. Yine de yargısız infaz yapmaya gerek yoktu.

İki kardeş bulunduğumuz masaya gelip karşımızda dururken kız,
- Oturabilir miyiz? Diye sordu.
Gülümseyerek ,
- Buyrun lütfen, dedim.
Kız karşıma Muazzez teyzenin yanına otururken Gökhan ise masanın etrafından dolanıp yanıma oturmak adına bir hamlede bulunmuştu. Lakin benim ve bu salondaki hiç kimsenin beklemediği bir şekilde Fırat tarafından engellenmişti .

Gökhan tam yanımdaki sandalyeyi tutup çekecekken ondan önce sandalyeyi Fırat tutmuş ve Gökhan'ın gözlerine gözlerini dikerek yanıma otururken,
- Burası dolu birader , demişti.

Gökhan sinirle gülüp başını imalı imalı sallarken gerisin geri giderek kardeşinin yanına oturmuştu. Yanaklarımın yandığını ve kalbimin hızla attığını hissediyordum. Bu adam ne yapıyordu?

Yanımda oturan Bahar kıkırdarken Canan teyzenin de imalı gülüşünü yakalamıştım. Muazzez teyze ise "damat adayını bulduk" der gibi bakıyordu.

Fırat'a hâlâ gözlerimi değdirmemiştim. Ama vücudundan yayılan sıcaklığı hissedebiliyordum. Bakışları ise bir süre üzerimde dolaşsa da sinirle alıp verdiği nefes kulaklarıma dolarken önüne dönmüştü.

Dikkatimi çeken bir diğer şey ise karşımdaki kızın Fırat'a olan bakışlarıydı. Resmen Fırat'a göz süzüyordu. Hiç çekinmeden Fırat'ı inceliyor, üzerindeki elbiseden açıkta kalan göğüs dekoltesini belli etmek adına öne doğru eğiliyordu. Bir yandan da dağınık topuzundan açıkta kalan saçlarıyla oynarken sabah Filiz'in Fırat'ı izlediğini gördüğümde hissettiğim kıskançlık duygusunu yine hissetmeye başlamıştım.

O sırada Gökhan denilen adam,
- Gelip böyle oturduk ama kendimizi tanıtmayı unuttuk Buse, demişti yanındaki adının Buse olduğunu öğrendiğim kıza.

Buse ise hevesle gülümseyip,
- Ah doğru, diyerek onu onaylarken Gökhan elini bana doğru uzatıp,
- Dışarıda karşılaştığımızda tanışma şansımız olmamıştı, diyerek Fırat'a bakmış ve tekrar bana dönerek "ben Gökhan Aydoğdu. Avukatım." Demişti.

Fırat'ın gözlerini üzerimde hissetmeye başlamıştım yine. Bense Gökhan denilen adamın yüzü ve eli arasında gözlerimle mekik dokuyordum. Bu adamdan hoşlanmamıştım. Fırat olmasa bile bana olan bakışları sapıkcaydı. O yüzden gözlerine ifadesiz bir şekilde bakıp elini sıkmadan,
- Hazan , dedim düz bir ses tonuyla.
Adam ise sıkmayacağımı anlayınca elini geri çekmiş ama gözlerini üzerimden çekmemişti.

Fırat ise hâlâ bana bakıyordu. Bense ona hiç dönmedim. İçimdeki kıskançlık bana kendimi kapatmamı söylüyordu Fırat'a karşı.

O sırada Buse denilen kız bana elini uzattı ve küçümseyici bakışlarla,
- Buse Aydoğdu, narkotik şube polisiyim, dedi.

Neden mesleklerini ve mevkilerini söylüyorlardı ki? Sonuçta insanların karakterlerini meslekleri belirlemezdi. İnsanları yücelten eğitim durumları ya da mevkileri değil karakterleriydi. Yine de kızın elini sıkıp,
- Hazan , dedim sadece.
Ben işimin başındayken savcıydım.

Ellerimiz ayrıldığında Buse elini Fırat'a uzatıp yüzündeki şuh gülümsemeyle beraber ,
- Buse , dedi.
Adını söylemek yerine öpücük atsaydı da aynı etkiyi oluştururdu. Yani öyle bir "Buse" demekti.

Yine de tepkisizliğimi korudum. Fırat'ın üzerinde hiçbir söz söyleme hakkına sahip değildim. Ki zaten ne yapabilirdim ya da neden bunu düşünüyordum? Alt tarafı bir el sıkışacaklardı. Neden kendi içimde bunu bu kadar dert ediniyordum?

Hafifçe bir nefes alırken önümdeki bardaktan bir yudum su içmiştim. Fırat ise hâlâ beni izliyordu.

Dön artık önüne nolur? Dememek için kendimi zor tutarken Fırat Buse'nin elini sıkmamış hatta ona bakmamıştı bile. Gözleri benim üzerimdeyken sadece adını söylemişti. İçten içe bu durum beni mutlu etse de ifadesizliğimi korudum. Anlık sevinçlere, devamı gelemeyecek anlara ayıracak vaktim yoktu.

Buse bozguna uğramıştı. Elini kendine çekip Canan teyze, Muazzez teyze ve Bahar'la da el sıkışmıştı. Gökhan'da onlarla el sıkışıp tanışırken bizimle oturmaya devam ettiler .

*****
Bir süre sonra kına merasimi için hazırlıklar yapılmaya başlamıştı. Bahar yerinden doğrulurken kulağıma eğilmiş ve,
- Hadi Hazan, demişti.
Bende ona dönüp,
- Ben gelemem. Altını Dilek'in avucuna ben koyacağım, dedim.
Bahar,
- Oğuz'un annesi mi olacaksın? Diyerek gülerken bende gülümseyip başımı salladım.
Bahar piste doğru ilerlemeye başladığında Buse'de yerinden kalkıp bana ters ters bakarken Bahar'ın peşinden gitmişti.

Canan teyze,
- Sen niye gitmiyorsun kızım? Diye sorduğunda,
- Altını Dilek'in avucuna ben koyacağım Canan teyze, demiştim.
O da gülüp,
- İyi bakalım, demişti.

Pistte Dilek ve Oğuz ortaya alınmıştı. Etraftaki ışık iyice karartılırken bir grup kız ellerinde mumlarla onların etrafında dönerek "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" türküsü eşliğinde dönüyordu.

Türkü beni bile duygulandırmıştı. Özellikle de "hem annemi hem babamı ben köyümü özlerim" kısmı benim için fazlasıyla manidardı. Bu yüzden Dilek'in de fazla dayanamayacağını düşünerek Muazzez teyzeye doğru öne eğilip,
- Muazzez teyze , diye seslenmiştim.

Muazzez teyze, Canan teyze de olan gözlerini bana çevirirken bana bakan tek kişi o değildi. Fırat, Gökhan, Canan teyze ve Elif'te bana bakarken şu soruyu yönelttim;
- Şimdi ben Dilek'in avucuna altın koyacağım ya altını mı kınanın üstüne koyacağım yoksa kınayı mı altının üstüne?

Muazzez teyze bana "sen ciddi misin?" Der gibi bakarken Canan teyze gülmeye başlamıştı. Gökhan denilen adamda gülerken Fırat'ın ne yaptığını bilmiyordum ama şuan Elif bile gülüyordu.

Muazzez teyze ciddi olduğumu anlamış olacak ki,
- Hazoş bu nasıl soru? Yavrum sen hiç kına leyin görmedin mi? Birde evlilik çağında kız olacaksın, demişti.

Gözlerimi devirip,
- Söyleyecek misin yoksa internetten mi bakayım Muazzez teyze? Dediğimde Canan teyze iyice gülmeye başlamış Muazzez teyze ise,
- Ayh internet diyor, diyerek güya fenalaşmaya başlamıştı.

İmdadıma yetişen ise Canan teyze olurken,
- Altını kınanın üzerine koyacaksın yavrum, demişti.
Bende ,
- Teşekkür ederim, dediğimde Muazzez teyze,
- Altın aldın, değil mi Hazan? Diye sormuştu.
- Aldım Muazzez teyze. O kadarını da biliyoruz herhalde.
- Ayh şükür bari.

Kendimi eğildiğim masanın üzerinden geri çekerken Fırat'la aramda duran paketten altının kutusunu almak için eğileceğim sırada Fırat,
- Eğilme ben alırım, diyerek beni durdurmuştu.

Bunu neden yaptığını anlamazken Fırat'ın yerdeki paketi alıp bana vermesini izledim. Paketi aldığımda içinden kırmızı kutudaki altını çıkarıp masaya koydum. Muazzez teyze kutuyu eline alıp kapağını açarken,
- İyi bari kız masraftan kaçınmamışsın, dedi. Ve kutuyu kapatıp tekrar önüme koydu.

Bir süre sonra nihayet duymayı beklediğim o ses kulağıma dolmuş ve Buse,
- Gelin avucunu açmıyor. Damadın annesi nerede? Diye yüksek sesle konuşmuştu.
"Damadın annesi" kelimesini inadına söylediğini bildiğimden biraz sinirlenmiş olsam da Canan ve Muazzez teyzenin yüzüme "sakin ol" der gibi bakmaları sonucu usulca yerimden doğrulup kutuyu elime aldım. Ve kendimden emin adımlarla Dilek ve Oğuz'a doğru ilerlemeye başladım.

Herkesin gözü benim üzerimdeydi. Ayağımdaki topuklu ayakkabının mermer zeminde çıkardığı tok ses kulaklarıma dolarken Oğuz'la Dilek'in önünde durup çöktüm. Oğuz bana gülümseyen gözlerle bakarken ona tebessüm edip Dilek'e döndüm. Dilek'in yeşil gözleri nemliyken bana uzatılan kına tepsisinden biraz kına alıp Dilek'in yumruk yaptığı avucunu açarak içine koydum. Kınayı iyice avcuna yaydığımda kutudan çıkardığım tam altını kınanın üzerine yerleştirip kırmızı pullu bir tülden oluşan kına eldivenini de Dilek'i eline geçirmiş ve bağlamıştım.

Sonrada yüzüme takındığım samimi bir gülümsemeyle karşımdaki çifte bakıp,
- Allah mutlu etsin , dedim.

O sırada Muazzez teyze de dua ediyordu. Umarım uzun bir ömürleri olur ve mutluluk onlardan hiç eksik olmazdı.

*****
Kına yakılmış ve oyunlar oynamıştı. Bende babaannemin isteği üzerine Muazzez teyze, Bahar ve Dilek'le karşılıklı Antep çiftetellisi oynamıştım. Tüm bunlar olurken de Fırat'ın öfkeli gözlerinin hedefi olmuştum. Ama artık son raddede gibiydi.

Şuan yanında oturuyordum ve parmaklarını kırarcasına sıktığı yumrukları gözümün önündeydi. Masanın altındaki bacağını ise titretip duruyordu. Onunla hiçbir şekilde göz göze gelmediğim için yüzünün ne halde olduğunu bilmiyor olsam da tahmin edebiliyordum.

Antep çiftetellisi oynadığım için kızmış olmalıydı. Pistte olduğum sürece Gökhan denilen adamın gözleri de bendeydi. Bende Fırat kadar rahatsızdım bu durumdan ama Oğuz'u yalnız bırakamazdım. Ne olacaktı bizim bu halimiz diye düşünmeden edemedim o an. Umarım birimizden birinin duyguları biter en azından birimiz bari acı çekmekten kurtulurduk.

O sırada salonu romantik bir dans müziği sardı. Çiftler teker teker piste dökülürken karşımızdaki masada oturan Gökhan bize doğru gelmeye başlamıştı. Ne yapmak istediğini anladığımda bunu anlayan tek kişinin ben olmadığımı Fırat'ın elimi tutmasının şokuyla birlikte idrak etmiştim.

Masadaki herkesin gözü bize dönerken şaşkın bir yüz ifadesiyle Fırat'a döndüm. Fırat ise öfke nöbeti geçirmenin eşiğinde olduğunu gösteren siyah gözleriyle ayağa kalkmıştı. Elim elindeyken şaşkın gözlerle ona bakıyor ve hâlâ oturuyordum.

Fırat ise derin bir nefes alıp kulağıma doğru eğilmişti. Dudakları yanağıma hafifçe değerken baskın ve sert bir ses tonuyla,
- Kalk! Elimden bir kaza çıkacak! Kalk! Demişti.

Kalbim Fırat'la bu kadar yakın olmanın verdiği heyecanla hızla atarken konuşamadığım için başımı sallamakla yetinmiştim. Yerimden kalktığımda Fırat'ın eli belimi bulmuş ve beni önüne almıştı. Kimseye gözlerimi değdirmeden Fırat'la beraber o şekilde çıkışa doğru ilerledik.

Vücudumdaki bütün kanın yanaklarıma hücum ettiğini hissediyordum. Beynim alarm veriyordu. Ama bedenim beynime değil Fırat'a itaat etmeyi seçmişti.

Ben kalbimle beynim arasında git gel yaşarken Fırat kendinden gayet emin bir şekilde sert adımlar atarken yeri dövüyordu sanki.

Dışarıya çıktığımızda Fırat bir eliyle belimi diğer eliyle de elimi tutuyordu. Bu şekildeyken sırtım sert ve fazlasıyla gergin olduğunu hissettiğim bedenine yaslıydı. Fırat'ın heybetli bedeni ise beni arkadan birinin görme ihtimalini yok ediyordu.

Yüzüme çarpan rüzgarla biraz olsun kendime geldiğimde ateşe yürüdüğümü hissettim. Bu sinirle Fırat bana duygularını itiraf ederse ne yapardım? Bilmek başka duymak başkaydı. Ya duygularını itiraf eder ve bende ona karşı koyamazsam?

   Birşey yapmalıydım. Ama ne?

Sakin tutmaya çalıştığım sesimle,
- Nereye gidiyoruz? Diye sormuştum. Fırat ise sert ve otoriter sesiyle sadece,
- Yürü! Demişti.
- Yürüyorum zaten ama nereye?
- Gidince görürsün!

Sesi asla yumuşamıyordu. Ve anladığım kadarıyla binanın arkasına gidiyorduk. Çünkü burada bize fazlasıyla uzak olsalar da sigara içen birkaç insan vardı. Onlar bizi arkaları dönük olduğu için görmüyor olsalar da ben onları görebiliyordum .

Derin bir nefes alıp,
- Bari ayrı ayrı mı yürüsek? Diye bir soru yönelttim. En azından o zaman daha iyi düşünebilir Fırat'ta ki bu sinir halini daha kolay egale edebilirdim.
Ama Fırat yüzünü yanağıma bastırıp kokumu derin bir nefes alarak içine çekerken,
- Bu saatten sonra zor o biraz , demişti.
Aynı şeyden mi bahsediyorduk? Sanmıyordum.

Dizlerimin bağı çözülüyormuş gibi hissederken sonunda binanın arkasına varmıştık. Burası biraz karanlıktı. Üstüne üstlük soğuktu da. Fakat ben Fırat'ın bedeninden yayılan sıcaklık ve kendi bedenimi etkisi altına alan heyecandan pekte birşey hissetmiyordum.

Fırat beni usulca belimi tuttuğu eliyle kendine çevirirken gözlerimiz buluşmuştu. Fırat hâlâ fazlasıyla sinirli bakıyordu. Gözlerimi gözlerinden kaçırmamak için kendimi zor tutarken konuşmam ve aramızdaki bu yakınlığa son vermem gerektiğinin farkındaydım.

Bu yüzden düz ve duygusuz tutmaya çalıştığım sesimle,
- Niye geldik buraya ? Diye sordum.
Fırat gözleriyle gözlerimin derinlerine inmek istermiş gibi bakarken bir an saçma bir şekilde kalbimde ona karşı beslediğim hisleri görecek diye korkmuştum.

Fırat tok ve sert sesiyle hâlâ eli belimdeyken,
- Konuşacağız, dedi.
- Ne konuşacağız? Diye sordum.
Fırat ise aynı ses tonuyla,
- Konuşmamız gerekenleri, dedi.
- Bizim konuşmamız gereken hiçbir şey yok. O yüzden bırakın beni gideyim , dediğimde Fırat iyice sinirlendi ve benden ayrılıp arkasını döndü. Sinirle yüzünü sıvazladığını gördüğümde bir iki adım gerileyip ondan uzaklaştım. Korkmuyordum. Sadece uzak durmak daha mantıklı gelmişti.

Fırat öfkeyle bana geri döndüğünde sert ve öfke dolu sesiyle,
- Devam et böyle!! Diye gürledi. " Delirt beni!! Sabahtan beri tüm sabır sınırlarımı yıkıp geçiyorsun, devam et!!"

Bunları söylerken aramıza açtığım mesafeyi kapatıp iki adıma indirmişti. Ne demeye çalıştığını anlamıyordum yani tam olarak. "Sabahtan beri" derken hâlâ Bahar'a yaptığı elbise uyarısını kendi üstüme alınmayışım mıydı sorun?

- Ya ne yaptım ben size?! Sabahtan beri diyorsunuz ne yaptım?!

Sesim yükselmiş bu agrasif hâli beni onunla bir tartışmaya girmeye itmişti.

Fırat iyice sinirlenirken,
- Benimle sizli bizli konuşmayı kes artık!!! Diye bağırmıştı.
Sesi bulunduğumuz yeri ayrı kalbimi ayrı titretirken sorumun cevabını almak adına,
- Tamam sen! Ne yaptım ben sana?! Ne yaptım da sabahtan beri sinirli sinirli bakıyorsun yüzüme?! Diye sormuştum.

Fırat ise gözlerini kısıp,
- Niye mi?! Gerçekten soruyor musun bunu?! Yoksa salağa mı yatıyorsun?! Demişti.
- Doğru konuş benimle!! Diye sesimi yükseltiğimde Fırat aramızdaki adım sayısını bire indirmişti.

Gözleri gözlerime kenetliyken baskın bir ses tonuyla,
- Doğru davran o zaman! Dediğinde,
- Ne yanlışı mı gördün?! Diye sordum.

Fırat sinirle yüzüme bakıp,
- Lan sabahtan beri bir kez olsun yüzüme bak diye gözünün içine bakıyorum!! Bakmıyorsun!! Benim yüzüme bakmıyorsun ama o umut şerefisizine korna çalıp selam veriyorsun!! Hadi onu geçtim tanımıyorsun adamı tamam!! Daha sabah söyledim "açık seçik şeyler giyilmeyecek" diye ne bu üstündeki?!! Göğüslerin meydanda bacakların meydanda!! Demiş ve beni baştan aşağı öfkeyle süzmüştü.

Ellerini saçlarından geçirip çekiştirirken tekrar konuşmaya devam etti. Bense öylece susuyor yaydan çıkan okun nereye saplanacağını kestiremediğim gibi girdiğim duygu karmaşasından da çıkamıyordum. Fırat'ın söylediği sözler beni allak bullak ediyordu.

- Hadi lan hadi onu da geçtim!! Nasıl onca erkeğin içinde hele hele o Gökhan denilen yavşağın bulunduğu bir ortamda şarkı söyler , dans edersin?!! Nasıl lan nasıl?!!

Fırat öfkelendikçe karşımda büyüyor ve ben küçücük kalıyordum sanki karşısında. Haklıydı. Ama bende mecburdum. En azından verdiğim sözleri tutmaya.

Kendimi bayılacakmış gibi hissediyordum. Başım Fırat'ın karşısında yere eğilmişti. Başımı yere eğen Fırat'ın sözleri değil bana karşı hissettiği duyguların verdiği ağırlıktı.

Gözlerimi kapatıp açtım. Ve Fırat'ın gözlerinin içine bakıp,
- Seni ne ilgilendirir benim ne yaptığım ne giydiğim. Neden bunları kendine bu kadar dert edindin? Diye sordum.

Niyetim Fırat'ı sinirlendirip kendimden uzaklaştırmaktı. Çünkü benim hiçbir şeye gücüm yoktu. Ne bugün ne şuan. Öyle bitmiş hissediyordum ki kendimi Fırat'ın öfkesinden medet umuyordum bu ana bir son vermesi için.

Ama olmadı. Fırat tüm gücüyle,
- Kıskanıyorum seni!! Diye gürlemiş üstüne üstlük bunu söylerken dibime kadar girip fazlaca yakınlaştığımı bile fark etmediğim duvara yaslanmamı sağlamıştı.

Artık yapacak da söyleyecek de birşeyim kalmamıştı. Fırat'ın kokusu burnuma dolarken, nefesi nefesime karışırken ağzımı bile açamazdım zaten. Ama yüzüne de bakamazdım. Hüngür hüngür ağlamak istiyordum şuan. Herşey bir rüya olamaz mıydı? Gerçi öyle olsa bile bu anın benim için rüya mı yoksa kabus mu olduğunu ayırt etmek oldukça zor olurdu.

Fırat iyice yüzünü yüzüme yaklaştırıp etli ve dolgun dudaklarını yanağıma bastırdı. O an dünya durmuş ya da ben zaman denilen kavramın içinden soyutlanmıştım. Bilmiyorum.

Fırat'ın kolları belime dolanırken üzerimdeki elbisenin ince kumaşından elinin sıcaklığını tenimde hissedebiliyordum. Fırat usulca belimi okşuyordu. Yaptığı şey bana dokunmaktan ziyade dokunduğu her zerremi hissetmekti sanki.

Ve Fırat dudaklarını yanağıma sürte sürte boynuma doğru yol alırken boğuk çıkan erkeksi sesiyle,
- Kıskanıyorum seni , dedi tekrar. " Benim dışımda bir erkekle olan her temasını, göz göze geldiğin, konuştuğun her erkeği kıskanıyorum. Bazen Oğuz'u bile."

Söylediği şeyler kalbimi titretirken Fırat boynumda durdu. Kokumu derince içine çekti defalarca ve,
- Neden diye sor , dedi buğulu çıkan sesiyle.

Sessiz kaldım. Fırat ise tekrarladı.
- Neden diye sor.

Yutkundum hafifçe. Alacağım cevaptan hem korkuyordum hem de duymak için can atıyordum.
Sordum. Titrememesi için elimden geleni yaptığım ama pekte başarılı olamadığım sesimle.
- Ne...neden?

Fırat beni iyice kendine çekerken içine sokmak ister gibi sarıldı. Sanki uzun zamandır bu anı bekliyormuş da şimdide tadını çıkarmak istiyormuş gibiydi.

Dudaklarını tekrar yanağıma çıkarıp öperken,
- Seviyorum çünkü seni, dedi her bir kelimeyi hissederek. " İlk gördüğüm andan beri her gördüğümde daha çok seviyorum. Yüreğine ayrı güzelliğine ayrı eriyorum. Ağladığında içim gidiyor güldüğünde hep gül istiyorum. Çok seviyorum Hazan. Çok seviyorum."

Gözlerim dolmuştu. Fırat'ın bana karşı hisleri olduğunu biliyordum ama bu kadar yoğun olduklarının farkında değildim. Yüreğim erimişti sözleriyle. Kalbim bir kuş misali çırpınıyordu göğüs kafesimde. Fırat ağzından çıkan sözlerin altına imzasını atarcasına sararken beni tüm dünya benden nefret etse de koymazmış gibi geldi. Annem beni sevmiyordu, sevmesindi. Fırat beni herkesin yerine severdi sanki. Çok üzülmüştüm bugün ama şimdi hepsi geçmiş gibiydi.

Yine de bu yakınlığa itiraz etmeliydim. İçim eriyordu ama buz kesmeliydim. İşte bu yüzden "yapma " der gibi,
- Fırat, dedim.
Fırat ise dudakları boynumda hüküm sürerken kalbimi hiç atmadığı kadar hızlı attıran ve dilimi lal eden şu üç kelimeyi söyledi;
"Fırat geberiyor sana."

İşte o an türküde de dediği gibi "iki damla yaş süzüldü gözlerimin pınarına"

💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧


 
  


Loading...
0%