Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@yikim2024

Hayatım hep bir ikilemdi benim. Önüme her defasında iki seçenek sunulur ve ben her defasında en istemediğim , en içime sinmeyen şıkkı seçmek zorunda kalırdım. Kendim için yaptığım şeylerin sayısı hatırlamadığım kadar azdı. Neden böyle olduğunu ise bilmiyordum.

Belki de bilinç altımda - annemin de hep söylediği gibi - mutlu olmayı, değer görmeyi ve sevilmeyi hak etmediğime inanıyor ve bu yüzden de kendi yaşamımı mutamadiyen zora koşuyordum.

Bir insan böyle nereye kadar yaşayabilirdi?
Birşeylere alışıyor olmak o şeyleri sevdiğimiz anlamına mı gelirdi?
İnsan alıştığı şeylerden de yorulamaz mıydı?

Birçok soru vardı kafamda. Neyi istediğim ve neye alıştığımla alakalı. Ama asıl soru ; şimdi ne yapacağımdı. Bu zamana kadar böyle gelmiş olsam da bundan sonra bana biçilen ömürde nasıl yaşayacağımdı şuan karar vermem gereken şey.

Sevdiğim adamın kokusu burnuma dolarken , yanağıma ve boynuma kondurduğu öpücükler beni mest ederken , dokunuşları bu soğuk havada bile içimi ısıtırken ne yapacağımı sordum kendime.

Ne yapacaksın Hazan? Gerçekler kapı gibi dururken yine yalanlara mı sığınacaksın?

Bilmiyordum. Fırat'a şimdi olumsuz birşey söylesem, desem ki " sevmiyorum seni" ya da " İstemiyorum" inanır mıydı? Öyle bir sarılıyordu ki bana göğüslerim sert bedeninin altında ezilirken kalp atışlarımı hissettiğine emindim. Titrek titrek aldığım nefesleri duyuyor da olabilirdi. Bana dokunduğu için kasılıp duran bedenimi de hissediyordu muhtemelen. Ve herşeyi geçsem bile dakikalardır Fırat'ın beni böyle öpmesine izin veriyordum. Onu hiçbir şekilde durdurmaya çalışmamış sadece bir kere " Fırat" demiş ve onun " Fırat geberiyor sana" deyişiyle derin bir sessizliğe bürünmüş bu sessizliği de gözyaşlarımla süslemiştim.

Bana bu cümleyi kuruşunun üstünden bir iki dakika ya geçmiş ya geçmemişti. Ama Fırat beni öperken saniyelerle yarışıyordu sanki. Sayamadığım onlarca öpücük kondurmuştu tenime. Dünyadaki bütün oksijen bitmişte bir tek boynumda nefes alabiliyormuşcasına kokumu içine çekmişti. Dudaklarımız susmuş bedenlerimiz konuşmuştu.

Ve ben tüm bunların üzerine ağzıma o zehirli kelimeleri alıp " seni sevmiyorum , istemiyorum ya da sana karşı birşey hissetmiyorum" dediğim an Fırat ayrı ben ayrı biterdim. Derin bir umutsuzluğa gömülür bir ömürde çıkamazdım. Bu kadar yakınlaşmış olmasaydık, Fırat'ın sıcaklığını, sevgisini hissetmiş olmasaydım belki de daha kolay olurdu yalan söylemek. Ama ben kendi ayaklarımla gelmiştim bu uçurumun kenarına. Şimdi atlamamak olur muydu?

Bir savaşa girmiştim yine içimde. Fırat'la böyle yakınken, Onun heybetli bedeni beni bu gecenin ayazından korurken tüm korkularım yersizdi sanki. İçimdeki savaşta yenilsemde Fırat'ta kazanmak istiyordum.

Ben böyle cebelleşirken kendi içimde Fırat boynumda aldığı derin nefeslere bir yenisini daha ekleyip mayışmış gibi çıkan erkeksi sesiyle,
- Hazan , dedi.
Öyle bir "Hazan" deyişti ki bu ismimin bu kadar güzel olduğunu yirmi dört yıllık hayatım boyunca ilk defa idrak ediyordum. Belki de Fırat ismimi ilk defa böyle söylediği içindi. Bilmiyorum.

Birşey söylemedim. Titrek bir nefes aldım sadece. Ne söyleyebilirdim ki zaten?
Fırat ise durmadı. Boynuma sıkı bir öpücük daha kondurup ne hale geldiğimin farkında olmadan,
- Hazan'ım, dedi dolu dolu.

Onun muydum gerçekten? Annemin bana nefretle koyduğu isme böyle çiçekler açtıran, babamdan sonra kimsesiz kalan yüreğime bir sahiplik ekiyle yuva olan bu adama mı aittim?
Çok isterdim.

Allah kaderimin bir yerine yazdığı gibi ömrüme de yazar mıydı seni?

Bilmiyorum, bilmiyordum. Hiçbir şey bilemezken yüreğim ayrı ruhum ayrı çırpınıyordu bu anda. "Neden Fırat?" Diye sormak istiyordum. " Neden yapıyorsun bunu bana?"

Gözümden bir damla yaş daha süzülürken Fırat belimdeki ellerinden birini çekip başını gömdüğü boynumdan bir an olsun ayırmadan sol elimi tutup siyah gömleğinden açıkta kalan göğsüne koydu. Eliyle elimi göğsüne öyle bir bastırıyordu ki benimkiyle yarışan kalp atışlarını avucumun içinde hissediyordum. Ve Fırat'ın çıplak tenine böyle dokunuyor olmak garip hissettirmişti.

Fırat ise avucunda küçücük kalan elimin üstünü okşuyordu. Tek eliyle sardığı belim ise kaslı kollarına nazaran fazlasıyla ince kalırken Fırat boynumu öpe öpe yine yanağıma çıktı. Ve etli dudakları yanağıma sürtünürken şuan hiç hazır olmadığım birşey söyledi;
- Hazan...seni burada böyle saatlerce öpüp, koklayıp sevebilirim. Ama bana birşey söyle.

Ne söyleyebilirdim ki? Benden bir cevap bekliyordu haklı olarak. Ama benim ona verecek bir cevabım var mıydı? Vardı. Lakin cesaretim yoktu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda Fırat yanağını yanağıma sürtüp bir öpücük daha kondururken derince içini çekti. Ve yüzünü yüzümden ayırıp beni izlemeye başladı. Ama ben ona bakamıyordum. Gözlerim Fırat'ın göğsünde birleşen ellerimizdeydi.

Fırat bir süre daha beni izlerken,
- Hazan , dedi yine. " Yüzüme bak."

Bakamadım. Gözümden bir damla yaş daha süzülürken Fırat,
- Şşş ağlama. Yakma canımı, diyerek göğsünde duran elimin üzerindeki eliyle o yaşı sildi. Sonra da alnını alnıma dayayıp,
- Yüzüme bak, birşey söyle, dedi.

Dudaklarımı aralayıp bu soğuk geceden bir nefeslik çektim içime. Belki yüreğimdeki yangına bir nebze olsun ferahlık getirir diye. Ama olmadı. Uçurumun kenarındaydım. Ya atlayacaktım ya da geri dönecektim.
Geri dönersem sonrası benim için yok oluştu. Fırat'ın söylediği bunca sözün üzerine geri dönersem bir daha yüzüne bakamazdım. Buraya ilk geldiğimde herkesin bana yabancı olduğunu söylemiştim. İşte geri döndüğüm an Fırat'la gerçek bir yabancı olurduk. Buna dayanabilir miydim? Fırat'ın benden yüz çevirmesine katlanabilir miydim? Hayır.

O an bir karar verdim. Yürüdüğüm ateşte yanacak, yamacına kadar geldiğim bu uçurumdan atlayacaktım. Sonrası ise Allah kerimdi.

Aldığım nefesi geri verirken usulca,
- Fırat, dedim.
Fırat ise başını alınımdan kaldırıp yüzüme bakarken bir eliyle de yanağımı okşamaya başlamıştı. Ne diyeceğimi biliyor ve beni cesaretlendirmeye çalışıyordu sanki.

Küçük bir çocuğa bildiği bir sırrı söyletmeye çalışır gibi ,
- Söyle , dedi gözlerimin içine uçsuz bucaksız bir sevgiyle bakarken.

Anlamıştı. Onu sevdiğimi anlamıştı.
Gözlerim Fırat'ın gözlerine kenetliyken,
- Ben...diyip hafifçe yutkundum.
Fırat ise diğer elini de yanağıma çıkarırken gözlerinde gördüğüm sevginin içine karışmış bir parça heyecan gördüm.
Usulca başını salladı. " Hadi söyle" der gibi. O an duruşuyla , yürüyüşüyle hatta bazen sesiyle bile beni ürküten adamla bu adamın aynı kişi olup olmadığını sorguladım. Az önce bana esip gürleyen adamla şuan ağzımdan çıkacak olan iki kelimeye muhtaçmış gibi duran bu adam aynı kişi miydi?

Onun bu hali içimi eritirken ilk defa bu kadar uzun bakmıştım gözlerine. Hafifçe bir içimi çekerken,
- Bende , dedim. "seni seviyorum."

Öyle bir söylemiştim ki bu iki kelimeyi sanki vücudumda kalan son canı bu iki kelimenin içine sığdırmıştım. Fırat ise gözlerini kapatıp alnını alnıma dayadı. İki eli de hâlâ yanağımı okşuyordu. Benim gözlerim açıktı ve görüş alanımda Fırat'ın dolgun dudakları vardı. Ve Fırat ,
- Tekrar söyle, dedi.

Gücüm yoktu. Derin bir nefes alıp sustum. Fırat ise ,
- Duymak istiyorum, hadi, dedi.
Ses tonunda öyle bir tını vardı ki yalvarır gibi ama aynı zamanda emredici.

Hafifçe yutkunup bende gözlerimi kapattığımda,
- Seni seviyorum, dedim her bir kelimeyi hissederek.

Fırat yüzümdeki ellerini tekrar belime indirirken başı tekrar boynumu, dudakları da tenimi buldu. Orada yine nefeslenirken tenimde gülümsediği için gerilen dudaklarını hissettim. Ve birden ne olduğunu anlamadan ayaklarım yerden kesildiğinde gözlerimi açmıştım. Kollarımı anın şaşkınlığıyla Fırat'ın boynuna dolarken Fırat boynumu ses çıkartarak art arda öpmeye başladı. Az öncekinin aksine bu öpücükler daha derindi.

Şaşkın bir tonda çıkan sesimle,
- Fırat, dedim.
Fırat ise boynumdan kokumu içine çekerek sıkı bir öpücük daha alırken,
- Fırat kurban olsun sana, dedi dolu dolu çıkan erkeksi sesiyle.

Söylediği bu sözler beni afallatırken ne diyeceğimi bilemediğimden sustum. Ama kalp atışlarım mümkünmüş gibi daha da hızlandı. Kalbimden içime doğru sıcacık bir şeyler akarken içim içime sığmıyor aldığım nefesler ciğerlerime yetmiyordu sanki. Astım atağı geçirmiyordum. Bu farklı bir şeydi.

Fırat dudaklarını yanağıma çıkarıp orayı da dolu dolu öperken,
- Senin beni seven yüreğine ölürüm kızım, dedi fısıldar gibi. Sonrada beni kucağında yukarıya doğru zıplatıp ona üsten bakmamı sağlarken gözleri gözlerimi bulmuştu. Saçlarım onun yüzüne değerken gözlerini kapatıp kokladı onları. Sonra başını yüzüyle aynı hizada olan göğsüme doğru yönlendirip dekoltemden açıkta kalan kalbimin üstünü öptü.

Başka biri bana böyle yaklaşsa kendimi taciz edilmiş gibi hissederdim ama Fırat dokununca ya da öpünce olması gereken buymuş, tenim uzun zamandır onu tanıyormuş gibi hissediyordum. Bana öyle sapıkça duygularla dokunmayacağından o kadar emindim ki, ona öylesine güveniyordum ki yaptığı bu şeyi garipsemiyor ama fazlasıyla heyecanlanıyordum.

Bu yüzden titrek bir sesle,
- Fırat, dedim.
O ise dudaklarının altında çırpınan kalbimin üstünü koklayarak tekrar öperken,
- Yavrum, dedi bastıra bastıra.

Neye uğradığımı şaşırmış bir vaziyetteyken Fırat'ın beni sözleriyle öldürmeye çalıştığını düşündüm o an. Çok heyecanlanıyordum. Bu hali , bu halimiz hoşuma gidiyordu da bir yandan. Zaman ve mekan kavramını unutmuş gibiydik.

Derin bir nefes aldım heyecanımı bastırmak adına ama pekte bir işe yaramadı. Bu andan soyutlanmak istemiyordum lakin hissettiğim bu yoğun duygulara daha fazla dayanabilecek gibide değildim. Bu yüzden toparlamaya çalıştığım kısmen de başarılı olduğum sesimle,
- İndirsene beni, dedim.

Fırat kalbimin üzerindeki dudaklarını tenime sürte sürte boynuma çıkarırken beni yavaşça yere indirdi. Elleri belimi okşarken dudakları usulca yüzüme çıktı. Kafasını kaldırıp gözlerime baktığında ben gözlerimi kaçırmıştım. Yanaklarım alev alev yanıyordu. Kızardığıma ise neredeyse emindim.

Başımı yere eğmiştim. Kollarımı ise yavaşça Fırat'ın boynundan çekerken Fırat iki elimi elleriyle tutup göğsüne koydu. Elleri tekrar belimi bulduğunda,
- Yavrum yüzüme bak, dedi.

Bakamazdım. Utanıyordum. Üstüne üstlük "yavrum" diyordu , heyecanlanıyordum. Ve şuan öyle bir bakıyordu ki bana gözlerinde bir ateş harıl harıl yanıyor, o ateşin sıcaklığıda yüzüme vuruyordu sanki. O yakıcı bakışlarla göz göze gelmeye cesaretim yoktu.

Fırat derin bir nefes alıp verirken ellerimin altındaki göğsü kalkıp inmişti. Yavaşça yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudaklarını yanağıma sürterek öperken,
- Utanma benden , dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle.
Cevap vermedim. Utanma demekle olmuyordu. Ağızından dökülen kelimeler beni yerle bir ediyordu. Ne yapacağımı bilmediğim gibi ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. Üstüne üstlük zihnim kafamın içinde allak bullak olurken kalbim ait olduğu yerde ayaklarının üzerinde duruyordu. Lakin benim şuan beynime ihtiyacım vardı.

Fırat tekrar yüzüme baktığında emredici ama sert olmayan bir sesle,
- Hazan yüzüme bak, dedi.

Hafifçe yutkunup gözlerimi onun gözlerine çıkardım. Fırat'ın bedeniyle duvar arasında sıkışıp kalmışken nereye kadar kaçabilirdim ki zaten?

Fırat benimle göz göze geldiği an yüzümü milim milim inceleyip hafifçe gülümsedi. Şuan o kadar yakışıklı ve karizmatik duruyordu ki bu halinin bir tek bana olduğunu, bu adamın kalbinde sadece benim yerim olduğunu bilmek özel hissettirmişti.

Fırat belimdeki eliyle beni iyice kendine bastırırken bir eli de yanağımı buldu. Usul usul okşadığı yanağım onun sıcacık avucunda daha da ısınıyordu.

Fırat derince içini çekip,
- Esirgeme gözlerini benden , dedi .
Gözlerimi sağa sola kaçırıp,
- O zaman sende şöyle şeyler söyleyip utandırma beni, dedim usulca.
Fırat yüzüme iyice yaklaşıp,
- Nasıl şeyler? Dedi çapkın çapkın gülümserken. Sanki bu halimden zevk alıyordu.
Gözlerimi gözlerine çıkartıp " dalga geçme benimle" der gibi,
- Fırat, dedim.
O ise yüzümü yine her bir zerresine kadar incelerken gözleri dudaklarımda durdu. Ve dudaklarımın üzerine doğru fısıldar gibi,
- Senin o "Fırat " diyen güzel dudaklarını ısıra ısıra müsait bir zamanda öpeceğim, dedi ve boğuk sesiyle ekledi. " İşte o gün bu rujun da hesabını soracağım bu kıyafetinde. "

Bu cümleyi kurarken yanağımdaki elinin parmaklarıyla dudağımı okşuyordu. Bu sözleri sarf ederken gözleri gözlerime tehditkâr bir şekilde bakmıştı. Benim ise nefesim kesilir gibi olurken Fırat'ın bahsettiği o anı hayal bile etmek istemiyordum. Çünkü o anı hayal etmek kalbime zarardı. Biraz korktuğumu ise itiraf etmeliydim. Daha önce hiçbir erkekle bu kadar yakın olmamıştım. Öpüşmemiştim de. Fırat'la başa çıkabilir miydim bilmiyordum.

Ama yinede tüm utangaçlığımı ve heyecanımı bir kenara bırakıp,
- Bana bu konuda hesap falan soramazsın. Ben yanlış birşey yapmadım, dedim.
Eğer aramızda birşeyler yaşanacaksa bana istediği herşeyi yaptıramayacağını , benim üzerimde benden fazla söz hakkına sahip olamayacağını bilmeliydi.

Fırat kaşlarını çatıp yüzünü yüzümden biraz uzaklaştırıp gözlerimin içine söylediklerimi tartar gibi birkaç saniye baktı. Bu süre zarfında asla gôzlerimi gözlerinden kaçırmadım. Söylediklerimin arkasındaydım ki pekte fazla birşey söylememiştim .

Fırat sorgulayıcı olan ve bir tık sertleşen sesiyle,
- Dikleniyor musun sen bana? Diye sordu.

Diklenmiyordum. O cümleyi kurarken de sesimde hiçbir terslik veya inatlaşma emaresi de yoktu. Lakin sesim fazlasıyla ciddiydi. Cümleden çıkardığı anlama nazaran soruyordu bu soruyu.

- Hayır, dedim normal bir ses tonuyla. " Sadece kendimi savunuyorum. Sabah yaptığın uyarı Bahar için geçerliydi. Bana birşey söylemedin. Bu yüzden benden hesap falan soramazsın."

Fırat kaşlarını " öyle mi?" Der gibi kaldırırken,
- Yüzüme bir kez olsun baksaydın o uyarımın senin içinde geçerli olduğunu anlardın, dedi.

Gözlerinin içine bakıp,
- Anlasaydım ne olacaktı? Seni kim olarak ciddiye alacaktım? Üzerimde söz söylemeye hakkın var mıydı? Diye sorularımı sıraladım.
O anki halimiz iki birbirini seven insanın tartışmasıydı. O yüzden ne yaptığımı ya da ne söylediğimi sorgulamadım.

Fırat ise ona sorduğum sorularla kaşlarını iyice çatmıştı ve bana şu soruyu sordu;
- Şimdi var mı peki üzerinde söz söylemeye hakkım?
- Var tabii. Ama bir yere kadar.

Fırat'ın bakışları biraz olsun yumuşarken dudakları sayısız kez olduğu gibi yine yanağımı buldu. Dudaklarını sıkıca yanağıma bastırıp öperken kulağıma doğru baskın ama aynı zamanda boğuk çıkan erkeksi sesiyle,
- Bakacağız nereye kadarmış. Sen bana bir alış, dedi.

Beni ciddiye almıyor muydu bu adam?

Yüzümü Fırat'tan uzaklaştırıp kendimi geri çektiğimde Fırat'la göz göze gelmemizi sağlamıştım. Fırat ise "hayırdır" der gibi kaşlarını çatarken gözlerine ciddi bir şekilde bakıp,
- Bakarız, dedim.
Fırat ise hafifçe gülümseyip yüzümü milim milim incelerken gözlerime hafifçe kıstığı gözlerini sabitleyip yüzüme yaklaşırken,
- Senin atarını yerim lan, demişti.

Gözlerimi yine utançla kaçırdığımda Fırat beni sanki dahası mümkünmüş gibi kendine doğru çekmiş bedenlerimizi neredeyse bir bütün haline getirmişti. Ne kadar yakın olursak olalım ona yetmiyordu sanki. Bir elini de çenemin altına koyup başımı eğdiğim yerden kaldırırken gözlerime alev alev yanan gözleriyle bakıp,
- Bir daha da ben seni öperken kendini geri çekmeyeceksin. Anlaştık mı? Demişti . Tehditkâr ve emredici sesiyle "sıkıysa çek " der gibiydi. Kendimi bıraksam sesiyle bile hakimiyet kurabilirdi üzerimde.

Ve ekledi;
- Hesap sorma meselesine gelecek olursak ; sormayacağım. Ama bu bir daha böyle giyinmene izin vereceğim anlamına gelmiyor. Ayrıca öpücüğümden de vazgeçmem. O dudaklar artık benim.

Bakışlarımı sağa sola kaçırdığımda kalbimin atış hızına şaşırmayı artık bırakmıştım. Fırat'ın benimle böyle uzlaşmacı konuşuyor olması da beni şaşırtıyordu. İlk andan birbirimize gireceğimizi düşünmüştüm.

Fırat ise hâlâ yüzümü incelerken,
- Tamam mı? Diye sordu. Bu bir soru değildi. " Tamam de" demek gibi bir şeydi.
Gözlerimi gözleriyle tekrar buluşturduğumda,
- Tamam , dedim usulca.
Fırat ise alnını alnıma dayayıp,
- Senin o masum sesine ölürüm ben, dedi.
Beni bir bebeği severmiş gibi seviyordu sözleriyle. Ama hep " ölürüm, kurban olurum, geberiyorum" gibi kelimeler kullanıyordu. Huzursuz oluyordum. Bir ihtimal bile olsa Fırat'ın zarar görmesi yüreğimi titretiyordu. Şimdi değil ama birgün böyle şeyler söylememesi için onunla konuşacaktım.

Fırat usulca beni öpmeye başladı yine. Yüzümün her zerresini öpüyor, dudaklarını ve yanağını yüzüme sürtüyordu. Beni öperken hissediyordu. Beni kollarıyla mengene gibi kendine çekiyor, sırtımı, bel oyuğumu ve kollarımı okşuyordu.

Bir süre sonra dudakları boynumu bulup emmekle öpmek arasında talan ederken Fırat'ın bu hallerine ve bana hissettirdiği bu duygulara nasıl alışacağımı düşündüm. Daha bu sabaha kadar iki yabancı gibiydik. En azından ben öyle davranıyordum. Ama şimdi hayatımda kimseyle yakın olmadığım kadar yakındı Fırat bana.

Gözlerimi Fırat'ın dokunuşlarını ve öpüşlerini hissetmek adına kapatmıştım. Ona sarılmak istiyor lakin aynı zamanda da çekiniyordum. Bu yüzden ellerimi Fırat'ın gömleğinden açıkta kalan bağrından hiç kımıldatmadan öylece durdum.

Ben çekiniyordum ama Fırat bana dokunup öperken hiç çekinmiyordu. Sanki yıllardır ona aittim ama Fırat bana yeni kavuşmuştu ve bunun tadını çıkarıyordu. Bana dokunmaktan ayrı öpmekten ayrı zevk alıyordu.

Bir süre öylece zaman bizim için akmayı bırakmışken Fırat beni hiç yorulmadan ve bıkmadan öptü. Ama birimizin bizi kendimize getirmesi gerekiyordu. Fırat'ın şu haline bakılırsa bunu yapacak olan kişide bendim. İçeride Oğuz'un nişanı vardı. Ve ben burada sevdiğim adamla hiç olmayacak bir yerde hiç olmayacak bir hâl içerisindeydim. Ayrıca merakta etmişlerdir diye düşünürken gözlerimi açıp biraz oksijen almak adına derin bir nefes çektim içime ama olmadı. Sanki Fırat bana sarıldığından beri bütün dünya onun gibi kokuyordu.

Hafifçe yutkunup usulca,
- Fırat , dedim.

Fırat'tan ses gelmezken öpüşleri daha da artmış kolları beni daha fazla sarmıştı.

Sesimi biraz daha yükseltip tekrar,
- Fırat , diye seslendim. Ama beni duymuyordu sanki. Bir elimi Fırat'ın bağrından çekip yüzüyle boynu arasında bir yere koydum. Elimin altındaki tenini usul usul okşarken Fırat öpüşlerinin arasında derince yutkundu. Ama ne beni öpmeyi bıraktı ne de kaba elleriyle belimi okşamayı.

Tekrar ,
- Fırat , diye seslenmiş ve " artık içeriye geçmemiz gerekiyor" diye de eklemiştim.
Ama Fırat tınlamamıştı bile. Bu sefer de kendimi Fırat'tan geri çekmeye çalışmıştım lakin öyle bir sarıyordu ki belimi bu mümkün olmamıştı.

Böylesine yoğun öpülmekten ben bile yorulmuştum ama Fırat az önce de söylediği gibi beni böyle saatlerce öpebilirdi.
Şansımı tekrar denemek adına,
- Fırat , diye seslendim uzatarak.
O ise nihayet beni duyduğuna dair bir işaret verip boğuk ve mayışmış gibi çıkan erkeksi sesiyle,
- Hım? Dedi.
- İçeriye geçmemiz gerekiyor.

Fırat boynumda derin bir nefes alarak içini çekerken başını salladı. Bende bir süre bekledim. Ama Fırat hâlâ öylece duruyor ve beni öpmeye devam ediyordu.

Son çare diğer elimi de Fırat'ın boynuna koyup omzumu kendime doğru çekerek boynumu kapatmaya çalıştım. Bu şekilde biraz olsun boynumu kapatabildiğimde Fırat başını geriye çekip ,
- Sana az önce söylemedim mi ben " ben seni öperken kendini geri çekmeyeceksin" diye? Napıyorsun? Demişti hafif sertleşen sesiyle.

Başımı geriye çekip Fırat'la yüz yüze gelmemizi sağlayıp,
- O zaman sana seslendiğimde dursaydın Fırat, dedim. Fırat'ın kaşları çatık ama gözlerindeki sevgi bakiydi. Korkutmuyordu beni bu halleri.

Fırat yüzümü hızlıca tarayıp,
- Doyamıyorum, dedi. "Hazan çok güzelsin, çok seviyorum" diye de eklerken alnını alnıma dayamıştı.

Ne söyleyeceğimi bilemez bir haldeydim. Sadece ,
- Bende seni çok seviyorum, diyebildim. Fırat ilk defa şahit olduğum bir şekilde erkeksi hafif bir kıkırtı bahşetti kulaklarıma. Ve göz göze gelmemizi sağladı. Ben ise utanmıştım ama gözlerimi kaçırmadım bu sefer. Seviyordum, bilsindi.
Fırat yüzündeki hafif gülüşüyle , bu gecenin karanlığında bir çift yıldız gibi parlayan kara gözleriyle, bir erkeğe göre fazla uzun ve kıvrımlı olan kirpikleriyle beni izledi bir süre . Hiç acele etmeden. Sanki ilk görüşü ama sonda olabilirmişcesine, her zerremi ezberlemek ister gibi baktı öylece yüzüme.

Bende onu izledim. Biraz utana sıkıla , biraz kaçak köçek ama çok severek.
Bir yandan da düşünüyordum. Olur muyduk , olmaz mıydık? Çok sevmek yeter miydi? Birgün biter miydik? Ben bu zamana kadar tek tabanca yaşadığım hayatımda Fırat'la bir bütün olabilir miydim? Yorar mıydım onu? Sıkılır mıydı benden?

Ve belki de dahasını düşündüm. Ama birşeye karar verdim o an. Beni çok yaralayacak birşeydi bu. Fırat'a gitmek için her zaman açık bir kapı bırakacaktım. Olur ya birgün kaldıramazsa beni - ki bazen ben bile kendimi kaldıramıyordum - istediği zaman çekip gidebilirdi. Onu kendime hiçbir zaman mahkûm etmeye hakkım yoktu. Şimdi değil ama birgün ona söyleyecektim bunu.

Usulca gözlerimi Fırat'ın gözlerinden çektim o an. Ve çekindiğim o şeyi yapıp sarıldım ona. Sımsıkı. Çünkü istemedim gözlerimdeki kırıklığı görmesini. Kendime olan hüznümü, sevmelere bile baştan kendimi birgün kaybedeceğime inandırarak başlayışımı görsün istemedim.

Az önce Fırat'ta kazanmak istediğimi söylemiştim. Lakin bunun mümkün olmayacağına inanan birşey vardı içimde.
Belki de yanılıyordum.

Ama ben buydum işte; hayata karşı en büyük oyunlarımı baştan kaybedeceğime inanarak oynardım. Hiç kazanamamış olmanın verdiği bir refleksti bu belki de. Bilmiyorum.

Fırat'ın kolları zaten benim belime dolanmış bir vaziyetteyken kalçalarıma kadar uzanan saçlarımı sevmeye başladı. Onları derin derin kokladığını hissettim.
Ve Fırat,
- Noldu? Diye sordu. Sesi sorgulayıcıydı.
- Yok birşey, dedim usulca.

Hiçbir şey yoktu. Fırat'tan başka kaybedecek hiçbir şeyim yoktu.

Fırat ise saçlarımı öpüp,
- Yalan söyleme , dedi.
Sesi bir tık sertti ama usul usul da seviyordu elleri bedenimi.

Başım göğsünde hızlı kalp atışlarını duyarken,
- Yalan söylemiyorum. Sadece gerçeği söylemek istemiyorum, dedim.

Fırat ise defalarca kez öptüğü saçlarıma yeni yeni öpücükler konduruken,
- Söyleyeceksin , dedi. " Bu saatten sonra ne düşünüyorsun ne hissediyorsun herşeyi söyleyeceksin bana. Saçının teli düşse haberim olacak"
Fırat'ın sesi katı ve emrediciydi. Hiçbir şekilde itiraz istemiyordu.

Benim içinde zor olan Fırat'ın bu söyledikleriydi zaten . Çocukluğumdan beri ne zaman biriyle derdimi , sıkıntımı, hüznümü paylaşsam hep itilmiştim. Benim sorunlarımın sadece beni ilgilendirdiğine ve onları kendim çözmem gerektiğine inandırılmıştım. Başkalarına yük olmamak adına kendime hep kendim yetmeliydim. İnsanlara sorun çıkarmaya hakkım yoktu. İnsanları kendi sorunlarımla sıkmamalıydım.

Böyle büyümüştüm annem yüzünden. Onun için her zaman bir yüktüm. Astım hastası oluşum ona bir sorundu. Ve ben onu hep sıkıyordum, boğuyordum. Benim sorunlarımla asla uğraşamazdı.

Bende hep buna alışmıştım. Kendimle hep kendim baş etmeliydim. Karşımdaki kim olursa olsun derdimi anlatamazdım. Herkes annem değildi, biliyordum. Ama insanları sorunlarımla sıkmaktan, bunaltmaktan öylesine korkardım ki her zaman bunu yapmak zorunda kaldığımda gururum kırılırdı.

"Ben güçlüyüm, benim kimseye ihtiyacım yok " gibi yalanlara yıllardır inandırmıştım kendimi. Fırat'ı da en çok burada zorlayacaktım anlaşılan. Çünkü alışkanlıklarımdan öyle kolay vazgeçebilen biri değildim.

Fırat,
- Anladın dimi beni Hazan? Diye sordu.
Anlamıştım. Ama o kadardı.

Kendimi Fırat'ın göğsünden ayırıp yüz yüze gelmemizi sağlayıp,
- Konuşuruz sonra , dedim.

Fırat kaşlarını çatarken uyarı dolu baskın sesiyle,
- Hazan , dedi.
Gözlerinin içine bakıp,
- Sonra konuşalım Fırat , lütfen , demiştim.
Kendi kendimi üzmeyi yine başarmış üstüne üstlük Fırat'ı da sinirlendirmiştim.

Fırat bir süre gözlerime bakıp başını yavaş yavaş sallarken,
- Konuşacağız , dedi. " Şu tantana bir bitsin herşeyi konuşacağız."

Başımı sallayıp,
- Gidelim mi? Dedim.

Konuşurduk. Bir yere kadar.

Fırat ,
- Gidelim , derken belimi saran kollarını çözmüş bende ellerimi ondan çekmiştim. Birbirimizden ayrıldığımızda Fırat gitmek için bir adım atmış bana da elini uzatmıştı. Ama içeride Canan teyzeler vardı. Evlerine girip sofralarına oturmuştum. Fırat için gelin olarak istediği Filiz ve ailesiyle de kısmen ben aralarını bozmuştum. Şimdi böyle Fırat'la el ele içeriye girmek beni utandırıyor ve Canan teyzenin nasıl karşılayacağı konusunda çekinmeme sebep oluyordu. Belki beni istemezdi.

Fırat elini tutmadığımı fark edince bana döndü. Yüzüme "hayırdır" der gibi bakarken ,
- Yine noldu? Diye sordu.

Hafifçe yutkunup,
- El ele mi gideceğiz? Diye sordum usulca.
Fırat ise kaşlarını çatıp,
- Bir sorun mu var? Diye sordu.
Sinirlenmişti.
- Ne bileyim Fırat, annen içeride. Böyle öğrenmesin, utanırım .

Fırat yüzüme "sen ciddi misin" der gibi bakarken derin bir nefes alıp,
- Annem biliyor zaten. Utanılacak birşey yok, dedi .
Şaşkın yüz ifademle Fırat'a bakarken,
- Nasıl? Diye sordum. " Fırat ne zamandan beri?"

Fırat yüzümü tarayıp,
- O gün Necla hanımlar bizdeyken herkese postayı koyup gittin ya o zaman söyledim, dedi.

Bazı taşlar yerine yeni yeni otururken Fırat birşeyleri tartar gibi yüzüme bakmaya devam etmiş ve gözlerini kısıp,
- Annem biliyor da eğer sorun ettiğin şey timin ve Feyzullah'ın burada olmasıysa...derken elini tutup sözünü,
- Hadi gidelim, diyerek kestim.

Fırat'ın elini herşeye herkese karşı tutabilirdim. Tabii Canan teyzenin beni istememesi durumunda herşey değişirdi. Ama madem biliyordu o zaman benim içinde bir sorun yoktu. Kaldı ki içeride Fırat'la bizi el ele gördüğü an tüm Antep'e "Hazan sevgili yapmış" diye yayabilecek bir Muazzez teyze faktörü varken timi düşünmek saçma olurdu.

İş başkaydı aşk başkaydı. Ve ben Fırat'ın da , benim de hatta timin de bu ikisini ayırabileceğine emindim. Ayrıca Fırat gibi bir askerin elini tutmak benim için bir sorun değil ancak gurur olabilirdi. Bir savcı olarak rütbem ondan yüksek olsa da asla onlardan üstün değildim. Ben masa başında otururken Fırat ve diğerleri bir ellerinde silah diğer ellerinde canlarıyla savaşıyorlardı; yaz - kış, kar - tipi demeden. Manevi olarak benden her yönden üstün olan bu adamın kalbinde yerim olması ayrı bir gururken elini tutmak ayrı bir onur olurdu benim için.

Fırat'ı elinden çekip öne doğru bir iki adım attığımda Fırat beni aniden kendine doğru çekmiş ve sırtımın sert bedenine çarpmasını sağlamıştı. Anın şaşkınlığıyla öylece dururken Fırat'ın dudakları yanağımı bulmuştu. Fırat beni yanağımdan sıkıca öperken,
- Ölüyorum lan sana , demişti boğuk çıkan erkeksi sesiyle.

Dudakları usul usul boynuma doğru inerken kollarını karnımın üzerinden sarıp mengene gibi kendine bastırıyordu bedenimi. Bense boşta kalan ellerimi Fırat'ın karnıma doladığı kollarının üzerine koymuştum. Başım Fırat'ın göğsüne yaslıyken topuklu ayakkabılarıma rağmen onun boyuna erişemediğimi fark ettiğimde içim bir hoş olmuştu.

Şuan ki halimizde Fırat bana arkadan sarılmış bir vaziyetteyken boynumu öpüyor ve bende gözlerim kapalıyken buna izin veriyordum.

Fırat boynumu derince koklarken,
- İçim eriyor şu kendinden emin hallerine, dedi.
Bir eli karnımın üzerini okşamaya başladığında tuhaf şeyler hissediyordum. Elbisemin ince kumaşı Fırat'ın elinin sıcaklığını olduğu gibi tenime geçiriyordu. Daha önce hiç tatmadığım ve bana fazlasıyla yabancı olan bu duygular beni hem korkutuyor hem de güzel hissettiriyordu.

Fırat beni daha çok kendine çekerken sözlerine devam etti;
- Nasıl birşeysin sen böyle?

Fırat'ın boğuk çıkan sesi, boynuma kondurduğu öpücükler beni mest ederken derince yutkunup kirpiklerimi araladım. Artık içeriye geçmemiz gerekiyordu ama biz yine başa sarmıştık. Üstüne üstlük dizlerimin bağı çözülüyordu. Ellerim buz tutarken içim cayır cayır yanıyordu. Bu heyecana daha fazla dayanamayacaktım.

Başımı Fırat'ın göğsünden ayırıp yüzümü boynumu öptüğü yöne doğru çevirirken,
- Yine başa sardık Fırat. Hadi geçelim artık içeriye, demiştim.
Sesimi iyi topluyordum da içim darmadağındı.

Fırat ise bu sefer çabuk kabullendi durumu ve yanağıma derin bir öpücük kondurup,
- Tamam, derken kollarını belimden çözüp ona dönmemi sağladı. Ve beni baştan aşağı süzerken,
- Ama seni içeriye böyle sokamam, dedi.
Kaşlarımı anlamadığım için çatarken,
- Nasıl? Diye sordum.

Fırat ,
- Bu kıyafetle içeriye sokamam seni, derken yine sinirlenmiş gibiydi. Kıyafetime ve Gökhan denilen adamın bana bakışlarınaydı bu siniri. Az önce olanları, buraya nasıl ve neden geldiğimizi hatırlamış olmalıydı. Suyuna gitmeye karar verdim. Onu daha fazla öfkelendirmek istemiyordum.
Bu yüzden,
- Şuan kıyafetim için yapabilecek birşeyim yok Fırat. İçeriye girince kabanımı giyerim, dedim.

Fırat ise kaşları hâlâ çatık bir vaziyetteyken,
- Olmaz , dedi." O yavşağın gözü bir kez daha senin tenine değerse dağıtırım burayı. "
- E ama ne yapayım şimdi Fırat? Diye sordum.

Fırat ise beni baştan aşağı tekrar süzüp üzerindeki siyah ceketini çıkarmaya başladı. Ceketini çıkartırken üzerindeki gömlek iyice gerilmiş ve kaslı bedenini ortaya çıkarmıştı. Çok yakışıklı ve çekici görünüyordu. Onu izlerken içim sıcacık olmuştu.

Ne yapmaya çalıştığını da anlamıştım. Ama ben o ceketi giyersem Fırat üzerindeki dar gömlekle kendi bedenini Buse başta olmak üzere herkese sergilemiş olacaktı. Yine de Fırat'a karışmaya hâlâ hakkım olmadığını düşünürken bu kadar kıskanç bir insan olduğumu da yeni yeni idrak ediyordum.

Fırat ceketi çıkardığında,
- Bunu giyeceksin, demişti.
İtiraz etmemek ve Fırat'ı daha fazla sinirlendirmemek adına,
- Tamam , dedim usulca.
Fırat ise ona itaat edişim hoşuna gitmiş olacak ki dudağı sola doğru kıvrılırken,
- Gel yavrum, diyerek ceketi başımın üzerinden arkama geçirmişti. Bende kollarımı ceketten geçirmiştim. Ceket dizlerime kadar geliyordu ve kolları da bana baya uzun gelmişti. Üzerimde de fazlasıyla bol duran ceketin içinde neredeyse kaybolmuştum.

Fırat ceketin düğmelerini iliklerlek bende kendimi süzüyordum. Komik durduğum ise su götürmez bir gerçekti.

Fırat düğmelerle işi bittiğinde ceketin içinde kalan saçlarımı canımı acıtmaktan korkar gibi yavaş yavaş çıkarmış ve eliyle düzeltirken de defalarca öpmüştü.
Sonunda işi bittiğinde beni baştan aşağı süzüp,
- Güzel oldu, demişti.

Hafifçe bir kahkaha atıp ceketin bana büyük gelen kollarını Fırat'a doğru sallarken,
- Gerçekten çok güzel oldu, dedim muzip bir şekilde.

Fırat ise o an bana öyle güzel bakıyordu ki yüzümde hafif bir gülümseme oluştu. Fırat aramızda çokta olmayan mesafeyi kapatıp kollarını belime sararken dudakları dudağımın kenarını öpmüştü.

Heyecanla buz yutmuş gibi öylece kalırken Fırat boğuk çıkan erkeksi sesiyle ki bu ses tonunu sevmeye başlamıştım,
- Ne güzel gülüyorsun sen öyle, demişti.
Aynı yeri dudağını sürterek tekrar öperken,
- Senin gülüşüne kurban olurum, diye de eklemişti.

Kalbim göğüs kafesimi bugün fazlasıyla zorluyordu. Fırat'ın bu sevgisi gözlerimi dolduruyordu. Sevmek , sevilmek bu kadar güzel birşey miydi? Tüm hüzünlerim, acılarım bile beni bu güzel anla baş başa bırakmak için zihnimi terk etmişti sanki.

O kadar güzel hissediyordum ki kendimi , bu an o kadar güzel ve o kadar hayal edilemezdi ki benim için bir an rüyada olduğumu düşündüm. Derin bir nefes değil derin bir Fırat çektim bu geceden içime. Ve asla kendi adıma bırakmayı düşünmüyordum.

Fırat'ın öpüşleri yine yoğunlaşırken,
- Fırat, dedim usulca.
Fırat yanağımı usul usul öperken,
- Söyle, dedi. Sesi yine boğuktu.
- İçeriye mi geçsek artık? Dedim.

Fırat derin bir nefes alıp göz göze gelmemizi sağlarken yüzümü avuçlarının içine almış pırıltılı gözlerle incelemeye başlamıştı. Ve emredici sesiyle konuşmaya başladığında,
- Hazan içeriye geçince o Gökhan denilen yavşakla asla konuşmayacaksın. Konuşmayı geçtim yanlışlıkla bile olsa göz göze gelmeyeceksin. Dans etmekte yok. Zorunda olmadığın sürece yanımdan kalkmayacaksın . Elimi de bırakmıyorsun, anlaştık mı? Demişti.

Art arda sıraladığı emredici sözleri gözlerimi devirmeme sebep olurken Fırat baskın bir ses tonuyla,
- Devirme bana o gözlerini, demişti.

Gözlerinin içine bakıp,
- O zaman sende bana böyle emredici konuşma. Askerin miyim ben senin? dedim ciddi bir ses tonuyla. Fırat'a asla sesimi yükseltmiyor hep sakin bir sesle konuşuyordum.

Fırat gözlerini kapatıp açarken sinirle hafifçe güldü ve,
- Askerim değil sevdiğimsin. Emrim değil ricam olur. Ama uymak zorunda olduğun bir rica, dedi.

" Sevdiğimsin" deyince içim bir hoş olmuştu. Gözlerimi sağa sola kaçırıp başımı yere eğdiğimde Fırat alnını alnıma dayayıp,
- Tamam mı? Dedi.
Başımı salladım o vaziyetteyken.
Fırat ise,
- Sesini duyayım, dedi.
- Tamam , dedim usulca ve ekledim. " O zaman sende o Buse denilen kızla göz göze gelmeyeceksin".

Son sözlerimi söylerken bu yakınlıkta Fırat'ın yüzüne bakabilmek için gözlerimi yukarıya doğru kaldırdım. Fırat ise erkeksi bir şekilde kıkırdarken,
- Hiç gelmedim ki zaten, dedi.
Sesinde farklı bir tını vardı. Onu kıskanmam hoşuna gidiyor ve benim suyuma gitmeye çalışıyordu sanki .

- Gelmedin mi? Diye sordum usulca. Gelmediğini biliyordum zaten. Ama ondan duymak istiyordum. Ve şuan içimden çıkan bu Hazan bana bile yabancıydı. Babam beni severken de çocuklaşırdım böyle. Ama o zamanlar 14 yaşında bir çocuktum zaten. Şimdi ise 24 yaşında yetişkin bir kadındım. Yine de bu halimize bir son vermek istemedim.

Fırat ise soruma,
- Gelmedim tabii lan. Benim gözüm senden başkasını mı görüyor? Diyerek cevap vermişti.
Bense yine aynı ses tonuyla usulca,
- Görmüyor mu? Diye sormuştum.

Fırat bu halime yine gülmüş dudakları yanağımı bulurken boğuk çıkan erkeksi sesiyle,
- Görmüyor tabii Hazan. Nasıl seviyorum ben seni bilmiyorsun, demişti.

Öğrenirdim. Sevmeyi de sevilmeyi de öğrenirdim.
Fırat'ın dudakları yine boynuma yönelirken bu anın içinde hep başa sarışımız beni gülümsetirken kendimi geri çektim ve,
- Fırat Yine başa sarıyoruz. Hadi gidelim artık, dedim.

Ondan birkaç adım uzaklaşmıştım ki buna Fırat müsade etmişti. Ama bana ters ters bakmayı da ihmal etmiyordu. Sanırım o beni öperken kendimi geri çektiğim içindi bu tavrı. Fazla abarttığını düşünsem de ,
- Tamam Fırat, diyerek omzumdaki uzun saçlarımı geriye atmış ve boynumu ona doğru uzatırken,
- Gel öp , gidelim , demiştim.

Fırat ise çatık kaşlarıyla ona uzattığım boynuma bakarken başını "ne yapacağım ben seninle" der gibi sağa sola sallamıştı. Ama yinede davetimi geri çevirmemiş boynuma kokumu içine çeke çeke bir öpücük kondurmuş ve gümüş saatinin takılı olduğu elini bana uzatmış bende anında tutmuştum.

Binanın arkasından önüne doğru ilerlerken Fırat ellerimi sımsıkı tutuyor ellerim ellerinde kayboluyordu. O an ellerimizin bu görünüşü bana dünyadaki en güzel tablo olabilirmiş gibi geldi. Mutluydum sanki. O kadar uzun zaman olmuştu ki böyle hissetmeyeli bu hissettiğim şeyin mutluluk olup olmadığını bile anlayamıyordum.

Ama Murphy kanunlarında geçen şu madde doğruydu ; ne zaman birşeyden vazgeçseniz vazgeçtiğiniz o şey size geri gelirdi.

Mutluluğu kovalamayı bırakmıştım ve mutluluk bana Fırat'la geri gelmişti. Tek sorun onu elimde nasıl tutacağımdı. Daha fazla düşünmek istemedim. Her anı her güzel şeyi kendi kendime zehir etmek istemiyordum artık. Bir karar vermiştim ve arkasında duracaktım. Arkasında durmakla herşeyin bitmeyeceğini de biliyordum. Bizim için tehlike hep vardı. Ama sevmek , sevilmek istemiştim işte.

Hafifçe içimi çektim. Gözlerim beton zeminde hoş bir tınıyla ses çıkartan topuklu ayakkabılarımdaydı. Esen hafif rüzgar saçlarımı savuruyordu. Elim Fırat'ın sıcacık avuçlarında, üzerimde Fırat'ın bana büyük gelen ceketi ve ben belki de görüp görebileceğim en güzel andaydım.

Başımı yerden kaldırıp içine girmek üzere olduğumuz düğün salonuna baktığımda kulağıma hafiften müzik sesleri dolmaya başlamıştı. Fırat'ın beni izlediğini ise hissedebiliyordum. Muhtemelen bu durgunlaşan halimi başka şeylere yoruyordu. Yormasındı. Ben onunda, sevgiminde arkasındaydım. Bir tek kendi arkamda duramıyordum şuan . Ama halledecektim.

Yüzümü Fırat'a dönmeden başımı ve bedenimi dikleştirdim. Sonrada Fırat'la beraber kendimden emin adımlarıma eşlik eden tavrımla nişanın olduğu salona girdim. Herkesin gözü bize dönerken göz göze geldiğim herkese gözlerimi kaçırmadan baktım. Turan timi ve Feyzullah'la da göz göze geldiğimde şaşkın ama bu halimizden memmnun olduklarına dair yüzlerinde bir gülümseme gördüm. Feyzullah ise şaşkın değildi. Bende hafifçe onlara gülümsedim. Fırat elimi daha sıkı tutarken ona döndüm. Gözlerinde benimle gurur duyan bu hallerime hayran olan bir bakış vardı. Ona hafifçe gülümseyip Canan teyzelerin bulunduğu masaya doğru ilerlemeye başladığımızda salondaki herkesi gözlerimle taramıştım.

Gözlerim masada dururken Canan teyze bize gülümseyerek bakıyordu. Bahar' da bu halimizden memmnun " ben sana demedim mi?" Der gibi manidar bakışlara sahipti. Biraz utandığımı ise itiraf etmeliydim. Ama asla gözlerimi kaçırmadım. Muazzez teyze ise duygulu gözlerle bana bakıyordu. Benimle şakalaşıp dursa da o da biliyordu babamın öldüğü yere kadar olan yaşamımı. Ona da gülümsedim. " Ben yerimi de , Allah nasip ederse eşimi de buldum " der gibi.

Masaya geldiğimizde Fırat elimi bırakıp sandalyemi oturmam için çekerken bu hali beni hem şaşırtmış hem de utandırmıştı. O da yanıma oturduğunda elini bana uzatmış ve bende tutmuştum.
Canan teyze ikimize bakıp gülümserken,
- Sonunda gelinimi de buldum , demişti. Ben ise yine utanca boğulmuş bir yandan da bana " gelinim" demesi için çok erken olduğunu düşünmüştüm. Yüzüm yanmaya başlamışken Canan teyzeye bakıp hafifçe gülümsedim. Fırat ise yine gözlerini benden ayırmıyor dizinin üzerine koyduğu elimi usulca okşuyordu.
Bahar ise kulağıma doğru eğilip,
- Hani " saçmalama Bahar, olmaz öyle şey Bahar" diyip duruyordun. Görümcen oluyorum naber? Demişti.
Ve gülerek eklemişti;
- Bu arada Ceket yakışmış. Yeni tarzına bayıldım.

Gülümsedim sadece ona. Yeni tarzıma bende bayılmıştım. Görünüşüne olmasa da burnuma dolan Fırat'ın kokusuna.

Muazzez teyze hiçbir şey söylememişti ama öylece izliyordu beni. Mutluydu bu halimden. O sırada Dilek'le beraber gelin tahtında oturan Oğuz'la göz göze geldim. O da şaşırmışa benzemiyordu ama bu halimizden pekte memnun değil gibiydi. Fırat'la ikimize bakıp başını sağa sola yavaşça salladı. " Ne yapıyorsun Hazan? , Siz olamazsınız ya da ne bu ölüme olan meftunluğun" der gibi.
Bende burukça gülümseyip tek omuzumu indirip kaldırdım. " Ne yapayım sevdim işte" der gibi.

Oğuz ise " ah be kardeşim" der gibi baktı gözlerime. Şuan çok üzüleceğimi düşündüğünü biliyordum. Bir pervane böceği misali ateşe uçuyordum. Ama hep şunu düşünürdüm; pervane böcekleri belki de kaderleri bu olduğu için ateşe uçuyordu. Ve belki bende kaderim bu olduğu için seviyordum Fırat'ı.

Üzülüp üzülmeyeceğim konusuna gelirsek; bilmiyordum. Acı olansa bu bilinmezlikte aksini iddia edemiyor oluşumdu. Gözlerimi Oğuz'dan çekip önüme döndüm.

Mutluluklarım bile huzursuzdu.

Fırat eliyle elimi sıktığında ona döndüm. Kaşları çatık gözleri gözlerime " hayırdır" der gibi bakarken gülümsedim " birşey yok " der gibi. Ama inanmadı.

Gözlerime " konuşacağız" der gibi bakarken yine önüme döndüm. Konuşurduk. O anlatırdı ben dinlerdim ya da.

O sırada gözüm karşımızdaki masada oturan Buse'ye kaydı. Bakışları bizim masada ve sanırım Fırat'taydı. Bakışlarını takip ettiğimde ise bundan emin olmuştum. Aleni aleni Fırat'ın dar gömleğinden belli olan kaslı vücudunu izliyordu. Bir sinir dalgası bedenimi sararken bu kızın nasıl biri olduğunu sorguluyordum.

Bu adam benim elimi tutuyordu. Üstüne üstlük üzerimde onun ceketi vardı. Tüm bunlara rağmen nasıl edepsizce Fırat'ı süzebiliyordu? Kaşlarım hafiften çatılırken Fırat'ın kıza bakıp bakmadığını anlamak için ona döndüm. Bakmıyordu. Gözleri bendeydi. Baş parmağı usul usul elimin üzerini okşuyordu.

Tekrar kıza döndüğümde hâlâ Fırat'a baktığını görmüştüm. Bende Buse'ye bakmaya başladım. Gözlerimle baskı uygulayarak beynini uyaracak ve bana bakmasını sağlayacaktım.

Baskın gözlerle kızın Fırat'a bakan gözlerine odaklanmıştım. Avına kilitlenmiş bir kurt gibiydim şuan.

Buse'nin gözleri bir kaç kere yandan bana dönerken ona baktığımı hissettiğini anladım. Ama gözlerini hemen inadına yapar gibi Fırat'a yönlendiriyordu.

Bir süre daha ona inatla bakarken bana dönmesini sağlamıştım. Kız gözlerime sinirle bakarken "ne var, ne bakıyorsun?" Der gibi bir hareket yaptı. Alayla hafifçe gülüp başımı sağ omzuma doğru eğerken gözlerimi kıstım. Kızdan bir an olsun ayırmadığım baskın gözlerime karşılık o da benimle bir yarış içerisine girmişti. Kaybedeceği kesin olan bir yarış.

Fırat o sırada yine avucundaki elimi sıkmıştı. Ama ona dönmedim. Fırat ise bana bakmaya devam ederken ne olduğunu anlamış olmalıydı ki birbirine kenetli olan ellerimizi masanın üzerine çıkarmıştı. Lakin ben hiç istifimi bozmadan kızın gözlerine bakmaya devam ettim .

Bu böyle beş on dakika sürerken Buse sinirle sert bir nefesi alıp vermiş ve gözlerini benden kaçırmıştı. Ama ben gözlerimle üzerinde baskı kurmayı bırakmamıştım. Buse birkaç kez bana kaçamak bakışlar atsa da sonunda yerinden kalkıp tahminen lavaboya doğru yürümeye başlamıştı.

Gözlerimi Buse'nin boşalan yerinden çekip önümdeki su bardağından bir yudum su içtim. Masadaki herkes bana imalı imalı gülümserken biraz utanmış olsam da gözlerimi kaçırmadım. Hayatım boyunca çok az şeye sahip olabildiğimden olsa gerek bana ait olan herşeyi dışarıya karşı korurdum.

Gözlerim hâlâ bana bakan Fırat'ı bulurken Fırat beni kıstığı siyah gözleri ve yüzündeki hafif bir gülüşle izliyordu. Onu kıskanmam hoşuna gidiyor , onun için Buse'yle girdiğim halden memnun olduğunu belli ediyordu. Gözleri yüzümü tararken önüme döndüm.

******

Saat epeyce ilerlemişti. Dilek ve Oğuz'un nişan yüzüklerini Muazzez teyze takmış kurdeleyi dualar eşliğinde kesmişti. Kalabalığın çoğu nişan hediyelerini verdikten sonra salonu terk ederken geriye kalan elliye yakın insan topluluğuysa sanki hep bugünü beklemişcesine oyunlar oynayıp halaylar çekiyordu. Özellikle Turan timi coşmuştu.

Fırat ve ben ise nişan hediyelerini vermek dışında hiç ayrılmamıştık. Fırat elimi hiç bırakmıyor mecbur kalmadıkça gözlerini benden çekmiyordu. Bense utanıyordum. Bu yüzden de Fırat'a onun bana baktığı gibi bakamıyordum.

Az önce ise telefonuma Gaye'den ve Fatma teyzeden herşeyin yolunda olduğuna, merak etmemem gerektiğine dair mesaj gelmişti. Telefonuma gelen mesajlar Fırat'ın ilgisini çekmiş olsa da bakmak için hiçbir hamlede bulunmamıştı. Ama ben ona "ablamla alakalı " diyerek bir açıklama yapmıştım. Ablamla ilgili bir sorun olduğunu zaten anlamışlardı.

Fırat sadece başını sallamış olsa da ona açıklama yapmam hoşuna gitmişti.

Şuan ise öylece oturuyor halay çekenleri izliyorduk. O sırada Muazzez teyze bana doğru eğilip,
- Hazoş ben artık gideyim, demişti.
- Biraz daha kalsaydın, desem de Muazzez teyze,
- Yok Hazoş'um Rıza amcan beni almaya geliyor, demişti.

Başımı sallayıp,
- Ben seni geçireyim o zaman , diyerek ayaklanmıştım.
Fırat'ın elimi tutan eli beni durdurken göz göze gelmiştik. Sonra Fırat derin bir nefes alıp elimi bırakmıştı.

O sırada Oğuz Muazzez teyzenin gitmek için hazırlandığını fark etmiş olacak ki buraya doğru gelmiş,
- Gidiyorum musun Muazzez teyze? Diye sormuştu.
Muazzez teyze onu onaylarken üçümüz beraber çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştık.

Salondan çıktığımızda Rıza amcanın arabası on metre uzağımızdaydı. Arabanın yanında durmuşken Rıza amca arabadan inip Oğuz ve bana sarılmış nişana gelemediği için açıklama yapmıştı. Muazzez teyze de Oğuz'a sarılmış sonra kollarını bana dolarken,
- Bir ara evde kalacaksın diye çok korktum Hazoş. Ama turnayı gözünden vurdun. Dalyan gibi oğlan maşallah. Pekte yakışıklı, demişti.

Muazzez teyzenin bu sözlerine gülerken vedalaşmış ve onlar arabalarına binip gitmişlerdi. Oğuz'la baş başa kalırken Oğuz,
- Biraz konuşalım mı? Demişti.
Başımı olumlu anlamda sallarken Fırat'ın ceketinin cebine koyduğum telefonum çalmaya başlamıştı.

Telefonu çıkarıp baktığımda ekranda Cihan abinin adının yazılı olduğunu görünce Oğuz'a dönüp,
- Kusura bakma Oğuz. Buna bakmam gerekiyor. Sonra konuşalım mı? Demiştim.
Oğuz derince bir nefes alırken,
- Tamam hazan. Ben içeriye geçiyorum, derken başımı sallayıp aramayı yanıtladım.

Birkaç adım Oğuz'dan uzaklaştığımda Oğuz'da arkasını dönmüş gidiyordu zaten.

Kulağıma götürdüğüm telefonda Cihan abinin,
- Hazan her neredeysen çabuk uzaklaş oradan , diyen telaşlı sesi " alo" dememe bile fırsat vermemişti.

Sorgulayıcı ve ne olduğunu anlamayan bir hâl içerisinde,
- Abi Noluyor? Diye sormuştum.

Cihan abi ise sesini yükselterek,
- Hazan soru sormayı bırak! Her neredeysen uzaklaş oradan! Peşinde adamlar var! Çabuk ol!! Demişti .

Cihan abinin ne söylediğini yeni yeni algılarken artık çok geç olduğunu fark ettim. Çünkü kalbimin üzerinde kırmızı bir lazer ışığı vardı. Bir anlığına afallarken Cihan abi,
- Hazan cevap ver ! Uzaklaş oradan! Diye bağırıyordu.
Derin bir nefes alıp gözlerim kalbimin üzerindeki kırmızı ışıktayken,
- Artık çok geç abi. Kapatıyorum. Hayatta kalırsam görüşürüz, diyerek telefonu kapattım.
Korkmuyordum. Şuan ölürsem şehit olacaktım. Ama Fırat... Çok üzülürdü. Onun için yaşamak isterdim. Lakin kırmızı ışığın bulunduğu yerden vurulursam saniyeler içerisinde ölürdüm .

Yine de gözlerimi o ışıktan alıp keskin nişancının olduğunu düşündüğüm karşımdaki binaya dikip kelime-i şehadet getirdim.

" Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü."

O an art arda iki el ateş sesi bu karanlık geceyi bir bıçak gibi kesti. Kalbime saplanmasını beklediğim kurşunlar karın boşluğuma isabet ederken vücudumda duyduğum acı gözlerimi doldurmuş, bacaklarımdaki gücün kesilmesine sebep olmuştu. Elimdeki telefon yere düşerken bir elim karnımdaki yaraya gitti. Elime bulaşan kan sıcacıktı.

Bacaklarım bedenimi ve bu acıyı taşımazken yere yığıldım. Başım soğuk betona düşerken Oğuz'un yeri göğü inleten,
- Hazan!!!! Diye haykıran sesi kulaklarıma dolmuştu. Ve yanıma koşarak gelen adım sesleri.

Kısa bir an içinde başım Oğuz'un dizlerini buldu. Oğuz takılmış gibi hiç durmadan " Hazan" diyor ama bir cümle kuramıyordu.

O an başka bir ses daha duydum. Oğuz'unkinden daha gür ve yüreğimi daha derinden etkileyen bir sesti bu. Sevdiğim adama aitti.
- Hazan!!!!!!

Sesindeki tını yüreğimi titretirken keşke böyle olmasaydı dedim içimden. Sonra birden Fırat'ın kollarında buldum kendimi. Onun sıcaklığı sardı bedenimi. Onun kokusu doldu ciğerlerime.

Gözleri bedenimi incelerken,
- Hazan , dedi can verir gibi.

Gözlerim onun yüzünü bulurken etrafımıza doluşan insanları fark ettim. Herkes şaşkın ve korku dolu gözlerle bana bakıyordu. Canan teyzenin ağlama sesleri kulağıma dolarken Bahar gözünden süzülen yaşlarla yanıma çökmüş yaramı kontrol ediyordu.

Sonra Fırat'ın yeri göğü inleten sesi yükseldi;
- Feyzullah arabayı getir!!! Çabuk!!!
Feyzullah kekeleyerek,
- Ta..tamam, derken koşarak uzaklaşmıştı yanımızdan.

Fırat ise gözlerindeki korku , acı , öfke, sevgi karışımı bir duyguyla yüzüme bakarken Oğuz elimi tutuyor ve transa girmiş gibi,
- Hazan, diyip duruyordu.
Canım yanıyordu ama onları böyle görmek daha çok kalbimi açıtıyordu.

Bahar elindeki şalı düğmelerini açtığı ceketten görünen yaramın üzerine koyarken Fırat onun elinden almış ve kendisi yarama bastırmaya başlamıştı.

Ve başını eğip alnıma dayarken,
- Hazan, demişti. Sesi mi titriyordu?
" Hazan'ım bir şey yok... buradayım ben. Kurban olurum sana...dayan. Nolur..."

Dayanırım. Dayanırdım. Yeter ki sesi böyle titremesin, gözleri böyle masum ve korku dolu bir ifadeyle yüzüme bakmasındı.

O sırada yanımızda bir araba durmuş Fırat beni kucağına aldığı gibi ayaklanmıştı. Oğuz'da ayağa fırlarken gelen arabanın içinde Feyzullah şoför koltuğunda, Oğuz onun yanında ben arka koltukta Fırat'ın kucağında Bahar'da bizim yanımızdayken yerleşmiş bulunmaktaydık .

Feyzullah basa bildiği kadar gaza basarken Fırat'ın eli yaramın üzerinde, benim başım Fırat'ın omzuna Fırat'ın başı benim alnıma dayalıyken yola koyulmuştuk.

Oğuz'da arkaya dönmüş öylece bana bakıyordu gözünden süzülen yaşlarla. Niye bu hale geldiğini ise biliyordum. Üç sene önce gözlerinin önünde abisini şehit vermişti. Beni de kaybetmekten korkuyordu .

Bedenimde kalan son güçle elimi uzattım Oğuz'a. Oğuz anında elimi tutarken,
- İyi... İyiyim, dedim. " Kork...ma"

Oğuz başını sağa sola sallarken inanmamıştı. Sesim o kadar güçsüzdü ki. Bedenimde kan kaybından dolayı üşüdüğüm için titriyordu.

Fırat ise,
- Yorma kendini, dedi.
Benimle beraber canı yanıyordu sanki.

Eli sırtımı okşuyor, kolları beni ısıtmak ister gibi sarıyordu. Beni tutuyor gibi görünse de tutmaya çalıştığı bedenimdeki canımdı sanki.

Koca bedeni kasılıp duruyordu. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki. O sırada birşey oldu; Fırat'ın gözünden süzülen bir damla yaş yüzüme düştü.

Onunla eş zamanlı benim gözümden de bir damla yaş süzülürken,
- Fırat, dedim güçsüz çıkan sesimle. " Ağ...lama."
Fırat ise alnımı öptü derince ve ,
- Bırakma o zaman sende beni, dedi. Sesi titriyordu. " Ölürüm Hazan... ölürüm. Sana birşey olursa siker atarım bu aklı. Sakın tamam... sakın."

Gözümden bir damla yaş daha süzülürken gözlerim kapanmaya başlamıştı. O sırada bir öksürük krizine girdim. Sonrada ağzımdan kan boşalmıştı.

Fırat korkuyla yüzüme bakarken Oğuz avucundaki elimi sımsıkı tutmaya başlamıştı. Bahar'ın dudaklarından bir hıçkırık firar ederken,
- İç ...kanama geçiriyor, dedi.

Fırat yaramdaki elini çekerken Bahar hemen elini oraya koymuştu. Fırat ise ağzımdan çeneme doğru akan kanı eliyle silerken gözünden bir damla daha yaş süzülürken,
- Birşey yok.... birşey yok ... Birşey yok, dedi peş peşe titreyen sesiyle. Ama beni değil kendini inandırmaya çalışıyordu sanki. " Birşey yok... ben buradayım... bırakır mıyım ben seni hiç? Bırakmam."

Ama benim artık hiç gücüm kalmamıştı. Belki de sevdiklerimi vurup beni teğet geçen ölüm bu sefer beni de almaya gelmişti. Babama kavuşurdum belki. Berrak'ı görür, son birkez sarılamadığım Ecrin'e sarılır , eniştemden cenazesine gelemediğim için özür dilerdim.

Annem esaretinden kurtulurdu. Ben tüm acılarım ve yorgunluklarımdan arınırdım. Bir dünya daha dururdu. Yirmi dört yıllık hayatımda hiç mutlu olmadığım kadar mutluydum az önce. O da bana yetmişti. Şimdi ise belki bu dünyada ölmek isteyeceğim tek yerde , sevdiğim adamın kollarındayken ölüm çokta koymazdı bana.

Bu vatana olan borcumu ödeyemeden ölecek, ablamı tek bırakacak, Fırat'ı ise çok üzecektim. Belki de o kadar üzülmezdi. Ne kadardır tanıyorduk ki birbirimizi? Daha ne kadar bağlanmıştık ki birbirimize? Çok çabuk unuturdu belki. Hafızalardan çabuk silinirdim ben.

Kaybetmeye mahkumdum ya kaybediyordum işte. Uyusam değil ölsem geçecek olan dertlerimden belki de en istemediğim anda kurtuluyordum. Ölmeye bir şansım vardı.

Ama korkmuyordum. Ölünce nasıl olsa birşey düşünemez , hissedemezdi insan. Yaşarken çok ölmüştüm. Bu ölüm bu kadar acıtmamalıydı kalbimi.

Gözlerim usulca kapanırken bir damla yaş süzüldü gözümden.

Fırat var gücüyle,
- Bas Feyzullah!!!! Şu amınakoduğumun gazına bas!!!!! Diye bağırmıştı.

Son duyduğum seste Fırat'ın bu feryadı olurken bilincim kapandı.

Özür dilerim Fırat...

💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧

 

 

 

 
  
 
  

 

 

Loading...
0%