Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@yikim2024

*****
Anıl'ın bulunduğu deponun adresini verdikten sonra Kim Chin'i evine bırakmıştım. Ardından da kendi evime geçmiş hızlıca üzerime dar paça bir kot pantolon ve bana bol gelen beyaz bir sweat giyip mutfağa geçmiş ve ocağa çay suyu koymuştum.

Fırat ise yine dün akşam ki gibi bir işi olduğunu söylemiş ve apartmana kadar peşimden geldikten sonra gitmişti. Bende nereye , neden gittiğini sorgulamamıştım .

Ocağa suyu koyduktan sonra sabah hazırladığım yiyecekleri kontrol ettim. İyi durumdalardı. Salonda da son kez bir göz gezdirdiğimde kapı çaldı.

Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerleyip açtığımda karşımda Canan teyze ve kucağındaki Elif'le Bahar'ı gördüm. Ellerinde birer tabak vardı. Hafifçe gülümseyip "hoşgeldiniz" diyerek geriye doğru çekilip onlara yol verirken Bahar "hoşbulduk" dedi ve ayakkabılarını çıkarıp Canan teyzeyle birlikte içeriye girdi.

O an Canan teyzenin bana karşı mesafeli olduğunu hissettim. Bu durum beni düşündürürken Canan teyze elindeki tabağı mutfağa bırakmıştı. Yanımda duran Bahar kulağıma doğru eğilip "anneme takılma" dedi. "Necla hanımla tartışmışlar bugün. Anlatırım sonra" .

Gözlerim Bahar'ı bulurken kaşlarım hafiften çatılmıştı. Dün Filiz bana sarmıştı. Bugünde Necla hanım Canan teyzeye.

Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken önüme dönüp bende mutfağa girdim. Canan teyze ise salona geçip oturmuştu. Bir anda tüm keyfim kaçmış, canım sıkılmıştı. Necla hanım ve Filiz'e haksız diyemiyordum. Sonuçta ben buraya gelmeden önce kendilerince bir planları vardı. Fırat Filiz'i istemiyor olsa da Canan teyze gelin olarak kabullenmişti Filiz'i. Canan teyzeyi suçlamıyordum. Lakin durum buydu. Şimdi de Necla hanım ve Filiz'in bu olanları kabul edemiyor oluşu normaldi. Pek tabii bu şekilde bir tavır takınıp sağa sola saldırmalarını doğru bulmuyordum.

Öte yandan canımı sıkan bir diğer şeyde Canan teyzenin neden bana tavır yaptığıydı. Ben ne yapmıştım? Eğer beni istemiyorsa bunu en başından söyleyebilirdi ki bende zaten o istemiyor olsaydı Fırat'la beraber olmazdım. Kimsenin düzenini, hayatını bozmaya gelmemiştim buraya.

Hafifçe içimi çekip mutfak dolaplarına yöneldim. Kafamda kaç kişi olacağımızı hesaplayıp on tane servis tabağı alıp masaya koydum. Ardından da çay bardaklarını hazırlarken Bahar Elif'i yere indirmiş ve yanıma gelmişti.

"Bugün Necla hanım bizim kapıya dayanmış" dedi fısıltıyla. Gözlerim anlık bir Bahar'ı bulsa da tekrar önüme döndüm. Az çok neler söylediğini tahmin edebiliyordum.

Bahar sözlerine " Demiş işte "önce bize umut verdin sonra kızımı elinin tersiyle köşeye ittin. Sen nasıl insansın" tabii kadın haklı bir yerde..." Diyerek devam ederken duraksamış ve "Ayh Hazan kusura bakma. Öyle demek istemedim" demişti yanlış birşey söylediğini düşünmenin verdiği telaşla.

Çay tepsisine dizdiğim bardakları kenara koyarken "sakin ol Bahar" dedim. "Haklısın".

Bahar hafifçe içini çekerken "anneme takılma"dedi tekrar. "Abime sormadan Necla hanımlarla gelin güvey olmanın cezasını çekiyor. Abim hiçbir zaman Filiz'e umut vermedi. Onlar bize geldiğinde evden çıkar giderdi hep. Abim seni çok seviyor Hazan. Onu ilk defa gözleri parlarken gördüm ben. İlk defa hayattan bir isteği var. "

Bahar yine duraksadığında gözlerime konuşmakla konuşmamak arasında kalmış gibi bakarken gözleri salondaki gri köşe koltukta oturan Canan teyzeyi buldu. Ardından tereddüt eden bakışlarla tekrar bana döndüğünde birkaç saniye gözlerime bakıp hafifçe yutkundu ve tekrar konuşmaya başladığında "abimin hiç kolay bir hayatı olmadı Hazan" dedi ciddi bir ses tonuyla. "Neler yaşadığını, neler yaşadığımızı ben anlatamam sana. Belki abim birgün anlatır. Ama her ne olursa olsun bırakma onu. "

Bahar'ın ne demeye çalıştığını anlamazken çatılan kaşlarımla öylece gözlerine baktım. Bahar derin bir nefesi alıp verirken "Hazan bak bunları sana öylesine anlatmıyorum. Dediğim gibi abim yeri geldiğinde konuşur seninle ama daha çok zorlanacaksınız. Bu yüzden abimin yanında her ne olursa olsun kalmanı istiyorum senden". Dedi.

Aklım iyiden iyiye karışırken kulaklarıma dolan zil sesiyle hafifçe içimi çekip son kez Bahar'ın gözlerine bakıp mutfaktan çıktım. Kapıyı açtığımda karşımda Fırat vardı.

Göz göze geldiğimizde Fırat'ın kaşları çatılıp bakışları sorgulayıcı bir hâl alırken gözlerimi kaçırdım. Geriye doğru çekilip Fırat'a yol verdiğimde Fırat içeriye girip elimdeki kapıyı çekip kapattı. Gözleri yüzümde gezinirken başımı yerden kaldırıp sakin ve normal bir tavırla "hoşgeldin" dedim. Fırat birşeyler olduğunu anlamış gibi gözlerime bakarken yanından geçip mutfağa girdim. Bahar'la göz göze geldiğimizde çok gerilmiştim. Ayan beyan birşey olduğu yoktu. Ama ortaya çıkıp hiçbir şey yok demekte doğru olmazdı. Kısaca garip bir hava hakimdi evin içinde.

Ocağa yönelip çayı demlemek için çaydanlığa uzandığımda birden yanıma gelip benden önce çaydanlığı alan Fırat'la duraksadım. Fırat sabahki gibi çayı demlerken "Noluyor Hazan?" Dedi. Sesi sorgulayıcı ve hafiften sertti. Yutkunup "birşey olduğu yok " dedim.

Fırat çaydanlığı ocağa geri koyarken bana döndü. Yüzümü ve gözlerimi çatık kaşlarıyla tarayıp mutfak masasında oturan Bahar'a ardından salondaki Canan teyzeye bakıp tekrar bana dönerken "yalan söyleme bana. Madem birşey yok ne bu haliniz?" Diye sordu. Sesi sert bir hâl almıştı.

Ne söyleyeceğimi bilemezken o kadar rahatsız hissediyordum ki kendimi. Hafifçe içimi çekip , gergin bir şekilde alt dudağımı dişlediğimde kapı çaldı.

İçimden "Allah'ım sana şükürler olsun" derken Fırat'a "ben kapıya bakayım" diyerek mutfaktan çıktım. Peşimden Fırat ve Bahar'da gelirken Canan teyze de yerinden kalkıp gelmişti.

Kapıyı açtığımda karşımda ilk Oğuz'u gördüm. Onun sağında Aysu hanım solunda da Cevdet bey olduğunu tahmin ettiğim ellili yaşlarının sonunda , kır saçlı, koyu yeşil gözlü bir adam vardı. Arkasında da Dilek, Buse ve Gökhan gözüme çarparken geriye doğru çekilip onlara yol verdim. Ve "hoşgeldiniz" dedim hafif bir tebessümle.

İçeriye ilk giren Aysu hanım olurken "hoşbulduk" demiş ve bana sarılmıştı. Nişanda ki tavrına istinaden Aysu hanımın bu tavrı beni şaşırtırken sarılışına karşılık verdim.

Ardından içeriye giren Cevdet beyle el sıkıştığımda tekrar "Hoşgeldiniz" dedim. Cevdet bey "hoşbulduk" dedikten sonra ellerimiz ayrılmış Fırat , Bahar ve Canan teyzeyle de el sıkışmış ve Canan teyze Aysu hanımı olduğu gibi Cevdet beyi de salona yönlendirmişti.

Buse , Gökhan, Oğuz ve Dilek'te içeriye girerken bana ilk elini uzatan Buse oldu. Elini sıkıp "hoşgeldiniz" dediğimde Buse'nin gözleri Fırat'taydı. Bu durum beni rahatsız etse de Buse bana bakmadan "hoşbulduk canım" dediğinde sakindim.

Ellerimiz ayrılırken Buse üzerindeki montu çıkarıp ince askılı büstiyeriyle kalmış ve montu bana uzatmıştı. Bu soğuk havada giydiği bu şey buraya geliş amacını çok bariz bir şekilde belli ederken içimdeki kıskanç Hazan'ı dizginleyip montu aldım ve portmantoya astım.

O sırada Buse elini Fırat'a uzatmıştı. Dudağında ki kırmızı rujuyla şuh bir şekilde "merhaba Fırat" derken kendi içimde bu samimiyetin nereden geldiğini sorguluyordum.

O an Fırat'ın Buse'nin elini sıkmasını istemedim. Başka zaman olsa ya da başka bir kadın belki bu kadar sorun etmezdim. Ama bu kızdan hoşlanmıyordum. Bu yüzden benim bile kendimden beklemediğim birşey yapıp Fırat'ın elimin yanında duran elini tuttum. Zaten Fırat Buse'nin elini sıkmak adına bir hamlede bulunmamıştı ama olsundu. Tutmak istemiştim ve tutmuştum.

Fırat'ın gözleri bana dönerken ona dönmedim. Fırat ise parmaklarımızı birbirine iyice kenetlerken elimin üstünü okşadı. Ve Buse'ye düz, bariton ve kaba sesiyle"eyvallah" derken sadece bir baş selamı verdi.

Buse yine nişanda ki gibi bozguna uğrarken sinir olmuş gibi bana bakıp ardından da Bahar ve Canan teyzeyle selamlaşıp içeriye geçti. O sırada karşımda duran Gökhan bana el uzatırken "geçmiş olsun Hazan hanım" dedi. Nişana nazaran resmi ve mesafeliydi. Gözlerindeki çapkın ifade yoktu. Yine de Fırat'ın Buse'nin elini sıkmasına izin vermemişken Gökhan'ın elini sıkarsam Fırat kızabilirdi. Öte yandan ise evime gelen misafirin elini sıkmamak ayıp olurdu.

Kararsız kalırken Fırat bir anda Gökhan'ın bana uzattığı elini tutup sıkmış ve baskın bir ses tonuyla "sağolasın birader. Eksik olma" demişti. Sert bir üslupla. Gökhan ise herhangi bir cevap vermeden başını sallamış ve içeriye doğru ilerlemişti.

Bense rahat bir nefes verip Fırat'ın elinden elimi ayırırken önce Dilek'e sonra da ,Fırat ve beni ,öylece izleyen Oğuz'a sarıldım.

Oğuz bir abi edasıyla beni sımsıkı sararken "iyi misin?" Diye sordu. Hafifçe içimi çekip Oğuz'a sarıldığım an içimi saran huzurla "iyiyim. Sen?" Dedim. Oğuz saçlarımın arasına bir öpücük kondurup "sen iyiysen iyiyim" dedi.

O an Oğuz'un dün akşam telefonda benimle konuşmak istediği birşey olduğunu hatırladım. Zihnimde benimle ne konuşacağını düşünürken Oğuz'a eniştemin öldüğünü söylemediğim aklıma geldi. En az benim kadar üzüleceğini, bana neden daha önce söylemediğim için kızacağını biliyordum. Müsait bir zamanda söylesem iyi olacaktı.

Hafifçe içimi çekip Oğuz'dan ayrıldığımda Oğuz elindeki poşeti bana uzatmıştı. Gözlerim poşeti bulurken "ne gerek vardı Oğuz" dedim. "Birşey almamanı söylemiştim." Oğuz poşeti elime tutuştururken "geçmiş olsuna eli boş gelinmez abisinin gülü" demiş ve yanağımdan bir makas almıştı.

Başımı geriye doğru çekip "ah acıttın! " Diyerek sızlanırken yanağımı ovuşturmuştum. Oğuz ise hafifçe gülüp Fırat'a bir bakış atarken salona doğru ilerlemişti. Aralarındaki bu gerilimden rahatsız oluyordum. Kimin haklı kimin haksız olduğunu bilmesem de içimden bir ses Fırat'ın haklı olduğunu söylüyordu. Çünkü Oğuz söz konusu sevdiklerini korumak olduğunda fazlasıyla çirkinleşebilen biriydi. Sevdikleri için herşeyi yapabilir , gözü kimseyi görmezdi. Benimde anlamadığım buydu zaten ; neden beni Fırat'tan korumak istiyordu?

Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken kapının girişinde sadece ben ve Fırat kaldığında mutfağa geçtim. Elimdeki poşeti masanın üzerine bırakıp ocağa yönelirken çayın altını kıstığımda Fırat yanıma gelmişti. Öylece uzun, heybetli bedeniyle beni izlerken gözlerimi salona çevirdim. Havadan sudan sohbet ediliyor hâl hatır soruluyordu.

Fırat salona dönük olan yüzümü çenemin altından tutup kendine çevirirken yüzümü hafifçe sağa sola döndürüp kontrol edercesine, çatık kaşlarıyla inceledi. Bulunduğumuz yer mutfakla salon arasındaki küçük duvar sayesinde kör nokta da kalsa da yine de biri görür diye başımı geriye doğru çekip "Fırat napıyorsun?" Dedim telaşla. Fırat ise çatık kaşlarının çevrelediği kara gözleri Oğuz'un sıktığı yanağımda gezinirken "kızarmış" dedi. "Acıyor mu?"

Sesinde hafif bir sertlik varken elimi yanağıma götürüp "acımıyor" dedim. Fırat ise birkaç saniye daha ters ters gözlerime bakarken "iyi" dedi ve üzerime doğru birkaç adım gelip dibime kadar girerken kulağıma doğru eğildi. Sıcak nefesi tenimi yalayıp geçerken hafifçe yutkundum. Fırat ise emredici, baskın ve tehditkâr bir ses tonuyla "bir daha kimseye öptürme kendini. Bu kadar sakin olmam" dedi.

Ardından da sözlerini bitirip yanımdan çekip giderken salona geçmişti. Bense olduğum yerde birkaç saniye kalakalmıştım. " Kimse" diye bahsettiği Oğuz'du. Kuzenim, kardeşimdi. Fırat'ın Oğuz'a karşı bu kadar sert olması beni ürkütürken kendime gelmek adına derin bir nefesi alıp verdim. Ve mutfaktan çıktım.

Salona geçip tek boş yer olan Fırat'ın yanındaki küçük boşluğa oturduğumda Fırat'ın erkeksi bir şekilde iki yana açtığı bacakları dizlerime değiyordu. Bu ufak temas bile ondan etkilenmeme neden olurken içim ısınmış midem yanmaya başlamıştı. Üzerindeki siyah tişörtten açıkta kalan kaslı ve damarlı kolları her kadının göz zevkine hitap edecek şekildeyken ellerini de kalın ve adeleli bacaklarının üzerine koymuştu. Çok yakışıklı ve karizmatik görünüyordu. Tabii bir bana değil, koltuklara sığmayacağımızı tahmin ettiğim için televizyonun önüne koyduğum sandalyede oturan, Buse'ye de öyle görünmüş olmalı ki gözleri Fırat'ın üzerindeydi. Hafiften öne doğru eğilmiş üzerindeki siyah büstiyerden göğüslerini ortaya serme derdindeydi.

Fırat'ın gözleri ise önündeydi. Buse'ye asla gözlerini değdirmiyordu. Bu durum hoşuma gitse de kendi kendime bu kadar kıskanç olduğum için kızmaya başlamıştım. Sanki başka derdim yoktu?

Usulca içimi çektiğimde Aysu hanımın "Ayh çok geçmiş olsun Hazan'cığım." Diyen sesiyle ona döndüm. Hafifçe gülümseyip"Teşekkür ederim. Sağolun". Dedim. Aysu hanım ise sözlerine "seni öyle yerde kanlar içinde görünce çok korktuk. Verilmiş sadakan varmış" diyerek devam etmişti. Kadının bu sözleriyle Fırat'ın yanımda gerildiğini hissederken alıp verdiği sert nefesi de kulaklarıma dolmuştu.

O sırada Aysu hanımın yanındaki tekli koltukta oturan Cevdet bey söze girip "geçmiş olsun" dedi. " Ben Dilek'in babasıyım. Nişanda yoktum. Tanışamadık. "

Cevdet beyin bu sözleriyle hafifçe tebessüm edip "memnun oldum. Hazan, Oğuz'un kuzeniyim" dedim. Adam başını sallayıp " biliyorum" dedi. " Savcıymışsın. Meslektaşız. Bende emekli cumhuriyet başsavcısıyım" .

"Öyle mi"? Der gibi kaşlarımı kaldırırken anladığımı belirtir bir şekilde başımı da aşağı yukarı salladım. Cevdet bey ise sözlerine oturduğu yere iyice yerleşirken "zordur bizim işler. Düşmanın çok olur. Nerede ne zaman başına ne geleceğini bilemezsin. Dikkatli olmak lazım" diyerek devam ederken "hangi branş?" Diye sordu.

Adam da tam emekli olup mesleğine takıntılı kalmış , tüm gün cam kenarında oturup yoldan gelip geçenlere nutuk çeken amca tipi vardı.

"Terörle mücadele" diyerek Cevdet beyi cevaplandırdım. Adam gözündeki ince, kare çerçeveli gözlüğünü işaret parmağıyla burnunun üzerinden geriye doğru iterken "Ooo" dedi. Sözlerine "Ağır makam. Yaşında genç. Baya cesaret isteyen bir branş. Ben cinayet savcısıydım. Gerçi bizim pek terörle mücadele savcıları kadar forsumuz olmaz. Kolluk kuvvetleri bizi pek takmazlar. Eee siz direk emir veriyorsunuz. Sen emir vermesen askerler dağa çıkıp şerefsiz öldüremez. Ama bizim ki öyle mi ya? Ben yap et desem ne demesem ne? Her türlü emniyet olay yerine intikal eder, ceset adli tıbba gider, prosedür her türlü işler. Sözde herkes saygı duyar bize. Ama hep laf..." Diyerek devam ederken Aysu hanım " Aman Cevdet! Yine başladın savcılık hayatını anlatmaya. Sen emekli olalı kaç yıl oldu hayatım" derken kesmişti.

Cevdet bey ise " Bir konuşturmadın kadın. Tamam sustuk" demişti. Garip bir adamdı. Dediğim gibi emekli olup mesleğine takıntılı kalmış biriydi.

O sırada Fırat'ın diğer tarafında oturan Canan teyze bana dönüp "Hadi Hazan çayları getir kızım" derken "tamam" diyerek oturduğum yerden kalktım. Bahar'da kucağındaki Elif'i Fırat'ın kucağına verip benimle beraber mutfağa gelmişti.

O çayları doldururken bende çıkardığım servis tabaklarına kendi yaptıklarımdan, Bahar'ların getirdiği sarma ve baklavadan koyup çekmeceden çatal aldım.

Bahar "Bence zigon sehpaları önlerine koyalım. Ortadaki masaya ulaşamayan olur" dediğinde salonda göz gezdirdim. Haklıydı. "Tamam" diyerek mutfaktan çıktım. Televizyonun yanında duran üç ahşap zigon sehpayı teker teker alıp birini Buse ve Gökhan'ın arasına , birini Oğuz ve Dilek'in arasına, diğerini de ,orta sehpayı biraz geri çekip, Fırat ve Canan teyzenin arasına koydum.

Cevdet bey ve Aysu hanımın ise ortalarında yüksek bir sehpa zaten vardı. Ben tüm bunları yaparken Fırat'ın gözleri üzerimdeydi. Hissedebiliyordum. Yine de sakince işimi halledip mutfağa geçtim.

Bahar çayları dağıtırken bende herkesin önüne yiyeceklerle doldurduğum servis tabaklarını koydum. Herşey tamam olduğunda Fırat'ın yanına geri otururken Aysu hanım "ne gerek vardı bu kadar şeye?" Dedi. "Afiyet olsun" dedim sadece.

O sırada Fırat'ın kucağındaki Elif bana doğru uzanırken gülümseyerek Elif'i kucağıma aldım. Elif 'te küçük dişleriyle gülümserken önüme dökülen uzun, dalgalı saçlarımla oynamaya başlamıştı. Bende alnını öpüp Aysu hanım ve Cevdet beye doğru dönerken anlık bir Fırat'ın bana derin derin bakan kara gözleriyle göz göze geldim. Çok güzel bakıyordu ama mutfaktaki tavrını unutmuş değildim. Üstüne üstlük bana "o Gökhan denilen itin yanında sakın açık seçik şeyler giyme" diyerek tembih ederken kendi tüm kaslarını ortaya seren bir tişört giyip gelmişti.

Gözlerimi gözlerinden çektiğimde Aysu hanımın "Maşallah çocukta eline pek yakışıyor" diyen sesi kulaklarıma dolmuştu. Gözlerim onu bulurken gülümsedim. Aysu hanım ise " Eee var mı birileri?" Diye sordu. Gözlerim yine Fırat'ı bulurken Fırat'ın gözleride bendeydi. Ne söyleyeceğimi merak ediyordu sanki.

Hafifçe içimi çekip Aysu hanıma dönerken "var " dedim. Aysu hanım "öyle mi?" Der gibi kaşlarını havalandırırken "buralardan mı? " Diye sordu çayından bir yudum alırken. "Tanır mıyız?"

Cevap vermekle vermemek arasında kalırken duraksadım. Bilmiyordum. Canan teyzenin benim hakkımda ne düşündüğü konusunda kafam iyice karışmıştı. Ya artık beni istemiyorsa ? O zaman ilişkimizi böyle yaymamdan hoşlanmayabilirdi. Ama öte yandan Oğuz vardı. Böyle sessiz kalırsam benimde bu ilişkiden emin olmadığımı düşünebilirdi ki şuan o da beni pür dikkat izliyordu.

Tabii bir de Fırat vardı. Eğer böyle sus pus kalırsam kızardı. Bizden emin olmadığımı düşünebilirdi ki haksız da diyemezdim. Çok mu fazla düşünüyordum?

Hafifçe alt dudağımı ısırırken Fırat birden elimi tutup kalın ve adeleli bacağının üzerine "herkes görsün" der gibi koydu. Eli elimi sımsıkı tutarken gözlerim yüzünü bulmuştu. Kaşları tahmin ettiğim gibi bir süreliğine de olsa sessiz kalışıma kızmış olduğunu belli edercesine çatıktı. Lakin yüzüme bakmıyordu. Gözleri Oğuz'da sabitliydi. Bu durum beni huzursuz etse de o anlık sessiz kalmaktan başka birşey yapamazdım.

Aysu hanımın gözleri ellerimize düşerken "Siz...beraber misiniz?" Diye sordu. Gözleri bir yandan da Buse'yi bulmuştu. Ne yani bu kız annesine Fırat'tan mı bahsetmişti?

Git gide Buse'ye karşı bilenirken sakin ve normal tutmaya çalıştığım sesimle "evet, birlikteyiz" dedim. Aysu hanım gözlerini Buse'den alıp bize çevirirken "Ya ne güzel" dedi. "Evlenmeyi düşünüyor musunuz?"

Hiç beklemediğim bir soruydu. Üstüne üstlük bu konu üzerine kendi kendime de olsa hiç oturup düşünmemiştim. Fırat'la da konuşmamıştık. Lakin o an Fırat'ın Oğuz'un gözlerinin içine bakarak net , katı ve bariton bir sesle "Düşünüyoruz" demesiyle beraber oturup konuşmamış olsak da Fırat'ın herşeye kendi kafasında çoktan karar verdiğini anlamıştım.

Evlilik hakkında net bir düşüncem yoktu. Daha birlikte olalı bir haftayı yeni yeni geçiyordu. Anlaşıp anlaşamayacağımız üzerine kesin bir tezim olmamakla beraber eğer birgün Fırat'la evleneceksem buna tek başıma karar veremezdim. Antep'te koca bir aşiret , beni her ne kadar sevmese de, İstanbul'da bir annem ve herşeyden önce VASÖ vardı. Fırat'tan hâlâ Cihan abiye bahsetmemiştim. Askeriyedeki soruşturmayı kaldırdıktan sonra Fırat operasyona gittiğinde bir Ankara'ya uğrasam iyi olacaktı.

Gözlerim Fırat'ın bu söylemi üzerine Canan teyzeyi bulurken yüz ifadesinden birşeyler anlamaya çalışıyordum. Dalgın gözleri önündeki tabaktayken ne düşündüğünü merak ettim. Bir yandan da içim burkuldu. Her zaman neşeli ve güler yüzlü olan Canan teyzeyi böyle derinlere daldıran bendim.

Önüme dönüp gözlerimi kucağımda saçlarımla oynayan Elif'e sabitledim. Bilmiyordum. Tüm keyfim kaçmış, zihnimdeki düşünceler dört bir yanımı sarmıştı. Beynim yine başa sararken en başından Fırat'lara bu kadar yakın olmakla hata yapıp yapmadığı mı düşündüm. Belki de baştan bu apartmana taşınmamış olsaydım ne Fırat ne de ben bu kadar aşık olmayacaktık. O an kafamın içinde bir soru yükseldi . "Fırat'a aşık olmamayı ister miydin Hazan?"

İstemezdim herhalde. Ama şuan Canan teyzeyi bu kadar üzmekte istemiyordum.

Bilmiyordum. Kafam karışmıştı. Şu hayatta kendimi hiçbir yere sığdıramıyordum. Nereye ait olduğumu bir türlü bulamıyor haybeye ordan oraya savruluyordum.

Annem hayatım boyunca beni o kadar çok şey için suçlamıştı ki şimdi annem yokken ben aynı şeyi kendime yapıyordum. Kafamdaki bu düşüncelerin öylece işlemesine izin verirsem ne olacağını çok iyi biliyordum. Yine başkaları mutlu olsun diye kendi mutluluğumdan vazgeçecektim. Belki bu evden taşınmaya bile kalkacak , annemin beni hep dışlayıp hiç istememesinin içimde bıraktığı izlere dayanarak, beni istemeyen bir kişi olsa dahi istenmediğim yerde durmayacaktım.

Böyle büyümüştüm. Babamdan sonra liseyi annemin bana katlanamaması sonucu, evden ayrılıp yatılı okumuş , sadece hafta sonları sözde "evime" gelebilmiştim. Ne dedemlere bahsetmiştim bundan nede Oğuz'a. Elimde bir valiz mütemadiyen oradan oraya savrulup durmuştum. Mezarlıklar meskenim olmuştu ,iki üç sokak arkadaki kız yurdunun yolları göz yaşlarıma şahit.

Şimdi böyle buradan on yıl önceki Hazan'a baktığımda "iyi taşımışım içimde onca kırığı" diyorum. "İyi yığılıp kalmamışım bir yere". "İyi savaşmışım sevgisizliğin hoyrat sessizliğiyle"

Bugün olsa öyle dimdik duramam belki. Hoş gerçi artık eskisi kadar kırılmıyorum bazı şeylere. Bilmiyorum. Belki de içimde kırılacak birşey kalmadığından. Ya da artık büyümüştüm. Ne ki büyümek? Bir yerde okumuştum. "Birgün özgürlüğünüz elinizden alınır ve insanlar buna büyümek der " yazıyordu.

Sanırım büyümek göreceli birşeydi. Çünkü ben tüm hayatım boyunca olmak istemediğim kadar özgürdüm. Çocukken de şimdide...

Ve bence büyümek çaresiz bir kabullenişti. Artık "çaresizlik" kelimesinin anlamını yaşayarak öğrenmekti. Çünkü çareler başınıza gelenleri ve gelecekleri kabul ettiğinizde tükenirdi. Ben kabul etmiştim. Başıma gelenleri de gelecekleri de.

Sıkıntılı bir nefesi usulca alıp verdiğimde Fırat'ın tuttuğu elimi hafifçe sıkıp bırakmasıyla kafamdaki düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak ona döndüm. Fırat "hayırdır" der gibi göz kırparken "yok birşey" dercesine başımı hafifçe sağa sola salladım.

Fırat pek inanmış gibi durmazken gözlerime sorgulayıcı bakışlar atıyordu. Önüme döndüm. Bu gecenin bir an önce bitmesini istiyordum.

O sırada ben kafamdaki düşünceler içinde boğuşurken ortamdaki sohbet pek ilerliyor gibi durmuyordu. Evin içine can sıkıcı bir sessizlik hakimken Aysu hanımın "Eee Hazan senin ailen nerede?" Diyerek bana yönelttiği soruyla ona döndüm. Merak ettiği için değilde ortamda bir sohbet döndürmek için sorduğu belliydi.

Bu yüzden " Annem İstanbul'da" dedim. Baba mevzusuna girmek istemiyordum ki Aysu hanım "Baban?" Dedi sorar gibi.

Babam hakkında sakladığım birşey yoktu. Ne Fırat'tan ne de diğerlerinden. Lakin bu konuyu konuşmak bana pek iyi gelmiyordu ki şimdiye kadar tanıdığım hiç kimseye de babamdan bahsetmemiştim. Ailem hakkında genelde konuşmayı sevmezdim.

Yine de babam bu hayatta gurur duyduğum nadir şeylerden biriyken "Babam on yıl önce şehit oldu" dedim. "Cevdet bey gibi o da cumhuriyet başsavcısıydı".

Herkesin gözü bana dönerken Fırat'ta öylece yüzüme bakıyordu. Bir yandan da usul usul elimin üzerini okşarken ona dönmedim. Bakışlarındaki derinliği hissedebiliyordum ve eğer ona bakarsam ağlardım. Babam ince çizgimdi.

Ne zaman onu düşünsem televizyonda gördüğüm küle dönmüş araba gözümün önüne gelir ve babamın o arabada yanarken çektiği acı, çaresizlik her zerremi tiz , keskin bir duyguyla kavururdu. Buna acı, hüzün veyahut keder diyemezdim. Başka birşeydi o his. Bana"Babamın yerine keşke ben ölseydim, o acıyı ,o çaresizliği ben çekseydim, o acı dolu çığlıkları ben atsaydım" dedirtecek kadar bedbaht bir histi.

Gözlerim dolmasın diye verdiğim savaşta galip çıkarken Oğuz'la göz göze geldim. Onunda gözlerinde benim gibi bir hüzün hakimken varla yok arası gülümsedi burukça.

O sırada Aysu hanımın "başın sağolsun kızım. Kusura bakma sordum öyle ama" diyen sesi kulaklarıma dolarken ona dönüp tebessüm ettim ve "sorun değil" dedim. "Bilemezdiniz".

Aysu hanımda hafifçe gülümserken Cevdet beyin "Babanın adı neydi? Belki tanırım" deyişiyle gözlerim onu buldu. Tanıyacağını sanmıyordum. Ki bu konu üzerine konuşmak beni rahatız ediyordu. Zaten bu gece yeterince içim sıkılmıştı. Sussaydık ya artık.

Usulca içimi çekerken yine de saygısızlık olmasın diye "Mehmet Türkoğlu" dedim. Adını söylemekten birşey kaybetmezdim. Tanımayacaktı ve konu kapanacaktı.

Lakin öyle olmadı. Ve Cevdet bey " Mehmet Türkoğlu..." Diyerek babamın adını tekrarlarken birşeyler hatırlamış gibi düşünmek için önüne çevirdiği gözlerini tekrar bana döndürüp "Şu on yıl önce baktığı bir davada karşı tarafın arabasının frenlerini boşaltması sonucu kaza yapıp aracın içinde yanarak ölen savcı mı?" Dediğinde başımı belli belirsiz aşağı yukarı salladım.

Göğsümün ortasına birşey otururken anlık bir nefesimi içimde toparlayamadığımda astım atağı geçireceğimi hissetmiş ve hemen diyaframdan derin bir nefes almıştım. Astım atağı geçirmek istemiyordum. Şuan değildi. Belki sonra herkes gittikten sonra olabilirdi. Ama şimdi değil Hazan şimdi değil.

Nefesimi zar zor düzenlerken Fırat elimi daha sıkı tutmuş ve beni izliyordu. İyi olmadığımı fark etmişti sanki. Ki bunu tek fark eden Fırat değildi. Hemen yanımdaki Bahar ve karşımda oturan Oğuz'un gözleride bendeydi.

Cevdet bey sözlerine " Başın sağolsun. Kötü bir olaydı. Bende o zamanlar İstanbul'da görev yapıyordum. Tüm adliye ve hukuk camiyası çok konuştu bu olayı. Televizyonda haftalarca dönüp durdu. Ama kimin yaptığını bulamadılar. En son dava... askıya alınmıştı. Kimin yaptığını hâlâ bulamadılar değil mi?" Diye devam ederken gözlerim usul usul dolmaya başlamıştı.

Cevdet bey için bu bir "olay" ya da "dava"ydı. Ama benim için babamdı mesele ve ben Cevdet bey kadar bu konuyu konuşurken duygusuz olamazdım. Bu yüzdendir ki önüme dönüp saçlarım yüzüme dökülürken gözümden süzülen bir damla yaşa mani olamadım.

Ve o an Fırat'ın sert bir nefesi alıp verişi kulaklarıma dolarken Bahar sırtıma koyduğu eliyle destek olmak ister gibi sırtımı sıvazlamış bende kimseye belli etmeden gözümden süzülen yaşı silip başımı eğdiğim önümden kaldırmıştım.

O sırada ise Fırat hiç beklemediğim bir şekilde sert ve bariton sesiyle "Cevdet bey" demişti. Bende dahil herkesin gözü Fırat'a dönerken Cevdet beyde dönmüştü. Fırat ise sözlerine "Buraya geçmiş olsuna geldiniz. Emekli olduğunuz mesleğinizi icra etmeye değil. Kimse sizden geçmiş davaları sorgulamanızı istemedi. Sorularınıza dikkat edin" diyerek devam ettiğinde sesi yüksek değil ama baskın ve sertti.

Cevdet bey anlık bir dumura uğrarken bende şaşkındım. Fırat'tan böyle bir tepki beklemiyordum. Öte yandan evime gelen misafire böyle bir tepki verme taraftarı değildim. Lakin Fırat'ı bozacak bir harekette de bulunmak istemiyordum. Benim rahatsız olduğumu ve üzüldüğümü fark ettiği için, benim için böyle bir çıkışta bulunmuştu Cevdet beye.

Ayrıca beni böyle koruması da içimde bir yeri okşarken Cevdet bey Fırat'a "Sakin ol delikanlı " dedi. "Ben nerede ne sıfatla bulunduğumu bilecek yaştayım. "

Sıkıntılı bir nefesi alıp verdim. Cevdet bey alınmışa benziyordu. İş kontrolümden çıkmışken müdahale etmem gerektiğinin farkındaydım. Lakin Fırat Cevdet beye " Nerede nasıl nasıl konuşmanız gerektiğini de bilin o zaman" dediğinde çok geç kaldığımı anladım.

Yine de ortamdaki gerilim artarken Fırat'ın elini sıkıp bana dönmesini sağlamaya çalışıp "Fırat tamam" dedim.

Fırat bana dönmezken Canan teyze de Fırat'a "oğlum" demişti uyarıcı bir sesle. Fırat ise sert ve otoriter bir sesle "sen karışma anne" dediğinde Aysu hanım elindeki çay bardağını yanındaki sehpaya bırakıp "Biz gidelim artık" diyerek ayaklandı. Amacı ortamdaki gerginliğe son vermekti. Bende bunu istiyordum. Ancak bu son onların bu şekilde gitmesiyle olsun istemiyordum.

Bu yüzden kucağımdaki Elif'i tek kolumla kaldırıp Bahar'a verdiğimde Aysu hanımla birlikte Cevdet bey ve diğerleri de ayaklanmıştı. Bende oturduğum yerden elimi Fırat'ın elinden çekip kalktım. Fırat bana dönerken sinirlenmiştim. Ve ona dönemden Aysu hanıma hitaben "Aysu hanım oturun lütfen" dedim.

Aysu hanım ise "Yok kızım" dedi. "Hasta ziyaretinin kısası makbuldür."

Cevdet bey önümden geçip kapıya doğru ilerlerken Oğuz'a döndüm ve "Oğuz" dedim "birşey yap" der gibi. Oğuz başını sallayıp Cevdet beyin peşinden giderken bende önümden geçen Aysu hanımı durdurdum.

Üzgün gözlerle yüzüne bakarken "özür dilerim" dedim. "Lütfen oturun." Aysu hanım ise kolunu tuttuğum elimin üzerine elini koyarken "Sorun yok kızım. Biz yine sonra geliriz. Olmadı sen bize gelirsin" demişti.

"Ama" diyerek itiraz etmeye çalıştığımda Aysu hanım sözümü kesip " hadi tekrar geçmiş olsun kızım." Dedi ve kolunu elimden çekip kapıya doğru ilerlemeye başladı. Gökhan ve Buse'de çoktan evden çıkmıştı. Dilek ise kapıda Aysu hanımı durdurmaya çalışırken bende onlara doğru ilerledim.

Lakin Aysu hanım çoktan ayakkabılarını giymiş ve evden çıkmıştı. Oğuz ortalarda gözükmezken sanırım Cevdet beyin peşinden gitmişti. Son kez "Aysu hanım" dediğimde Aysu hanım "İyi akşamlar" diyerek Gökhan ve Buse'yle beraber merdivenlere yöneldi.

Bıkkın bir nefesi alıp verdiğimde Dilek'le göz göze geldim. Üzgün ve dolan gözlerimle ona bakıp aramızdaki mesafeyi kapattım ve sarıldım. Dilek'te sarılışıma karşılık verirken "Özür dilerim"dedim. "Hem bu gece için...hemde nişanını mahvettiğim gece için. "

Dilek sırtımı sıvazlayıp "Saçmalama Hazan" dedi. "Ne bu gece ne de o gece senin hatan değildi. "

"Olsun" dedim gözümden süzülen yaşlar yüzünden sesim titrerken. "Ben yine de özür dilerim".

Dilek sıkıntılı bir nefesi alıp verirken hafifçe burnumu çekip Dilek'ten ayrıldım. Elimin tersiyle yanaklarıma doğru süzülen yaşları silerken Fırat yanıma gelmişti. Ama ben ona dönmedim. Kızgındım. O sırada Bahar'da yanımıza gelmiş Fırat'a bir bakış atıp "Kusura bakma Dilek" diyerek abisi adına konuşmuştu.

Dilek'te kısa bir an Fırat'a bakarken "sorun değil. Bende gideyim artık. İyi akşamlar" diyerek evden çıkıp zaten açık olan kapıdan gitti.

Bende ardından baka kalmıştım. Yanıma gelen Bahar "Hazan" diyerek bana seslenirken ona döndüm. Kolumu tutup beni geri çekip"gel hadi" derken kapıyı da kapatmıştı.

O sırada Canan teyze de yerinden kalkıp bize doğru gelirken ne Fırat'a ne de bana bakmış ve sadece "ben eve geçiyorum" diyerek kapıya yönelmişti. Ne Fırat ne Bahar herhangi bir şey söylemezken bende ise birşey söylecek ne güç ne de cesaret kalmamıştı.

Canan teyze de Bahar'ın kucağındaki Elif'i alıp giderken Bahar ben ve Fırat öylece kaldık. Çok bunalmıştım. İçim iyiden iyiye sıkılmışken birden bire sıklaşan nefeslerimle bir elim göğsüme giderken Fırat hemen yanıma gelmiş ve belimden tutup "Hazan" demişti endişeli sesiyle. Nefeslerim git gide sıklaşırken Bahar "astım spreyin nerede?" Diye sordu. Benim cevap verecek halim yokken Fırat beni kucağına alıp Bahar'a "odasında. Baş ucundaki çekmecede. Çabuk ol" demişti.

Bahar odama girerken Fırat'ta benimle beraber koltuğa oturup "şşş tamam yavrum. Birşey yok, sakin ol. Geçecek şimdi"diyerek yüzümdeki saçları eliyle geriye doğru iterken endişeli gözleriyle yüzümün her zerresini tarıyordu. O sırada Bahar astım spreyiyle yanımıza gelmiş ve Fırat Bahar'dan aldığı spreyi dudaklarıma dayayıp birkaç kez sıkmıştı. Lakin bu yeterli olmazken nefes alış verişlerim hâlâ çok hızlıydı. Birkaç kez daha sıkması gerekiyordu.

Fırat nefeslerimin düzelmeyişiyle telaşa kapılırken "İşe yaramıyor. Hastaneye gidelim" diyerek benimle beraber ayaklanmıştı. Benim konuşacak halim yokken Bahar "abi dur. Birkaç kez daha sıkman gerekiyor" dedi. Fırat ise beni tek koluyla kucağında sabitleyip koltuğa geri oturmadan spreyi tekrar ağzıma dayayıp sıktı. Bu sefer işe yararken birkaç kez derin derin nefes alıp nefesimi düzene soktum.

Fırat ise hâlâ öylece duruyordu. Gözleri yüzümdeydi. Endişeliydi. Her ne kadar ona kızgın olsamda yine de onu böyle görmeye kıyamadığımdan "iyiyim. " Dedim. Fırat "Emin misin Hazan? Hastaneye götüreyim seni" dedi. "İstemiyorum. İndir beni". Dediğimde sesim mesafeliydi. O sırada kapının zili çalarken Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp vermiş ve beni yere indirmişti.

Bahar'da kapıya bakmaya gittiğinde bende kapıya döndüm. Oğuz geri gelmişti. Oğuz'a doğru ilerlerleyip önünde durduğumda "Oğuz" dedim sorar gibi. "Noldu? Ne dedi Cevdet bey?"

Oğuz'un bendeki gözleri arkamdaki Fırat'ı bulurken tekrar bana dönüp "Sana karşı bir kırgınlığı yok merak etme. " Dedi. "Hatta sevmiş seni"

Bana karşı bir kırgınlığı olmaması içimi rahatlatmış olsa da tam olarak rahatlamamıştım. Bana değil belki ama kırılmıştı sonuçta. Ve kırıldığı kişi sevdiğim adamdı. Benimde payım vardı. Duygularımı saklamayı becerebilseydim Fırat sinirlenip Cevdet beye çıkışmayacaktı. Gerçi Fırat'ın kimi üzüp kırdığı pek umrundaymış gibi durmuyordu. Annesine bile "sen karışma anne" diyerek çıkışmış Canan teyze evden giderken de durdurup birşey söylememişti bile. Onun tek derdi bendim. Sabahta söylediği gibi Fırat'ın ben dışında kimse sikinde bile değildi. Ve ben bu durumdan memnun değildim. En azından annesini kırmamaya özen gösterebilirdi. O an bu konuyu Fırat'la konuşmayı düşündüm. Biraz yontulabilirdi belki.

O sırada Oğuz "Hazan bir konuşalım mı?" Diye sordu. Birkaç saniye gözlerine baktım. Bende onunla konuşmak istiyordum lakin şuan mı bilemiyordum.

Yine de "konuşalım" dedim. Oğuz yine Fırat'a bakıp bana dönerken "yalnız olsa iyi olur" dedi. Bahar'ın "abi" diyen sesi kulaklarıma dolarken başımı geriye doğru çevirdiğimde Fırat bize doğru gelmeye başlamıştı. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi büyük adımlarıyla kapatıp Oğuz'u tek eliyle yakasından tutarken "Neyi yalnız konuşacaksın lan sen Hazan'la?! " Diyerek sesini yükseltmiş ve ben Fırat'ın elini tutup "Fırat dur" demiştim.

Fırat tuttuğum eliyle elimi kavrarken bana dönmemiş Oğuz'un gözlerine kitlenmişti. Oğuz Fırat'a karşı hiçbir hamlede bulunmazken gözlerine bakıp "Size söyleyecek olsam zaten yalnız konuşalım demezdim komutanım" demişti.

Fırat ise sinirle hafifçe gülüp o histerik gülüşü ürkütücü bir şekilde aniden yerini sert bir yüz ifadesine bırakırken tıslar gibi "Doğru" dedi. "Bana niye söyleyesin ki?! Hazan'ı bana karşı doldurmak için söyleyeceğin şeyleri benim bilmem işine gelmez!"

Fırat'ın bu sözleri beni afallatırken Oğuz'la aralarındaki sorunun ne kadar büyük olduğunu kestiremiyordum. Buraya ilk geldiğimde çok samimi olmasalar da en azından birbirlerine karşı saygıları vardı. Ve şuan benim yüzümden onu da kaybetmiş gibi görünüyorlardı.

Oğuz "yazık"der gibi hafifçe gülüp "Benim Hazan'ı size karşı doldurmama gerek yok komutanım. Hazan neyin ne olduğunu görebilecek kadar zekidir" dedi. Oğuz'un bu sözleriyle Fırat'ın yüzündeki ve bedenindeki tüm kaslar gerilirken "Ne diyorsun lan sen?!!" Diyerek gürleyip tuttuğu elimi bırakırken Oğuz'un yüzüne sert bir yumruk atmıştı. Oğuz aldığı darbeyle yere yığılmış herşey bir anda gelişirken Bahar küçük bir çığlık atmıştı.

Fırat yere düşen Oğuz'a doğru yönelirken " Neyi görecekmiş lan Hazan?!!"dediğinde Fırat'ın önüne geçip ellerimi göğsüne koydum. Ve "Fırat dur" dedim hafiften yükselen sesimle. Fırat öfkeden deliye döndüğünü gösteren kararmış gözleriyle gözlerime bakarken o sırada Oğuz "Bırak Hazan" dedi. "Bırak gelsin. Gelsin de gör bana karşı savunduğun adamın nasıl biri olduğunu. Bugün bana vuran yarın sana el kaldırmaz mı? Nasıl güveneceksin sen bu adama? "

Fırat Oğuz'un bu sözleri üzerine hiçbir hamlede bulunmazken gözleri benim gözlerimde öylece durdu. Gözlerinden anlamladıramadığım bazı duygular geçerken Oğuz'un sözlerinden çok benim söyleyeceklerim umrundaydı sanki.

Hafifçe içimi çekip gözlerimi Fırat'ın gözlerinden çekip dudağı patlamış olan Oğuz'a döndüm. Oğuz düştüğü yerden kalkıp bana bakarken gözlerimi gözlerine sabitleyip "Haklısın" dedim. "Ben neyin ne olduğunu görebilecek kadar zekiyim."

Oğuz bu olanların bir yerden sonrasını bilerek yapmıştı. Fırat'ın sinirlenip onun üstüne yürüyeceğini biliyordu. Kaldı ki Fırat'ın ne kadar sinirli biri olduğunu ben zaten biliyordum. Ama Oğuz bir yerde yanılıyordu. Fırat ne kadar sinirlenirse sinirlensin bana asla el kaldırmazdı. Çok seviyordu beni.

Oğuz ne demeye çalıştığımı anlamış olacak ki "Hazan" dedi kendini açıklamaya çalışır gibi. Lakin ben sözünü kesip "Sonra konuşalım Oğuz" dedim. Oğuz ise gözleri sinirle parlarken "Ne kadar sonra konuşalım Hazan? " Dedi imayla. "Salih'in kırkı çıktığında konuşsak senin için uygun olur mu? Belki ben o zamana düğünü de yaparım. Nedersin?"

Bunu beklemiyordum. Oğuz'un eniştemin öldüğünden haberi olduğunu bilmiyordum. Hafifçe yutkunup "Oğuz" dedim. Bu sefer kendini açıklamaya çalışan taraf bendim. Oğuz ise sözümü kesip "Neden söylemedin? "Diye sordu. "Niye sakladın? Tamam belki İstanbul'daki ailenle o kadar samimiyetim yok. Ama Salih'i kardeş gibi gördüğümü biliyordun. En azından bilmeye hakkım vardı. Niye söylemedin Hazan?"

Usulca içimi çekip Oğuz'un bu haklı isyanı sonucu dolan gözlerimi kırpıştırıp "Ne zaman öldüğünü biliyor musun?" Diye sordum. Oğuz "Fark eder mi?" Dedi. "Senin huyun bu. Başına gelen herşeyi saklar , tek başına savaşmaya çalışırsın. O sakladığın şey ortaya çıktığında da illaki üste çıkmayı başarır bir bahane bulursun. Hadi anlat dinliyorum bahanelerini".

Sinirliydi. Fırat'ı ona karşı savunuşumun, Fırat'ın tarafını tutuşumun hıncını alıyordu. Üstüne üstlük "belki ben o zaman düğünü de yaparım" deyişinden eniştemin nişan günü cenazesinin olduğunu da biliyordu. O da farkındaydı nişan gününü mahvetmek istemediğim için ona birşey söylemediğimin. Ancak beni anlamak ve bunu göstermek yerine yine beni kırmayı seçmişti.

Birkaç saniye gözlerine baktım. Fırat hemen arkamda Bahar'da yanımdaydı. Onların yanında Oğuz'la tartışmak istemiyordum.

Bu yüzden hafifçe içimi çekip "Sen benim neyi neden yaptığımı bilecek kadar tanıyorsun beni. "Dedim konuşurken kalbime batan kırıklar sesime de dağılmıştı. " Bende senin bu söylediklerini inanarak söylemediğini bilecek kadar seni tanıyorum. Bu yüzden bu konuşmayı burada bitirelim. Git sakinleş sonra konuşalım. "

Oğuz gözlerime bakıp " Gitmezsem?" Dedi. "Gitmezsen tartışacağız." Dedim." Ve birbirimizi kıracağız. Ben seni kırmak istemiyorum. Eğer sen beni kırmak istiyorsan devam et. Ama şunu da bil Oğuz bu sefer geri dönüşü olmaz. "

Oğuz derin bir nefes alıp verirken gözlerini gözlerimden çekip birkaç kez başını salladı öylesine. Ardından da hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp evden çıkıp gitti. Bense oflayarak derin bir nefesi alıp verdim .

O sırada Bahar "İyi misin Hazan?" Diye sorarken ona dönüp "iyiyim" dedim. Yorgundum sadece. Bahar omzuma dokunup destek olmak ister gibi sıvazlarken Fırat'ın "Bahar sen eve git abim" diyen sesi kulaklarıma dolarken ona döndüm.

Benimle konuşmak istiyordu. Olurdu.

Bahar abisindeki gözlerini bana çevirirken başımı salladım. O ise "Tamam" dedi ve bana sarılıp gitti.

Bahar'ın gidişiyle yalnız kaldığımızda Fırat'la göz göze geldik. Fırat elimi tutup beni köşe koltuğa doğru ilerletirken yan yana oturduk. Normalde beni kucağına alırdı. Ama şuan aramızda garip bir hava vardı.

Fırat gözlerini ellerimize dikmiş bir müddet öylece dururken gözlerim saate gitti. Saat 22. 03'ü gösteriyordu. Aysu hanımlar bir saat bile oturmamıştı.

Usulca içimi çekip tekrar Fırat'a döndüğümde Fırat öylece ellerimize bakıyordu. Kara gözlerinden onlarca ifade geçerken böyle suskun olmayı Fırat'a yakıştıramadım. Tamam normalde de çok konuşan biri değildi. Lakin bu hali de bana büsbütün yabancıydı.

Sanırım Oğuz'un söylediklerinden ne kadar etkilendiğimi düşünüyordu. Ya da Cevdet bey meselesinde ona kızgın olup olmadığımı. O an bunun düşüncesi bile garip geldi. "Fırat'a kızmak". Böylesine heybetli, güçlü ve sarsılmaz görünen tek bakışıyla bile beni ürkütebilen, tek hareketiyle içimi eriten, her dokunuşunda beni kendimden geçiren, deliler gibi sevdiğim adama kızmak, kızabilmek...bu ancak Fırat bana müsade ederse mümkün olabilirdi.

İçimde Fırat'a karşı birşeyler yükselirken içimi çekip "Fırat" dedim usulca. Fırat ise sanki bunu bekliyormuş gibi kara gözleri gözlerimi bulurken"Söyle yavrum" dedi. Hafifçe yutkunup alt dudağımı dişlerken Fırat'ın gözleri dudaklarıma düşmüş ve ben "Kucağına alsana beni" demiştim. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp varla yok arası gülümserken beni belimden tutup yüz yüze olacağımız şekilde kucağına oturturken "Gel yavrum" dedi. "Gel canımın içi".

Yüzümde tatlı bir gülüş peyda olurken kollarımı Fırat'ın boynuna dolayıp sarıldım. Kokusu burnuma dolarken az önce olanların hepsinin unutmuş ruhumdaki ve bedenimdeki tüm yorgunluklardan arınmıştım sanki.

Fırat'ta ona sarılışımla beni kaslı ve damarlı kollarıyla sımsıkı sarıp başını boynuma gömerken kokumu derin derin içine çekmiş art arda öpücukler kondurmuştu.

Bu kadardı işte. Aramızdaki mesafelerin, sorunların , uzaklıkların ömrü bu kadar kısaydı. Bedenlerimiz birbirinin sıcaklığına kavuştuğu an hiçbir şey o kadar da önemli değildi.

Bende başımı Fırat'ın yaptığı gibi boynuna gömerken onu ne kadar özlediğimi fark etmiştim. Hâlbuki hep beraberdik. Ama yetmiyordu. Yan yana olmak değil sarmaş dolaş olmaktı mesele. Aşk bu kadar doyumsuz bir duyguydu.

Fırat'ın boynuna kokusunu içime çekerek sıkı ve sulu birkaç öpücük kondurdum. Fırat benim onu öpüşümle beni daha sıkı sarıp öpücüklerini yoğunlaştırırken bir süre öylece birbirimizi öpe koklaya saniyelerle yarıştık.

Sonunda ilk konuşan boynumu emercesine öperken nefes nefese kalan Fırat olurken "Çok seviyorum seni" demişti inler gibi. Bende Fırat'a mümkünü varmış gibi daha çok sokulurken "bende seni çok seviyorum" dedim. Yüzüm Fırat'ın boynuna gömülü olduğundan sesim boğuk çıkmıştı.

Fırat ise öpücükleri yüzünden ıslanan boynuma yapışan saçlarımı geriye doğru iterken kokumu defalarca yaptığı gibi içine çekip kulağımın arkasını öptü. Ardından da beni belimi tutarak kendinden ayırırken yüz yüze gelmemizi sağladı.

Kehribar rengi gözlerim alev alev yanan kara gözlerini bulduğunda Fırat derin derin yüzümü izledi. Bende sevdiğim adamın bakmaya doyamadığım yakışıklı yüzünü zihnime kazımak ister gibi taradım.

Fırat belimdeki ellerinden birini yanağıma çıkarıp usul usul severken"kızgın mısın bana?" Diye sordu. Değildim. Anlık bir sinirlenmiştim sadece. Ama yine de bu konuyu konuşmamız gerektiğini düşündüğümden "Niye kızayım ki? "Dedim imayla. "Kızmam gereken birşey mi yaptın?"

Fırat gözlerini kısıp gözlerime bakarken "Hazan" dedi uyarıcı bir sesle. "Oynama benimle. Neden bahsettiğimi biliyorsun". "Biliyorum" dedim. "O yüzden soruyorum ya "yanlış birşey mi yaptın" diye. Ya da şöyle sorayım yanlış yaptığını kabul ediyor musun?"

"Etmiyorum" dedi. " Yanlış birşey yaptığımdan değil seni üzdüğüm için soruyorum bu soruyu. Kızgın mısın bana?". Hâlâ Cevdet beye sert çıkıştığını kabul etmiyordu. Tek derdi beni üzüp üzmemesiydi. Üzülmüştüm. Ama bununda sonu Fırat'ın Cevdet beye sert çıkışmasına bağlanıyordu. Yani kısaca o yanlış yapmış bende üzülmüştüm. "Kızgınım desem ne olacak ki? "Diye sordum. Fırat ise yüzüme doğru yaklaşıp yanağımı öperken kulağıma doğru "Özür dilerim" dedi. Ve sözlerine "Ama sadece seni üzüp ağlattığım için. Başka bir anlam arama. Yine olsa yine yapardım aynı şeyi."diyerek devam ederken tekrar gözlerimizi buluşturmuş ve " Benim seni üzen kimseye tahammülüm yok Hazan. Senin gözünü dolduranın, sesini titretenin, canını yakanın nefesini keserim. Kim olduğu fark etmez. "Demişti.

Gözlerindeki kararlılık, hırs, öfke ve bana ürkütücü gelen karanlık birşey ürpermeme sebep olurken gözlerimi sağa sola kaçırıp "Abartmıyor musun Fırat?"dedim. Fırat ise çenemin altından tutup ayrılan gözlerimizi buluştururken "Abartmıyorum" dedi net , katı ve bariton sesiyle. "İçimde nelere değer olduğunu bilmiyorsun. "Ölürüm" diyorum ya sana ölürüm Hazan. Benim bu hayatta senden daha değerli başka birşeyim yok. "

Bu cümleyi ben Fırat'a söylesem abartı olmazdı. Benim ne tam olarak "ailem" diyebileceğim bir ailem vardı ne de bu hayatta sahip olabildiğim herhangi birşeyim. Ama Fırat'ın bir ailesi vardı. Benden önce nasıl yaşıyordu ki?

Fırat "bakma bana şöyle" dedi. Gözlerimi gözlerinden çekip "Senin bir ailen var Fırat" dedim. "Benden önce, ben hayatında yokken de vardı. Şimdi gelip sonradan tanıdığın birini ailenin önüne koymanı doğru bulmuyorum. Beni seviyorsun tamam ama benim yüzümden Canan teyzeyi kırmandan hoşlanmıyorum. "

Fırat gözlerime derin derin bakarken "Canan teyze" kısmını es geçip "Benim senden önce bir ailem vardı yavrum, doğru. Ama benim senden önce bir hayatım yoktu. Var oluyordum sadece. " Dedi. Ardından da aramızda duran ellerimden biri tutup göğsüne koyarken sözlerine " Ne zaman ki seni gördüm bu kalp beni var olmaktan daha ileriye götürdü. Ben şimdi sende yaşıyorum Hazan. Senden öncesi yok, senden öncesi karanlık , senden öncesi aklıma zarar yavrum. " Diyerek devam ettiğinde elimin altında hızla atan kalbe benim kalbimde eşlik ediyordu. Gözlerim hafiften dolarken başımı önüme eğip alt dudağımı dişlerken yutkundum.

Fırat ise alnımı öpüp alnını alnıma dayarken diğer elini yanağıma koyup baş parmağıyla dudağımın kenarını sevip "Şşş" dedi. "Sakın ağlayayım deme. Seni birkez daha astım atağı geçirirken görmek istemiyorum. "

"Niye?" Dedim. "Rahatsız mı oluyorsun?" Bu soruyu neden sorduğumu bilmiyordum. Birden çıkıvermişti ağzımdan. Fırat ise bu sorum üzerine birkaç saniye duraksamış ve "Evet oluyorum" demişti. "Senin canını yakan herşeyden rahatsızım ben".

Usulca içimi çekip başımı Fırat'ın alnından ayırıp göğsüne koydum. Galiba Fırat'ın da annem gibi astım atağı geçirirken aldığım derin nefeslerin sesinden rahatsız olduğunu düşündüğüm için sormuştum o soruyu. Lakin bir kez daha görmüştüm ki Fırat'ın tek derdi bendim. Onun tek rahatsızlığı benim acı çekişimdi.

Kollarımı Fırat'ın beline sardığımda Fırat'ta bana sarılmış ve saçlarımın arasına kokumu içine çekerek öpücükler kondurmuştu.

Gözlerimi evin içinde gezdirdiğimde zigon sehpaların üzerindeki bardak ve tabaklar gözüme ilişirken yarım kalan çay bardakları, yarısı bile yenemiş yiyecekleri görünce yine canım sıkılmıştı. Özellikle de Canan teyzenin hiç dokunmadığı tabak ve çay bardağı sıkıntılı bir nefesi alıp vermeme sebep olurken Fırat "Yavrum noldu?" Diye sordu başını başıma yaslamış bir vaziyetteyken. "Yok bişey" dedim. Canan teyze mevzusunu ona anlatmak istemiyordum. Bu Canan teyzeyle benim aramdaydı. Ki müsait bir zamanda Canan teyzeyle oturup konuşacaktım. Daha doğrusu onu dinleyecektim. Beni isteyip istemediğini bilmem gerekiyordu. Sonrasında da aldığım cevaba göre yolumu çizerdim. Tabii bu yollar arasında Fırat'tan ayrılmak yoktu. O kadar cesur değildim. Eğer olabilseydim baştan çıkmazdım bu yola.

Fırat "Var bişey" dedi. "Misafirlerin gelmeden öncede vardı. Noluyor Hazan? Eve geldiğimde hepinizin suratı beş karıştı. Annem birşey mi dedi sana?" "Yok , hayır" dedim. Fırat ise başını başımdan kaldırıp beni göğsünden ayırırken "bak bakayım sen bana " dedi. Ardından da yüz yüze geldiğimizde gerilmiştim. Fırat gözlerime sorgulayıcı gözlerle bakarken "Yalan söylediğinde anlıyorum, biliyorsun" dedi baskın bir sesle. Yine üzerimde sesiyle ve gözleriyle hâkimiyet kuruyordu. Ama ben yalan söylemiyordum ki . Gerçekten de Canan teyze bana hiçbir şey söylememişti. Hatta hiç konuşmamıştık bile.

Bu yüzden "yalan söylemiyorum ki Fırat" dedim. Fırat ise gözlerini gözlerimde gezdirip hafifçe çatılan kaşlarıyla başını belli belirsiz sallarken "farkındayım." Dedi. " Eksik anlatıyorsun". "Hayır" dedim. "Anlatmak istediğim kadarını anlatıyorum. Ya da bilmen gerektiği kadarını. "

Fırat yüzümün her zerresini gözleriyle tararken kaşlarını "öyle mi" der gibi havalandırırken "Bilmem gerektiği kadarını kime göre hesaplıyorsun yavrum?" Dedi. "Kendime göre" dedim. Fırat gözlerini kısıp gözlerime bakarken "İyi" dedi. "Öyle olsun bakalım." Bu kadar çabuk kabul edip üstüme gelmemiş olması garip gelirken bu sefer Fırat'a sorgulayıcı gözlerle bakan bendim.

Fırat ise varla yok arası o çarpık gülüşünü gösterirken "Bakma öyle" dedi. "Birgün bende sana bir konu hakkında"bilmen gereken kadarını" anlatırım. Ödeşiriz."

Böyle yaparak beni bastırmaya çalışıyordu. Güya o bana böyle bir şart koşunca geri adım atacaktım.

"Tamam" dedim. "Nasıl istiyorsanız öyle yapın." Fırat'ın kaşları çatılırken "Hazan" dedi uyarıcı bir sesle. "Benimle sizli bizli konuşma. " Bundan hâlâ rahatsız mı oluyordu? Siz desem ne olacaktı ki? Kucağında oturuyordum. Az önce birbirimizi öpüp koklamaktan nefes nefese kalmıştık.

Yine de bunun üstüne gitmeye karar verdim. "Neden?" Diye sordum. Fırat ise kesin bir dille "İstemiyorum." Dedi. Bende gözlerinin içine bakıp "Ben istiyorum ama"dedim. O an Fırat öylece gözlerime bakarken ne düşündüğünü anlayamasamda bakışları bariz bir şekilde değişmiş gözleri dudaklarıma düşerken beni tuttuğu belimden iyice kendine çekip yüzünü yüzüme yaklaştırmıştı. Ardından da gözleri dudaklarmla gözlerim arasında git gel yaşarken dudakları dudaklarıma sürtünmüş ve "Ne kadar istiyorsun görelim bakalım" demişti.

Ve birden dudaklarıma kapandığında anlık bir afallasamda aramızda duran ellerimi geniş omuzlarına koyarken hoyrat , sert ve masumiyetten uzak öpücüklerine karşılık verdim. Öpüşme seslerimiz kulaklarıma dolarken Fırat belimdeki ellerinden birini enseme koyup beni iyice kendine çekmişti. Bu hareketiyle kalçalarım tam olarak fazlasıyla sert olan erkekliğinin üzerine gelirken anlık bir nefesim kesilir gibi olmuştu. Bedenim cayır cayır yanarken kalçalarımı Fırat'ın dizlerine doğru çektim. Fırat ise beni sertliğinin üzerine geri çekerken aralarına az bir mesafe koyduğu dudaklarımızı ayırmış ve boğuk çıkan erkeksi sesiyle ”Şşş çekme kendini, alış bana yavrum" demişti. Gözlerimi usulca aralayıp Fırat'ın yüzüne baktığımda Fırat'ta baygın bakışlarıyla ve iyiyden iyiye kararmış olan gözleriyle yüzüme bakmış ardından da tekrar dudaklarıma kapanmıştı. Ve birden oturduğu yerde dudaklarımızı ayırmadan benimle birlikte ayağa kalkarken kendimi bir anda koltukta uzanır bir halde Fırat'ın altında bulmuştum. Bu hâl tuhaf hissetmeme sebep olurken aynı zamanda içimi de yakıcı bir heyecan sarmıştı. Fırat'ın tekrar dudaklarıma kapanmasıyla kapattığım gözlerimi usulca açtım. Öpüşlerimde durmuştu. Fırat ise kaşlarını beni öpmekten zevk alırcasına çatmış gözleri ise kapalıydı.

Elleri usul usul belimi okşarken ağırlığını bana vermiyordu. Kadınlığımda hissettiğim sızıdan rahatsız olmaya başlamıştım. Bu halimize bir son vermem gerekiyordu. Bu yüzden ellerimi Fırat'ın yüzüne koyup kendimi geri çekerken dudaklarımızın arasında oluşan milimlik mesafe de "Fırat..dur" dedim sesim boğuk ve nefes nefese çıkmıştı. Dudaklarım ise öpülmekten şişmiş ve zonkluyordu.

Fırat beni duymuyormuşcasına dudaklarımdan ayrılan dudaklarını çeneme oradanda boynuma yöneltirken kendinden geçmiş gibiydi. Boynumu emip öpüyor, sweatimin içinden soktuğu eliyle çıplak belimi okşuyordu.

Bense hiç iyi değildim. İnlememek için kendimi zor tutarken "Fırat" dedim. Sesim güçsüz çıkmıştı. Fırat ise öpüşleri arasında "Yavrum" dedi genizden gelen bir sesle inler gibi. "dur... nolur" dedim yalvarırcasına. Fırat bu sefer beni dinleyip öpüşlerini boynuma minik minik birkaç öpücük daha kondurarak durdururken "Şşş tamam yavrum" dedi kesik kesik aldığı nefesleri arasında.

Fırat'ın durmasıyla kendime gelmek adına derin bir nefes alıp gözlerimi kapatıp açtım. Fırat ise başını boynumdan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken baygın ve kararmış gözleriyle yüzümü, gözlerimi, öpülmekten şişmiş dudaklarımı ,alev alev yanan ve muhtemelen kızarmış olan yanaklarımı milim milim izlerken hafifçe yutkunup gözlerimi kaçırdım. Utanıyordum.

Fırat'ın derince iç çekişi kulaklarıma dolduğunda alnıma dayadığı dudaklarını hissetmiştim. Belimdeki ellerinden birini yanağıma koyup usul usul okşarken "Niye bu kadar güzelsin yavrum sen" Demişti fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle. Ardından da dudaklarını alnımdan ayırıp yanağımı sıkıca öperken"Niye bu kadar çok seviyorum kızım ben seni"dediğinde içimi çekip sustum. Bende onu çok seviyordum. Ama şuan konuşacak halde değildim. Fırat'tan ayrı altında olmaktan ayrı etkilenirken az önce bu evde yaşananlarla şuan yaşananlar çok farklıydı. Bu hale nasıl geldiğimizi ise anlayamıyordum. Ateşle barut gibiydik.

Her ne kadar anın etkisinden, Fırat'ın öpüşlerinden ve dokunuşlarından dolayı konuşacak gücüm olmasa da göğsünde duran ellerimizi boynuna dolayıp Fırat'ı kendime çekerken boynunu öptüm. Fırat ise dolu dolu çıkan sesiyle dişlerini sıkarak "Ölürüm lan sana" dedi. Başını boynuma gömüp kokumu içine çektiğinde sözlerine "El kaldıracakmışım sana" diyerek devam ederken belimdeki kolunu sıkılaştırdı. Beni iyice sarıp kendine çekerken "Lan daha dokunup, öpmeye , bakmaya kıyamıyorum. Canın yanacak, bir yerine birşey olacak diye üstüne titriyorum. Ne demek lan el kaldırmak" dediğinde sesi sertleşmişti. Sanki Oğuz'un o sözlerini kendine yediremiyordu.

Dudaklarımın temas ettiği boynuna bir öpücük daha kondururken "Fırat tamam" dedim onu sakinleştirmek adına. Fırat bu sözlerimle başını boynumdan kaldırıp gözlerime bakarken " Benden yana bir korkun bir şüphen var mı Hazan?" Diye sordu. Gözleri gözlerime içimi görmek ister gibi bakıyordu.

Yoktu. Ben Fırat'a güveniyordum. Eğer aksi olsaydı şuan ne kalbimde ne de bu kadar yakınımda olamazdı. Seviyordum ben onu. Tüm korkulardan, tüm şüphelerden uzak seviyordum.

"Yok " dedim hiç teklemeden. "Ben güveniyorum sana. Her konuda. Eğer aksi olsaydı zaten birlikte olmazdım seninle." Fırat gözlerime derin derin bakarken "O zaman benimle evlenmeyide düşünüyorsun" dedi sorar gibi. Konunun buraya nereden geldiğini anlamazken "Ne alakası var?" Diye sordum. Fırat "Az önce o kadın evlenmeyi düşünüp düşünmediğimizi sorduğunda duraksadın. Ben düşünüyoruz dedikten sonra derin derin düşüncelere daldın. Buraya ilk geldiğin zamanlarda da evlilik gibi bir düşüncen olmadığını söyleyip duruyordun. Az öncede o herifin söylediği şeylerin kafanı karıştırdığını düşündüm. Benimle evlenmeyi düşünüyorsun dimi Hazan?" Dediğinde sesi ciddi bir hâl almıştı. Sondaki sorusu da soru gibi değil emirdi sanki. "Benimle evleneceksin" der gibiydi.

Ne söyleyeceğimi bilemezken gözlerimi gözlerinden çekip usulca yutkundum. Gerilmiştim. Fırat ise o an sert bir nefesi alıp verirken "Yüzüme bak" dedi baskın bir sesle. Gözlerimi Fırat'ın gözlerine tereddütle çevirdiğimde Fırat "Sen gönül mü eğlendiriyorsun kızım benimle?" Dedi. Kaşları çatılmış bakışları sesi gibi sertti.

Bu sözleri beni afallatırken "Saçmalama Fırat" dedim itiraz edercesine. "Olur mu öyle şey?" Fırat ise " ne o zaman?" Dedi.

Ne , neydi? Daha bunu düşünmek için çok erkendi. Birbirimizi doğru düzgün tanımıyorduk. İlişkimiz daha çok yeniydi. Benim sırlarım vardı. Sorumluluklarım.

"Çok erken" dedim. "Daha birlikte olalı ne kadar oldu Fırat? Birbirimizi doğru düzgün tanımıyoruz bile. Evliliği konuşmak için çok erken. " Fırat gözlerime öylece bakıp " Umrumda değil." Dedi. "Ben seninle en geç üç dört ay içinde evlenmek istiyorum. Bu süre zarfında beni tanıdın tanıdın. Tanıyamadın evlenince ben sana kendimi tanıtırım"

Duyduğum bu sözlerle kaşlarım hafiften çatılırken "Ne?" Dedim. Fırat gözlerime baskın bir şekilde bakarken "Ne, ne?" Dedi. "Seni istiyorum"

Fırat'ın ağzından dökülen bu cümleyle karnıma yumruk yemiş gibi olurken bütün bedenim kasılmış kalbim hızla atmaya başlamıştı. Vücudumu bir sıcak basarken derince yutkunup gözlerimi sağa sola kaçırdım. Yanaklarım alev alev yanarken kızardığıma emindim.

Fırat gözlerini yüzümde gezdirirken hafifçe içini çekip yüzüme doğru eğilip yanağımı öptüğünde "Çok seviyorum seni" dedi sıcak ve etli dudakları tenime sürtünüyordu."Deli oluyorum sana. Seninle uyuyup seninle uyanmak istiyorum. Benim ol istiyorum Hazan. Karım ol , kadınım ol istiyorum. "

Yanağımdaki dudakları öpe öpe boynumu bulurken sıcak nefesi tenimi cayır cayır yakıyor sözleri beni darmaduman ediyordu. Nefes alış verişlerim hızlanırken göğüslerim Fırat'ın göğsüne sürtünüyordu. Derince yutkunup "Fırat" dedim zar zor toparlayabildiğim sesimle "yapma" der gibi. Fırat ise boynumda derin bir nefes almış ardından da beni belimdeki kollarıyla sarıp yatırdığı yerden kaldırmış ve bu seferde kendi koltuğa yatıp beni üstüne uzandırmıştı. Başımı da tutup göğsüne koyarken beni kollarıyla sımsıkı sardığında saçlarımı koklayarak öpmüş ve "Böyle daha iyi oldu " demişti. "Sen altımdayken aklım bulanıyor".

Utançtan yerin dibine girmek üzereyken başımı Fırat'ın göğsüne gömüp iyice sokuldum. Fırat ise beni içine sokmak ister gibi mümkünü varmışcasına sararken bir yandan da usul usul saçlarımı sevdi.

Bir müddet öylece durduk. Ortamda duyulan tek ses nefes alış verişlerimiz ve duvardaki saatin tik tak sesleriyken birde başımı gömdüğüm göğsünde Fırat'ın kalp atışlarıydı. Sırtımı ve saçlarımı seven eller mayışmama neden olurken uyanık kalmaya çalıştım çünkü evi toplamam , bulaşıkları makinaya yerleştirmem, yiyecekleri saklama kabına koymam gerekiyordu.

Lakin bir süre daha sevdiğim adamın göğsünde böyle kalmak istediğimden ses etmedim. O sırada Fırat sıkıntılı bir şekilde derince içini çekerken "Yavrum"dedi. "Hı?" Dedim. Başımın üzerine yüzünü yaslayan Fırat beni daha da kollarıyla sıkarken yutkunup "Bana neden hiç babandan bahsetmedin?" Diye sordu. Beklediğim bir soruydu. Aklımın bir köşesinde Fırat'ın bana babamı sorma ihtimali vardı lakin yine de o an bunu beklemiyordum. Yine de babam Fırat'tan sakladığım birşey olmadığından sevdiğim adamla babamı konuşabileceğimi düşündüm. Tabii bir yere kadar.

İçini çeken bu sefer ben olurken "Bilmem" dedim. "Hiç konusu açılmadı ki. " Fırat "Haklısın" dedi. "Hiç sormadım sana babanı. O güzel gözlerindeki hüznün sebebini hiç sormadım sana. Sormalıydım. Affet yavrum".

Gözlerim hafiften dolarken " Sorsan da söylemezdim" dedim. "Şimdiye kadar kimseye söylemedim. Bahar bile bilmez. " Tamam babam sakladığım birşey değildi. Ama anlatması benim için kolay olmayan bir konuydu bu. Bugün hiç hesapsız, yersiz ortaya saçılmıştı. Cevdet bey babamı tanıyıp nasıl öldüğünü herkesin içinde anlatmasaydı belki de bir süre daha kimseye bahsetmeyecektim babamdan.

Fırat saçlarımın arasına bir öpücük kondurup "Şimdi anlatmak ister misin?" Diye sordu. Zorlamıyordu. "İstersen anlat. Dinlerim" diyordu. Bir yandan da öyle sarıp sarmalıyordu ki beni "yanındayım" der gibi. Beni hep koruyup kollamak ister gibiydi.

O an içimden Fırat'a babamdan bahsetmek geldi. Ona hayatıma dair hiçbir şey anlatmıyor sonra da birbirimizi hiç tanımadığımızı söylüyordum. Bir yerden başlamalıydım. Bu yüzden usulca içimi çekip Fırat'ın kokusu burnuma dolarken birkaç saniye nereden başlayacağımı düşündüm. Yaralarımı fazla deşmeden ağlayıp zırlamadan bu andan nasıl çıkacağımı hesapladım kendi içimde. Ve " Babam... çok güzel bir adamdı benim" diyerek söze başladım. "Ben aşıktım ona. Küçükken hep onu taklit ederdim. Onun gibi konuşmaya çalışır, onun gibi yürür, bazen o evde olmadığında çalışma odasındaki masasına oturur kitaplarıyla o gelene kadar savcılık oyunu oynardım. " Gülümsedim. Buruk bir gülümsemeydi bu. Geçmişe, maziye ,çocukluğuma dair ufak bir tebessüm.

Fırat ise usul usul sırtımı okşarken saçlarımın arasına bir öpücük daha kondurdu. Lakin birşey söylemeyip beni dinlemeye devam etti. Bende duraksadığım yerden sözlerime " Sonra o eve gelir beni çalışma masasında uyurken bulurdu. Çünkü işi gereği çok geç dönerdi eve. O gelene kadar uyumamak için çok çabalardım ama sonunda uykuya yenik düşerdim. Sabah gözlerimi açtığımda da kendimi yatağımda bulurdum. Sonra hemen kapıya koşardım ayakkabıları orada mı diye. Çoğu zaman çoktan gitmiş olurdu. Bende çok kızardım kendime. Belki biraz daha uyanık kalabilseydim onu görebilirdim diye düşünürdüm. Ardından odama dönerdim. Baş ucumdaki komidinin üzerinde en sevdiğim çikolatayı görürdüm. Yanında da bir not olurdu. "Günaydın prensesim. Kahvaltıdan önce yemek yok. Bu akşam daha erken gelmeye çalışacağım." Diyerek devam ederken gözümden bir damla yaş süzüldü. Çok özlemiştim babamı.

"Gelir miydi?" Diye sordu Fırat saçlarımı severken. "Gelmezdi" dedim. "Yani...gelemezdi. " Belki de gelmek istemezdi. Annemle kavga edip durmaktan yorulmuş olduğundan hep bir kaçış içerisindeydi. "İşleri uzardı. O zamanlar çok kızardım ona. Ama büyüyüp savcı olunca anladım onu. Tabii biraz geç oldu. "

Usulca yutkunup içimi çektim. Fırat ise saçlarımı sevip, öperken sırtımı usul usul okşamaya devam etti. Bende " Ama yaz aylarında babam onbeş yirmi gün izin alır ailecek Antep'e götürürdü bizi. Orda tüm senenin acısını çıkarırcasına eğlenirdik. " Dedim.

Babamın beni ihmal eden biri olduğunu düşünmesini istemiyordum. "Sonra o izin günleri biter tekrar İstanbul'a dönerdik. " Duraksadım. Konuşmanın burasına gelmek istemedim. Ama başlamıştım bir kere. Gözlerimi kapatıp açtım. Usulca yutkunup içimi çektim. Ve "O zamanlar kış mevsimini hiç sevmezdim. "Dedim. "Babam hep işte olur , gece geç saatlere kadar çalışır,bende hep az önce anlattığım senaryonun içinde babamı ne kadar beklersem bekleyeyim çok nadir görürdüm. Ama... kış mevsiminde çok sevdiğim bir gün vardı. O gün babam eve erken gelir, en sevdiğim çikolatayı pastayı alır , yanında da bir hediye eve gelirdi. 21 Mart... doğum günüm. "

Duraksadım yine. Gözümden iki damla yaş daha süzülürken derin bir nefes aldım. Fırat'ın belindeki kollarımı sıkılaştırıp ona iyice sokuldum. Gücüm yoktu. Burdan sonrası kalbimdeki küçük ve yaralı Hazan'ın hikayesiydi. Ve eğer Fırat o küçük Hazan'ı tutmazsa devam edemezdi.

Fırat ona sokuluşumla beni mümkünü varmış gibi daha sıkı sararken "Şşş burdayım" dedi. Zorlandığımı hissetmiş ve yanımda olduğunu söyleyerek bana cesaret vermeye çalışıyordu. Dağılırsam toparlardı. Güvendim. Ve titrememesi için cabaladığım sesimle konuşmaya devam ettim. "Yine doğum günlerimden biriydi. On dört yaşına girecektim... Babamın bir önceki doğum günümde aldığı kırmızı bir elbisem vardı. Çok seviyordum o elbiseyi. O günde onu giydim. Saçlarımı taradım. " Sanırım burda başka çocuklar "Annem saçlarımı taradı" derdi. Yutkundum. " Babam saçlarımı çok seviyor diye hiç kestirmezdim. O zamanlar neredeyse dizlerime kadar gelmek üzereydi saçlarım. " Burda yüzümde gözyaşlarımın süslediği acı dolu bir gülümseme belli belirsiz bir silüet gibi görünüp kaybolurken o hiç kestirmediğim saçlarıma nasıl kıydığımı hatırladım. Babam öleli üç gün olmuştu. Annem beni her gördüğü yerde ne halde olduğumu umursamadan suçlayıp dururken odama kapanmış ağlayarak uyuya kalmıştım. Rüyamda babamı saçlarımı severken görmüş uyanınca gerçek olmadığını anlayarak aynanın karşısına geçip "benim yüzümden"diye ağlaya ağlaya makas nereye denk gelirse oradan kesip mahvetmiştim saçlarımı.

Yutkundum yine. Boğazım düğümlenirken "biraz daha dayan Hazan" dedim. Bitecek. Son birkaç cümle daha.

Fırat'ta benim gibi yutkunurken "Hazan'ım tamam" dedi. "Daha fazla devam etme istersen. " Anlamıştı. Sesindeki tını, beni sarışı bu cümlelerin sonunu tahmin ettiğini gösteriyirdu. Ama edecektim. Yarım kalan cümlelerden haz etmezdim. Babamla olan hikayem yarım kalmıştı bari cümlemi tamamlamalıydım.

"İstiyorum" dedim. "Yavrum" dedi "yapma" der gibi. Benimle beraber acı çekiyordu sanki. Yine de " Sonra saat 20.07'yi gösterirken babamın camın önündeki sallanan sandalyesine oturdum "diyerek devam ettim. O kasvetli salondaki siyah çerçeveli saat gözümün önüne geldi. Sallanan sandalyenin artık camın önünde olmadığını hatırladım. " Aslında babam o saate kadar çoktan gelmiş olmalıydı. Çünkü doğum günümde hep akşam yedi buçukta evde olurdu. Otuz yedi dakika geç kalmıştı. Ama ben... biliyordum... gelecekti. Biraz daha beklemeliydim sadece...bekledim. O sandalyede yoldan gelip geçen arabaları izlerken, insanlar işlerinden güçlerinden dönerken, kar taneleri birer birer gökyüzünden düşüp yerde eriyip kaybolurken, bekledim...sonra bir ses yükseldi. Oturduğum sandalye cama dönük olduğundan arkamda kaldığı için göremediğim televiyonda... akşam haberleri sunuluyordu. Babamın adını duydum." Artık sesim titriyor, gözyaşlarım art arda yanaklarımdan süzülüp Fırat'ın tişörtünü ıslatıyordu. Haberi sunan kadın spirkerin sesi kulaklarımda yankılanırken ekranda gördüğüm "Son dakika" yazısı gözümün önünde büyüyor, yanıp küle dönen arabanın görüntüsü öylece gözümün önünde duruyordu.

Yine de son kalan gücümle usulca burnumu çekip Fırat'ın art arda saçlarıma kondurduğu öpücükleriyle beni içine sokmak istercesine sarıp sarmalayan kollarıyla devam ettim. "Meğer...ben heyecanla babamı beklerken o...bir arabanın içinde... cayır cayır yan...arak, acı çeke çeke ölüyormuş... meğer ne kadar beklersem bekleyeyim gel...meyecekmiş. "

Dudaklarımdan küçük bir hıçkırık koptu. Sonra daha büyük bir hıçkırık derken boğazımdaki düğüm çözüldü. Kalbimin üzerindeki ağırlık git gide artarken ağladım. Hüngür hüngür değil belki ama usul usul. Hani derler ya "büyük acılar sessiz yaşanır". Öyleydi.

Bedenim Fırat'ın kolları arasında iç çekişlerim ve hıçkırıklarım yüzünden sarsılırken göz yaşlarım art arda yanaklarımdan süzülüp Fırat'ın tişörtünü sırılsıklam ediyordu.

Sözlerim bittiğinde Fırat'ın öpücükleride durmuştu. O an birşey hissettim. Saçlarımın arasına düşen sıcak bir gözyaşı... Fırat ağlıyordu. Benim için.. ben ağlıyorum diye...

İçim burkuldu. Kalbim göğüs kafesimde titreyerek atarken Fırat'a daha çok sokuldum. Hıçkırıklarım artmaya başladı. Nefes alış verişlerim kesik kesikken Fırat "Hazan..." Dedi. Sesi fısıltıydı. Ardından belimdeki ellerinden birini yanağıma koydu. Yüzüme dökülen saçlarımı eliyle kulağımın arkasına doğru sıkıştırdı. Yanağımı avucunun içine alırken baş parmağıylada gözümden süzülen yaşları yüzümü severcesine silerken "Ağlama" dedi. O an dudaklarımdan bir hıçkırık daha firar ederken kendimi durdurmak için alt dudağımı dişleyip burnumu çektim usulca. Ama olmadı.

Fırat ise derince içini çekip yüzümdeki elini tekrar belime sararken beni kucaklayıp koltukta oturur pozisyona gelmemizi sağladı. Bense kollarımı Fırat'ın belinden hiç çözmeden başım göğsünde öylece durdum. Fırat benimle beraber oturduğu yerde ileriye doğru uzanırken sanırım orta sehpanın üzerine bıraktığı astım spreyini almıştı.

Koltukta geri yaslanıp saçlarımın arasına bir öpücük kondururken elini tekrar yanağıma koyup usul usul severken "Yavrum bak bana" dedi. Hıçkırıklarım arasında derin derin iç çekerken "is... istemiyorum" dedim zar zor.

İstemiyordum. Fırat'la yüz yüze gelmeye, gözlerinde sesine yansıyan merhameti, sevgiyi görmeye hazır değildim. Hayatımda herkese karşı güçlü yanımı göstermişken Fırat şuan en aciz, en güçsüz halime şahit oluyordu. Bunu hazmetmeliydim. Pişman değildim ama içimden birşeyler kopup eksilmişti sanki.

Öte yandan o günü, o anları anbean zihnimin içinde döndürüp duruyordum. Tek birgün beni defalarca darmaduman ediyordu. Bu yıkımın yeri burası mıydı bilmiyordum. Her zerremde acıyı somut bir şekilde hissederken ağlamaktan vücudum ısınıp başım zonklarcasına ağrımaya başlamıştı.

Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken "Hazan'ım yapma. " Dedi. "Bak astım atağı geçireceksin yine. Üzme beni, hadi bak yüzüme". Başımı sağa sola salladım. Nefes alış verişlerim zaten sıklaşmıştı. Diyaframdan aldığım nefeslerle kendimi toparlamaya çalışıyordum.

Fırat "Yavrum, canımın içi, kurban olduğum yapma. " derken yüzünü yüzüme doğru eğip alnımı öpmüş dudakları alnımda sabit kalırken de " Hazan ateşin var" demişti hafiften endişeli çıkan sesiyle.

Olabilirdi. Bugün çok üşümüştüm. Ayrıca çok ağladığımda ve kendimi sıktığımda ateşim çıkıyordu. Ama birşey olmazdı. Geçerdi birazdan.

Diyaframdan aldığım nefesler bir işe yaramamaya başladığında başımı Fırat'ın göğsünden kaldırdım. Hem Fırat'ı endişelendirmek istemiyordum hem de kendimi sıktığımda karnımdaki yara acımaya başlamıştı. Diğer yandan karnım ağrıyordu. Sanırım regl oluyordum.

Fırat başımı göğsümden kaldırışımla astım atağı geçirdiğimi anlamış ve kara gözleri yüzümün her zerresini tararken ilacı dudaklarıma dayayıp beş altı kez sıkmıştı. Spreyi ağzımdan çekip "İyi misin yavrum?" Diye sordu. Bir yandan da bir eliyle yanağıma doğru hâlâ süzülmeye devam eden yaşları siliyordu.

Derin bir nefes alıp usulca burnumu çekerken başımı salladım. İyiydim. Üzerimden kamyon geçmiş gibi hissetmenin dışında iyiydim.

Fırat "Biraz daha sıkayım mı?" Diye sordu. Başımı bu seferde olumsuz anlamda salladığımda Fırat "Hastaneye götüreyim mi yavrum seni?" Dediğinde "Gerek yok" dedim usulca. Fırat "Hazan iki kere astım atağı geçirdin" dedi. "Bu sefer ağladığın için oldu ama az önce durup dururken oldu. Yavrum ateşinde var. Birşey olmasın?"

Endişeliydi. Gözleri yüzümü tarıyor elleri yanaklarımda kurumaya yüz tutan yaşları silerken bir yandan da seviyordu beni.

"Olmaz birşey " dedim ağladığım için mahsun çıkan sesimle."merak etme". Fırat derin derin gözlerime bakarken ben gözlerimi kaçırdım. Çok yorgun hissediyordum. Fırat babamla ilgili birşey sormasın, az önce konuşulanlar orada kalsın istiyordum. Yeterdi bu akşamlık.

Fırat içini çekip yüzüme doğru yaklaşırken alnımı öpüp benimle beraber ayaklanmıştı. Sanırım dün akşam ki gibi yüzümü yıkayacaktı. Birşey söylemedim. O ise uzun ve heybetli bedeniyle beni banyoya götürdü. Suyu açıp yüzümü yıkadı. Hiçbir tepki vermedim. Birşey söylersem aramızdaki sessizliğin bozulmasından korktum. Konuşacak mecalim yoktu.

Fırat havluyla yüzümü durullayıp boynumu öperken Fırat'ta kaçırıp durduğum gözlerim aynadaki aksimizle buluştu. Gözlerim, yanaklarım ve burnumun ucu ağlamaktan kızarmıştı. Gözlerimi aynadan çekip başımı Fırat'ın omzuna yasladım. Fırat ise belimdeki kollarını sıkılaştırıp lavabodan çıkarken ışığı söndürdü. Ardından da salona geçmeyi beklerken beni odama götürdü.

Işığı açıp beni yatağın üzerine oturturken önümde diz çöküp " Yavrum ateşin var biraz" dedi . "Üstüne ince birşeyler giy. " Gözlerine hâlâ bakamazken yavaşça başımı salladım. Fırat ise alnımı öpüp odadan çıktı.

Bir süre öylece oturdum. Fırat'ın ne düşündüğünü, bana acıyıp acımadığını sorguluyordum. Zar zor birkaç kez gözlerine bakabildiğimde merhamet, sevgi gibi şeyler görmüştüm gözlerinde. Lakin acıma ifadesi yoktu. Bilmiyordum. Yanlış mı yapmıştım? Bir süre daha beklemeli miydim? Ama ben anlatmasam bile Fırat Cevdet beyin söylediklerinden dolayı zaten babama ne olduğu az çok biliyordu. Ben sadece doğum günümde öldüğünü anlatmıştım. Ve o ana kadar Fırat bana hiç acıyarak bakmamış hep davrandığı gibi davranmıştı.

Düşünerek bir yere varamayacağımı anladığımda umursamamaya karar verdim. Ve usulca içimi çekip oturduğum yerden kalktım. Dolabıma yönelip siyah kumaş bir şort ve yarım atlet alıp giydim. Saçlarımı geriye doğru atıp aynadan kendime baktığımda üzerimdeki kıyafetin fazla mı açık olduğunu sorguladım. Az önce Fırat bana beni istediğini söylemişti. Daha önce hiç yaklaşmadığı kadar cinsel içgüdüyle yaklaşmıştı. Rahatsız değildim bu durumdan. Lakin benim için yeni şeyler olduğundan fazla heyecanlanıyordum.

Öte yandan şuan böyle bir ruh halinin içindeyken, az önce Fırat'a hayattaki en büyük acımı anlatmışken, bu kadar yorgun hissederken Fırat'la öyle bir anın içine girmeye hazır değildim. Ama biliyordum ki Fırat'ta bana böyle bir halin içinde o gözle bakıp dokunmazdı.

Bu yüzden derin bir nefesi alıp verirken çıkardığım kıyafetleri toplayıp odadan çıktım. Fırat kapının önünde beni bekliyordu. Anlık bir göz göze geldiğimizde gözlerimi kaçırdım. Fırat ise üzerimdeki bakışlarından hissettiğim kadarıyla beni baştan aşağı süzdü. Elimi kapının kolundan çekip yutkunurken Fırat aramızdaki mesafeyi kapatıp beni kalçalarımın altından geçirdiği kollarıyla kucağına almıştı. Sıcak elleri çıplak bacaklarıma değerken içim bir tuhaf olmuştu.

Ellerimi geniş omuzlarına koyup tutulduğumda Fırat köşe koltuğa doğru ilerleyip oturdu. Başını boynuma gömüp kokumu içine çekerken birkaç öpücük kondurup "Uyutayım mı yavrum seni?" Diye sordu sıcak nefesi tenimi yalayıp geçerken. Olmazdı. Evi toplamam gerekiyordu. Bu şekilde bırakamazdım.

"Evi toplamam lazım" dedim. Fırat "Ben toplarım yavrum" dedi. " Ama önce seni bir uyutalım". Ardından itiraz etmeme müsade etmeden koltuğa doğru uzanıp benide üzerine yatırırken "Gel bakalım" dedi. Yine de itiraz etmek için Fırat'ın göğsüne koyduğu başımı kaldırıp "Fırat" dedim. Fırat ise sözümü kesip " Şşş koy kafanı göğüme" dediğinde "Ama " demiş lakin Fırat'ın başımı tutup göğsüne geri koyuşuyla susmuştum.

Daha fazla itiraz etmek istemiyordum. Çok yorgundum. Başım ve karnım ağrıyordu. Uykumda vardı. Geç içtiğim ilaç etkisini yeni yeni gösteriyordu.

Hafifçe içimi çekip Fırat'ın göğsündeki başımı boynuna gömdüm. Hem gözüme ışık geliyordu hem de kokusunu daha çok solumak istiyordum. Fırat bu hareketimle omzumu oradan da boynumu öperken "Yavrum" diye mırıldandı. Bir yandan da bir eliyle açık olan belimi okşarken bir eliyle de saçlarımı seviyordu.

Gözlerimi kapatıp boynundaki kollarımı daha da sıkılaştırırken kokusunu derince içime çekip boynunu öptüm. Fırat hafifçe kasılırken çıplak bacaklarıma değen sertliğini hissedebiliyordum. Umursamadım ve Fırat'ın beni öpüp sevişleri arasında kendimi uykunun kollarına bıraktım.

******
İstanbul'daki evimizin salonunda on dört yaşındaki bedenimle, ahşap oymalı, şarap kırmızısı bir koltukta oturuyordum. Üzerimde babamın bana aldığı kırmızı elbisem vardı. Gülümsüyordum.

Sonra birden karşımda kapalı olan televizyon açılmış bana pekte yabancı olmayan bir kadın yüzü ekranda belirirken babamın kaza haberi sunulmaya başlamıştı. Gözlerim usul usul dolarken ellerimde sıcak bir sıvı hissettim. Televizyondaki gözlerimi ellerime çevirdiğimde ellerimde kan vardı. Korku ve dehşet içinde bağırıp oturduğum yerden kalkmak istemiş lakin oturduğum yere mıhlanmışcasına kalkamamıştım.

İçimdeki korku git gide büyürken gözümden art arda dökülen yaşlarla hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. O an üzerimdeki elbise birden toza toprağa bulanmış kan olan elimde saç tutamları belirivermişti. Gözlerim dehşetle açılırken kulaklarıma annemin sesi doldu.

"Seni yüzünden, hiç doğmamalıydın". Diyordu.

Gözlerim evin içinde gezinirken annemi aradım. Ama yoktu. Sadece sesini duyabiliyordum. Sonra birden koltuklarda başına beyaz tülbent takmış ellerinde yasin kitaplarıyla yaşlı kadınlar belirdi.

Televizyondaki kadının sesiyle annemin ve yasin okuyan teyzelerin sesi birbirine karışırken kendimi bir anda bir otoyolun ortasında yanan bir arabanın önünde buldum. Ellerimde hâlâ kanın sıcaklığı vardı. Ardından babamın "Yardım edin" diye çığlık çığlığa bağıran sesi kulaklarıma dolarken arabadan yükselen dumanlardan hiçbir şey göremiyordum. Yine de arabaya doğru koşmaya çalışırken bulunduğum yerden kımıldayamadığımı fark ettim.

Yanaklarımdan süzülen yaşlarla "Baba!!!" Diye bağırdığımda babamın "Hilal'im !! Yardım et kızım!!!" Diyen feryadı kulaklarıma ulaşırken daha çok ağlamaya başlamış hareket edemediğim yerde çırpınmaya "Baba!!!" Diyerek bağrmaya başlamıştım. Ben bağırdıkça babamda bana sesleniyordu.

Gücüm yavaş yavaş kesilirken bir süre sonra babamın seslenişleride kesilmiş ve ben bulunduğum yere çökerken ağladığım için güçsüz çıkan sesimle "Baba..." Demiştim. "Baba gelemiyorum..."

Başımı soğuk asfalt zemine dayarken yumruklarımı sıkmış "baba" diyerek sayıklıyordum. Sonra birden sıktığım avuç içlerimde yumuşak , nemli birşey hissettim. Başımı yerden kaldırdığımda babamın mezarındaydım. Ellerimde toprak vardı. Ve birden yağmur yağmaya başladı. Yağmur damlaları gözyaşlarıma karışırken başımı gökyüzüne doğru kaldırıp "Baba!!!" Diye bağırdım.

"Hazan, aç gözünü yavrum"
"Hazan beni duyuyor musun?"

Fırat'ın bana çok uzak gelen sesi yavaş yavaş netlik kazanırken gözlerimi açtım. Odamdaydım. Yanaklarıma doğru süzülen yaşları fark ettiğimde avuçlarıma geçirdiğim tırnaklarımı da hissetmiştim.

Kabustu.

Fırat'ın alnımı tutan elini ve yumruk yaptığım ellerimden birini tuttuğunu hissettiğimde gözlerim onu buldu.

"Fırat" dedim rüyamdaki kadar güçsüz çıkan sesimle. Fırat ise endişeli gözleri ve çatık kaşlarıyla yüzümün her zerresini tararken adını söyleyişimle derin bir nefes alıp içini çekmiş ve beni belimden tutup kucağına almıştı. Kollarıyla beni içine sokmak ister gibi sımsıkı sarıp sarmalarken başını boynuma gömüp peş peşe öpmüş ve "Yavrum" demişti bastırıp uzatarak.

Bende kollarımı ona sardım. Başımı omzuna koyup içimi çektiğimde berbat hissediyordum. Bu rüya babam yeni öldüğü zamanlarda çok sık gördüğüm bir rüyaydı. Okuldaki rehber öğretmenim her gün okula uykusuz geldiğimi fark edince beni odasına çağırıp konuşmuş ve okul aracılığıyla birkaç sene psikolojik yardım almıştım. Uzun zamandır bu rüyayı görmüyordum. O an yeniden eskiye dönmekten korktum. Bu kabuslar geri dönerse altüst olurdum.

Üstüne üstlük Fırat'ta korkmuş gibi görünüyordu. Kız yurdundaki arkadaşlarımda korkardı. Bende hem onları daha fazla korkutmamak için hem de tekrar uyumaya cesaretim olmadığından sabaha kadar yatağımın içinde öylece otururdum.

Çok mu bağırmış ya da çok mu ağlamıştım? O an gözlerim avuç içimdeki tırnak izlerine kaydı. Yanaklarımdan kurumaya yüz tutmuş yaşlar , terlediğim için boynuma yapışan saçlarım ve dağınık olan yatağım bana pekte iyi şeyler olmadığını gösterirken Fırat'ın beni sarıp sarmalayışı , kokumu içine çekip, öpüşü ve can verir gibi "Yavrum" deyişi beni az önce pekte iyi bir halde görmediğinin kanıtıydı.

Başımı boynuna gömüp derin bir nefes aldığımda geniş sırtında asla birbirine kavuşmayan kollarımı sıkılaştırıp Fırat'a iyice sokulurken " Çok mu kötüydüm?" Diye sordum mahsun çıkan sesimle. Fırat ise beni biraz daha kendine çekip "Hayır" dedi. "Yanımda mıydın?" Diye sordum. Fırat omzumu öpüp başını başıma yaslarken "Hayır" dedi. "Salondaydım. "

"O zaman çok mu ağladım?" Diye sordum. "Ya da çok mu bağırdım?" Fırat yine "Hayır" dedi. "Salonda olduğunu söyledin Fırat. Odaya gelmiş olman için sesimi duymuş olman lazım. Ya bağırdım ya da ağladım. Bana doğruyu söyle".

Doğruyu söylesindi. Ne halde olduğumu bilirsem tekrar bir psikolojik yardım almam gerekip gerekmediğine karar verebilirdim. Belki yeniden ilaç kullanmam gerekebilirdi.

Fırat sıkıntılı bir şekilde içini çekip "Biraz ağladın sadece. "Dedi. "Birşey olmadı." Doğruyu söylemiyordu. "O yüzden mi betin benzin attı Fırat?" Dedim. "Sadece ağladım diye mi?"

Fırat bıkınca bir nefesi alıp verirken "Hazan ne duymak istiyorsun?" Diye sordu. "Gerçeği" dedim teklemeden. Fırat "Ne yapacaksın gerçeği bilip? Geldi geçti işte." Derken kendince konuyu kestirip atmak istiyordu.

Söylemeli miydim? Bu rüyanın tekrarlayabileceğini, uyku esnasında krize girebileceğimi, travmatik bir hastalığa dönüşebileceğini, ilaç kullanmam gerekebileceğini ve bu rüyaların astımımı da etkileyebileceğini söylemeli miydim?

Vazgeçtim. Endişelenirdi. Daha çok üstüme düşerdi. Üstüne üstlük bugün ona kendimle ilgili çok şey anlatmıştım. Bunu şimdilik bilmese iyi olurdu. Belki bana karşı bakışı değişir, astımı ayrı ruh sağlığı ayrı bir dert olan benden sıkılır, uğraşmak istemezdi. Zor biriydim. Öyle herkesin uğraşıp sevebileceği biri değildim. Ki insanları kendi hayatıma dahil edip bu zorluğun içine sokmak benim hatamdı.

Usulca içimi çektim. Bu rüyanın ikinci kez tekerrür etmesini beklemeye karar verdim. O zaman bir hastaneye gider ve belki de Fırat'a anlatırdım. Şimdilik Fırat'ın da istediği gibi konuyu burada kapatsak iyi olurdu.

Kollarımı Fırat'ın boynundan çözüp kendimi geriye doğru çektim. Lakin Fırat'ın beni mengene gibi saran kolları buna müsade etmezken "Bırakır mısın?" Dedim. Fırat ise "Bırakmam" dedi başı boynuma gömülüyken. İçimi çekip "Fırat yüzümü yıkayacağım , bırak" dedim.

Fırat "Ben yıkarım yavrum" diyerek benimle beraber yataktan kalkarken "Kendim yapabilirim, senin gelmene gerek yok" dedim. Çünkü regl olmuştum ve ped takmam gerekiyordu. Fırat hafifçe sert bir şekilde nefes alıp verirken başını geriye doğru çekip yüz yüze gelmemizi sağlamış ve gözlerime çatık kaşlarıyla bakıp "Ne bu tavrın?" Diye sormuştu. Sorduğu soruyu anlamazken "Ne tavrı Fırat?" Dedim. Fırat ise "Bende onu soruyorum" dedi. "Üstüne titriyorum burda. Sana birşey olacak diye aklım gidiyor. Ama Hazan hanım hep bir afra tafra peşinde. "Ben yaparım Fırat, bırak Fırat, sana gerek yok Fırat". Noluyoruz?"

Kaşlarım çatılırken Fırat'ın bu yükselişi yersiz ve gereksizdi. Onunla konuşurken sesimde herhangi bir terslik dahi yoktu. Niye kızmıştı ki bu kadar?

"Bende onu soracağım" dedim. "Noluyoruz Fırat? Ben birşey mi dedim sana? Neye kızdın ki bu kadar?"

Fırat gözlerini kapatıp açarken başını başka tarafa çevirmiş sonra sert bir nefes almış ve tekrar gözlerime bakarken "Sana" demişti git gide sertleşen sesiyle." Sabah söyledim sana "söyle gelmesinler" diye. "Olmaz Fırat, misafir onlar Fırat" diyip durdun. Şimdi bana gidip o herifin ağzını yüzünü dağıtmamam için bir sebep söyle Hazan? Geldi sikik sikik konuştu ne hale getirdi seni? Tamam benimde hatam var . Sormamalıydım. Ama Allah belamı versin ki sordum bir kere. "

Sinirliydi. En çokta kendine sinirliydi. Sakinleştirmeliydim Fırat'ı. Onun suçu yoktu. Anlatmak istemesem anlatmazdım. Zorlamamıştı ki. " İstersen anlat" demişti.

Fırat konuşurken dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Düşünmeden yapmıştım. Fırat ise onu öpüşümle içini çekmiş ardından da dudaklarımı dudaklarıyla aralarken üst dudağımı severcesine usul usul birkaç kez öpmüş ve dudaklarımızı ayırmıştı. Bende alnımı Fırat'ın alnına dayayıp yüzünü ellerimin arasına alırken "Senin bir suçun yok" dedim. "İstemesem anlatmazdım. Zorlamadın ki. Cevdet beyin de suçu yok. Bilemezdi. "

"Bilmiyorsa susacaktı. Ona ne senden babandan" derken sesi hâlâ sertti. "Fırat muhabbet etmeye çalışıyorlardı" dedim. Fırat ise "Amınakorum ben öyle muhabbetin" dediğinde ettiği küfürden dolayı afallarken "Fırat" dedim uyarıcı bir sesle". Fırat "ne Fırat?" Dedi. "Bak evlerine falan çağırdılar seni. Sakın gideyim deme. Samimi olmayacaksın o insanlarla".

"Fırat abartmıyor musun?" Dedim. "Abartmıyorum. "Dedi baskın bir sesle. " Sözümden dışarı çıkmıyorsun. Yoksa bozuşuruz. Anlaştık mı?"

"Peki" dedim alnımı alnından ayırırken. Fırat ise " Hazan" dedi uyarıcı bir sesle. "Trip atma bana". Kendimi Fırat'tan geri çekerken "Atmıyorum, bırak " dedim. Artık lavaboya gitsem iyi olacaktı. Fırat beni iyice kendine çekip "Atıyorsun" dedi. Kendimi yine geri çekmeye çalışırken "Nerden biliyorsun?" Dedim. Fırat ise gözlerime bakıp " Çünkü ne zaman bana trip atsan "peki" diyorsun yavrum" dedi.

Öyle mi yapıyordum? Farkında değildim.

"Tamam, Fırat oldu mu? Atmıyorum trip falan. Bırak hadi" dedim. Fırat "Ben yıkayacağım yüzünü" dedi. "İstemiyorum, ben hallederim" dediğimde Fırat "Hazan niye bu kadar inat ediyorsun ? "Diye sordu. " Az önce ben yıkamadım mı yüzünü? Ne şimdi bu tavır?"

"İşim var Fırat" dedim bıkınca. İlla söyletecekti. Hem o niye bu kadar ısrar ediyordu ki? Koca kadındım. Lavaboda öcüler mi yiyecekti beni?

Fırat "ne işi?" Dedi. "Of özel iş Fırat. Oldu mu? Özel iş. Bırak artık. " dedim .

Fırat birkaç saniye gözlerime bakarken varla yok arası çarpık gülüşünü göstermiş sonra da yanağımı sıkıca öpüp kollarını belimden gevşetirken "Git bakalım" demişti.

Anlamıştı "özel iş" derken neyden bahsettiğimi. Utançtan yerin dibine girmek üzereyken gözlerimi Fırat'tan kaçırıp hızla kucağından kalkıp odadaki lavaboya girmiştim.

Aynada kendimle yüz yüze geldiğimde yanaklarım al al olmuştu. Ellerimin tersini yanaklarıma bastırırken aynada birşey fark ettim. İyice yaklaşıp baktığımda boynumda iki tane küçük tırnak izi vardı. Az birazda kanamıştı. Bunu rüya esnasında ben mi yapmıştım? Fırat bu yüzden mi uyandığımda elimi tutuyordu? Lavaboya tek girmeme bu yüzden mi engel olmak istemişti?

Parmaklarımla boynumdaki tırnak izlerine hafifçe dokundum. Acımıyordu. Ama canım sıkılmıştı. Eskiden de bu kabusu gördüğümde kendime zarar verirdim. Tabii bundan daha büyük olurdu. Bu sefer Fırat engel olmuştu. Peki ya bir daha olursa?

Hafifçe yutkundum. Az öncede dediğim gibi ikinci kez tekerrür etmesini bekleyecektim. Eğer ederse İstanbul'daki doktorumla iletişime geçerdim.

Gözlerimi aynadaki aksimden çekip elimi yüzümü yıkayıp işimi hallettikten sonra boynumdaki tırnak izlerine biraz krem sürüp lavabodan çıktım.

O sırada Fırat'ta odaya bir bardak suyla girmişti. Gözlerimiz kesiştiğinde gözlerimi kaçırdım. Ve yatağa doğru ilerleyip oturduğumda Fırat'ta yanıma gelip oturdu. Elindeki bardağı bana uzatıp "İç yavrum şunu" dedi. Bardağı alıp suyu yavaş yavaş içtim. Susamıştım.

Suyu bitirip bardağı baş ucumdaki komidinin üzerine koydum. Fırat "Biraz daha getireyim mi yavrum?" Diye sordu yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp yan profilimden beni izlerken. "İstemiyorum, teşekkür ederim" dedim usulca. Fırat ise birden belimden ve çıplak bacaklarımın altından kollarını geçirip beni kucağına alırken dudaklarımın üzerine bir öpücük kondurup "Senin o "teşekkür ederim" diyen ağzını yerim" dedi dişlerini sıkarak.

Hiç beklemediğim bu tepki beni afallatırken ne yapacağımı bilememiş gözlerimi Fırat hariç her yerde gezdirirken yutkunmuştum. Fırat ise benimle beraber oturduğu yerde ayaklanmış ve yatağa uzanmıştı. Beni kollarıyla sımsıkı sararken ince yorganı üzerimize çekti.

Anlık bir ne olduğunu anlayamazken Fırat'la aynı yatakta olduğumu idrak ettiğimde derince yutkundum. İçimi bir heyecan sararken aynı zamanda gerilmiştim. Benim için çok yeni birşeydi. Ve bana birçok şey hissettiriyordu. Lakin ne korkuyordum ne de rahatız oluyordum. Garipti. Fırat'la olan herşey olması gerektiği gibiydi.

Yine de bu halimize itiraz etmem gerekiyordu. Bu yüzden başım Fırat'ın boynuna gömülü onun dudakları benim anlımda elleri de usul usul sırtımda gezerken hafifçe yutkunup " Fırat" dedim usulca. Dudaklarım Fırat'ın boynuna temas etmiş ve Fırat her zaman olduğu gibi kasılmıştı. "Yavrum" dedi. "Ben... kendim uyurum. Sen evine git istersen". Dedim. Beni uyutup gidecekti muhtemelen. Ama gerek yoktu. Baş ucumdaki abajuru yakar uyurdum.

Fırat "Gitmeyeceğim" dediğinde yine afallamış "Ne?" Demiştim. Fırat ise yüzünü boynuma gömüp "Gitmeyeceğim Hazan" dedi. " Seni bu gece yalnız bırakmak istemiyorum. Yanında yatmamdan rahatız olacaksan salonda yatarım. Ama bu gece bırakmam seni".

Ne söyleyeceğimi bilemezken duraksadım. Doğru olur muydu? Ben Fırat'la uyumak elbette ki isterdim lakin Canan teyze vardı. Zaten bu gece bana karşı oldukça mesafeliydi. Ne olduğunu dahi bilmezken şimdi Fırat yanımda kalırsa benim hakkımda yanlış fikirlere kapılabilir farklı şeyler düşünebilirdi.

Usulca içimi çektim. Bu gece çok olaylı geçmişti. Kendimi tuhaf hissediyordum. Kafamın içinde koca bir ağırlık vardı. Ama sanki bir yandan da sığ bir boşluk. Yorgundum. İçten içe kendimle, zihnimdeki düşüncelerle baş başa kalmaya cesaretim olmadığının farkındaydım. Korkuyordum. Üstüne üstlük Fırat bu gece yanımda kalmak isteyecek kadar endişelenmişken kabus görürken tahmin ettiğimden daha kötü bir haldeydim.

Bilmiyordum. Şuan Fırat'ın koynunda çok rahat ve huzurluydum. Kokusu burnuma dolarken sıcaklığıda beni sarıp sarmalıyordu. Kaslı ve güçlü kolları beni iyice kendine çekerken yine de kendim için Canan teyzeyi üzmek istemediğimden hafifçe içimi çekip "Doğru olmaz Fırat" dedim. Fırat ise "Doğru olmayan ne ?" Diye sordu sesi sorgulayıcı bir hâl alırken. "Burda kalman doğru olmaz. Canan teyze yanlış anlayabilir. " Dedim.

Fırat beni biraz daha kendine doğru çekerken "Neyi yanlış anlayacak yavrum?" Diye sordu. Neyden bahsettiğimi anlıyordu. Ama illa bana söyletecekti. "Fırat neyden bahsettiğimi biliyorsun." Dedim. " Beni hakkımda yanlış şeyler düşünsün istemiyorum. "

Fırat boynumu kokumu içine çekerek öperken " Düşünmez" dedi. "Ben öyle birşeye izin vermem. Kaldı ki düşünse ne olur yavrum? Karım olacaksın sen benim. "

"Olmadım ama daha" dedim. Bu bir ihtimaldi. Fırat boynumdaki öpücüklerini yoğunlaştırırken "Bu kadar şikayetciysen yarın basayım yavrum nikahı sana" dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle. "Hem benimde işime gelir."

Ben ne diyordum o ne diyordu? Bugün evlenmekle kafayı bozmuş gibiydi. Öte yandan ise bana acımadığını anlamıştım. Hâlâ bana eskisi gibi dokunup eskisi gibi bakıyordu. Benimle konuşurken beni alttan almıyor teselli etmek gibi olaylara girmiyordu. Bu durum beni rahatlatmıştı.

Başımı Fırat'ın boynundan kaldırıp kendimi geri çekerken amacım yüz yüze gelmekti. Fırat'ta başını boynumdan kaldırıp buna müsade ettiğinde göz göze geldik. Fırat o kadar yoğun bakıyordu ki başım kaslı kolunun üzerindeyken anlık bir duraksadım. Lakin yine de "Onu mu diyorum Fırat?" Dedim. Fırat ise gözleri dudaklarıma düşerken dibime kadar girip başını yastığa koymuştu. Yüzlerimizin arasında milimlik bir mesafe varken Fırat belimdeki ellerinden birini yüzüme dökülen saçlarıma çıkarıp onları severcesine kulağımın arkasına sıkıştırırken gözleride oraya kaymıştı.

Ardından da elini yanağıma koyup baş parmağıyla dudağımın kenarını usul usul severken gözleri tekrar gözlerimi bulmuş ve "Ne diyorsun yavrum?" Demişti. Fırat'ın bakışları , ses tonu, dokunuşları ve bu halimiz aklımı bulandırırken yutkundum. Şuan çok etkileniyordum Fırat 'tan.

Yine de kendimi toparlmaya çalışıp "Fırat" dedim. Fırat ise sözümü kesip "Hazan'ım" dedi. " Bırakmam seni. Kim ne düşünürse düşünsün umrumda değil. Bu gece senin yanında kalacağım. Bana sadece yanında yatmamdan rahatsız oluyor musun onu söyle".

Gözlerimi Fırat'ın gözlerinde gezdirip usulca içimi çektim. Ne söylersem söyleyeyim gitmeyecekti. Bende gitmesini istemiyordum zaten. Bu yüzden Fırat'ın belindeki kollarımı boynuna dolayıp onu kendime çekerek sarılırken yüzümü boynuna gömüp "Olmuyorum" dedim.

Fırat ise bu sözümle beni iyice kendine çekip içine sokmak ister gibi sararken yanağımı oradan da boynumu öperken "Olma" dedi. "Ben sana asla zarar vermem. Aramızda senin istemediğin hiçbir şey olmaz. "

"Biliyorum" dedim. "Güveniyorum sana. " Fırat ise boynuma sıkı bir öpücük daha kondururken "Bende ölüyorum sana" dedi dolu dolu.

Hafifçe gülümsedim. Ve Fırat'a biraz daha sokuldum. Fırat bu hareketimle bir bacağını üzerime atıp bacaklarımı bacaklarının arasına almış yorganı da iyice üzerimize çekip beni sarıp sarmalamıştı. Şuan tabiri caizse sarmaş dolaştık. Ve ben Fırat'ın kolları arasında kaybolmuştum. Lakin şikayetçi değildim bu durumdan. Hayatımda hiç olmadığım kadar huzurluydum.

Bir müddet öylece kaldık. Fırat beni öptü, kokladı, sevdi derken hafifçe içimi çekip "Fırat" dedim yüzüm boynuna gömülü olduğundan boğuk çıkan sesimle. Fırat'ta benim gibi içini çekerken "Yavrum" dedi onunda sesi boğuktu. Ama öyle güzel erkeksi bir tınısı vardı ki hep böyle konuşsa bir ömür bıkmadan dinlerdim.

Usulca yutkunup "Boynumdaki tırnak izlerini gördün mü?" Diye sordum. Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken "Hazan" dedi "kapat şu konuyu" der gibi. "Niye cevap vermiyorsun?" Diye sordum. Merak ediyordum. Fırat ise "Sen niye inat ediyorsun? "Dedi. "İnat etmiyorum, merak ediyorum. Cevap versen nolur sanki?" Dedim. Fırat bıkkınca içini çekerken "Gördüm, oldu mu? Ne geçti eline şimdi?" Dediğinde alt dudağımı ısırıp "O yüzden mi lavaboya tek gitmemi istemedin?" Diye sordum. Sustu. Demek ki öyleydi. "Çok mu korkuttum seni?" Dedim bu seferde. Fırat yine sustu. Hafifçe içimi çekip ona mümkünü varmış gibi biraz daha sokulduğumda dudaklarımın değdiği boynunu öptüm sıkıca. Onu öpüşümle Fırat kasılırken "Çok mu seviyorsun beni?" Diye sordum. Şuan Fırat'a sırnaşıyordum.

Fırat bu sorumla ve ona sokuluşumla kollarını sıkılaştırıp "Soru mu bu" Dedi ciddi bir sesle. "Seviyorsun yani?" Dedim biraz daha şımararak. Fırat ise boynumu ses çıkartarak sıkıca öperken "Çok" dedi. "Bende seni çok seviyorum. " Dedim dolu dolu.

Aramızda bir sessizlik peyda olurken buna izin verdim. Uyumak istiyordum. Başımı Fırat'ın boynundan kaldırıp göğsün koydum. Gözlerimi usulca kapattığımda zaten Fırat'ın beni sarıp sarmalayışı sebebiyle sıcaktan iyice mayışmıştım. Bu yüzden uykuya yenik düşmem pek uzun sürmeyecekti.

Nefes alış verişlerim yavaş yavaş düzene girerken bir müddet öylece uykuya dalmak için bekledim. O sırada Fırat kollarını yavaşça belimden çözüp başımı dikkatlice yastığa koyup yorganı da üzerime örterken "Fırat" dedim uyku mahmuru sesimle gözlerimi aralamadan. Fırat'ın üzerime doğru eğildiğini hissettiğimde sıcak dudakları alnıma değmiş ve "Şşş yavrum, uyu sen. Işığı kapatıp geleceğim" demişti. Başımı belli belirsiz sallayıp Fırat benden uzaklaşırken yattığım yerde öbür tarafa dönüp yorganın altındaki kollarımı dışarı çıkartıp yorgana sarıldım. Başımı da iyice yastığa gömerken burnuma dolan temiz çarşaf kokusu güzel hissettirmişti.

Bir süre sonra yatağın diğer tarafı çökmüş kokusu burnuma dolarken de Fırat beni kollarının arasına alıp sarıp sarmalamış sırtım geniş, sert ve sıcak olan gövdesine yaslanmıştı. Önce saçlarımın arasına sonra boynuma ardından da omzuma kondurduğu öpücükler beni gülümsetirken "Fırat" dedim hafiften fısıltılı çıkan sesimle. Fırat ise başını saçlarımın arasına gömmüş bir vaziyetteyken "Sesine kurban olurum senin , söyle" demişti. Onunda sesi fısıltıydı. Sanki beni ürkütmek istemiyor aramızdaki bu huzurlu hâli bozmaya kıyamıyordu.

Hafifçe içimi çekip "Gece lambasını açsana" dedim. Ben açardım aslında ama o kadar uykuluydum ki kolumu kaldıracak halim yoktu. Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken kollarıyla beni biraz daha kendine çekip "Korkuyor musun yavrum sen?" Diye sordu.

Hayır, korkmuyordum. Yani normalde karanlıktan korkmazdım. Ama bu gecelik ne olur ne olmaz gece lambasını açsak iyi olurdu.

"Korkmuyorum" dedim usulca. Gözlerim hâlâ kapalıydı. Fırat başını boynuma gömüp bir öpücük kondururken "Korkma" dedi. "Burdayım ben."

Derin bir nefes alıp Fırat'a dönmek için bir hamlede bulduğumda Fırat kollarını gevşetip buna müsade etmişti. Kollarının arasında ona doğru döndüğümde dudaklarımın Fırat'ın dudağına değdiğini hissettim. Gözlerim kapalı olduğundan anlık bir ne olduğunu idrak edememiş olsam da gözlerimi açmadan dudaklarıma değen sıcak dudaklara küçük bir öpücük kondurup kollarımı beline sararken başımı boynuna gömmüştüm.

Fırat ise gevşettiği kollarını sıkılaştırıp beni iyice kendine çekerken saçlarımın arasına bir öpücük kondurmuş ve yorganı yine boynuma kadar çekerken "Fırat" dedim uzatarak. Fırat sorgulayıcı bir ses tonuyla"Noldu yavrum?" Dediğinde "Çekme şu yorganı tepeme kadar" dedim. "Zaten çok sıcak."

"Yavrum üstün çok açık. Üşürsün. " Usulca içimi çekip Fırat'a biraz daha sokulurken boynunu öpüp "Üşümem. Sen varsın" dedim. Üşümezdim. Öyle bir sarıp sarmalıyordu ki beni şuan sıcacıktım.

Fırat derince içini çekip yorganı omzumun biraz aşağısına indirirken başını boynuma gömüp birkaç kez öpmüş ve "Hadi uyu yavrum" demişti. "İyi geceler" dedim itiraz etmeden. Sabah erken kalktığım ve ilacı da geç içtiğim için çok uykum vardı.

Fırat ise şakağımı öpüp"İyi geceler...prensesim" dedi.

Babam gibi...
💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧

  

  

  

  
 

  

   

 

    

 

  
  

 

  

  

  

  

  

  

  

  

 

  

 

    

 

Loading...
0%