&
Gözlerimi açtığımda loş bir ışığın hakim olduğu, küçük bir hastane odasındaydım. Vücudumda tam olarak nerede olduğunu algılayamadığım bir acı hüküm sürerken olan biten herşey birer birer zihnime düştü. Vurulmuştum.
Gözlerimi usulca kapatıp açarken yutkunmaya çalışmıştım lakin boğazım o kadar kurumuştu ki bu hareketim bana acı vermekten başka bir işe yaramamıştı. Üstüne üstlük susamıştım ve kendimi fazlasıyla yorgun hissediyordum. Böyle bedbaht bir halin içinde en azından zihnimi toparlamaya çalıştığımda sol elimin üzerinde bir el hissettim. Başım sağa dönük olduğundan elimi kimin tuttuğunu göremesemde burnuma dolan koku ve kalbimin hızlanan ritmi bana bu kişinin kim olduğunu söylüyordu.
Başımı yavaşça sola doğru döndürdüğümde Fırat'ı gördüm. Bir eli elimi tutarken başını yatağa koymuş uyuyordu. Göz altları çökmüş, kaşları uyurken bile çatıktı. Rahatsız bir uykuda olduğu belliyken yorgun görünüyordu sevdiğim adam ve bu haline sebep olan bendim. İçim burkulurken bu halde bile ne kadar heybetli, yakışıklı ve sarsılmaz göründüğünü düşündüm. O koca bedeni oturduğu sandalyeye sığmazken gözlerim doldu.
Hayatım boyunca öyle ya da böyle birçok kez hastanede kalmıştım. Her gözümü açtığımda yapayalnız olduğumu gördüğüm an "keşke hiç uyanmasaydım" derdim. Ama şimdi elimi tutan biri vardı. Benim için bir sandalyenin tepesinde böyle rahatsız bir uykuya katlanan biri.
Ne kadar susamış olsam da Fırat'ı uyandırmak istemedim. Ki zaten konuşmaya mecalim yoktu. Ve Fırat'ı izlemek o an daha cazip gelmişti. Nedendir bilmem onu uzun zamandır görmemiş gibi hissediyordum. Kalbimde ona doğru taşan bir özlem vardı. O özlemi dindirmek içinde Fırat'ı böylesine garip bir anda izlemeye başlamıştım. Gözlerimle yüzünü seviyordum sanki. Ellerimle de severdim ama o kadar güçsüz hissediyordum ki kendimi kılımı kıpırdatacak halim yoktu.
Bir süre öylece izledim Fırat'ı. Dağılmış, alnına dökülen siyah saçlarını, façalı kaşını, uzun , kıvrımlı kirpiklerini, biçimli burnunu, etli dudaklarını her bir zerresini izledim. İzledikçe daha çok sevdim derken Fırat'ın kaşları iyice çatılmaya başlamıştı. Sanırım rüya görüyordu. Elimi tutan eli sıkılaşırken kabus gördüğünü düşünmüştüm. Sesimi toparlayıp ona seslenecekken Fırat birden "Hazan" diyerek başını koyduğu yerden sıçradı.
Usulca yorgun çıkan sesimle,
- Fırat , dedim.
Fırat'ın gözleri beni bulurken birkaç saniye öylece kalakaldı. Sonra hafifçe yutkundu ve ben siyah harelerindeki kızarıklığa eşlik eden yorgunluğunu çok bariz bir şekilde gördüm.
Fırat ise boğuk çıkan sesiyle,
- Hazan , dedi.
Elimden geldiğince tebessüm ettim ona. "iyiyim" der gibi.
Fırat gözleriyle hızla yüzümü tararken yerinden kalkıp yüzümü avuçlarının içine almıştı. Gözlerinde derin bir özlem vardı. Elleri yüzümü okşarken,
- Uyandın, dedi.
Başımı salladım usulca. Yüzümdeki gülümseme hâlâ yerini korurken Fırat alnını alnıma yasladı. Gülüşü gözlerimin önündeyken bir süre nefesim Fırat'ın nefesine karışırken öylece durduk. Fırat gözlerini kapatmıştı. Sonra dudaklarının önündeki burnumun ucunu öptü. Ardından alnımı ve yanaklarımı derken dudakları yüzümün her zerresini öpmüştü.
Başı boynumu bulurken boğuk çıkan erkeksi sesiyle,
- Kurban olurum sana, dedi. Boynuma da bir öpücük kondururken bir süre daha yüzüme bakıp ,
- İyi misin? Diye sordu " ağrın var mı?"
Vardı.
- Biraz , dedim sadece.
Fırat ise endişeli gözlerle yüzüme bakıyordu. Eli yatağın yanındaki tuşa giderken,
- Doktor gelip bir baksın, dedi. Başımı salladım onu onaylarcasına.
Bir süre sonra doktor gelmiş ve beni kontrol etmişti. Bu süre zarfında Fırat hiç elimi bırakmazken açık kalan kapıdan Oğuz'u görmüştüm. Öylece bana bakıyordu. Gözleri nemliydi sanki. Hafifçe gülümsedim ona. O da gülümserken neden yanımda değilde orada durduğunu sorguladım kendi içimde.
Doktor kontrolü biterken yüzündeki tebessümle,
- Herşey yolunda görünüyor. Kan değerleriniz de normal. Sabah taburcu olabilirsiniz , demişti.
Fırat ise,
- Ağrısı var , derken doktor,
- Karaciğerinizin bir kısmını kurşunu çıkarmak için almak zorunda kaldık. Bu yüzden ağrınızın olması çok normal. Ama merak etmeyin karaciğer kendini beş ila yedi gün içinde tamamlar. Bu süre zarfında dikkat etmeniz gerekenleri size bildireceğim. Geçmiş olsun , dedi .
Karaciğerimin bir kısmının olmadığını duymak garip hissetirsede çok fazla umursamadım bu durumu. Bu vatana bir değil bin ciğer bile feda edebilirdim.
Doktor odadan çıkarken Oğuz'la tekrar göz göze gelmiştim. Ama doktorun kapıyı çekmesiyle bu göz göze geliş son bulmuştu.
Fırat tekrar kalktığı yere otururken ona döndüm. Fırat ise elimin üzerini öpmüştü. Gözlerindeki parıltılarla yüzüme bakarken Oğuz'la aralarında bir problem olup olmadığını düşündüm.
Ve Fırat'a,
- Oğuz neden yanıma gelmiyor? Diye sordum.
Fırat'ın gözlerinde bir öfke kendini gösterirken,
- Sonra konuşalım, dedi. Sesi sertti ama bu sertliğin sebebi ben değildim .
Sorgulayıcı gözlerle bir süre yüzüne baksam da sonra konuşmak istiyorsa sonra konuşurduk. Ama ben Oğuz'u görmeliydim .
- Peki. O zaman Oğuz'u çağır, gelsin yanıma , dedim.
Fırat derin bir nefes alıp verirken,
- Tamam, diyerek ayağa kalkıp odadan çıktı.
Aralarında bir sorun vardı ve sebebi benmişim gibi hissediyordum. Mantıklı bir açıklaması ise yoktu bu hislerimin. Kaşlarım hafiften çatılırken Oğuz odaya girmişti. Fırat'ta peşinden girerken duvara yaslanmış beni izliyordu. Gözlerimi ondan çekip Oğuz'a döndüğümde Oğuz öylece kapının önünde duruyor mahçup bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.
Ona gülümseyip,
- Gelsene Oğuz yanıma, dedim.
Oğuz ise bunu bekliyormuş gibi yanıma gelirken yatağımın kenarına oturdu. Gözleri yüzümü ve bedenimi tararken,
- İyi misin? Diye sormuştu.
- İyiyim.
- İyi ol .
Oğuz öylece yüzüme dalarken sesindeki burukluğu fark etmek benim için zor olmamıştı. Elimi usulca kaldırıp Oğuz'un elinin üstüne koyduğumda,
- Ben iyiyim de sen iyi misin? Diye sordum.
Oğuz 'un gözleri dolarken,
- Benim yüzümden...dedi.
Şaşkınca yüzüne baktım ve,
- Saçmalama Oğuz, dedim.
Onun ne suçu olabilirdi ki?
Oğuz başını sağa sola sallayıp,
- Benim yüzümden, dedi. " Eğer seni orada tek başına bırakıp gitmeseydim belki de o kurşunların sana gelmesine engel olabilirdim"
Bilemezdi ki. Eğer bilseydi beni canı pahasına da olsa koruyacağını biliyordum.
Elimdeki elini okşarken,
- Bilemezdin , dedim.
Oğuz gözünden bir damla yaş süzülürken,
- Ama... demişti ve ben sözünü,
- Aması maması yok. Bir daha böyle şeyler söyleme , diyerek kestim.
O sırada kaşındaki küçük yara izi dikkatimi çekmişti.
Kaşlarımı çatıp,
- Kaşına ne oldu? Diye sormuştum.
Oğuz ise omuzunun üzerinden hafifçe Fırat'a dönmüş sonrada yüzüme bakıp,
- Önemli birşey değil, demişti. Sesi konuyu kapatmak ister gibi çıktığından üstelemedim.
Ve sadece,
- Sonra konuşacağız, dedim.
Oğuz başını sallarken gözlerim çatık kaşlarıyla bizi izleyen Fırat'a dönmüştü. Oğuz'a karşı bir öfkesi vardı sanki. Az çok ne olduğunu anlamıştım.
Oğuz'a ,
- Şu yatağı biraz kaldırsana, demiştim.
Oğuz hemen ayaklanıp yatağı dikleştirirken hafiften oturur pozisyona geldiğimde onu durdurdum.
Ve usulca,
- Susadım , dedim.
Oğuz hafif tebessüm edip,
- Ben hemen alıp gelirim, derken odadan çıktı.
Fırat çatık kaşlarıyla yanıma gelip yüzüme bakarken,
- Noldu? Diye sordum.
- Susadığını neden bana söylemedin? Dediğinde şaşırmıştım.
- Bilmem. Öyle denk geldi.
Fırat derin bir nefes alırken başını salladı. Ve,
- İyi misin? Diye sordu.
- İyiyim , dedim usulca.
Fırat az önce kalktığı sandalyeye geri otururken aramızda garip birşey hissettim. Ne olduğunu anlayamıyordum ve sanırım anlayamayacaktımda. Bu gibi duygulara o kadar uzaktım ki ne yapmam ya da nasıl davranmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Gözlerim önümde öylece duruyordum. Saçlarım yine yüzüme dökülüyordu. Fırat'ın bana baktığını hissedebiliyorken Fırat elimi tuttu ve,
- Yüzüme bak , dedi. Sesi sert değildi.
Usulca ona döndüm. Ve Fırat benimde çok merak ettiğim bir soruyu sordu;
- Noluyor?
Dudağımı "bilmem" der gibi sarkıttığımda Fırat'ın gözleri dudağıma düşmüştü. Fırat derince içini çekip ayağa kalktığında yanıma oturmuş beni yavaşça kendine çekip sarılmış, saçlarımı öperkende,
- Kurban olurum sana, demişti derinden gelen bir sesle.
Derince nefes alıp Fırat'ın kokusunu içime çekerken,
- Oğuz'la aranızda birşey mi oldu? Diye sordum.
Fırat'ta derin bir nefes alırken benden ayrılmış ve yüz yüze gelmemizi sağlayıp elleriyle yüzümü ve saçlarımı severken,
- Sonra konuşuruz, demişti.
İnat etmek istemiyordum ama bu garip havadan da sıkılmıştım. Bu yüzden,
- Benimle ilgili mi? Diye sordum.
Fırat yüzüme yaklaşıp yanağımı öperken,
- "Sonra konuşuruz " dedim ya yavrum, demişti.
Birinin beni geçiştirmeye çalışmasından hiç hoşlanmazdım ve Fırat şuan bunu yapıyordu.
- Ne kadar sonra ? Diye sordum inatla.
Fırat ise alnımı öperken duraksamış ve başını alnıma dayayıp,
- Hazan yorma, demişti.
- Peki , dedim düz bir ses tonuyla.
Gözlerim Fırat'ın alnı hâlâ alnıma yaslıyken tekrar önüme düşmüştü. Söylemiyordu, söylemesindi. Öğrenirdim. Fırat dudaklarını bu seferde diğer yanağıma bastırırken öylece duruyordum. Heyecanlanıyordum, geriliyordum ama sakindim.
Fırat ise yavaşça kendini geri çekip yüzüme bakmaya başlamıştı. Bense gözlerimi ona değdirmeme konusunda kararlıydım. O sırada içeriye Oğuz girmişti. Gözlerim onu bulurken Oğuz Fırat ve bana bakıyordu. Bende bize baktığımda Fırat'ın elleri iki yanımdayken ben onunla yatak arasında sıkışmış gibi duruyordum. Bu halimiz utanmama sebep olurken gözlerimi sağa sola kaçırdım. Yanaklarım kızarıyordu. Fırat ise yüzüme bakıp derin bir nefes alırken kendini geri çekmiş ama yanımdan kalkmamıştı.
Oğuz,
- Suyunu getirdim , diyerek elindeki şişeyi açıp bir pet bardağa su doldurup içirmek için bana yaklaşırken Fırat ,
- Ver bana, diyerek elinden almıştı. Sesi Oğuz'a karşı sert ve emrediciydi. Oğuz Fırat'a çatık kaşlarıyla bakarken telefonu çalmış ve Fırat'a son bir bakış atıp çıkmıştı.
Fırat ise ona hiç dönmemişti. Derin bir nefes alıp bakışlarımı kapıdan çektiğimde Fırat elindeki bardağı dudaklarıma doğru yönlendirmişti. Kendimi geri çekip,
- Ver bana . Kendim içerim, dedim. Fırat ise,
- Hazan , dedi uyarıcı bir ses tonuyla. Oğuz'a karşı olan tavırlarından rahatsız olduğumu anlamış olmalıydı.
Gözlerimi gözlerine çıkarıp,
- Ne? Dedim.
Fırat yüzümü "ne" derken açılan gözlerimi izleyip,
- Tamam, iç şu suyu , konuşalım, dedi.
Uzatmak istemiyordum bu yüzden başımı salladım. Fırat ise bardağı dudaklarıma dayarken bende suyu içtim. Su bittiğinde kendimi daha iyi hissediyordum.
Fırat,
- Biraz daha vereyim mi? Diye sorarken başımı olumsuz anlamda salladım. Fırat ise derin bir nefes alıp bardağı yan taraftaki masanın üzerine bırakırken tekrar bana döndü. Bende onu izliyordum. Gözleri yine yüzümü tararken dudakları dudağımın kenarını öptü.
Durup durup öpüyordu. Yüzüme derin derin bakıyor, hiç durmadan içini çekiyordu. Gözlerinde garip bir ifade vardı. Hiçbir hareketimi kaçırmak istemiyor, birşeylerden korkuyordu sanki.
Ve ben Fırat'ın bu halleri altında eziliyordum. Onu böyle görmek beni üzüyordu. Beni böyle usul usul sevişi hoşuma gidiyordu bir yandan da.
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapatıp açarken,
- Fırat, dedim usulca.
Fırat ise kollarını bedenime dolayıp,
- Hazan'ım, dedi bastıra bastıra. Sarılışı bir garipti. Canımı yakmaktan korkuyordu sanki. Ama içine sokmak istiyordu da bir yandan.
O sırada Oğuz girdi içeriye. Ben yine kızarıp bozarırken Fırat hiç istifini bozmamıştı. Oğuz ise düz bir sesle,
- Ben kapıdayım, diyerek geri çıkmıştı.
Gözlerim Fırat'ın geniş omuzunun üzerinden kapanan kapıda öylece kalırken derin bir nefes çektim içime ve,
- Fırat konuşacaktık, dedim.
Fırat ise benden ayrılırken önce saçımı sonra da boynumu öpmüştü. Sonunda yüz yüze geldiğimizde ellerimi tuttu ve ,
- Ne merak ediyorsan sor, dedi.
- Oğuz'la aranızda ne oldu? Diye sordum.
Fırat ise derin bir nefes alıp bir süre yüzüme baktı. Gözlerinden birçok duygu geçti. Kafasında bazı şeyleri tartıp sonunda konuştu;
- Tartıştık.
Gözlerimi devirdim ve,
- Onu anladım zaten. Ama neden? Dedim .
Fırat gözlerini anlık bir kapatıp açarken dudaklarının üzerini hafifçe diliyle nemlendirmişti.
Gözlerimin içine bakıp,
- Hazan, dedi bir eli yanağımı bulmuş usulca severken. " Hazan'ım" diye ekledi ardından. Başını yine alnıma dayadığında kalbim hızla atmaya başlamıştı. Ne sorduğumu bile unutacak hâle gelirken Fırat boğuk çıkan erkeksi sesiyle,
- Çok korktum, dedi. " Çok korktum sana birşey olacak diye. Otuz yaşında adamım ilk defa böyle korktuğumu biliyorum. Elimden hiçbir şey gelmedi. Öylece kaldın kucağımda. Çok çaresiz hissettim. İlk defa bu kadar acizdim. Çok öfkelendim. Sinirlendim. Elini bıraktığım an kafamın içinde döndü durdu. Çok kızdım kendime. Sonra ona öfkelendim..."
Fırat'ın söyledikleri beni üzerken kıyamadım ona. Kollarımı kaldırıp sarıldım. O da bana sarılırken,
- Ama Oğuz'un bir suçu yok ki , dedim. "Bilemezdi Fırat. Sende bilemezdin. "
Fırat başını salladı ve,
- Biliyorum , dedi. " Ama o an öfkeden gözüm birşey görmedi."
Anlıyordum onu ya da en azından anlamaya çalışıyordum.
- Oğuz'un kaşını...sen mi patlattın?
Fırat sessiz kalırken anlamıştım. O yapmıştı. Kendimi Fırat'tan geri çektiğimde Fırat'ta benden ayrılırken,
- Bunda birşey yok ki Fırat. Bir özür dilersin olur biter. Birbirinize böyle düşman gibi bakmanız çok saçma , dedim.
Fırat gözlerimin içine baktı.
- Ben hayatım boyunca kimseden özür dilemedim. Ama senin için onu da yapardım. Sorun şu ki olayın bundan sonrası da var ve ben sadece buraya kadar hatalıyım.
Kaşlarım çatılırken,
- Bundan sonrasında ne oldu ki? Diye sordum.
Fırat ise,
- Ona sorarsın, diyerek kestirip attı.
- Fırat ,dedim "hadi ama" der gibi.
O ise ,
- Fırat kurban olsun sana, diyerek beni tekrar göğsüne çekerken konuyu kapatmıştı.
Bir süre öyle durduk. Fırat usul usul sırtımı ve saçlarımı okşadı. Öptü saçlarımı. Bende onun sıcaklığında biraz daha iyileştim sanki.
Gözlerim odadaki cama kaymıştı. Gökyüzü karanlıktı. Saatin kaç olduğunu, günlerden ne olduğunu ve ne zamandır bu hastanede olduğumu merak ediyordum.
Bu yüzden usulca ,
- Fırat, dedim.
Fırat ise içini çekerek,
- Söyle, dedi.
- Saat kaç?
- Ne yapacaksın saati?
- Merak ediyorum. Saat kaç , ne zamandan beri buradayım, günlerden ne?
Fırat gülümsercesine bir nefes verirken ,
- O zaman merakını giderelim, dedi. " Saat gece yarısı bir. Günlerden çarşambaya geçtik. Üç buçuk gündür buradasın. "
Şaşırmıştım. Üstüne üstlük iki tane davamın olduğu pazartesi günü de geçip gitmişti. O an birşey dank etti kafama. Belki de davaları kaçırmam için vurulmuştum. Vurulduğum anı hatırladım tekrar. Silahın lazer ışığı önce kalbimin üzerindeyken sonra karnıma doğrultulmuştu. Mermilerden birinin karnıma saplanmasıyla ikinci merminin bedenime saplanması arasında 10 - 15 saniyelik zaman dilimi vardı. Aklıma onlarca şey gelirken niyetlerinin beni öldürmek olmadığı bariz bir şekilde ortadaydı. Neler olup bittiğini öğrenmem gerekiyordu. Cihan abiye ulaşmalı, Cemal denilen adama ve Baran şerefsizine ne olduğunu öğrenmeliydim. Cemal cezaevinde tutuluyordu mahkemeye kadar. Baran'da mahkeme günü ertelendiği için cezaevine gidecekti muhtemelen. Peki ne olmuştu?
Sıkıntılı bir nefes çektim içime. O an başka bir ihtimal daha düştü zihnime; benim vurulmam bir kişinin daha işine gelirdi. O da binbaşı Kenan Karadağlı'ydı. Askeriye için açtığım soruşturmadan fazlasıyla rahatsız olduğunu zaten biliyordum. Eğer askeriyede sakladığı herhangi birşey varsa üç gün o sakladığı şeyleri yok etmek için yeterde artardı bile.
Bu vurulma işi hiç iyi olmamıştı. Herşey benim açımdan daha da sarpa saracaktı. Bir an önce toparlanıp işimin başına dönmeliydim. Aldığım sıkıntılı nefeslere bir yenisini daha eklediğimde Fırat,
- Noldu? Ne öyle içli içli nefesler alıyorsun ? Diye sormuştu. Sesi sorgulayıcıydı.
Başımı göğsünden ayırıp yüz yüze gelmemizi sağladığımda Fırat çatık kaşlarıyla yüzüme bakıyordu.
Dudaklarımı büzüp,
- Pazartesi iki tane davam vardı. Kaçırmışım , dedim.
Fırat "sen ciddi misin" der gibi kıstığı gözleriyle yüzüme bakarken sinirle hafifçe güldü.
Ve ,
- Hazan vuruldun sen. Az kalsın...diyerek susarken gözlerini yumdu. Geri açtığında da " hâlâ işini mi düşünüyorsun?" Diye sormuştu. Sesi sertleşmişti. Abartmıyor muydu?
Kaşlarım hafiften çatılırken,
- Hayattayım ve iyiyim. Ne düşünebilirim ki başka? Dedim sakin ama ciddi çıkan sesimle .
Fırat ise,
- Kendini düşüneceksin, dedi bastıra bastıra. " Benim Hazan'ımı düşüneceksin."
"Benim Hazan'ımı" derken "beni düşün" der gibiydi. Gözlerimi kaçırıp sarıldım ona. Bu istediği imkansızdı. Ben hayatımdaki bütün kendimi düşünme hakkını Fırat'ın elini tutarken kullanmıştım. Belki de şu hayatta kendim için yaptığım tek şeydi Fırat'ı sevmek. Ama bundan sonra olmazdı. Vatanımı ve görevimi düşünmeliydim. Ki bundan sonra başım çok ağrıyacaktı.
Belki de tahmin ettiğimden daha çok...
Fırat belime doladığı kollarıyla başını boynuma gömerken,
- Tamam mı? Dedi.
Derin bir nefes alıp sessiz kaldım.
Fırat ise,
- Hazan, dedi uyarıcı bir ses tonuyla.
Tutamayacağım bir sözü veremezdim. Bu yüzden konuyu değiştirmek adına,
- Uykum var, dedim. Ve usulca Fırat'a doladığım kollarımı çözdüm. Yüz yüze geldiğimizde Fırat çatık kaşlarıyla gözlerime baktı bir süre ve,
- Tamam uyu, sonra konuşacağız, dedi.
Hiçbir şey söylememiştim. Fırat ise yanımdan kalkıp yatağı aşağı indirmişti. Arkamdaki yastığıda düzeltirken başımı eliyle tutup yavaşça yastığa koymuştu. Alnımı da öperken ışığı kapatmış oda yine loş bir hâl almıştı.
Fırat yanımdaki sandalyeye otururken elimi tutmuş ve peş peşe öpmüştü. Bende usulca gözlerimi kapattım. Düşünmem gereken birçok şey vardı. Hayatım ayrı işim ayrı sarpa sarıyordu. Yorgundum. Ama yine de uyudum. Düzelirdi herşey bir şekilde. Olmadı şairin de dediği gibi ; bir çay koyar yeniden başlardık ...
*****
Sabah Fırat'ın saçlarımda gezinen elleriyle gözlerimi açmıştım . Pencereden vuran ışık gözlerimi kamaştırırken Fırat saçlarımı sevişlerine derin derin bakışlar serpiştiriyordu.
Fırat,
- Günaydın, derken oturduğu sandalyede biraz doğrulup alnımı öptü.
Bende tebessüm edip uykulu sesimle,
- Günaydın, dedim.
Fırat ise boynumu öperken,
- Senin sesine ölürüm ben, dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle.
Derin bir nefes aldım o an. Hastaneler eskisi kadar kasvetli gelmemeye başlamıştı. Belki de kasvetli olan hastaneler değil benim içimdi.
Fırat benimle yüz yüze gelip,
- İyi misin? Diye sordu bir eliyle de yüzümü severken.
İyiydim. Biraz ağrım vardı ama dayanılamayacak kadar kötü hissetmiyordum.
- İyiyim, dedim.
Fırat yanağımı öperken,
- Aç mısın? Diye sordu.
Biraz acıkmıştım aslında. Ama çıkmak istiyordum bu hastane odasından. Bir an önce eve gitmek istediğimden,
- Değilim , eve gidelim, dedim usulca.
Fırat ise gözlerime bakarken başını alnıma dayayıp,
- Gideceğiz. Ama önce sana birşeyler yedirelim, demişti.
- Birşey yemek istemiyorum. Eve gidelim, dedim ısrarla.
Fırat ise derince bir nefes alarak yüzüme bakarken kapı çaldı. Fırat üzerimden doğrulurken içeriye üzerinde kahvaltılıklar bulunan bir servis arabasıyla Oğuz girmişti.
Ve ,
- Günaydın, demişti yüzündeki gülümsemeyle .
- Günaydın, diyerek karşılık vermiştim. Hafifçe de tebessüm etmeyi göz ardı etmedim. Her ne kadar Fırat'la aralarında geçen şeyler kafamı karıştırsa da tam olarak ne olup bittiğini bilmeden kimseyi yargılayamazdım .
Yattığım yerden doğrulmak için hareketlendiğimde Fırat,
- Dur Hazan, ne yapıyorsun? Diyerek beni durdurmuş ve yatağı yavaşça dikleştirmişti.
Oğuz ise kahvaltılıkları tekerlekli bir masanın üzerine yerleştirirken Fırat,
- Hazan , sen kahvaltını yap bende çıkış işlemlerini halledip doktorla konuşayım geleceğim yanına, tamam mı? Demişti .
Bir an önce eve gitmek istiyordum. Hastane kahvaltılarından da hoşlanmazdım ama Oğuz kahvaltıyı buraya kadar getirmişken nazlanmaya gerek yoktu. Bu yüzden usulca,
- Tamam, dedim.
Fırat ona çok yakışan çarpık gülüşünü hafifçe ortaya sererken,
- Bahar'da sana kıyafet getirecek, demişti.
İyi olurdu. Üzerimdeki bu hastane elbisesinden fazlasıyla bunalmıştım.
Kendimi süzüp,
- İyi olur, dedim.
Fırat ayağa kalkıp saçlarımın tepesini öpüp odadan çıkmıştı.
Oğuz ise kahvaltıyı koyduğu masayı önüme sürmüştü. Ve ayağımın yanına oturup çatalı eline alırken ona,
- Kendim yiyebilirim Oğuz, dedim.
Oğuz,
- Olmaz Hazan , yaralısın. Ben yediririm, diyerek çatala aldığı salatalığı ağzıma doğru uzattı. Bıkkın bir nefes verip salatalığı ağzıma alırken Oğuz'a,
- Vurulduğumu dedemlere söylemedin dimi? Diye sordum .
Oğuz,
- Söylemedim tabi Hazan, derken bu seferde ağzıma domates uzatıyordu.
- İyi bari, dedim domatesi yerken.
Oğuz ise,
- Hastaneden çıkınca nerede kalacaksın? Diye sordu.
Kendi evimde kalırdım. Nerede kalacaktım ki başka?
- Evimde kalırım, nerede kalacağım? Dedim.
Oğuz,
- Bilmem. Yüzbaşı izin verir mi? Dediğinde kaşlarım hafif çatılmıştı.
- Ne demek o?
Oğuz omuzlarını silkerken,
- O evde yalnız kalmana izin vereceğini sanmıyorum. Seni kendi evine götürmek isteyecektir , dedi.
Bilmiyordum. Olabilirdi. Kimseye yük olmak istemediğimden böyle birşey olursa rahatsız olurdum. Ayrıca Fırat'la ilişkimiz benim için dün bir bugün ikiydi. Ve hemen ona sorun çıkarmaya başlamıştım. Bundan sonrasını ise kestiremiyordum. Derin bir nefes alıp "bilmem" der gibi dudaklarımı büzdüm. Oğuz'la bu konuyu konuşmak istemiyordum. Fırat'la aramda olanlar ve olacaklar sadece beni ilgilendirirdi.
Oğuz ise bir süre yüzüme bakıp hiç beklemediğim birşey söyledi;
- Hazan...ben Fırat'la olan ilişkini desteklemiyorum.
Çatık kaşlarımla bir süre yüzüne bakıp,
- Neden? Diye sordum.
Oğuz ise derin bir nefes alıp,
- Birbirinize göre değilsiniz Hazan. Onu ne kadar tanıyorsun? Bir ay ya oldu ya olmadı. Ayrıca senden altı yaş büyük. Üstüne üstlük o bir asker. Sen bir savcısın. Yürütemezsiniz. Kaldı ki bu ilişkiyi dedem de desteklemez, dedi.
Oğuz'un her kelimesi beni ayrı şaşırtırken hayatıma hakim olan kaosun kaldığı yerden devam edişi beni hafifçe gülümsetti. Kendime gülüyordum. İnsanların beni hiçbir zaman anlamayışına.
Gözlerimi Oğuz'un gözlerine kararlılıkla diktim ve,
- Fırat'ın bana göre olup olmaması benim bileceğim iş. Bu seni ilgilendirmez. İnsanları onlarla geçirdiğin zamanın azlığına ya da çokluğuna göre tanıyamazsın. Ki bunu her geçen gün daha iyi anlıyorum. Aramızdaki yaş farkı abarttığın kadar çok değil ki bu benim umurumda bile değil. Ve evet o bir asker ben bir savcıyım. Bu da demek oluyor ki Fırat benden daha üstün. Yürür mü yürümez mi bilmiyorum. Ama yürürsede yürümezsede bunun sebebi ne senin nede dedemin desteğine bağlı olacak. Tamam? Demiştim. Sesim ciddi ve kararlıydı.
Oğuz ise öylece yüzüme bakıp,
- Yine indirdin gözüne o perdeyi, dedi. " Dünya dikilse karşına vazgeçmeyeceksin dimi? Dediğinde,
- Böyle alıştım, dedim. "Başka türlüsünü bilmiyorum".
Gerçekten de başka türlüsünü bilmiyordum. İnandığım şey uğruna herşeyimle savaşırdım. Ki ben Fırat konusunda kendimi yenmiştim. Bundan sonra da karışma kim çıksa ezer geçerdim. Hayatım boyunca yaptığım şey buydu çünkü. Herşeyin ve herkesin arkasında dimdik durmuştum. Arkasında durduğum bazı şeyler üzerime yıkılmış olsa da o enkazın altından çıkıp kendime şunu diyebilmiştim; olsun. Ben elimden geleni yaptım.
Bu sefer tek bir fark vardı; elimden geleni değil kalbimden geleni yapacaktım.
Oğuz,
- Biliyorum , dedi. " Ama yinede ne düşündüğümü bil istedim."
Başımı salladım sadece. O sırada kapı açılmıştı. İçeriye Bahar girerken yüzündeki kocaman gülümsemesiyle,
- Hazan! Diyerek yanıma gelmiş ve bana sarılmıştı. Bende ona sarılırken Bahar,
- Çok korktum Hazan, demişti. " İyi misin?"
- İyiyim , dedim.
Bahar ise benden ayrılıp buğulu gözleriyle yüzüme bakarken,
- Uyandığında yanında olamadığım için özür dilerim. Elif huysuzlanınca eve gitmek zorunda kaldım, dedi .
Gülümseyip,
- Saçmalama Bahar, dedim. "Ne özrü? Düşünmen yeter. "
Bahar ,
- Annemde çok üzüldü uyandığında yanında olamadığı için. Aslında benimle beraber gelecekti ama taburcu olacağını duyunca "güzel gelinime güzel yemekler hazırlayayım" diyerek mutfağa girdi, dedi. Sesi sonlara doğru muzip bir hâl almıştı. Ama ben şuan buna gülecek durumda değildim. Bu yüzden hafifçe tebessüm ettim sadece.
Bahar'da gülümserken,
- Kahvaltını ettiysen üzerini değiştirelim, dedi.
Bende Oğuz'a bakıp,
- Bitti, dedim.
Oğuz'da derin bir nefes alıp ayaklanırken kahvaltı masasını önümden çekmiş, üstündekileri de getirdiği servis arabasına koyup,
- Ben çıkıyorum, diyerek gitmişti.
Bahar'da üzerimi değiştirmek için getirdiği poşette ki siyah eşofman takımını çıkartmış ve beni giydirmek için yavaşça yataktan kalkmama yardımcı oluyordu.
*****
Bahar'ın yardımlarıyla üzerimi değiştirdiğimde kendimi biraz daha iyi hissetmeye başlamıştım. Hastanelerden nefret ettiğimi bir kez daha fark ettiğimde bir an önce buradan çıkmak istiyordum.
Bahar beni yatağa oturturken kapı çalmıştı. Bahar,
- Gel , derken bende saçlarımı düzeltiyordum. İçeriye Fırat girerken elindeki tekerlekli sandalye dikkatimi çekmişti. Benim için getirmişti büyük ihtimalle ama yürüyebilirdim.
Fırat tekerlekli sandalyeyi yatağın önüne koyarken Oğuz'da içeriye girmişti. Gözlerimi ondan alıp Fırat'a döndüğümde,
- Buna gerek var mı? Yürüyebilirim, dedim gözlerim tekrar tekerlekli sandalyeyi bulurken.
Nedendir bilmem tekerlekli sandalyeye binmek bana kendimi hep kötü hissetirirdi.
Fırat çatık kaşlarıyla yüzüme bakarken,
- Var tabi Hazan. Yaralısın , demişti bariton bir sesle.
İtiraz etmek istesem de zorluk çıkarmak istemediğimden hafifçe içimi çekip,
- Peki, dedim.
Fırat ise yanıma gelip kollarının birini belime dolarken diğerini de bacaklarımın altından geçirip beni kucağına almıştı. Beklemediğim bir hareket olduğundan afallamıştım.
Fırat ise beni yavaşça tekerlekli sandalyeye oturtmuş ve arkama geçmişti. Utandığım için kimsenin yüzüne bakamıyordum. Fırat tekerlekli sandalyeyi ittirerek beni odadan çıkarmıştı. Bahar ve Oğuz'da peşimizden gelirken asansöre doğru ilerledik.
Asansöre binip çıkışa indiğimizde Bahar'ın eşi Harun yanımıza gelmişti. Bizde dururken Harun,
- Geçmiş olsun, dedi.
Hafif bir tebessümle,
- Teşekkür ederim, dedim.
Harun ise başını sallayıp,
- Çıkıyorsunuz herhalde. Ben tutmayayım sizi. Akşam görüşürüz , diyerek yanımızdan uzaklaşırken ileride bize bakan Filiz'i görmüştüm. Gözlerinde öfke , kıskançlık ve acı vardı. Fırat oturduğum tekerlekli sandalyeyi çıkışa doğru sürerken üzüldüm Filiz adına. Keşke kime aşık olacağımı seçebilseydim ya da bu duyguya engel olabilseydim diye düşündüm. Öfke, kıskançlık neyse de acı mahvederdi insanı. Gözlerim kucağımda birleştirdiğim ellerime düşerken derin bir iç çektim. Birilerinin mutlu olması için birilerinin mutsuz olması gerekiyordu. Böyle olsun istemezdim ama artık elimden başka türlüsü gelmezdi.
Hastaneden çıktığımızda Fırat kapının önüne yaklaştırdığı arabasının yanında durmuştu. Arabanın ön taraftaki kapısını açıp beni yine kucağına almıştı. Fırat beni ön koltuğa oturturken Bahar'da tekerlekli sandalyeyi hastaneye bırakmak için ilerlemeye başladı.
Oğuz ise bizi izliyordu.
Fırat emniyet kemerimi takarken koca cüssesi Oğuz'un beni görmesini engellediğinden olsa gerek yanağımı öpmüştü. Böyle bir anda bile beni öpmeyi düşünmüş olması şaşırmama sebep olurken bir yandan da heyecanlanmıştım. Kalbimden içime doğru birşeyler akarken Fırat yüzüme bakmış ve,
- Kemer yaranı sıkıyor mu ? Diye sormuştu.
Fırat'ın beni öpmesiyle afallamış olsamda kendimi toparlayıp,
- Hayır, diyebilmiştim.
Fırat o çarpık gülüşünü yine sergilerken bu gülüşün muhtemelen kızaran yanaklarıma olduğunu biliyordum.
Fırat ise önümden çekilip kapıyı kapatırken şoför koltuğuna geçmişti. Bahar'da arabaya binerken Oğuz'la vedalaşmak adına camı indirdim. Oğuz'da bana doğru yaklaşırken odada bana sorduğu soruyu sordu. Bana hitaben soruyordu ama almak istediği cevap Fırat'tandı.
- Nerede kalacaksın Hazan? Ona göre Dilek'le sana bakmaya geliriz.
Oğuz'a yine kendi evimde kalacağımı söyleyecekken Fırat araya girip,
- Bizde kalacaksın, demişti itiraz istemeyen bir ses tonuyla.
Bana sormamış ya da bu konuda önce beni bilgilendirmemişti. Ayrıca sesi yine emrediciydi. Bu durumdan rahatız olsam da herhangi bir itirazda bulunmadım. Fırat'la bunu kendi aramızda konuşmalıydık. Onlarda kalma meselesi değil benim adıma benden habersiz kararlar vermesiydi mesele.
Oğuz'a dönüp,
- Sonra konuşuruz, Dilek'e selam söyle, dedim.
Oğuz başını sallarken arabadan birkaç adım uzaklaşmıştı. Fırat'ta motoru çalıştırıp yola koyulurken bende camı kapattım.
Aklımda ise en güzel ve özel gününün içine ettiğim Dilek vardı. Ondan özür dilemeliydim. Derin bir nefes çektim yine içime. O sırada Bahar,
- Ayh Hazan az kalsın unutuyordum, derken bana telefonumu uzatmış ve sözlerine devam etmişti. " Adamın biri hastaneye getirmiş. Sanırım nişandakilerden biriydi. Harun'da almış bana verdi."
Telefonu alırken başımı salladım. Ekranı açmak için tuşuna bastığımda telefon açılmaya başlamıştı. Açıldığı anda ekrana birçok arama ve mesaj peş peşe düştü. Bora , Gaye , Cihan abi, Kim Chin Mae , derken onları es geçtim. Çünkü Harun olan biten herşeyi çoktan haber vermiş olmalıydı.
Ekranda Fatma teyzenin adını gördüğümde telefonumun açıldığına dair mesaj gitmiş olacak ki Gaye'nin
" Geçmiş olsun Hazan. Çok korktuk. En kısa zamanda bizimle iletişime geç. Ablanı da merak etme. Peşine birini taktım. Takipteyiz:)"
Yazan mesajı ekrana düşmüştü. O an hatırlamıştım ablamı. Şimdiye kadar hatırlamadığım için kendime kızarken üzgündüm. Halletmem gereken onca şey vardı.
Derin bir nefes alıp dolan gözlerimi kırpıştırdım. Sonrada Gaye'ye teşekkür etmek amaçlı bir mesaj atarken Fatma teyzeyi daha sonra aramaya karar verdim.
O sırada diğerleride mesaj atarken Fırat arabayı kırmızı ışıkta durdurmuş ve bana dönmüştü. Bunu hissedebiliyordum. Ama ona dönmedim. Kızgın mıydım bilmiyordum ama doğru bulmadığım ve bana ters gelen birşey yapmıştı. Abartmayacaktım. Ona karşı tavırlı davranmayacaktım. Bu olan küçük birşeydi. Ama önce şu karışan hayatımı ve zihnimi toparlamalıydım.
Fırat sert bir nefesi alıp verirken yeşile dönen ışıkla tekrar yola koyuldu. Bende o sırada Cihan abinin dikkatimi çeken mesajını okuyordum.
" Hazan geçmiş olsun abicim. Müsait bir zamanda bizimle iletişime geç. Sana söylemem gereken önemli şeyler var. "
Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken ortalığın tahmin ettiğimden daha fazla karıştığını anlamıştım. Bir an önce işimin başına dönmem şarttı artık.
Cihan abiye onu onaylayan bir mesaj atarken daha fazla dikkat çekmemek adına telefonun ekranını kilitledim. Ve başımı cama yaslayıp akıp giden yolu izledim. Uyurken gördüğüm rüyalar birer birer aklıma düşerken nişana gitmek için arabaya bindiğimizde yine başım böyle cama yaslıyken babamın gece rüyama gelmesini dilediğim aklıma geldi. Uykudayken babamı doyasıya görmüştüm. Ecrin'e de sarılmıştım. Eniştemden özür dilemiş Berrak'la konuşmuştum. Bir süreliğine de olsa bu dünyadan soyutlanıp sevdiklerimi görmek iyi hissettirmişti. Sanırım şimdi bu olanlar ya da olacaklarda gördüğüm o rüyalar için bir bedeldi. Olsundu. Hepsiyle başa çıkabilecek güce sahiptim.
Şimdilik...
Düşüncelerim arasında kaybolurken Fırat arabayı bir eczanenin önünde durdurup indi. Sanırım doktorun verdiği ilaçları alacaktı. Parasını ödemeyi teklif etmeli miydim ya da bu Fırat'ı kendi hayatımdan dışlamak mı olurdu bilemedim. Alışmam gereken çok şey vardı.
O sırada Bahar öne doğru eğilip,
- Hazan, dedi.
Başımı mümkün olduğunca arkaya doğru çevirip,
- Efendim? Dedim.
Bahar ise,
- Abim seni çok seviyor , dedi yüzündeki gülümsemeyle. "Onu ilk defa bir kadına böyle bakarken görüyorum. Sen onun ilkisin."
Fırat'ta benim ilkimdi. Ama otuz yaşında böylesine yakışıklı bir adamın daha önce hiç sevgilisi olmaması beni şaşırtmıştı. Hoşuma gittiğini ise inkâr edemezdim. Fırat'ı geçmişte ya da gelecekte başka bir kadınla düşünmek beni üzerdi.
Bahar sözlerini
- Arabada bilincini kaybettiğinde hastaneye gelene kadar başını boynuna gömüp dudaklarını nabzından bir an olsun çekmedi. Ben abimi ilk kez ağlarken gördüm. Abim sevdiklerinin üzerine titrer. İlgi gösterir. Bu ilgi bazen bunaltıcı olabilir , senin üzerinde baskı kurduğunu düşünebilirsin ama hepsini sevdiğinden yapar. Bunları unutma olur mu? Diyerek bitirmişti.
O sırada elindeki eczane poşetiyle, simsiyah giyinmiş ve deri ceketinin fazlasıyla karizmatik gösterdiği heybetli vücuduyla arabaya doğru gelen Fırat'ı gördüm. Bahar bunları biraz beni biraz da Fırat'ı tanıdığından anlatıyordu biliyordum. Bunları bilmek beni kalben Fırat'a daha çok yaklaştırırken bu ev ve bana sorup sormama meselesini unutmaya karar verdim. Benim başıma gelen bu olay - Allah korusun - Fırat'ın başına gelmiş olsaydı bende Fırat'ı yalnız bırakmak istemezdim. Belki de onun benim üzerime düştüğünden daha fazla üzerine düşerdim. Tek taraflı düşünmemeliydim. Fırat için kendimden ödün verebilir bundan da asla gocunmazdım.
Umarım birbirimizin ilki olduğumuz gibi sonu da olabilirdik.
Fırat koca bedeniyle arabaya binerken benim gözlerim onun üzerindeydi. Fırat ise elindeki eczane poşetini önümdeki topidonun üzerine koyarken bana dönmüştü. Gözleri gözlerimde oyalanırken ona nasıl bakıyordum bilmiyordum ama Fırat bana göz kırpıp başını " hayırdır" der gibi sallamıştı. Fırat o hareketi yaparken o kadar karizmatik ve yakışıklı duruyordu ki içim erişmişti ona. Ama sadece gülümsemekle yetindim. Fırat'ın gözleri gülüşüme düşerken hafifçe içini çekmiş ve arabayı çalıştırmıştı. Yola koyulduğumuzda Fırat bana elini uzatırken direksiyonu tek eliyle kullanıyordu. Elimi tutmak istediğini anlamıştım ama Bahar'ın yanında olur muydu bilmiyordum. Yinede elimi Fırat'ın avucuna koymuştum. Fırat elimi tutup üstünü öperken anlık bir bana dönmüş hafifçe gülümsemişti. Elimi eliyle beraber adeleli bacağının üzerine koyarken içim bir hoş olmuştu.
Bahar arkada hafifçe kıkırdarken gözlerimi Fırat'tan çekip önüme döndüm.
Seviyordum, seviliyordum. Mutluluğa hiç olmadığım kadar yakındım. Bundan sonrası ise Allah Kerim'di.
*****
Apartmanın önünde durduğumuzda Fırat emniyet kemerini çıkarıp bana,
- Bekle , diyerek arabadan inmişti. Bahar'da arabadan inerken Fırat arabanın etrafından dolanıp kapımı açmıştı. Sadece bana yardım edeceğini düşünsem de Fırat torpidonun üzerindeki ilaç poşetini Bahar'a verip beni kucağına aldı.
Şaşkın bir ses tonuyla,
- Fırat ne yapıyorsun? Diye sormuştum.
Fırat ise kapıyı ayağıyla ittirirken bacağımın altından geçirdiği elindeki anahtarla kapıyı kilitleyip apartmana doğru kucağında ben yokmuşum gibi rahat bir tavırla ilerlemeye başlamıştı.
Bana cevaben de,
- Seni taşıyorum, demişti.
Ona "sen ciddi misin" der gibi bakarken,
- Hadi ya, dedim.
O sırada apartmana girmiştik ve şükür ki bizi böyle kimse görmemişti.
Fırat ise "hadi ya" diyişime hafifçe erkeksi bir şekilde gülerken gülüşüne tutulmamak için önüme dönüp,
- Kendim yürüyebilirdim, dedim asansöre girdiğimizde. Bahar dördüncü katın tuşuna basarken arkası bize dönüktü ve Fırat yanağımı öperken bizi görmemişti.
Yine heyecanlanmıştım. Bu adam hiç beklemediğim anlarda hep böyle beni mi öpecekti? Derince bir nefes alırken Fırat kulağıma,
- Yavrum, demişti bastıra bastıra.
Yüzüm alev alev yanarken sonunda asansörün kapısı açılmıştı. Bahar önde biz arkada asansörden çıkarken Canan teyze evin kapısını açmış kucağında Elif'le bizi bekliyordu. Daha fazla ne kadar utanabilirim diye düşünürken Canan teyze kocaman gülümserken Elif'te,
- Hazan abla, diye cıvıldamıştı. Onlara gülümserken " battı balık yan gider" sözüyle hareket ediyordum.
Fırat beni kapının eşiğinde yavaşça yere indirirken Canan teyze,
- Oy güzel kızım! Geçmiş olsun, diyerek bana içten bir şekilde sarılmıştı. Bende ona sarılırken Elif'te alnımı öpmüştü. Hastaneden geldiğim için Elif'e herhangi bir temasta bulunmadım ve sadece gülümsedim.b
O sırada Fırat yere eğilmiş ayakkabılarımın iplerini çözüyordu. Gözlerimi utançla kapatıp açarken,
- Ben çıkarırdım Fırat, dedim içime kaçmak üzere olan sesimle. Bahar o sırada içeriye geçmiş Canan teyzeyle beraber mutfağa doğru - sanırım beni daha fazla utandırmamak adına - ilerliyordu.
Fırat iplerini çözdüğü ayakkabıları ayağımdan çıkarırken,
- Tutun bana , demişti. Yere çöktüğü halde bile belime kadar gelen boyu söylediği bu şeyi kolayca yapmama olanak sağlarken geniş omuzlarına tutunmuştum. Ona yaptığım hiçbir itiraza kulak asmıyor oluşu canımı sıkarken Fırat ayakkabılarımı çıkarmış ve beni yine kucağına almıştı. Kendi ayakkabılarını da topuklarına basarak çıkartırken,
- Fırat, dedim "yapma" der gibi.
Yapmasındı. Utanıyordum. Kendimi özel ve güzelde hissediyordum ama utanç duygusu daha ağır basıyordu.
Fırat ise içeriye geçip kapıyı ayağıyla iterken kulağıma doğru fısıldar gibi çıkan erkeksi sesiyle,
- Fırat kurban olsun sana, demişti.
O an göz göze gelmiştik. Ben gözlerimi kaçırırken Fırat alnımı öpmüştü. Ve beni oturma odasına doğru taşıdı. Oturma odasında bir koltuk sanırım benim için hazırlanmışken Fırat beni yavaşça o koltuğun üzerine yatmakla oturmak arasında bir pozisyonda yavaşça bıraktı. Pembe çiçekli battaniyeyi de belime kadar örterken arkamdaki yastığı daha iyi yaslanmam için düzeltmişti.
Sonrada koltuğun önüne çökerken eli yüzüme dökülen saçlarıma gitmiş gözleri yüzümü ve kızaran yanaklarımı incelerken,
- Rahat mısın? Diye sormuştu.
Başımı salladım usulca.
O sırada Fırat'ın cebindeki telefonuna mesaj gelmişti. Fırat telefonu çıkarıp mesaja bakarken ben önüme dönmüştüm.
Bir süre sonra Fırat sıkıntılı bir nefes alıp vermiş ve bana dönüp,
- Hazan, demişti.
Bende ona döndüğümde,
- Efendim? Dedim.
Fırat ise elimi tutarken,
- Benim askeriyeye uğramam gerekiyor. İki üç saate gelirim tamam mı? Demişti.
- Tamam, dedim usulca
Fırat ise hafifçe gülümseyip yanağımı öperken,
- Ne güzel "tamam" diyorsun sen öyle, demişti boğuk çıkan erkesi sesiyle. Buz yutmuş gibi kalırken kalbim depar atıyordu göğüs kafesimin içinde.
Yüzüm yine alev alev yanarken Fırat yanağıma dudaklarını birkez daha bastırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken ben onun yüzüne bakamıyordum.
Fırat ise beni izliyordu.
Ve,
- Yüzüme bak, dedi.
Usulca ona döndüm.
Fırat yüzüme derin derin bakarken o kara gözleriyle eli tuttuğu elimin üzerini okşuyordu.
- Birşey istiyor musun? Ne alayım sana? Diye sordu birden.
Gözlerimi utançla sağa sola kaçırırken,
- Birşey istemiyorum, dedim.
Fırat ise yine yüzüme doğru yaklaşırken yanağımı öpmüş ve,
- Senin o kızaran yanaklarını yerim , demişti.
Daha çok kızarmaya başladığımı hissederken böylesine sert görünen bir adamın beni böyle sevmesine de anbean daha fazla şaşırıyordum.
Fırat derin bir nefes alıp doğrulurken diğer yanağımda öpmüş ve alnımıda öperken yüzlerimizin arasına bir iki santimlik mesafe koyup,
- İki üç saate geleceğim, tamam? Demişti. Bir çocukla konuşuyordu sanki .
Başımı sallamakla yetinmiştim.
Fırat ise üzerimden doğrulmuş ve son bir kez bana bakarken derin bir nefes daha alıp salondan çıkmıştı. Sanırım mutfağa geçmişti ki annesine çıkacağını ve bana dikkat etmelerini söylüyordu. Canan teyze de onu onaylarken bir süre sonra dış kapının sesini duydum.
Salonda tek başıma kaldığımda içim Fırat'ın sevgisiyle sıcacık olmuştu. Yüzümde bir gülümseme peyda olurken salona Canan teyze , Elif ve Bahar girmişti. Canan teyze ayak ucuma otururken bir elini dizime koyup,
- Nasılsın yavrum? Diye sordu.
- İyiyim , dedim tebessüm ederek.
Canan teyze,
- İyi ol kuzum. Çok korktuk sana birşey olacak diye, demişti.
- Özür dilerim. Korkutmak istemezdim, dedim mahçupca.
Canan teyze,
- Ne özrü yavrum? Olur mu öyle şey? Bir daha duymayayım, Demişti.
Gülümsedim.
Ta İstanbul'dan kalkıp Şırnak'a gelmiş ve kendime güzel bir aile edinmiştim.
Canan teyze,
- Aç mısın kızım? Yemek koyayım mı? Çok güzel yemekler yaptım sana, derken,
- Yok Canan teyze aç değilim. Ellerine sağlık. Ama bir banyo etsem fena olmaz, dedim.
Kendimi kötü hissediyordum böyle.
Canan teyze,
- Tamam kuzum. Ben hemen banyoyu hazırlarım, demiş ve Bahar'a dönüp " Hazan kızımın evine gidip kıyafet getir Bahar" demişti.
Bahar ise hemen ayaklanmıştı. Evimin anahtarı Bahar'daydı galiba. Canan teyze de yanımdan kalkıp banyoya geçerken Elif yanıma gelmiş ve tatlı tatlı,
- Geçmiş olsun Hazan abla, demişti.
Ona gülümseyip,
- Teşekkür ederim bebeğim, demiştim.
O sırada Canan teyze içeriye gelmiş ve kalkmam için bana yardımcı olmuştu. Koltuktan doğrulduğumda koluma giren Canan teyzeyle ayağa kalkmıştım. Yaram sızlıyordu ama iyiydim.
Banyoya geçtiğimde Bahar'da gelmişti. Canan teyze ve onun yardımıyla güzelce yıkanmaya başlamıştım.
*******
Banyodan çıktığımda misafir odasında Bahar'ın yardımıyla onun getirdiği siyah eşofman altı ve ince askılı siyah cropumu giymiştim. Açık kalan göbeğimden yaram gözükse de umrumda değildi. Bu vatan için aldığım diğer yaralar gibi bu yarada benim gururumdu.
Bahar özenle yarama pansuman yapmış, saçlarımı tarayıp kurutmuştu.
Sonrada odadan çıkmıştık. Bahar koluma girip beni salondaki koltuğa geri yatırdığında üzerimi de örtmüştü. Kendimi daha iyi hissetmeye başlamışken Bahar Canan teyzenin yanına mutfağa geçmişti. Elif'te kendi kendine oyun oynarken onu izledim bir süre.
Bir zaman sonra aklıma Fatma teyze gelirken gözlerim telefonumu aradı. Ama yakınlarımda yoktu. O sırada telefonu misafir odasında bıraktığım aklıma gelirken kendim alabileceğim için kimseye seslenmeden yerimden doğruldum. Yavaş ve temkinli bir şekilde koltuktan kalktığımda aynı şekilde yürümeye başladım.
Sonunda misafir odasına ulaştığımda telefonu yatağın üzerinden alıp geri çıkmıştım. Oturma odasına doğru ilerlerken Canan teyze ve Bahar'ın mutfaktan gelen sesleri doldu kulağıma. Annemden bahsediyorlardı.
Canan teyze,
- Ne bileyim ben Bahar! Anadır evladını merak eder , bilmeye hakkı vardır dedim. Aradım. Ne bileyim Serpil'in böyle vicdansız biri olduğunu. Resmen "ölürse ölsün" dedi. Bir ana nasıl evladı için böyle konuşabilir? Diyordu üzgün bir sesle.
Bahar ise,
- Oğuz abi aramayın demişti anne. Bir bildiği varmış demek ki. Ayrıca o kadın Hazan gibi bir evlada sahip olmayı hak etmiyor, derken Canan teyze onu onaylamıştı .
- Etmiyor tabii. Benim gelinimin içi ayrı dışı ayrı güzel.
O an gözlerim doldu. Ağlamamak için dudağımı ısırsamda gözümden süzülen bir damla yaşa mani olamadım. İçim burkuldu, yüreğim ezildi derken gözümden süzülen bir damla yaşı hızla sildim. Ağlamayacaktım.
Yavaş adımlarla oturma odasına yönelip koltuğa uzandım. Fatma teyzeyi ararsam sesimi toparlayamaz ağlardım. Uyumak istiyordum. Gözlerimi usulca kapattım. Uykuya dalmam biraz zaman alırken Elif'in alnımı öpen dudakları beni gülümsetmişti.
💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧