Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@yikim2024

****
Arabayı Ayşe teyzelerin evine doğru sürerken aklımdan binbir türlü şey geçiyordu. Onlara birşey olma ihtimali beni amansız bir korkuya iterken bir yandan da kendime kızıyordum. O Baran denilen iti o gün orada öldürmeliydim. Hata yapmıştım. Lakin artık geri dönüşüm yoktu.

Ayşe teyzenin kaldığı apartman görüş alanıma girerken binaya biraz daha yaklaşıp arabadan indim. Yağmur damlaları saçlarıma ve yüzüme düşerken karnımdaki sargıyı görmesinler diye ceketimin kemerini bağladım. İçimdeki telaşa ve korkuya rağmen temkinli adımlarla apartmanın tek basamaklı merdivenini çıkıp Ayşe teyzenin kaldığı dairenin ziline bastım. Apartmanın giriş kapısından açıldığına dair bir ses yükselirken rahatlayarak verdiğim nefes buhar olup havaya karıştı.

Kapıyı yavaşça ittirip içeriye girdim. Kapıyı ardımdan geri kapatırken karşımda duran kahverengi kapıya doğru ilerledim. Ayşe teyzeler giriş katta oturuyordu. Bunu bir önceki gelişimden hatırlayabiliyordum. Kapının önünde durduğumda elimi yumruk haline getirip peş peşe iki kez kapıya vurdum. Birkaç saniye süren lakin bana saatler sürmüş gibi gelen bir süreden sonra kapı yavaşça açıldı. Görüş alanımda tekerlekli sandalyesinde oturan Zeynep vardı. Beni görünce,
- Hazan abla! Dedi coşkuyla.
Fark etmeden tuttuğum nefesimi özgür bırakıp gülümsedim ve,
- Zeynep, dedim sevecen bir tonda çıkan sesimle.
Zeynep,
- Hoşgeldin Hazan abla, diyerek sandalyesini tekerleklerinden iterek geriye çekerken, "gelsene içeriye" demişti.
Başımı sallayıp ayağımdaki botları topuklarına basarak çıkardım. İçeriye doğru geçerken,
- Annen yok mu? Diye sordum ve Zeynep bana cevap verirken tekerlekli sandalyeyi içeriye doğru itirmeye başladım. Bu yaramı biraz acıtsada umursamadım. Zeynep'in iyi olmasının verdiği rahatlık üzerimdeydi.
Zeynep,
- Annem çarşıya kadar gitti, dedi.
Başımı sallayıp gülümsedim.

Oturma odasına geçtiğimizde ben koltuklardan birine yavaşça otururken Zeynep'te sandalyesiyle karşımdaydı. Ona tebessüm edip siyah saçlarını ve yanağını okşadım.
- İyi misin Zeynep?
- İyiyim Hazan abla , sen nasılsın?
- Seni gördüm çok daha iyi oldum.

Zeynep tebessüm ederken,
- Annen ne zaman gelir? Giderken birşey söyledi mi? Diye sordum.
Zeynep,
- "Bir iki saatte gelirim" dedi ama gideli iki buçuk saat oldu, dedi duvarda asılı duran saate bakarak.

İçime bir kurt düşerken Ayşe teyzeye birşey olup olmadığını sorguluyordum. Baran'ın derdi Zeynep'ti. Ayşe teyzeye neden birşey yapsındı ki? Yine de emin olamadım. Ayşe teyzeyi bir kez daha aradım ama telefon hâlâ kapalıydı.

Zeynep,
- Birşey mi oldu Hazan abla? Diye sordu birden.
Başımı telefondan kaldırıp ona bakarken gülümsedim ve ,
- Hayır bitanem. Birşey olmadı, dedim. Ve "tedavin nasıl gidiyor? " Diye sorarak konuyu değiştirdim.
Zeynep'in yüzünde dudaklarından gözlerine ulaşan bir gülümseme peyda olurken,
- İyi gidiyor Hazan abla. Doktor Gülsüm abla böyle giderse üç dört aya tamamen iyileşebileceğimi söyledi, dedi.
Benimde yüzümde büyük bir gülümseme oluşurken,
- Çok güzel bir haber bu, çok sevindim, dedim.
Gerçektende son zamanlarda aldığım en iyi haber olabilirdi.

O sırada evin kapısından bir anahtar çevirme sesi duyuldu. Zeynep,
- Annem geldi galiba, derken yerimden doğrulup kapıya doğru ilerledim. Görüş açımda başındaki yazması ve gri hırkasıyla sırılsıklam olmuş bir Ayşe teyze duruyordu. Elindeki pazar arabasıyla içeriye girerken kapıyı kapatmıştı. Bana doğru döndüğünde ,
- Hazan, derken hem şaşırmış hemde mutlu olmuştu. Kalbimin üzerindeki yük tamamen yok olurken,
- Ayşe teyze, diyerek sarıldım ona. O da kollarını belime doladığında derin bir nefes alıp verdim. Ondan ayrıldığımda Ayşe teyze,
- Hoşgeldin yavrum ,dedi.
- Hoşbuldum, dedim.
Ayşe teyze,
- Beni aradığında telefonu pazarda gürültüde duyamadım. Son anda yetiştim ama kapanmıştı. Sonrada şarjım bitti, diye açıklama yaptı. Başımı salladım sadece. Neyin nasıl olduğunun bir önemi yoktu. İyiydiler ya o bana yeterdi.

Ayşe teyze,
- Geç kızım içeri. Bende üstümü değiştirip bir çay koyayım, oturur içeriz, demişti.
Eve dönsem iyi olacaktı. Ayrıca yarına kadar Ayşe teyzeleri koruması için Kim Chin Mae'yle iletişime geçmeliydim. Yarında VASÖ 'nün yolladığı ajanlardan ikisini onları koruması için görevlendirirdim.

- Ben gitsem iyi olacak Ayşe teyze. Başka zaman inşallah.
Ayşe teyze,
- Olmaz kızım. Gelmişsin buraya kadar. Bir çay ikram etmeden bırakmam. Hem kıymalı börekte yaptım. Hadi otur, diyerek itiraz etmişti.
Bir bardak çay içmelik oturabilirdim belki. Kadın o kadar ısrar etmişti. Ayrıca yaralıyken araba kullanmak çok zorluyordu beni. Biraz dinlenebilirdim.
- Peki madem , diyerek az önce kalktığım yere geri oturdum . O sırada telefonum çaldı. Feyzullah arıyordu.
Aramayı cevaplayıp,
- Alo, dedim .
Feyzullah,
- İyi günler savcım. Elimize askeriye için arama emri ulaştı. Ama altında sizin imzanız yok, dedi.

Sanırım kısa süreliğine savcı değişikliği olup olmadığını merak ediyordu.
- Benim talimatımla gerçekleşen bir durum. Sorun yok ,dedim.
Feyzullah,
- Peki savcım. Rahatsız ettim, derken araya girip,
- Feyzullah, dedim.
- Efendim savcım?
- Aramaya başladınız mı?
- Evet savcım.
- Nereden başladınız?
- Birinci kattan savcım.

Birinci katta karargâh odası , bilgisayar odası ve askeriyeye ait önemli belgerlerin bulunduğu bir oda vardı. Orayı ararken başlarında olmalıydım. Bu yüzden,
- Orayı bırakın. Yatakhaneleri arayın, dedim.
Feyzullah bir süre duraksayıp,
- Emredersiniz savcım, derken ,
- Bilgisayarlara da dokunmayın, diye
ekledim.
Çünkü bilgisayarları VASÖ'nün teknoloji biriminin oluşturduğu bir kodla inceleyecektim. Bu kod bilgisayara beş yıl içinde yüklenip silinen herşeyi geri döndürebiliyordu. Bilgisayarda CD ya da bellek ile izlenen video , fotoğraf belge gibi şeyleri bilgisayarın kopyalayıcı hafızasından bulabiliyordu. Ayrıca askeriyede yüzlerce bilgisayarı teker teker incelemek uzun süreceğinden bu kod sayesinde bütün ağlara tek bir bilgisayardan bağlanıp tüm verilere daha kısa bir sürede ulaşabiliyorduk.

Yakınımdaki insanlar bu kadar büyük bir tehlike içerisindeyken TKÖ'nün bana karşı yaptığı saldırıya karşılık vermeli bunun içinse askeriyenin üzerindeki soruşturmayı elimden gelen en kısa sürede kaldırmalıydım.
Feyzullah,
- Emredersiniz savcım, derken,
- Kolay gelsin, dedim.
- Sağolun savcım.
Telefon kapandığında Zeynep'le göz göze geldik. Gülerek,
- Noldu? Diye sordum.
Zeynep,
- Bende büyüyünce savcı olacağım, dedi.
Bu sözleri beni gülümsetirken,
- Emnim çok güzel bir savcı olursun, dedim.

Zeynep'te gülümsedi. Hayal kurabilmesi beni mutlu etmişti. İyileşeceğini bilmek Zeynep'e bir yaşama hevesi vermişti ve bu ışıl ışıl parlayan gözlerinden , yüzüne gelen canlılıktan belliydi. Ve ben bu kızın hayallerine kavuşması için ömrüm boyunca elimden geldiğince yanında olacaktım. Ona zarar gelmesini canım pahasına da olsa engelleyecektim. Birçok can kaybetmiştim ama Zeynep onlardan biri olmayacaktı.

*****
Bir süre sonra Ayşe teyze elinde tepsiyle içeriye girdi. Önümdeki ahşap sehpaya tepsiyi bırakıp yanıma oturdu. Bir elini bacağımın üstüne koyup,
- Nasılsın kızım? Diye sordu.
Gülümseyip,
- İyiyim Ayşe teyze. Sen nasılsın? Dedim.
- İyiyim yavrum. Yuvarlanıp gidiyoruz.

Gülümseyip başımı salladım.
Ayşe teyze ise,
- Kızım çıkarsana ceketini. Islanmışsın. Kurusun üstün, dediğinde,
- Gerek yok, iyiyim böyle. Kalkarım zaten şimdi, dedim.
Ayşe teyze,
- Niye hemen kalkıyorsun kızım? Ateş almaya mı geldin? Diye sormuştu.
- İşlerim var Ayşe teyze. Başka zaman gelir uzun uzun otururum.
Ayşe teyze,
- Peki madem öyle olsun, dedi pes ederek.

Bende gülümseyip önümdeki çayı yudumladım. Ayşe teyzenin ısrarıyla da bir dilim börek yediğimde kalkmak için ayaklandım ve,
- Ben artık gideyim, diyerek önce Zeynep'e sarıldım. Yanaklarını öptüm. Sonra Ayşe teyzeye sarıldım. Ayşe teyze biraz daha kalmam için ısrar etse de kabul etmemiştim.

Kapıya kadar Ayşe teyze tarafından uğurlandıktan sonra yavaş adımlarla arabama doğru ilerledim. Dışarıya çıkınca yaram soğuktan olsa gerek sızlıyordu. Arabaya binip önce motoru sonrada ısıtıcıyı çalıştırıp ceketimin kemerini çözdüm. Sargıya baktığımda herhangi bir kan damlası yoktu. İyiydim.

Yola koyulmadan hemen Kim Chin Mae'yi aradım. Telefon ikinci çalışta açılırken,
- Savcı? Diyen ses kulaklarıma dolmuştu.
- Benim, dedim.
Kim Chin,
- İyi misin? Bir sorun mu var? Diye sordu. Onu bir sorun olmadığı zamanlarda aramıyordum.
- İyiyim ama bir sorun var ve yardımın gerek.
- Emredin savcım, diyen Kim Chin'nin sesi muzipti .
Gülümseyip,
- Senden birlerini korumanı istesem yapar mısın? Diye sordum.
Kim Chin bir süre sessiz kalıp,
- Yaparım. Buraya senin emirlerini yerine getirmek için gönderildim ama anlamadığım neden emrinde o kadar polis ve jandarma varken benden istiyorsun? Dedi.
- Polislik ya da jandarmalık bir durum değil. Ayrıca onlara güvenemem.

En son güvendiğimde Hacer teyze ölmüştü. Bana VASÖ'nün insan koruma kanunlarını bilen biri lazımdı.
Kim Chin,
- Anlamadım ama anladım say. Kimi koruyacağım? Dedi.
- Tanıyorsun aslında. Hani bir kızı taciz ettiği için kaçırdığımız adam varya o adam taciz ettiği kızın yani Zeynep'in peşine düştü benim yüzümden. Şimdide Zeynep'i o adamdan korumamız lazım.

Kim Chin derin bir nefes alıp ağzının içinden "şerefsiz" diye söylenirken,
- Adres ver , dedi.
- Tamam . Teşekkür ederim.

Telefonu kapattığımda hemen Kim Chin'e evin adresini gönderdim. Ve içim rahat etmediğinden Kim Chin gelene kadar beklemeye karar verdim. O sırada telefonuma bir mesaj geldi. Ablamdandı.

"Hazan ev sahibi kapıya dayandı. Parayı yollayacağını söylemiştin".

Gözlerimi sıkıca yumup bunu nasıl unuttuğum için kendime kızdım. Söz vermiştim. Nasıl unuturdum?

Ablama parayı yarım saat içerisinde yollayacağımı ve bazı sorunlar oluştuğu için bu kadar geçtiktiğini bildiren bir mesaj yolladım.

O sırada gözlerim telefonun 13.15'i gösteren saatine takıldı. Canan teyzelerin evinden çıkalı neredeyse bir buçuk saat oluyordu. Çabuk olmalıydım. En azından Canan teyzeyi arayıp haber vermeliydim. Canan teyzeyi aramak için ekranı açarken telefon kapandı. Şarjım bitmişti. Arabada şarj kablosu da yoktu. Sinirle direksiyona vurduğumda Kim Chin'nin sokağa giren arabasını gördüm. Ve selektör yapıp yerimi belli ettim. Kim Chin beni fark edip arabasından inerken bana doğru geliyordu.

Arabanın camını indirdim.
Kim Chin,
- Geçmiş olsun savcı. İyi gördüm seni, dedi.
- Sağol, diyerek Ona ne yapması gerektiğini anlatmak için konuşmaya başladım;
- Bak yarına kadar bu evin çevresinde ol. Fazla dikkat çekme. Ön ve arka cepheyi sık sık kolla. Etrafta gelip giden araçları izle. En ufak bir terslikte haber ver bana.
Kim Chin,
- Tamam savcı, derken,
- Silahın var mı? Diye sordum.
Kim Chin belindeki VASÖ'ye ait tabancayı gösterirken,
- Tamam. Burası sende , diyerek işaret parmağımla apartmanı gösterdim. Kim Chin başını sallayıp arabasına doğru ilerlerken bende arabayı çalıştırıp yola koyuldum.

Şırnak trafiğinde bir süre ilerleyip merkeze gittim. Arabayı uygun bir yere park ettiğimde topido gözündeki kartlarımdan birini alıp arabadan indim. Yolun karşısındaki ATM'ye doğru ilerlerken acele ediyordum ve bu canımı yakıyordu. Canan teyze bana ulaşamadığı an korkup Fırat'ı ararsa olacakları düşünmek bile istemiyordum. Gerçi her halükarda çok kızacaktı. Haklıydı da. Dışarıdan bakıldığında bu yaptığım sorumsuzca ve çocukça bir hareketti.

ATM'ye ulaştığımda hemen ablama 20.000 lira para gönderdim. Tek derdi kira değildi biliyordum. Bunun elektriği, suyu , doğalgazı vardı. Ve ablam alış veriş yapmayı da çok severdi. Kartta fazla para olmadığından şimdilik bu kadar gönderebilmiştim.

ATM'yi gerimde bırakıp arabama doğru ilerledim. Arabaya bindiğimde baya ıslanmıştım. Üzerimdeki ceket sargıyı korusada yaram çok sızlıyordu. Hemen ısıtıcıyı devreye sokup yola koyuldum. Arabadaki saatte baktığımda saat ikiyi geçmişti. Evle merkez arası yirmi dakikalık bir mesafeyken Canan teyzeye söylediğim saatten bir saate yakın geçtikten sonra eve varabilecektim. Bu da Fırat'ın öfkesine tutulmam için yeterli bir zamandı. Ona olanlarıda anlatamazdım. Belki bilse bana hak verir anlardı ama ben birşey anlatamadıkça herşey daha kötüye gidecek Fırat öfkeden köpürdükce köpürecekti. Fırat'ın öfkesinden korkuyordum ama asıl korktuğum benim yüzümden Canan teyzeye kızmasıydı. Buna elimden geldiğince engel olmaya çalışacaktım.

Gökyüzünü gri bulutlar kaplamıştı. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken arada bir gök gürlüyordu. Arabanın camına düşen yağmur damlaları sileceğin önünde sağa sola sürüklenirken derin bir nefes aldım. Bu gibi havalar korkuları daha da büyütür , insanları sevdikleri için endişelenmeye iterdi. Bende sevdiklerimi mutamadiyen böyle kasvetli havalarda kaybettiğimden bu havalardan biraz korkardım.

Yanan kırmızı ışıkta dururken yorulmuştum. Eve yaklaşık beş on dakika sonra varacaktım ama her geçen saniye aleyhime işliyormuş gibi hissediyordum.

Işık yeşile döndüğünde gaza bastım. Hızımı da biraz artırmıştım. Sonunda apartmanın bulunduğu mahalleye giriş yaptığımda azıcıkta olsa sakinleşmiştim. Sokağa girdiğimde apartman görüş alanımdayken beklediğim oldu. Önce Fırat'ın arabasını sonra da üzerindeki askerî üniformayla hızlı adımlarla apartmandan çıkan Fırat'ı gördüm. Nasıl telaş yapmışsa askeriyeden üniformasıyla çıkmıştı.

Fırat arabasına binmek üzereyken ben onun karşısına arabayı park etmek üzere girmiştim. Fırat ise eli arabanın kapısındayken duraksamış ve bana dönmüştü. O an gördüm yüzündeki öfkeyle ve telaşla karışık endişeli ifadesini.

Fırat tuttuğu kapıyı kırarcasına çarparken kapının sesi yağmurdan dolayı kimsenin bulunmadığı sokakta yankılandı desem yeriydi. Motoru durdurmuştum. Emniyet kemerini çözerken telefonumu ve arabanın anahtarını da elime aldım.

Fırat ise bu esnada yeri döven sert adımlarıyla bana doğru gelip kapımı açmıştı. Gözleri hızla bedenimi tararken sargılı olan yaramda biraz gezindi. Tüm bunlar birkaç saniye sürerken bu süre Fırat'ın çene kaslarını belirginleştiren , alnında ve boynundaki damarların ortaya çıkmasını sağlayan öfkesini görmeme yetmişti.
Fırat sinirle alıp verdiği nefesler havaya karışırken kolumdan tutup sert ve bariton sesiyle,
- İn , dedi. Bağırmıyordu ama bağırsa daha mı iyiydi diye düşündürüyordu. Kolumu tutuşu sesinin aksine sert değildi ve canımı yakmıyordu. Hiçbir şey söylemeden indim arabadan. Fırat kapıyı sertçe iterken kapıyı kapanmadan tutmuş ve yavaşça kapatmıştım. Başka zaman olsa bu hareketi yüzünden kızardım ona. Yine kızmıştım ama birşey söylemeye hakkım yoktu. Elimdeki anahtarla arabayı kilitledim. Fırat'ın kolumdaki eli elimi tutarken yeri döven adımlarıyla beni apartmana doğru çekiştiriyordu. Hızlı adımlarına yaram yüzünden ayak uyduramazken zar zor toparlayabildiğim sesimle,
- Fırat yavaşlar mısın lütfen? Dedim usulca.
Fırat bana döndüğü öfkeli yüzüyle üzerime doğru birkaç adım gelip beni aniden kucağına aldı. Ve ben ayaklarım yerden kesilip havalanırken hem afalladım hemde Fırat'ın kasılıp duran bedeninden ne kadar sinirli olduğunu daha iyi anladım.

Fırat'ın sert nefesleri yüzüme vurup birkaç tel saçımı havalandırırken bana bakmıyordu. Bende ona bakamıyordum. Ellerim yağmurdan dolayı ıslanmış üniformasının sardığı geniş omuzlarındayken yağmurdan dolayı ıslanmış siyah saçlarıda bu yakınlıkta yüzüme değiyordu. Burnuma Fırat'ın kokusu dolarken apartmana girip asansöre bindiğimizde Fırat dördüncü katın tuşuna basmak üzereydi ve ben,
- Fırat , diyerek onu durdurdum."Eğer tartışacaksak benim evime gidelim. Sizde Elif var korkmasın" derken de sakin bir ses tonuyla cümlemi bitirdim. Sesim "ben haksız olduğumu kabul ediyorum" der gibi usulca çıkıyordu. O an Fırat'a sesimle bile boyun eğiyordum.

Fırat anlık bir duraksasa da bana dönmeden beşinci katın tuşuna bastı. Beşinci kata ulaşan asansörden inerken cebimdeki anahtarı elime aldım. Fırat beni yavaşça yere indirip elimdeki anahtarı sert bir şekilde aldı. Anahtarı deliğe sokup çevirirken bir eli de belimdeydi. Kapıyı açıp sertçe ittiğinde kapı arkasındaki duvara çarpıp biraz yalpaladıktan sonra durmuştu. Fırat önüme eğilip botlarımı çıkarırken,
- Ben çıkarırdım, dedim. Kızgındı bana. Ama buna rağmen beni kucağında taşıyıp ayakkabılarımı çıkarıyordu. İstemiyordum. Bu Fırat'a karşı daha da ezilmeme neden oluyordu. Zaten kendimi çok kötü hissediyordum bir de Fırat bana böyle davranıyordu.

Fırat söylediğim şeyi umursamadan botumun bağcıklarını çözerken,
- Tutun bana, dedi sert ve bariton sesiyle. Dediğini yapıp geniş omuzlarına tutundum. Hem çok sinirli hemde çok yakışıklıydı. Bu halde bile etkileniyordum ondan ve bu şuan hiç akıl kârı değildi.

Ayaklarımdan çıkan botlarım Fırat tarafından sertçe bir kenara atılırken şimdilik benden çıkaramadığı sinirini eşyalardan çıkarıyordu. Ellerimi Fırat'ın omzundan hemen çekmiştim. Fırat çöktüğü yerden doğrulurken askeri üniformanın daha da heybetli gösterdiği koca bedeniyle karşımda doğruldu. Ve ben kendimi küçücük kalmış gibi hissederken içeriye doğru adımladım. Fırat'ta peşimden gelirken kapıyı sertçe kapatmıştı. Kapının kapanma sesi beynimi zonklatırken bu etki kısa sürdü.

Yavaş adımlarla köşe koltuğa doğru ilerleyip oturdum. Yaralı olduğum için çabuk kesilen gücüm arabayı kullanırken beni dermansız bırakmıştı. Fırat'ın bana kızmasını ayakta kaldırabilecek gibi değildim. Derin bir nefes çektim içime. Fırat ne derse desin susacaktım. O haklıydı ve ben haksızdım.

Peşimden gelen Fırat karşıma geçmişti. Gözlerim onu bulurken iyice çatılan kaşlarıyla beni izliyordu. Bakışlarımı ondan çekip sağa sola kaçırdım. Çok sinirliydi.

Derin bir nefes aldım .Fırat ise,
- Ne yaptığını sanıyorsun sen?! Diye sordu biraz yükselen sesiyle.

Öylece durdum. Başım yere eğik değildi ama gözlerim Fırat hariç her yerdeydi.
Bir iki saniye süren sessizlik Fırat'ın gür sesiyle tekrar bölündü.
- Bu halde evden çıkıp gitmek ne demek Hazan?!! Lan dün çıkardım seni hastaneden!! Vuruldun sen!! Öyle normal birşey mi bu?!!! Ya tekrar deneselerdi?!!! Ya düşüp kalsaydın bir yerde?!!! Birşey olsaydı sana?!!! Delirtmek mi istiyorsun sen beni?!!!

Sesi çok yüksekti. Gür ve bariton sesi kendimi kötü hissetmeme sebep olurken babasından azar işiten bir kız çocuğunun hüznü vardı sanki üstümde. Gözlerim kucağımdaki ellerime düştü. Gerginlikten fark etmeden ellerimle oynuyordum. Sırtımdan ter damlaları boşalıyordu sanki ve vücudum ısınıyordu.

Fırat öyle bana bakarken birşey söylemem gerektiğini düşündüm. Aslında susmaya karar vermiş olsam da bir özür dilemeliydim. Bu yüzden hafifçe yutkunup gözlerimi Fırat'a çevirdim. Yüzüne baktığımda hiç eksilmeyen öfkesiyle bana bakan Fırat biraz cesaretimi kırmıştı. Ama yinede,
- Özür dilerim, haklısın, diyebildim zar zor toparlayabildiğim sesimle.

Fırat ise daha da sinirlendi ve,
- Dileme!!! Dedi. "Benden özür falan dileme!!! Madem bu yaptığının hata olduğunu biliyorsun niye yapıyorsun?!!! Neden kendini özür dileyecek konuma düşünüyorsun?!!! Nasıl geldim askeriyeden biliyor musun Hazan?!!! Neler geçti aklımdan?!!!! Arıyorum telefonun kapalı!!!! Daha dün akşam dedim sana "kendini düşünmüyorsan beni düşün" diye!!! Üstüne titriyorum lan senin!!! Canın yanıyor mu diye gözlerinin içine bakıyorum?!! Sen peki?!!! Sen napıyorsun?!!! "Gidiyorum" diye aramadın bile beni!!! Diye gürlemiş sonrada yanındaki tekli koltuğa sert bir tekme indirip koltuğun gürültüyle yere düşmesine neden olmuştu.

Anlık bir irkilsemde kendimi toparladım. Ama gözlerim dolmuştu. Bana birşey olmasından bu kadar korktuğunu bilmiyordum. Gözlerimi kırpıştırırken ağlamamak için dudağımın kenarını ısırdım.

Fırat ise eliyle yüzünü sıvazladı. Sonrada,
- Hiç mi çekip giderken demedin "Fırat kızar, Fırat bana birşey olur diye endişe eder" diye?! Hiç aklına gelmedim mi?! Benim duygularımın düşüncelerimin hiç mi hükmü yok gözünde?! Dedi. Sesi eskisi kadar yüksek değildi ama kırılmıştı sanki bana. Ayrıca düşünmüştüm. "Kızar " demiştim. Ama bunu göze de alabilmiştim. Başkalarının canı benim yüzümden tehlikedeyken gözüm kendimi görmezdi. Lakin ben artık tek tabanca yaşayan Hazan değildim. Başıma birşey gelse üzülecek, benim için işini gücünü bırakıp gelecek bir adam vardı. Bunu unutmuştum sadece.

Gözlerim hızla Fırat'ı buldu. Nasıl inadırırdım onu kendime bilmiyordum ama yine de,
- Var tabi Fırat . O nasıl söz? Dedim telaşla.
Fırat gözlerimi taradı. Bakışları azıcık yumuşasada,
- O zaman nasıl gittin Hazan?! Nasıl bu kadar sorumsuzca ve çocukça davranabildin?!!! Diyerek gürlemişti.

Gözlerimi yere çevirdim. Fırat'a karşı olan sorumluluğumu bir kenara bırakıp başka insanlara karşı olan sorumluluğumun peşine gitmiştim. Hayatım boyunca bana bile ait olmayan sorumlulukları üstlenmiştim. Ben sorumsuz biri değildim. O kadar karışık bir hayata sahiptim ki bir yerde illaki sorumluluklarımdan birini yerine getiremiyordum.

Ben çocukça da davranmamıştım. Dışarıdan bakıldığında bu böyleydi. Hayatım boyunca çocuk olmam gereken yaşlarda bir büyük gibi davranmak zorunda kalmıştım. Hatta bazen çocuk gibi davranmanın ne demek olduğunu bile unuttuğum anlar olmuştu. Lakin Fırat bunları bilmiyordu. Bu yüzden bu sözlerine kırıldığımıda bilmeyecekti.

Fırat'ın bana kurduğu bu cümleleri içten içe kendime kurmuş olsam da sevdiğim adamdan duymak farklı hissettirmişti. Ağlayacağımı ve kendimi bu sefer tutamayacağımı hissederken kirpiklerimi kırpıştırıp hafifçe yutkundum. Ne kadar seversem seveyim , ne kadar sevilirsem sevileyim Fırat bana şu dünyadaki en yakın insan olsa dahi ona karşı bile güçlü durmalı ve sırlarımı korumalıydım. Kendimi öyle bir çıkmaza sokmuştum ki Cihan abi olsa " aşk zayıflıktır" derdi. Benim için bu aşk güç olamaz mıydı?

Korkuyordum. Bugün belki atlatılırdı peki ya sonrası? Fırat bu sırlarıma, çekip çekip gitmelerime ne kadar dayanabilirdi? Fırat için kendimi yendiğimi söylemiştim. Şimdi anlıyordum ki ben Fırat'a yenilmiştim. Belki de o gün Fırat'a onu sevdiğimi söylememeliydim. Belki Fırat'ı reddetmem ona verdiğim bu belirsizlikten daha az acı verirdi. Bencillik etmiştim. Olmuyorsa, bu hayat bana gülmüyorsa, en ufak birşeyde yüreğim karalar bağlıyor, tüm yollarım çıkmaza giriyorsa belki de zorlamamalıydım.

Herkesin kaderi mutluluk yazmazdı.
Şarkıda da dediği gibi belki de " benim kaderimde ayrılıklar var" dı. Ve kime bağlanırsam ayrılırdı yollar.

Derin bir nefes aldım. Fırat'ta susmuştu. Beni izliyordu muhtemelen. Bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. Gitmek istiyordum buradan. Yine kendi içime dönmüştüm. Ve bu beni üzmüştü. Yine koca dünyada yapayalnız kalmışım gibi hissetmiş ve bu his yüreğimi üşütmüştü. Çaresizdim. Bana çare olabilecek kimse de yoktu. Sevmek yetmiyordu işte.

Usulca içimi çekip,
- Bitti mi? Diye sordum. Sesimde herhangi bir terslik yoktu. Ya da ima. Öylece mahsun bir ses tonuyla sormuştum.
Fırat'tan ses gelmemişti. Bende konuşmasının bittiğini düşünüp yerimden kalktım. Normal bir hızla gözlerimi Fırat'a değdirmeden önünden geçip yatak odama doğru ilerledim. Fırat'ı gerimde bıraktığım an yaşlar gözümden birer ikişer süzülürken Fırat'ın,
- Nereye ? Diyen sert sesi duyuldu.
Adımlarımı durdurup ona dönmeden,
- Üstümü değiştireceğim, dedim. Sesim düz ve sakindi. Titrememiş ya da çatlamamış olması beni mutlu etmişti.

Fırat birşey söylemezken yürümeye devam edip odama girdim. Kapıyı arkamdan kapatıp yavaşça kilitledim. Ağlayacaktım.
Yavaşça yürüyüp yatağın üzerine oturdum. Gözümden yaşlar hızla düşerken neden bu kadar kırıldığımı anlayamıyordum. Bir yorgunluk çökmüştü omuzlarıma. Ne olacaktı benim sonum? Bugünü geçsem geçmişim bile rahat vermiyordu. Bir VASÖ ajanı olmaktan daha büyük bir sırrım vardı. Tüm dertlerim birer birer zihnime doluşurken bu gece yalnız kalmak istedim.

Dudaklarımdan küçük bir hıçkırık firar ederken avuç içimi dudaklarıma bastırdım. Bedenim ağlamaktan sarsılırken derin iç çekişlerim yaramı acıtıyordu. Diğer elimde karnımdaki sargıya giderken bir süre öylece ağladım. En dayanamadığım şeyi kendi kendime yapıyordum. Acıyordum kendime. Hem geçmişime, hem bugünüme hemde geleceğime.

Nefeslerim sıklaşırken çekmecelerden birinden astım spreyi aldım. Ağzıma birkaç kez sıkıp derince bir nefes çektim içime. Gözlerimden süzülen yaşları elimin tersiyle silerken dolabın aynasından kendimle göz göze gelmiştim. Gözlerim, burnum ve yanaklarım ağladığım için kızarnıştı. Saçlarım yağmurdan dolayı nemliydi. Yorgun duruyordum. Yorgun ve üzgün...

Yataktan kalkıp odanın içindeki banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp banyodaki çekmecelerden birinde ilk yardım çantasını buldum. Yaramda birşey olmasa da sargı epey yıpranmıştı. Odaya geçip ilk yardım çantasını yatağın üstüne bırakıp kendime temiz kıyafetler çıkardım.

Önce karnımdaki sargıyı yavaşça çıkarıp bir kenara koydum. Sonra da yaramı dezenfekte edip bandaj ve kare şeklindeki büyük beyaz yarabandıyla kapattım. Daha derli toplu durmuştu.

Yatağın üzerindeki siyah eşofman takımını giydiğimde odadan çıkmak istemiyordum. Şurada uyusam olmaz mıydı? Belki olurdu. Fırat'la konuşsam evimde kalmama izin verirdi belki .

Kurumaya yüz tutan uzun dalgalı saçlarımı omzumdan geriye atıp aynada son kez kendime baktım. Yüzümde ve üzerimde ağladığım için bir mahsunluk vardı. Derin bir nefes alıp anahtarı kapıda yavaşça çevirip kapıyı usulca araladım.

Fırat arkası bana dönük, elleri erkeksi bir şekilde belindeyken camdan dışarıya bakıyordu. Yağan yağmur damlaları cama çarparken gürleyen gök yüzü siyah bulutlara esir düşmüştü. Arada bir çakan şimşekler bir kıvılcım misali görünüp kaybolurken Fırat'ın ne düşündüğünü merak ettim. Belki de kafasında beni tartıyordu. Otuz yaşında adamdı ve benim çocukluklarımla, sorumsuzca tavırlarımla uğraşamazdı. Yorulmuştu belki de benden. Beni sevdiği için pişmandı. Benim yerime daha olgun bir kadın istiyordu belki.

İçimi çektim usulca. Aşağılık kompleksim olduğunu düşündüm bir an. Herkes benden daha iyiydi sanki Fırat için. Neden içim bu kadar çabuk kasvete boğulmuştu?

O sırada bana dönen Fırat'ı fark ettim. Beni baştan aşağı süzerken yaslandığım kapının pervazından ayrılıp elimi kapıdan çektim. Salona doğru ellerim önümde bağlı başım hafiften yere eğikken adımladım. Fırat'ta bana doğru bir kaç adım gelirken bana hâlâ sinirli olduğunu hissedebiliyordum.

Aramızda bir kaç adımlık mesafe kalırken durdum. Fırat'ta durmuştu. Gözleri benim üzerimdeydi. Öylece beni izliyordu. Ona bu kadar yakınken aynı zamanda uzak olmak içimi üşütürken gözlerimi yerden kaldırıp Fırat'ın yüzüne bakmaya çalıştım. Sinirli gözlerine eşlik eden çatık kaşları bunu zorlaştırsa da gözlerim gözlerini buldu.

Fırat ise yüzümü inceliyordu. Gözleri gözlerimde dolanıyor, dudaklarımda takılı kalıyor, bakışlarındaki öfkenin ve sevginin harladığı ateş yanaklarımı alev alev yakıyordu.

Derin bir nefes alıp gözlerimi kaçırdım. Birimizin birşey söylemesi gerekiyordu ama ben cesaret edemiyordum Fırat ise böyle bir girişimde bulunmuyordu.

Bir süre Fırat bana baktı ben ise gözlerimi kaçırdım derken bana asırlar geçmiş gibi gelen birkaç saniye Fırat'ın,
- İyi misin? Diyen sert sesiyle sona erdi.
Başımı salladım. Aramızdaki bu soğukluk canımı yaksada Fırat'a adım atacak cesaretim yoktu. Fırat ise sert bir nefesi alıp verirken kolundaki saatte baktı ve,
- Yüzüme bak, dedi hiç yumuşamayan sesiyle. Fırat'ın göğsünde olan gözlerimi yüzüne çıkartım. O ise bana doğru birkaç adım daha yaklaşırken,
- Benim askeriyeye dönmem lazım. Seni annemin yanına bırakacağım. Döndüğümde de herşeyi konuşacağız. Nereye gitti, nasıl gittin konuşacağız. Tamam? Dedi.

Başımı salladım. Kendi evimde kalmak istediğimi söylemekten vazgeçmiştim. Zaten kızgındı bana.

Fırat,
- Yürü hadi , derken ondan böyle ayrılmak istemiyordum. Bu yüzden,
- Fırat, dedim usulca.
Fırat çatık kaşlarıyla yüzüme bakmaya devam ederken aramızdaki mesafeyi kapatıp sarıldım ona. Başımı göğsüne yasladığımda Fırat'ın kalbi hızla atıyordu.
Derin bir nefes alıp,
- Özür dilerim, dedim.

Fırat'ta derin bir nefes alırken kollarını belime dolayıp bana sarıldı. Kendimi şimdi daha iyi hissediyordum. Az önce üşüyen içim şimdi sıcacık olmuştu.

Fırat'ın elleri usul usul sırtımı okşarken dudakları kulağımın arkasını öptü. Derince kokumu içine çekerken,
- Üşümüşsün, dedi. Sesi uzaktı bana. Yani kızgın olduğunu belli ediyordu hâlâ. Özür dileyişimede karşılık vermemişti.
Fırat'ın bu sözüne omuz silktim. Umrumda değildi. Bir iki saniye öylece kalsakta Fırat kollarını belimden çözüp,
- Hadi Hazan, dedi .
"Yavrum" demiyordu. Adımla hitap ediyordu bana. Bu kalbimi kırsada hak etmiştim. Bu yüzden usulca ayrıldım Fırat'tan ve onun yüzüne bakmadan kapıya doğru ilerlemeden önce koltuğun üzerine bıraktığım telefonumu aldım. Sonrada ne olur ne olmaz diye orta sehpanın üzerindeki bilgisayarımı alırken Fırat öylece beni izliyordu. Bilgisayarı Cihan abiden gelecek olan mailler için yanıma almıştım.

İşim bittiğinde kapıya doğru ilerledim. Fırat'ta peşimden gelirken ayakkabılarımı giymek için bilgisayarı girişteki konsolun üzerine bırakırken Fırat,
- Dur , dedi ve kendi siyah askeri botlarını giymeye başladı. Sonrada bana dönüp,
- Al bilgisayarını, derken sesi hiç yumuşamıyordu. Bilgisayarı elime aldığımda Fırat beni kucağına almıştı. İtiraz etmek istesem de vazgeçtim. Fırat'ın kucağındayken evin kapısını çekip kilitlemiştim. O ise merdivenleri inmeye başladığında,
- Fırat ayakkabılarımı almadık, dedim.
Fırat ise anlık bir yüzüme bakıp,
- İyi oldu. Evden çıkıp gidemezsin işte, demişti.
- Fırat, dedim " yapma" der gibi.
Fırat ise,
- Yok Fırat, dedi." Sözümü dinlemeyi öğrenene kadar yok Fırat".

Önüme dönüp dudağımı sarkıttığımda onların evinin önüne gelmiştik. Fırat kucağında ben olduğum için kapıyı çalamazken,
- Çalsana Hazan şu kapıyı, dedi.
Gözlerimi ona çevirip kara gözlerine baktım ve aklıma ilk gelen şeyi yaptım. İşaret parmağım zile giderken dudaklarımı Fırat'ın yanağına bastırdım. Onu öperken aynı anda da zile basmıştım. Dudaklarımı Fırat'ın yanağından çektiğim de Fırat derince yutkunmuştu. Bedeni de kasılırken bunu benden hiç beklemediği belliydi. Kara gözleri gözlerimi bulurken gözlerinden onca duygu geçmiş ve şimşek misali bir parıltı kendini göstermişti. Ona son kez "özür dilerim" dediğimde Canan teyze kapıyı açmıştı.

Gözlerimi Fırat'tan çekip hafif ağlamaklı çıkan sesiyle,
- Ah kızım, diyen Canan teyzeye döndüm ve gülümsedim ona "iyiyim " der gibi. Canan teyzeye de bir özür borcum vardı. "İnşallah benim yüzümden Fırat ona kızmamıştır" diye geçirdim içimden. Eğer böyle birşey olmuşsa çok üzülürdüm.

Fırat beni yavaşça evin içine indirirken kendisi içeriye girmemişti. O sırada Canan teyze bana kollarını doladığında bende ona sarıldım.
- Ayh kızım çok korktuk.
- Özür dilerim Canan teyze.

Canan teyze saçlarımı ve sırtımı sıvazlarken Fırat'ın,
- Anne biraz müsade etsene bize , diyen bariton sesi duyuldu. Canan teyze benden ayrılırken,
- Tamam oğlum, içerdeyim ben, diyerek gitmişti.

Derin bir nefes alıp ardımda kalan Fırat'a döndüğümde Fırat sinirli olduğunu gösteren çatık kaşlarına tezat derin bakışlarıyla yüzümü inceledi bir kaç saniye. Bende gözlerimi kaçırmadan kalbimden geçen tüm duyguları sek bir şekilde ona göstermek için baktığımda Fırat,
- Getir boynunu , dedi emredici sesiyle.
Anlamadığım için kaşlarım hafiften çatılırken,
- Hı? Dedim.
Fırat ise tekrarladı;
- Getir boynunu.

Ne olduğunu az çok anlarken midemde uçuşan kelebeklerle Fırat'a doğru yaklaşıp boynumu uzattım. Gülümsemek için kendimi zor tutarken alt dudağımı hafifçe ısırmıştım Fırat ise bana doğru yaklaşıp boynuma doğru eğildi ve sıkıca öptü beni. Etli ve sıcak dudaklarını boynumda hissederken kalbim hızla atmaya başlamıştı. Hafifçe yutkunduğumda Fırat geri çekildi. Yüzüme baktığında ben gözlerimi kaçırmıştım.

O ise çenemden tutup yüzüne bakmamı sağlarken,
- Hâlâ kızgınım sana, dedi. "Sakın seni öptüm diye affettim sanma. Geldiğimde konuşacağız. Tamam mı?"

Başımı salladım. Biraz olsun yumuşamıştı. Hissedebiliyordum. Onu öpmem işe yaramıştı sanki. Eğer beni böyle affedecekse onu defalarca kez öpebilirdim.

Gözlerim Fırat'ın gözlerine sevgiyle bakarken Fırat derin bir nefes alıp çenemdeki elini çekerken,
- Hadi gir içeri, dedi.
- Tamam , dedim usulca.

Fırat arkasını dönüp asansöre ilerlerken onu izliyordum. Önce asansörün tuşuna basan Fırat kapıyı kapatmadığımı fark edince geri dönüp yüzüme baktı. Gözleri yüzümün her zerresini tararken,
- Hazan hadi, dedi.

Sesi kızıyor gibi çıksa da onu böyle izlemem hoşuna gidiyordu. Bunu gözlerinden, hafifçe kıvrılmasına son anda engel olabildiği dudaklarından anlayabiliyordum. Ama bu sefer sözünü dinleyip kapıyı kapattım.

Evin içine doğru ilerlediğimde oturma odasından çıkan Canan teyzeyle göz göze gelmiştik.
Ona doğru ilerlediğimde Canan teyze,
- Geç yavrum, diyerek beni içeriye yönlendirmişti.
Koltuklardan birine yavaşça oturup,
- Canan teyze özür dilerim, dedim. " İşim biraz uzadığı için geciktim. Kusura bakma. Sizi böyle telaşlandırmaya hakkım yoktu."

Canan teyze,
- Olan oldu artık yavrum. İyisin ya? "Ölüm kalım meselesi" demiştin kötü birşey yok ya yavrum? Dedi.
- İyiyim , dedim. "Kötü birşeyde yok Canan teyze. Herşey yolunda"

Şimdilik
Canan teyze hafifçe tebessüm edip,
- İyi bari yavrum. Çok korktum sana ulaşmayınca, dediğinde onları bu kadar endişelendirdiğim için yüzüm asılmıştı.
Canan teyze ise üzgün olan yüzüme bakıp,
- Bu arada Fırat'a ben haber vermedim kızım, dedi. " Seni aramış ulaşamayınca beni aradı. Bir iki oyaladım ama anladı evde olmadığını. Yani öyle gelinini oğluna şikayet eden bir kaynana değilim. Haberin olsun"

Canan teyzenin bu sözleri beni biraz utandırırken biraz da gülümsetmişti.
Ona merak ettiğim şu soruyu sordum;
- Fırat sana benim yüzümden birşey dedi mi Canan teyze?
- Yok kızım. Ne diyecek? Bir iki "nasıl izin verirsin anne , nasıl bırakırsın?" Falan dedi de olacak o kadar. Bakma öyle sert görünürde sevdiklerine kıyamaz benim oğlum.

Gülümsedim. Fırat'ın Canan teyzeye sert çıkışmamış olması beni mutlu etmişti. Annesiydi sonuçta . Ona nasıl davranacağını en iyi Fırat bilirdi.

Canan teyzenin dediğide doğruydu; Fırat sevdiklerine kıyamıyordu. Bana o kadar kızmasına rağmen sarıldığımda bana sarılmış onu öptüğümde beni öpmüştü. Verdiği tepki beklediğimden de azdı. Ben daha çok kızar diye düşünmüştüm.

O sırada Canan teyze,
- Sana birşey dedi mi peki yavrum? Kızdı mı çok? Diye sormuştu.
- Hayır, dedim. " Fazla kızmadı. "
Canan teyze gülümseyip,
- İyi bari , derken " evden çıkarken çok sinirliydi. Seni görünce yatışmış sinirleri belli" diyerek muzip bir gülüşle son vermişti sözlerine.

Bende hafifçe gülümsedim. O an mutfaktan bir ses gelirken Canan teyze aceleyle yerinden kalkıp,
- Ayh taştı çorba, diyerek salondan çıkmıştı.

Canan teyzenin arkasından gülümserken elimdeki bilgisayar ve telefonla ayağa kalkıp kaldığım misafir odasına doğru ilerledim. Mutfaktaki Canan teyzede odaya geçtiğime dair haber vermiştim.

Odadaki prize telefonumu takarken bilgisayarı da bir köşeye bıraktım. Yatağın üzerine otururken de derin bir nefes almıştım. Canan teyzenin nereye gittiğimi sormamış olması beni rahatlatmıştı. Sanırım ailevi birşey olduğunu düşündüğü için üstelememişti. İyi de olmuştu çünkü ona ve Fırat'a ne anlatacağımı bilmiyordum. Yalan söylemek istemiyordum. Fırat'la aramız böyle kötü olsun istemiyordum. Aramıza her nasıl olursa olsun mesafe koymak, ondan birşey saklamak , onu diğer insanlar gibi kendi hayatımdan soyutlamak istemiyordum. Bana ait olan ne varsa Fırat'ın olsun onun olan ne varsa da benim olsun istiyordum.

Aşk denilen bu duyguya fazlasıyla uzak bir yaşamım vardı ama şunu anlamıştım; bu duygunun tıpkı diğer duygular gibi tek bir yaşanma şekli yoktu. Her insan bu duyguyu kendine göre farklı yaşıyordu. Ve ben bu duyguyu kaçak köçek yaşıyordum. Sırlar ve yalanlarla. Çokça da korkarak .

Lakin böyle giderse ön görebildiğim tek şey vardı; ayrılık. Her sevenin kabusu olan bu ihtimal benimde kabusumdu. Bu yüzden en kısa zamanda Cihan abiyle konuşup Fırat'a en azından alelade bir savcı olmadığımı, VASÖ denilen özel bir kuruluşun ajanı olduğumu söylemek için izin istemeyi aklıma koydum. Albay biliyordu. Fırat'ta bilebilirdi belki.

Diğer büyük sırrımı düşündüm o an. Onu söyleyemezdim. Bazen kendime bile dillendiremediğim o sır şimdilik bir köşede kalsa iyi olurdu. Fırat beni daha tanımıyordu ve daha yeni olan bu ilişki o sırrı kaldıramazdı. Fırat'ın beni gerçekten tanıması gerekiyordu. Her ne olursa olsun "Hazan yanlış birşey yapmaz " diyebilecek kadar iyi tanıması lazımdı beni.

Derin bir nefes alıp burukça gülümsedim. Birçok imtihandan geçmiştim bu hayatta. Yanılgılarımda olmuştu yenilgilerimde. Kayıplarımda olmuştu nadiren olsa da kazandıklarımda ama istiyordum ki Fırat ne yanılgım olsun ne de yenilgim. Ne kaybım olsun ne de imtihanım. Sadece sevdam olsun istiyordum. Hayatın tüm acı gerçeklerinden , hüzünlerimden, kırıklıklarımdan, bazen de sıradan bir günün yorgunluğundan bile sığınabileceğim limanım olsun istiyordum. Çok seviyordum onu. Çokta sevilmek istiyordum.

Gözlerim dolarken oturduğum yatağa uzandım. Göz kapaklarım usulca kapanırken Fırat'a bugün için gerçeği söylemeye karar verdim. Sevdiğim adama karşı dürüst olacaktım.

*****
Etrafını uzun boylu kavak ağaçlarının çevrelediği toprak bir yolda öylece duruyordum. Gökyüzünde kocaman gri bulutlar varken o toprak yolda yapayalnızdım. Kasvetli havaya eşlik eden derin sessizlikte elimde sımsıkı tuttuğum silahı fark etmem uzun sürmezken temkinli adımlarla yürümeye başladım. Üzerimde bir gerginlik , kalbimde ise derin bir korku vardı. Ne olduğunu anlamasamda kötü birşeyler olduğunu hissedebiliyordum.

Ormandan gelen baykuş sesleri ve kurt ulumaları dışında hiçbir sesin olmadığı bu yerde elimde sımsıkı tuttuğum silahla yavaşça ilerlerken bütün sessizlik iki el silah sesiyle bir anda yok olmuştu. Adımlarım bıçak gibi kesilirken kalbimin hızla attığını hissediyordum. Silah sesi ardımdan gelmişti. Lakin ben vurulmamıştım.

Olduğum yerde temkinli bir şekilde geriye dönerken etrafta kimse yoktu. Fakat yerde cansız bir şekilde yatan bir beden vardı. Elimdeki silahı iyice kavrarken o bedene doğru ilerlemeye başladım. Yaklaştıkça daha iyi görebildiğim bu cansız beden Zeynep'e aitti.

Dudaklarımın arasından "Zeynep!!!" Diye bir nida dökülürken temkinli adımlarımın yerini hızlı adımlarım almıştı.

Zeynep'in cansız bedeninin yanına vardığımda başından akan kanlar toprak zemini kırmızıya boyarken güçsüz çıkan sesimle "Zeynep" dedim tekrar. Ve gözümden süzülen yaşlarla yanına çökerken bir elim Zeynep'in saçlarına gitmişti. Ama daha dokunamadan biri tarafından sertçe itilmiş ve yere düşmüştüm. Doğrulamak için destek almaya çalıştığım ellerime küçük küçük taşlar batarken canım yanıyordu. Gözlerimden süzülen yaşlar görüş alanımı bulanıklaştırırken kapaklandığım yerden beni iteni görmek için başımı geriye doğru çevirmiştim. Karşımda bana nefretle bakan Ayşe teyze " senin yüzünden" diyordu.
Başımı sağa sola sallarken "özür dilerim" diyorum . Sesim titriyor. Sonra Ayşe teyze Zeynep'in cansız bedenini kucaklayıp giderken ben öylece arkalarından bakarak avcuma batan taşları sıkıyorum ve tekrar "özür dilerim" diyerek haykırıyorum.

Ayşe teyze bana dönmeden öylece yürürken omuzlarım sarsıla sarsıla ağlayıp başımı toprak zemine dayıyorum.

Gözlerimi hızla açarken ilk gördüğüm şey beyaz tavan ilk duyduğum seste Fırat'ın,
- Yavrum, diyen endişeli sesi olmuştu. Ardından da Fırat'ın alnımda ve elimde hissettiğim elleri bana gördüğüm herşeyin bir kabus olduğunu idrak ettirirken gözümden süzülen yaşları ve avcuma batırdığım tırnaklarımı fark etmiştim.

Tavandaki gözlerimi Fırat'a çevirdiğimde,
- Fırat, demiştim. Sesim rüyamdaki gibi titriyordu.
Fırat ise,
- Şşş yok birşey. Kabustu, burdayım ben, derken çocuğunu sakinleştirmeye çalışan bir baba gibiydi . Alnımı tutan eli yanağıma inerken gözümden yanağıma doğru süzülen bir damla yaşı baş parmağıyla silmiş ve usulca alnımı öpmüştü.

Derince bir nefes alıp Fırat geri çekilirken yattığım yerden doğrulmaya çalıştığımda Fırat çöktüğü yerden doğrulup,
- Gel yavrum, diyerek beni elimden ve belimden tutup oturur pozisyona getirmişti.
Sonrada,
- Sana su alıp geliyorum yavrum, tamam mı? Dediğinde başımı sallamıştım.

Fırat odadan çıkarken onunla aramızda olanları yeni yeni hatırlıyordum. Derince bir nefes alıp gözlerimi bulunduğum yatağın yanındaki pencereye çevirdim. Gökyüzü kararmıştı. Saat tahmini yedi sekiz olmalıydı. Eğer öyleyse dört beş saattir uyuyordum.

Gözlerimi karanlık gökyüzünden çekerken önüme dönmüştüm. Ellerime baktığımda odadaki gece lambasının aydınlığında avucumdaki tırnak izlerini gördüm. Kabusun afallatıcı etkisi üzerimdeydi. Gördüğüm herşey o kadar gerçekçiydi ki herşeyin bir kabus olması beni şuan rahatlatmıyordu.

Korkuyordum. Bu kelimeyi bugün kaç kez söylediğimi düşündüm. Belki de defalarca.

Gözümden süzülen bir damla yaşı silerken Fırat elindeki su bardağıyla odaya girmişti. Kapıyı kapatıp bana doğru gelirken gözleri üzerimdeydi. Yanıma gelip yatağa oturduğunda bardağı bana uzatmıştı.

Elime aldığım bardaktaki suyu yavaş yavaş içerken Fırat beni izliyordu. Suyu bitirdiğimde elimdeki bardağı yatağın yanındaki komidinin üzerine koydum. Önüme döndüğümde Fırat beni birden belimden tutup kucağına aldığında bacaklarım Fırat'ın iki yanındaydı. Bu pozisyonda Fırat'la yüz yüzeydim. Beni böyle kolay kaldırabilmesi şaşırmama sebep olurken şu halimizde garip hissettirmişti.

Ellerim Fırat'ın geniş omzlarındayken onun elleri ise belime dolanmıştı. Gözlerim tereddütle Fırat'ın gözlerini bulurken hafifçe yutkundum .

Fırat'ta benim gözlerime bakarken belimdeki ellerinden biri yanaklarımda kuruyan yaşlara gitmiş ve yüzümü usulca elinin tersiyle okşamıştı.
Bir kaç saniye öylece dururken içimdeki boşluğu kapatmak adına Fırat'a sarıldım. O da bana sarılırken başını boynuma gömmüştü. Elleri sırtımı ve kollarımı okşarken beni biraz daha kendine çekmişti. Dudaklarını sıkıca boynuma bastırırken genizden gelen bir sesle,
- Yavrum, dedi.

O an beni affettiğini düşündüm ve,
- Affettin mi beni? Diye sordum usulca.

Fırat ise bir eliyle boynumdaki saçlarımı geriye doğru iterken tenime temas eden parmakları tüylerimi diken diken ediyordu. Diğer eli usul usul belimi okşarken,
- Bakacağız, dedi.
Başımı Fırat'ın omuzuna yaslayıp derin bir nefes aldığımda kokusu burnuma dolmuştu. Onların evinde olduğumuzu hatırlarken bunu bu sefer umursamamış ve Fırat'a,
- Çabuk bakalım o zaman. Sen bana böyle kızgın olunca üzülüyorum ben , demiştim.

Küçük bir kız çocuğu gibiydim şuan. Ve bu halim babam öldüğünden beridir çok uzaktı bana.

Fırat ise derin bir nefes aldığı boynumu tekrar öperken saçlarımdaki elini de belime indirip sarılışını sıkılaştırmış ve,
- Ne gördün rüyanda? Diye sormuştu.

Hafifçe içimi çektiğimde anlatmak istemiyordum. O korkunç anları gözümün önüne tekrar getirmek kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu. Hem Fatma teyze hep "kötü rüyaları anlatmak iyi değildir" derdi.

Bu yüzden,
- Anlatmak istemiyorum, dedim.
Fırat ise,
- Bugün olanlarla mı ilgili? "Özür dilerim" diye sayıklayıp durdun Hazan, dedi.

Tam olarak Fırat'ın düşündüğü şeyle alakası olmasa da bugün olanlarla bir ilgisi vardı.
Derin bir nefes alıp,
- Sayılır, dedim.

Bu sefer derin bir nefes alma sırası Fırat'a geçerken Fırat,
- Yüzüme bak, dedi.

Başımı Fırat'ın omuzundan kaldırırken sesinin eskisi kadar sert olmadığını fark etmiştim. Boynuna doladığım kollarımı da çözdüğümde Fırat'la yüz yüze geldik.

Gözlerinde bir şevkat vardı bana karşı. Siniri geçmiş gibiydi. Elleri sırtımı okşamaya devam ederken,
- Nereye gittin bugün? Diye sordu. Gözleri gözlerime sorgulayıcı ve aynı zamanda da baskılayıcı bir şekilde bakarken beni sorguya çekiyordu sanki. Sesiyle bile üzerimde hâkimiyet kuruyordu.

Gözlerimi gözlerinden çekip yutkundum. Ona gerçeği söyleyeceğime dair kendi içimde bir karara varmıştım bugün. Öylede yapacaktım ama cümleleri nasıl kuracağımı bilmiyordum.

O sırada Fırat bir eliyle çenemi tutup yüzüne bakmamı sağlamış ve,
- Sakın bana yalan söylemeye kalkma Hazan. Eğer öyle birşey yaparsan anlarım, bozuşuruz, demişti.

Gerilmiştim. Gözleri gözlerime öyle baskın öyle tehditkâr bir şekilde bakıyordu ki zaten yalan söylemeyecektim ama bana bile yalan söyleyeceğimi düşündürtmüştü. Çünkü o bir askerdi. Bende bir savcıydım. En sert psikolojik eğitimleri almış bir savcı. Ama söz konusu Fırat olunca olmuyordu.

Derin bir nefes alıp tüm cesaretimi toplayarak Fırat'ın gözlerinin içine baktım nereden anlatmaya başlayacağımı düşünürken konuşmaya başladım;
- Ayşe teyzelere gittim.

Fırat'ın kaşları hafiften çatılırken anlamaya çalışıyordu.
Ve,
- Devam et, dedi.

Dilimin ucuyla hafifçe dudaklarımı nemlendirdiğimde Fırat'ın gözleri dudaklarıma düşmüş bende konuşmaya devam etmiştim.
- Aslında hikaye biraz uzun. Ayşe teyzeleri ilk buraya getirdiğim gün Ayşe teyzeyi önce kaldığı mahalleye bırakmıştım. Kaldıkları yeri derme çatma görünce onu öylece bırakıp gidemedim. Arabadan inip Ayşe teyzeyi izlerken bir evin kapısını çaldığını görmüştüm. Zeynep'i bıraktığı komşusunun eviydi. Kadın içeriye geçip Zeynep'i getirirken evden bir adam çıktı. O adam... diyerek duraksadığımda Fırat çatık kaşları ve sorgulayıcı sesiyle,
- Kim Hazan o adam? Diye sorduğunda,
- O adam... Baran'dı. Askeriyede çaycı olarak çalıştırdığınız "Mustafa " yani, dedim.
Fırat kaşları iyice çatılırken,
- Eee? Demişti "devam et" der gibi.
Bende ,
-" Eee" si Baran TKÖ militanları tarafından kaçırılmış. Sonra da o militanların elinden de kaçmış. Şimdi de benden intikam almak için Zeynep'in peşine düştü , diyerek onu cevaplandırmıştım.

Fırat'ın gözleri öfkeye bürünürken gözlerini sinirle kapatıp açmış ve dişlerini sıkarak,
- Neden?! Zeynep ne alaka? Diye sormuştu.
- Onu tutukladığım için bana bilenmiş olmalı. Zeynep konusuna da gelirsek Baran onlarla samimi olduğumu biliyor. Sonuçta onları gözünün önünde alıp kendi evime götürdüm. Ben savcıyım. Öyle elini kolunu sallayarak bana yaklaşamaz ama elinde beni ayağına getirmek için bir kozu olursa işler değişir. Ve bana ulaşması daha kolay olur.

Fırat'ın gözleri birer alev topu gibi parlarken alnındaki ve boynundaki damarlar kendini belli etmişti. Fırat bu yakınlıkta o kadar ürkütücü görünüyordu ki hafifçe yutkundum.

Fırat ise dişlerini sıkarak,
- Ve sen tüm bunları bile bile elini kolunu sallayarak çıkıp gittin bu evden öyle mi Hazan?!! Tehlikedesin ve bunu bile bile gittin öyle mi?!!! Derken seni sonlara doğru yükselmişti.

Evde Canan teyze ve Elif vardı. Ve Fırat'ın bu sesini duymamış olmaları imkansızken gözlerimi kapatıp açtım ve,
- Fırat bağırma lütfen. Canan teyzeler duyacak, dedim.
Fırat ise ,
- Kim duyarsa duysun, soruma cevap ver , demişti.

O sırada kapının ardından Canan teyzenin,
- Oğlum birşey mi oldu? Diyen sesi duyulurken gözlerimi sıkıca yumdum.
Fırat'ın sert bir şekilde alıp verdiği nefes yüzüme çarparken Fırat ,
- Yok birşey anne. Konuşuyoruz, sen Bahar'lara geç, demişti bariton bir sesle.
Canan teyze itiraz etmek ister gibi,
- Oğlum, dese de Fırat sözünü kesip,
- Dediğimi yap anne, demişti. Sesi itiraz kabul etmeyecek derecede katıydı.
Canan teyze pes etmiş bir vaziyette,
- Peki oğlum. Güzel güzel konuşun, derken muhtemelen kapıdan uzaklaşmıştı. Bir kaç saniye sonrada dış kapının açılıp kapanma sesi duyulduğunda kirpiklerimi aralayıp Fırat'ın yüzüne bakmadan kucağından kalktım. Sinirlenmiştim. Bu saatten sonra Fırat ne söylerse söylesin kavga ederdik.

Fırat kucağından kalkmama engel olmazken gözleri üzerimdeydi. Bense gitmek istiyordum buradan. Kapıya doğru döndüğümde Fırat kolumu tutmuş ve oturduğu yerden kalkarken karşıma geçip,
- Nereye?! Konuşacağız. Ben daha sorularımın cevabını almadım, demişti.
Gözlerimi gözlerine diktim. Sinirliydim. Artık ne söylerse söylesin tersine giderdim. Bu yüzden,
- Ama ben sana verebileceğim tüm cevapları verdim. Seninle konuşacak birşeyim yok, dedim. Sesim sakin ama düzdü.
Fırat'ın kaşları iyice çatılırken,
- Ne demek lan " konuşacak birşeyim yok" ? Delirtme beni Hazan! Demişti.
Gözlerim gözlerine kenetliyken,
- Ne anladıysan o, Dedim ve elindeki kolumu çekiştirip "bırak beni" diye de ekledim.
Fırat ise kolumu bırakmadığı gibi bir kolunu da belime dolayarak hareketlerimi iyice kısıtlamış ve,
- Benimle şöyle ters ters konuşma Hazan! Benim canımı sıkma!! İnsan gibi soruyoruz , insan gibi cevap ver, demişti dişlerini sıkarak.

Sinirle gülüp,
- İnsan gibi sormak bu mu oluyor?! Diye sormuştum. Ve hafiften yükselen sesimle, " Ayrıca ben seninle ters terste konuşmuyorum. Sabahtan beri suyuna gitmeye çalışıyorum. Oturdum burada sana açıklama yapıyorum. Ama sen bana bağırıyorsun. Kaldı ki sorduğun soruda çok saçma. Tehlikede olan ben değilim Zeynep! Üstüne üstlük benim yüzümden tehlikede. Aradım bugün ulaşamadım. Başlarına birşey geldi sandım çıktım gittim evden. Yine olsa yine yapardım . Pişmanda değilim. Ama yinede haklı olduğun yerler var diye susuyorum. Ama sen üstüme geliyorsun. Hadi herşeyi geçtim resmen Canan teyzeyi kovdun evden. Madem tartışmak istiyordun benim evime gitseydik. Gerek var mıydı buna?." Diyerek sözlerime son verdiğimde Fırat alev alev yanan gözleriyle öylece yüzüme bakıyor gözleriyle yüzümün her zerresini talan ediyordu sanki.

Derin bir nefes alıp gözlerimi gözlerinden çekip herhangi bir yere bakmaya başladım. Fırat'a bakmak istemiyordum. Fırat ise kolumdaki elinide belime dolayıp beni iyice kendine çekerken alnını şakağıma dayayıp,
- Tamam yavrum, sakin ol, demişti.

Sinirle hafifçe gülerken Fırat'ın ciddi olup olmadığını sorguladım. Beni bu hale getiren oydu.

Alnımı Fırat'ın alnında geriye doğru çekerken,
- Şaka mısın sen? Diye sordum sinirle. Sesim Fırat'a karşı bir yerden sonra asla yükselmezken " beni bu hale sen getirdin. Şimdi de "sakin ol" mu diyorsun? Demiştim.

Fırat ise beni iyice kendine bastırırken dudakları yanağımı bulmuştu. Tenime değen bu dudaklar çok sıcaktı ve değdiği yeri yakıyordu. Hafifçe yutkunduğumda Fırat'ın,
- Peki sen beni ne hale getirdiğinin farkında mısın yavrum? Diyen boğuk sesi kulaklarıma dolmuştu.

Ne demeye çalıştığını anlamazken sinirlenmiştim. Yanağımı Fırat'tan geri çekip,
- Ne hale getiriyormuşum ben seni? Diye sordum.
Fırat ise dudaklarını boynuma yöneltirken,
- Bir ara anlatırım yavrum, demişti.

Sinirle sert bir nefes alıp verirken,
- Peki öyle olsun , diyerek kendimi geri çekmeye çalıştım. Lakin Fırat beni kıskacına almıştı. Yarama dikkat ediyor, canımı yakmıyordu ama bana sarılışı ondan uzaklaşmamı engelleyecek kadar sıkıydı.

Kendimi birkez daha geri çekerken,
- Bırak beni, dedim.
Fırat ise,
- Bırakmam, bırakamam, dedi bastıra bastıra.
Dudakları boynumdaydı. Kolları ise belime sarılıyken benim ellerim bedenlerimizin arasında kalmıştı. Kendimi yine çekmeye çalıştığımda Fırat,
- Hazan yapma şunu. Canını acıtacaksın, demişti uyarıcı bir sesle.
- Bırak o zaman sende beni.

Fırat derin bir nefes alıp verirken kollarını belimden çözdü ve birkaç adım gerileyerek kollarını iki yana açtı. Sonra da,
- Bıraktım. Oldu mu? Ne yapacaksın şimdi? Dedi.
Fırat'ın benden ayrılmasıyla anlık bir boşluğa düşmüş gibi olsam da kendimi toparlayıp,
- Evime gideceğim, diyerek kapıya doğru yöneldim. Prizdeki telefonumu aldığımda Fırat,
- Saçmalama, dedi hafiften sertleşen sesiyle.
Onu duymazdan gelip koltuğun üzerindeki bilgisayarımı da elime almıştım. Telefonu cebime sokarken kapının kolunu aşağı doğru indirdiğimde hafiften aralanan kapı Fırat'ın üsten bastırmasıyla geri kapanmıştı. Gözlerimi sinirle kapatıp açarken,
- Çekil, dedim.
Fırat ise,
- Hazan bak deli etme beni. Geç otur şuraya. Çocukça davranıyorsun, demişti.

Sinirle ona dönüp Fırat'ın gözlerinin içine baktım ve,
- Bunu bugün ikidir söyleyip duruyorsun. Madem bu kadar çocukça davranıyorum git benden daha olgununu bul o zaman. Yol yakınken dönmüş olursun, dedim.

Sinirliydim. Dilimin söylediğini ne kalbim nede beynim onaylıyordu. En kötü huyumdu belki de bu. O kadar sabrettikten sonra öfkelendiğimde gözüm kimseyi görmüyordu. Şuan kendimi bile.

Fırat'ın kaşları iyice çatılırken diğer elini de kapıya dayayıp beni kıskacına alırken gözlerimin içine bakıp,
- Hazan ağzından çıkanı kulağın duysun. Bak çok ileri gidiyorsun, dediğinde,
- Sende bugün yeterince ileri gittin, dedim.
Asla geri adım atmıyordum. Biraz sakin olabilsem herşey çözülecek gibiydi. Ama olmuyordu.

Fırat'ın gözleri iyice koyulaşırken,
- Hazan, dedi bastıra bastıra. Uyarıyordu. "Sus" diyordu. "Dur " diyordu.
Ama ben gözlerim hâlâ Fırat'ın gözlerindeyken,
- Ne Hazan ne?! Demiştim hafiften yükselen sesimle.
Fırat'ın gözleri dudaklarımla gözlerim arasında mekik dokurken kapıdaki ellerinden biri çenemi tutmuş zaten Fırat'ın uzun boyundan dolayı yukarıya doğru kaldırdığım başımı biraz daha kaldırmış ve son kez gözlerime bakarken,
- Bana başka çare bırakmadım yavrum, diyerek dudaklarıma kapanmıştı.

💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧


     

 


  


  


Loading...
0%