Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. Bölüm

@yikim2024

****

Kim Chin'i kaldığı yere bırakıp tekrar yola koyulmuştum. Hemen arkamda da Fırat vardı . Askeriyeden çıktığımızdan beri peşimdeydi. Bunu neden yaptığını biliyordum. Herhangi bir tehlikeye karşı beni korumak için peşimden ayrılmıyor, yakınlarımda oluyordu.

Derin bir nefes alıp dikiz aynasından Fırat'ta olan gözlerimi yola çevirdim. Bizim mahalleye dönen kavşakta kırmızı ışıkta dururken aklıma Ayşe teyzeler gelmişti. Çok yorgundum. Uykumda vardı ama yinede Ayşe teyzelere gitmeye karar verdim. Çok kalmazdım. Hatta belki kapıdan görür geri dönerdim. Maksat iyi olup olmadıklarını görmekti. Her ne kadar kapılarına diktiğim VASÖ polisleri bana günün sonunda evin etrafında olan biteni arayıp rapor etse de kendi gözlerimle görmek istiyordum.

Ve tabii diğer yandan Fırat vardı. Tartışacaktık. Biliyordum. Ama istemiyordum. Saçma sapan bir olaydı. Beni Kim Chin'den kıskandığı için bağırıp çağıracaktı. Daha dün akşam bozulan aramızı bile düzeltemeden yeni bir tartışmayla belki de iyice birbirimizden uzaklaşacaktık. Böyle olacaktı. Çünkü ben kendimi biliyordum. Kırıldığım an kendimi geri çekerdim. Fırat'ta gururundan gelip benden özür dilemezdi. Kendisi söylemişti "ben hayatımda kimseden özür dilemedim" diye. Bende Fırat'la aramızda geçecek olan tartışmayı ne kadar erteleyebilirsem o kadar ertelemek adına bizim mahalleye dönen kavşakta sola dönmek yerine sağa sinyal verip döndüm. Ve Ayşe teyzelere gitmek üzere yola koyuldum. Tabi Fırat'ta benimle beraber aynı yöne direksiyon kırmıştı.

O sırada telefonum çaldı. Gözlerimi yoldan ayırıp telefonun ekranına baktığımda Fırat'ın adını gördüm. Nereye gittiğimi soracaktı. Derince içimi çekip aramayı yanıtladım.
Fırat'ın "alo" dememe bile izin vermeden,
- Nereye gidiyorsun? Diye soran sert sesi kulaklarıma doldu. Sesinden bile anlayabiliyordum ki çok sinirliydi.

Yine de gayet sakin bir sesle,
- Ayşe teyzelere gidiyorum , dedim.
Fırat ise sert bir nefesi alıp verirken,
- Hiçbir yere gidemezsin! İleriden geri dön! Dedi git gide sertleşen sesiyle.

Bende sinirlenmeye başlamıştım. Kim oluyordu da benimle böyle emredici konuşabiliyordu. Hadi yanlış birşey yapmış olsam, Fırat'ın bu öfkesini gerçekten hak etmiş olsam haklıydı. Ama ben yanlış birşey yapmamıştım.
Bu yüzden hafif sertleşen sesimle,
- Ben geri falan dönmüyorum. Nereye gideceğimi sana soracak değilim. Ama sen çok istiyorsan geri dönebilirsin, dedim.

Dönsündü. Ben kendi başımın çaresine kendim bakabilirdim. Koruma gibi peşimde gezmesine gerek yoktu. Bu kadar kalbimi kırıp beni üzdükten, kendi içinde beni yargısızca infaz ettikten sonra beni korumak için peşimde geziyor diye benimle bu şekilde konuşmasına izin verecek değildim. Yirmi dört yaşında koca kadındım ben. Bu mesleğe başladım başlayalı tehlikedeydim. Hayatım Fırat'la başlamamıştı. Kendimi kimlerden, nelerden korumuştum şimdiye kadar. Ona ihtiyacım yoktu. Sadece sevgisine ihtiyacım vardı. Onunda sonu hep böyle sancılı bitiyordu. Beni seven , öpüp koklayan adamla bana böyle sert ve acımasızca konuşan adamın aynı kişi olup olmadığını sorguluyordum her defasında. "Hep böyle mi olacak? " diye düşünüp duruyordum. İçim zaten kara bulutların meskeniyken böyle sallantılı bir ilişkiyi kafam kaldırmıyordu. Fırat'ın istemediği ve benim yaptığım herşey suçtu onun için. Asker olduğu için mi bu kadar baskın ve emrediciydi? Yoksa tehlikede olduğumu düşündüğü için mi böyleydi? Güvende olduğumu düşündüğü an düzelir miydi? Ya da aramızdaki yaş farkından dolayı bana karşı bir koruma iç güdüsü mü vardı? Veyahut karakteri mi böyleydi? Belki de her insanın zirvede yaşadığı bazı duygular vardı ve Fırat'ın ki de kıskançlık ve öfkeydi. Bilmiyordum. Anlamıyordum. Kafam allak bullaktı.

Fırat,
- Doğru konuş lan benimle!! Diye gürledi. Resmen bağırıyordu bana.

O an gözlerim doldu. Kalbimin kırıldığını ve o kırıkların kanıma karışıp bütün vücuduma yayıldığını hissettim. Bir ağırlık çöreklendi içime. Dolan gözlerimden yanaklarıma doğru iki damla yaş süzülürken hiç bir duygu barındırmayan, en ufak bir titreme emaresi göstermeyen sesimle,
- Asıl sen doğru konuş benimle, dedim. " Kime emir veriyorsun sen? Kime bağırıyorsun? Çocuk yok senin karşında. Benimle böyle konuşamazsın."

En çokta bu huyumu seviyordum. Ağlarken sesimi istediğim gibi yönetebilirdim. Duygularımı istediğim an öyle güzel saklardım ki beni en iyi tanıyan insan bile ne hissettiğimi anlamazdı. Ve o an birşey fark ettim; kimi çok seversem en çokta o kırıyordu beni. Belki benimde hatalarım vardı - ki hâlâ nerede hata yaptığımı bulamıyordum - . Ama ben ne kadar sinirlenirsem sinirleneyim Fırat'a bağıramıyordum bile . Bu sözleri sarf ederken bile kalbim acıyordu. Onunla böyle konuşmak ondan önce beni yaralıyordu. Ama sanırım Fırat'ın ağızından çıkan sözlerin bana ne hissettirdiği onun umurunda bile değildi. Olsundu.

Fırat sadece ,
- Öyle mi?! Diye sordu. Sesi hâlâ sertti.
- Öyle, dedim hiç teklemeden.
Fırat ise,
- Devam et böyle, dedi " devam et ". Sonrada telefonu tabiri caizse yüzüme kapattı.

Umursamadım. Bir elimin tersiyle gözümden süzülen yaşları silip biraz hava almak adına camı indirdim. Soğuk ve sert rüzgar yüzüme vurup saçlarımı savururken derin bir nefes çektim içime. Gözlerim anlık bir dikiz aynasına takılırken Fırat'ın hâlâ arkamda olduğunu gördüm. Geri dönmeyeceğini, bana ne kadar kızarsa kızsın beni yalnız bırakmayacağını biliyordum zaten. Fırat'a gözüm kapalı güveniyordum. Şu hayatta kendim için bile "ben bunu asla yapmam" diyemezken Fırat için diyebilirdim. Ama o an bu bile ısıtmadı üşüyen kalbimi. Ayrılır mıydık? Biter miydi aramızdaki sevgi? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey Fırat'ı kaybetmekten korktuğumdu. Ama yine de geri adım atmayacaktım. Çünkü haklıydım. Bende bugün Fırat'ı o yüzbaşı kadınla beraber görmüştüm. Kadının şuh kahkahalarından Fırat'a karşı hisleri olduğu belliydi. Üstüne üstlük ona dokunmuştu bile. Lakin biliyordum ki Fırat benden başka bir kadına o gözle bakmazdı. Zaten o kadın onunla konuşurken Fırat'ın hiç oralı olmadığı belliydi. Yani ben ona güveniyordum. Fakat sanırım Fırat bana güvenmiyordu. Çünkü bugün Fırat'ın beni Kim Chin'den kıskanmasıyla benim onu o kadından kıskanmam aynı şeydi. İkimizde iş yapıyorduk ve iş arkadaşlarımız kadın ya da erkek olabilirdi. Ben ona bunun hesabını sormuyorsam o da bana sormazdı. Buradan döndüğümüzde tartışmak isterse tartışırdık. Ve bende ne düşünüyorsam ona söylerdim.

O sırada Ayşe teyzelerin kaldığı mahalleye girmiştim. Mahallenin girişinde gördüğüm marketle arabayı marketin karşı kaldırımına park ettim. Ayşe teyzelere birşeyler alacaktım. Hem market alışverişini severdim ve belki biraz kafam dağılırdı.

Motoru durdurup belimdeki silahı torpido gözüne koyarken arabamın hemen arkasına arabasını park eden Fırat'ı gördüm. Yine derin bir nefes alırken arabadan indim ve aracı kilitleyip Fırat'ın olduğu tarafa gözlerimi bile değdirmeden markete doğru ilerlemeye başladım. Yağmur yine atıştırıyordu.

Marketin içine girerken bir tane alışveriş arabası alıp reyonların arasında gezmeye başladım. Marketin içinde benim gibi alışveriş yapan tek tük insan vardı. Gözlerim raflara dizilmiş ürünleri incelerken Zeynep için abur cubur almaya karar verdim. Birkaç bisküvi, kraker , cips ve çikolatayı arabaya atarken birazda kahvaltılık şeyler almıştım. Ardından bakliyat , et ürünleri ve sebze meyve alayım derken arabayı neredeyse ağzına kadar doldurmuştum. Biraz abarttığımı düşünsem de alışveriş yapmak iyi gelmişti. Son bir kez rafları inceleyip alabileceğim başka birşey kalmayınca kasaya doğru ilerlerken gözlerim kitaplara takıldı. Zeynep kitap okumayı seven bir çocuktu ve ona bir kitap alsam çok mutlu olabilirdi.

Bu yüzden kitapların önünde durup onları incelemeye başladım. Bir süre kitapları incelerken gözüme Paola Peretti'nin "Kiraz Ağacıyla Aramızdaki Mesafe " adlı kitabı takıldı. Stargardt sendromu adlı bir hastalıkla altı ay içerisinde görme yetisini kaybedecek olan bir çocuğun hislerini, yaşadıklarını ve mücadelesini anlatan bu kitabı Zeynep sevebilirdi. Kitabı alıp arabaya koyarken yanımda bir hareketlilik hissettim. Sonra burnuma dolan bir koku ve ardından hızlanan kalp atışlarım. Fırat gelmişti. Siyah pantolunu,beyaz tişörtü ,siyah deri ceketi ve tüm heybetiyle yanımda durmuştu. Gözleri yan profilimden yüzümü tarıyordu. Ama ben bakmadım ona. Ne kadar bakmak istesem de , onu ne kadar özlemiş olsam da , kokusu burnumun direğini sızlatsada bakmadım.

Gözlerim hâlâ kitaplardayken gözüme bu seferde "Küçük Prens" takıldı. Defalarca okuduğum her seferinde de bana farklı farklı şeyler düşündürüp hissettiren bu kitap beni hafifçe gülümsetirken kitabı elime aldım. Ve o an o kitaptan bir söz yankılandı zihnimde; eğer kelebeklerle tanışmak istiyorsam , iki üç tırtıla katlanmam gerek.

Belki benimde Fırat'la mutlu olmak istiyorsam, birkaç zorluğa katlanmam gerekti. "Mutluluk dikenli bir güldür" derdi babam. Koklamak istiyorsan dikenlerin eline batmasına izin vermelisin. Ah be baba. Sende annemle mutlu olabilmek için dikenlerin eline çokça batmasına izin vermiştin. Sonunda da kan revan içinde kaldın. Sonra da daha elindeki diken yaraları iyleşemeden yok olup gittin bu dünyadan. Ve ben anladım ki insanın hangi gülü kokladığı da hangi dikene onu yaralaması için izin verdiği de çok önemliydi.

Yanlış gülü koklamak, yanlış dikene bizi yaralaması için izin vermek bizi Küçük Prens'in kendi gülüne yaptığı gibi yapayalnız kalmaya ve sonunda da solmaya mahkum edebilirdi. Yani sevdiğimiz insan bizi dünyadaki milyarlarca gül için terk edip gitmeyen, ruhumuzu heba etmeyen biri olmalıydı. Kitapta da dediği gibi " sana ait olanı değerli kılan onun için harcadığın zamandır. "

Derin bir nefes alıp Fırat'a döndüm. Öylece beni izliyordu. Yüzü sert , kaşları öfkeli olduğunu belli edercesine derince çatıktı. Ama kara gözlerinde ne öfkesinin ne de sinirinin asla bastıramadığı sevginin harıl harıl yanan ateşi vardı.

Bende bundan cesaret aldım ve gözlerim anlık bir elimdeki kitaba düşüp sonra tekrar Fırat'ın kara gözlerini bulurken kitabı ona gösterip merak ettiğim şu soruyu sordum;
- Okudun mu bu kitabı?

Fırat yüzüme öylece baktı bir süre. Tersleyecekti galiba. Olsundu. Merak etmiştim ve sormuştum. Cevap vermek istemiyorsa vermeyebilirdi. Bu yüzden Fırat'tan bir cevap gelmeyeceğini düşünüp kitabı sepete koyarken Fırat o erkeksi ve tok sesiyle şiir okur gibi,
- "Bazılarının yüreğe iyi gelen bir yanı vardı, armağan gibiydiler" dedi.

Kalp atışlarım hızlanırken içimden ılık ılık birşeyler aktığını hissettim. Gözlerim Fırat'ın gözlerini bulurken O da öylece benim yüzüme bakıyordu. Gözlerimi tarıyordu gözleri. Yüz ifadesi ise hiç yumuşamamıştı. Hâlâ o kadar sert ve sinirli duruyordu ki bir an o cümleyi kuran kişinin Fırat olup olmadığından şüphe ettim. Ama bu kısa sürdü.

Gözlerimi Fırat'ın gözlerinden çekip kendimi bu andan soyutlamaya çalışırken alışveriş arabasını kasaya doğru sürmeye başladım. Lakin Fırat arabayı elimden alıp,
- Ver bana, dedi. Sesi sertti.
Hafifçe içimi çekip,
- Ben hallederdim, dedim.
Fırat ise sert bir nefesi alıp verirken birşey söylemedi.

Kasanın yanına vardığımızda arabayı beraber boşaltmaya başladık. Ama Fırat bu işi öyle sert yapıyordu ki bir an aldığımız ürünleri kasiyer kızın başına atacak sanmıştım. Yine de herhangi bir müdahalede bulunmadım. Bana sinirliydi ve sinirini birşeylerden çıkarması gerekiyordu.

Sonunda kasiyer bütün ürünleri okutup ,
- 1.500 TL tuttu, demişti. Elimi kartımı çıkartmak için cebime atarken Fırat benden önce davranıp kartını kasiyere uzatmıştı. Bu hareketi beni sinirlendirmişti.
Bu yüzden Fırat'ı hiç muhatap almadan kasiyere kartımı uzatıp,
- Ben ödeyeceğim, dedim.
Kasiyer elindeki kartla bir bana bir Fırat'a bakarken Fırat sert aynı zamanda da bıkkın bir nefes alıp verirken kartını kasiyerden geri aldı. Eğer üsteleseydi tartışırdık. Ve belki de bunu ön gördüğü için geri çekilmişti. Kasiyer benim kartımı alıp parayı çektiğinde aldıklarımı Fırat'ın da yardımıyla poşetlemiştim. Sonrada marketten çıkarken Fırat bana tek bir poşet dahi bırakmadan bütün poşetleri alıp çıkmıştı. Bende peşinden çıktım.

Yüzüme vuran soğuk rüzgar ve yağmur damlaları beni biraz üşütürken karşı kaldırımdaki arabamın yanına Fırat'la birlikte varmıştık. Poşetleri koymak için arabamın arka kapısını açtığımda Fırat poşetleri koltuğun üzerine koymuştu. Arabanın kapısını kapatıp Fırat'a,
- Teşekkür ederim, dedim düz bir sesle. Yüzüne bakmamıştım. Ve Fırat'tan herhangi bir cevap gelmesini beklemeden yanından geçip gidecekken Fırat kolumu tutup beni durdurdu.

Sıcak nefesi saç diplerime vururken Fırat'ın derin bir nefes aldığını duydum. Kokumu içine çekiyordu. Bana kızıyor muydu yoksa beni seviyor muydu anlayamıyordum. Kafamı karıştırıyordu. Bende derin bir nefes aldığımda Fırat'ın kokusu burnuma dolmuştu.

Fırat sert çıkan sesiyle,
- Çok kalma, dedi.

Kalmayacaktım zaten. Kendi kafamda da böyle kararlaştırmıştım. Ama şimdi şeytan diyordu ki ; yatıya kal.
Yine de sakince ,
- Tamam, dedim. Şimdi ters bir cevap versem tartışırdık. Ve ben bunu istemiyordum. En azından şuan, bu sokak arasında ve yağmurun altında istemiyordum.

Hafifçe içimi çekip kolumu Fırat'ın elinden kurtardım ki Fırat'ta bırakmıştı zaten. Arabanın etrafından dolanıp şoför koltuğuna geçtiğimde Fırat'ta kendi arabasına binmişti. Motoru çalıştırıp aracı park ettiğim yerden çıkardım.

Bir iki dakika daha yol aldıktan sonra Ayşe teyzelerin kaldığı apartmanın önünde durmuştuk. Arabadan inip arka koltuktaki poşetleri almak için arabanın kapısını açtığımda yanıma yine Fırat gelmişti. Yaklaşık on tane poşet vardı ve ağır oldukları için taşıyamayacağımı düşünüyordu. Ama halledebilirdim.

Lakin Fırat aldığım poşeti elimden alıp,
- Bırak bana , dedi. O an sesinin eskisi kadar sert olmadığını fark ettim. Yumuşamıştı sanki biraz. Bu sefer bende Fırat'a itiraz etmedim. Sessizce kabul ettim yardımını.

Fırat bütün poşetleri aldığında kapıyı kapatıp arabayı kilitledim. Ve apartmanın kapısına doğru ilerleyip zile bastım. Kapının otomatik açılma sesi gelirken siyah demir ve paslı kapıyı ittirdim. Apartmanın içine girince Fırat'ın geçmesi için kapıyı tuttum. Sonrada Ayşe teyzelerin kaldığı evin kapısını çalmıştım. Birkaç saniye sonra kapı Ayşe teyze tarafından açılmıştı. Ayşe teyze beni görünce yüzünde beliren kocaman gülümsemesiyle,
- Kızım hoşgeldin, dedi kollarını bana sarılmak için açarken.
Bende Ayşe teyzenin bana "kızım" demesinin yüreğime yaydığı sıcaklıkla Ayşe teyzeye sarılıp,
- Hoşbuldum Ayşe teyze, dedim.
Ayşe teyze sırtımı sıvazlayıp benden ayrılırken Fırat'ı fark etmiş olacak ki ,
- Ah oğlum sende hoşgeldin , dedi. Fırat'ı gördüğü için şaşkın olduğu gözlerinden okunuyordu.
Fırat,
- Hoşbulduk, derken sesi tok ve düzdü.
Ne sertti ne de yumuşak. O sırada Ayşe teyze,
- Ayh kapıda kaldınız. Buyrun içeri, dediğinde gözlerim Fırat'ı buldu. Fırat'ta bana bakıyordu. Ben girecektim zaten ama Fırat girer miydi, onu sorguluyordum. Girmezse ayıp olurdu ama şimdi tutupta " gir" de diyemezdim.

Lakin Fırat derin bir nefes alıp ayakkabılarını topuklarına basarak çıkarmaya başlamıştı. Bense Fırat'ın heybetli bedeninin arkasında kalmıştım. Fırat'ın bu yaptığı içimi sıcacık ederken gülüşümü bastırmak için alt dudağımı ısırdım.

Fırat içeriye girdikten sonra bende ayakkabılarımı çıkartıp içeriye girmiştim. Ayşe teyze kapıyı kapatırken Fırat elindeki poşetleri gösterip,
- Bunları nereye bırakayım? Diye sordu.
Ayşe teyze poşetlere bakıp,
- Ne zahmet ettiniz? Bu kadar şeye ne gerek vardı? Dedi mahçup bir şekilde.
- Ne zahmeti Ayşe teyze? Olur mu öyle şey? İçimizden geldi. Kabul edersen seviniriz, dedim.
Ayşe teyze hafifçe tebessüm edip,
- Sağolun, dedi ve Fırat'a mutfağın yolunu gösterdi.
Bende oturma odasına geçmiştim. Koltukta oturup televizyon izleyen Zeynep'i gördüğümde o da beni fark etmiş ve kocaman gülümsemesiyle,
- Hazan abla , demişti coşkuyla.
Bende ona gülümseyip yanına otururken,
- Zeynep, dedim sevecen bir sesle.
Zeynep ise kollarını belime sararken,
- Hoşgeldin, demişti.
Bende ona sarılıp saçlarının üstünü öperken,
- Hoşbuldum, dedim.

Sonrada içeriye Ayşe teyze ve Fırat girmişti. Fırat yanıma otururken Ayşe teyze ise karşımızdaki koltuğa oturmuştu. Hâl hatır sorup Ayşe teyzenin ısrarlarıyla birer bardak çay içmiştik.

Bir süre sonra çaylarımız bitince Fırat'la beraber kalkmak için ayaklandık. Ayşe teyze biraz daha kalmamız için ısrar etse de daha sonra gelip uzun uzun oturacağımızın sözünü verip evden çıkmıştık.

Yağmur daha da şiddetlenmiş hava ise git gide soğumuştu. Sıcacık evden çıkıp bu soğuk havaya atılmak ürpermeme sebep olurken hemen peşimden gelen Fırat'la arabama doğru ilerledim. Aracın kapısını açıp binerken Fırat,
- Dikkatli sür, dedi emredici ve bariton sesiyle.
- Tamam . Sende dikkat et , dedim usulca.
Fırat ise bir süre gözlerime bakıp belli belirsiz başını sallayıp arabasına doğru ilerlemeye başlamıştı.

Gözlerim dikiz aynasından Fırat'ta takılırken hafifçe içimi çektim. Yüzümde hafif bir tebessüm belirirken onunla böyle sıradan bir misafirliğin bile ne kadar hoşuma gittiğini fark etmiştim. Diğer insanların hayalleri neydi bilmiyordum . Ama ben sıradan biri olmak istiyordum. Sıradan dertlerim, sıradan telaşlarım, sıradan hatıralarım olsun istiyordum. Ve bunu Fırat'la biraz biraz başarabildiğimi hissetmiştim.

Derin bir nefes alıp emniyet kemerini takıp motoru çalıştırdım. Ve arabayı bu bardaktan boşalırcasına yağan yağmurda eve doğru sürmeye başladım.

Yüzümde oluşan tebessüm hâlâ bakiyken içimde de birazdan yerle yeksan olacağını bildiğim bir huzur vardı. Olsundu. Bu zamanlara anları yaşayarak gelmiştim. Biraz daha kendimi bu anın içinde tutup ileriyi düşünmeden kandırabilirdim.

                             ******

Apartmanın önüne geldiğimizde arabaları peş peşe park edip ikimizde aynı anda indik. Fırat'ın gözleri benim üzerimdeyken ona dönmeden arka koltuğa yönelip bilgisayar çantalarını alıp arabamı kilitledim.

Ve Fırat'la birlikte apartmana doğru yürümeye başladık. Apartmandan içeriye girdiğimizde asansöre binmiştik. Ben beşinci katın tuşuna basarken Fırat dördüncü katın tuşuna basmamıştı. Sanırım benimle gelecekti. Gelsindi. Artık aramızda yaşanacak tartışmayı ertelemenin bir anlamı yoktu. Ben hâlâ tartışmak istemiyordum. Ama yapacak pekte birşeyim yoktu.

Hafifçe içimi çekip gözlerimi ayaklarıma diktiğimde Fırat'ın gözleri ise hâlâ üzerimdeydi. Öylece beni izliyordu. Yüz ifadesinin nasıl olduğunu bilmiyordum. Çünkü hiç yüzüne bakmamıştım. Sadece alıp verdiği nefesleri duyabiliyordum.

Asansör beşinci katta durduğunda inip evin kapısına doğru ilerledik. Cebimdeki anahtarı elime alıp kapıyı açtım. Sonrada ayakkabılarımı çıkarıp içeriye geçtim. Duvardaki tuşa basıp ışığı açtığımda elimdeki bilgisayar çantalarını girişteki konsolun üzerine bırakıp üzerimdeki ıslak kabanı vestiyere asmıştım. O sırada Fırat'ta içeriye girmiş ve kapıyı kapatmıştı.

O an kendimi bir garip hissettim. Bu garipliğin sebebini ise anlayamamıştım. Yine de üzerinde fazla durmadan ve gözlerimin Fırat'ı bulmasına izin vermeden üzerimi değiştirmek için yatak odasına doğru ilerlerken Fırat,
- Nereye? Diye sordu sert sesiyle.
Evet başlıyorduk.
- Üzerimi değiştireceğim, dedim düz bir sesle.
Fırat ise,
- Sonra değiştirirsin. Geç şuraya konuşacağız, dedi emredici sesiyle.

Derin bir nefes alıp Fırat'a döndüm.
Gözlerim sert çehresini ve sinirle parlayan gözlerini bulurken Fırat'ın da öfkesini iyi gizleyebildiğini fark etmiştim. Ayşe teyzeler de ki o sessiz sakin ama ciddiyetinden ve heybetinden hiçbir şey kaybetmeyen adamla şuan karşımda sinirden köpüren adam aynı kişi değildi sanki.

Fırat'ın içinde bir zehir vardı şuan ve o zehri akıtmadan rahatlamayacaktı. Lakin ben o zehirin Fırat'tan çıktıktan sonra beni zehirlemesinden korkuyordum.
Yine de ,
- Konuş dinliyorum, dedim.
Fırat ise üzerime doğru birkaç adım gelip,
- Benimle şöyle dik dik konuşma, dedi dişlerini sıkarak.
Gözlerinin içine bakıp,
- Konuşursam ne olur? Dedim sinirle.

Ne olurdu ki sahiden de? Ne yapabilirdi bana? Hiçbir hatam , hiçbir yanlışım yokken bana bu şekilde esip gürlemesine izin mi verecektim? Hatalı olduğum zamanlarda ona boyun eğer , özür de dilerdim ama şuan hatalı falan değildim.

Fırat ona daha da diklenişimle iyiden iyi sinirlenirken alnında ve boynunda beliren damarlar , dişlerini sıkmaktan iyice kendini belli eden çene kasları, derince çatılan kaşları ve öfkeyle alev alev yanan kara gözleriyle fazlasıyla ürkütücü duruyordu. Sanki karşımda git gide daha da devleşiyor ve ben küçücük kalıyordum. Ama yine de Fırat uyarıcı bir tonda bastıra bastıra "Hazan" derken geri adım atma taraftarı değildim. İncelediği yerden kopsundu.

Bu sefer Fırat'a doğru bir kaç adım ilerleyen ben olurken,
- Ne Hazan ne?! Dedim yükselen sesimle." Sen böyle karşıma geçip esip gürleyeceksin, hiç bir hatam yokken bana bağırıp çağıracaksın, bende öylece sus pus oturup seni mi dinleyeceğim?!"

Fırat 'ta üzerime doğru birkaç adım gelirken aramızda bir iki santim mesafe ya var ya yoktu. ikimizin de gözlerinde öfke ve sinir hüküm sürüyordu.
Ve Fırat yüzüme doğru,
- Dinleyeceksin lan dinleyeceksin!! Diye gürledi. " Bütün gün delirtin beni!! Şimdi de kapatıp o çeneni beni dinleyeceksin!! Kim o amınakoduğumun çekik gözlüsü, ne işi var senin yanında, nasıl aramız bozukken kızacağımı, seni köpek gibi kıskanacağımı bile bile o yavşağı peşine takıp askeriyeye gelebildin, hepsini teker teker anlatacaksın bana!!!

Fırat'ın ettiği küfürker daha da sinirlenmeme sebep olurken,
- Doğru konuş onun hakkında!! Dedim öfkeyle. Ve bu Fırat'ı daha da sinirlendirdi.
- Sen bana onu mu koruyorsun lan?!!! Diye gürleyip iyice dibime giren Fırat'tan birkaç adım gerilerken
hiç teklemeden,
- Evet onu koruyorum!! Dedim. Ve sözlerime "çünkü onunla benim aramda senin düşündüğün gibi birşey yok olamaz da! Bu yüzden o senin ettiğin bu küfürleri hak etmiyor! Çünkü ben seni seviyorum!! Şimdiye kadar senden başkası olmadı olmayacakta!! Ve eğer benden bir açıklama bekliyorsan önce sen bana bugün o koridora konuştuğun kadının kim olduğunun, sana dokunmasına nasıl izin verdiğinin açıklamasını yap!!! Diyerek devam ettim.

Fırat ise yüzüme öylece bakıyor gözleriyle her zerremi tarıyordu. Gözlerinde yine alev alev yanan birşeyler vardı ve ben bu sefer bu ateşe öfke ya da sinir diyemezdim. Sanki onu kıskanmam, ona onu sevdiğimi söyleyip ardından da ondan başka birinin olmadığını ve olmayacağını bağıra çağıra söyleyişim hoşuna gitmişti.

Bense ağzımdan birşey kaçırmışım gibi gözlerimi kapatıp açarken başımı önüme eğmiş ve alt dudağımı hafifçe ısırmıştım. Çünkü Fırat'a o kadını sormayacaktım. Güveniyordum Fırat'a ve o kadını sorarak ona olan güvenimi ne ona ne de kendime sorgulatmayacaktım. Ama öyle bir hale getirmişti ki beni ağzımdan çıkanı kontrol edememiştim.

Derin bir nefes alıp yere eğdiğim başımı kaldırıp,
- Eğer bana bu şekilde gelmiş olmasaydın sana o yüzbaşı kadını sormayacaktım. Çünkü ben güveniyorum sana. Ne yapıp ne yapmayacağını az çok tahmin edebiliyorum. Ama görünen o ki sen bana güvenmiyorsun, dedim. Ve hafifçe içimi çekip yerden kaldırmış olsam da Fırat'ın gözlerini bulmayan gözlerimi pencereye çevirdim. Sonrada "her neyse " diyerek tekrar Fırat'a döndüğümde gözlerinde sıkıntılı bir hâl olduğunu görmüştüm. Sanırım beni kırdığını fark etmiş ve bu onu sarsmıştı. Ama umursamadım. Hafifçe yutkunup gözlerimi kırpıştırırken " Daha fazla konuşmak ya da tartışmak istemiyorum. Çok yorgunum zaten. Sende evine git lütfen" dedim ve son kez Fırat'ın "yapma Hazan" der gibi bakan gözlerine bakıp ona arkamı dönerken yatak odama doğru ilerlemeye başladım.

Lakin Fırat'ın aniden belime dolanıp sırtımın göğsüne yaslanmasını sağlayan kolları beni durdurmuştu. Bu hareketi beni afallatırken Fırat yanağını yanağıma bastırarak kokumu içine çekmişti.
Sonrada,
- Hazan, dedi tekrar derin bir nefes alıp kokumu solurken. Ama öyle bir "Hazan" deyişti ki bu af diliyordu sanki. "Ben özür dileyemem sen affet" der gibiydi. Fakat o kadar kolay olmayacaktı.
Bu yüzden,
- Bırak beni, dedim düz bir sesle.
Fırat ise bu seferde yanağıma dudaklarını bastırıp kulağıma doğru,
- Yavrum, dedi "yapma" der gibi. Ama "der gibi"ler artık bir işe yaramıyordu. Ne söylemek istiyorsa net bir şekilde söylemesi gerekiyordu.

Kendimi Fırat'tan geri çekmek için ileriye doğru bir hamlede bulunup,
- Bırak, dedim.
Fırat ise beni iyice kendine çekip başını boynuma gömerken,
- Hazan'ım, dedi bastıra bastıra.

Bense artık sinirleniyordum. Hem Fırat'ın böyle süslü kelimelerle suçunu bastırmaya çalışmasına hem de içimin bu süslü kelimelere eriyor oluşuna sinirleniyordum. Ne vardı sanki kalbim böyle atmasa, bedenim Fırat'ın sıcaklığına meftun olmasa, kollarım Onun o heybetli bedenine sarılmak için can atmasa . Niye böyle oluyordu?

Derin ve sert bir nefesi içime çekerken hem Fırat'a hemde kendime olan öfkem harman olmuş ve beni,
- Ya bıraksana, diye bağırıp Fırat'ın bana mengene gibi dolanan kollarının arasında çırpınmaya itmişti.

Fırat ise burnunu yanağıma sürterek kokumu içine çekerken kollarını iyice sıkılaştırıp hareketlerimi kısıtlamış ve,
- Nasıl bırakayım ben seni? Demişti boğuk çıkan erkeksi sesiyle. "Seni böyle deli gibi severken nasıl bırakayım yavrum?"

Anlık bir duraksadım. Madem bu kadar çok seviyordu beni o zaman nasıl kalbimi bu kadar çok kırıp bana böyle bağırabiliyordu? Tamam kıskanmış olabilirdi ama bunu benimle oturup daha sakin bir şekilde konuşabilirdi de. Ve belki bende Fırat'ın beni Kim Chin'den kıskanabileceğini düşünüp ona önceden haber verebilirdim. Lakin o an düşündüğüm tek şey işimdi. Ama belki de benim bugünkü hatam da buydu; Fırat'ın Kim Chin'i kıskanacağını düşünememiş olmak.

Gözlerimi usulca kapatıp açarken tekrar,
- Bırak beni, dedim yorgun çıkan sesimle.
Bıraksındı artık. Bu gecelik yeterdi. Uyumak istiyordum.

Fırat ise dudaklarını şakağıma dayayıp orayı öperken,
- Yavrum sakin ol biraz. Oturup konuşalım, demişti naif bir ses tonuyla.

Dalga mı geçiyordu benimle? Madem oturup konuşmayı biliyordu neden başta kavga etmeyi seçmişti? Sakin olması gereken kişi ben miydim?

Sinirle hafifçe gülüp ,
- Sen dalga mı geçiyorsun benimle? Diye sordum. " En başından beri bana bağırıp çağıran sensin! Şimdi sakin olması gereken ben mi oluyorum?"

Fırat yüzünü saçlarıma gömerken,
- Tamam haklısın. Haklısın yavrum, dedi beni yatıştırmak ister gibi.
Derin bir nefes alıp verirken,
- Ben haklı falan olmak istemiyorum. Bırak beni, diyerek kendimi Fırat'ın kollarından kurtarmak için ileriye doğru bir hamle yaptım.

Lakin Fırat'ın kaslı ve güçlü kollarından kurtulmak pekte mümkün olmazken Fırat,
- Hazan dur, dedi.
- Bırak o zaman sende beni, dedim sinirle.
Fırat ise derin bir nefes alıp beni tuttuğu belimden kendine doğru çevirmişti. Yüz yüze geldiğimizde çırpınıp durduğum için yüzüme dağılan saçlarımı bir eli sımsıkı belimi tutarken diğer eliyle geriye doğru ittirirken ben ise gözlerimi onun yüzüne hiç değdirmemiştim. Bakışlarım öylesine salonda geziniyordu.

Fırat saçlarımı yüzümden geriye doğru ittirdikten sonra gözleriyle her zerremi tarayıp alnını şakağıma dayarken,
- Özür dilerim, dedi fısıldar gibi.

İlk birkaç saniye ne söylediğini algılayamazken hafifçe yutkunup,
- Ne? Dedim şaşkınlıkla hafiften çatılan kaşlarımla.
Fırat ise derince içini çekip,
- Özür dilerim, affet yavrum, dedi.

Bende hafifçe içimi çektiğimde Fırat'ın benden özür dilemesi garip hissettirmişti. Ondan bunu beklemiyordum.

Bu yüzden teyit etmek ister gibi,
- Sen benden özür mü diliyorsun? Dedim.
Fırat ise alnını şakağımdan ayırıp göz göze gelmemizi sağlarken derin derin baktı gözlerimin içine ve,
- Niye şaşırdın ki bu kadar? Senden özür dilememi beklemiyor muydun zaten? Diye sordu.

Bekliyordum ama bu umutsuz bir bekleyişti.

Dudaklarımı büzüp,
- Bilemem . Gurur yaparsın sanıyordum, dedim.
Fırat ise alnını alnıma dayayıp gözlerimin içine bakarken,
- Sikerim gururunu senden değerli mi? Dedi.
Yüzümde hafif bir tebessüm belirirken,
- Değil mi? Dedim.
Fırat yüzümün her zerresini tarayıp bakışları gülüşümde oyalanırken,
- Değil tabi, dedi. Sonrada beni kalçalarımın altından kollarını geçirerek kucağına alırken bende refleksle bacaklarımı beline dolamıştım. Fırat köşe koltuğa doğru ilerleyip otururken bir süre yüzüme bakıp birden,
- Güveniyorum ben sana, dedi bir eli usul usul belimi okşarken diğer eli de saçlarımı seviyordu. Derin bir nefes alıp "ama" derken sözünü kesip "çevreye mi güvenmiyorsun?" Diye sordum imayla. Genelde hep öyle olurdu. Fırat ise gözlerime bakıp "o kadar klişe değil. Ben erkeklerin zihniyetine güvenmiyorum" dedi. Ve sıkıntılı bir nefes alıp verirken "Bak Hazan erkekler böyle şeyleri ister istemez düşünürler. Bunları sana söylemek inan hiç hoşuma gitmiyor ama sana güvenmediğimi düşünmen de en az bu konu kadar rahatsız ediyor beni. Nasıl güvenmem ben sana? Askeriyedekilerin elini sıkarken bile benim elimi sıktığından farklı sıkıyorsun. Albay, ben ve Oğuz dışında hiç biriyle uzun bir göz temasında bulunmuyorsun. Herşeyinle, her hareketinle, her cümlenle öyle farklısın ki gözümde. Öyle işliyorsun ki içime. Öyle seviyorum ki seni. " Derken yine hafifçe içini çekip duraksamış sonrada saçlarımdaki eli yanağımı bulurken "benim bugünkü tepkim sana değildi. Senin yanlış birşey yapmadığını biliyorum. Yapmayacağını da biliyorum." Demişti.

Kaşlarımı çatıp,
- E o zaman niye bağırıp çağırdın bana? Madem yanlış birşey yapmadığımı yapmayacağımı biliyordun, niye kızdın bana? Diye sordum.
Fırat ise sıkıntılı bir nefesi dışarıya verirken,
- Seni kaybetmekten korktum, dedi itiraf eder gibi. "Dün gece sana "ne halin varsa gör" dedim ya "derken yüzümdeki elinin baş parmağı sol kaşımın üzerini okşamaya başlamış ve Fırat yarım kalan cümlesini "o güzel gözlerin benden başkasını görür diye korktum yavrum" diyerek can verir gibi tamamlamıştı. Sanki o cümle bir alev topundan oluşuyordu da ağzından çıkarken Fırat'ın dilini yakmıştı.

Ve yanan sadece Fırat'ın dili değil benimde içimdi. Öyle kıyamıyordum ki şuan ona. Başımı Fırat'ın yanağımdaki eline doğru eğdiğimde Fırat, yüzüme derin derin bakıp,
- Yani tepkim sana değil kendimeydi. İt gibi sevdiğim kıza nasıl "ne halin varsa gör"diyip sonrada nasıl çekip gidebildim diye kendime kızıyordum, dedi. Sonrada alnını alnıma dayayıp, "dün gece zor tuttum kendimi kapına dayanıp senden özür dilememek için. Ama uyuyorsundur diye gelemedim. Sabahta benden önce çıkmışsın evden. Göremedim seni. Sonra aradım ama telefonda konuşulacak bir konu değildi. Askeriye gelince de yanında o çekikle beraber" derken duraksamıştı. Bende "sana inat olsun diye yaptığımı düşündün" dedim sorar gibi. Fırat ise hemen itiraz etmiş "hayır, hayır yavrum asla" demişti.
Bıkkın bir nefesi içime çekerken,
- Ne o zaman Fırat? Dedim.
Fırat ise beni içine sokmak ister gibi göğsüne çekip bastırırken arkasına doğru yaslanıp yanağımı sıkıca öpmüş ve,
- Seni kaybediyorum gibi hissettim. Sende bir kez olsun yüzüme doğru düzgün bakmadın, demişti. Ardından da bedeni kasılırken öfkeyle soluyup " birde seni ona gülümserken görünce tamamen film koptu bende. İçimdeki öfkeyle, kıskançlıkla, seni kaybetme ihtimalinin verdiği korkuyla ne yapacağımı bilemedim" diyerek boynuma gömülmüştü.

Derin bir nefes alıp,
- Ama yine de tüm bu söylediklerin bana güvenmediğini gösteriyor Fırat. Bana değilse bile sana olan sevgime güvenmiyorsun. Bana "ne halin varsa gör" dedin diye hemen başka biri.. derken Fırat sözümü kesmiş ve,
- Tamam , tamam konuşmayalım. Benim saçma sapan düşüncelerim yüzünden tartıştık. Hepsi benim hatam. Özür dilerim. Kapatalım konuyu, demiş sanki mümkünü varmış gibi beni daha da sarmıştı.

Üstelemedim. Eğer Fırat benim sevgime güvenmiyorsa belki de ben sevgimi ona doğru düzgün gösteremediğim için güvenemiyordu.
Bu yüzden hafifçe içimi çekip,
- Fırat, dedim.
O ise saçlarımın arasına bir öpücük kondurup kokumu içine çekerken,
- Söyle yavrum, dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle.
- Seni çok seviyorum ben, dedim. "Gözümde senden başkasını şimdiye kadar görmedi bu saatten sonra da görmez. Eğer sen karşıma çıkmış olmasaydın ben hayatım boyunca hiç kimseyi sevmezdim. Hani bir söz var ya "sen benim ararken bulduğum değil hiç aklımda yokken aşık olduğumsun" diye. İşte sen benim için o sözün karşılığısın."

Fırat ise beni iyice göğsüne bastırırken saçlarıma ve boynuma peş peşe sıkı öpücükler kondurmuş öpücüklerinin arasında da,
- Yavrum, demişti bastıra bastıra ve uzatarak. "Bebeğim benim. Canımın ta kendisi. Ölürüm lan ben sana. Senin sesine ayrı, kokuna ayrı, beni seven o güzel kalbine ayrı ölürüm. Nasıl birşeysin sen böyle? Kafayı yedirteceksin bana."

Fırat'ın dolu dolu ve dişlerini sıkarak söylediği bu sözler içimi sıcacık ederken bende Fırat'a sardığım kollarımı sıkılaştırıp başımı Fırat'ın göğsünden kaldırırken boynuna yönelip kokusunu içime çekerek sıkı bir öpücük kondurmuştum. Bu öpücük Fırat'ın kasılmasına ve derince yutkunmasına sebep olmuştu.

Fırat derince içini çekerken birden koltuğa doğru uzanmaya meyil etmişti. Bu hareketi beni afallatırken Fırat koltuğa uzanmış ve beni de üzerine yatırmıştı. Başımı Fırat'ın göğsünden kaldırıp göz göze gelmemizi sağladığımda Fırat'ın alev alev yanan kara gözleriyle karşılaşmıştım. Öyle derin öyle farklı bakıyordu ki bana gözlerimi sağa sola kaçırıp,
- Fırat napıyorsun? Dedim hafiften içime kaçan sesimle.
Fırat ise sırtımdaki eliyle beni kendine çekip başımın göğsüne geri düşmesini sağlarken,
- Şş yok birşey yavrum korkma. Çok özledim seni, biraz böyle kalacağız sadece, demişti başını saçlarımın arasına gömerken.

Ben ise biraz gerilmiştim. Şuan resmen Fırat'ın üzerine uzanmıştım ve bu benim için çok farklı çok yeniydi. Ama yine de Fırat'a itiraz etmedim. Çünkü bu halimiz... bilmiyorum güzel hissettiriyordu da bir yandan. Fırat'ın koca bedeninin üzerinde küçücük kalmıştım. Başım boynuna gömülüyken künyesinin soğuk metali burnumun ucuna değiyordu. Kokusu buram buram burnuma dolarken kalp atışlarını , sert ve kaslı vücudunu hissedebiliyordum. Güzeldi işte.

Bir süre öylece kalmıştık. Fırat usul usul sırtımı ve saçlarımı severken iyiden iyiye mayışmıştım. Biraz daha böyle kalırsak uyurdum. Ama Fırat'tan ayrılmak bu halimize bir son vermekte istemiyordum. Bu yüzden Fırat alnıma küçük küçük öpücükler kondururken,
- Fırat, dedim sesim biraz uykulu çıkmıştı.
Fırat ise,
- Söyle yavrum, dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle.
Hafifçe içimi çekip,
- Bugün ne konuşuyordunuz o kadınla? Diye sordum. Hem merak ettiğim bir soruydu hem de konuşmazsam uyurdum.
Fırat ise sorgulayıcı bir ses tonuyla,
- Hangi kadınla yavrum? Diye sordu.

Kaç kadınla daha konuşmuştu bu adam bugün?
- Hangi kadınla olacak Fırat? Yüzbaşı olan kadınla, dedim sesim biraz sinirli çıkmıştı.
Fırat ise saçlarımı koklarken,
- Bilmiyorum, dedi buğulu çıkan sesiyle.

Nasıl bilmiyordu? Birbirleriyle konuşmuyor muydu bunlar?

Başımı Fırat'ın boynundan kaldırıp göz göze gelmemizi sağlarken Fırat bana kara gözleriyle baygın baygın bakıyordu. O kadar yakışıklı görünüyordu ki hafifçe içimi çekmiş ama yine de hemen kendimi toparlayıp,
- Ne demek "bilmiyorum" Fırat? Birbirinizle konuşmuyor muydunuz? Dedim sinirle. Sonra da gözlerinin içine bakıp "yoksa özel birşey miydi? O yüzden mi söylemek istemiyorsun? " Diye sorularımı sıraladım.

Fırat'ın ise gözleri dudaklarımdaydı. Ama son sorduğum sorularla kaşları hafiften çatılırken gözleri gözlerimi bulurken,
- Ne özelim olabilir Hazan benim o kadınla? Benim tek özelim sensin. Ne konuştuğunu bilmiyorum çünkü duymadım. Aklım sendeydi. Ne söylerse öylesine başımı sallıyordum. Dinlemedim bile, dedi.

O kadını dinlememiş oluşu hoşuma giderken Fırat'a dokunduğu an aklıma gelince,
- Ama dokundu sana, dedim o anı hatırlamak canımı sıkarken.
Fırat ise yüzüme çıkardığı eliyle yanağımı okşarken,
- Bir anlık birşeydi. Hemen geri çektim kendimi. Senin peşinden geldim, dedi.

Sonra da gözleri yüzümü tararken hafiften çatılan kaşlarımın ortasını öpmüş ve ona çok yakışan çarpık gülüşüyle,
- Sende baya kıskanç çıktın be yavrum, demişti.
Kaşlarım iyice çatılırken,
- Niye rahatsız mı oldun? Kıskanmayayım mı seni? Dedim.
Fırat'ın yüzündeki gülüş silinip gözleri dudaklarıma kilitlenirken gözlerinde harıl harıl yanan ateş kendini göstermiş ve Fırat usul usul dudaklarıma doğru yaklaşırken fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle,
- Kıskan tabi yavrum. Nefes bile aldırma bana, demişti.

Benimde gözlerim Fırat'ın etli ve dolgun dudaklarına düşerken usulca kapanmıştı. Bir süre sonra da o dudakları dudaklarımda hissetmiş ve dudaklarımı yavaşça aralamıştım. Fırat'ın alt dudağı dudaklarımın arasındayken içimde ılık ılık birşeyler akıyordu.

Fırat üst dudağımı usul usul emerken bende onun alt dudağını emmeye başlamıştım. Şuan sevdiğim adamın üzerinde uzanmış onunla öpüşüyordum. İçimi bir sıcaklık kaplarken midem kasılıyor içim içime sığmıyordu.

Bir süre sonra ise Fırat'ın öpüşleri yoğunlaşmış ve iyiden iyiye hoyratlaşmıştı. Elleri belimi sararken beni iyice kendine bastırıyor öpüşme seslerimiz kulaklarıma doluyordu. Ve ben sanırım korkmaya başlamıştım. Neden korktuğumu bilmiyordum. Ama gerilmiştim. Çünkü bu öpüşler masumiyetten çok uzaktı. Ve dudaklarımın şiştiğini hissedebiliyordum. Ki artık öpüşmüyorduk; Fırat beni öpüyordu. İki dudağımı birden dudaklarının arasına alıyor, alt ve üst dudağımı ayrı ayrı aynı sertlik ve hoyratlıkla emip öpüyordu. Fırat'ın bu kendini kaybetmiş hali gözlerimi aralamama sebep olurken bacaklarıma değen sertliğini hissettiğimde buz yutmuş gibi öylece kalakalmıştım.

Bir kaç saniye ne yapacağımı bilemezken gözlerim yanmaya başlamıştı. Zar zor kendime gelebildiğimde Fırat'ın göğsündeki ellerimden destek alarak kendimi ondan geri çekmeye çalıştım. Fırat ise buna belime sardığı kollarını sıkılaştırmak izin vermemiş başını yana eğerek dudaklarımı iyice kavramıştı.

O an benimde hiç beklemediğim birşey oldu. Yanan gözlerimden bir damla yaş süzülüp Fırat'ın yüzüne düşmüş ve bu Fırat'ı durdurmuştu. Fırat bir süre gözlerini hiç açmadan öylece dururken zevkten çatık olan kaşlarını bu sefer kendine kızar gibi çatmış ve gözlerini sıkıca yummuştu. Dudakları dudaklarımdan ayılırken başımı Fırat'ın boynuna gömdüm. O ise beni sıkıca sarıp kulağıma doğru pişmanlık dolu sesiyle,
- Özür dilerim yavrum, demişti.
Bense konuşacak durumda değildim. Bu yüzden hafifçe içimi çekip Fırat'a daha da sokuldum. Korkmuş ve kendimi biraz garip hissetmiştim ama benim sığınacak tek limanım Fırat'tı.

Fırat ise saçlarımın arasına bir öpücük kondururken benimle beraber sola doğru dönüp beni koltukla arasına aldı. Şuan sırtım koltuğa yaslı başımda Fırat'ın göğsündeyken Fırat beni belimden tutup biraz yukarı çekerek sertliğinin benimle olan temasını kesmişti. Ardından da başını alnıma dayarken,
- Özür dilerim Hazan. Bir an kendimi kaybettim. Affet yavrum, dedi. Sesindeki pişmanlık içimi burkuyordu. Ama ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. Bu yüzden yine sessiz kalmayı tercih etsem de kollarımı Fırat'ın bedenine sarıp ona daha da sokuldum. Fırat'ta beni iyice göğsüne çekip sararken ,
- Birşey söyle Hazan, dedi yalvarır gibi.
Ne söyleyebilirdim ki?
Derin bir nefes alıp verirken,
- Ne söyleyeyim? Dedim usulca.
Fırat ise başını boynuma gömerken,
- Kızdın mı bana? Diye sordu.

Bu sorusu beni gülümsetmişti. Koskoca , otuz yaşında adam bana ona kızıp kızmadığımı soruyordu.
Hafifçe içimi çekip,
- Kızmadım, dedim.
Fırat ise kulağımın arkasını öperken,
- Korkuttum mu seni? Diye sordu .
- Biraz, dedim usulca.
Fırat ise sırtımı okşarken,
- Özür dilerim, dedi.

Derin bir nefes alıp hafifçe gülerken aramızdaki kara bulutları dağıtmak adına,
- Sende iyice bana benzemeye başladın , dedim muzip bir sesle. "Benim gibi hiç durmadan özür diliyorsun."

Fırat'ın şakağıma dayadığı dudakları hafiften gerilirken,
- İşe yarıyor mu bari? Dedi.
Başımı göğsünden kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken Fırat'ın gözlerine bakıp,
- Yarıyor, dedim. " Affettim seni".
Fırat ise gözlerimi tarayıp başını alnıma yaslarken,
- Kapat gözlerini, dedi .
Bunu neden söylediğini anlamasamda gözlerimi usulca kapattım . Güveniyordum Fırat'a.

Birkaç saniye sonra gözlerimin üzerinde Fırat'ın sıcak dudaklarını hissetmiştim. Önce sağ sonra da sol gözümün üzerini öperken alnını tekrar alnıma dayayıp,
- O güzel gözlerinde affetti mi beni? Dedi.
Az önce gözümden süzülen bir damla yaş yüzünden soruyordu bu soruyu.
Ona kalbimden taşan sevgiyle bakarken,
- Affettiler, dedim.
Fırat ise alnıma yasladığı başının yerini dudakları alırken tekrar,
- Özür dilerim, dedi.

Hafifçe içimi çekip,
- Aaa Fırat yeter ama , dedim azarlar bir tonda. "Bak ben bana benzeyen insanlarla anlaşamam. Hem ben anlıyorum seni. Tabi karşında böyle güzeller güzeli bir kız dururken dayanamadın. Olur böyle şeyler. Sıkma canını".

Keyfi yerine gelsin biraz gülsün diye böyle konuşuyordum ki sanırım Fırat'ın erkeksi kıkırtısı kulaklarıma dolarken de başarmıştım.
Fırat başını biraz geriye çekip yüz yüze gelmemizi sağlarken yüzüme derin derin bakıp,
- Hemde ne güzellik, dedi. " Başımı döndürüyor, içimi eritiyor, bana derin derin nefesler aldırıyor".

Fırat böyle söyleyince utanmış ve gözlerimi sağa sola kaçırmıştım. Yanaklarımda muhtemelen al al olurken Fırat bir süre beni izlemiş elinin tersiyle kızaran yanaklarımı okşarken,
- Hazan, demişti ciddi bir ses tonuyla.
Gözlerim gözlerini bulurken,
- Hı? Dedim.
Fırat ise hafifçe içini çekip,
- Ben sen istemeden dokunmam sana, dedi. Söylediği şeyi anlık bir algılayamasam da sonra anlamış ve yine utanca boğulmuş başımıda Fırat'ın göğsüne gömmüştüm. Fırat saçlarımın arasına bir öpücük kondurup beni güven vermek ister gibi sıkıca sararken "hatta sen istesen bile evlenmeden dokunmayacağım sana. O yüzden korkma benden. Çekinme. Ben kıyamam sana. Senin canını yakacağıma, gözünden bir damla yaşın düşmesine sebep olacağıma gider sıkarım kafama . Tamam mı yavrum?" Demişti.

Derince içimi çekip ,
- Tamam Fırat, dedim. "Ben güveniyorum sana. Artık konuşmayalım bu konuyu. "

Fırat'ta benim gibi içini çekerken,
- Tamam yavrum, dedi. "Konuşmayalım"

Hafifçe içimi çekip Fırat'a sokulurken başımı boynuna gömdüm. Fırat ise koltuğun üzerindeki gri polar battaniyeyi alıp üzerimize örterken bedenimi saran sıcaklıkta iyice mayışmaya başlamıştım. Zaten fazlasıyla uykumda vardı ve sevdiğim adamın koynu uyumak için çok cazip bir yerdi. Ama Fırat'ın kendi evine gitmesi gerekiyordu. Gözlerim duvardaki saatte kayarken saatin 22.15 olduğunu görmüştüm. Göz kapaklarım aheste aheste açılıp kapanırken,
- Fırat, dedim uykulu sesimle.
O ise alnımı öperken,
- Söyle bebeğim , demişti boğuk çıkan erkeksi sesiyle.
Hafifçe içimi çekip,
- Evine mi gitsen ? Dedim usulca. Gitmesini hiç istemiyordum ama burada kalması doğru olmazdı.

Fırat derin bir nefes alıp,
- Aç mısın? Diye sordu.
Değildim. Askeriyede çıkan akşam yemeğinden Kim Chin ve benim için karargâh odasına birer tablet getirmişlerdi.
- Değilim, dedim usulca. Göz kapaklarım artık kapanmıştı. Başım Fırat'ın kaslı kolunun üzerindeyken uyudum uyuyacaktım.
Fırat ise alnımdaki dudaklarını yanağıma sürterek kokumu içine çekerken,
- Yaran nasıl , acıyor mu? Diye sordu. Sesi fısıltılı çıkıyordu ve bu erkeksi sesi daha da uykumu getiriyordu.
- Acımıyor, dedim sayıklar gibi.
Fırat başını boynuma gömerken,
- Senin sesine kurban olurum ben, dedi boğuk ve fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle.
Sonrada boynumu öpüp yanımdan kalktığını hissettim. Hemen ardından da uzandığım koltuktan havalanmıştım. Fırat'ın beni kucağına aldığını anlarken başım omzuna düşmüştü. Birkaç saniye sonra bir kapının açılma sesi kulaklarıma dolarken yatak odama girdiğimizi düşünmüş yavaşça bırakıldığım yumuşak ve serin yataklada bunu teyit etmiştim.

Fırat üzerime yorganı örtmeden önce çoraplarımı çıkarmıştı. Ardından üzerimi örtüp yatağa otururken elimi avucuna alıp yarım deri eldivenimi çıkartırken aynı zamanda ellerime öpücükler de kondurmuştu. Sonra da bileğimdeki saat ve bilekliklerimi ardından da boynumdaki kolyeyi çıkarırken üzerime doğru eğildiğini hissettim . Alnıma değen yumuşak ve sıcak dudakları hissettiğimde içim sıcacık olmuştu. Fırat alnımdaki dudaklarını yanağıma bastırırken kulağıma doğru,
- İyi geceler meleğim, diye fısıldamış ve sonrada evden çıkıp gitmişti.

💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧

  

  


  

  

  

   

   

   

  

  
   

  

  

   

   

   

     

Loading...
0%