@yikim2024
|
Gözlerim Fırat'ın sürdüğü arabada kırmızı yanan trafik lambasına takılı, başım cama yaslı, kulaklarım telefondan gelecek olan bir bildirim sesine muhtaçken öylece duruyordum. Üzerimde bugün beni hiç terk etmeyen o yorgunluk hissi hüküm sürüyordu. Yaşam denilen şey başlangıcı olan bir şeydi. Peki o zaman ben neden yüzyıllardır bu dünyada yaşıyormuş ve ömrümün ne başlangıcı ne de bir sonu yokmuş gibi hissediyordum? Nefes alıp vermek bile extra bir külfetti sanki benim için. Kırmızı ışık yeşile döndüğünde gözlerimi kapattım. İçimde bir yerlerde beni ayakta tutacak ufacıkta olsa bir umut kırıntısı arıyordum. O an babam geldi aklıma. Onunla geçirebildiğim sayılı anlardan birinde onu ilk kez ağlarken görmüştüm. Balkonda , soğuk bir kış günü elindeki kahve kupasıyla yüzü donuk ve derin bir sükunet içindeyken gözleri nemli yüreği buruktu. İçeriden bir battaniye alıp babamın omuzlarına örtmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Daha sekiz on yaşlarındaydım. Üzerimde ayıcıklı pijamalarım vardı. Babam seviyor diye hiç kestirmediğim uzun saçlarım rüzgarda savrulur ve babama kokumu götürürdü. Babam ne zaman yanına yaklaşsam "sen gelmeden kokun geliyor güzel kızım" derdi hep. Bana sarılıp beni öptüğünde huzur bulduğunu söylerdi. O günde omuzlarına örtmeye çalıştığım battaniyeyle hafifçe irkilmiş beni fark edince de alelacele gözlerindeki yaşları silmişti. Ve beni kucağına alıp, boynumdan kokumu içine çekerek öpüp sımsıkı sarılmıştı. Bende babamın yanağına bir öpücük kondurup kokusunu derince solumuştum. Ona neden ağladığını sormamıştım. Çünkü babalar hep güçlü olurdu. Ve ben ona neden ağladığını sorarsam babam bana mahçup olurdu. Onu üzmek ise hiç istemezdim. O zaman anlamıyorum. Gözümden süzülen bir damla yaşı fark ettiğimde kirpiklerimi araladım. Bahar'ın eli elimi bulurken Fırat'la da göz göze gelmiştim. Gözlerinde yine bir öfke vardı ama bu sefer gözümden süzülen yaşaydı bu öfkesi, biliyordum. Hızlıca sildim o yaşı. Ve Fırat arabayı bir düğün salonunun önünde durdurduğunda araçtan inmek için hazırlandım. Takıların içinde olduğu paketi ve çantamı elime alırken kapıyı açtım. Arabadan indiğimde diğerleride inmişti. Fırat arabayı kilitlerken elimdeki telefon çalmaya başladı. Gaye arıyordu. Telefonu açmadan Bahar'a hitaben, Gaye'yi daha fazla bekletmemek adına Fırat'la bir tartışmaya girmek istemedim o an ve elimi elindeki anahtara uzatıp aldım ve, Fırat beni son kez baştan aşağı süzüp derin bir nefes aldı. Sonrada arkasını dönüp heybetli vücudu ve kendinden emin adımlarıyla yanımdan uzaklaştı. Bende aramayı yanıtlayıp Fırat'ın arabasının kapısını açarken arabaya binmiştim. Kaşlarım çatılırken, Derin bir nefes alıp, Bir süre düşündüm. Gaye her ne kadar sorun etmese de ondan daha fazlasını isteyemezdim. Ayrıca ablam asabiydi. Kendine geldiğinde illaki Gaye'ye zorluk çıkarırdı. Ne yapacaktım peki şimdi? Annemi aramalıydım. Ama kendisi bu saatte asla ayık kafayla dolaşmazdı. Kaldı ki beni dinleyeceğini, dinlemeyi geçtim telefonumu açacağını bile sanmıyordum. Yine de şansımı denemek için annemi arayıp telefonu kulağıma götürdüm. Telefon uzun uzun çalsa da açan olmamıştı. Tekrar tekrar aradım. Kendim için değil ablam için. Ama sonuç değişmemişti. Derin bir nefes daha alırken zihnimde başka çözüm yolları aramaya başladım. Kendini öldürmeye çalışacak kadar mutsuz ve umutsuz olan ablamı tek başına bırakamazdım. Elimden gelse atlar giderdim yanına. Belki yarın giderdim de. Ama bu geceyi geçirebileceği bir yere , onu yaptığı hatalar yüzünden hor görmeyecek birine ihtiyacı vardı. Tüm bunlar beynimde dönüp dururken Salih eniştemi aldattığı adamın ablam tüm bunları yaşarken nerede olduğunu düşünüyordum bir yandan da. Belli ki ciddi bir ilişkileri yoktu ya da adam zoru görünce ablamı terk etmişti. Son çare aklıma Fatma teyze geldi. Ondan böyle birşeyi isterken utanırdım ama başka çarem yoktu. Tereddüt ede ede Fatma teyzeyi aradım. Telefon ikinci çalışta açılırken Fatma teyzenin, Gözümden bir damla yaş süzülürken, Bir süre duraksamış olsam da, Telefonu kapattığımda Gaye'yi mesaj yoluyla bilgilendirmiştim. Artık telefonda konuşacak takatim kalmamıştı çünkü. İçim kırılıyordu sanki. Bir yük omuzlarımda ezdikce eziyordu beni. Gözlerimden yaşlar art arda süzülürken bulunduğum arabanın içinde boğuluyormuş gibi hissediyordum. Astım atağı geçirdiğimi fark etmem ise uzun sürmemişti. Nefeslerim sıklaşırken kendimi arabadan dışarıya attım. Kabanımın cebindeki spreyi alırken ellerim titriyordu. Spreyi dudaklarıma götürürken yanıma hiç tanımadığım bir adam geldi ve, Elimin biri göğsümdeyken yere eğik olan başımı kaldırıp adamla göz göze geldim. Adamın gözleri yüzüme değdiğinde bakışları değişirken hafifçe gülümsedi. Ben ise yüzüne fazla bakmadan, Sert yüz ifadesiyle yüzüme bakarken gözümden süzülen yaşları ve nefes almaya çalışan halimi görünce öfkeli bakışları adama döndü. Bariton ve katı sesi, Fırat sesinin tonunu yükseltirken, Nefeslerim düzene girerken şuan burada ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Üstüne üstlük garip bir şekilde Fırat'a ihanet etmişim gibi hissediyordum. Bu normal miydi? Sırtımı dayadığım arabadan doğrulurken o adam alaylı sesiyle, Birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları o kadar belliydi ki. Benim üzerimden tartışıyorlardı. Adam imalı bir ses tonuyla, Fırat'ın Gökhan dediği adam hafif bir kahkaha atarken, Fırat bir süre bana arkası dönük bir vaziyette öylece durdu. Ellerini kaldırıp yüzünü sıvazlarken sırt kasları gerilmiş ve üzerindeki siyah ceket daralmıştı. Fırat sert bir nefesi alıp verirken ellerini saçlarının arasından geçirip çekiştirdi. Sanırım sakinleşmeye çalışıyordu. O Gökhan denilen adamdan beni mi kıskanmıştı? Fırat sonunda bana döndüğünde benim yüzüm yere eğikti. Gözlerim ise Fırat'ın ayakkabılarındaydı. O adam bana dokunduğu ve Fırat'ta bunu gördüğü için kendimi suçlu gibi hissediyordum. Fırat'ın bakışlarının ağırlığı üzerimdeyken derin bir nefes aldığını duydum. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi ise çoktan kapatmıştı. Yanaklarımın yandığını ve kızardığını hissediyordum. Uzun saçlarım yüzüme dökülüp yanaklarımı kapatıyor olsa da bu yakınlıkta Fırat herşeyi fark edebilirdi . Aramızda süre gelen sessizliği sonunda Fırat , Tam başımı sallayacaktım ki kendimi durdurdum. "Konuş benimle" demişti. Fırat bana biraz daha yaklaşırken arkamda kalan arabayla iyice bütünleşmiştim. O an Fırat birşey yaptı. İki eliyle yüzümü avuçlayıp yanaklarımda kurumaya yüz tutan yaşları baş parmaklarıyla silerken ben fazlasıyla şaşkındım. Beynim kalbime emirlerini yağdırıyordu. Ondan uzak dur , bu kadar hızlı atma , hemen uzaklaştır onu kendinden... Ama kalbim beynime itaat etmiyor "benimde sevgiye , merhamete ihtiyacım var" diyerek ona dikleniyordu. Sadece gözlerim beynime itaat ediyordu. Asla Fırat'ın yüzüne değmemek için verdiği çaba taktire şayandı. Fırat ise kendi içimde ona karşı verdiğim savaştan habersiz öylece beni izliyor, artık gözyaşlarımı silmekten uzaklaşan ve usulca yanaklarımı okşayan elleriyle kalbimin daha da hızlanmasına sebep oluyordu . Ve Fırat , "Galiba" demiştim sorduğu soruya . Çünkü strese girdiğimde, çok bunaldığımda ya da üzüldüğümde de astım atağı geçirebiliyordum. Ama aldığım psikolojik eğitimlerle bu gibi duygu durumlarıyla baş edebilirdim. Lakin mevzu bahis ailem , ölüm veyahut ailemden birini kaybetmek olduğunda tüm psikolojik eğitimlerim bir kenara geçiyor ve "bu mevzular bizi aşar" diyordu. Fırat derin bir nefes alıp, Ve Fırat imkansız birşey istedi o an benden; Gözlerim usulca Fırat'ın gözlerini bulurken Fırat bana oldukça yoğun bakıyordu. Eziliyordum yine bu bakışların altında. Kendimi toparlamam ve hemen Fırat'ın çekiminden kurtulmam lazımdı. Ayrıca Oğuz'un nişanı vardı önünde bulunduğumuz binanın içinde. Ve ben burada Fırat'la hiç olmamam gereken bir hâl içerisindeydim. Hafif bir nefes alıp boğazımı temizlerken gözlerimi Fırat'ın gözlerinden kaçırıp yüzümü binaya doğru çevirdim. Bu hamlemle yanağım iyice Fırat'ın avucunun içine gömülmüştü. Sert bir deriye sahip olan bu eller oldukça sıcaktı. Benim yanaklarımda utançtan alev alev yanıyordu. Gergin bir şekilde dudağımı ısırırken gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tutuyordum. Kendimi toparlayıp tekrar Fırat'ın yüzüne baktığımda bu heyecanlı ve utangaç halimin onu gülümsettiğini fark ettim. Böyle olmamalı, Fırat bana böyle gülümsememeliydi. Sonunda konuşmayı başardığımda, Yüzüne ne yaptığını anlamaya çalışır bir vaziyette bakarken bana şu soruyu sordu; Hafifçe yutkunup, Kaşlarımı "öyle mi?" Dercesine kaldırmıştım. Fırat ise , Bunları bana neden anlatıyordu? Bananeydi ki? Fırat'ın dudağı hafifçe sola doğru kıvrılırken gözleri yüzümü taradı. Yüzünü hafifçe yüzüme yaklaştırdığında gözlerini gözlerime sabitleyip, Kısaca "o adamdan uzak dur ve sana yaklaşmasına izin verme" diyordu. Ama ortada hiçbir şey yoktu ki. Adam sadece iyi olup olmadığımı sormuştu. Bundan ne gibi bir sonuç çıkarmıştı da bana böyle uyarılarda bulunuyordu. Yine de Fırat'ı dinlemeye karar vermiştim. Sonuçta o adamı tanımıyordum. Bir nevi akraba oluyor olsak da bu durum o adamla konuşmamı gerektirmezdi. Fırat hâlâ yüzüme bakıyordu. Bakmaktan ziyade dalıp gidiyordu sanki. Aramızdaki konuşmanın bittiğine kanaat getirip, Fırat bu sözlerimle gözlerini kapatıp açarken başını sallayarak geri çekildi. Bende arabanın kapısını açtım ve almam gerekenleri alıp torpidonun üzerine bıraktığım anahtarı arabayı kilitleyerek Fırat'a uzattım. Fırat elimden anahtarı alırken beni bugün defalarca yaptığı gibi baştan aşağıya süzdü. Gözleri yine göğüs dekoltem ve yırtmacımda gezinirken sinir yavaş yavaş yüzünü ele geçirmeye başlamıştı. Elindeki anahtarı kırarcasına sıkmaya başladığında onu umursamamaya çalışarak düğün salonuna doğru ilerlemeye başladım. ****** Mor ve beyaz renklerin hakim olduğu salonda yuvarlak beyaz tül örtülü masalar , arkasına mor tülle fiyonk yapılmış sandalyeler vardı. Ortamı aydınlatan loş bir beyaz ışık mevcutken salonun bir yarısı sadece böyleydi. Diğer yarısı ise kırmızı beyazdı. Bir masanın üzerinde kına tepsisi, mumlar ve taç türü şeyler bulunuyordu. Köşede ise taht gibi duran kırmızı ve altın sarısı tonlarındaki koltuk sanırım Dilek'in oturması için oradaydı. Diğer yandaysa çalgı aletlerini hazırlayan müzisyenler mevcutken uzun ayaklı hoparlörler boy gösteriyordu. Davet edilen insanların çoğu ise gelmişti. Ve belki de tüm davet edilenler bu kadardı. Turan timi ful kadro buradayken Feyzullah ve birkaç jandarma da buradaydı. Ve onların eşleri ya da aileleri olduğunu düşündüğüm kadın toplulukları vardı. Turan timi ve jandarmalar hepsi büyük bir masanın etrafında toplanmış oturuyorlardı. Fırat'ta Turan timinin yanındaydı. Sırtı kapıya dönük olduğundan beni görmesi mümkün değildi. Kadınlarda diğer masalara dağılmış vaziyetteyken salonda ikiyüze yakın insan vardı. Bu manzara bana küçükken babaannemin beni zorla götürdüğü düğünleri hatırlatmıştı. Antep müzikleri eşliğinde oynayan kadınlar. Bizde düğün alanı kadın ve erkek olarak ayrılırdı. Eğer babaannem burayı böyle görse " kele gâvur adetini başımıza nasıl getirisiz" diye ayılıp bayılırdı. Yüzümde hafif bir tebessüm oluştuğunda gözüme kestirdiğim Bahar'ların olduğu masaya doğru ilerleyecekken Oğuz'un, Hafif bir kahkaha atıp Oğuz'a döndüğümde tehditkâr gözlerle yüzüne bakıp, Alayla gülüp, Biliyordu. Kimseye birşey söylemezdim. İnsanların arası bozulsun istemez bir yerde birşey duyarsam bunu sadece ben duyardım. Oğuz'a sevecen bir şekilde gülümsediğimde beni baştan aşağı süzmüş ve, O da kendini süzüp, Bende alayla gülüp, Oğuz ise gözlerini kısıp, Bende Bahar'ların bulunduğu masaya doğru ilerlemeye başlamıştım. O sırada Gökhan denilen adam da bizim masanın yanındaki masada yanındaki sarışın bir kadınla oturuyordu. Gözleri benim üzerimdeydi. Bakışlarımı ondan çekip Bahar'ın yanındaki sandalyeye otururken kabanımı çıkardım. Bahar beni fark ettiğinde, Elimdeki paketi ayağımın yanına koyarken Canan teyzeyle göz göze gelmiş ve ona gülümsemiştim. O da bana gülümserken gözleri Fırat'a dönmüştü. Ne olduğunu anlamıyordum ama yakında çıkardı kokusu. O sırada biri arkamdan elleriyle gözlerimi kapattı ve, Muazzez teyze ellerini gözlerimden çekerken ayağa kalkıp ona sarıldım . Muazzez teyze tombul ve kısa boylu bir kadındı. Güler yüzlüydü. Onu hep tatlı bulurdum. Başındaki zümrüt yeşili yazmadan yayılan leylak kokusu çok tanıdık anılara götürüyordu beni . Muazzez teyze sırtımı okşarken, - Gız pekte güzelleşmişsin. Bir içim su olmuşsun valla. Maşallah sübhanallah. Gülümseyip, Bende yerime oturduğumda Muazzez teyze konuşmaya başladı. Hafifçe gülüp, Gülmekle yetindim bu sözlerine. Muazzez teyze de şaka yapıyordu zaten. Yoksa bütün Antep bilirdi birbirlerine nasıl aşık olup kaçtıklarını. Canan teyzeyle tekrar göz göze geldiğimde Muazzez teyzeyi tanıtmadığımı fark ettim. Ve onlara hitaben, Doğru. Oğuz asker , ben savcı olduğumdan beri bütün Türkoğlu aşiretinin kadınları aynı şeyi söylüyordu. Biz onların elinde büyümüştük. Canan teyze "öyle mi?" Der gibi kaşlarını kaldırırken Oğuz yanımıza gelip Muazzez teyzeye sarıldı. Hâl hatır sorduktan sonra Oğuz bana dönüp, Kına tepsisi , mum gibi şeylerin bulunduğu masanın önünde durduğumuzda, Kaşlarım iyice çatılırken, Oğuz tebessüm ederken , Oğuz hafif bir kahkaha atarken bana sarılmış ve , Ondan ayrılıp, Kaşlarımı çatıp, Hatırlıyordum. "Evlenirseniz nişanda ve düğünde şarkılarınız benden" demiştim. Ama o sözü verirken bugünün böyle birgün olacağını tahmin etmemiştim. Şimdi verdiğim sözden de cayamazdım. Derin bir nefes alıp başımı salladığımda Oğuz gülümseyip, Benden başımı sallayıp onu onaylamıştım . Oğuz yanımdan uzaklaşıp üst katın tüllerle ve Led ışıklarla süslenmiş merdivenlerini çıkarken bende sahneye doğru ilerlemeye başladım. "Suya gider allı gelin" bildiğim bir türküydü. O yüzden rahattım. Sahneye çıkıp ayaklı mikrofonun önünde durduğumda salondaki herkesin gözü bana dönmüştü. Özellikle de Fırat'ın öfkeli gözlerinin hedefi olmuştum. Beni baştan aşağı süzüp duruyordu yine. O böyle bakınca yanlış birşey yaptığımı ve onu kızdırdığımı düşünüyordum. Eniştemden dolayı kendimi yeterince kötü hissediyordum zaten. Bana böyle bakmasan Fırat, olmaz mı? Gözlerimi ondan çekip üzerimdeki elbiseyi düzelttim. Saçlarımı da omuzumdan geriye doğru atıp kulağımın arkasına sıkıştırdığımda heyecanlı değildim. Aksine kötü birşey yapıyormuş gibi hissediyordum. Ama dışarıdan görünüşüm ifadesiz bir surattan ibaretti. O sırada Bahar yüzündeki kocaman gülümsemesiyle yanıma doğru gelmiş, Özür dilerim enişte... Bahar , Bu sarışın kız sanırım Gökhan'ın kardeşiydi. Birbirlerine fazlasıyla benziyorlardı. Kızın üzerinde kırmızı saten mini bir elbise vardı. Sarı saçlarını ise dağınık bir topuz yapmış, yüzünde de bolca makyaj mevcuttu. Tahmini yirmilerinin sonunda gibi duruyordu. Güzel bir kız olduğu ise su götürmez bir gerçekti. Kız mikrofona doğru, Dilek ve Oğuz kol kola uzun merdivenlerin başında göründüğünde merdivenlerin sonunda onları ellerinde konfetilerle bekleyen iki tane kız vardı. İkisi de Dilek'in kırmızı kına elbisesine tezat beyaz giyinmişlerdi. Türk bayrağının renkleri gururla salınıyordu bu salonda. Suya gider allı gelin Ben susup sadece sazın sesi tekrar salona hakim olduğunda gözlerim yavaştan dolmaya başlamıştı. Ağlamak istemiyordum. Ama şuan öyle karmaşık bir ruh halindeydim ki bu duygu yoğunluğuyla başa çıkamıyordum. Yine de gözlerimi bir an olsun açmadan öylece durup şarkıya devam ettim. Madem ben mutlu olamıyordum o zaman başkalarını mutlu etmeliydim. Suya gider su testisin Fırat'la ise hiç göz göze gelmedim o an. Ama bakışları hâlâ üzerimdeydi, hissedebiliyordum. Lakin bakmadım ona belki de bakamadım. Bakarsam öfkeli gözlerini göreceğimi az çok tahmin edebiliyordum. Bu öfkenin bana hissettiği duygulardan kaynaklandığını da az çok anlayabiliyordum artık. Ve içimi burkan onca şeyin içinde Fırat'a karşı duyduğum imkansız sevginin de payı oldukça büyükken türküde de dediği gibi "iflah etmez bu dert beni öldürür" dü. Ellerimi arkamdan çözdüğümde bana doğru gelen Oğuz'u gördüm. Gözleri dolmuş ve aynı zamanda göğsü kabarmıştı sanki. Karşımda durup elini bana uzattığında elimi avucuna koyup üzerimdeki bakışlar eşliğinde sahneden indim. Oğuz kulağıma doğru eğilip, Gülümsedim ona ve, Omuzuma omuzuyla vururken , Bu kadın gerçekten başka bir alemde yaşıyordu. Ona gülüp önümdeki su bardağından bir yudum almıştım. Elimdeki bardağı masaya koyup , Muazzez teyze bu espirili sözlerime karşılık yüzünü buruşturmuş ve, Ona gülerek önüme döndüğümde piste oynayan kadınları izlemeye başladım. Küçükken babaannemin beni Antep'te götürdüğü düğünlerde - nasıl becerebildiğimi hâlâ anlayamasamda - o yüksek müzik sesine rağmen uyuya kalırdım. Öyle tatlı bir uyku haline bürünürdüm ki orada kendimi güvende hissetmekle beni burada unutmalarından korkmak arasında bir yerde dolaşırdı zihnim. Çocukluğuma dair en çok özlediğim şeyse umut edebilmekti. Çocukken annemin birgün beni seveceğine dair umudum vardı. Büyüdükçe herşeyin daha güzel olacağına dair inancım. Hep kara olmazdı ya bir kader. Zannederdim ki bu kaderin bir yerine de ak bulaşır. Olmadı. Şarkıda da dediği gibi "sanki hüzün güzeldi de mutluluk uymadı hiç". Derin bir nefes alıp gözlerimi masaya çevirdiğimde bizim masaya doğru gelen birini gördüm. Tahmini kırklı yaşlarının sonunda olan gece mavisi kıyafeti ve sarı saçlarıyla burnu havada olduğu belli olan bir kadındı. Bulunduğumuz masada dört tane boş sandalye mevcutken kadın ellerini sandalyelerden birinin üzerine koyup konuştu; Kadının imalı sözleri sinirlerimi bozarken Oğuz'un sabahtan beri neler çektiğini düşündüm. Keşke yanında olsaydım diye hayıflanırken yerimden kalkıp kadına elimi uzattım. Ve yüzümdeki zoraki gülümsemeyle, Kadın beni baştan aşağı süzerken elimi sıkıp, Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken kadının oturmasını bekleyip kalktığım yere geri oturdum. Aysu hanım ise masadaki herkesi küçümseyen gözlerle süzüp, - Halam da gelmeyi çok istiyordu ama olaylar böyle gelişti. Yapacak birşey yok ki bunları konuşmanın artık bize bir faydası da yok. Saygısızlık yapmak istemiyordum. Dilek'in üvey annesi olmasına rağmen onu bu kadar sahipleniyor oluşu bu kadının çokta kötü biri olmadığını gösteriyordu. Yine de bizi rencide etmeye çalışıyor olması sinirlerimi bozuyordu. Kadın bir süre yüzüme bakıp, Sinirlenmeye başlamıştım. Gözlerimi anlık bir kapatıp açarken, Kadının gözleri öfkeyle parlarken oturduğu yerden kalkarak masadan uzaklaştı. Fazla mı sert konuşmuştum? Bu yaptığımın Oğuz'a bir zararı olur muydu? Bilmesem de artık iş işten geçmişti. O sırada Muazzez teyze omzuma eliyle dokunup, ***** O sırada telefonuma Gaye'den hastaneden çıktıklarına dair bir mesaj gelmişti. Bende Fatma teyzeye ablamın bir saate orada olacağına dair bir mesaj atmıştım. Bulunduğum masada ise Canan teyze yanımdan kalkıp onun yanına oturan Muazzez teyzeyle muhabbet ediyor Bahar'da kucağındaki Elif'le oynuyordu. Sıkıntıyla oflarken Gökhan denilen adamın ve yanındaki sarışın kızın buraya doğru geldiğini gördüm. Anneleri bitmiş bunlar başlamıştı anlaşılan. Yine de yargısız infaz yapmaya gerek yoktu. İki kardeş bulunduğumuz masaya gelip karşımızda dururken kız, Gökhan tam yanımdaki sandalyeyi tutup çekecekken ondan önce sandalyeyi Fırat tutmuş ve Gökhan'ın gözlerine gözlerini dikerek yanıma otururken, Gökhan sinirle gülüp başını imalı imalı sallarken gerisin geri giderek kardeşinin yanına oturmuştu. Yanaklarımın yandığını ve kalbimin hızla attığını hissediyordum. Bu adam ne yapıyordu? Yanımda oturan Bahar kıkırdarken Canan teyzenin de imalı gülüşünü yakalamıştım. Muazzez teyze ise "damat adayını bulduk" der gibi bakıyordu. Fırat'a hâlâ gözlerimi değdirmemiştim. Ama vücudundan yayılan sıcaklığı hissedebiliyordum. Bakışları ise bir süre üzerimde dolaşsa da sinirle alıp verdiği nefes kulaklarıma dolarken önüne dönmüştü. Dikkatimi çeken bir diğer şey ise karşımdaki kızın Fırat'a olan bakışlarıydı. Resmen Fırat'a göz süzüyordu. Hiç çekinmeden Fırat'ı inceliyor, üzerindeki elbiseden açıkta kalan göğüs dekoltesini belli etmek adına öne doğru eğiliyordu. Bir yandan da dağınık topuzundan açıkta kalan saçlarıyla oynarken sabah Filiz'in Fırat'ı izlediğini gördüğümde hissettiğim kıskançlık duygusunu yine hissetmeye başlamıştım. O sırada Gökhan denilen adam, Buse ise hevesle gülümseyip, Fırat'ın gözlerini üzerimde hissetmeye başlamıştım yine. Bense Gökhan denilen adamın yüzü ve eli arasında gözlerimle mekik dokuyordum. Bu adamdan hoşlanmamıştım. Fırat olmasa bile bana olan bakışları sapıkcaydı. O yüzden gözlerine ifadesiz bir şekilde bakıp elini sıkmadan, Fırat ise hâlâ bana bakıyordu. Bense ona hiç dönmedim. İçimdeki kıskançlık bana kendimi kapatmamı söylüyordu Fırat'a karşı. O sırada Buse denilen kız bana elini uzattı ve küçümseyici bakışlarla, Neden mesleklerini ve mevkilerini söylüyorlardı ki? Sonuçta insanların karakterlerini meslekleri belirlemezdi. İnsanları yücelten eğitim durumları ya da mevkileri değil karakterleriydi. Yine de kızın elini sıkıp, Ellerimiz ayrıldığında Buse elini Fırat'a uzatıp yüzündeki şuh gülümsemeyle beraber , Yine de tepkisizliğimi korudum. Fırat'ın üzerinde hiçbir söz söyleme hakkına sahip değildim. Ki zaten ne yapabilirdim ya da neden bunu düşünüyordum? Alt tarafı bir el sıkışacaklardı. Neden kendi içimde bunu bu kadar dert ediniyordum? Hafifçe bir nefes alırken önümdeki bardaktan bir yudum su içmiştim. Fırat ise hâlâ beni izliyordu. Dön artık önüne nolur? Dememek için kendimi zor tutarken Fırat Buse'nin elini sıkmamış hatta ona bakmamıştı bile. Gözleri benim üzerimdeyken sadece adını söylemişti. İçten içe bu durum beni mutlu etse de ifadesizliğimi korudum. Anlık sevinçlere, devamı gelemeyecek anlara ayıracak vaktim yoktu. Buse bozguna uğramıştı. Elini kendine çekip Canan teyze, Muazzez teyze ve Bahar'la da el sıkışmıştı. Gökhan'da onlarla el sıkışıp tanışırken bizimle oturmaya devam ettiler . ***** Canan teyze, Pistte Dilek ve Oğuz ortaya alınmıştı. Etraftaki ışık iyice karartılırken bir grup kız ellerinde mumlarla onların etrafında dönerek "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" türküsü eşliğinde dönüyordu. Türkü beni bile duygulandırmıştı. Özellikle de "hem annemi hem babamı ben köyümü özlerim" kısmı benim için fazlasıyla manidardı. Bu yüzden Dilek'in de fazla dayanamayacağını düşünerek Muazzez teyzeye doğru öne eğilip, Muazzez teyze, Canan teyze de olan gözlerini bana çevirirken bana bakan tek kişi o değildi. Fırat, Gökhan, Canan teyze ve Elif'te bana bakarken şu soruyu yönelttim; Muazzez teyze bana "sen ciddi misin?" Der gibi bakarken Canan teyze gülmeye başlamıştı. Gökhan denilen adamda gülerken Fırat'ın ne yaptığını bilmiyordum ama şuan Elif bile gülüyordu. Muazzez teyze ciddi olduğumu anlamış olacak ki, Gözlerimi devirip, İmdadıma yetişen ise Canan teyze olurken, Kendimi eğildiğim masanın üzerinden geri çekerken Fırat'la aramda duran paketten altının kutusunu almak için eğileceğim sırada Fırat, Bunu neden yaptığını anlamazken Fırat'ın yerdeki paketi alıp bana vermesini izledim. Paketi aldığımda içinden kırmızı kutudaki altını çıkarıp masaya koydum. Muazzez teyze kutuyu eline alıp kapağını açarken, Bir süre sonra nihayet duymayı beklediğim o ses kulağıma dolmuş ve Buse, Herkesin gözü benim üzerimdeydi. Ayağımdaki topuklu ayakkabının mermer zeminde çıkardığı tok ses kulaklarıma dolarken Oğuz'la Dilek'in önünde durup çöktüm. Oğuz bana gülümseyen gözlerle bakarken ona tebessüm edip Dilek'e döndüm. Dilek'in yeşil gözleri nemliyken bana uzatılan kına tepsisinden biraz kına alıp Dilek'in yumruk yaptığı avucunu açarak içine koydum. Kınayı iyice avcuna yaydığımda kutudan çıkardığım tam altını kınanın üzerine yerleştirip kırmızı pullu bir tülden oluşan kına eldivenini de Dilek'i eline geçirmiş ve bağlamıştım. Sonrada yüzüme takındığım samimi bir gülümsemeyle karşımdaki çifte bakıp, O sırada Muazzez teyze de dua ediyordu. Umarım uzun bir ömürleri olur ve mutluluk onlardan hiç eksik olmazdı. ***** Şuan yanında oturuyordum ve parmaklarını kırarcasına sıktığı yumrukları gözümün önündeydi. Masanın altındaki bacağını ise titretip duruyordu. Onunla hiçbir şekilde göz göze gelmediğim için yüzünün ne halde olduğunu bilmiyor olsam da tahmin edebiliyordum. Antep çiftetellisi oynadığım için kızmış olmalıydı. Pistte olduğum sürece Gökhan denilen adamın gözleri de bendeydi. Bende Fırat kadar rahatsızdım bu durumdan ama Oğuz'u yalnız bırakamazdım. Ne olacaktı bizim bu halimiz diye düşünmeden edemedim o an. Umarım birimizden birinin duyguları biter en azından birimiz bari acı çekmekten kurtulurduk. O sırada salonu romantik bir dans müziği sardı. Çiftler teker teker piste dökülürken karşımızdaki masada oturan Gökhan bize doğru gelmeye başlamıştı. Ne yapmak istediğini anladığımda bunu anlayan tek kişinin ben olmadığımı Fırat'ın elimi tutmasının şokuyla birlikte idrak etmiştim. Masadaki herkesin gözü bize dönerken şaşkın bir yüz ifadesiyle Fırat'a döndüm. Fırat ise öfke nöbeti geçirmenin eşiğinde olduğunu gösteren siyah gözleriyle ayağa kalkmıştı. Elim elindeyken şaşkın gözlerle ona bakıyor ve hâlâ oturuyordum. Fırat ise derin bir nefes alıp kulağıma doğru eğilmişti. Dudakları yanağıma hafifçe değerken baskın ve sert bir ses tonuyla, Kalbim Fırat'la bu kadar yakın olmanın verdiği heyecanla hızla atarken konuşamadığım için başımı sallamakla yetinmiştim. Yerimden kalktığımda Fırat'ın eli belimi bulmuş ve beni önüne almıştı. Kimseye gözlerimi değdirmeden Fırat'la beraber o şekilde çıkışa doğru ilerledik. Vücudumdaki bütün kanın yanaklarıma hücum ettiğini hissediyordum. Beynim alarm veriyordu. Ama bedenim beynime değil Fırat'a itaat etmeyi seçmişti. Ben kalbimle beynim arasında git gel yaşarken Fırat kendinden gayet emin bir şekilde sert adımlar atarken yeri dövüyordu sanki. Dışarıya çıktığımızda Fırat bir eliyle belimi diğer eliyle de elimi tutuyordu. Bu şekildeyken sırtım sert ve fazlasıyla gergin olduğunu hissettiğim bedenine yaslıydı. Fırat'ın heybetli bedeni ise beni arkadan birinin görme ihtimalini yok ediyordu. Yüzüme çarpan rüzgarla biraz olsun kendime geldiğimde ateşe yürüdüğümü hissettim. Bu sinirle Fırat bana duygularını itiraf ederse ne yapardım? Bilmek başka duymak başkaydı. Ya duygularını itiraf eder ve bende ona karşı koyamazsam? Birşey yapmalıydım. Ama ne? Sakin tutmaya çalıştığım sesimle, Sesi asla yumuşamıyordu. Ve anladığım kadarıyla binanın arkasına gidiyorduk. Çünkü burada bize fazlasıyla uzak olsalar da sigara içen birkaç insan vardı. Onlar bizi arkaları dönük olduğu için görmüyor olsalar da ben onları görebiliyordum . Derin bir nefes alıp, Dizlerimin bağı çözülüyormuş gibi hissederken sonunda binanın arkasına varmıştık. Burası biraz karanlıktı. Üstüne üstlük soğuktu da. Fakat ben Fırat'ın bedeninden yayılan sıcaklık ve kendi bedenimi etkisi altına alan heyecandan pekte birşey hissetmiyordum. Fırat beni usulca belimi tuttuğu eliyle kendine çevirirken gözlerimiz buluşmuştu. Fırat hâlâ fazlasıyla sinirli bakıyordu. Gözlerimi gözlerinden kaçırmamak için kendimi zor tutarken konuşmam ve aramızdaki bu yakınlığa son vermem gerektiğinin farkındaydım. Bu yüzden düz ve duygusuz tutmaya çalıştığım sesimle, Fırat tok ve sert sesiyle hâlâ eli belimdeyken, Fırat öfkeyle bana geri döndüğünde sert ve öfke dolu sesiyle, Bunları söylerken aramıza açtığım mesafeyi kapatıp iki adıma indirmişti. Ne demeye çalıştığını anlamıyordum yani tam olarak. "Sabahtan beri" derken hâlâ Bahar'a yaptığı elbise uyarısını kendi üstüme alınmayışım mıydı sorun? - Ya ne yaptım ben size?! Sabahtan beri diyorsunuz ne yaptım?! Sesim yükselmiş bu agrasif hâli beni onunla bir tartışmaya girmeye itmişti. Fırat iyice sinirlenirken, Fırat ise gözlerini kısıp, Gözleri gözlerime kenetliyken baskın bir ses tonuyla, Fırat sinirle yüzüme bakıp, Ellerini saçlarından geçirip çekiştirirken tekrar konuşmaya devam etti. Bense öylece susuyor yaydan çıkan okun nereye saplanacağını kestiremediğim gibi girdiğim duygu karmaşasından da çıkamıyordum. Fırat'ın söylediği sözler beni allak bullak ediyordu. - Hadi lan hadi onu da geçtim!! Nasıl onca erkeğin içinde hele hele o Gökhan denilen yavşağın bulunduğu bir ortamda şarkı söyler , dans edersin?!! Nasıl lan nasıl?!! Fırat öfkelendikçe karşımda büyüyor ve ben küçücük kalıyordum sanki karşısında. Haklıydı. Ama bende mecburdum. En azından verdiğim sözleri tutmaya. Kendimi bayılacakmış gibi hissediyordum. Başım Fırat'ın karşısında yere eğilmişti. Başımı yere eğen Fırat'ın sözleri değil bana karşı hissettiği duyguların verdiği ağırlıktı. Gözlerimi kapatıp açtım. Ve Fırat'ın gözlerinin içine bakıp, Niyetim Fırat'ı sinirlendirip kendimden uzaklaştırmaktı. Çünkü benim hiçbir şeye gücüm yoktu. Ne bugün ne şuan. Öyle bitmiş hissediyordum ki kendimi Fırat'ın öfkesinden medet umuyordum bu ana bir son vermesi için. Ama olmadı. Fırat tüm gücüyle, Artık yapacak da söyleyecek de birşeyim kalmamıştı. Fırat'ın kokusu burnuma dolarken, nefesi nefesime karışırken ağzımı bile açamazdım zaten. Ama yüzüne de bakamazdım. Hüngür hüngür ağlamak istiyordum şuan. Herşey bir rüya olamaz mıydı? Gerçi öyle olsa bile bu anın benim için rüya mı yoksa kabus mu olduğunu ayırt etmek oldukça zor olurdu. Fırat iyice yüzünü yüzüme yaklaştırıp etli ve dolgun dudaklarını yanağıma bastırdı. O an dünya durmuş ya da ben zaman denilen kavramın içinden soyutlanmıştım. Bilmiyorum. Fırat'ın kolları belime dolanırken üzerimdeki elbisenin ince kumaşından elinin sıcaklığını tenimde hissedebiliyordum. Fırat usulca belimi okşuyordu. Yaptığı şey bana dokunmaktan ziyade dokunduğu her zerremi hissetmekti sanki. Ve Fırat dudaklarını yanağıma sürte sürte boynuma doğru yol alırken boğuk çıkan erkeksi sesiyle, Söylediği şeyler kalbimi titretirken Fırat boynumda durdu. Kokumu derince içine çekti defalarca ve, Sessiz kaldım. Fırat ise tekrarladı. Yutkundum hafifçe. Alacağım cevaptan hem korkuyordum hem de duymak için can atıyordum. Fırat beni iyice kendine çekerken içine sokmak ister gibi sarıldı. Sanki uzun zamandır bu anı bekliyormuş da şimdide tadını çıkarmak istiyormuş gibiydi. Dudaklarını tekrar yanağıma çıkarıp öperken, Gözlerim dolmuştu. Fırat'ın bana karşı hisleri olduğunu biliyordum ama bu kadar yoğun olduklarının farkında değildim. Yüreğim erimişti sözleriyle. Kalbim bir kuş misali çırpınıyordu göğüs kafesimde. Fırat ağzından çıkan sözlerin altına imzasını atarcasına sararken beni tüm dünya benden nefret etse de koymazmış gibi geldi. Annem beni sevmiyordu, sevmesindi. Fırat beni herkesin yerine severdi sanki. Çok üzülmüştüm bugün ama şimdi hepsi geçmiş gibiydi. Yine de bu yakınlığa itiraz etmeliydim. İçim eriyordu ama buz kesmeliydim. İşte bu yüzden "yapma " der gibi, İşte o an türküde de dediği gibi "iki damla yaş süzüldü gözlerimin pınarına" 💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧 |
0% |