*****
Bilincim uykuyla uyanıklık arasında savrulurken burnuma dolan Fırat'ın kokusundan derin bir nefes çektim içime. Oturma odasındaki koltukta uyuduğumu hatırlıyor olsam da şuan üzerinde bulunduğum geniş yatak bunun aksini söylüyordu. Başımı yumuşak yastığa bastırırken diğer tarafa doğru dönmeye meyil ettiğimde karnımdaki yaranın sızlamasıyla kaşlarımı çatarak gözlerimi açmam bir olmuştu. Dudaklarımın arasından "ah" diye acılı bir nida döküldüğünde bulunduğum odanın karanlık olduğunu fark etmiştim. Kolumdan destek alarak yatakta oturur pozisyona geldiğimde bir elim yarama gitmişti. Üzerimdeki yorganı hafifçe ittiğimde kapının altından sızan ışığı görmüştüm. Bulunduğum bu odada yalnızdım ve sanırım buram buram Fırat kokan bu oda Ona aitti.
Üzerimdeki uykulu halden kurtulmak için bir süre öylece otururken neden salondan buraya getirildiğimi sorguluyordum. Büyük ihtimalle beni buraya Fırat getirmişti. Hayal meyal biri tarafından kucaklandığımı ve alnımla boynuma kondurulan öpücükleri hatırlıyordum. Dudaklarımda hafif bir tebessüm oluşmuştu.
Yataktan kalkmak istediğimde önümü görebilmek adına, yatağın yanındaki komidinin üzerinde duran abajurun tuşunu, karanlıkta el yordamıyla bulup ışığı açmıştım. Abajurdan yayılan sarı ışığın loş bir hava verdiği odaya siyah ve beyaz rengin hâkim olduğunu görmüştüm.
Odada siyah , aynalı büyük bir gardırop, kulpları beyaz geri kalanı siyah olan bir konsol, siyah başlıklı çift kişilik bir yatak bulunuyordu.
Odayı incelemeyi bırakıp önüme döndüğümde ayaklarımı yavaşça yataktan aşağı sarkıtmıştım. Uzun saçlarımın bir kısmı omuzumdan aşağı dökülürken bir kısmı da üzerimdeki ince askılı siyah cropun açıkta bıraktığı belime değiyor ve ürpermeme sebep oluyordu.
Derin bir nefes alıp ayağa kalkmak için yataktan destek alırken odanın kapısı yavaşça açılmıştı. Gözlerim kapıyı bulurken Fırat'ı görmüştüm. Uyandığımı gören Fırat ise ,
- Hazan, diyerek içeriye girdi. Bende yataktan kalkmıştım ki Fırat beni belimden tutup "Napıyorsun sen?" Demişti azarlar bir tonda. Ve beni yatağa geri oturturken kendiside yanıma oturmuştu.
- İçeriye gelecektim , dedim usulca.
Fırat ise yüzüme dökülen saçlarımı omuzumdan geriye atarken,
- Seslenseydin ya bana Hazan. Niye kendi kendine kalkmaya çalışıyorsun? Ya düşseydin ya birşey olsaydı, demişti. Sesi hâlâ azarlar bir tondaydı ve hafif bir endişe vardı. Ama bende çocuk değildim.
Gözlerim Fırat'ın yüzünü bulurken,
- Ne düşmesi Fırat, çocuk muyum ben? Dedim .
Fırat ise yüzüme derin derin bakmış ve bir elini bacağımın altından geçirip bir kolunuda belime dolarken beni yavaşça kucağına alıp otuturmuştu. Çok hızlı ve nazik gerçekleşen bu durum beni afallatırken şuan Fırat'ın kucağında yan bir şekilde oturuyordum.
Buz yutmuş gibi öylece kalırken Fırat bir eli belimi okşarken diğer eli de yanağımdayken yüzümü kendine doğru çekip sıkıca öpmüştü. Benimde bir elim Fırat'ın geniş ve kaslı omuzundaydı. Fırat beni öptükten sonra alnını şakağıma dayarken kulağıma doğru,
- Çocuk değilsin ama yavrumsun benim, demişti fısıldar gibi çıkan erkeksi sesiyle. Etli dudakları konuşurken yanağıma sürtünmüştü hafifçe. İçim bir garip olurken derin bir nefes alıp yutkundum.
Fırat ise yüzümdeki eliyle yanağımı okşarken kokumu çekmişti derince içine ve,
- İyi misin? Diye sormuştu.
Başımı salladım usulca.
Fırat ise ,
- Sesini duyayım, demişti.
- İyiyim , dedim usulca.
Fırat ise,
- İyi ol , demişti dua eder gibi.
Sonrada sıkıca boynumu öpüp yüzümdeki elini çıplak omuzumdan kolumu okşayarak elime indirmişti. Kucağımdaki elimi tutup kalbinin üzerine koyarken derince bir nefes aldı öptüğü boynumdan ve,
- Feyzullah gelecek , dedi. "Seni ziyaret etmek için."
Fırat'ın teması ile ürperirken elimin altında hızla atan kalp ritimlerini hissedebiliyordum.
- Gelsin, dedim omuz silkerek.
Fırat ise başını boynumdan kaldırıp yüzüme bakarken bende ona dönmüştüm.
Fırat yüzümü izlerken kalbinin üzerindeki elimi tutan eliyle yüzüme dökülen saçlarımı geriye doğru ittirmiş ve,
- Gelsin, gelsin de ,derken üstümdeki kıyafeti süzmüş gözleri açıkta kalan gerdanımda biraz oyalanmıştı. Sonrada " seni böyle karşısına çıkaramam" demişti.
Bende gözlerimi Fırat'ın yüzünden çekip kendimi süzmüştüm. Üzerimdeki croptu sanırım sorun. Fırat'ın fazla kıskanç olduğunu düşündüm. Ayrıca Feyzullah bana ya da herhangi bir kadına o gözle bakacak biri değildi. Kaşlarım hafiften çatılırken,
- Beni Feyzullah'tan mı kıskanıyorsun Fırat? Diye sordum. Ve ekledim. " O öyle biri değil."
Fırat'ın beni kıskanması elbette hoşuma gidiyordu ama gereksiz kıskançlıklar bizi yıpratabilirdi.
Fırat derin bir nefes alırken çatılan kaşlarımın ortasını öpüp göz göze gelmemizi sağlayıp,
- Biliyorum. Ama ben seni yeri geliyor kendi gözümden bile sakınıyorum. Benim sana olan kıskançlığımın kimin nasıl biri olduğuyla bir ilgisi yok , demişti.
Bu sözlerinin üzerine birşey söylememiş gözlerimi kaçırmıştım. Yanaklarımda al al olmuştu muhtemelen. Neyse ki odada sadece abajurun yaydığı loş sarı ışık vardı ve Fırat'ın kızaran yanaklarımı görmesini engelliyordu.
Fırat ise yüzümde hissettiğim derin bakışlarıyla yüzlerimizin arasında olan bir iki santimlik mesafeyi kapatıp dudaklarını dudağımın kenarına bastırıp öperken,
- Çok seviyorum seni, dedi buğulu sesiyle.
İçimden yine Fırat'a karşı birşeyler taşarken kalbinin üzerinde olan elimi boynuna doğru çıkarıp sarıldım ona. Fırat'ta kollarını yarama dikkat ederek belime dolarken,
- Bende seni çok seviyorum, dedim usulca.
Fırat omzumu öptüğünde gerilen dudaklarını tenimde hissetmiştim. Bir süre öyle kaldıktan sonra kendimi Fırat'tan geri çekip,
- İçeri mi geçsek artık? Dedim.
Fırat ise alnını alnıma dayayıp,
- Geçelim. Seni yemek için uyandırmaya gelmiştim zaten. Ciğer aldım sana, dediğinde hafifçe yüzümü buruşturdum. Oldum olası ciğer sevmezdim. Antep'te sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi olmasına rağmen bana pek hitap etmiyordu.
Fırat alnını alnımdan ayırıp,
- Ne öyle buruşturdun yüzünü? Diye sormuştu.
- Ben ciğer sevmem ki , dediğimde Fırat'ın dudağı sola doğru kıvrılmış ve,
- Sevmeyeceksin zaten yiyeceksin, demişti. Dalga geçiyordu benimle.
Gözlerimi devirip,
- Çok komik Fırat, dedim.
Fırat ise yüzüme bir süre derin derin bakıp,
- Sevsen de sevmesen de yiyeceksin. Bir an önce iyileşmen lazım, dedi ve kucağında ben varken oturduğu yerden doğruldu.
Şaşkın bir halde ,
- Fırat Napıyorsun? Beni içeriye kucağında götürmeyeceksin dimi? Demiştim.
Fırat ise odanın ışığını açıp gardrobun önüne doğru ilerlerken,
- Tam olarak öyle yapacağım ama önce üstüne birşey almamız lazım, dedi.
Fırat beni her saniye şoktan şoka sokuyordu. Onun kıyafetlerini mi giyecektim?
Fırat bacaklarımın altından geçirdiği eliyle dolabın kapağını açarken siyah rengin hâkim olduğu tişörtleri ve gömlekleri gözlerimin önüne serilmişti.
Fırat,
- Seç birini, derken ona döndüm.
- Fırat gerçekten gerek yok buna.
Fırat ise,
- Hazan seç birini, demişti. İtiraz istemiyordu. Yorma , yokuşa sürme diyordu. Derin bir nefes alıp elime ilk gelen tişörtü almış ve dolabın sürgülü kapağını geri kapatmıştım.
Fırat ise yanağımı öpmüş ve beni yatağın üzerine yavaşça bırakırken elimdeki tişörtü almıştı. O mu giydirecekti?
- Kendim giyebilirim.
Fırat derin bir nefes alıp verirken elini bacaklarımın iki yanına koyup önüme çökmüştü. Hafiften çatılan kaşlarıyla yüzüme bakarken,
- Sen böyle her şeye itiraz mı edeceksin? Demişti.
İtiraz etmiyordum yani ediyordum ama kendim yapabileceğim şeyleri Fırat'ın yapmasından rahatsız olduğum içindi. Yük oluyormuşum gibi hissettiriyordu. Ne zaman hasta olsam kendime kendim bakardım. Alışık değildim böyle ilgi görmeye.
- İtiraz etmiyorum. Kendim yapabileceğim şeyleri senin yapmandan rahatsız oluyorum sadece. Yük oluyormuşum gibi hissettiriyor.
Fırat'ın kaşları iyice çatılırken hafif sertleşen sesiyle,
- Saçma sapan konuşma Hazan. Ne yükü ne biçim laf o öyle? Ben senin için değil seni dünyayı sırtımda taşısam gocunmam. Ne yükünden bahsediyorsun sen? Demişti.
Fırat'ın bu sözleri içimi sıcacık ederken gözlerim yanmaya başlamıştı. Başımı önüme eğip gözlerimi kırpıştırdım. O kadar uzun zaman olmuştu ki biri tarafından böyle sevilmeyeli şimdi tüm sevgi kırıntılarına doluyordu gözlerim.
Fırat ise önüme eğdiğim başımı öperken,
- Ölürüm kızım ben sana , demişti.
Bende önüme çöktüğü halde bile neredeyse benimle yüz yüze olan Fırat'ın boynuna kollarımı dolamıştım. Fırat'ın kolları da benim belimi sardığında Fırat görmese de gülümsedim burukça. Tüm sevgisizliğimin mükâfatıydı Fırat'ın bu sevgisi belki de.
Fırat koklayarak boynumu sıkıca öperken kendimi geri çektim. Fırat'la yüz yüze geldiğimizde elleri açık olan bel oyuğumu okşuyordu. Sonrada derin bir nefes alıp çöktüğü yerden yatağın üzerine bıraktığı tişörtü eline alarak başımdan geçirdi. Bende kollarımı tişörtten dikkatlice geçirirken Fırat'ın gözleri sargıya kaymıştı. Gözlerinde bir acı kendini gösterirken ,
- Acıyor mu? Diye sordu. Tişörtü tam olarak aşağı indirmediğinden hâlâ gözlerinin önünde olan sargıya bakarken.
Sesindeki tını yüreğimi burkmuştu. Sanki "acıyor" desem oturup ağlayacakmış gibiydi. Öyle kıyamıyor, öyle seviyordu beni. Hissedebiliyordum.
- Acımıyor, dedim usulca. Çünkü acımıyordu.
Fırat ise tek dizini yere koyup başını karnıma doğru yönlendirirken yaramın üstüyle göğsümün altı arasındaki tenimi öptü. Bu öpücük ürpermeme ve vücudumun kasılmasına sebep olmuştu.
Fırat oraya küçük küçük bir kaç öpücük daha konduruken derin bir nefes aldım. Fırat'ta derin bir nefes alırken,
- Acımasın, dedi fısıldar gibi. " Kıyamam"
Sonrada yüz yüze gelmemizi sağlarken tişörtü aşağı çekip düzeltti. Tişört bana elbise gibi olurken içinde kaybolmuştum. Umursamadım. Fırat ise gözlerime bakıp önce alnımı, yanaklarımı ve sonrada boynumun iki tarafını da öperken,
- Fırat gidelim artık, dedim.
Fırat derin bir nefes aldığı boynumdan uzaklaşırken başını sallayıp,
- Gidelim, diyerek çöktüğü yerden doğrulup beni kucağına aldı.
Bu durum beni fazlasıyla rahatsız etse de susmayı tercih ettim ki konuşsamda bir işi yaramıyordu.
Fırat odanın kapısının önüne geldiğinde kapıyı açmış ve ışığı kapatmıştım. Odadan çıkarken Fırat beni bir kez daha yanağımdan ve boynumda öperken bu beklenmedik öpücükler kalbimi hızlandırmıştı.
Salona geçtiğimizde Canan teyze ve Bahar sofraya son dokunuşları yaparken Elif'te oyuncaklarıyla oynuyordu. Fırat beni yemek masasındaki sandalyelerden birine oturturttuğunda kendiside yanıma oturmuştu. Canan teyze ve Bahar'ın imalı ve bu halimizden memmnun olan gülüşleri beni utandırırken bugün daha ne kadar utanabileceğimi düşündüm.
O sırada kapı çalmış Bahar ise kapıya bakmaya gitmişti. Bahar geri döndüğünde yanında Harun vardı. Feyzullah'ın çaya geleceğini düşündüm o an.
Bir süre sonra herkes sofraya oturduğunda çorbalar içilmeye başlamıştı. Ortada öyle havadan sudan sohbetler dönüyordu. Sıradan olmanın tatlı huzuru vardı. Telaşsız, karmaşasız. Hafif bir tebessüm herkesin yüzünde. Kalabalık ama sade bir sofra.
Kalabalık sofraları seviyordum . Antep'te bazen çiftliğin bahçesine uzunca bir masa kurulur ve tüm aşiret o masanın etrafına doluşurduk. İstanbul'a döndüğümüzde ise o kalabalık sofraların yerini sek bir yalnızlık alırdı. Babam ,ben ve Ali olurduk bazen. Babam öldükten sonrada ben ve Ali. En sonda bir ben kalmıştım. Ben bir de yalnızlığım.
İnsan nedendir bilmem mecbur kaldığı şeyleri bir yerden sonra sevmek zorunda da kalıyordu. Bende sevmiştim o yalnızlığı. Çok zor olmuştu ama. Kaç kez ağzıma attığım lokmanın boğazımda düğümlenip beni hıçkıra hıçkıra ağlattığını biliyorum. Kaç kez önüme koyduğum yemeği yiyemediğimi.
Şimdi ise güzel bir ailenin sofrasındaydım. Annem benim için"ölürse ölsün " derken bu insanlar üzerime titriyordu. Beni çok sevdiğine inandığım bir adam vardı yanımda. Ve birde "ama"larım.
Bir yerde okumuştum " ailesinden yarası olan insanlar asla mutlu olmazlar. İster onları çok seven birileri olsun yanlarında , ister istedikleri aşkı bulsunlar,isterse hayal ettikleri herşeye kavuşsunlar. Aileleri hep içlerinde bir ukte olarak kalır" diyordu.
Doğruydu galiba. Böylesine basit ve benim için güzel olan bir anı bile kendi ailemle kıyaslayıp kendimi üzüyordum. Bir set vardı sanki kafamın içinde mutlulukla aramda. Mutluyken bile buna inanmıyor ya da çok uzun süreceğini düşünmüyordum. Ve bu beni korkutuyordu.
Çünkü hislerimde çok nadir yanılırdım...
Derin bir nefes aldığımda Fırat'ın,
- Hazan, diyerek bana seslenişiyle kendime gelmiştim. Kafamın içinde kaybolurken önümdeki çorbayı öylece karıştırdığımı yeni fark ediyordum.
Başımı önümden kaldırıp önce Fırat'a sonrada diğerlerine bakıp,
- Dalmışım. Kusura bakmayın, dedim.
Canan teyze,
- İyi misin kızım? Diye sorarken,
- İyiyim, dedim tebessüm ederek.
Fırat ise öylece çatık kaşlarıyla yüzüme bakıyordu.
Önüme dönüp çorbayı içmeye devam ettim. Yaralı olduğumdan sanırım üzerime fazla düşüyorlardı.
*****
Çorbalar içildikten sonra Fırat'ın isteği üzerine ciğerle büyük bir savaş vermiştim. Neyse ki galip gelmeyi başarmış , sofradan kusmadan ayrılabilmiştim.
Şimdide Bahar mutfakta çay yaparken biz oturma odasında oturuyorduk. Bahar'a yardım etmek istesem de Fırat izin vermemişti. Harun'da benim yerime eşine yardıma gittiğinde bu şekilde oturup durmaktan sıkılmıştım.
Oturduğum tekli koltukta elimdeki telefona bakarken Fatma teyzeyle mesajlaşmıştım. Benim için çok endişelendiğini ve üç gün boyunca bana ulaşamayınca çok korktuğunu söylemişti. Ablamında evine gittiğini, "kal "diye ısrar etmesine rağmen kalmadığını, üç gündür anneme uğramadığınıda sözlerine eklediğinde annemi sormuştum. Fatma teyze de annemin içki almak ve arkadaşlarıyla kumar oynamak dışında evden çıkmadığını söylemişti.
Annem günlük hayatına devam ediyordu anlaşılan. Derince içimi çektim sadece. Belki biraz üzüldüm, ufaktan kırıldım. Mutamadiyen annem tarafından umursanmadığımdan bu duruma hemen alıştım.
Fatma teyzeyle vedalaşıp telefonu bir kenara koyduğumda karşımdaki koltukta oturan Fırat'la göz göze gelmiştim. Bana sorgulayıcı bakan gözlerine eşlik eden çatık kaşlarıyla birkaç saniye yüzümü tarayıp "hayırdır" der gibi göz kırptı.
Omuz silktim. Birşey yoktu. En azından Fırat'a anlatacak birşeyim yoktu. Fırat ise başını aheste aheste "konuşacağız" der gibi aşağı yukarı sallarken gözlerimi ondan kaçırdım. Ve fark ettim ki konuşacak ne çok şeyimiz birikmişti.
Fırat gözlerini üzerimden asla çekmezken yan tarafımda duran masanın üzerine bıraktığım telefonum titremişti. Telefonu elime aldığımda Cihan abiden bir mesaj vardı;
"Hazan bizimle neden hâlâ iletişime geçmedin? Ortalık fena karıştı. Bize ulaşmak için müsait değilsen en azından başsavcıya ulaş."
Derin bir nefes alıp bir süre öylece mesaja baktım. Neler oluyordu? Büyük ihtimalle Baran cezaevine sevk edilirken kaçırılmıştı. Binbaşı Kenan Karadağlı'da askeriyedeki delilleri yok etmiş olabilirdi. O an başka bir ihtimal daha düştü aklıma; adliyedeki odamda bulunan belgeler ve savcı Hakan Çınar.
Adliyede elini kolunu sallayarak odama girmiş olabilir miydi? Girse bile odamdaki kameraya yakalanmış olacağından bunu hemen anlayabilirdim. Ancak belgeleri alıp yok ettiyse ya da başlarındaki şerefsiz her kimse onun eline ulaştırdıysa işim çok zor olabilirdi. Neyse ki bir akıllılık yapıp belgeleri bir flaş belleğe kopyaladığımdan Hakan Çınar benim için büyük bir tehlike değildi. Tabii şimdilik.
Binbaşıdan sonra sıra ona da gelecekti.
Zihnim bunlarla meşgulken şuan odamdaki kameraya burada bağlanamayacağımı biliyordum. Çünkü Fırat tarafından çok dikkat çekiyordum. Cihan abiye onu onaylayan bir mesaj attım. İşim gereği başsavcıyla iletişime geçmem dikkat çekecek birşey değildi. Bunu yapabilirdim.
O sırada evin kapısı çalmıştı. Feyzullah gelmiş olmalıydı. Başımı telefondan kaldırdığımda yine ve yeniden Fırat'ın çatık kaşlarıyla karşı karşıyaydım. Fırat sert bir nefesi alıp verirken kapıyı açmak için olsa gerek oturduğu yerden kalkmıştı.
O an daha iyi anladım ki bu ilişkinin gittiği yere kadar Fırat'a birçok kez yalan söylemek zorunda kalacaktım. Sırlarım aramızda tahmin ettiğimden daha büyük sorunlara neden olacaktı. Belki de Oğuz haklıydı; yürütemeyecektik. Korkuyordum. Fırat'ı kaybetmekten de işimi layıkıyla yapamamaktan da. Ama şunu biliyordum; Fırat'la vatanım arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığımda vatanımı seçecektim. Ki ben bu seçimi dört yıl önce zaten yapmıştım. Annem , babam , kardeşim ,eşim, dostum değildi esas olan vatanımdı.
Fırat ve Feyzullah beraber salona girerken oturduğum yerden doğruldum. Fırat bana sert bakışlar atarken umursamadım.
Feyzullah ise karşıma geçip elini uzatırken,
- Geçmiş olsun savcım. Çok korkuttunuz bizi, demişti. Bende Feyzullah'ın bana uzatılan elini sıkıp,
- Teşekkür ederim, dedim.
Feyzullah,
- İyi gördüm sizi savcım, derken tebessüm ettim sadece.
Fırat , Feyzullah'a oturması için bir yer gösterirken bende kalktığım yere geri oturmuştum. O sırada Bahar ve Harun ellerinde çay tepsisi ve ikramlıklarla içeriye girerken Elif uyumuş olacak ki Canan teyze de gelmişti. Feyzullah'a "hoşgeldin" diyen Canan teyze koltuklardan birine otururken Bahar'lar da çayları ve ikramlıkları servis edip oturmuşlardı.
Ortamda "nasılsın, iyi misin?" Gibi sohbetler dönerken başsavcıyla konuşmak için buradan nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Öylece kalkıp gitsem Fırat kesin peşimden gelirdi. "Hadi ben gidiyorum" desem "nereye?" Diye sorulurdu. Özel durumları kullansam "Bahar'da seninle gelsin" diyebilirlerdi.
Elimdeki çaydan bir yudum aldığımda içten içe gerilsemde dışarıdan sakin görünüyordum. Fakat Fırat etrafta kimin olduğunu umursamadan öylece beni izliyordu. Birşeyler olduğunun farkındaydı. Ve umarım bana birşey sormazdı.
Fırat'a asla gözlerimi değdirmiyordum. Şuan az önce odada beni öpmesine, koklamasına , sarılmasına izin verdiğim adamla hiç bunları yaşamamışız ve Oğuz'un nişanından önceki Hazan'la Fırat'mışız gibi öylece duruyorduk. O bana bakıyordu bense o hariç her yere.
Hafifçe içimi çektiğimde yanımdaki koltukta oturan Bahar,
- Hazan birşey mi oldu? Diye kulağıma doğru fısıldamıştı. Başımı olumsuz anlamda salladım. Fırat bu tarafa bakıyordu ve birşey söylesem dudaklarımızı okuyabilirdi.
Bahar ise bana inanmadığından olacak ki,
- Hazan bir gel de yarana bakalım, demişti.
Herkes bize dönerken,
- Tamam, diyerek oturduğum yerden doğruldum. Bahar hemen koluma girmişti. Salondan çıktığımızda misafir odasına girmiştik.
Bahar,
- Noluyor Hazan? Abimle bir sorun mu var? Diye sordu.
- Yok, dediğimde Bahar,
- E o zaman neden abimden gözlerini kaçırıp duruyorsun? Diye sormuştu.
Kendimi kötü hissediyordum çünkü. Ve Fırat çok baskın bakıyordu. Ayrıca da herkesin içinde sevdiğim adama göz süzecek değildim. Utanırdım. Canan teyze, Feyzullah hadi Bahar neyse de Harun vardı. Zaten tüm gün yerin dibine girip girip geri çıkmıştım.
- Utanıyorum Bahar.
Bahar kırkırdarken,
- Ayh gelinimiz de pek utanıklı çıktı, derken "te Allah'ım" der gibi bende gülmüştüm.
Bahar ise,
- Neyse gelmişken bari yarana da bakalım da yalan söylemiş olmayalım, demişti.
Başımı sallayıp yatağa uzandığımda zaten bu odada olan pansuman malzemelerini eline alan Bahar yaramdaki sargıyı açmış ve yenisini yapmıştı.
Karnımı kapatıp yattığım yerden oturur pozisyona geçtim. Bahar'da pansuman malzemelerini toplamıştı. Koluma girip kalkmama yardımcı olmaya çalışırken onu durdurdum ve,
- Bahar benim bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor. Sen git ben gelirim, dedim.
Bahar ise ,
- Tamam sen konuş. Bende bir Elif'e bakayım. Sonra beraber geçeriz içeriye, demişti.
Başımı salladım. Bahar odadan çıkarken kapıyı çekmişti. Bende hemen başsavcıyı arayıp telefonun açılmasını bekledim. Telefon ikinci çalışta açılırken başsavcının,
- Alo, diyen sesi kulaklarıma doldu.
- Alo benim başsavcım. Savcı Hazan Hilal Türkoğlu, diyerek kendimi tanıttım .
Başsavcı,
- Biliyorum. Numaranız kayıtlı. Nasılsınız? Demişti.
- İyiyim savcım. Adliyedeki durum hakkında bilgi almak için sizi aramıştım.
Başsavcı derin bir nefes alırken,
- Baran Bekirhan cezaevine sevk edilirken kaçırıldı. Dört polis memurunu yaraladılar. Şehidimiz yok çok şükür. Birde Cafer Kadıoğlu'nu kaldığı koğuşun tuvaletinde ölü bulmuşlar. Cemal denilen adamın yaptığını söylüyorlar. Son olarakta savcım odanız soyuldu. TKÖ ile ilgili bütün deliller çalınmış, dedi.
Derin bir nefes alıp,
- Güvenlik kameralarından birşey çıkmadı mı? Kim yapmış? Diye sordum.
Başsavcı ise,
- Yaklaşık bir ay önce üçüncü katın kamerasında bir arıza olduğu için kameraları değiştiriyorduk. Yani odanız soyulduğunda adliyede kamera yoktu, dedi.
- Tamam savcım. Sizden birşey isteyebilir miyim?
- Tabi buyrun.
- Jandarma komutanlığına askeriye için açılan soruşturma sebebiyle askeriyeyi aramaya yarından itibaren başlayabilmeleri için benim adıma arama emri gönderebilir misiniz?
Bunu istememin sebebi Fırat'ı yarın evden uzaklaştırmaktı. Çünkü askeriye aranırken orada olması gerekiyordu ve bende Fırat evde yokken Cihan abiyle iletişime geçebilirdim.
Başsavcı,
- Tamam savcım. Hallederiz , derken,
- Sağolun. İyi akşamlar, dedim.
- İyi akşamlar savcım. Geçmiş olsun.
Başsavcıya teşekkür edip telefonu kapattım. Beni vurmak için çok iyi bir zaman seçmişlerdi. Çalınan deliller sorun değildi. Hepsini kopyalamış olmam bir yana fotografik hafızam sayesinde hepsini çok iyi hatırlıyordum. Delilleri kimin çaldığını bildiğim gibi odadaki kamera sayesinde delilim de vardı. Ama Hakan Çınar için hiçbir şey bu kadar kolay olmayacaktı. Onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacaktım.
Diğer yandan Cemal şerefsizinin neden bu kadar kolay elimize geçtiğini ve neden buraya yollandığını anlamıştım. Cemal'i yakalanan örgüt üyeleri için cezaevinde cellat olarak kullanacaklardı. Benim için sorun yoktu. Hatta işime bile gelirdi. Cafer'in ölmesi , özellikle de güvendiği insanlar tarafından öldürülmesi beni mutlu etmişti. Ona , o şerefsizlerin menfaatleri kesildiğinde ondan vazgeçeceklerini söylemiştim. İnci'nin intikamı alınmıştı.
Lakin Baran'ın kaçmış olması sorun olabilirdi. Pimi çekilmiş bir bomba misali nerede patlayacağı belli olmazdı.
Sıkıntılı bir nefes alıp verirken oturduğum yerden doğruldum. Ve odadan çıktım. Bahar'da o sırada Canan teyzeye ait olduğunu düşündüğüm odadan çıktığında,
- Bitti mi konuşman? Diye sordu.
- Bitti, dedim.
Bahar koluma girerken oturma odasına geçmiştik.
Yine herkesin gözü bize dönerken tekli koltuğa oturmuştum. Fırat'ın gözleri üzerimdeki hakimiyetine kaldığı yerden devam ederken ona dönmedim.
Hafifçe içimi çekip Bahar'ın tazelediği çayımı içmeye başladım. Biraz uğraşacaktım ama herşeyi halledecektim.
Çaylar içildikten sonra Feyzullah kalkmıştı. Bahar, Elif ve Harun'da bir alt kattaki evlerine geçerken ben , Fırat ve Canan teyze kalmıştık. Bu durum beni nedensizce huzursuz ederken Bahar'ın evimden getirdiği fırçayla dişlerimi fırçalayıp misafir odasına geçmiştim. İçtiğim ilaçlar çokça uykumu getiriyordu. Üzerimdeki Fırat'a ait olan tişörtü çıkarıp ışığı kapatırken yatağa uzandım. Gözlerim yavaştan kapanmaya başladığında uykuya dalmam çok kısa sürdü.
*****
Sabah gözlerimi Canan teyzenin saçlarımda gezen elleri ve sevecen bir ses tonuyla,
- Uyan güzel kızım, diyen sesiyle açmıştım.
Pencereden vuran ışık gözlerimi kamaştırırken Canan teyzeye,
- Günaydın, dedim hafifçe tebessüm ederken.
Canan teyze ise,
- Günaydın yavrum. Çok güzel bir kahvaltı hazırladım sana. Gel elini yüzünü yıkayalım da yiyelim, demişti benim gibi tebessüm ederken.
Yavaşça yataktan doğrulurken Canan teyze kolumu tutarak destek vermişti. Ona dönüp,
- Çok mu uyudum? Diye sordum.
Canan teyzeye kahvaltı hazırlarken yardım etmek isterdim. Muhtemelen izin vermezdi ama en azından yanında dururdum. Böyle herşeyi hazırlayıp beni uyandırması kötü hissettirmişti.
Canan teyze,
- Yok yavrum saat daha dokuz. Ben ilaç saatin geçmesin diye bu saatte hazırladım kahvaltıyı, demişti.
Yinede,
- Zahmet oldu, dedim.
Canan teyze hafiften çattığı kaşlarıyla,
- Ne zahmeti kızım. Bahar'la Fırat neyse sende osun benim için. Okur mu öyle şey? Dedi.
Gülümsedim sadece. Canan teyze de gülümserken onun desteğiyle yataktan kalkıp lavaboya gitmiş ve elimi yüzümü yıkamıştım.
Oturma odasındaki masaya geçtiğimizde çizgi film izleyen Elif'ten başka kimse yoktu evde. Bahar hastaneye Fırat'da askeriyeye gitmiş olmalıydı. Canan teyze masaya oturmama yardımcı olurken Elif'te yanıma gelip,
- Günaydın Hazan abla, demişti tatlı tatlı.
Bende ona gülümseyerek,
- Günaydın , demiştim.
Canan teyze Elif'i kucağına alıp yanındaki sandalyeye oturturken çayları doldurmuştu. Masada yok yoktu gerçekten.
Canan teyze yerine otururken,
- Ellerine sağlık Canan teyze, dedim .
Canan teyze de ,
- Afiyet olsun yavrum, derken yemeğe başlamıştık.
Canan teyze ağızına peynir atarken yüzündeki muzip gülümsemeyle,
- Fırat askeriyeye gitti , dedi.
Başımı salladım sadece.
Canan teyze ise,
- Gitmeden önce baya tembihledi beni. Aman anne yanından ayrılma, sakın yalnız bırakma, o herşeyi ben hallederim der sakın izin verme, diye sözlerine devam etti.
Fırat'ın beni böyle düşünmesi hoşuma giderken gülümsememek için dudağımı ısırdım.
Canan teyze de sözlerine,
- Çok seviyor seni. Son bir kez görmeden de çıkamadı evden, diye de eklemişti.
Bende önümdeki çayı yudumladım. Canan teyze bu utangaç hallerime gülümserken kahvaltısına dönmüştü.
Bir süre sonra kahvaltımız bitmişti. Canan teyzeye yardım etmek için fazlaca ısrar etsem de kabul etmemişti.
Bende hazır Canan teyze mutfaktayken Cihan abiyle konuşmak için misafir odasına geçtim. Telefondan Cihan abinin numarasını bulup aradığımda telefon ikinci çalışta açılmış kulaklarıma Cihan abinin,
- Hazan? Diyen sesi dolmuştu.
- Efendim abi?
- Ah kardeşim benim , iyi misin?
- İyiyim abi . Merak etme.
- Ne merakı Hazan? Öldük öldük dirildik burada sana birşey olacak diye.
O sırada arkadan Bora'nın sesi duyuldu;
- Bütün VASÖ seferberlik ilan ettik hayatta kal diye. VASÖ'ye ait kan bankalarından hastaneye tüp tüp kan mı yollamadık , gizliden hastaneye profesör doktorlar mı sokmadık, neler yaptık neler?
Gülümseyip,
- Sağolun, dedim.
Bora,
- Gerektiğinde aynı performansı senden de bekliyorum. Sana bizzat şahsım olarak üç tüp kan verdim, demişti.
O sırada Bora acıyla inlerken Gaye'nin,
- Sus artık, diyen sesini duymuştum.
Bu halleri beni gülümsetse de çok fazla vaktim yoktu.
- Abi çok fazla vaktim yok. Ne olduysa hemen anlatsan iyi olacak.
Cihan abi derin bir nefes alıp,
- Tamam abim. Aslı Kodan... TKÖ'nün elinde. İnfaz etmemişler. Bu da demek oluyor ki bizim aleyhimize kullanacaklar yani VASÖ hakkında bilgi almaya çalışıyorlar. Ne kadar dayanabilir bilmiyoruz ama o şerefsizlere bizim hakkımızda birşey anlatırsa bunun en büyük zararı sana olur Hazan. Ve...derken susmuştu.
Kaşlarım hafiften çatılırken,
- "ve" ne abi? Diye sordum.
Cihan abinin lafını Bora devir alırken,
- Ve bu konu üzerine üstlerle yapılan toplantıda çokça konuşuldu. Bu işte daha çok yenisin Hazan. Öğrenmen gereken birçok şey var. TKÖ denilen lanet olasıca örgüt çok büyük. Başa çıkıp çıkamayacağın konusunda üstlerin şüphesi var. Eğer kabul edersen zorunlu doğu görevini iptal edebileceklerini ve Şırnak'a yerine başka bir VASÖ ajanı olan bir savcıyı görevlendirebileceklerini söylediler, dedi.
Bora'nın söylediği sözler kafamın içinde yankılanırken,
- Bir kere vuruldum diye mi oldu bunlar? Diye sordum. Kalbime bir hayal kırıklığı çöreklenmiş ve bu sesime de yansımıştı.
Gaye,
- Hayır Hazan. Sen VASÖ içinde bizim içinde çok değerlisin. Sadece zarar görmeni istemiyoruz, demişti.
Hafifçe gülüp,
- Yani benim yerime sizin nazarınızda benden daha değersiz olan birini mi görevlendirecekisniz ? Peki bir insan canının değerine neye göre karar veriyorsunuz? Merak ettim, Demiştim.
Hayal kırıklığına uğramak beni her zaman agrasifleştirirdi.
Bu sefer araya Cihan abi girdi;
- Sakin ol dişi kurt. Sen kabul etmezsen kimse birşey yapamaz.
Bora'da,
- Aynen öyle Asena. Devam etmek istiyorsan edersin, diyerek Cihan abiyi desteklemişti.
Gaye ise,
- Kabul etmeyeceğini zaten biliyorduk ve bunu üstlere de bildirdik. Onlarda kabul etmemen durumunda VASÖ'nün eğittiği iki polis , iki jandarma, iki asker ve iki avukat olmak üzere iş birliği yaptığın kurumlara VASÖ ajanları yerleştireceklerini söylediler. Bu sekiz kişi senin emrinde olacak. Aynı zamanda seni ve senin korumak istediklerini de koruyacaklar, dediğinde sözü yine Bora devir almış ve,
- Bu adamlar yarın itibariyle Şırnak'ta olacaklar. Yani biz senin teklifi reddettiğini üstlere bildirir bildirmez yola çıkacaklar, dedi.
Cihan abi de,
- Hepsinin kimlik bilgilerini ve fotoğraflarını sana maille göndereceğim. Onlar seni zaten tanıyorlar, diye eklemişti.
Bora tekrar söze girerken,
- Bir diğer konuda ; Baran Bekirhan, derken,
- Kaçırıldığını biliyorum, dedim.
Gaye,
- Dahası da var , derken Cihan abi,
- Adam TKÖ militanları tarafından dört polisin elinden cezaevine giden toprak yolda kaçırılıyor. Ama işin tuhafı onu kaçıran militanların elinden de kaçıyor, demişti.
- Ne? Neden? Diye sordum şaşkınca.
Bora lafa girerken,
- Çünkü militanlar onu dağa götürecekti. Ama o adam senden intikam almak istiyormuş, dediğinde,
Gaye ,
- Hakan Çınar denilen savcının odasına yerleştirdiğin vericiden duyduğumuza göre de bunun için "Zeynep" diye bir kız varmış. Onu kullanacakmış. Savcıdan da ona yardım etmesini istiyordu. Ama nedense savcı kabul etmedi ve artık örgütün onu desteklemeyeceğini söyleyip "ne halin varsa gör" diyerek telefonu kapattı, derken Bora'nın cümlesini tamamlamıştı.
Zeynep'in adını duyduğum andan sonrasını zar zor duyarken oturduğum yataktan doğruldum. Elimi saçlarımın arasından geçirirken ,
- Ne zaman oldu bu ? Diye sordum.
Cihan abi,
- İki gün önce, dediğinde içimi bir korku kapladı. Ya Zeynep'e ya da Ayşe teyzeye birşey olduysa? Birilerinin daha benim yüzümden ölmesini kaldırabilir miydim? Onlara birşey olursa bir daha aynada kendi yüzüme bakamazdım.
Bora söze girip,
- Kısaca Asena senin için tehlike hâlâ geçmiş sayılmaz. Çok dikkatli olman gerekiyor, dedi.
Bir an önce Ayşe teyzeye ulaşmalıydım. İyi olduklarını bilmem gerekiyordu.
- Tamam . Sonra görüşürüz. İyi günler, diyerek telefonu kapattım. Ve hemen Ayşe teyzenin numarasını bulup aradım. Uzun uzun çalan telefon açılmazken her saniye kalbim sıkışıyordu. Komidinin üstünde duran astım spreyini alıp ağzıma sıkarken Ayşe teyzeyi bir kez daha aramıştım. Bu seferde telefon kapalıydı.
Kendimi bu evde öylece durabilecek gibi hissetmiyordum. Gitmeliydim. Ayşe teyzeyi ve Zeynep'i görmeli iyi olduklarını bilmeliydim. Komidinin üzerinde duran evimin anahtarını alıp odadan hızla çıkarken yaram acımıştı ama içimdeki bu korkuyla kendimi görecek halim yoktu. Dış kapıya doğru yöneldiğimde Canan teyze mutfaktan çıkmış ve ,
- Hazan nereye? Diyerek beni kolumdan tutmuştu.
Sakin tutmaya çalıştığım lakin başarılı olup olamadığımı düşünecek halde olmadığım sesimle,
- Canan teyze gitmem gerekiyor, dedim.
Canan teyze,
- Yavrum dur. Nereye gideceksin bu halde? Hem ben Fırat'a ne derim? Derken endişeliydi.
Hafifçe yutkunup,
- Canan teyze iyiyim ben birşeyim yok. Fırat'la da ben konuşurum. Ama şimdi gitmem lazım. Lütfen bırak, nolur? Dedim. Sesim sonlara doğru yalvarır gibi çıkmıştı.
Canan teyze,
- Yavrum olmaz , güzel kızım, derken derin bir nefes aldım ve,
- Canan teyze ölüm kalım meselesi. Nolur? Bak lütfen, dedim. Gözlerim dolmuştu.
Canan teyze gözlerime bakıp,
- Yavrum , dedi "yapma " der gibi.
Bende ,
- Canan teyze, dedim "lütfen " der gibi ve ekledim, "bir iki saat bile sürmeden hemen gelirim".
Canan teyzenin kolumu tutan eli yavaşça kolumu bırakırken,
- Dikkat et yavrum, dedi.
Başımı sallayıp kapıyı açtığım gibi evime gitmek için merdivenlere yöneldim. Yaram beni zorlasa da sonunda bir üst kattaki evime ulaşabilmiştim. Hızla kapıyı açıp içeriye girdim. Orta sehpanın üzerinde duran arabamın anahtarını alıp üstümü değiştirmeden uzun ceketimi giyerken evden çıkmıştım. Asansöre bindiğimde eğer bu yaptığımı öğrenirse Fırat'ın çok kızacağını düşündüm. Kızarsa haklı olarak kızacaktı. Bu yaptığım, bu halimle yanlıştı ama öylece duramazdım.
O an asansörün kapısı açılırken apartmandan çıktım. Arabanın kilidini açıp kendime dikkat ederek direksiyona geçtiğimde motoru çalıştırıp yola koyulmuştum. Gözümden bir damla yaş süzülürken zihnimden bir ses yükseldi;
Ne sanıyordun Hazan? Mutlu olacağını mı?
💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧