Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. Bölüm

@yikim2024

******
Yattığım yerde diğer tarafa dönmek için meyil ettiğimde belime sarılı olan kolları ve boynumdaki ağırlığı hissetmiştim. Hareketlenişimle belimdeki kollar gevşeyip boynumdaki ağırlığın kalkışıyla diğer tarafa dönerken kulağıma Fırat'ın "Gel yavrum" diyen fısıltılı sesi doldu. Zihnim uykuyla uyanıklık arasında savrulurken gece Fırat'la uyuduğumu hatırladığımda Ona dönmüştüm. Fırat Ona dönüşümle beni kollarının arasına alıp belimdeki yorganı sırtıma kadar çekerken elim göğsünü başımda bağrını bulmuştu. Usulca içimi çekip Fırat'a iyice sokulurken alnımda hissettiğim sıcak ve yumuşak dudaklarla yüzümden belli belirsiz bir gülümseme gelip geçti. Fırat dudaklarını alnımdan ayırıp başını boynuma gömdüğünde aldığı derin nefesler arasında sesi beni ürkütmek istemiyormuşcasına fısıltılı bir şekilde "Kokusuna öldüğüm" derken tenime minik minik öpücükler kondurmayıda ihmal etmiyordu.

Bense göğsünde duran elimi sert ve kaslı bedenine sürte sürte geniş omzuna çıkartırken bağrında duran başımı biraz yukarıya kaldırıp boynuna küçük bir öpücük kondurdum. Fırat ona dokunup öpüşümle kasılıp dururken "Yavrum" dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle. Dudaklarımın arasından "Hı?" Diye bir mırıltı döküldü. Fırat beni daha sıkı sarıp sıcak nefesi tenimi yalayıp geçerken, "Uyandırdım mı?" Diye sorduğunda yeni uyandığı için farklı bir tınısı olan sesi içimi bir hoş etmişti. "Yok" dedim usulca. "Kendim uyandım. "

Fırat derin bir nefes alıp başını boynumdan kaldırırken kirpiklerimi usulca araladığımda yanağıma kondurulan öpücüğün ardından göz göze gelmiştik. Kara gözleri yüzümü milim milim tararken alnını alnıma dayayıp öylece durdu. Bakışlarındaki yoğunluk ve derinlik gözlerimi kaçırmama neden olurken Fırat belimdeki ellerinden birini saçlarıma çıkarıp usul usul sevdi.

O an odanın içinin çoktan aydınlandığını fark ederken alnımı Fırat'ın alnından ayrıp arkamda kalan komidinin üzerindeki , yuvarlak , gümüş saate döndüğümde saatin 07.16'yı gösterdiğini görmüştüm. O sırada Fırat saate dönüşümle gözünün önüne serilen boynuma başını gömerken önüme döndüğümde yanağım Fırat'ın yumuşak saçlarına sürtünmüştü. Saçlarından yayılan mentollü koku derince içimi çekmeme sebep olurken başımı saçlarının arasına gömüp kollarımı da geniş sırtına doladığımda Fırat'ı iyice kendime çekerek saçlarını öptüm.

Fırat onu öpüşümle belimdeki kollarını sıkılaştırırken kaslı ve güçlü kollarının arasında incecik kalan belim, heybetli bedeninde küçücük kalışım, Fırat'la aynı yatakta bir geceyi geçirişim içimi sıcacık bir heyecanla doldurduğunda Fırat boynuma öpücükler kondurmaya başlamıştı.

Bense siyah tişörtünün üstünden bile kaslarını hissedebildiğim sırtında ellerimi gezdirirken Fırat'ın kolları arasında zorda olsa hafifçe kıpırdandığımda Fırat bir bacağını üstüme atıp bacaklarımı bacaklarının arasına almıştı. Boynuma kondurduğu öpücükler de git gide yoğunlaşırken boynumu emiyordu. Şuan tamamem Fırat'ın kıskacındaydım. Ama şikayetçi değildim bu durumdan. O yüzdendir ki bende mümkünü varmış gibi sevdiğim adama biraz daha sokulup kendimi ona bastırdığımda dolgun göğüslerim Fırat'ın sert bedeninin altında eziliyordu. O sırada Fırat'ın kadınlığıma değen sertliğini hissederken buz yutmuş gibi kaldığımda derince yutkundum. Birkaç saniye öylece kalırken Fırat ise beni iyice kendine çekmiş ve boynumu emişleri hafiften canımı yakmaya başladığında kendinden geçmiş gibi beni öpüp emmekten zevk alırcasına çıkardığı erkeksi iniltiler kulaklarıma dolmuştu.

Bense artık dayanabilecek gibi değildim. Kadınlığım sızlıyor, kendimi Fırat'a daha çok bastırmak istiyordum. Gözlerimi kapatıp alt dudağımı dişlerken Fırat'ın etimi dudaklarının arasında sıkıştırmasıyla dudaklarımın arasından nefes verircesine "Ah" diye bir inilti döküldüğünde Fırat duraksamış ve başını boynumdan kaldırmak için meyil etmişti. Lakin ben kollarımı sıkılaştırıp buna müsade etmezken başımı da omzuyla boynu arasında bir yere gömmüştüm. Utanıyordum. Fırat bu hareketimle başını boynuma geri gömüp kokumu içine çekerek sıkıca öperken "Yavrum" dedi bastırarak. "Sesine ölürüm lan senin". Fırat'ın bu sözleriyle daha fazla utanırken başımı boynuna iyice gömdüm. Fırat ise bir süre öylece durdu. Ne başını boynumdan kaldırmak için bir hamlede bulundu ne de beni öptü. Kendini hafif geri çekerken de erkekliğinin kadınlığımla olan temasını kestiğinde usul usul bir eliyle de sırtımı sıvazlıyordu. Belli ki yatıştırmak istiyordu beni. Utandığımı anlamış bana zaman tanıyordu.

Ancak bir süre sonra "Hazan" dedi. Hafifçe yutkunup "Hı?" Dedim. "Bakmayacak mısın yüzüme?" Bilmiyordum. Resmen Fırat'tan etkilendiğim için inlemiştim. Utanıyordum. "Utanıyorum" dedim usulca. Fırat kollarını sıkılaştırıp "Şşş saçmalama yavrum" dedi. "Utanılacak ne var?" Alt dudağımı hafifçe ısırırken "Şey oldu ya az önce?" Dedim utana sıkıla. Fırat "Noldu Hazan?" Dedi. " İnledim ya Fırat" dedim birden. "Eee yavrum?"dedi önemsiz bir şeymiş gibi. "Benim seni düşünürken, seni izlerken, sana dokunurken, öperken ," duraksadı. Boynumda derin bir nefes alıp "kokunu solurken hissettiklerimin yanında ne ki bu? Deli oluyorum Hazan ben sana. Bir adam düşün altı yıl önce yüzünü bile görmediği bir kızın sesini yüreğinde saklamış. Ve o kız şimdi kollarında. Teni teninde, kokusu burnunda. Sen beni ne kadar seversen sev yavrum. Bu ilişkide her zaman en çok seven taraf ben olacağım. O yüzden utanma Hazan benden. Senin benden etkileniyor oluşun benim ancak hoşuma gider. Yapma canımın içi, kurban olurum sana. " diyerek sözlerine son verdiğinde gözümden bir damla yaş süzülüp Fırat'ın boynuna düştü. Bilmiyordum. Böyle seviyordu ya beni içim eriyordu sanki. Babam öldüğünden beri çok nadir anlarda gerçekten sevildiğimi hissetmiştim. Bir yanım hep eksik, hep bir boşluktu. Etrafımın koca bir kalabalık olduğunu her zaman görsem de bildiğim birşey vardı; ben hep yalnızdım. Bir hazan vakti, bir ağacın dalında kalan son yaprağın tek başına yere düşüşü kadar yalnız. Ama şimdi değildim. Beni seven çok güzel bir adam vardı.

Fırat boynuna düşen gözyaşını hissetmiş olmalı ki başını boynumdan kaldırdı. Bende engel olmadım ona. Gözleri yüzümü bulduğunda gözlerimde takılı kalırken "Yavrum" dedi kıyamıyormuş gibi. Bir elini yanağıma koyup gözümden süzülen yaşı silerken "Ağlama"dediğinde gözlerimi o çok sevdiğim kara gözlerinde gezdirip "Ben" dedim usulca. "Çok seviyorum seni". Fırat'ın gözleri parlarken varla yok arası gülümseyip "Oy Yavrum" dedi. "Ölürüm kızım ben sana". Gözümden bir damla yaş daha süzülürken burnumu çekip alt dudağımı ısırdığımda Fırat'ın omzunda duran elimi yüzüne koyup baş parmağımla usul usul severken "Ölme" dedim hafiften titreyen sesimle. "Yaşayalım beraber." Fırat'ın gözleri bu sözlerimle dolarken yutkunup alnını alnıma dayadı. Ne demek istediğimi anlıyordu. Gitme, diyordum. Bırakma beni. Elinde değildi biliyordum ama istiyordum işte.

Fırat gözlerini gözlerimde gezdirip "Yaşayacağız yavrum" dedi. "Ben bırakmayacağım seni. Bırakamam ki zaten. Çok seviyorum Hazan ben seni" Usulca içimi çektim. "Deme öyle" dedim. "Bırakmayacağım falan, deme. Birgün...sözünü tutamazsan affedemem seni. "

"Babamda öyle söylerdi. Annem her beni kendinden ittiğinde "Ben varım Hilal. Ben hiç bırakmayacağım seni. Hep seveceğim güzel kızım" derdi. Ama gitti. Beni bir dünya dolusu sevgisizlik ve kötülükle baş başa bırakıp gitti. Ve ben kötülüğe alıştım da sevgisizliğe alışamadım be baba..."


Fırat derin bir nefes alıp alnını alnımdan ayırırken yatakta doğrulduğunda beni de kucağına aldı. Kara gözlerini yüzümün her zerresinde gezdirip ellerini yüzüme koyup avuçlarının içine alırken "Hazan'ım" dedi. "Yapma böyle. Üzme beni." Gülümsedim. "Üzülme" dedim. "Ben birazda asker olduğun için seviyorum seni. Hani böyle o üniformanın içinde görüyorum ya seni askeriyede zor tutuyorum kendimi koşup boynuna sarılıp seni öpmemek için."

Fırat o çok sevdiğim çarpık gülüşünü ortaya sererken beni belimden tutup iyice kendine çekmiş alev alev yanan kara gözleriyle yüzümü talan ederken dudak dudağa gelmemize neden olmuştu. "Sarılıp öpseydin ya yavrum" dedi gözleri dudaklarımdayken. Benim gözlerim de Fırat'ın dudaklarına düşerken "Saçmalama Fırat" dedim. "Nasıl öpebilirim. Askeriye orası." Fırat dudaklarımın üstüne bir öpücük kondurup "Benim yavrum da koskoca savcı. " Dediğinde güldüm. "Tabii Fırat." Dedim. "Geçeyim karşılarına diyeyim ki "bu bir emirdir. Ben sevdiğim adamı asker üniforması içinde öpmek istiyorum."

Fırat bu seferde dudağımın kenarını öpüp dudakları öptüğü yere sürtünürken "De yavrum tabii." Dedi. " Bende senin askerin değil miyim? Emirlerine itaat etmek zorundayım. "Savcım ne derse o" derim." Fırat'ın çok ciddi birşey söylüyormuş gibi söylediği bu sözler ve böyle bir anın yaşandığını hayal etmek ufak bir kahkaha atmama neden olurken Fırat bana sımsıkı sarılıp boynuma kokumu içine çekerek sıkı bir öpücük kondururken"Gülüşüne kurban olduğum" dedi dişlerini sıkarak, dolu dolu. Bende kollarımı Fırat'ın beline sararken başımı omzuna yasladım. Yüzümdeki gülüş küçük bir tebessüme dönüşürken gözlerim komidinin üzerinde çalan telefonumu buldu.

Usulca içimi çekip kollarımı belinden çözerken Fırat'tan ayrılmak için kendimi geri çektiğimde Fırat aramıza açtığım küçücük mesafeyi bedenime sardığı kollarını sıkılaştırarak geri kapatmıştı. Boynuma başını gömmüş öylece duruyordu. Ellerimi geniş omuzlarına koyup, telefonun zil sesi odanın içinde yankılanmaya devam ederken, "Fırat telefonum çalıyor" dedim. Fırat "Duyuyorum yavrum" dedi. "E bırak o zaman" dedim Fırat'ı omuzlarından itmeye çalışırken. Ki pek mümkün olmuyordu. Çok güçlüydü. Milim oynamıyordu.

Fırat oturduğu yerde bir koluyla beni tutarken diğer elini de ileri doğru eğilerek telefona uzatığında ufaktan gerilmiştim. İçimden "Ya Cihan abi ya da Bora arıyorsa" diye geçirirken Fırat komidinin üzerinden aldığı telefonun ekranına baktığında kaşları çatılmıştı. Bende başımı telefona doğru uzattığımda ekranda Oğuz'un adını görüşümle rahatladım. Fırat ise eski pozisyonunu geri alırken öfkeyle parlayan gözlerini yüzüme çevirip telefonu bana uzattı. Telefonu alıp gözlerim Fırat'ın yüzünde gezinsede aramayı yanıtladım ve "Alo?" Dedim. Kulağıma motor sesi dolarken Oğuz'un araba kullandığını anlamıştım. Oğuz, "Günaydın Hazan. Rahatsız ettim bu saatte. Uyuyor muydun? " Dediğinde Fırat'ın sert bakışları yüzümde gezinirken gözlerimi kaçırıp "Yok, uyumuyordum" dedim. "Birşey mi oldu?" Oğuz telefonun diğer ucunda sıkıntılı bir şekilde içini çekerken "Yok abim, nolsun?" Dedi. "Ben şey için aradım seni; dün biraz sert çıkıştım sana. Kusura bakma. Bu akşam konuşalım mı? Müsait misin?" Hafifçe içimi çektim. Bende Oğuz'la konuşmak istiyordum. Uzun zamandır erteliyorduk. Ama konuşulması gereken şeyler vardı. İkimizin de birbirine söylemesi gereken şeyler. Bu yüzden gözlerim makyaj masamın aynasına yansıyan Fırat'la aksimize ilişirken "Konuşalım. Müsaitim" dedim. "Saat sekiz olur mu?" Oğuz "Olur, olur abim de" derken duraksamış ardından da "Dışarıda bir yerde buluşsak Hazan?" Demişti. O sırada Fırat'ın alıp verdiği sert nefes kulaklarıma dolarken gözlerim onu bulduğunda "Tamam" dedim. "Nerede?" Fırat bu cevabımdan hiç memnun olmadığını belli eder bir ifadeyle yüzüme bakarken çatık kaşlarını "Öyle mi?" Der gibi havalandırıp dilini ağzının içinde gezdirdiğinde Oğuz'un "Konum atarım sana, görüşürüz dayımın kızı" diyen sesi kulaklarıma dolarken "Görüşürüz halamın oğlu" dedim.

Telefon kapanırken yatağın üstüne, öylesine bir yere koyduğumda gözlerimi Fırat'ın gözlerinde gezdirdim. Bakışlarına bakılırsa yine birşeylere kızmıştı. Büyük ihtimalle de sorun Oğuz'la dışarıda buluşacak olmamdı. Çünkü Fırat'ta Oğuz'un bunu Onunla karşılaşmamak için istediğinin farkındaydı. Pek tabii bende. Ki bence de doğru olan buydu. Artık Fırat'la Oğuz arasında kalmak istemiyordum. Belki Oğuz aralarındaki bu gerginliğin sebebini bana baş başayken anlatırdı. Bende kendi içimde bir karara varır, belki de bir çözüm bulurdum. Olmadı en azından kafamdaki soru işaretleri kalkardı.

Hafifçe yutkunup "Kızdın mı?" Diye sordum usulca. Fırat gözlerini gözlerimde gezdirip "Yok" dedi düz bir sesle. Lakin gözlerindeki sert bakış değişmezken sözlerine "Yanında ben olduğum sürece her yere gidebilirsin. " Diyerek devam ettiğinde aksini söylese de kızdığını anlamıştım. Ama ne kadar kızarsa kızsın onun benimle gelmesini kabul edemezdim. Oğuz kızabilirdi. Üstüne üstlük Fırat'ın peşimde koruma gibi gezmesi hoşuma gitmiyordu. Öte yandan işim açısından da bana sorun çıkartabilecek birşeydi bu. Sıradan bir savcı değildim ki ben.

Bıkkınca bir nefesi alıp verirken "Fırat" dedim itiraz etmek ister gibi. Ancak Fırat "Şşş" diyerek sözümü kesmiş ve "Yanınızda olmayacağım. Her nerede buluşacaksanız size uzak ama seni görebileceğim bir yerde durup bekleyeceğim seni. Derdim Oğuz falan değil benim, sensin". demişti.

Bu sefer de sıkıntılı bir nefesi alıp verirken "Fırat" dedim. "Ne zamana kadar peşimde böyle koruma gibi gezeceksin? Bak o gün askeriyede de söyledim; bir daha deneyeceklerini sanmıyorum. Nolur yorma artık kendini". Fırat birkaç saniye gözlerime öylece bakıp gözlerini sakin olmak ister gibi kapatırken başını pencereye çevirdiğinde diliyle alt dudağını nemlendirmişti. Söylediğim şeylerden hoşlanmadığı belliydi. Ne düşünüyordu, bilmiyordum. Başımı önüme eğip alt dudağımı hafifçe dişlerken Fırat'ın tekrar bana döndüğünü hissetsemde yüzüme dökülen uzun dalgalı saçlarım yüzümü gizlerken başımı eğdiğim yerden kaldırmadım. Ta ki Fırat çenemin altından, sert olmayan bir şekilde, tutup göz göze gelmemizi sağlayana kadar.

Gözleri gözlerime baskın ve sert bir ifadeyle bakarken " Benim seni ihtimallere bırakmak gibi bir lüksüm yok" dedi. Sesi sertti. "Nasıl istiyorsan öyle san. Ama bana ne yapıp ne yapmayacağımı söylemeye kalkma. Gittiği yere kadar peşinde "koruma" gibi gezmeye devam edeceğim. " Derken bariton sesi tehditkâr bir hâl aldığında gözlerindeki birşey beni ürkütsede gözlerimi gözlerine sabitleyip "Operasyona gittiğinde ne yapacaksın?" Diye sordum. "Bir yerde peşimde gezmeyi bırakmak zorunda kalacaksın." Fırat "Sen orasını dert etme yavrum " dedi sesindeki tehditkâr tını hâlâ kendini belli ediyordu. "Ben seni bu şehirde her türlü korurum. Dünyanın öbür ucunda olsam bile bu şehirde attığın adımdan aldığın nefese kadar herşeyden haberim olur benim. " Yutkundum. Fırat'ı tanımıyordum. Tanımadığım gibi neler yapabileceğini de kestiremiyordum. Ama bu söylediklerini gercekten yaparsa benim için tehlikeli olabilirdi. Tamam yanlış birşey yaptığım yoktu. Lakin eğer Fırat gerçekte kim olduğumu benden değilde bu şekilde öğrenirse sorun olabilirdi.

Yine de yüzümde tek bir mimik oynatmadan "Sen beni tehdit mi ediyorsun Fırat?" Dedim. "Ayağını denk al , gibi birşey mi bu?" Fırat kaşları biraz daha çatılırken "Saçmalama Hazan" dedi sert ve bariton sesiyle. "Sevdiğim kadını tehdit edecek kadar şerefsiz miyim ben? Tehdit falan ettiğim yok seni. Sadece bil diye söylüyorum; bu şehirde güvendesin. Çünkü benimsin."

Gözleri çok baskın, sesindeki tını çok net ve sertti. Ürkmüştüm. Bu yüzden hafifçe yutkunup gözlerimi kaçırırken "Bari bu gece gelme Fırat" dedim usulca. "Hem yanımda Oğuz olacak , birşey olmaz."

Gelmesindi. Askeriyeden çıktıktan sonra Anıl'a Kim Chin'in yanına depoya gidecektim. Oradan da saat yedi de Emine hanım ve Mine'nin yanında olmam gerekiyordu. Onların yanından da Oğuz'un atacağı konuma giderdim. Ama tüm bu denklemi Fırat'ın peşimde gezmesi bozabilirdi.

Gözlerim Fırat'ın iyiden iyiye kararan gözlerini, boynunda ve alnında belirginleşen damarları, gerilen yüz hatlarını, kucağında oturduğumdan sinirden kasılan koca bedenini hissedebiliyorken çenemi elinden kurtarıp kucağından kalkmaya meyil etmiştim ki Fırat belimdeki kolunu sıkılaştırıp buna izin vermedi. Gözlerim gözlerini bulurken Fırat "O gecede Oğuz vardı yanında" dedi tıslar gibi. " Ben yoktum o vardı. Onlarca kez izledim ben o anı. Oğuz yanından ayrıldıktan saniyeler sonra vurulup yere nasıl yığıldığını onlarca kez izledim. Eğer seni koruyabilseydi o gece korurdu. " Duraksadı. Gözlerimin içine bakıp "Seni benden başka kimse koruyamaz. Çünkü seni benden başka kimse canından çok sevemez" . Dedi her bir kelimeyi zihnime kazımak ister gibi.

Gözlerimi gözlerinden çektim. Bilmiyordum. Bir tuhaf olmuştum. Korkmak , ürkmek, tedirgin olmak ya da herhangi birşey. Adını tam olarak koyamadığım bir duygu sarmıştı bedenimi. Belki de huzursuzluk. Dedim ya bilmiyordum.

Fırat derince içini çekip birkaç saniye yüzüme bakarken"Benim askeriyeye geçmem lazım" dedi. "Sen ne yapacaksın?" Komidinin üzerindeki saate baktım. 07. 35.

"Bende askeriyeye gideceğim" dedim Fırat'a dönmeden. Lakin onun gözleri benim yüzümde geziniyordu. "Evde birkaç işim var. Halledip çıkarım. " Fırat bir elini saçlarıma çıkarıp yüzüme dökülen dalgalı birkaç tutamı parmaklarıya kulağımın arkasına sıkıştırıp "Tamam" dedi. " Bende eve gideyim o zaman yavrum. Çıkacağın zaman haber ver. Birlikte çıkarız."

"Gerek yok" dedim. "Git sen". Fırat bir süre yüzümü izleyip "Tamam " dedi. "Nasıl istiyorsan öyle olsun." Başımı belli belirsiz sallayıp Fırat'ın ısrar etmeden kabullenmesi her ne kadar garip gelse de kucağından kalktım. Fırat'a buna müsade ettiğinde yatağa oturdum. O ise birşey söylemeden üzerimdeki gözlerini çekip yataktan kalkıp odadan sıkıntılı bir nefesi alıp verirken çıktı. Bende oturduğum yerden doğrulup Fırat'ın kalktığı yere otururken yorganı üzerime çekerek yatağa uzandım. Regl olduğum için kasıklarım ağrıyordu. Biraz uzanmak istiyordum.

O sırada Fırat deri ceketini giymiş bir şekilde odaya geri girerken kaşları beni yatarken görünce çatılmıştı. Heybetli bedeni ve uzun boyuyla odanın içinde yürüyüp yanıma gelirken yatağa oturmuş ve elinin tersini alnıma koyup "İyi misin?" Diye sorarken ateşimi kontrol ediyordu. "İyiyim" dedim düz bir sesle başımı geri çekip Fırat'ın elinden kurtarırken. Fırat bu hareketimle defalarca alıp verdiği sıkıntılı nefeslere bir yenisini daha eklerken başımı çekişimle havada kalan elini kalın ve adeleli bacağının üstüne koyup "Niye yattın o zaman geri?" Diye sordu. "Yaran mı acıyor?"

"Hayır, acımıyor" dedim. Gözlerim odadaki lavabonun kapısında öylece yatıyordum. Fırat ise neyim olduğunu anlamaya çalışan çatık kaşlarıyla yüzümü tarıyordu. "Bir yerin mi ağrıyor?" Sustum. Ağrıyordu ama Fırat'a neremin ağrıdığını söyleyemezdim. Dün gece zaten regl olduğumu anlamıştı. Utanırdım.

Fırat bu sessizliğimle sinirlenirken "Bir soru sordum sana" dedi. "Cevap ver". Sesi emrediciydi. "Karnım ağrıyor" dedim sadece. Birşey söylemezsem üstüme gelmeye devam edecekti. Aldığı sıkıntılı nefes kulaklarıma dolarken "Hasta olacaksın" dedi. "Gece de birkaç kez öksürüp durdun zaten. Hava çarptı kesin. Sert geçer buranın kışı. İstanbul'a benzemez ki. " Kendi kendine söylüyordu sanki. Ama benim için böyle endişelenmesi içimde bir yeri okşarken Fırat "Bugün yatıp dinlen evde" dedi. "Askeriyedeki işleri de o çekik halleder. " Kim Chin'den bahsediyordu. O bugün askeriyeye gelmeyecekti ki bende Fırat'ın düşündüğü gibi hasta değildim zaten. Ama boğazımında biraz acıdığını inkâr etmezdim. Yine de "Hasta falan değilim ben" dedim. "Hem Kim Chin bugün gelmeyecek zaten. "

Fırat "Niye gelmiyormuş?" Diye sordu. " Ne bileyim ben? İşi varmış. Gelmeyecek" dedim. Fırat "Onun işi zaten bu değil mi? Tek başına ne yapacaksın sen askeriyede? Hastasın zaten." Derken gözlerimi yüzüne çevirip "İnsan o. " Dedim. "Robot değil. Sadece mesleğiyle ilgili işleri yok. Ayrıca ben kendi işimi kendim halledebilirim ve tekrarlıyorum; hasta değilim. " Sesim sonlara doğru hafiften yükselirken Fırat "Şşş" dedi. "Dikkat et o sesinin tonuna". Yattığım yerden hızla doğruldum. Gözlerimi Fırat'ın gözlerine sabitleyip "Etmezsem?" dedim." Nolur, ne yapabilirsin ki bana?" Fırat'ın yüz kasları gerilirken sert bir ifadeyle gözlerimin içine bakıp "Nasıl bir soru bu?" Diye sordu sert ve bariton sesiyle. "Ne yapabilirsin ki , ne demek Hazan? " Duraksadı birkaç saniye ve ekledi. "El kaldıramam mesela sana. Onu mu diyorsun?" Bakışlarındaki sertlik kırılmıştı. Bense susuyordum. Kastettiğim şey o değildi. Aslında ne kastettiğimi bende bilmiyordum. Çünkü şuan en azından benim için bir sorun yoktu. Sadece Fırat'ı bugünlük kendimden uzaklaştırmak için saçma sapan bir tartışma çıkarmıştım. Bu hâl planladığım birşey değildi. Birden aklıma gelmişti. Belki bana kızarsa bugün beni arayıp sormaz, peşimde gezmezdi. Bende işlerimi bir şekilde halleder sonra da Fırat'ın gönlünü alırdım. Nasıl alacağımı ise bilmiyordum. Güvendiğim tek şey Fırat'ın bana olan sevgisiydi.

Lakin planlamadığım birşey oldu. Fırat gözlerindeki kırıklara karışan öfkesiyle "Hani güveniyordun lan bana?!" Dedi. "Hani benden yana bir şüphen yoktu?! Bu mu kızım senin bana olan güvenin?!!" Diyerek bağrırken oturduğu yerden hızla ayağa kalkmıştı. Planlamadığım şeyde buydu; "kızarsa" gönlünü alırım, demiştim. "Kırılırsa" değil.

Fırat'ın ayağa kalkmasıyla bende yatakta dizlerimin üstünde doğrulurken "Fırat" dedim kendimi açıklamaya çalışırken. Ama ne söyleyeceğimi bilemediğimden duraksarken Fırat ,"Yok Fırat!! " Dedi. "Eğer gerçekten az önce kastettiğin şey sana..." Duraksadı. Sanki söyleyeceği şeyi kendine yediremiyordu. "Sana, köpek gibi sevip gözümden sakındığım kıza el kaldırmaksa, yok Fırat!!" Gözlerim usul usul dolarken başımı olumsuz anlamda hızla sağa sola sallayıp "Hayır, hayır değildi" dedim. "Olur mu Fırat öyle şey. Ben güveniyorum sana. Özür dilerim" . Sesim sonlara doğru ağlamaklı bir hâl aldığında Fırat gözlerini birkaç saniye gözlerimde gezdirip önce gözlerini, sonra yüzünü benden çevirirken arkasını döndü. Bir elini erkesi bir şekilde beline koyarken diğer eliyle de yüzünü sıvazladığında deri ceketinden bile belli olan geniş sırtında gerilen kasları, o an saçmaydı belki ama, beni şu hâlde bile etkiliyordu.

Fırat yüzündeki elini saçlarının arasından geçirip bana döndü. Bense dolan gözlerimle öylece onu izlerken Fırat "Ya ne?" Dedi. Bağırmıyordu. Ama sesi öyle düz öyle ciddiydi ki kalbimi kırıyordu. Tıpkı benim onun kalbini kırdığım gibi. " Niye öyle söyledin? " Dizlerimin üstünde durduğum yataktan kalkıp Fırat'ın karşısına geçerken "Sinirle çıktı ağzımdan. " Dedim. Gözlerimi çatık kaşlarının çevrelediği kara gözlerinde gezdirip Fırat'a doğru bir adım daha atarken "Güveniyorum sana ben. Güvenmesem seninle aynı yatakta uyur muydum, bana bu kadar yaklaşmana izin verir miydim? Fırat...Özür dilerim. " Diyerek devam ettim. Fırat gözlerini yüzümde gezdirirken orada her ne gördüyse yumuşamaya başlamıştı. Bende bundan cesaret alıp aramızdaki iki üç adımlık mesafeyi kapatıp Fırat'a sarıldım. Boyum göğsüne zar zor gelirken başımı denk geldiği yere gömüp "Fırat'ım" dedim. "Özür dilerim."

Fırat derin bir nefesi alıp verirken beni kaslı ve güçlü kollarının arasına almıştı. Saçlarımın arasına kokumu içine çekerek kondurduğu öpücüğü hissettiğimde bende onun kokusunu siyah tişörtünün üstünden içime çekerken gözlerimi kapatmıştım. O an kirpiklerimin arasından süzülen bir damla yaş yanaklarıma doğru yol alırken , Fırat'ın geniş sırtında asla birbirine kavuşmayan kollarımı sıkılaştırıp Ona iyice sokuldum. Belime sarılı kollarda sıkılaşırken Fırat saçlarımın arasında derin bir nefes alıp "Fırat'ın kurban olur sana" dedi fısıldar gibi. Başımı gömdüğüm yerden ayırıp Fırat'ın yüzüne doğru kaldırırken gözlerimi kara gözlerinde gezdirip. " Affettin mi beni?" Diye sordum usulca. Fırat gözlerini yüzümde gezdirip belimdeki ellerinden birini yanağıma çıkarırken az önce düşen yaşın yüzümde bıraktığı ıslaklığı baş parmağıyla, yüzümü seve seve silmiş ve " Ben kıyabilir miyim sana hiç?" Demişti. Alt dudağımı dişleyip başımı göğsüne geri gömdüm.

Ben Fırat'a kıymıştım ama. Üstüne üstlük saçma sapan birşey yüzünden ona kıymayı bile isteye kendim seçmiştim. Tabii işin bu raddeye gelebileceğini tahmin edememiş olsam da bu suçlu olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.

İçinde boğuştuğum suçluluk duygusu gözlerimi yeniden doldurduğunda Fırat bir eli yarım atletimin açıkta bıraktığı belimde, bir eli saçlarımda, dudakları da saçlarımın arasındayken beni seviyordu. O an dudaklarımın arasından küçük bir hıçkırık kopup başım Fırat'ın göğsüne gömülü olduğundan boğuk bir hâl alırken Fırat "Yavrum" dedi. Sesindeki tınıdan anladığım kadarıyla dudaklarımdan dökülen bu küçük hıçkırık Onu az biraz afallatmıştı. Birşey söylemedim. Usulca burnumu çektim sadece. Fırat ise sıkıntılı bir nefes alıp verirken beni çıplak belimin iki yanından tutmuş ve "Hazan çöz yavrum kollarını". Demişti. Olumsuz mırıltılar çıkarıp belindeki kollarımı sıkılaştırırken "Senden ayrılmak istemiyorum" dedim. İstemiyordum. Az önce "Yok Fırat" diye bana bağırdığında ayrılacağız sanmıştım. Biri kalbimi avuçlarının içine almış sıkıyor gibiydi. Fırat yoksa bende yoktum. Yok olurdum.

Fırat "Yavrum"dedi. "Canımın içi. Ayrılmayacağız zaten. Kucağıma alacağım seni. Hadi çöz kollarını." Usulca içimi çekip yavaşça kollarımı çözerken Fırat tuttuğu belimden beni yukarıya doğru kaldırmış bende bacaklarımı beline kollarımı da boynuna dolamıştım. Başımı da boynuna gömdüğümde Fırat beni kollarıyla sımsıkı sararken odadan çıkmış mutfağa doğru ilerlemeye başlamıştı. Mutfağa girip beni tek koluyla kalçalarımın altından destekleyerek kucağında tutarken, yemek masasının üzerindeki sürahiden bardağa su dolduruyordu. Bende başım omzuna yaslı, deri ceketinden yayılan kokusu burnuma dolarken onu izliyordum. Fırat suyla doldurduğu bardağı alıp salona geçerek gri köşe koltuğa oturup boynuma bir öpücük kondururken "Yavrum iç şunu" dedi. Başımı omzundan kaldırıp yüz yüze geldiğimizde Fırat alnımı öpüp elindeki bardağı bana uzattı. Gözlerimi gözlerinde gezdirip bardağı alırken suyu yavaş yavaş içtim. Fırat ise öylece beni izleyip bir eliyle yüzüme dökülen saçlarımı seviyordu. Suyu yarısına kadar içtiğimde bardağı dudaklarımdan çektim. Fırat daha fazla içmeyeceğimi anlamış olmalı ki bardağı elimden alıp sudan dolayı ıslanan dudaklarımı sıkıca öpüp "Ağzını yediğim" dedi. Gözlerimi kaçırıp usulca içimi çekerken Fırat elindeki bardağı benimle birlikte öne doğru eğilip ahşap orta sehpanın üzerine bıraktı. Ardından da geriye doğru yaslanıp koltuğun kolçağında duran gri polar battaniyeyi alırken sırtımdan beri örtüp bedenime sardığında "Hâlâ karnın ağrıyor mu yavrum?" Diye sordu. Karnım değil ama kasıklarım ağrıyordu. Lakin abartılacak birşey yoktu. Bu yüzden "Ağrımıyor" dedim. Fırat gözlerime derin derin bakıp "Gel buraya" diyerek beni göğsüne çekti. Başım göğsünü bulduğunda battaniyenin üstünden sırtımı usul usul sıvazlarken alnımı öptü.

Bir süre öylece kalırken hiçbir şey konuşmadık. Ama ben aklıma takılan bir soruyu sormak için bu sessizliği bozup "Fırat" dedim. Fırat ise içini çekip "Hazan'ım" derken başımı göğsünden kaldırıp gözlerine baktım. "Hani az önce tartışırken..." Diyerek konuşmaya başladığımda Fırat sözümü kesip "Hazan" dedi uyarıcı bir sesle. "Yaşandı, bitti. Tamam."

Konuyu kapatmak istiyordu. Ama ben merak ediyordum; eğer kızdığı şeyle benim o cümleyi kurarken düşündüğüm şey aynı olsaydı "yok Fırat. " Derken gerçekten benden ayrılmayı mı kastediyordu?

Şansımı bir kez daha denemek için "Kızacağın birşey söylemeyeceğim ki." Dedim. "Merak ettiğim birşeyi soracağım sadece. " Fırat gözlerime birkaç saniye bakıp içini çekerken "Tamam sor yavrum." Dedi. Ardından ekledi. " Ama tersime gelecek birşey olursa bozuşuruz."

"Tamam" dedim. Ve dilimin ucuyla alt dudağımı hafifçe nemlendirip konuşmaya başladığımda Fırat'ın gözleri dudaklarıma düşmüştü. " Hani bana dedin ya "yok Fırat" diye. Eğer öyle düşünmüş olsaydım...yani senin bana vuracağını..." Diyerek duraksadım. Çünkü Fırat'ın kaşları çatılmış yüz kasları gerilmişti. "Dur" dedim aceleyle. "Kızma hemen. Bir cümlemi bittireyim. " Fırat bu sözlerimle gözlerini yüzümden çekip yüzünü, dışarıdaki kar yağışının göründüğü, pencereye çevirirken dudağının içini ısırp başını aşağı yukarı sallayarak "Bitir " dedi düz bir sesle. Yutkunup "Eğer öyle düşünmüş olsaydım benden...ayrılacak mıydın?" Diye sordum. Gözlerim Fırat'ın yan profilindeydi. Çok yakışıklıydı. Subay tıraşı olan siyah saçları , biçimli kaşları, burnu, dudakları, kıvrımlı kirpikleri, kemikli çenesi , heybetli bedeni herşeyiyle çok güzel bir adamdı. Çok seviyordum Onu. Lakin bu sessizliğini sevmemiştim.

Pencereden gelen ışık kara gözlerine vururken öylece durup yutkundu. Çatık kaşları biraz daha çatıldı. Ayrılacaktı yani. Peki...

Yutkunup alt dudağımı hafifçe ısırırken "Ayrılacaktın yani?" Dedim usulca. Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken bana döndü. Gözleri gözlerimde gezinirken "Hazan" dedi ciddi bir sesle. Bende aynı ciddiyetle dinlemeye başladım onu. Yüzümde tek bir mimik oynatmadan, gözlerimden tek bir duygunun emaresini geçirmeden , dinledim. " Bak ben çok seviyorum seni. Bağırıyorum, çağırıyorum, kızıyorum da eyvallah. Ama seviyorum. Seni ilk gördüğüm an biliyordum buralara geleceğimizi. O yüzden kendi kendime bir söz verdim; o elini bir kez tutarsam bir daha bırakmayacağım , diye. Bu yola çıkarken benim niyetim baştan belliydi. Otuz yaşında adamım ben. Gönül eğlendirecek yaşı çoktan geçtim. Seni karım olarak istiyorum. O yüzden seni tartışıyoruz , kavga ediyoruz diye bırakacak değilim. illaki tartışıp kavga edeceğiz. Bunlar olacak şeyler. Ama güven farklı Hazan. Özellikle bu... şiddet falan. Kaldırabileceğim şeyler değil benim. " Duraksadı. Gözlerinden yine onlarca şey gelip geçti ve ben yine birini bile yakalayamadığımı düşünürken çok tanıdık bir duygu gördüm; acı.

Fırat duraksadığı yerden bir elini saçlarıma koyup severken devam etti. "Eğer birgün sana seni sevmek için kaldırdığım el seni ürkütürse ben biterim ".

Fırat'ın şiddete karşı bir zaafı vardı. Birlikte olduğumuz andan beri beni bana asla zarar vermeyeceğine inandırmaya çalışıyordu. Sanırım dün Bahar'ın bahsettiği geçmişte şiddetin büyük bir yeri vardı.

Usulca içimi çekip Fırat'ın saçlarımda ki kaba ve büyük elini tutup ,Fırat beni öylece izlerken , dudaklarıma götürüp avucunun içini öptüm. Ardından da öptüğüm elini yüzüme koyup yanağımı avucuna bastırırken "Ben güveniyorum sana." Dedim. "O sözleri sinirle söyledim. Fırat gerçekten. İnan bana el kaldırma ihtimalin aklımın ucundan bile geçmedi."

Fırat baş parmağıyla yanağımı okşarken beni belimdeki koluyla iyice kendine çekip alnını alnıma dayadığında "İnanıyorum yavrum" dedi. "O güzel gözlerine bakınca içini görüyorum ben senin. Hani benim için doldu ya gözlerin ben o an inandım zaten sana. Kapatalım artık bu konuyu. Tamam?"

"Tamam" dedim gözlerim bu yakınlıkta gözlerindeyken. Fırat ise "Aferin benim yavruma" dediğinde gözleri dudaklarımdaydı. Bu sefer Fırat'ı beklemeden ben kapandım dudaklarına. Onu öpüşümle dudaklarımdaki dudakları gülümser gibi gerilirken beni iyice kendine çekip yüzümdeki elini de saçlarımın arasına daldırırken önce usul usul ama sonra git gide hoyratlaşarak beni öpmeye başladı.

Bense kollarımı Fırat'ın boynuna dolayıp onu kendime çekerek öpüşlerine karşılık verdim.

*****
Fırat gittikten sonra kısa bir duş alıp üzerime bir takım elbise geçirip, uzun, deri trençkotumu giydim. Baş ucumdaki komidinin çekmecesinde duran silahımı belime takarken bilgisayar çantalarını alıp fön çektiğim saçlarımı aynada son kez düzeltip önce odadan sonra da evden çıktım.

Dışarıdaki soğuk hava bedenimi sararken apartmanın önündeki merdivenleri ayağımdaki topuklu siyah botlarıma dikkat ederek iniyordum. O sırada apartmana doğru gelen Selim'le göz göze geldik. Selam vermekle vermemek arasında kaldım. Necla hanım ve Filiz'le aram pek iyi değildi. Selim'le bir problemim olmamakla birlikte çok bir konuşmuşluğumuzda yoktu. Ama avukattı, bir yerde meslektaşım sayılırdı derken Selim'in "Günaydın savcım" diyen sesi kulaklarıma doldu. Adımlarımı durdurup karşı karşıya gelirken "Günaydın"dedim düz bir sesle ve yoluma devam etmek için hareketlendim. Lakin Selim'in "Size birşey sorabilir miyim?" Diyen sesi kulaklarıma dolarken adımlarımı tekrar durdurmak zorunda kalmıştım. Usulca aldığım nefesi dışarıya verdiğimde nefesim soğuk havada buhar olurken Selim'e dönüp "Tabii" dedim.
"Bugün adliyeye gelecek misiniz?"
Neden böyle bir soru sorduğunu anlamazken, "Niye sordunuz?" Dedim.
Selim bir iki saniye duraksarken , "Bir davam varda. Dava hakkında bazı şeyler soracaktım. O yüzden."dediğinde mimiklerinden, göz bebeklerindeki hareketlenmeden yalan söylediğini anlarken "Gelmeyeceğim" dedim. Selim başını anladığına dair aşağı yukarı sallarken birden yanımıza Fırat çıka gelmişti. Askeriyeye gittiğini sanıyordum. Selime ters ters bakarken kaşları da çatıktı. Selim'in gözleri Fırat'ı bulup ardından tekrar bana dönerken , "Neyse savcım. Sonra konuşuruz. İyi günler." Diyerek apartmana girdi.

Fırat Selim'de olan gözlerini bana çevirirken benim gözlerim zaten Ondaydı. Uzun ve adeleli bacaklarının saran siyah batolonu, heybetli vücuduna giydiği beyaz boğazlı kazağı ve siyah deri ceketiyle çok yakışıklıydı.
"Ne konuşuyordunuz?" Diyen sorgulayıcı ve hafif sert sesi kulaklarıma dolarken onu izlemeyi bırakıp,
" Selam verdi." Dedim.
Fırat ellerini erkeksi bir şekilde belinin iki yanına koymuş yüzüme çatık kaşlarıyla bakarken,
"Harf harf mi? " Diye sordu.
"Ne?"
"Ne , ne Hazan? Bir selam vermek bu kadar uzun mu sürüyor?"
Derin bir nefes alıp verirken gözlerimi yağan kar taneleri eşliğinde gözlerine diktim. Ters ters cevaplar verip kavga etmek istemediğimden, " Bugün adliyeye gelip gelmeyeceğimi sordu Fırat, oldu mu?" Dedim.
Fırat,
"Olmadı. Ona neymiş?" Derken sesi hâlâ sert kaşları çatıktı.
Gözlerimi devirip arabama doğru ilerlemek için meyil ettiğimde Fırat kolumu tutup beni durdururken , "Devirme bana o gözlerini. Soruma cevap ver". Dedi baskın ve emredici bir ses tonuyla.
Gözlerimi kapatıp açarken aldığım nefesi dışarıya verip , "Bir davası mı ne varmış. Onula ilgili birşeyler soracakmış." Dedim.
Fırat "Koskoca adliyede başka savcı yok mu? Niye sana soruyor?" Dediğinde "Bilmiyorum Fırat" dedim. "Öyle söyledi. Bende bugün adliyeye gelmeyeceğimi söyledim hepsi bu. Bırakır mısın artık kolumu?"

Fırat gözlerini yüzümde gezdirip içini çekerken kolumu bırakmamış ve , "Bir daha muhatap olmayacaksın o herifle. " Demişti katı bir sesle. "Peki" dedim gözlerinin içine bakarak. Dün gece ona trip attığım zaman "peki" dediğimi söylemişti. Şimdi de trip atıyordum, anlasındı. Fırat ise belli belirsiz gülümserken gözlerini kısıp beni baştan aşağı süzerek, "Ne güzel olmuşsun sen böyle" dedi. Gözlerimi gözlerinden çekip , "Her zaman ki halim ". Dedim düz bir sesle. Gözleri yüzümde gezinirken, "Bende onu diyorum ya zaten" . Dedi. Bana her zaman güzel olduğumu söylemeye çalışıyordu. Alt dudağımı hafifçe ısırıp gözlerimi yüzüne çıkartırken, "Teşekkür ederim" dedim. Fırat ise derin bir nefes alıp tuttuğu kolumdan beni kendine çekip sarılırken saçlarımın arasına bir öpücük kondurup, "Rica ederiz" dediğinde kazağının üstünden kokusunu içime çektim. Ayrılalı bir saat ya olmuş ya olmamıştı ama özlemiştim onu. Yine de apartmanın önünde başımıza palan palan kar yağarken bu soğukta böyle durmamız pek akıl kârı değildi. Bu yüzden "Fırat" dedim. "Gitsek mi artık."

Fırat saçlarımın arasında derin bir nefes daha alıp beni göğsünden ayırırken, elinde olduğunu yeni yeni fark ettiğim, eczane poşetini bana uzattığında "Al şunu" dedi. "Ne ki bu?" Dedim poşeti alırken anlamayan gözlerle Fırat'a bakarak. "Ağrı kesici, ateş düşürücü, öksürük şurubu falan. Bahar'a sordum; kullandığın ilaçla bir yan etkisi olmazmış. Gerçi sen hasta olmadığını söyledin ama yine de yanında bulunsun." Diyen Fırat'la içim usul usul Ona doğru akmıştı. Gözlerim yüzünde gezinirken hafifçe gülümseyip "Teşekkür ederim" dedim. Fırat ise kara gözlerini yüzümde gezdirip başıyla yolu işaret ederken , "Hadi düş bakayım önüme" dedi. Birkaç saniye yüzüne bakıp gülerken arabama doğru peşimden gelen Fırat'la birlikte ilerledim. Arabaları art arda park etmiştik. Benim arabam Fırat'ın arabasının önündeyken arabama bindim. Motoru çalıştırıp aracı hareket ettirdiğimde ben önde Fırat arkada askeriyeye gitmek üzere yola koyulduk.

Arabanın camına düşen kar tanelerini silen sileceği izlerken gözlerim bir yandan da yoldaydı. Apartmanın olduğu mahalleden çıkmak üzereydim. Zihnim yine düşüncelere dalmaya hazırdı. Sadece yirmi dört yılımı geçirdiğim bu dünyada koca bir ömre sığabilecek neler yaşamış olduğumu düşündüm. Bilmiyorum. Dünya garip bir yer. Bizlerden birçok şey alıp yine birçok şey veriyor. Acı, tatlı; doğru, yanlış ; zamanlı, zamansız...

Bu şehre gelirken hayattan pek bir beklentim yoktu. Aslında bu yaşıma kadar pekte birşey beklemedim bu hayattan. Hoş beklesem de hayat bana karşı pek eli açık değildi. Lakin buraya gelirken kendime bile itiraf edemediğim birşey vardı içimde; korku. Sığ ama beni boğacak kadar derin bir korku.

O korkuyu hâlâ iliklerime kadar hissediyordum. Günlerim bu aralar çok yoğun geçtiğinden kendimle, zihnimle pek baş başa kalamamıştım. Bu yüzdendir ki unutmuştum onları. Tabii bir süreliğine.

Buraya gelirken en çok korktuğum şeylerden biri; annemdi. Alkol bağımlısı ve İstanbul'un en karanlık kumar çetelerini bilen bir annem vardı. Şimdiye kadar arkasını hep ben toplamış borçlarını hep ben ödemiştim. Ancak hakkını yiyemezdim ki iş bana gelene kadar borcunu önce kendi ödemeye çalışırdı. Mesela tefeciden borç alarak ya da şimdi de yaptığı gibi evi ipotek ettirerek. Tabii oralardan aldığı paraları gidip borçlandığı kişilere elden vermek yerine yine bir kumar masasına oturur "daha fazlasını kazanıp borcu öyle öderim" der ardından da borcunu ikiye üçe katlardı.

Hatırlıyorum da bundan üç yıl önce annem yüzünden tefeci mafyasının eline düşmüştüm. Cihan abi gelip kurtarmasaydı önce tecavüz edip sonrada kafama sıkacaklardı. Allah'tan Cihan abi gelip beni kurtarmış borcu ödemişti. O gün hayatımda hiç korkmadığım kadar korkmuştum. Cihan abi gelene kadar gücümün son damlasına kadar kendimi korumuştum. Bir yerden sonra astım atağı geçirmeye başlayınca da bütün gücümde umudumda tükenirken yere yığılmış tam o herifler bana dokunacakken Cihan abi gelmişti. Eğer biraz daha geç kalmış olsaydı belki de yaşamamın artık bir anlamı kalmayacaktı. Ve belki bugün Fırat'a böyle herşeyimle gelemeyecektim.

Tabi ben tüm bunları yaşarken annem o sıralarda yine bir kumar masasındaymış. Sonradan da öğrenmiştim ki beni o heriflere verende annemmiş zaten. Okuduğum üniversitenin adresini adamlara vermiş. "Gidin onda para vardır" gibi şeyler söyleyince de adamlar da kalkıp peşime düşmüş.

Zihnime dolan bu anlarla askeriyeye giden toprak yola girerken gülümsedim burukça. Annem beni hiç sevmemişti. Aslında buna tam olarak "sevgisizlik" demek doğru olmazdı. Annem benden her zerresiyle nefret ediyordu. Ama ben bir türlü nefret edememiştim ondan. Başıma onlarca şey getirmiş, borçları uğruna en değerli şeylerimi elimden almış, ne yaparsam yapayım ona yaranamamış olsam da edememiştim. Hâlâ da edemiyordum.

Babamdan geriye elimde bir saz , takmaya kıyamadığım ucunda hilal motifi olan bir kolye ve birde bu araba kalmıştı. Ve eğer yarım milyon TL'yi bulamazsam bu arabayı da kaybedecektim. Annem herşeyimi aldığı gibi bu arabayı da alacaktı elimden ve ben hâlâ çıkıp "ne hâli varsa görsün" diyemiyordum.

Gözümden bir damla yaş süzülüp çeneme oradan da boynuma doğru yol alırken sımsıkı tuttuğum direksiyonu elimle okşadım. Fırat'ın verdiği üç günlük süre yarın akşam saat sekiz buçuk dokuz gibi sona eriyordu. Ya yarın ya da öbürsü gün arabayı bir ikinci elciye götürüp fiyat alsam iyi olacaktı. Borcu ödemek için elimde avucumda başka hiçbir şeyim olmadığından buna mecburdum. Her ne kadar istemesem de...

"Özür dilerim baba. Hiçbir hatırana doğru düzgün sahip çıkamadım. "

Üzerime bir hüzün çökerken arabayı askeriyenin önüne park ettim. Benim hemen arkamada Fırat park ederken bilgisayar çantalarını alıp arabadan indim. Askeriyeye doğru ilerlerken Fırat'ta bana yetişmişti.

Her zamanki gibi sürgülü kapıyı açan asker Fırat'la ikimize esas duruşa geçip selam verirken Fırat sessiz kalmış ben ise "rahat" demiştim. Fırat'ta benden sonra aynı pozisyonda duran askere "rahat" derken asker "sağolun savcım" dediğinde kafası karışmış gibi duruyordu. Hangimize saygı göstereceğini şaşırmış gibiyken hafifçe tebessüm edip "Gerçekten rahat ol" dedim. Asker "emredersiniz savcım" diyerek rahat pozisyonuna geçerken "kolay gelsin" dedim her zaman ki gibi. O da "Sağolun savcım" dediğinde askeriye binasına doğru ilerledim. Fırat'ta peşimden gelirken binaya girdiğimde karargâh odasına yöneldim. O sırada albayın "Savcım" diyen sesi kulaklarıma dolduğunda ardıma dönerken albay ve Oğuz'u görürken Fırat'ta onların yanındaydı. Üçü birlikte yanıma doğru gelirken aramızdaki üç dört adımlık mesafede " Buyrun albayım" dedim. Albay karşımda Oğuz ve Fırat'la birlikte dururken "Estağfurullah savcım. Hoşgeldiniz" derken tebessüm edip "hoşbuldum" dedim. Albay "Yanınızdaki beyefendi yok mu?" Diye sorarken "Yok" dedim. "Gelemeyecek bugün." Albay "öyle mi?" Der gibi kaşlarını havalandırırken "Ben size birşey soracaktım savcım " demişti. Başımı onaylarcasına sallarken "Tabii buyrun" dedim ve albayı dinlemeye başladığımda yanımıza bir asker gelip asker selamı verdi. Askeriyeye gidip gelirken öğrendiğime göre bir asker esas duruşa geçip selam verdiğinde ortamda rütbesi en yüksek kişi "rahat" diyordu. Herkes suspus öylece dururken Fırat'la göz göze geldik. O an hatırladım ki ortamda rütbesi en yüksek kişi bendim. "Rahat" dedim daha fazla beklemeden. Asker "emredersiniz savcım" derken albay "Noldu asker? Bir sorun mu var?" Diye sorduğunda yıldızından henüz teğmen olduğunu anladım asker "Bir sorun yok komutanım. Savcı Hakan Çınar'ın geldiğini haber vermek için rahatız ettim. " demişti.

Kaşlarım bu duyduklarımla çatılırken zihnimde buraya neden geldiğini sorguluyordum. O sırada Hakan Çınar'ın "Benden mi bahsediyorsunuz? " Diyen sesi duyulduğunda kendisi de yanımıza gelmişti. "İyi insan lafının üstüne, derler. Öyle değil mi Hazan hanım?" Gözleri beni bulmuş yüzünde yine o alaycı ifadeyle karşımda duruyordu. Şuan burada bende dahil kimsenin bu adamdan hoşlanmadığı belliydi. Herkesin gözünde Hakan Çınar'a karşı bu hoşnutsuzluk hakimken Fırat bulduğu yerde hareketlenip yanıma gelmişti. Oğuz ve albay da yanımda yer alırken diğer teğmen olan asker albayın baş hareketiyle yanımızdan uzaklaştığında Hakan Çınar'la karşı karşıya ve göz gözeydik.
"Bilmem" dedim düz bir sesle. "İti an çomağı hazırla da diyorlar."
Hakan Çınar'ın yüzündeki alaycı ifade bu sözlerimle yerini öfkeye bırakırken nefret dolu bakışları da kendini göstermişti. Bense Hakan Çınar'ın adını duyduğumda dahi nefret ve öfkeyle dolup taştığımdan şuan sakin bir yüz ifadesine sahip olsam da benimde gözlerimde Ona karşı tek bir duygu vardı; nefret.
Hakan Çınar
"Hakaret davası açmalı mıyım savcım?" Dedi.
Yüzümde tek bir mimik oynatmadan,
"Nasıl isterseniz savcım". Dedim.
Hakan Çınar bir kaç saniye yüzüme öylece bakarken kafasından her ne geçiriyorsa hafifçe gülümseyip,
"Gerek yok bence " dedi. "Meslektaşız sonuçta. Birbirimize böyle ufak tefek şakalar pekâlâ yapabiliriz. Tıpkı birbirimizin davalarını üstlenip yardımcı olduğumuz gibi, öyle değil mi? Gerçi siz bir zamanlar size lakin şuan başka bir savcıya ait olan davaların peşini kanunlara aykırı olmasına rağmen bırakmıyorsunuz ama". Sözleri bitmiş gibi susup sonra birden aklına birşey gelmiş gibi "ha pardon" dedi. "Siz hiçbir zaman kanunlara tam olarak uyan bir savcı olmamıştınız, değil mi? Yanlış mı hatırlıyorum. "

Gözlerim gözlerine kitlenirken, "Doğru hatırlıyorsunuz". Dedim. "Sanırım meslek hayatınızda yaptığınız tek şeyde bu; birşeyleri hatırlamak. Okulda öğrendiğiniz kanunları da çok iyi hatırlıyor gibi görünüyorsunuz ama uygulamaya gelince pek başarılı olamıyor olmalısınız ki "bir zamanlar bana lakin şuan size ait olan davayı" doğru düzgün yönetmeyi beceremediğinizden masum bir kadın evinde karnında bebeğiyle öylece öldürülebiliyor."

Hakan Çınar gözlerime yine öfke ve nefretle bakarken bense çok sinirliydim. Lakin dışarıdan sadece sakin bir şekilde konuşuyor gibi görünüyordum.
Sözlerime Hakan Çınar'ın gözünden gözümü milim çekmeden devam ederken "Ha bu arada birbirimize şaka yapmak ve yardımcı olmak konusuna da gelecek olursak; ben size şaka yapmıyordum. O kadar samimiyetimiz yok ki sizden hiç haz etmediğimi söylemeye gerek görmüyorum. Çünkü bence farkındasınız. Öte yandan görevinizi yapmayı bir yardım olarak görüyorsanız bu işi bıraksanız iyi olur savcım. Zira ne benim ne de bu vatanın sizin gibilerin sözde "yardımına" ihtiyacı yok. "

Hakan Çınar gözleri gözlerime öfkeyle bakarken, "Kırıcı oluyorsunuz savcım" dedi. "Üstüne üstlük ben buraya kadar mesleğim, işim, vatanım ve pek tabii sizin çaldırdığınız deliller için gelmişken. Ayıp ediyorsunuz. "

Sustum. Haksız olduğumdan veyahut verecek bir cevabım olmadığından değil. Hakan Çınar için çok güzel planlarım vardı. Şuan ağzımdan hırsıma ve öfkeme yenik düşüp çıkacak tek bir kelime ona birşeyler için önlem alma şansı verebilirdi. Şimdilik yüzündeki zafer ifadesiyle kazandığını sanabilirdi. Ama ona bu sözlerinin bedelini ödetecektim.
Sadece,
"İyi " dedim. "Sonunda bir işe yaramaya karar vermenize sevindim. "
Hakan Çınar öfkeyle yüzüme bakarken,
" İşe yaramak demişken, "dedi ve elini üzerindeki siyah takım elbisesinin cebine atıp birşey çıkardı. Çıkardığı küçük takip cihazını avucunun içinde bana gösterdi. Gözleri ise yüzümde geziniyordu. Elindeki cihaz benim Baran Bekirhan, İnci Kadıoğlu'nun babası Cafer Kadıoğlu ve Hakan Çınar'ın ormanda buluşacakları gün Hakan Çınar'ın arabasının altına yerleştirdiğim GPS'ti. Sonrada almayı unutmuştum.

Yine de sakinliğimi koruyup yüzümde tek bir mimik oynatmadan, hiçbir tepki vermeden gözlerimi cihazdan alıp Hakan Çınar'ın gözlerine diktim.
Hakan Çınar,
"Sizce bu ne savcım?" Diye sordu.
"Takip cihazı" dedim.
Başını beni onaylarcasına salladı.
"Doğru" dedi. "Biliyor musunuz benim aracımın altından çıktı."
"Eee?" Dedim düz bir sesle.
Hakan Çınar üzerime doğru bir adım gelip, "Eee'si şu ki; bu GPS'i arabamın altına kimin yerleştirdiğini merak ediyorum. Uzun zamandır düşünüp duruyorum. Araştırıyorum. Bir türlü kimin olduğunu bulamadım. İtiraf etmeliyim bir ara sizden bile şüphelendim savcım. Yani beni istediğiniz zaman istediğiniz yerde elinizle koymuş gibi bulabiliyor olmanız şüphemi çekti. Mesela dün Baran Bekirhan'ın evinde eşinin cesedini bulduğumuzda hemen orada bitiverdiniz. Sizce de sizden şüphe etmekte haksız mıyım?"

Bende Hakan Çınar'a doğru bir adım ilerleyip gözlerinin içine bakarken , "Kim bilir." Dedim.

Doğruydu. Cihazı arabanın altına ben yerleştirmiştim. Lakin dün Dilan'ın evine gidişim o cihazla alâkalı değildi. Adresi zaten biliyordum. Ki bana Hakan Çınar'ın orada olduğunu söyleyen başsavcıydı. Dünkü olayın cihazla bir ilgisi olmasa da ben yaptığım şeyleri inkar etmezdim.

Hakan Çınar "öyle mi?" Der gibi kaşlarını havalandırıp başını aşağı yukarı sallarken bir adım gerileyip "Neyse savcım" dedi. "Sonra yine bir ara konuşuruz. İşlerimizin başına dönsek iyi olacak." Gözlerini gözlerimden çekip albaya baktı. Ve , "Albayım size Baran Bekirhan'la ilgili birkaç soru sormak istiyorum. Netice de eskiden burada çalışıyormuş. Onu en iyi sizler tanırsınız öyle değil mi? Gerçi Hazan hanım delilleri çaldırmasaydı buraya gelmem ve sizi rahatsız etmem gerekmeyecekti ama yapacak birşey yok. " Diyerek konuşmaya devam ederken önümden geçip Oğuz'a doğru ilerledi. "Aslında sizlere de ne kadar güven olur bilemiyorum. Sonuçta içinizde vatan haini olan bir ya da birileri var. Gerçeği söyleyeceğiniz ne malûm? Baran Bekirhan'ı koruyup yalan yanlış bilgiler vereceksiniz belki de bana. "

Gözlerimi sinirle kapatıp açarken elimdeki bilgisayar çantasının sapını sıkıp karşıda öylesine bir yere diktiğim gözlerimi Hakan Çınar'a çevirdiğimde o ise Oğuz'un omzundaki yıldızlara temizler gibi bir hareketle dokunup "Öyle değil mi üsteğmenim? Kaçınız bu üniformayı giymeyi gerçekten hak ediyor, bilemeyiz?" Derken eli Oğuz'un göğsündeki Türk bayrağına gitmiş lakin dokunamadan ben elini sert bir şekilde itip Oğuz'un önüne geçmiştim. Bu hareketim Hakan Çınar'ı afallatırken gözlerimi gözlerine sabitleyip , "Bana bak" dedim tıslar gibi. "Hakan mısın Çınar mısın meşe misin? Ağzın var konuşuyon eyvallah ama benim canımı sıkma. Madem geldin buraya kadar doğru düzgün işini yap. O çok bildiğin kanunlara uy, çeneni kapat. Buraya gelip öyle kimseyi vatan haini olmakla suçlayamazsın. "

Hakan Çınar yüzü öfkeyle gerilirken,
"Yalan mı savcım?" Dedi dişlerini sıkarak. "İçlerinde bir vatan haini olduğu için açmadınız mı bu soruşturmayı?"
"Yalan ya da doğru , bu sizi ilgilendirmez. Ayrıca madem o kadar güvenmiyorsunuz söyleyecekleri şeylere basıp gidin buradan. Ha ayrıca o kadar delil, bilgi peşindeysenizde kanun adalet diye dilinize pelesenk ettiğiniz şeyleri uygulayıp Dilan Bekirhan'ı korusaydınız buralara kadar yorumlamış olurdunuz. Ne bilmek istiyorsanız ondan öğrenirdiniz. Tabii artık çok geç."

Hakan Çınar, "Bakıyorum da savcım" dedi. "Dilan Bekirhan'ın ölümü baya koymuş size. Ama bence artık onun için üzülmeyi bırakıp kendiniz için endişelenseniz iyi olur. Çünkü Baran Bekirhan elini kolunu sallayarak karısını öldürebiliyorsa pekâlâ sizi de öldürebilir. Duyduğuma göre sizden almak istediği bir intikam varmış. "

Aklınca beni tehdit ediyordu. Ama bilmediği birşey vardı; ben ölmekten korkmuyordum. Şimdiye kadar hiç korkmamıştım. Öte yandan Baran Bekirhan'ın beni öldüreceği falan yoktu. O sadece kendi arkasını kollamaya çalışıyordu. Hakan Çınar'da onun adını kullanarak beni tehdit edip korkutmak istiyordu.

"Siz orasını dert etmeyin savcım" dedim. " Ben ölmekten korkmam ."
Hakan Çınar başını salladı. "Tıpkı öldürmekten de korkmadığınız gibi. Ferdi Çakırcı olayını bilmeyen yok. Adliyede herkes Hazan Hilal Türkoğlu deyince duraksayıp bir daha düşünüyor."
Birini öldürdüğümü albay ve diğerlerine duyurmaya çalışıyordu. Tıpkı delillerin çalındığını da duyurup benim işinde pek başarılı olmayan bir savcı olduğumu göstermekti niyeti. Bunu niye yapmaya çalıştığını anlayamıyor olsam da şüphelendiğim birşeyler vardı.

Birşey söylemedim. Albay, Fırat, Oğuz benim kimi neden öldürdüğümü zaten biliyordu. Adliyedekilerin ne düşündüğü ise pekte umrumda değildi. Ama koridorun diğer ucunda durmuş buraya bakan Helin'i görmüşken bu konu üzerine, üstüne üstlük Hakan Çınar gibi bir şerefsizle , konuşmak istemiyordum.

Hakan Çınar hafifçe güldü. "Noldu savcım? Sustunuz. Birini öldürmüş olduğunuzun duyulması hoşunuza gitmedi mi yoksa?"
"Yo" dedim. "Ben yaptığım şeylerin arkasında dururum. Duramayacaksam da o şeyi hiç yapmam."
Hakan Çınar, "Bu birini öldürmek bile olsa mı? " Dedi.
Gözlerinin içine bakıp,
"Bu bir "suçluyu" öldürmek bile olsa." Dedim.
Hakan Çınar "öyle mi?" Der gibi kaşlarını havalandırırken "öyle" der gibi başımı salladım.
Hakan Çınar ise birkaç saniye gözlerimin içine bakıp , "Neyse savcım" dedi. "Ben şimdi gideyim. Sizin burada olmadığınız bir zaman yine gelirim. İyi günler". Ve arkasını dönüp gitti.

Helin'le birkaç saniye göz göze öylece kaldık. Benim hakkımda ne düşündüğünü bilmiyordum. O gün, askeriyenin bahçesinde tartıştığımızda, birbirimizden özür dilemiştik. Aramızda konuşulacak başka birşey kalmamış olsa da ondan bir kez daha özür dilemek istiyordum.

Helin bana başıyla selam verip merdivenlere yönelirken Ona aynı şekilde karşılık verdim. Ardından da arkamda duran albay, Fırat ve Oğuz'a dönerken ne Oğuz'la ne de Fırat'la göz göze gelmeden albaya bakıp hiçbir şey olmamış gibi, "Bana birşey soracaktınız albayım. Sizin içinde uygunsa karargâh odasında konuşalım. " Dedim. Albay birkaç saniye gözlerime bakakalırken, "Olur savcım. Buyrun," diyerek eliyle yolu gösterdi. Başımla onaylayıp kalın topuklu botlarımın zeminde çıkardığı ses kulaklarıma dolarken Fırat'ın yanından geçip karargâh odasına doğru albayla birlikte ilerledim.

Odaya girdiğimizde siyah, uzun masada albay masanın başına bende yanındaki sandalyeye oturmuştum. Elimdeki bilgisayar çantalarını masanın üzerine koyup bilgisayarları içinden çıkartırken, "Buyrun albayım." Dedim. Albay, "Savcım" diyerek söze başlamış masanın üzerinde parmaklarını birbirine kenetlemiş ve yüzünü bana dönmüştü.
"Ben soruşturma süresinin ne aşamada olduğunu soracaktim. "

Bilgisayarları açıp askeriyenin ağına bağlanırken anlık bir albaya döndüp, "Askeriyenin ortak ağına bağlı bilgisayarlardaki verileri toplamayı bugün bitirme olasılığım çok yüksek. Sonrasında geriye askerlerin özel bilgisayarlarını taramak kalıyor. VASÖ'ye ait kodlarla işi hızlandırmaya çalışıyorum. Askerlerin sorgusu , hastaneye gidip kanlarında uyuşturucu olup olmadığına dair testler ve bilgisayarlardan toplanan verilerin incelenmesi derken iki üç hafta belki de bir aya yakın zaman alabilir. "Dedim.

Güncellenen kodu bilgisayarlara girerken albay , "Savcım sizce de çok uzun bir süre değil mi? Yanlış anlamayın, sizi böyle sorgulamak elbette ki haddim değil. Ama istihbarattan aldığımız bilgilere göre teröristler sınırda saldırı planları yapıyorlarmış. Silah arkadaşları orada çatışırken bizim çocuklar böyle elleri kolları bağlı oturmayı kendilerine yediremiyorlar. " Dedi.

Çantadan çıkardığım bellekleri bilgisayarlara takıp albaya döndüm.
"Tamam albayım. Üstlerle konuşup soruşturma süresini hızlandırmak için elimden ne geliyorsa yapacağım. Merak etmeyin. "

Albay başını sallayıp , "Sağolun savcım" dedi. Gülümseyip, "Vatan sağolsun." Dedim. Albay da gülümserken , "Vatan sağolsun." Dedi.

Ardından da hafifçe içini çekerken bende dolan bellekleri yenileriyle değiştirip başka bir bilgisayarın veri tabanına girmiştim. O sırada albay, "Savcım haddimi aşmazsam birşey daha sorabilir miyim?" Derken tekrar ona dönüp , "tabii" dedim. Albay, "Savcım az önce savcı Hakan Çınar'la aramızda geçen konuşma...size bir zarar verir mi? Yani bakın bizim yaklaşık altı yedi aydır savcılar ve operasyonlar konusunda yüzümüz gülmedi. Sizi hem ben hemde bütün askeriye benimseyip sevdik. Size herhangi bir zarar gelmesini istemeyiz. " Dediğinde gülümsedim. "Sağolun albayım" dedim. "Bende sizleri seviyorum. Merak etmeyin bana birşey olmaz. "
Albay gülümseyip başını sallarken , "Olmasın savcım. " Diyerek yerinden kalkıp, "Müsadenizle ben çıkayım." Dedi.
"Müsade sizin. "
Albay kapıya doğru ilerlerken duraksayıp, "Çayınızı gönderiyorum savcım. " Dedi. "Başka birşey ister misiniz?"
"Yok " dedim. "Sağolun. "

Albay bu sözlerimle karargâh odasından çıkarken bende işime döndüm.
💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧


  

   

   

  

  

   
 


   
   
  

Loading...
0%