Yerimi yadırgıyorum bu aralar
Ne yana dönsem uyku tutmuyor
Bülbül misaliyim bu aralar
Altın kafese koysalar yüzüm gülmüyor.
💧💧💧💧
İstanbul trafiğinde Fırat cinnet geçirirken başımı cama dayamış gözlerimi akmayan trafiğe dikmiş öylece duruyordum. Ağlamamıştım arabaya bindikten sonra. Tutmuştum kendimi. Burası yeri değil demiştim gözlerime. Bahar'lar da beni kendi halime bırakmıştı. Sormamışlardı birşey. Ama Bahar birşeyleri anlıyordu .
Elif ön koltuktan annesinin kucağından bana seslendi.
- Hazan abla.
Ona döndüm gülümseyerek
- Efendim?
- Dün akşam bana söylediğin ninni çok güzeldi. Tekrar söyler misin?
- Sen o sırada uyumuyor muydun?
- Hayır . Kokun çok güzeldi mayışmıştım sadece.
Gülümsemem genişlerken Bahar araya girdi .
- Hazan sen ninni mi söyledin? Ya of bilsem bende gelirdim. Hangi ninniyi söyledin?
Gülümsedim burukça.
- Bebeğin beşiği çamdan.
Bahar'da benim gibi gülümsedi.
- O gece... Yani beni kurtardığın gece akşam yurt kapandığı için beni kaldığın öğrenci evine götürmüştün. Uyuyamamıştım. Gözümü her kapattığım da o anı görüyordum çünkü. Daldığım uykulardan birinden sıçrayarak uyandığımda yanıma gelmiştin. Bana sarılıp o ninniyi söylediğini hatırlıyorum. Hayatımda boyunca daldığım en huzurlu uykulardan biriydi Hazan.
Bahar'ın bana dönük olmayan yüzünü görmek için dikiz aynasına bakarken Fırat'la göz göze geldim. Çatık kaşlarının arasından siyah gözleriyle çekinmeden öylece bakıyordu.
Elif'in
- E benim ninnim ne olacak ? Diye sormasıyla ona döndüm.
- Ninni işi kolay Elif ama başka zaman söylesem olur mu?
- Olur. Zaten şuan uykum yok.
Gülümsedim hafifçe. Arkadan gelen korna sesiyle Fırat'ta kornaya basıp karşılık verdi.
- Ne var amınakoyayım ne?! Sanki yol varda gitmiyoruz?!
Sinirliydi ve arkadan gelen ikinci korna sesiyle
- Bak bak hâlâ basıyor! O kornayı söküp bir tarafına sokacağım senin! Diyerek arabadan çıkmak için kapıyı açarken Canan hanım
- Oğlum dur bir sakin ol. Elif var bak korkuyor , dedi. Fırat bir Elif'e bir arkadaki arabaya bakıp ağzının içinden bir küfür mırıldandı ve elini kapıdan çekip iki eliyle direksiyonu sıktı. Alnındaki damar belirginleşmiş zaten belli olan çene kasları muhtemelen dişlerini sıkmaktan daha çok ortaya çıkmıştı. Fazlasıyla ürkütücü görünüyordu. Arkadan bir korna sesi daha duyuldu. Bana son derece normal gelen bu durum Fırat'ı çileden çıkarıyordu.
- Ya sabır , diyerek arkayı görmek için dikiz aynasından baktı ve biz tekrar göz göze geldik. Ve ben
- İsterseniz ben bir inip konuşayım, diyerek elimi kapı koluna attım ama Fırat'ın öfkeyle
- Sakın! Otur oturduğun yerde, demesiyle hafif ürksem de
- Ama , diyerek başladığım cümleyle onu ikna etmekti amacım. Fakat
- Lafımı ikiletme! Diyerek buna izin vermedi. Bu sefer kendimi tutamayıp
- Emredersiniz komutanım, dedim. Sesim ima yüklüydü. Ben senin askerin değilim der gibiydi. Dikiz aynasından gördüğüm bakışları hafif yumuşarken dudağının kenarı hafif kıvrılır gibi oldu ama çabuk toparladı. Gözlerini üzerimden çekmezken Bahar'ın kıkırdayan sesiyle gözlerimi ondan çektim.
Ne vardı yani? O bana çekinmeden istediği gibi bağırabiliyorsa bende ona çekinmeden laf sokup karşılık verebilirdim.
Bir süre sonra açılan trafikle herkes bir "oh" çekerken sonunda havaalanına varmıştık. Uçağın kalkmasına yarım saat kalmıştı. Fırat arabayı park ettiğinde arabadan indik. Bagaja yönelip bavulları çıkarmaya başladığımda Fırat gelip hiçbir şey demeden diğer bavulları indirmeye başladı. Onların bavulu falan yoktu. Sanırım bunun sebebi İstanbul'a birkaç günlüğüne gelmeleriydi. En son gitar ve sazı alıp bagajı kapatırken Fırat bavulları koymak için bir el arabası alıp gelmişti. Yanımıza doğru ilerleyen bir adamın
- Yüzbaşım, diye Fırat'a seslenmesiyle tokalaştılar. Fırat arabanın anahtarını ona teslim ederken bende adamı inceledim. Kumral , yeşil gözlü olan bu adam uzun sayılabilecek bir boya sahipken Fırat'a göre kısaydı. Fırat'ın tahmini boyu iki metre vardı zaten. Adam otuzlu yaşlarının başında gibi görünüyordu. Kirli sakalı vardı.
Fırat adama
- Sağol Kuzey, derken arkadan tanıdık bir sesin
- Hazan! Diye seslenmesiyle o tarafa döndüm. Savcılıkta samimi olduğum birkaç arkadaşımı karşımda görmek beni şaşırtırken onlara doğru ilerledim.
- Sizin ne işiniz var burada? Diye şaşkınca sorarken Gaye beni cevapladı.
- Koskoca terörle mücadele savcısı Hazan Hilal Türkoğlu'unu uğurlamak bizim için bir gururdur efendim.
Tebessüm ederek Gaye'ye sarıldım.
- Dün vedalaşmıştık . Buraya kadar yorulmasaydınız.
Söze atılan Bora
- Ben dedim bu nemrut bizi kovar gitmeyelim diye. Ama nerede? Dinleyen mi var sanki? Sabah sabah uykumdan da oldum ,dedi.
Omzuna hafifçe vurup
- Ne nemrutluğumu gördün sanki? Dedim hafif alınmış çıkarmaya çalıştığım sesimle. Çünkü Bora şaka yapıyordu. Bu sefer söze Cihan abi girdi. Ona abi diyordum çünkü adliyede hepimize abilik yapıp yardımcı olurdu.
- Sen ona bakma abicim. Konuşuyor boş boş. Biz son kez yanında olduğumuzu söylemek için geldik. Ne yapacağını zaten biliyorsun.
Başımı salladım.
- Biliyorum, dedim.
Bu sefer Bora ciddi bir sesle
- Sistemi üç gün içinde kurman gerekiyor Hazan . Tek bir hata herşeyi yerle bir eder ,dedi.
- Bunu da biliyorum.
Sözü Gaye devir alırken
- Sistem nerede ? Dedi.
- Araba da.
- Araba nerede?
- Şırnak'a doğru yola çıktı.
Başını salladı olumluca. Ve dördümüz birbirimize sarılıp sadece bizim duyacağımız bir sesle " Herşey vatan için " diye fısıldadık.
Onlardan ayrılıp beni izleyen Bahar'lara doğru ilerledim. Son kez arkamı dönüp onlara el sallarken düşündüm: evet , sırlarım vardı. Kimin yoktu ki? Ama benim uğruna herşeyi göze aldığım sırrım aynı zamanda davamdı. Hayatımda uğruna yaşamaya değer diyebileceğim tek şeydi. Ve geride bıraktıklarım veda ettiklerim , değer verdiklerim sevdiklerim dava arkadaşlarımdı.
Önüme dönüp Bahar'ların yanında durdum. Bahar
- Kim onlar ? Diye sordu.
- Adliyeden arkadaşlarım.
Anladım der gibi başını sallarken Fırat sert sesiyle
- Hadi , diyerek bizi içeriye doğru yönlendirdi. Bavullarımın olduğu arabayı o sürerken kendimi rahatsız hissediyordum. Kendi işimi başkalarına yaptırmak pek hoşuma giden birşey değildi. Ama şimdi birşey desem ne tepki vereceğini az çok tahmin ediyordum. O yüzden sessizce havaalanının içine doğru yürümeye devam ettim.
Bekleme salonunda beklerken Bahar başını omzuma koymuştu. Canan hanım kucağında Elif'i severken Fırat tek elini erkeksi bir şekilde beline koymuş tahmin ettiğim üzere çatık kaşlarıyla arkası bize dönük telefonda konuşuyordu. Bende elimdeki telefondan aracıma taktığım GPS'le daha iç Anadolu'da olan arabamı takip ediyordum. Arabam konusunda çok hassastım tıpkı babam gibi. O araba bana babamdan kalmıştı. Belki de tüm hassaslığım bundandı. Babamın dokunduğu direksiyona dokunmak, onun oturduğu koltuğa oturmak, aynı dikiz aynasından aynı yollara bakmaktı belki de mesele bilmiyorum. Babamı kaybettiğim günü anımsadım birden.
Benim gibi hayata ve insanlara karşı hep yenilen insanların doğum günleriyle bir derdi olur. Benim de vardı. Babamı kaybettiğim günle doğduğum günün aynı gün olması gibi mesela.
On dördüncü yaş günümdü. Soğuk bir 21 Mart akşamı babam iş dönüşü en sevdiğim çikolatalı pastayı alıp eve gelecekken arabasının tutmayan fireniyle kaza yapıp ölmüştü. Sonra... Sonrası bana kalan koca bir hüzün ve nefretti. Çikolatalı pastadan nefret etmiş aynı zamanda bir daha çikolatalı pasta yiyemeyeceğim için üzülmüştüm. Doğum günümden nefret etmiş aynı zamanda çocuk aklımla bir daha kimseden hediye alamayacağım için üzülmüştüm. En sevdiğim kırmızı elbisemden nefret etmiş ve yine onu bir daha giyemeyeceğim için üzülmüştüm. Babasızlıktan nefret etmiştim. Belki de nefret ettiğim sevgisizlikti. Çünkü babamdan sonra çok nadir anlarda gerçekten sevildiğimi hissetmiştim.
Derin bir nefes aldım. Dolan gözlerimi kırpıştırdım. Şırnak'a kalkan uçağın anonsu yapılırken Bahar başını omzumdan kaldırmış, Fırat bize dönüp telefonu kapatmış , Canan hanım ise Elif'le birlikte ayaklanmıştı.
Bense artık son düzlükteydim. Oturduğum yerden kalkıp Fırat'tan önce bavullarımın olduğu arabayı alıp kontrol noktasına doğru sürmeye başladım. Sıraya girdiğimizde etraftaki insanları incelemeye başladım. Kimileri mutluydu. Öğretmen , doktor ya da herhangi bir meslek dalına sahip olduklarını düşündüm. Belki bazılarının ilk görev yeriydi Şırnak. İnşallah umduklarını bulurlar dedim içimden. Artık kuruyan saçlarımı elimle geriye ittirirken benim Şırnak'ta ne bulacağım meçhuldü. Mütemadiyen aradığımı bulamazdım ama bu sefer işin kötüsü ne aradığımı da bilmiyordum. Derin bir nefesi oflar gibi koyuverdim.
Sıra bana geldiğinde bavulları verdim. Cihazın öteceğini biliyordum çünkü bavullardan birinde üç adet silah vardı. Nitekim beklediğim şey oldu.
Görevli
- Hanımefendi bavulu açar mısınız? Dedi.
Rahat bir tavırla
- Açarım, dedim. Yere çöküp bavulu açtım. Hukuk kitaplarının üzerinde duran üç adet silahla adamlar sert bir şekilde bana bakarken deri ceketimin cebinden savcı kimliğimi çıkartıp onlara gösterdim.
- Savcıyım, dedim kısaca.
Görevlilerden biri mahcup bir şekilde
- Kusura bakmayın savcım, dedi.
Hafif bir tebessümle
- Sorun değil. Görevinizi yapıyorsunuz sonuçta, dedim. Bavulu kapatıp ayaklanmıştım.
- Geçebilirsiniz savcım.
Başımı sallamakla yetindim.
~~~~~~
Hostes uyarılarını sıralarken emniyet kemerlerini taktım. Bahar'lar benim birkaç koltuk ilerimdeydi. Yanımda tahmini yirmilerinin sonunda olan bir kadın oturuyordu. Sarı saçlarına tezat kahverengi tonlarındaki gözlerine beyaz teni eşlik ediyordu. Üzerinde kahverengi ağırlıklı bir gömlek altında ise beyaz bir pantolon vardı. Bir kadına nazaran geniş olan omuzları ve güçlü olduğunu gösteren bir bedeni vardı. Boyu ise bir seksen civarıydı. Kadından yayılan mistik bir havanın yanı sıra mistik bir kokuda vardı ve bu koku beni rahatsız etmişti. Kadın onu incelememden rahatsız olmuş olacak ki bana dönmeden
- Beni incelemeniz bittiyse önünüze dönün lütfen, dedi. Bir an afallasamda gözlerimi kırpıştırıp önüme dönerken
- Ah , özür dilerim, dedim.
Bir süre sonra havalanan uçakla üzerinde uçtuğumuz bulutları izlemeye başladım. Hayatımda ilk defa uçağa biniyor olmam dışında bir sorun yoktu. Sakindim. Ama kadından yayılan koku nefesimi tıkıyordu. Alerjik astımım olduğu için keskin parfüm kokuları beni rahatsız ediyordu. Sakin kalmaya çalışarak bir süre dik durup derin nefesler almaya çalıştım. Boğuluyormuş gibi hissetmem normal mi?
Şimdi kadına rahatsız olduğumu da söyleyemezdim. Üstüne üstlük söylesem ne yapabilirdi ki? Bahar'a doğru döndüğümde kucağında Elif'le uyuduğunu gördüm. Elimi son çare astım spreyine attım. Ağzıma birkaç kez sıkarken yanımdaki kadın bana döndü.
- Astımın mı var? Dedi. Bu durumdan rahatsızlık duymuş gibi. Başımı salladım sadece. Muhtemelen uçak yüzünden olduğunu düşünmüştü ki
- Madem uçaktan korkuyorsunuz neden biniyorsunuz ki? Dedi. Bu bir soru değildi. Bana vebalıymışım gibi bakarken yine de bir insana kokusundan rahatsız olduğumu söylemenin kırıcı olduğunu düşündüm ve önüme dönüp susmakla yetindim. Bu kokudan uzaklaşamadığım için bir süre sonra yine nefesim kesilecekti bu yüzden astım ilacını elimde tutmaya devam ettim.
Bir süre sonra beklediğim oldu ve yine nefeslerim sıklaşırken astım ilacını tekrar ağzıma sıktım. Bu sırada geriye dönmüş bana bakan Fırat'la göz göze gelmiştim. Bakışlarımı yanımda "ya sabır " diyen kadına çevirirken kendimi kötü hissetmiştim. Elimde olan birşey değildi ama insanları bu şekilde rahatsız etmek beni de rahatsız ediyordu. Sonuçta insanların sıkacağı parfüme karışamazdım. Bakışlarımı kadından çekerken buraya doğru gelen Fırat'ı gördüm. Birkaç adımda yanımıza varırken bana bakıp düz ve tok olan sesiyle
- İyi misin? Dedi.
Başımı salladım sadece. Ama inanmış gibi değildi.
- Yalan söyleme. Sesi sertti. Bakışlarımı kaçırırken bana elini uzatıp itiraz istemeyen bir sesle " gel" dedi. Şaşkınca ona bakarken kadının üzerinden uzanıp elimi tuttu. Mecbur yerimden kalkarken beni lavabonun oraya doğru ilerletti. Durduğumuz da elimi elinden çektim.
- Kızarmışsın. Git yüzünü yıka, dedi.
Ellerimi yanaklarıma götürdüm. Beyaz tenli olduğum için nefessiz kaldığımda kızarıyordum. Başımı sallayıp lavaboya girdim. Yüzümü yıkayıp geri çıktığımda Fırat beni bekliyordu. Önünde durup yüzüne baktım. Çatık kaşlarıyla yüzümü incelerken
- Uçaktan mı korkuyorsun? Diye bir soru yöneltti. İlk kez uçağa binmiştim aslında ama korkmuyordum.
- Hayır , dedim.
Kaşları biraz daha çatıldı. Neden astım atağı geçirdiğimi merak ediyordu. Derin bir nefes aldım ve
- Alerjik astımım var benim yani bazı kokular astımı tetikliyor. Yanımda oturan kadının kokusu çok ağır. O yüzden böyle oldu , dedim. Çatık kaşlarıyla "anladım" dercesine başını sallayıp ilerlemem için başıyla yolu işaret etti. Ben yerime geçince bir süre sonra yanımıza gelen hostes yanımdaki kadına
- Hanımefendi lütfen şuradaki beyefendiyle yer değiştirir misiniz? Diye sordu.
Yanımdaki kadın hafif bir şaşkınlıkla
- Neden? Diye sorarken hostes
- Bir bilgim yok. Buyrun , diyerek kadına yol gösterdi. Kadın Fırat'ın yerine otururken fazlasıyla sinirli görünüyordu. Fırat'ta gelip benim yanıma oturdu. Ona şaşkınca bakarken hiçbir şey soramadım. Ama Fırat bana dönerek
- Benim parfümüm seni rahatsız ediyor mu? Diye sordu. Nane aromalı ferah bir kokusu vardı ve aksine beni rahatlatıyordu.
- Hayır, dedim kısaca ve önüme döndüm. Nedense bu yaptığı içimde bir şeyleri harekete geçirmişti. Sonra birden bir gün birini sevebilme ihtimalimin yüzde kaç olduğunu düşündüm. Yok diyemezdim ama yok denebilecek kadar azdı. Belki de az olan benim birini sevebilme ihtimalimden çok birinin beni sevebilme ihtimaliydi. Ben severdim , çok severdim hatta ama biri beni severse ya da ben birinin bana yaklaşmasına izin verirsem bu sevgi olur muydu? Çok yaralıydım ben. Ruhum ayrı , kalbim ayrı, bedenim ayrı yaralıydı. Birinden beni sevmesini beklemek " gel bana yarabandı ol " demek olmaz mıydı? Belki. Yine de mutluydum ben kendi kendimle. Şarkıda da dediği gibi "kendi sırtımı kendi kalbime dönmem ya" diyerek mütemadiyen kalbimi sevginin aşk halinden müdafaa etmeye devam edecektim.
Aramızda başka diyalog geçmezken gözlerimi kapattım. Bir süre sonra bilincim de kapanırken rüya görmeye başladım.
"Bir uçurum vardı ve ben tam olarak o uçurumun kenarında duruyordum. Arkamda birileri vardı. Gökyüzü ürkütücü bulutlarla kaplıydı. Arkamdaki insanlara döndüğümde yüzlerini göremiyordum. Bir şimşek çaktı. Kaçıp gitmek istedim ama ayaklarım bu isteğime karşılık vermiyordu. Tekrar yüzümü uçuruma döndüğümde ise birileri tarafından itildim."
Uçurumdan düşerken uyanmıştım. Bir süredir gördüğüm bu rüya kehanet gibiydi. Elim boynuma giderken Fatma teyzenin verdiği cevşeni tuttum. Ben bu hayattan birşey istemiyordum. Yeter ki hayat benden verdiklerimden daha fazlasını istemesindi.
Pilotun birazdan Şırnak'a iniş yapacağımıza dair yaptığı anonsla yerimde dikleştim. Birden yüreğim üşüdü. Derin bir nefes aldım. Heyecanlanmaktan çok uzaktı bu hissettiklerim. İtiraf edemsemde ben galiba korkuyordum. Ama neden Hazan? Neden korkuyorsun? Bu sorunun cevabı bende de yoktu.
Fırat'ın bana baktığını hissetim ama ona dönmedim. Gözlerimde ki boşluğu görsün istemedim. Kim olursa olsun o bir yabancıydı. Bahar , Canan hanım ve burada tanıyacağım herkes bana yabancıydı. Ve hep öyle kalacaklardı. Ne kadar yakınlaşırsak o kadar uzaklaşacaktık. Ben buraya kendim için değil vatanım için gelmiştim. Ne olursa olsun iyi kalpli, uysal , hep başkalarını düşünen Hazan yerine her halimle ketum bir Hazan olacaktım. Kendimi ve duygularımı görmezden gelecektim. Korku yoktu.
~~~~~~~
Bir süre sonra piste iniş yapacağımız için kemerleri takarken Bahar uyanmış şaşkın bir şekilde bu tarafa bakıyordu. Canan hanım da Bahar'a eşlik ederken yanlış birşey düşünmemelerini umdum.
Uçaktan indiğimizde bavulları konveyör bandından alırken tekrar o kadınla karşılaştım. Bana kötü bakışlarını yollamasının nedenini anlayamazken gözlerimi ondan çektim. Fırat'ın getirdiği el arabasına bavulları ve gitarımla sazımı koyarken o kadın yanımızdan geçerken bana omuz attı. Hafif sarsılırken kadına döndüm ama arkasını dönmüş gidiyordu. Fırat'ta çatık kaşlarıyla kadının arkasından bakarken bana dönüp
- İyi misin? Dedi. Başımı salladım sadece. Arabayı sürmek için Fırat elimden alırken birşey söylemedim. Zaten birazdan yollarımız ayrılacaktı.
Hep beraber havaalanından çıkarken birinin yandan kolunu omzuma dolamasıyla refleksle omuzumda ki kolu geriye doğru büküp kim olduğuna bakmadan beline dizimi geçirdim. Herşey saniyeler içerisinde gelişirken yere düşen adamın kuzenim Oğuz olduğunu fark etmemle şaşkınca
- Oğuz, dedim. Acıyla yerde belini tutmuş inlerken ters ters bana baktı. Yanına yere çöküp
- İyi misin ? Diye sordum endişeyle.
Öylece yüzüme bakıp acı çektiğini belli eden bir sesle
- Sayende çok iyiyim dayımın kızı , dedi.
Ben de sinirle
- E ben nereden bileyim senin olduğunu! Ardımda gözüm var sanki , dedim.
O sırada Fırat'ın " ayağa kalk asker " diyen sert sesi duyuldu. Oğuz şaşkınca Fırat'a bakarken " emredersiniz komutanım" diyerek zar zor ayağa kalktı ve esas duruş aldı. Fırat çatık kaşlarıyla " rahat " derken Oğuz bana yaklaşıp
- Sen Fırat komutanımı nereden tanıyorsun dayımın kızı? Dedi.
- Uzun hikaye halamın oğlu, dedim ve Bahar'lara dönüp
- Siz zaten tanışıyorsunuzdur ama kuzenim Oğuz, dedim. Herhangi bir yanlış anlaşılma istemiyordum. Bahar şaşkınca bakarken, Fırat ifadesizdi. Canan hanım " öyle mi" der gibi kaşlarını kaldırırken Fırat'ın elindeki arabayı kendime doğru çektim. Oğuz
Kulağıma doğru
- Koskoca yüzbaşıya bavulları mı taşıttın? Diye sordu. Sesi kınar gibiydi. Gözlerimi devirdim. Bahar
- E şimdi sen nerede kalacaksın ? Diye bir soru attı ortaya.
Herkes bana bakarken bu sorunun cevabını bilmiyordum. Biraz garantici bir insandım ve bu yüzden internetteki evlere güvenemediğim için buraya gelince halletmeye karar vermiştim. Önce bir otel bulurdum sonra biraz dinlenir ev arardım.
- Bilmiyorum bu gece otelde kalırım. Yarında bir yer bulurum artık , dedim.
Canan hanım
- Olur mu kızım tek başına otel köşelerinde , derken Oğuz hemen lafa atıldı.
- Aynen Hazan olmaz. Hem dedeme ne derim? Zaten bütün gün arayıp durdu. Aman Hazan' ım nerede? Geldi mi? Gelecek mi? Şırnak'ı bulurken Antep'i de bulur mu? Diye. Şimdi birde otelde kaldığını duyarsa buraya gelip kurşuna dizer beni.
Hayretle Oğuz'a bakarken
- Dedemin ne ara haberi oldu? Hadi onu geçtim sen nereden biliyorsun? Dedim. Bana bakıp sırıttı.
- Salih eniştem söyledi , dedi.
- Sende hemen dedeme yetiştirdin yani?
Övünürcesine
- İyi bir torun olmak bunu gerektirir, dedi. Yüzümü buruşturup
- Yılışık, dedim. Sonra Bahar
- E bizde kalsana Hazan, dedi.
Canan hanım da Bahar'ı desteklerken
- Gerek yok. Ben hiç rahatsızlık vermeyeyim, dedim. Canan hanım
- Aşk olsun kızım. Ne rahatsızlığı?
Bu sefer Bahar annesine destek çıktı.
- Aynen Hazan ne rahatsızlığı? Gel kal bizde. Yarında beraber sana ev bakarız.
Canan hanım lafa girdi tekrar.
- Eğer Fırat'tan çekiniyorsan o lojmanda kalır. Değil mi oğlum?
Fırat bana bakarken annesine dönmeden hiç düzelmeyen çatık kaşlarıyla
- Kalırız , dedi. Kendimi kötü hissederken
- Gerçekten çok sağolun ama gerek yok. Kimse benim yüzümden rahatsız olmasın, dedim. Fırat yanıma ilerleyip elimdeki bavulların yüklü olduğu arabayı alırken
- Kimse rahatsız olmuyor. Hadi işlerim var , dedi ve yürümeye başladı. Bahar ve Canan hanım Fırat'ın peşinden ilerlerken ben de yürümeye başladım. Oğuz kolunu omuzuma dolarken
- Aslında bana gel derdim ama bende lojmanda bir evde dört erkekle kalıyorum. Seni o kadar testesteronun içine soksam dedem tüm testesteron hormonlarımı düğüm ederdi vallaha, dedi. Ona gülerken cebimdeki telefonun çalmasıyla elimi cebime attım. Dedem arıyordu. Hemde görüntülü. Yanına geldiğimiz arabayla Bahar'larla gideceğimi anlarken Oğuz'dan ayrıldım. Oğuz " görüşürüz" derken başımı salladım ve arabaya bindim. Yine sabah ki pozisyonlarımızı alırken derin bir nefes aldım ve aramayı yanıtladım.
Ekranda dedem ve babaannem görünürken gülümsedim. İlk söze dedem girdi.
- Oy benim Antep fıstığım. Nedin güzel gızım?
Sonra babaannem söze girdi. Fırat arabayı çalıştırırken.
- Oy nenesinin bidenesi. Gadan garnıma yükün sırtıma kuzum.
Dedem babaanneme "hele bir hüs avrat. Gız konuşsun" dedi ve tekrar odakları ben oldum.
- Ne yapayım dede işte bildiğin gibi. Siz ne yapıyorsunuz?
- Ne edicik gözel torunum? Altı yıldır olduğu gibi seni özlik.
Konunun buraya geleceğini biliyordum. Derin bir nefes alıp
- Yapma dede , dedim.
Kaşlarını çatıp
- Neyi yapmicim? Altı yıldır Antep'e gelmiyin. Bizi yüzüne hasret bırakin. Eses sen yapmicin. Koca aşiret çalkalani. Mahsun Ağa'nın toruni niye gelmi Antep'e diyi. O it kardeş-
Derken dedemin sözünü kesip
- Dede şuan müsait değilim, dedim.
Dedem bıkınca nefesini verip
- Peki Hazan ama şunu bilecin; eğer bir daha ki fıstık hasatına kadar Antep'e gelmisen tüm hakkım sana haramdır , dedi ve telefonu babaanneme verip ayaklandı. Birşey söylemedim. Söyleyemedim ya da. Ne diyebilirdim ki? Onların düşündüğünün aksine ben onları değil kendimi cezalandırıyordum. Çocukluğumdu Antep benim. Hani olur ya bir yerde geçmişte duyduğunuz bir melodiyi tekrar duyarsınız. Sonra aklınıza çocukluğunuzun geçtiği yer gelir. İşte Antep benim için o yerdi. Benim bildiğim bütün melodiler Antep'e çıkıyordu. Ben tüm sevgisizliğimle bir tek Antep'te çocuk olabilmiştim. Altı yıldır her karışına ayrı ayrı aşık olduğum memleketimi görmemek beni üzmüyor mu sanıyolardı? Üzüyordu elbette ama Antep bana hep iyi gelmişti ben ona bu kötü halimle gidemezdim. Orası benim için mutluluk demekti ben oraya bu kadar mutsuzken gidemezdim.
Düşüncelerimden babaaannemin
- Asma o yüzünü benim güzel torunum. Deden hiç kıyabilir mi sene? Bir iki gün kızar sonra yine Hazan'ım diye depinir. Bilmin mi dedeni hiç? Emme yine de gelebilisen gel kuzum? Hepimiz seni çok özlik , demesiyle sıyrıldım.
- Tamam babaanne. Gelmeye çalışırım , diyerek vedalaşıp telefonu kapattım. Canan hanım yine sırtımı sıvazladı. Ona gülümseyip önüme dönerken Bahar'ın da gözleri üzerimdeydi. Elif uyuyordu. Fırat yola baksa da arada bir çatık kaşlarıyla bana bakıp geri yola dönüyordu. Bense başımı cama dayamış öylece yola bakıyordum ama yolu görüp görmediğim meçhuldü. Yeni bir şehre gelmiştim. Ama hevesim yoktu. Yaşamayı geçtim de artık var olmaya bile takatim yoktu. Bahar'ın dizlerime dostça koyduğu ele bakarken gülümsedim hafifçe. Beni tanıdığını zannediyordu. Halbuki bana en az Canan hanım ve Fırat kadar uzak olduğunu bilmiyordu. Annemle olan sorunların bir kısmını biliyordu sadece ki zaten annem ve bana beş dakikadan fazla bakan biri sorunlarımız olduğunu anlardı. Doğum günümden nefret ettiğimi bilmezdi mesela ya da altı yıl önce ne olduğunu. Annemin beni neden sevmediğini ki bunu ben bile bilmiyordum. Ve benim hakkımda bilmediği birçok şey daha vardı. Bahar'la sadece bir yıl arkadaşlık etmiştik. O benden iki yaş büyüktü. Saldırıya uğradığı geceden sonra benim ısrarlarım sonucu yurttan ayrılıp ev arkadaşımla kaldığım eve taşınmıştı. Altı yedi ay üçümüz aynı evde yaşamıştık. İlk senemdi o yıl okulda. Orada onlarla geçireceğim dört yılın sonunda hayatımın bundan sonrasının daha güzel olacağına inandırmıştım kendimi. Amma ve lakin evdeki hesap çarşıya uymazken eldeki bulgurdan da çoktan olmuştuk.
Uzun sayılamayacak bir yolculuğun ardından araba durdu. Başımı yasladığım camdan kaldırırken kapıyı açıp diğerleri gibi arabadan indim. Sıradan bir mahalleydi burası. Çoğunlukla beyaz ve gri boyalı, beş altı katlı apartmanlar vardı. Sakin bir havası vardı bu mahallenin. Hoş benim için mekanlar önemini kaybedeli çok olmuştu ama sevmiştim burayı.
Bahar'ın
- Burasıda bizim mahallemiz, demesiyle ona döndüm ve gülümsedim. Canan hanım kucağında Elif'le bana bakıp gülümserken
- Gel hadi kızım, dedi.
Bavulları bagajdan alan Fırat'a doğru ilerleyip
- Yardım edeyim , dedim.
- Et bakalım , dedi.
Tuhaf hissetmiştim nedense ama Bahar'ın da gelip yardım etmesiyle bu tuhaflık ortadan kalkarken bavulları dördüncü kattaki daireye asansör yardımıyla taşımıştık. Binanın merdivenleri mermer desenliydi ve korkulukları ahşap rengiydi. Dairelerin kapıları kahverengi tonlarındaydı. Sıcak bir havası olduğunu düşündüm bir an. Bu kapıların ardında benim hiçbir zaman sahip olmadığım ve belki de hiç olamayacağım mutlu aile sofraları kuruluyordu. Çocuklarını çok seven bir anne , birbirleriyle oyunlar oynayan kardeşler, akşam eve elinde taze ekmeklerle gelen bir baba vardı bu kapıların ardında belki de. Ne kadar adiceydi hayatın herkese aynı güzellikte davranmıyor oluşu. Oysa ki hepimizin ortak noktası değil miydi birilerinin evladı olmak?
Canan hanım evin kapısını açarken omzuma astığım gitar ve sazı indirdim. Şu an kendimi bu kadar kötü hissettiğim nadir anlardan biriydi. Hayatım boyunca hep insanları rahatsız ettiğimi hissetmiştim. Gerek annem , gerek ablam , gerekse Antep'teki beni sevmeyen kuzenlerim bana böyle hissettirmişti. Bugünlük dedim kendime. Sadece bugünlük.
Bahar ve Canan hanım içeriye geçmişti. Fırat'ta benim geçmemi bekliyordu galiba. Yere siyah beyaz yuvarlakları olan bir halının serildiği uzun hole ayakkabılarımı çıkarıp girdim. Holün hemen karşısında kapısı açık bir mutfak vardı. Çoğunlukla beyaz döşenmiş bu mutfak tam olarak Canan hanımı andırıyordu. Fırat kapının girişinde siyah botlarını çıkarıp uzun boyu ve heybetli bedeniyle içeriye girerken teker teker bavulları hole koydu. Bahar beni içeriye doğru yönlendirirken mavi ve beyaz rengin ağırlıklı olduğu oturma odasına girdik. Beyaz bir televizyon ünitesi , siyah televizyon, mavi koltuk takımı, yerde beyaz üzerine mavi çiçekli bir halı, duvarda sade bir saat ve bazı bitkiler vardı. Evin her santiminde Canan hanım vardı sanki. Sanırım evler annelerin ruhunu yansıtıyordu. Mesela bizim ev kahverengi ve koyu kırmızının boğucu uyumuyla annemin kasvetli ruhunu yansıtıyor gibiydi. Ve sanırım çocuklarda -özellikle kız çocukları - annelerinin ortalaması oluyordu.
Bahar'ın bana gösterdiği yere otururken Canan hanım
- Hoşgeldin kızım, dedi.
Gülümseyerek
- Hoşbuldum , dedim. Fırat ise hiç düzelmediğinin tekrar tekrar altını çizdiğim çatık kaşlarıyla bir süre bana bakıp Canan hanıma döndü.
- Anne ben bir duş alıp askeriyeye geçeceğim, diyerek oturma odasından çıktı. Bahar'da elini omuzuma koyup dokunduğu yeri yüzündeki gülümseme ile okşarken yüzüme bakıp
- Ben de bir alt kattaki evime gidip Elif'le üstümü başımı değiştirip geleyim , dedi.
Başımı salladım. Canan hanımda üzerini değiştirmek için odasına geçiş yaparken bende tek başıma kaldığım salonda incelenecek birşey kalmayınca ayağımdaki beyaz çorapları izlemeye başladım. O sırada telefonum çaldı. Gaye arıyordu.
- Efendim , diyerek açtım telefonu.
- Vardın mı Şırnak'a savcım? Dedi keyifli bir sesle. Gülümseyerek
- Vardım, dedim.
- Nasıl geçti yolculuk? Astımın zorladı mı?
- Biraz ama halledildi bir şekilde.
- Kötü birşey yok değil mi?
- Yok merak etme. İyiyim.
- İyi ol. Yerleştin mi bir yere?
- Henüz değil.
- Neredesin şu an ? Otelde mi?
- Hayır. Üniversiteden tanıştığım bir arkadaşım vardı. Onun ailesinin evindeyim.
Araya giren Bora'yla beraber olduklarını anladım.
- Kız nemrut!
- Efendim?
- Ne zamana kurarsın sistemi?
Gözlerimi devirirken Cihan abi araya girdi.
- Sen bakma buna güzelim. Halledersin sen. Ben sana inanıyorum.
Arkadan Bora'nın sesi duyuldu.
- Sanki biz inanmıyoruz? Hacker gibi kız halleder tabii. Ama ne zaman? Derin bir nefes aldım.
- Üç güne hallet demedin mi? Üç güne halledeceğim işte.
Cihan abi
- Tamam abicim. Dikkat et kendine. Birşey olursa ara bizi.
- Tamam görüşürüz , diyerek kapattığım telefonla Canan hanımın odaya girmesi bir oldu. Gülümseyerek yanıma otururken elinin birini dizime koydu.
- Annen miydi? Diye sordu. Bu soru bir an beni bu sabaha götürürken sakince
- Hayır. Arkadaşlarım, dedim.
"Öyle mi" der gibi kaşlarını kaldırırken kapı çaldı. Canan hanım kapıyı açmak için yanımdan kalkarken anneme karşı olan kırgınlıklarımın üzerine derin bir nefes aldım. Aramazdı. En azından işi düşmediği sürece.
Salona giren Bahar ve Elif'le onlara döndüm. Bahar yine yanıma oturup
- Sende üzerini değiştir istersen, dedi.
- İyi olur aslında, derken Bahar bana üzerimi değiştirebileceğim bir oda gösterdi. Holde duran büyük siyah renk bavulumu alıp o odaya geçtim. Valizden çıkardığım kalın askılı kırmızı crop ve siyah jeanimi giydim. Üzerime de siyah hırkamı almıştım. Kansızlık yüzünden -özellikle bu mevsimlerde- çok üşürdüm. Uzun dalgalı saçlarımı da elimle düzeltip bavulun fermuarını çıkardıklarımı içine koyarak kapattım. Bavulla beraber odadan çıkarken Fırat'ta karşıki odadan çıkıyordu. Yine simsiyah giyinmişti. Gözlerimi ondan çekip bavulu tek elime aldım ve odanın kapısını çekip koridorda ilerledim. Bavulu diğer bavulların yanına koyarken Fırat'ta peşimden gelip oturma odasına yöneldi. Gür ve tok sesiyle
- Ben çıkıyorum , dedi ve salondan çıktı. Bakışları benim üzerimdeydi ama ona gözlerimi değdirmeden yanından geçip Bahar'ın yanına oturdum. Fırat'ın gittiğini belli eden kapı sesiyle Canan hanım
- Akşama birşeyler hazırlayalım. Hadi mutfağa, dedi. Bahar'la beraber bende ayaklandım. Açık kapısından gördüğüm mutfak beyaz ağırlıklıydı. Pembe çiçekleri olan bir mutfak masası ve iki sandalye vardı. Bizim evdeki mutfağa nazaran küçük olsa da daha samimi olduğu su götürmez bir gerçekti. Beni misafir gibi görüp sen otur biz yemek hazırlayalım dememiş olmaları beni rahatlatmıştı.
Canan hanım
- Evet kızlar , bugünkü menümüzde karnıyarık ve pilav , domates çorbası bulunuyor. Çayın yanına kek ve börek yapılacak. Görev dağılımı yapayım mı yoksa siz kendiniz seçim yapar mısınız?
Hemen atılıp
- Börek ve keki ben yaparım, dedim.
Canan hanım gülümserken
- Hazır yufka kullanmak yok, dedi .
Hamur işi konusunda kendime güveniyordum.
- Tamam , dedim.
Canan hanım " vay be" dercesine bakarken Bahar'da
- Sen benim arkadaşımı ne sandın anne? Diyerek konuşmaya dahil oldu.
Canan hanım ise
- Hazan'ın yaptıklarıyla değil kendi yaptıklarınla öğün diyeceğim ama kocan her akşam yemeğe buraya geliyor , diyerek Bahar'ı susturdu.
O an kendi annemle olan ilişkim aklıma gelirken bu düşünceyi hemen kovdum aklımdan. Anı yaşayacaktım.
Bütün yemekler yapıldıktan sonra mutfakta oturmuş kekin pişmesini bekliyordum. Saat akşam beşi gösteriyordu. Elimde telefon mutfak masasında öylece oturuyordum. Çok şey vardı aklımda ama aynı zamanda hiçbir şey yoktu. Annem aramamıştı. Benim aramalarıma ise bakmadığı gibi mesajla da olsa bir geri dönüş yapmamıştı. Bir anne neden bu kadar nefret ederdi evladından? Küçükken yaramaz olduğum için beni sevmediğini düşünürdüm. Ama büyüdükçe idrak ettim ki ben yaramaz bir çocuk değildim. Sırf evde annemin gözüne batmamak için odamdan çıkmayarak orta okulda üç dil öğrenmiştim. Sonra belki de bu kadar sakin olduğum için beni sevmiyor diye düşünmüştüm. Astımım yüzünden doktor ve spor hocası kontrolünde karate öğrenmiş lisede birçok erkekle kavga etmiş hatta bir keresinde astım krizine girip ölümden dönmüştüm. O günden sonra vazgeçmiştim annemden sevgi beklemekten. Ben vazgeçmiştim de içimdeki o küçük kız çocuğu vazgeçememişti anlaşılan. Belki de bugüne bu yüzden bu kadar çok kırgındı içim.
Fırından gelen sesle kendime gelip ayağa kalktım. Elime fırın eldivenini giyip keki fırından çıkardım. Kesip bir servis tabağına yerleştirip soğumaya bıraktım. O sırada çalan telefona hevesle sarılsam da arayan Fatma teyzeydi. Uğradığım hayal kırıklığını bir kenara bırakıp telefonu açtım. Halimi hatrımı sormuş güvende olduğumu öğrenince de iyi akşamlar dileyip kapatmıştı.
Elim boynumdaki cevşene gitti. Nedense bir güven veriyordu bana. Dudaklarıma götürüp öptüm. O sırada kapı çaldı. Canan hanım kapıyı açarken bende o tarafa dönmüş görüş açımdaki kapıya bakıyordum. Canan hanımla yaşıt olduğunu düşündüğüm başörtülü, hafif kilolu bir kadın ve yanında kızı olduğunu tahmin ettiğim yirmilerinin sonunda olduğunu düşündüğüm siyah saçlı, kahverengi gözlü, üzerinde buz mavisi bir pantolon ve yeşil bir büstiyer olan kız vardı. Canan hanım onları içeriye davet ederken bende ayaklandım. Bahar'da gelmişti kucağında Elif'le. Kapı kapatılırken Bahar
- Hoşgeldin Necla teyze , dedi ve kadının yanındaki kıza dönüp
- Sende hoşgeldin Filiz , dedi. İkisi birden "hoşbulduk" derken Necla hanımın gözleri beni buldu ve şöyle baştan aşağıya süzdü.
- Bu hanım kız kim Canan'cığım?
Soruya Bahar cevap verdi.
- Benim üniversiteden arkadaşım Necla teyze. Hazan.
- Hoşgeldin kızım.
Gülümseyerek
- Hoşbuldum, dedim. Onlar oturma odasına geçerken Bahar ve bende mutfağa geçmiştik. Bahar onların getirdiği yaprak sarmasını tezgaha bırakıp yanımdaki sandalyeye oturdu.
- Filiz , bizim hastanede doktor. İşinde iyi aslında ama karakter olarak pek tasvip etmiyorum. Abim de gözü var. Annemde beğeniyor kızı ama abim pek pas vermiyor.
Baygın gözlerle ona bakarken
- Banane Bahar bunlardan , dedim.
- Dedikodu işte, dedi.
- Sevmem , dedim kısaca.
- Ay haspam! Dedi ve beni kolumdan tutup içeriye götürdü. Koyu bir sohbet ortamı vardı. İstanbul'dan , yolculuktan konuşulurken sıra dedikodulara gelmişti. Bahar onları can kulağıyla dinlerken bende internetten birkaç ev baktım. Yarın gider incelerdim.
Bir süre sonra Canan hanım Bahar'a sofrayı kurmasını söylerken "ara abin de yemeğe gelsin" dedi. Mutfağa giden Bahar'la bende ayaklandım. Bahar abisini ararken bende Bahar'ın gösterdiği tabakları salondaki yemek masasına taşıdım. Bahar'da konuşmayı bitirip işe koyulurken sofrayı kurmuştuk. Bahar son olarak salatanın sosunu koyarken kapı çaldı. Bahar bana " kapıya sen baksana" derken kapıya yöneldim. Fırat gelmişti. Misafir olduğum evde eve gelene hoşgeldin demenin yersiz olduğunu düşünürken kenara çekilip ona yol verdim. Bakışlarının ağırlığını üzerimde hissederken kapıyı kapatıp o deri ceketini vestiyere asarken mutfağa geçtim. Bahar salatayı alırken bende sürahideki suyu alıp oturma odasına ilerledim. Fırat hariç herkes sofradaydı. Canan hanım masanın başında , Necla hanım, Canan hanımın solunda iken Filiz ise sağındaydı. Bahar Necla hanımın yanına otururken bende Bahar'ın yanına oturdum. Elif Bahar'ın kucağındaydı. Fırat çatık kaşlarıyla masaya doğru ilerlerken Necla hanımları görmesiyle daha da çatılan kaşlarıyla tek boş yer olan Filiz'in yanına oturdu. Annesine sert bir bakış atarken Canan hanım gözlerini oğlundan kaçırıp ortaya bir "afiyet olsun" dedi. Sessizce çorbalar içilirken ana yemeğe geçildi. Necla hanım Fırat'a dönüp
- Fırat oğlum sarmalardan da ye. Filiz kendi elleriyle yaptı , dedi.
Fırat sarmalara göz atıp
- Gerek yok , dedi. Sesi sertti. Filiz'in yüzü asılırken Necla hanım da ondan farklı değildi. Bahar gülmemek için kendini tutarken Canan hanım oğluna sert bakışlarını gönderiyordu. Fırat ise annesinin bakışlarına aynı şekilde karşılık veriyordu. Bense telefonuma gelen bildirimle telefonu elime almıştım. Oğuz'dandı.
" Dedemi hemen sinirlendirmeyi nasıl başardın Hazan? Adam ağzıma sıçtı. Hazan nerede ? Diyor bir de. Vallaha güvende olduğuna adamı ikna etmek için kaç tane yalan sıktım. Canan teyzenin artık bir oğlu yok."
" İyi senin için pek zor olmamıştır yalan söylemek." Yazıp gönderdim.
Telefonu masaya bırakırken Fırat'la göz göze geldik. Bakışları yine sertti. Önüme döndüm sakince. Fırat ayaklanırken Canan hanım
- Oğlum nereye? Hazan kızım çok güzel kıymalı börek yaptı. Çayla içersin azıcık daha otur, dedi.
Fırat'ın bakışları tekrar bana dönerken
- Elimi yıkayacağım, dedi. Bahar'la sofrayı toplarken Filiz'de yardımcı oldu. Tatlı kızdı. Ben Bahar'ın aksine sevmiştim.
Bahar kek ve börek tabağını alırken bana da çay tepsisini almak düşmüştü. Filiz'de o sırada çalan kapıyı açarken çayları servis ettim. Bahar tabakları bırakıp koltuklardan birine otururken bende yanına oturdum. Yüzüm yarı şekilde Bahar'a dönüktü. Gelen kişi otuzlu yaşlarının başında ela gözlü, kumral saçlı, 1.80 boylarında bir adamdı. Fazlasıyla resmi giyinmişti. Tipinden pek hoşlanmamıştım. Canan hanım
- Hoşgeldin Selim, derken
Necla hanımda yanını gösterip
- Gel otur annem , dedi. Böylelikle adamın Necla hanımın oğlu olduğunu anlamıştım. Adam " hoşbuldum" diyerek annesinin yanına oturdu. Filiz abisine de çay getirirken Fırat salona girdi. Gözleri Selim'de oyalanırken ondan hoşlanmadığını sezinledim. Selim ise bana baktı bir süre ve sonra Fırat'a döndü. Üzerimdeki hırkayı düzelttim. Açıkta kalan göbeğimi ve boynumu kapatmaktı amacım nitekim de olmuştu. Fırat başka boş yer varken gelip yanıma oturdu. Sırtım ona hafif dönüktü. Oturuşumu düzeltme gereği duydum bu yüzden. Gözlerim yerde oyuncaklarıyla oynayan Elif'teydi. O an Ecrin'i özlediğimi fark ettim. Ablamı arasam bakmazdı bu yüzden eniştemi aramam gerekiyordu ama sonra aramaya karar verdim.
Kulaklarıma Necla hanımın
- Hazan kızım ellerine sağlık çok güzel olmuş börekle kek ,diyen sesi çalındı. Gözlerimi ona çevirip gülümsedim
- Afiyet olsun.
O da gülümsedi. Herkes çaylarını yudumlarken Necla hanım
- Filiz'im de çok güzel yemek yapar. Doktor olduğu için pek vakti olmuyor ama yaptımı yapar yani , dedi.
Canan hanım
- Maşallah, derken Filiz yüzünü yere eğmişti.
Necla hanım ise malını pazarlayan bir tüccar edasıyla oğlunu tanıtmaya başladı.
- Bu da oğlum Selim. Avukat kendisi.
Fırat yanımda derin bir nefes alırken çayını yudumladı. Necla hanım doğrudan bana bakıyordu.
- Eee Hazan kızım evlenmeyi düşünüyor musun? Var mı birileri?
- Yok , hayır, dedim kısaca.
Şaşırmış gibi
- Aaa olur mu öyle? Kadın dediğinin başında bir erkek olmalı.
Sakinim.
- Kendi kendime yetebiliyorum. Bir gün evlenirsem başımda bir erkek bulunsun diye değil sevdiğim için evlenirim. Sağolun yine de tavsiyeleriniz için.
Bahar yanımda " alfa" derken Fırat'ın bakışları yine üzerimdeydi.
Necla hanım bozguna uğrayan yüzünü toparlayıp
- Ne işle meşgulsün? Kendi kendine yetebildiğine göre işinden fazlaca para kazanıyor olmalısın, dedi yüzünde hafif bir alayla. Bahar benim yerime cevap verdi.
- Evet Necla teyze . Fazlasıyla para kazanıyor. Hazan 1. dereceden terörle mücadele savcısı.
Bunu öyle bir gururla söylemişti ki. Evladını öven bir anne gibi. Necla hanım yeniden bozguna uğramıştı. Selim birden
- Hazan Hilal Türkoğlu... Siz misiniz? Diye sordu.
- Evet , dedim kısaca.
- Siz gelmeden isminiz geldi adliyeye.
" Öyle mi " der gibi kaşlarımı kaldırdım. Dönen muhabbetten hiç hoşnut değildim.
- Hele İstanbul'da açtığınız soruşturmalar -bu genç yaşınıza rağmen hem de - çok konuşuldu.
Necla hanım
- Kaç yaşındasın kızım? Diye sordu.
- 24 , dedim.
- Küçükmüşsün, dedi. Bahar kulağıma eğilip
- Oğluna göre herhalde , diyerek gülerken birşey söylemedim. Saat on olurken sohbetin benden uzak olması beni mutlu etmişti. Elimdeki telefondan Şırnak'a girmiş olan aracıma bakarken Fırat elimden telefonu alıp ekranı büyüterek aracın konumuna daha yakından baktı ve
- Yarım saate burada olur, dedi . Sonrada telefonu bana uzattı. Başımı salladım usulca.
O sırada Necla hanım
- Kızım sen bu gece burada mı kalacaksın? Diye sordu. Bu sorudan rahatsız olmuştum. Ne düşünüp sorduğu belliydi. Canan hanım
- Evet Hazan kızım burada bir ev bulana kadar bizde kalacak, dedi. Kadının sorusundan rahatsız olmuş gibiydi. Kendimi kötü hissetmek için bir sebep daha bulurken Necla hanım konuştu tekrar.
- Sen bilirsin Canan'cığım ama bekar bir kızla bekar bir oğlanın aynı çatı altında olması uygun olur mu?
Huzursuzca yerimde kıpırdandım. Susmayı tercih ettim . Fırat gür ve sert sesiyle konuştu.
- Biz neyin uygun olup olmadığına karar verebilecek zihniyete sahibiz Necla hanım! Sizin namus bekçiliğinize ihtiyacımız yok!
Başım dikti . Hiçbir zaman önüme eğmezdim. Başa çıkamayacağım bir durumsa en fazla gözlerimi kaçırırdım. Yine öyleydi. Gözlerimi kaçırsamda başım dikti.
Canan hanım
- Oğlum tamam , dedi ve Necla hanıma döndü .
- Bu sözlerin hiç hoş olmadı Necla. Benim oğlum evine gelen misafire yan gözle bakacak kadar şeref yoksunu değil.
Necla hanım ortamdaki havayı dağıtmak için
- Aman canım ne kadar abartınız?! Neyse biz kalkalım, Dedi. Onlar giderken Canan hanım uğurlamıştı. Ben , Bahar ve Fırat yan yana öylece otururken Fırat yumruklarını sıkıyordu. Canan hanım salona geçip oturdu.
Canan hanımla aynı anda söze girmiştik. Ben
- Özür dilerim, derken
O
- Kusura bakma kızım, dedi.
Sonra Bahar bana dönüp
- Sen niye özür diliyorsun Hazan? Senin ne suçun var? Kaldı ki orta da bir suç bile yok. Kadın kızını abimle evlendirmek istiyor diye konuşuyor boş boş, dedi.
Fırat sert bir sesle
- Bahar, diyerek Bahar'ı ikaz etti. O sırada telefonum çaldı. Telefonu açarken "kusura bakmayın" dedim. Araç nakil firması arıyordu. Bahar'lara geldikten sonra onlara konum bilgisi yollamıştım. Aracı getirdiklerini söylediler. Bende müsade isteyerek dışarı çıkarken Fırat ve Bahar'da benimle geldi. Adamlar arabayı nakil aracının üzerinden indirip park etmişlerdi.
Nakil ücretinin geri kalanını arabayı teslim alınca ödeyeceğimi söylemiştim.
- Aracınızı getirdik savcım.
Başımı sallayıp telefonun flaşını açıp arabada çizik var mı diye kontrol ettim. Lastikleri de ayağımla kontrol ederken Bahar
- Hayatımda senin kadar pimpirikli birini daha tanımadım , dedi.
Ona bakıp gözlerimi devirdim. Adamdan aldığım araba anahtarıyla kapıyı açıp torpido gözündeki para dolu zarfı aldım ve adamlara uzattım. Adamlar şaşkınca bana bakarken zarfı aldılar. Şaşırdıkları şey: paranın onlara emanet ettiğim arabada olmasıydı. Bunu babamdan öğrenmiştim. Bir kişinin ona emanet edilen şeye iyi bakıp bakmadığı ona emanet edilen şeyin ne olduğunu bilip bilmemesinden belli olur. Nitekim emanet gizliyse.
- Parayı sayın eksik çıkmasın.
- Aman savcım olur mu?
- E yolda bulsan sayacaksın demişler.
Adamlar parayı saydıktan sonra el sıkıştık ve onlar gittiler.
- Hayatımda gördüğüm en nevi şahsına münhasır insansın.
Bahar'ın bu sözlerine gülümsedim. Arabayı kilitleyip önüme dönerken Fırat'la göz göze geldik. O siyah hareleriyle bana bakıyordu. Gözlerini benden çekip Bahar'a döndü.
- Ben askeriyeye gidiyorum. Anneme söylersin.
- Tamam abi. İyi geceler.
Fırat başını sallayıp son kez bana bakıp arabasına binip gitti.
Bizde Bahar'la apartmana girdik. Bana Bahar'ın evlenmeden önce kaldığı odayı hazırladılar. Pijamalarımı giyip yatarken yarının bana neler getireceğinden habersizdim. Keza hayatımın bundan sonrasında bu şehrin bana neler getireceğinden de bir haberdim.
💧💧💧💧