Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm

@yikim2024

******
Elimdeki anahtarı anahtar deliğine sokup çevirirken kilidin açılma sesiyle kapı kolunu indirip kapıyı geriye doğru ittirdim. Gözlerimi anlık bir karanlık evin içinde gezdirip elimdeki bilgisayar çantalarını girişe bıraktım. Ayağımdaki botlara doğru eğilip fermuğarlarını açarken Fırat öylece beni izliyordu. Ne arabalarımızdan indiğimizde ne de asansöre bindiğimizde tek bir kelime dahi etmemişti. Susuyordu. Susuyordum. Susuyorduk.

Ve ben az biraz kafamı toplayabilmişken daha iyiydim. Yol boyunca hiçbir şey düşünmemeye çalışırken birçok şey düşünmüştüm; Fırat'ın beni sevişlerini, Dilek'in bana yaklaşımlarını, Oğuz'un bile bile lades dediği bu karanlık ve çetrefilli yolun sonunu ve daha birçok şeyi. Bu yüzden de en azından olayın Fırat'la beni etkileyen kısmında kendimi daha iyi hissediyordum.

Botlarımı çıkarıp eve girdiğimde duvardaki tuşa basıp ışığı açtım. Elimdeki anahtarı girişteki konsolun üzerine öylesine atarken Fırat'ta içeriye girip kapıyı kapattığında tam arkamda duruyordu. Usulca içimi çekip deri trençkotumu çıkarıp solumda duran vestiyere astım. Ardından da takım elbisemin ceketini çıkartıp asarken elim belimdeki silaha gitmişti. Lakin Fırat'ın birden arkadan kollarını belime dolayıp beni kendine çekmesiyle afallarken duraksadım. Bu hareketiyle sırtım sert , geniş ve kaslı bedenine yaslandığında Fırat saçlarımın tepesine kokumu içine çekerek bir öpücük kondurdu. Kalbim hızla atarken öylece durdum. Fırat ise dudaklarını bu seferde yanağıma bastırırken beni biraz daha kendine çekmişti. Ardından da derince içini çekip dudaklarını ayırdığı yanağıma yanağını yaslayıp bastırırken büyük ve sıcak elleriyle siyah boğazlı kazağımın üzerinden karnımı ve belimi okşayıp belimdeki silahı aldı. Midemde dokunuşlarıyla başlayan yangın bütün vücudumu sararken Fırat'ın belimden çıkardığı silahı ahşap rengindeki konsolun çekmecesine koyuşunu izledim.

Fırat silahı çekmeceye koyduktan sonra çekmeceyi kapatıp yanağını yanağımdan ayırırken beni kolları arasında kendine çevirdi. Gözleri yüzümde gezinirken bende onun gözlerine baktığımda gözlerinde gördüğüm iki şey vardı; sevgi ve özlem. Fırat bir süre daha yüzümü tarayıp alnını alnıma dayarken iki yanımda duran ellerimi tutup göğsüne koydu ve kollarını belime dolayıp beni kendine çekerek "Güzel" dedi imalı bir ses tonuyla. "Artık yüzümüze bari bakılıyor".

Belli ki kafeden çıktığımızda ona karşı olan tavrımdan hoşlanmamıştı . Ama ona karşı bir tavır aldığım yoktu aslında. Sadece ne düşüneceğimi ne yapacağımı bilemediğimden kafam karışmıştı. Bu durumda Fırat'a karşı biraz kendimi çekmeme neden olmuştu.

Gözlerimi kaçırıp hafifçe yutkundum. Fırat ise içini çekip alnını alnımdan ayırırken dudaklarını alnıma bastırdı. Ardından da beni belimden tutarak kucağına almaya meyil ederken kendimi geri çekip ellerimi kollarının üzerine koyup onu durdurdum. Gözlerimde yüzünü bulduğunda bu hareketimin Fırat'ın kaşlarının çatılmasına ve bakışlarının sorgulayıcı bir hâl almasına neden olduğunu gördüm. Yine birşeyleri yanlış anlıyordu. Beni kucağına almasını istemediğimi düşünüyordu. Aslında tam tersiydi. Çok istiyordum Fırat'ın beni kucağına alıp, sarıp sarmalamasını. Beni öpüp koklamasını, bana dokunmasını, onun sıcaklığına kavuşmayı çok istiyordum. En çokta... hayatında benden başka bir kadının olmadığını ve olmayacağını duyup hissetmeye çok ihtiyacım vardı. Ama önce bir üstümü başımı değiştirip elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmem gerekiyordu.

Yine de tüm bu düşüncelerimi açıklamak yerine sadece "Üzerimi değiştireceğim" demekle yetindim. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp ona karşı olan bu tavrımdan hoşlanmadığını belli eden gözleriyle sıkıntılı bir nefesi alıp verdi ve ellerini belimden çekerken başını salladı. Bende ellerimi onun kollarından çekip girişe bıraktığım çantaları alıp odama girdim. Işığı açıp kapıyı kapatırken elimdeki çantaları yatağımın üzerine bıraktım. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkayıp işimi hallettikten sonra çıktım. Dolabıma yönelip siyah , kumaş mini bir şort ve uzun , bana bol gelen beyaz tişörtümü giydim. Sabah düzleştirdiğim uzun saçlarım hâlâ aynı şekilde dururken onları ellerimle düzelttiğimde çantamdan telefonumu çıkarıp sarja taktım. Ardından da Fırat'la hem Dilek meselesini hem de askeriyede olan olayları konuşacak gücü kendimde bulmaya çalışırken kendimi hazırlamak adına derin bir nefes alıp verdim.

Kapıyı açıp odadan çıktığımda gözlerim salondaki gri köşe koltukta başını ellerinin arasına almış bir vaziyette oturan Fırat'ı buldu. Bu hali bir an bana Fırat'ın canının sıkkın olduğunu düşündürürken yavaşça ona doğru ilerlemeye başladım. Ve o an düşündüm; acaba benim olduğu gibi Fırat'ın da gün içinde yaşayıp bana anlatmadığı sorunları var mıydı? O da benim gibi birçok şeyle kendi içinde savaşıp bana hiçbir şeyi yokmuş gibi davranıyor muydu? Kimse detaylıca bakıldığında göründüğü gibi değildi bu dünyada. Dışarıda palan palan yağan kar taneleri gibiydik işte; alelade bir şekilde bakıldığımızda hepimiz bir diğerinin aynı ama detaylıca bakıldığında aslında hepimiz birbirimizden farklıydık.

Fırat'ın yanına geldiğimde Fırat bunu fark etmemişti. Dalgındı. Usulca koltuğa oturup yanına iliştim. Fırat koltuğa oturuşumla bana dönerken gözlerimiz buluştuğunda beni baştan aşağı süzmüştü. Bense gözlerimi ondan çekip önüme döndüm. Kucağımdaki ellerimle oynarken gözlerimi öylesine evin içinde gezdiriyordum. Fırat ise beni izliyordu. Yüzüne bakmasamda gözlerinin ağırlığını üzerimde hissedebiliyordum.

Bir süre öylece durduk. Fırat beni izledi ben evin içini derken sessizdik. Sözde konuşacaktık lakin ben nereden başlayacağımı da ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. Kafam yine allak bullak olmuştu. Fırat'ta beni kendi halime bırakmayı tercih etmiş olmalı ki hiçbir şey söylemiyor bana yaklaşmıyordu.

Derin bir nefesi alıp verirken bir yerden başlamam gerektiğini düşünüp Fırat sıkıntılı bir şekilde içini çektiğinde, "Neden bana söylemedin?" Diye sordum. Aslında cevabını pekte merak ettiğim bir soru değildi. Ama dedim ya bir yerden başlamalıydım.

Fırat bu sorumla birkaç saniye sessiz kalıp, "Benim için ortada sana söylenecek birşey yoktu. " Dedi. Dilek'in ona karşı hissettiği duyguların onun için hiçbir anlamı olmadığını söylüyordu. Böyle düşünmek beni kötü biri yapar mı bilemesemde bu durum hoşuma gitmişti. Yine de yüzümde hiçbir mimik oynamazken, "O zaman neden beni Oğuz'dan uzak tutmaya çalıştın? Dilek'in sana karşı olan duygularını benim vurulduğum gece öğrenmişsin. Oğuz öyle söyledi. O yüzden mi hastaneden çıkınca beni sizin eve götürüp Oğuz'ların yanımda olmasını engelledin?" Diye sorularımı sıraladım. Fırat sert bir nefesi alıp verirken sinirlenmişti lakin kendini tutup ,kontrol etmeye çalıştığı, ama buna rağmen sert çıkan sesiyle, "Ben öyle küçük hesaplar yapmam Hazan" dedi. "Seni bize götürmemin o konuyla bir ilgisi yok. Yanımda, gözümün önünde ol istedim. Ama seni Oğuz'dan uzak tutmam konusunda haklısın. Oğuz bana karşı nefret dolu. Haklı da. Aynı şeyi ben yaşıyor olsam kafayı yerdim. Seni bana karşı doldurmasından korktum. Birşeyleri evirip çevirip anlatıp seni benden uzaklaştırmasından korktum. " Duraksadı. Bir iki saniye yüzümü tarayıp, "Şu tavırlarına, benden uzak duruşuna bakılırsa korkmakta da haklıymışım. " Dedi.

Gözlerim hızla Fırat'ı bulurken çatık olan kaşlarımla gözlerine bakıp sinirle, "Oğuz beni sana karşı doldurmadı. O öyle şeyler yapacak biri değil. Ayrıca aptal mıyım ki ben birilerinin dolduruşuna gelip sana karşı tavır alayım?" dedim. Fırat ise sinirli gözleriyle yüzüme bakarken, "Niye uzak duruyorsun o zaman benden?" Dedi. " Doğru düzgün yüzüme bile bakmıyorsun Hazan. Ya Oğuz'un dolduruşuna geldin ya da beni suçluyorsun. Hangisi? Bana onu söyle. "

"Hiçbiri" dedim teklemeden." Oğuz senin düşündüğün gibi beni sana karşı doldurmak yerine seni bana savundu. Kaldı ki ben suçlu falan aramıyorum. Ben..." Diyerek duraksadım. Gözlerimi Fırat'ın gözlerinden çekip önüme döndüm. Fırat ise, "Sen ne?" Diye sordu.

"Ben üzgünüm" dedim. "Ve galiba biraz sinirlenip kıskandım. " Olan buydu. Oğuz için ve belki saçmaydı ama Dilek için de üzgündüm. Öte yandan ise kendi adıma Dilek'e kızgınken içimdeki kıskançlıkta benliğimi yakıp kavuruyordu. Aynı timdelerdi. Aynı operasyona gidip aynı havayı soluyup, soğuk bir dağ başında aynı ayazı paylaşmışlardı. Ve daha da paylaşacaklardı. Tamam o yüzbaşı kadında öyleydi belki ama Dilek farklıydı işte.

Fırat gözleri yan profilimden yüzümde gezinirken birden beni belimden tutup, hiç zorlanmadan, kucağına aldığında afallamıştım. Refleksle ellerim Fırat'ın geniş omuzlarını bulurken o ise belimdeki kollarını sıkılaştırıp dudaklarımın üzerine ses çıkartarak sıkı bir öpücük kondurduğunda neye uğradığımı şaşırmıştım. Ben bu haldeyken Fırat ise alnını alnıma dayayıp, "Seninim ben" dedi bastıra bastıra. "Senden başkası olmadı olmaz. Gözüm senden başkasını görmedi görmez. "Bir elimi tutup kalbinin üzerine koydu. Kalbi avcumun içinde hızla atarken Fırat bu yakınlıkta gözlerimin içine bakıp, "Bu kalp senden başkasına atmadı atmaz" diye de ekledi. Ardından da, "Tamam mı yavrum? " Derken cevap verecek durumda olmadığımdan yutkunup başımı sallamakla yetindim. Fırat ise belimi kalçalarımın birkaç santim üstünden tutup beni iyice sertleşmiş olan erkekliğinin üzerine doğru çekerken, "Ben bir tek seni istiyorum." Dedi. Bense buz yutmuş gibi kala kalırken kasılmıştım. Ardından da derince yutkunup önce gözlerimi sonrada başımı başka tarafa çevirdiğimde Fırat başını boynuma gömüp burnunu, sıcak ve etli dudaklarını tenime sürtüp tenime küçük küçük, iç gıdıklayıcı öpücükler kondururken, "Bir tek sana sertleşiyorum böyle" dedi fısıltılı ve boğuk çıkan erkeksi sesiyle. "Senden başkası umrumda değil kızım benim. Ben bir sana cayır cayır yanıyorum. Sen neyi kıskanıyorsun? "

Ya söylemesi ne kadar kolaydı öyle? Bende bir tek Fırat'ı sevmiştim şimdiye kadar. Ve hepte onu sevecektim. Ama Fırat bunu ona birçok kez söylemiş olmama rağmen beni neredeyse uçan sinekten bile kıskanıyordu.

Bu yüzden her ne kadar Fırat'ın dokunuşları, öpüşleri, kalçalarımın altındaki sertliği aklımı bulandırıyor olsa da kendimi toparlayıp, "O işler öyle olmuyor." Dedim. Fırat bu sözlerimle beni iyice sarıp sarmalarken boynumda derin bir nefes alıp, "Nasıl oluyormuş o işler?" Dedi. "Bilmem" dedim imayla. "Beni öz kuzenimden kıskanan sensin. Sen söyle."

Fırat bu sözlerimle ciddi bir ses tonuyla, "O başka" dedi. "Onu karıştırma Hazan." Sesimdeki ima hâlâ yerli yerindeyken, "Doğru" dedim. "O başka. Benim kıskançlık sebebim seninkinden daha makul ve mantıklı". Fırat başını boynumdan kaldırıp bıkkınca bir nefesi alıp verirken yüzümü ve gözlerimi tarayıp çatık kaşlarıyla sorgulayıcı bakışlar atarken, "Yavrum sormayayım sormayayım diyorum ama sen özel gününde olduğun için mi bu kadar asisin? Sabahta anlamadım ne olduğunu. Cellallendin birden." Dediğinde beklemediğim bu soru karşısında gözlerimi utançla sağa sola kaçırıp kollarımı Fırat'ın boynuna dolarken başımı omzuna gömüp sabah ki olayı es geçerek "Yaa Fıraaat" dedim mızmız bir sesle. Çünkü sabah ki olayın reglımla bir ilgisi yoktu. O sadece stratejik ama hatalı bir plandı. Tabii öyle saçma bir planı kafamda kurup uygulamaya geçmemin reglla bir alakası olabilirdi.

Fırat beni kollarıyla sımsıkı sararken iyice kendine çekip, "Ne Fırat?" Dedi saçlarımı koklayarak öperken. "Sesine kurban olduğum, ne Fırat?"

"Deme bir daha bana böyle bişey" dedim. " Ayrıca sen asilik görmemişsin." Fırat tişörtümün geniş yakasından açıkta kalan omzumu öperken, "Hım?" Dedi erkeksi bir mırıltıyla. "Bak sen?". "Öyle" dedim teklemeden kendimden emin bir edayla. Fırat, "Bu sabah askeriyede o savcıya yaptığın gibi bir asilikten mi bahsediyorsun?" Dedi ciddi bir sesle.

Sinir yine yavaş yavaş bedenimi sararken kollarımı Fırat'ın boynundan çözüp yüz yüze gelmemizi sağlamaya çalıştığımda Fırat'ta buna müsade ederken gözlerinin içine bakıp, "O yaptığım asilik değildi. " Dedim net bir sesle. "Özel hayatımda garanti veremem ama söz konusu işim olduğunda nerede ne yaptığımı bilirim ben. "

Fırat bu net ve sert tavrımla kaşlarını çatarken bu konunun konuşmaya kapalı olduğunu anlamıştı. Ve sadece, "Aksini söylemedim. " Dedi. "Öyle mi?" Der gibi kaşlarımı havalandırıp, "O zaman albayın odasındaki tavrın neydi? Beni sizi boşuna oyalamakla suçladın. " dedim. Fırat'ın kaşları daha derinden çatıldığında bu sözlerime sinirlendiğini belli eden kara gözleri öfkeyle parlarken "Hazan" dedi uyarıcı bir sesle. "Saçma sapan konuşup benim asabımı bozma. Ne demek "suçlamak" ? Kim var kızım senin karşında? Sen kime soruyorsun bu soruyu?"

"Bilemiyorum" dedim. "Sen söyle. Senin bana o sözleri söylerken kim vardı karşında? Sen kime diyordun o lafları? " Fırat bu sözlerimle sinirle kasılırken kucağında oturduğumdan bunu hissedebilmiştim. Kaldı ki yine alnında ve boynunda belirginleşen damarlar kendini gösterirken kucağında olmasam bile sinirlendiğini anlamam pekte zor olmazdı.

Alıp verdiği sert nefes yüzüme dökülen saçlarımı havalandırırken Fırat sakin olmak adına gözlerini kapatıp açarken yutkundu ve alev alev yanan kara gözleriyle gözlerime bakıp, "Ne düşünüyorsun?" Diye sordu. "Ben senin neyi neden yaptığını bir bakışınla tek bir hareketinle anlarken sen benim o sözlerimin altında gerçekte ne olduğunu düşünüyorsun Hazan?"

Duraksadım. Gözlerimi Fırat'ın gözlerinden çekip bakışlarımı öylesine bir yerde sabitlerken o anı tekrar zihnimde döndürdüm. Fırat'ın gözlerinden geçen ifadeleri hatırlamaya çalıştım. Kendimi savunmamı sağlamak için damarıma basmıştı sanki. Kendimi savunduğumda da gözlerindeki gururlu ifadeyi hatırlıyordum. İyi de eğer durum böyleyse neden yapmıştı böyle birşeyi?

Gözlerimi tekrar Fırat'ın gözlerine çevirip, "Kendimi savunmamı istedin?" Dedim sorar gibi. Fırat gözlerindeki sinir hali yavaş yavaş yok olurken sadece gözlerime baktı. Yani tamda düşündüğüm gibiydi. "İyi de" dedim. "Neden?"

Fırat gözlerini gözlerimden çekip başını cama doğru çevirirken yine birşeylere sinirlenmişti. Ama bu sefer ki kafasının içinde hatırladığı birşeydi. Ardından da o sinirle dizini titretmeye başladığında bende kucağında sallanmaya başlamıştım. Birkaç saniye bu vaziyette kalmış olsakta bıkkınca içimi çekip Fırat'ın kucağından kalkmak için bir hamlede bulundum. Bu hareketimle Fırat gözlerini bana çevirip belimdeki kollarını sıkılaştırırken, "Nereye?" Diye sordu. Şu an ki halimizde ellerim destek almak için Fırat'ın geniş omuzlarındayken kucağında kalkmak için yükselmiş ve Fırat'a tepeden bakıyordum.

"Koltuğa oturacağım" dedim. Fırat çatık kaşlarıyla sorgulayıcı bir sesle, "Niye?" Diye sorarken kucağından kalkmamdan hoşlanmamış gibi gözüküyordu. "Ayh Fırat dizini titretip duruyorsun. İçim dışıma çıktı. " Dedim. Fırat bu sözlerimle varla yok arası çarpık gülüşünü ortaya serip, "Tamam titretmiyorum. Otur hadi. " Dedi. Hafifçe içimi çekip kucağına geri yerleşirken zaten çokta kalkasım olmadığını fark etmiştim.

Fırat yüzüme dökülen saçlarımı belimdeki ellerinden biriyle kulağımın arkasına sıkıştırırken, "Soruma cevap verecek misin?" Diye sordum. Fırat sıkıntılı bir şekilde içini çekip gözlerime bakarken, " Fazla birşey söyleyemem yavrum" dedi. "Ama şu kadarını bil senin hakkında birkaç kişi ileri geri konuşuyordu. Hakan Çınar'la aranızda geçenleri görüp duymuşlar. Sende bir açıklama yapmayınca orda burda konuşmaya başladılar..." Sözünü kesip, "Sende albayın yanında damarıma basıp bana kendimi savundurdun çünkü albay benim orada yaptığım savunmayı askeriyenin düzeni bozulmasın, karışıklık çıkmasın diye arkamdan konuşan askerlere anlatacak. Onlarında çenesi kapanmış olacak. Öyle mi? " Diyerek Fırat'ı tamamladım. Fırat baş parmağıyla usul usul yanağımı severken, "Aynen öyle yavrum" dedi. Kaşlarım hafiften çatılırken içimi çekip, "Niye yaptın ki böyle birşeyi?" Dedim. " Bırak kim ne konuşmak istiyorsa konuşsun. Benim umrumda değil ki. Eğer bana o sözleri söyleyen sen değilde bir başkası olsaydı cevap vermeye tenezzül bile etmezdim. "

Fırat gözlerime bakıp, "Senin umrunda olmadığının farkındayım zaten Hazan" dedi. "Ama benim umrumda. Kimse öyle o sikik ağzını açıpta benim sevdiğim kadın hakkında öyle ileri geri konuşamaz. Ağzımı açıp birşey diyemiyorum zaten. Kanıma dokunuyor ama eğitimde sikicem belalarını. "

"Fırat" dedim uyarıcı bir sesle. Tamam beni böyle savunup sahipleniyor olması hoşuma gidiyor özel hissettiriyordu. Ama bu işe böyle kafayı takarsa yarın öbür gün başka şeyler olduğunda, bir ihtimal Oğuz'un üzerine iftira atılıp o da bana sıçradığında, konuşulanlara nasıl dayanacaktı. Fırat sinirli biriydi. Bir sabreder iki sabreder hadi üçte sabretti peki ya sonra? Başının benim yüzümden belaya girmesini istemiyordum.

Fırat, "Yok Fırat falan" dedi. Sesi itiraz istemezcesine sert ve netti " Sen karışma bu işe. "

"Peki" dedim. "Nasıl istiyorsan öyle yap Fırat." Sözlerimi bitirdiğimde başımı sağımda kalan pencereye doğru çevirmiştim. Kar yağışı, sarı ışıklı sokak lambasının loş ışığında görebildiğim kadarıyla, az önceye nazaran azalmış ve kar taneleri daha küçük bir hâl almıştı.

O sırada Fırat başını boynuma gömüp koklayarak öperken, "Trip mi atıyoruz?" Dedi. Atmıyordum. Yani atıyordum aslında ama vazgeçmiştim. Bu konuyu daha fazla uzatmak istememiştim o an. Bu yüzden aramızda duran ellerimi Fırat'ın boynuna sarıp ona sokulurken , "Atmıyorum" dedim usulca. Fırat ise beni biraz daha kendine çekerken, "Atma yavrum" dedi dişlerini sıkarak. "Atma canımın içi. " Gülümsedim. Başımı Fırat'ın geniş omuzuna koyup beyaz boğazlı kazağının üstünden kokusunu içime çekerken gözlerimi huzurla kapattım. Fırat'ın büyük ve sıcak elleri sırtımda gezinirken birden, "Yavrum kilo mu verdin sen?" Diye sordu sorgulayıcı bir sesle. Ve eğer öyleyse bundan hiç hoşlanmayacak gibiydi. Ama vermiştim. Bilmiyordum bu aralar hiç iştahım yoktu. Öte yandan ise Fırat'ın zayıfladığımı bana dokunarak anlaması garip gelirken "Biraz" dedim başım hâlâ Fırat'ın omzunda gözlerim ise kapalıydı. Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken bana daha sıkı sarılıp, "Verirsin tabi" dedi bu durumdan memnun olmadığını belli eden bir sesle. "Doğru düzgün birşey yediğin yok ki". Fırat görmese de gözlerimi devirirken, "Abartma Fırat " dedim. " Birşey olmaz. Alırım yine." Fırat içini çekip, "Abartmıyorum" dedi. Ardından da yüzünü saçlarımın arasına gömüp kokumu solurken, " Sana zarar gelmesinden , bunun ihtimalinden dahi hoşlanmıyorum" dediğinde başımı Fırat'ın omzundan kaldırıp yanağını öptüm ve, "Kilo vermek bana zarar vermez ki Fırat" dedim. " Hem biz kadınlar severiz kilo vermeyi. Daha güzel olduğumuzu hissederiz." Fırat bu sözlerim üzerine , " Senin güzel olmak için kilo vermeye ihtiyacın yok. "Dedi. "Zaten çok güzelsin. Bebek gibisin yavrum. " Bu sözleri söylerken bir yandan da başını boynuma gömmüş tenimi koklayıp öpüyordu. Bense beni güzel bulması hoşuma giderken, "Yaa" dedim şımararak. Fırat'ta beni onaylar gibi, "Ya " derken hafifçe kıkırdadım. Fırat ise beni öpüp koklayışları arasında, "Ne yiyeceksin?" Diye sordu birden. "Ne söyleyeyim sana?" Bu soru üzerine hafifçe içimi çekip, "Birşey yemek istemiyorum" dedim. Fırat, " Sana "birşey yemek istiyor musun?" Diye sormadım yavrum." Dedi baskın bir ses tonuyla. " Ne yemek istiyorsun?" Diye sordum. " Aldığım nefesi oflayarak verirken Fırat başını boynumdan kaldırıp, "Oflama bana" derken kulağıma dolan hışırtı sesleriyle bende başımı Fırat'ın boynundan kaldırıp Fırat'a baktığımda , koltuğun üzerine attığı deri ceketinin cebinden telefonunu çıkardığını gördüm. Dışarıdan sipariş verecekti sanırım. Lakin ben pek dışarıdan söylenen yemekleri sevmezdim. Bu yüzden gözlerim Fırat'ın telefonunu çıkartırken ceketin cebinden sarkan gümüş zincirdeyken, " Dur" dedim. Gözlerimi de zincirden çekip Fırat'ın gözlerine çevirirken, "Dışarıdan söylemeyelim. Ben sevmem öyle yemekleri. Şimdi kalkar iki dakikada dün sabah sarıp pişiremediğim sarmalarımı pişiririm, yeriz."

Fırat yüzüme dökülen saçlarımı geriye doğru itip gözlerime güzel güzel bakarken, "Yorma yavrum kendini" dedi. "Yorulmam" dedim. "İki dakikamı almaz. Belki on dakika. " Fırat içini çekip telefonu koltuğun üzerine atarken gözlerim yine zincire takılmıştı. Ne olduğunu merak ederken, "Fırat" dedim usulca. Fırat ise gözleri yüzümü bulurken, "Canımın içi" dedi. Alt dudağımı ısırıp gözlerimle zinciri gösterirken, "O ne?" Diye sordum. Fırat gözlerini gözlerimle gösterdiğim yere çevirirken zinciri eline aldığında bunun bir zincir değil asker künyesi olduğunu fark ettim. Ama Fırat'ın künyesi hep boynundaydı. Bu kimindi? Fırat eline aldığı künyeyi bana uzatırken, "Senin" dedi. Gözlerim şaşkınlıkla Fırat'ın gözlerini bulurken, "Nasıl benim?" Diye sordum. Fırat ise, "Benim yanlış basılmış künyem" diyerek açıkladı. "Adımı "Fırat Demir Korkmaz" yerine "Fırat Korkmaz" yazmışlar. Yenisi basıldığında atacaktım aslında ama aklımdan çıkmış. Bugün lojmanda kaldığım odadaki çekmecelerden birinde buldum. " Duraksadı. Ardından da künyenin zincirlerini iki eliyle açıp boynuma takmak için meyil ettiğinde başımı ona doğru yaklaştırıp, künyeyi boynuma takmasına yardımcı oldum. Fırat künyeyi boynuma taktığında o çok sevdiğim erkeksi ve kalın sesiyle sözlerine devam etti. Bense künyenin ucundaki küçük tabelaları ellerime almış inceliyordum. "Asker künyelerinde ait olduğu askerin; adı - soyadı, dini, tertibi , TC kimlik numarası ve kan grubu yazar. Bu künyeler paslanmaz ve yanmaz çelikten yapılırlar. Yani bir asker nasıl şehit olursa olsun bu künyelere zarar gelmez ki şehit olan bedenin kime ait olduğu bilinsin. Künyenin amacı budur. Bende bugün bu künyeyi bulunca istedim ki sevdiğim kadının boynunda dursun. Dursun ki senin kime ait olduğun bilinsin. "

Fırat'ın bu sözleriyle hafifçe gülümsediğimde dolan gözlerimi birkaç saniye gözlerinde gezdirdim. Bana kendimi çok değerli hissettirmişti. Usulca içimi çekip kollarımı boynuna dolarken, "Teşekkür ederim" dedim. "Hayatımda aldığım en güzel ve anlamlı hediye." Fırat kaslı ve güçlü kollarını bedenime sımsıkı sarıp yüzünü boynuma gömerken kokumu derince içine çektiğinde, "Rica ederiz" dedi. Ardından da kucağında ben varken oturduğu yerden ayaklanıp evin içinde koca cüssesi ve uzun boyuyla yürümeye başladığında evin içini kuş bakışı görebiliyordum. Bu durum gülümsememe neden olurken, "Fırat çok uzunsun." Dedim. O ise kulağımın altına kokumu içine çekerek bir öpücük kondururken, "Hım?" Dedi erkeksi bir tını da çıkan sesiyle. "Hıhı" diye bir mırıltı çıkartırken onu onayladım. "Şuan evin içini kuş bakışı görebiliyorum." O sırada mutfağa girmiştik. Ve Fırat beni mutfak tezgahının mermerine oturturken kollarımı boynundan çözdüm. Fırat'ta belimdeki ellerini çıplak bacaklarımın iki yanına, mutfak tezgahına dayarken, yüzüme doğru eğilip dudaklarımı öperken alt dudağımı birkaç kez çekiştirip bırakmıştı. Öpücüğün etkisiyle kalbim hızla atıp bedenimi bir sıcaklık basarken Fırat alnını alnıma dayayıp, "Nerede bakalım şu sarmalar ?" Diye sorduğunda derince yutkunup, "Şey " dedim. "Şeyde". Biraz afallamıştım. Fırat ise hafifçe çarpık gülüşünü ortaya serip, "Buzdolabında mı?" Dedi. Başımı onu onaylarcasına salladığımda Fırat alnını alnımdan ayırıp benden uzaklaşırken buzdolabına doğru ilerledi. Bulunduğum yerde derin bir nefes alıp verirken Fırat'ı izledim. Uzun boyu , heybetli bedeni, uzun, kalın ve adeleli bacakları , subay tıraşı olan saçlarının arkadan görünüşü... herşeyiyle çok yakışıklıydı. İçim eriyordu ona. Onunla hep yan yana temas halinde olmak istiyordum. Gözü benden başkasını görmesin, onu benden başka kimse sevmesin istiyordum. Bu hikayede benim kaybım Fırat'ı geç bulmaktı.

İnşaallah erken kaybetmezdim...

Fırat sarmaları koyduğum mor saplı çelik tencereyi alıp ocağa doğru ilerlerken oturduğum mutfak tezgahından indim. Fırat'ın yanına gidip ocağın üzerindeki çaydanlığın altını aldım. Fırat ise öylece beni izlerken çaydanlığa arıtmadan içme suyu doldurdum. Ardından da suyu ocağa koyup altını yaktım. Suyu ketılda da kaynatabilirdim ama ketılda kaynatılan suyun tadı bana kötü geliyordu. Sevmiyordum.

O sırada Fırat kollarını belime doladığında saçlarımın arasına bir öpücük kondururken gülümsedim. Ellerimi belime sardığı kalın kaslı kollarının üzerine koyup sırtımı sert ve geniş gövdesine yaslarken göğsüne zar zor gelen başımı yukarıya doğru kaldırıp Fırat'ın yüzüne baktım. O ise uzun boyunun avantajıyla bu hareketimle bana tepeden bakarken alnımı, oradan burnumun ucunu , sonra dudaklarımı ve çenemi öptü. Ardından da boynumu kokumu içine çekerek öpüp yanağını yanağıma yaslayıp bastırırken, "Yavrum" dedi uzatıp bastırarak. Bense başımı geri çekip yanağımı Fırat'ın yanağından ayırırken yüzümü Fırat'a doğru döndürüp yanağını öptüm. Fırat onu öpüşümle beni tuttuğu belimden kendine çevirip kucağına alırken yüz yüze geldiğimizde alnını alnıma dayayıp mutfaktaki yemek masasına doğru ilerledi. Masanın yanına geldiğimizde sandalyelerden birini çekip benimle beraber otururken alnını alnımdan ayırıp birkaç saniye gözlerime baktığında, "Bugün, askeriyeden çıktığında, bana mesaj atmışsın" dedi birden. Bunu beklemiyordum. Bu yüzden gözlerimi anlık bir sağa sola kaçırıp onu onaylarcasına başımı salladım. Fırat ise çatık kaşları ve sorgulayıcı bir şekilde yüzüme bakan kara gözleriyle sözlerine, "Sözde şarjın bitiyordu. Ama sonra seni aradığımda biriyle konuşuyordun. " Diyerek devam ederken duraksamış ve , "Kimle konuşuyordun?" Diye sormuştu. "Benim aramalarımı görmezden gelecek kadar kiminle?"

Hafifçe içimi çektiğimde yine ve yeni bir yalan maratonuna başladığımı hissettim. Sırlarım ve sakladıklarımla bu maratona içten içe kendimi hazırlarken Fırat'ın kucağından kalkmak için meyil ettim. Hem susamıştım su içmek istiyordum. Hem de Fırat'a bu kadar yakınken yalan söylemek, bunu denemek ve hatta düşünmek bile çok zordu. O beni böyle çok severken onu kandırmaktan hoşlanmıyordum. Ki belki de Dilek olayını bana neden söylemediği konusunda bu yüzden pekte üzerine gidememiştim. Çünkü ben ona birşeyleri saklamaktan daha fazlasını yapıyor, yalan söylüyordum. Bu durumda Dilek konusunda Fırat'a kızma hakkını elimden alıyordu.

Fırat kucağından kalkmamı engellerken göz göze geldiğimizde, "Noldu? Nereye? " Diye sordu. "Susadım" dedim. Zihnimden geçenlerin en söylenebiliri buydu. Fırat , "Dur sen ben veririm" diyerek sırtım masayla onun arasında kalmasın diye beni koluyla iyice kendine çekip, masada ileriye doğru uzanırken tahminimce su dolu sürahiyi ve bardağı almıştı. Ardından da bardağa doldurduğu suyun sesi kulaklarıma dolarken Fırat geri çekilip bardağa doldurduğu suyu bana uzattı. Bardağı alıp suyu yavaş yavaş ama sonuna kadar içerken Fırat hiçbir hareketimi kaçırmak istemiyormuşcasına gözleriyle beni severcesine izliyordu. Suyu bitirdiğimde Fırat bardağı elimden alıp, "Biraz daha vereyim mi?" Diye sordu. Başımı olumsuz anlamda salladım. Fırat ise bardağı masanın üzerine koyup gözleri dudaklarıma düşerken, "O zaman şu ağzını silelim" diyerek yüzüme doğru eğilirken dudaklarımı dudaklarının arasına alıp birkaç kez emerek öptü. Sonrada dudaklarımızı ayırırken beni göğsüne çekip, sıcak ve nemli dudaklarıyla, alnımı öptüğünde, "Şimdi soruma cevap ver bakalım" dedi. Hafifçe yutkunup öpücüğün etkisinden çıkmaya çalışırken aklımı toparlmaya çalıştım. Ve , "İşimle ilgili bir konuşma yapıyordum. " Dedim. " Yarın askeriyede askerlerin kişisel bilgisayarlarını incelemek ve bunu olabildiğince hızlı yapabilmek için daha fazla bilgisayar programcısına ihtiyacım var. Onları ayarlıyordum. " Bu söylediklerim yalan değildi. Cihan abiyle yaptığımız konuşmanın bir kısmı buydu çünkü.

Fırat bedenime sardığı kollarını sıkılaştırıp, " Peki benim telefonuma neden geri dönüş yapılmadı?" Diye sordu. "Hadi o an açamadın. Sonra?"
"Kızgındım sana" dedim. "Albayın odasında öyle üzerime gelince kafam karıştı. Öğlen karşılaştığımızda da yüzüme ters ters baktın. O an konuşmak istemedim seninle. " Fırat hafifçe içini çektiğinde göğsünde olan başım bu iç çekişle yükselip alçalırken, "Albayın odasındaki mevzuyu anlattım sana. Öğlen ki tavrımda sabah ki olayaydı. " Dediğinde, "Yanlış yaptığımı mı düşünüyorsun?" Diye sordum. Yanlış birşey yapmamıştım, bunu biliyordum ama Fırat'ın fikrini merak etmiştim. O, Hakan Çınar'ın kim olduğunu, yani gerçekte kim olduğunu, bilmiyordu. Dışarıdan nasıl göründüğünü merak ediyordum. Askeriyede ufak çaplı bir kaos oluşturacak kadar yanlış görünen neydi?

Fırat bu sorum üzerine, "Az önce gayet emindin yavrum kendinden. Şimdi niye fikrimi merak ettin?" Dedi. Omuz silkip, "Hâlâ eminim" dedim. "Sadece bana öyle kızgın kızgın bakacak kadar neyden hoşlanmadığını merak ediyorum. Sana kapıyı açtığın için teşekkür ettiğimde bana cevap bile vermedin." Fırat omuzlarımdan tutup beni kendinden ayırırken yüz yüze geldik. Kaşları çatık gözleri gözlerimdeyken Fırat alt dudağını hafifçe dilinin ucuyla nemlendirip, "O adamın sana olan bakışlarından hoşlanmıyorum." Dedi. Kaşlarım sorgulayıcı bir tavırla çatılırken Fırat sözlerine, " Sana karşı bir düşmanlığı var. Canımı en çok sıkanda senin bunun farkında olup buna rağmen inadına adamın üzerine gidiyor olman. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum Hazan. "

"Anlama zaten" dedim. "Çünkü benim birşey yapmaya çalıştığım yok. Seninde dediğin gibi o savcının bana karşı bir düşmanlığı var. Ve ben bana düşmanlık besleyen insanlara karşı pusmak yerine savaş açarım. Kimin yenildiğide kimin haklı olduğunu gösterir. "

Fırat gözlerimin içine bakıp, "Peki ya sen yenilirsen?" Dedi. "Ya zarar verirse sana. Hazan o zaman bir tek sen değil başta ben olmak üzere koca bir askeriye yenilir. Adama çıkıp resmen "it" dedin yavrum. Ya söylediği gibi gidip hakaret davası açarsa sana? Ne olacak o zaman? "

"Hiçbir şey yapamaz. " Dedim net bir sesle. "Az öncede söyledim; ne yaptığımı biliyorum Fırat. " Fırat birkaç saniye gözlerimi tarayıp, "Tamam" dedi. "Seninle işin konusunda tartışmayacağım. Ama şu Baran itinin karısını öldürmesi ve seninde bunu biliyor olmana rağmen benden saklayıp üstüne üstlük bu sabah Oğuz'la konuşmaya giderken yanında olmamı istememen mevzusunu tartışmamız gerekiyor. Hiç mi umrunda değilim Hazan? Hı? Sana birşey olacak diye nasıl korktuğumu biliyorsun. Niye yapıyorsun bunu? Hadi beni siktir et. Kendini de mi düşünmüyorsun hiç? Tamam, ölüm...ölmek korkutmuyor seni. O zaman sana birşey olduğunda benim ne olacağımdan kork. "

Fırat'ın bu sözleri sarf ederken gözlerinden geçen duygular içimi burkarken gözlerim dolmuştu. Öfke, kızgınlık, acı...ve dahası. Elimden böyle olmaktan başka türlüsü gelmiyordu ki.

Hafifçe içimi çekip dolan kirpiklerimi kırpıştırırken, "Özür dilerim" dedim. "Seni daha fazla endişelendirmek istemediğim için söylemedim. "Fırat birkaç saniye yüzüme bakıp başını ocakta yavaş yavaş kaynamaya başlayan suya doğru çevirirken belli belirsiz kafasını sallayıp, "Öyle olsun." Dedi. Yaptığım açıklamadan pek tatmin olmamış ya da umursamamıştı. Usulca içimi çektim. Fırat'la bazı gerçekleri konuşmamız gerektiğine kanaat getirip gözlerimi yan profilinden yakışıklı yüzünde, sert görünüşünü daha da ürkütücü gösteren façalı kaşında, uzun ve kıvrımlı kirpiklerinde gezdirirken içim bir hoş olduğunda, "Fırat" dedim. " Bak ben savcıyım. İşim gereği böyle şeyler başıma hep gelecek. Tehlikede olacağım. Düşmanlarım olacak. Ben bu mesleği rahat rahat yaşamak için seçmedim ki. Herşeyi göze alarak seçtim. Ve ömür boyu mesleğimi bırakmayı düşünmüyorum. Buna alışmak, bunu kabullenmek zorundasın. "Duraksadım. Fırat ise yüzünü bana dönmezken kaşlarını çatıp yutkundu. Bense devam ettim;

"Kaldı ki sende askersin. Bende korkuyorum. Sana birşey olmasından, birgün gidip geri dönememenden korkuyorum. Ama tutupta diyemem ki sana; asker olmayı bırak ya da operasyonda biraz geri dur , diye. Demem. Çünkü sende biliyorsun; vatan, bayrak işleri öyle korkuya satılmaz. Biz bu yola "Allah korusun, vatan sağolsun" diye çıktık. O yüzden artık şu kapıdan içeriye girdiğimizde sen asker ben savcı olmayı bırakalım. Fırat'la Hazan olalım sadece. Konuşmayalım böyle şeyleri. Olmaz mı?"

Fırat "bende korkuyorum" dediğim andan itibaren gözlerini yüzümde gezdirip belimdeki kollarını sıkılaştırıp sımsıkı tutarken öylece beni dinledi. Ve sanırım anladı. Sözlerim bittiğinde de gözlerindeki derin bakışlarla yüzüme doğru yaklaşıp dudaklarımı öptü. Alnını alnıma dayadı. Gözleri hafiften dolan gözlerimde bu yakınlıkta gezerken, "Senin ağzın ne güzel laf yapıyor öyle" dedi. Bir elini yüzüme çıkarıp dudaklarımın üzerini baş parmağıyla okşarken, "Fırat yesin mi o ağzı? Hı? Fırat ölsün mü sana? " Dediğinde gülümsedim. "Soruma cevap ver Fırat" dedim. "Anlaştık mı?" Derin bir nefes aldı. Alnını alnımdan ayrıp beni göğsüne çekti. Yüzünü boynuma gömdü. Kokumu derin derin solurken, "Anlaştık" dedi. "Sen istersin de ben yapmaz mıyım? Çok seviyorum kızım seni."

Kollarımı Fırat'ın beline dolayıp, "Bende seni çok seviyorum." Dedim. "Hemde çok. " O sırada kulaklarıma ocakta kaynayan suyun taşma sesi gelirken başımı hızla Fırat'ın göğsünden kaldırıp ocağa döndüm. Fırat'ta o tarafa bakıyorken telaşla, "Ayh su taştı. " Diyerek kucağından kalkmaya meyil ettiğimde Fırat bırakmamış ve benimle birlikte oturduğu sandalyeden ayağa kalkıp ocağa doğru ilerlemişti. Ocağın yanına geldiğimizde Fırat beni tek koluyla tutarken suyun altını kapatıp sarmanın altını açtığında, "Yok artık Fırat. " Dedim. "Böyle evin içinde hep çocuk gibi senin kucağında mı gezeceğim? İndir beni. " Fırat sarmanın kapağını açıp kaynattığımız sıcak suyu eline alırken söylediğim şeyi es geçip, "Ne kadar dökeceğim yavrum bunu?" Diye sordu. Bıkkınca bir nefesi alıp verirken gözlerimi Fırat'ın yüzünden çekip ocağa döndüm. "Sen dök ben dur derim" dedim. Fırat suyu yavaş yavaş sarmaların üzerinde gezdirerek dökerken su sarmaların iki üç parmak üzerine çıktığında, "Dur" dedim. "Yeter bu kadar. " Fırat beni başıyla onaylayıp elindeki çaydanlığı ocağın üzerine koyarken, "Şimdi tuz koymamız lazım" dedim. "İndir beni de koyayım. " Fırat yine beni kucağından indirmezken baharatlara doğru ilerleyip gözleri baharat şişelerinde gezinirken "Hangisi tuz bunların?" Diye sordu. "Ortadaki" dedim. "Yeşil olan." Fırat porselen yeşil kutuyu alıp bana verirken ocağın yanına geri dönmüştük. Şu halimize iç geçirirken kutunun kapağını açıp ,içindeki tatlı kaşığı boyutlarındaki, yeşil kaşıkla tuz alıp göz kararı sarmaya koydum. Fırat ise o sırada yüzümü izlerken tuzun kapağını kapatıp aspiratörü açtım. Ve gülümseyip, "Tamamdır." Dedim uzatarak. Fırat mutfak tezgahına koyduğu tencere kapağını alırken, "Dur" dedim. "Sarmaların üzerine tabak koymamız lazım ki dağılmasınlar. " Fırat bu sözlerimle kapağı tezgaha geri koyarken elimdeki tuzluğu da alıp yerine geri yerleştirdiğinde mutfak dolaplarına doğru ilerledi. Tabakların hangi dolapta olduğunu bildiğinden beyaz orta boy servis tabaklarından birini aldı. Ardından tekrar ocağa doğru ilerlediğimizde tabağı dikkatlice sarmaların üzerine yerleştirirken kapağını da kapattı. Sonra da gözlerinin yüzümü bulduğunu hissettiğimde bende ona döndüm. Fırat alev alev yanan kara gözleriyle yüzümü tararken bir farklı bakıyordu. Bense bakışlarındaki yoğunluğu taşıyamayıp gözlerimi gözlerinden kaçırdığımda Fırat birden yanağımı sıkıca öperken bulunduğu yerde hareketlenip salona doğru ilerledi. Yanağımdaki dudakları da tenimde öpmekle sürtünmek arası bir yerde gezinirken boynumu bulduğunda midemin içi heyecandan yanmaya, kalbim hızla atmaya başlarken bedenimi bir sıcaklık basmıştı. Fırat boynumu öpüp emerek gri köşe koltuğa kadar geldiğimizde oturdu. Onun oturuşuyla sertliğini tam kalçalarımın altında hissederken kasılmıştım. Bu hâl beni eskisi kadar tedirgin etmezken yavaş yavaş Fırat'a da sertliğine de alıştığımı fark ettim. Ama heyecan hep aynıydı. İçimde bir yeri okşuyordu Fırat'ın beni bu denli sevip istemesi. Bu yüzden kendimi geri çekmek yerine Fırat'a iyice sokuldum. O da beni kendine daha çok çekerken bir elini tişörtümün altından sokup çıplak belimi büyük ve sıcak elleriyle okşamaya başladığında boynumu emip öpmelerinin sesi kulaklarıma doluyordu. Gözlerimi kadınlığımda hissettiğim sızıyla zevkle kapatırken başımı başına yaslayıp kollarımı boynuna doladım. Onu kendime doğru çekerken Fırat daha da hoyratlaşmış ve sertleşmişti. Etimi dudaklarının arasına alıp hafifçe dişlediğinde inlememek için alt dudağımı ısırırken kaşlarımda çatılmıştı.

Fırat bir süre boynumu öylece nefes nefese emip öperek talan ederken kalçalarımın altındaki erkekliği git gide sertleşiyor beni öpüşlerine karışan erkeksi iniltileri içimi darmaduman ediyordu. Bense başımı boynuna gömerken, kesik kesik bir hâl alan nefeslerim arasında, kendimi daha fazla tutamayıp dudaklarımın arasından acı çekmekle zevk almak arası "ah" diye bir iniltinin dökülmesine izin verdim. Fırat ise dudaklarımdan dökülen iniltiyle kasılırken , "Of" dedi inler gibi dişlerini sıktığını anlayabildiğim bir sesle. "Of yavrum...kafayı yedirteceksin bana. " Erkeksi ve boğuk çıkan sesinden nefes nefese dökülen bu sözler utanmama neden olurken Fırat birden oturduğu yerde ayaklanmış ve ben kendimi bir anda koltukta uzanır bir halde Fırat'ın altında bulmuştum. Boynuna sarılı olan kollarımı onunla yüz yüze gelmekten utandığım için sıkılaştırıp Fırat'ı iyice kendime çektiğimde Fırat başını boynumdan kaldırıp çene kemiğimi öperken benim gibi kesik kesik aldığı nefesler arasında, "izin ver" dedi sıcak nefesi tenimi yalayıp geçerken. "İzin ver...biraz seveyim seni. " Fırat'ın bu isteğiyle derince yutkunurken sevmekten ne kastettiğni zihnimde döndürüp durdum. Öpmekse öpüyordu zaten. Karşı koymuyordum beni emip öpmesine. İstediği şey bana daha çok dokunmak mıydı? Bir eli kalçalarımın biraz üzerindeydi. Diğer elinde tişörtümün altından , bralet sütyenimin birkaç santim aşağısındayken buna hazır olmadığımı hissettim. Hem tahmin ettiğim gibi birşey yaşanırsa sonrasında Fırat'ın yüzüne utançtan bakamazdım. Bana dokunmasını çok istiyordum ama şimdi değildi. Bunu Fırat'a nasıl söyleyeceğimi düşünürken, "Fırat" dedim kesik kesik aldığım nefeslerden zar zor toparlayabildiğim sesimle. O ise boynumu burnunu ve dudaklarını tenime sürtüp başını başıma yaslayıp koklayarak, "Yavrum" dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle bastırarak. Hafifçe yutkunup, "Ben..." Derken ne söyleyeceğimi bilemeyip duraksadım. Birkaç saniye sessiz kaldığımda Fırat'ı reddetme fikri kendimi kötü hissetmeme neden olurken ona biraz daha sokuldum. Fırat'ta beni daha sıkı sararken, "Şşş" dedi. "Zorlama kendini yavrum. İstemiyorsan dokunmam sana. Şimdi de evlendiğimizde de sen ne istersen o olur. Tamam mı canımın içi?" Fırat'ın bana karşı bu kadar anlayışlı olması içimden ona karşı ılık ılık birşeyler akmasına neden olurken başımı boynuna iyice gömüp, "İstiyorum" dedim. " Ama..." Amasını bulamazken sustum. Fırat ise, "Şşş tamam" dedi. "Tamam yavrum. " Ardından da kollarını belimden çözüp üzerimden kalkmak için bir hamlede bulunurken kollarımı sıkılaştırıp onu durdurdum. Fırat, "Yavrum bırak" dedi. Bense ," Kalkma istemiyorum." Dedim. Fırat derin bir nefes alıp, "Hazan'ım" dedi. "Bak iyi değilim bırak. " Nasıl yani? O kadar mı kızmıştı onu reddetmeme? Ama öyle söylememişti. İçimi usulca çekip, "Kızdın mı bana?" Diye sordum usulca. Fırat hafifçe içini çekip,"Niye kızayım yavrum? Kızmadım. " Dedi.

"O zaman niye bırakıyorsun beni böyle?" Diye sordum. "Niye iyi değilsin?" Fırat yutkunup, " Yanlış anlıyorsun. " Dedi. "Doğrusunu anlat o zaman. " Dedim. Fırat"Olmaz yavrum" dedi. "Seni ürkütmek istemiyorum." Kaşlarım anlamadığım için çatılırken, " Niye ürkeyim ki senden?" Diye sordum. "Sevdiğim adam değil misin sen benim? " Fırat bu sözlerimle başını boynuma gömüp derin bir nefes alırken fısıltılı ve boğuk çıkan erkeksi sesiyle, "Senin sevdiğin adam şuan çok istiyor seni. " Dedi başını boynuma iyice yerleştirirken. "Ve eğer şimdi senden uzaklaşıp banyoya gidip rahatlamazsa hiç iyi şeyler olmayacak. " Söylediği bu sözleri anlamakla anlmamak arasında bocalarken utançla alt dudağımı dişleyip kollarımı yavaşça boynundan çözdüm. Onu serbest bırakışımla boynumdaki ağırlık kalkarken gözlerim kara gözleriyle buluştu. Utançla gözlerimi kaçırdığımda yüzümde gezinen bir çift göz ve ardından alnıma kondurulan öpücükle yutkundum. Bir süre sonra da Fırat üzerimden kalkmış olmasına rağmen gitmemişti. Beni izliyordu. Bense utançla Fırat'a bakamazken uzandığım yerde huzursuzca kıpırdanırken kendimi süzdüm. Varla yok arası şortum ve gögüslerimin altına kadar sıyrılan tişörtümle resmen Fırat'ın altında dağılmıştım. Hâl böyleyken Fırat gitmiyor değilde gidemiyor gibiydi. Gözleri vücudumda gezerken bedenimi hiç terk etmeyen ateş daha da harlanırken yanaklarım alev alev yanıyordu. Birşey yapmam Fırat'ı bu tutulma halinden çıkarmam gerekiyordu. Tabii utançtan kımıldayabilirsem.

Ben ne yapacağımı düşünürken Fırat derin bir nefes alıp yüzünü elleriyle sıvazladığında birden koltuğun üzerindeki siyah deri ceketini alıp bacaklarıma attı. Sonrada bana arkasını dönüp heybetli bedeniyle banyoya gitti. Bense birkaç saniye olanların etkisinden çıkmaya çalışırken derin bir nefes alıp gözlerimi sakinleşmek adına kapatıp açtım. Sonunda az biraz kendime gelebildiğimde uzandığım yerden doğrulup bacaklarımdaki ceketi koltuğun üzerine koyup kalktım. İçimde harıl harıl yanan ateşi söndürmek için mutfağa doğru ilerleyip kendime bir bardak su doldurup içtim. Sonuna kadar içip bitirdiğim bardağı masaya koyup bir elim Fırat'ın emip öptüğü boynuma giderken hâlâ nemli ve ıslak olduğunu hissettmiştim. Fırat banyodan çıktığında ne yapcağımı düşünürken ocakta pişen ve kokusu bütün eve buram buram yayılan sarmaya doğru ilerledim. Tencerenin kapağını açıp baktığımda sarmalar neredeyse suyun tamamını çekmek üzereydi. Altını biraz kısıp kapağını geri kapatırken odamda şarjda olan telefonumun zil sesi kulaklarıma doldu. Başım refleksle odamın kapısına doğru dönerken mutfaktan çıkıp odama girdim. Işığı açıp makyaj masamın üzerindeki telefonu elime alırken ekranda yazan Oğuz'un adıyla duraksadım. O an Dilek olayını unuttuğumu fark ederken hafifçe içimi çekip aramayı yanıtladım. Telefonu kulağıma götürüp, "Alo?" Dedim normal tutmaya çalıştığım sesimle. Oğuz'un "Hazan" diyen ama pekte iyi bir halde olmadığını belli eden sesi kulaklarıma dolduğunda kaşlarım çatılırken, "Oğuz, sen iyi misin?" Diye sordum. Telefonun diğer ucundan gelen histerik bir kahkaha ardından da Oğuz'un, "Bende sana onu sormak için aramıştım. İyi misin dayımın kızı?" Diyen sesi duyulurken, "Oğuz sarhoş musun sen?" Dedim. Oğuz, "Şşşş!! Aman dedem duymasın. Öldürür beni. " Derken sıkıntılı bir nefesi alıp verdim ve, "Oğuz nerdesin sen?" Diye sordum. "Ben...ben vurulduğum masalın ortasındayım. Prensesler de kalp söker hiç yanılmadım. " Saçmalıyordu. "Oğuz ne diyorsun sen? Bana nerede olduğunu söyler misin?"

"Şarkı abicim. " Dedi. " Şarkı. " Elimdeki telefonu şarjdan çıkarıp dolabıma doğru yönelirken, "Oğuz" dedim. "Kapat şimdi. Ben senin nerde olduğunu bulup yanına geleceğim. Tamam? Ama bulunduğun yerden ayrılma. "

Oğuz'un bulduğu yerde muhtemelen telefon çekmediğinden sesi kesik kesik bir hâl almış ve sadece, "Peki" dediğini duyabildiğimde telefon kapanmıştı. Telefonu kulağımdan çekip ekrana bakarken açık olan kapıdan içeri giren Fırat sorgulayıcı bir şekilde çatık olan kaşlarıyla yüzüme bakıp, "Napıyorsun?" Diye sordu. Az önce olanları es geçip, "Oğuz aradı. " Dedim elimdeki telefonu arkamda duran yatağın üzerine atıp elime ilk gelen pantolon ve kazağı dolaptan alırken. "Sarhoş galiba. İyi değil. Nerede olduğunu sordum ama kafası yerinde olmadığından saçmalayıp durdu. Onun yanına gideceğim. " Elime aldığım kıyafetleri yatağın üzerine koyup Fırat'a döndüm. Kızgın olduğunu belli eden gözleriyle yüzüme bakarken, "Bu saatte? Bana sormadan?" Dedi teyit etmek ister gibi ve hafif sert çıkan sesiyle. Kaşlarım anlamadığım ya da anladığım şeyden pek memnun olmadığım için çatılırken, "Ne varmış saatte ve neden sana sormalıymışım?" Dedim. Fırat ise dilini sinirle ağzının içinde gezdirip kolundaki siyah saatin üzerine diğer elinin işaret parmağıyla birkaç kez vurup, "Saat gece yarısını buldu." Dedi. "Bu saatte bilmediğin etmediğin ve güvende olmadığın bir şehirde üstüne üstlük yanında ben yokken hiçbir yere gidemezsin." Sinirle hafifçe gülüp, "Sen mi karar veriyorsun buna?" Dedim. Kaşlarım sorarcasına havalanıp gözlerimi iyice açarken birkaç adım Fırat'ın üzerine gidip, "Ne hakla, kim olarak?" Diye sordum. Böyle sinirleneceğime "gel o zaman birlikte gidelim" de diyebilirdim ama yine birden parlama huyum devreye girmişti.

O sırada Fırat bana uzun boyuyla, ellerini erkeksi bir şekilde belinin iki yanına koymuş, tepeden bakarken öfkeyle parlayan gözleri boynumda bir yere takılmıştı. Ardından da gözlerindeki öfke yavaş yavaş yok olurken gözlerinden garip bir ifade geçtiğinde başını aheste aheste aşağı yukarı sallayıp, "Kim olarak, öyle mi?" Diyerek beni tekrarladı. Ve birden ellerimden birini tutup beni makyaj masama doğru götürürken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. "Ne yapıyorsun?" Diye sordum. Fırat ise makyaj masamın aynasının önünde dururken arkama geçip, "Sana kim olduğumu göstereceğim." Dedi. "Aynaya bak." Gözlerim aynadaki aksimizi bulduğunda, "Eee baktım. Ne?" Dedim. Çünkü görebildiğim tek şey Fırat'la olan boy farkımız ve ne kadar güzel göründüğümüzdü. Sırtım Fırat'ın geniş ve sert bedenine yaslıyken Fırat'ın kolları benim belime sarılıydı. Kısaca tam fotoğrafa çekmelik bir kareydik. Tabii benim kaşlarım çatık olmasaydı.

Fırat bu sorumla eliyle boynumu kapatan saçlarımı geriye doğru çekip, "Boynuna bak." Dedi. Gözlerim bu sözleriyle önce boynumu sonra da beyaz tenimdeki küçük morluğu bulurken yutkundum. Bunu bana Fırat yapmıştı. Az önce...koltukta beni emip öperken olmuştu. Ve ben aldığım zevkten canımın bu kadar yandığını hissetmemiştim bile.

Gözlerimi utançla aynadaki aksimden çekip başımı önüme eğdim. Fırat ise boynumdaki morluğun üzerini öpüp koklarken, "Sen benimsin" dedi baskın bir sesle. "Ve ben senin üzerinde her türlü söz söyleme hakkına sahibim. Bir daha bana öyle " sen kimsin, ne hakla" gibi sorularla diklenirsen bu kadar sakin olmam. Anlaştık mı?"

Her ne kadar utangaçtan başımı yerden kaldırıp Fırat'ın yüzüne bakamıyor olsam da geri adım atmamaya kararlıyken, "Anlaşmadık." Dedim. Fırat onu onaylamayışımla boynumda sert bir nefes alıp verirken, "Hazan" dedi dişlerini sıkarak uyarıcı bir sesle. Bense kendimi kollarının arasından kurtarıp ona dönerken, "Ne Hazan?" Dedim gözlerinin içine bakarak. "Ben kuzenimin yanına giderken senden izin mi alacağım? Bunun kime ait olduğumla bir ilgisi yok. Ha varsa da senin ne kadar sevgilinsem Oğuz'un da o kadar kuzeniyim."

Bu sözlerim Fırat'ın o çok sevdiğim kara gözlerinde küllenen öfke ateşini yeniden harlarken üzerime doğru geldi. Dibime kadar girdiğinde istemesem de gerileyip arkamdaki makyaj masasına yaslanmak zorunda kalmış olsam da gözlerimi kaçırmadım. Fırat ise ellerini makyaj masasına dayayıp beni kıskacına alırken üzerime eğilip gözlerimin içine bakarak, "Alacaksın" dedi. Bağırmıyordu ama sesindeki sertlik fazlasıyla hissedilebilirdi. " Almak zorundasın. Çünkü sen herşeyden herkesten fazla benimsin. Ben kocan olacağım senin. Sözümü dinlemeyi şimdiden öğrensen iyi olur."

"Kocam...peki."

"O zaman yani sen benim kocam olduğunda bende senin karın olacağım ya sende beni böyle baskılayamayacağını öğrensen iyi olur. Ayrıca benden birşeylerden feragat etmemi beklerken sende birşeylerden feragat etmelisin. Oğuz Atay'ın da dediği gibi; hiçbir şey vermeyenler hiçbir şey alamayacaklardır da."

Fırat varla yok arası gülümseyip bir elini yüzüme dökülen saçlarıma uzatıp severken, " İlk olarak yavrum senin o "kocam" diyen ağzını yerim. "dedi. "ikinci olarakta ben sana senin benden istediğin herşeyi verneye hazırım. Maddi manevi herşeyi. Kendini benim gözümde hiçbir şeyle kıyaslama. Bu yüzden senden de birçok şeyi isteme hakkına sahibim. Ayrıca seni baskıladığım falan yok. Ayarlarımla oynuyorsun. Bir anda ben daha ne olduğunu anlamadan söylediğim birşeye tutulup parlıyorsun. Ve ben birden kendimi sana bağırıp çağırıp kızarken buluyorum. Sakinken melek gibi birşeysin. Sinirlenince ateş parçası oluyorsun. Hem gözümü kamaştırıyorsun hem de cayır cayır yakıyorsun beni. " Derken alnını alnıma dayamıştı.

Tamam kabul ediyordum. Fevriydim biraz. Babam öldükten sonra tek başıma ayakta kalıp, birşeyleri ayakta tutup, herşeye tek ve kız başıma göğüs gerdiğim için böyleydim belki. Bir keresinde hayatım boyunca hiç özgür olmak istemediğim kadar özgür olduğumu söylemiştim. Ve şimdi o özgürlük yavaş yavaş kısıtlanıyor gibi hissediyordum. Ardından da bir korku sarıyordu içimi. Özgürlüğümü kaybetmek değilde alışkanlıklarımdan, kendi içimde bazı şeylere vurduğum prangalardan kurtulmak mı yoksa onları kaybetmek mi olduğunu bilemediğim bir korkuydu bu. Artık birşeylerden vazgeçme, birşeyleri yenileme ve olanlara, olacaklara karşı koymama vakti geliyordu. Benim sanırım herkesin aile dediği lakin gerçekte ülkenin farklı şehirlerinde yaşayan tanıdıklar olmaktan ileriye gitmeyen sözde "ailemden" kopma vaktim ve kendime ait küçücük bir dünya kurma zamanım gelmişti.

Yabancı bir dizi de duyduğum bir replik yankılandı kafamın içinde;

"Her insan kendi içinde kurduğu bir hapishanede yaşar. İşin tuhaf tarafı ise bizi o hapishanede kilitli tutan kişi kendimizizdir. "

Artık hapishanenin kapılarını açma ve bazı şeyleri hapsedip bazı şeyleri de özgür bırakma vakti gelmişti.

Hafifçe içimi çekip başımı Fırat'ın alnından ayırıp kollarımı beline dolarken başımı göğsüne koydum. Fırat'ta kollarını belime dolayıp beni kendine çekerken, "O zaman birlikte gidelim Oğuz'un yanına" dedim. Fırat saçlarımın arasına kokumu içine çekerek bir öpücük kondururken, "O da olmaz yavrum" dedi.

"Neden?" Diye sordum.
"Çünkü Oğuz benden nefret ediyor . Ve şuan özellikle de bugün beni görmek isteyeceğini sanmıyorum. İkimiz beraber yanına gidersek sarhoş kafayla bir tartışma çıkarsa senin arada kalmanı istemiyorum yavrum. "

Haklıydı. İçimi çekip, "E ne yapacağız o zaman? " Dedim. "Kardeşimi gecenin bir vakti üstelik nerede olduğunu bilmezken sarhoş bir halde sokakta mı bırakacağım?".

"Hayır yavrum. Oğuz'la ortak bir tanıdığımız var. Murat. Oğuz'un nerede içtiğini bilir o. Onu ararım bulur Oğuz'u. "

Başımı göğsünden ayırıp yüzüne bakmak için yukarıya doğru kaldırdığımda Fırat'ta başını eğip gözlerime bakarken , "Bulur mu?" Diye sordum öylesine. Fırat'ın gözlerimdeki gözleri boynumdaki morluğa kayarken beni belimden tutup kucağına aldığında dudaklarını morluğun üzerine bastırıp, "Bulur" dedi. Ardından da beni kucağından indirmeden odanın ışığını kapatıp salona geçerken , "Fırat indir beni. " Dedim. "Sarmaya bakmam lazım. "
Fırat başını boynumdan kaldırmazken, "Bakalım yavrum" diyerek mutfağa yöneldiğinde beline sarılı olan bacaklarımı aşağı sarkıtıp sallarken "Sen o bahsettiğin adamı ara" dedim. "İndir beni." Fırat bu sözlerimle bulunduğu yerde durup, "Bu seferlik öyle olsun" diyerek beni yere indirirken kollarının arasından çıkıp mutfağa doğru ilerledim. Ocağın yanına geldiğimde tencerenin kapağını açıp içinden yükselen dumanlar eşliğinde elimdeki kapağı tezgahın üzerine koydum. Çekmecelerden birinden çatal alıp sarmaların üzerindeki tabağı, kendimi yakmamaya özen göstererek, çatal yardımıyla kaldırdım. O sırada hangi ara yanıma geldiğini anlamadığım Fırat kaldırdığım tabağı eliyle, hiç yanmadan, alıp mutfak tezgahına koyarken gözlerim onu buldu. Bir eli kulağına götürdüğü telefondayken gözleri bendeydi. Her an çocuğunu kontrol eden baba edasıyla yanımda yöremde dolanıp duruyordu. Bu hâle iç geçirip gözlerimi önüme çevirirken tezgahın üzerinde içinde zeytinyağı olan yağdanlığı alıp sarmaların üzerinde azıcık gezdirdim. Yağı yerine koyup pişmiş olan sarmaların altını ve kapağını kapatıp, "Alo Murat naber koçum?" Diyerek telefonda konuşmaya başlayan Fırat'a döndüm. Fırat'ın gözleri ise zaten bendeyken göz göze gelmiştik. Fırat beni kolumdan tutup kendine çekip tek koluyla sarılırken karşı taraftan aldığı yanıtla, "Eyvallah. Rahatsız ettim bu saatte kusura bakma. Ben senden birşey isteyeceğim. "

Gözlerim Fırat'ın yüzündeyken karşı taraftan gelen kaba erkek sesi, "emret abi" dediğinde Fırat, "Bizim Oğuz yine içip sızmış bir yerlerde. Sen bilirsin nerede olduğunu. " dedi. Murat denilen adam, "Tamam abi. Bulur ararım seni" derken Fırat'ın "yine içip sızmış bir yerlerde" cümlesi kafamı karıştırmıştı.

Fırat aldığı cevapla, "Sağolasın koçum" diyerek telefonu kapatırken çatık olan kaşlarımla yüzüne bakıyordum. Fırat bu bakışlarıma "hayırdır" der gibi göz kırparken "Yine" derken?" Dedim sorar gibi. "Oğuz hep içiyor mu böyle?" Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp sıkıntılı bir şekilde içini çekerken, "Arada" dedi sadece. Ardından da konuyu değiştirip yeni bir soru sormamı engellemek için, "Pişti mi bu sarmalar?" Dedi gözleriyle tencereyi gösterirken. Sevdiğim adama kendi ellerimle sardığım sarmayı yedirecek olmak beni heyecanlandırırken gülümseyip, "Piştiler" dedim. Tezgahın üzerine koyduğum çatalı alıp, Fırat'ın belime sarılı kolları arasında, tencerenin kapağını açarken çatalla içinden bir tane sarma aldım. Çatalın ucundaki sarmayı dudaklarımı büzerek üflerken tencerenin kapağını tezgaha koydum. Fırat ise öylece beni izliyordu. Sarmanın soğuduğuna kanaat getirip gözlerim Fırat'ın yoğun bakışları arasında gözlerini bulurken sarmayı dudaklarına doğru uzattım. Fırat gözlerimi tarayıp dururken dudaklarını sarmaya doğru yaklaştırrdı. Ama birden başını yana eğip sarmayı es geçerek duduklarımı öptüğünde afallamıştım. Elimdeki çatalı Fırat'ın üzerine sürülmesin diye sağımda kalan mutfak tezgahına doğru çekerken elim havada kalmıştı. Fırat ise dudaklarını dudaklarımdan çekip yanağımı öperken yutkunup, "Fırat" dedim uzatarak mızmız bir sesle. Yanaklarımdaki dudaklar boynumu bulurken Fırat beni iyice kendine çekip, "Yavrum" dedi kokumu derin derin soluyup bastırarak. "Huzurum, canımın içi. "
Yüzümde tatlı bir gülüş peyda olurken Ona iyice sokulup, "Fırat'ım" dedim bende onun gibi bastırarak. Fırat ise defalarca yaptığı gibi boynumda derin bir nefes daha alırken, "Fırat'ın kurban olsun sana. " Dedi. Ardından da beni kucağına alıp bacaklarımı beline sarmamı sağlarken boynumu peş peşe sıkıca öpmüştü. Bende başımı, yüzümdeki gülümseme büyürken, Fırat'ın başına yasladım. Bir elim Fırat'ın geniş omzuna tutunurken diğer elimde ucunda sarma olan çatalla havadaydı.

Fırat'ın kokusu burnuma dolarken huzurla içimi çekip gözlerimi kapattım. Herşeye rağmen burda, sevdiğim adamın yanında, kollarında kucağında mutluydum.

"Tabii yeni gün neler getirecek bilmiyordum..."

Huzurla kapattığım gözlerimi açıp, "Başımıza birşey gelecek, " dedim birden. Fırat yüzü boynuma gömülü öylece dururken, "Hı?" Dedi erkeksi bir mırıltıyla. "Başımıza diyorum. Birşey gelecek. " Fırat derin bir nefes alıp başını boynumdan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağladığında yüzüme güzel güzel bakarken , "Ne gelecekmiş başımıza?" Dedi.

Dudaklarımı "bilmem" der gibi büzerek, "Bilemiyorum." Dedim. "Babaannem hep der ki; nimet başında oynaşanın peşini musibetler bırakmaz. Elin işte gözün oynaşta olursa muvaffak olmazsın. "

Fırat beni dinlerken yüzünde oluşan belli belirsiz gülümsemeyle "öyle mi?" Der gibi kaşlarını havalandırırken başımı onu onaylarcasına salladım. Fırat ise yüzüme dökülen saçlarımı eliyle kulağımın arkasına sıkıştırırken, "Başka ne derdi yavrum babaannen?" Diye sordu. Beni konuşturmaya çalışıyordu.

Hafifçe gülüp "Bakıyorum babaannemin mutfak edebiyatı açtı seni. " dedim ve Fırat'ın kucağında olmanın avantajıyla aynı boyda olduğum mutfak dolabından iki tane tabak alıp çatalın ucundaki sarmayı Fırat'ın ağzına uzatıp, " Ye artık şunu" dedim. Fırat bu sefer sarmayı ağzına alırken gözlerinin içine bakıp, "Nasıl olmuş? Güzel mi? Limon ister miydin?" Diye sorularımı sıraladım. Fırat alnını alnıma dayayıp, "Çok güzel olmuş yavrum. " Dedi. Ardından da boşta olan elimi tutup avcumun içini öperken, " Ellerine sağlık. " Dediğinde , "Afiyet olsun" dedim gülümseyerek. Ve içimi çekip, "Babaannem mutfak edebiyatının ikinci maddesinde; kadın dediğin mutfakta aşçı, çiftlikte hanım ağa ve yatakta..." Diyerek devam ederken ne dediğimi idrak edişimle sustum. Alt dudağımı utançla dişleyip gözlerimi kaçırırken Fırat alnını alnımdan ayırıp yüzüme bakarken, "Evet yavrum? " Dedi yüzüme doğru yaklaşıp dudağımın kenarını öperken, "Yatak diyordun. "

Ah sağol canım ya! İyi oldu hatırlattığın (!)

Hafifçe yutkunup boğazımı temizlerken, "Bilemiyorum ki" dedim. "Babaanem maddenin burasına geldiğinde hep susardı. "Gerisini evlenince siz kendiniz doldurursunuz" derdi. Tabii ben daha o mertebeye yükselmediğimden maddeyi tamamlayamadım. Yani bu kadar."

Fırat yanağını yanağıma yaslayıp derin bir nefes alırken, "Üzülme yavrum" dedi. "Evlenince beraber tamamlarız maddeyi. " Fırat'ın bu sözleriyle küçük bir kahkaha attığımda Fırat başını boynuma gömüp koklayarak öperken kendimi geri çekip, "Sanırım babaannemin şu bahsettiği musibetlerden biri aç kalmak. " Dedim. "Çünkü sen beni böyle durup durup öpmeye devam edersen olacak olan o. " Fırat kulağımın altına kokumu içine çekerek bir öpücük kondururken, "Çok mu acıkmış benim yavrum?" Dediğinde aslında aç değildim. Yani açtım ama iştahım yoktu. İki gündür böyleydim. Ne kadar acıksamda midem birşey almıyordu. Üstüne üstlük yaramın olduğu yerde yani karaciğerimde ara ara şiddetlenip azalan bir ağrı vardı. Dayanabileceğim kadar olduğu için beni çok fazla etkilemiyordu ama canımı yakıyordu. Ciddi birşey olmasından ve işimin sekteye uğramasından korkuyordum.

Hafifçe içimi çekip başımı Fırat'ın başına yaslarken, "Biraz" dedim. Ardından da aklıma gelen soruyu sormak için, "Fırat" derken Fırat, "Yavrum" dedi dolu dolu. "Yarın doktor randevusu vardı, dimi?" Diye sordum. Fırat birkaç saniye sessiz kalırken bedenime sarılı olan kollarını sıkılaştırıp beni sımsıkı sararken, "Niye sordun?" Dedi. "Birşey mi oldu? İyi misin?"

"İyiyim." Dedim. "Sadece saat kaçta olduğunu soracaktım. " Fırat boynumda yine derin bir nefes alırken, "Bugün konuştum doktorla. Yarın sabah saat 08.30'a hastanede aç karnına olmamız gerekiyormuş. " Dedi.
"Erkenmiş" dedim. Hastanelerden hoşlanmıyordum. Adını duymak dahi üzerime derin bir kasvetin çöreklenmesine neden oluyordu. Bu yüzden, "Neyse" dedim konuyu değiştirmek adına. " Beni indir de şu sarmaları tabağa koyayım. Sonrada yiyelim. Çay ister miydin? Ya da başka birşey? "

Fırat başını boynumdan kaldırıp göz göze gelmemizi sağlarken, "Seni istiyorum. " Dedi. "Sadece seni. " Gülümsedim. Ve , "Tamam hadi, indir beni. " Dedim. Fırat ise hafifçe içini çekip beni yere indirirken arkama geçip belime sarılmıştı. Bu halimiz yüzümdeki tebessümün genişlemesine neden olmuştu. Fırat yan yana ve yalnız olduğumuz her an dibimdeydi. Özellikle bugün daha bir sevip sarıyordu beni. Oğuz'un yanından ayrılıp eve gelene kadar ve evde konuşup sarmaş dolaş oluncaya dek tedirgindi. Çünkü Dilek olayının faturasını ikimize keseceğimi düşünmüştü. O yüzdendi bana onu suçlayıp suçlamadığımı sormaları. Şimdi de yanımdan ayrılmıyor, beni öpüp koklarken sevgisini hissettirmeye çalışıyordu. Hissediyordum zaten. Dokunup öpmese bile bakışlarından anlayabiliyordum. Ve bu çok güzel hissettiriyordu.

Fırat yüzünü saçlarıma gömmüş kokumu içine çekip öylece dururken tabaklardan birini tezgaha koyup diğerine de sarma doldurmaya başladım. O sırada kulaklarıma dolan zil sesiyle gözlerim Fırat'ın tezgahın üzerine koyduğu telefonu bulurken Fırat hiç üslubunu bozmadan telefonu eline alıp açtı.

Kulaklarım ondayken Fırat, "Söyle koçum" diyerek konuştuğunda Murat denilen adamla konuştuğunu anlamış ve elimdeki tabağı tezgaha bırakıp kolları arasında Fırat'a dönmüştüm. Gözlerim gözlerindeyken Fırat konuştuğu adama, "Sağol Murat. Senide yorduk bu saatte." Derken, "Bulmuş mu?" Diye sordum kısık bir sesle. Fırat belli belirsiz başını sallarken Murat, "Olur mu abi? Sen iste yeter. " Dediğinde Fırat, "Sağol." Dedi. Bense, "iyi miymiş?" Diye sordum yine kısık bir sesle. Fırat ise gözlerini yüzümde gezdirip dururken, "Durumu nasıl? " Diye sordu. "Ayıksa telefona verebilir misin?" Murat denilen adam, "Yok abi. Kafası yerinde değil. " Dediğinde sıkıntılı bir nefes almıştım. Fırat ise belimdeki eliyle beni iyice kendine çekerken Murat'a, "Tamam koçum. " Dedi. "Sen onu bu gece kendi evine götür. Askeriyeye gidemez bu hâlde. "Dedi. Murat, "Tamam abi. " Derken "Ya buraya getirseydi". Dedim. Fırat bu sözlerimle kaşlarını "sus" der gibi havalandırırken gözlerime sert bir şekilde bakıp Murat'a "Tamamdır koçum. Sağol tekrar. " Diyerek telefonu kapatıp kulağından indirirken , "Ya niye buraya getirmesini söylemedin?" Diye sordum çatılan kaşlarımla. Fırat'ın da kaşları çatılmışken, "Gecenin bu vakti sarhoş bir adamı buraya mı getirtecektim Hazan? " Dedi sert sesiyle. "O adam " dediğin benim kuzenim" dedim. "Getirtebilirdin. "

Fırat sert bir nefesi alıp verirken, "Yavrum astımın var senin. Alkol kokusu tetikliyor. Olmazdı. " Bunu nereden bildiğini zihnimde sorgularken, "Varsa var" dedim. Tamam alkol kokusu İstanbul'da annem evde içerken de çok kötü yapıyordu beni ama bir şekilde halledebilirdim. Ayrıca Fırat'ta sigara içiyordu. Şimdiye kadar yani birlikte olduğumuz günden beri hiç içerken görmemiş ya da üzerinde kokusunu almamış olsam da eskiden içerken görmüşlüğüm vardı. "Hallederdim bir şekilde. " Derken Fırat, "Ben halledemem. " Dedi sert ve baskın sesiyle. "Senin, kuzenin olsa dahi ben dışında bir erkekle aynı evde tek başına kalmanı ben ne kafamda ne içimde halledemem. "

Fırat'ın bu kıskançlığına bıkkınca bir nefes alıp verirken bir ayağımı yere vurup, "Ya kardeşim o benim. " Dedim. Fırat ise sert bir nefesi alıp verirken hafif yükselen sesiyle, "Sende sevdiğim kadınsın benim! Bu konu tartışmaya kapalı, bitti!" Dedi. Gözlerimi gözlerine dikip birşey söylemek için ağzımı açarken birden vazgeçtim. Dudaklarımı birbirine bastırıp sustum. Gözlerimi Fırat'ın çatık kaşlarının çevrelediği öfkeli gözlerinden çektim. Fırat'la tartışmak istemiyordum. O beni hep sevsin, öpsün, koklasın bütün istediğim buydu. Onunla tartışırken kendimi kötü hissediyordum. Karşıma aldığım, tartıştığım kişi Fırat değilde bütün dünyaymış gibi bir yalnızlık sarıyordu içimi. Ve ben bütün dünyaya güç yetirebilirmişte bir Fırat'a yenilirmişim gibi küçülüyordum karşısında. Her zerresiyle sevdiği birine neden savaş açar ki insan? Yenileceğini bile bile...

Bu yüzden kendi içimde ateşkes ilan edip usulca aldığım nefesi geri verdim. Gözlerim, göbeğimin üzerine kadar sarkan, künyede gezinirken Fırat'la aramda olan iki adımlık mesafeyi kapatıp kollarımı geniş gövdesine doladım. Fırat'ta kollarını hiç bekletmeden bedenime sararken yine kaslı ve güçlü kolları arasında küçücük kalmıştım. Bunu çok seviyordum işte; her ne olursa olsun ona sarıldığım an hemen beni bağrına basıyordu.

Ona biraz daha sokulup kokusunu içime çektim. Fırat bu hareketimle beni biraz daha kendine çekip, "Noldu? " Diye sordu sorgulayıcı bir sesle. " Seninle tartışmak istemiyorum." Dedim masum bir sesle. "Kötü hissettiriyor. Sanki çok yanlış birşey yapıyormuşum büyük bir suç işliyormuşum gibi. Çok huzursuz oluyorum. Sanki her tartıştığımızda birbirimizden biraz daha uzaklaşıyoruz. " Fırat bu sözlerimle saçlarımın arasına kokumu içine çekerek bir öpücük kondururken beni bağrına iyice bastırıp ," Şşş" dedi. "Olur mu yavrum öyle şey? Sabahta söyledim sana; elbette tartışıp kavga edeceğiz. Ben seni bu yüzden bırakmam." Mümkünü varmış gibi ona biraz daha sokulurken,"Bırakmaz mısın?" Dedim teyit etmek ister gibi. Fırat, "Bırakmam " dedi bastırarak. " Ayrıca yanlış yaptığın ya da suç işlediğin falanda yok. Sana uymayan , aklına yatmayan birşey söyleyip yaptığımda ya da yaptığında, ben her ne kadar bundan hoşlanmasam da, tabii ki de tartışacağız. Birimizin ak dediğine öbürü kara diyecek. Ben seni böyle sevdim. Böyle seveceğim. "

İçimden taşan sevgi gözlerimi doldururken, "Ya birgün yorulursan? " Dedim. "Beni böyle sevmekten? Ya birgün akımızla karamız birbirine karışırsa?" Fırat sanırım bu halime sıkıntılı bir nefes alıp verirken,"Karışmayacak" dedi net bir sesle. "Ben hayatımda daha önce hiçbir şeyden bu kadar emin olmadım yavrum. Ne yorulması lan? Benim dünyam senin gözlerinde dönüyor. Ben o gözlere bakmadan yaşayamam. " Dolan gözlerime tezat sevdiğim adamın göğsünde kocaman gülümserken başımı göğsünde kaldırıp yüzüne baktım. Fırat'ta bana derin derin, kara gözlerindeki gökyüzünde parlayan yıldızlarla bakarken, "Eğil" dedim. Fırat bu emrimle belli belirsiz gülümserken yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Belindeki kollarımı çözüp yüzünü avuçlarımın içine alıp onu biraz daha kendime çektim. Fırat alev alev yanan kara gözleriyle yüzümü tararken önce sol yanağını öptüm. Dudaklarımı bir süre orda bekletip kokusunu içime çekerken diğer yanağına geçtiğimde Fırat belimdeki kollarıyla beni iyice kendine çekmişti. Ardından da dudaklarını öpmeden önce yüzüne baktığımda gözleri kendinden geçmişcesine kapalıyken kaşları da onu öpüşümden zevk alıyormuş gibi çatıktı. Daha fazla beklemeden dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Niyetim öpüp geri çekilmekti lakin Fırat'ın dudaklarım dudaklarına değdiği an üst dudağımı dudaklarıyla kavrayışı bizi yoğun bir öpüşme halinin içine sokmuştu.

Fırat dudaklarımı, beni iyice kendine çekip bedenlerimizi bir bütün haline getirirken, emip çekiştiriyor dahasını ister canımı yakmadan ısırıyordu. Bense Fırat'ın uzun boyu sebebiyle Ona yetişemiyor ve tam anlamıyla karşılık veremiyordum. Fırat'ta bunun farkına varmış olmalı ki dudaklarımızı ayırmadan beni kalçalarımın altından tutup kucağına alırken çıplak bacaklarımı sıcak ve büyük elleriyle ayırıp beline sarmıştı. Bu hareketiyle aynı boya geldiğimizde kollarımı boynuna dolayıp Fırat'ın öpüşlerine elimden geldiğince karşılık vermeye başladım. Bu Fırat'ı daha da hoyratlaştırırken öpüşme seslerimizin arasına Fırat'ın erkeksi iniltileride karışıyordu. Kadınlığımda yine bir sızı başlarken kendimi Fırat'a iyice bastırdım. Bu hâle birden nasıl geldiğimizi anlayamazken Fırat'a yetişmekte güçlük çekiyordum. Bir süre daha beni böyle öpmesine izin verirken onunla daha fazla başa çıkamayacağımı fark ettiğimde Fırat'ın yüzünü avuçlarımın arasına alıp dudaklarımı dudaklarından çektim. Dudaklarımızın arasında açılan milimlik mesafede gözlerimi araladığımda uzun kirpiklerim Fırat'ın yüzüne değmiş ve O da benimle eş zamanlı gözlerini açmıştı. Bu yakınlıkta o çok sevdiğim kara gözlerinin nasıl zifiri karanlığa bürünüp harıl harıl yandığını görürken derince yutkundum. Fırat ise hiç beklemeden dudaklarımızın arasına açtığım mesafeyi kapatırken kendimi geri çektim. Başımı başka tarafa çevirip kesik kesik aldığım nefesler arasında, "D...dur" dedim. Fırat'ta benim gibi kesik kesik nefesler alıp verirken dudaklarını ona çevirdiğim yanağıma bastırıp, "Yavrum" dedi nefes nefese, inler gibi. Derince yutkunup nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken alnımı Fırat'ın omzuna yasladım. O ise yüzünü boynuma gömerken morluğun üzerini kor gibi sıcak olan nemli dudaklarıyla koklayarak öptü.

Bir süre öylece kalıp nefeslerimi düzene sokmayı başardığımda Fırat boynumda kokumu soluyup duruyordu. Başımı Fırat'ın omzundan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlamadan önce saçlarının arasına kokusunu içime çekerek bir öpücük kondurdum. Fırat bu öpücükle beni daha sıkı sararken boynuma iyice gömüldüğünde başımı geri çekip, "Fırat" diye seslendim. Fırat boynumda derin bir nefes daha alıp, "Hazan'ım" derken , "Acıktım ben. " Dedim. Çünkü "indir beni, bırak Fırat" gibi şeyler söylersem bırakacak gibi değildi. İşler uzardı. Ama acıkışıma kıyamayacağını biliyordum ki öylede oldu. Fırat başını boynumdan kaldırıp , "Tamam yavrum." Diyerek beni yavaşça yere bırakırken ona gülümseyip arkamda kalan tezgaha döndüm. Sarma koymayı yarım bıraktığım tabağı elime alıp işime devam ederken Fırat yine gelip belime sarılmıştı. Hafifçe gülümseyip tıka basa sarma doldurduğum tabağı tezgaha bırakıp diğerini elime aldım. O tabağı da hızla doldururken Fırat çenesini başıma yaslamış beni izliyordu.

Doldurduğum tabakları elime alıp Fırat'a dönmek için meyil ettiğimde Fırat belimdeki kollarını çözüp buna müsade etti. Tabakları ona uzatıp, "Bunları masaya götürür müsün?" Dedim. Fırat birşey söylemeden tabakları elimden alırken masaya doğru ilerledi. Bende dolaba yönelip yoğurt kutusunu ve bir adet limonu alıp mutfak tezgahına döndüm. Mutfak dolabından bir tane iki tane kase alıp içine yoğurt koydum. Kutunun kapağını kapattığımda yanıma gelen Fırat yoğurdu alıp dolaba götürdü. Bende limonu kesmek için çekmeceden bıçak aldığımda Fırat gelip elimden almış ve, "Sen yoğurtları götür. Ben yaparım. " Demişti. Birşey demeden dediğini yapıp yoğurt kasetlerini alıp masaya koydum. Sonra da geri dönüp çekmeden iki çatal ve kaşık alıp masaya götürürken Fırat'ta limonları kesip geldiğinde masaya oturduk. O masanın başındayken bende sağ çaprazında oturuyordum. Ve bu an garipti.

Hafifçe içimi çekip Fırat'ın gözleri üzerimdeyken kaşığımı elime alıp sarmalarımın üzerine yoğurt döktüm. Ardından da çatalımı alıp yoğurtlu sarmalarımdan birini ağzıma alırken gözlerimi kapatıp yedim. Çok güzel olmuşlardı. Aldığım nefesi sesli bir şekilde geri verip gözlerimi açtığımda Fırat'ın hâlâ beni izlediğini hissederken gözlerimi ona çevirdim. Birkaç saniye göz göze kaldığımızda, "Ne?" Dedim. "Niye öyle bakıyorsun?" Fırat kara gözlerini yüzümde gezdirip oturduğu yerden kalkarken sandalyesini yanıma çekmişti. Tabağını da önüne alıp yanıma otururken dizi dizime değmişti. Bu küçücük temasla bile içimde birşeyler harekete geçerken birşey söylemeden yemeğimi yemeye devam ettim. Fırat ise sarmalarının üzerine limon sıkıp yemeye başladığında gülümsedim.

******
Saat gece yarısı bire gelirken Fırat iki tabak sarma yemiş bense daha birinci tabağımın yarısında, iştahsızlığım sebebiyle, tıkanmıştım. Lakin yine de Fırat'ın zorlamaları arasında tabağımı bitirebildiğimde sofrayı topladım. Şuan ise bulaşıkları sudan geçirip makinaya yerleştiriyordum. Fırat'ta balkonda bir telefonla konuşuyordu.

Tüm bulaşıkları makinaya yerleştirdikten sonra mutfak tezgahının üzerini temizleyip yemek masasını sildim. Sarma tenceresini dolaba koyup ardından da banyoya gidip elimi yüzümü yıkayıp çıktığımda Fırat'ta balkondan içeriye girmiş gözleri beni bulmadan öncede balkon kapısını çekip kilitlemişti.

Göz göze geldiğimizde ise Fırat beni baştan aşağı süzüp yanıma doğru, heybetli bedeni ve uzun boyuyla yürümeye başladığında bende ona doğru ilerledim. Köşe koltuğun yanında karşı karşıya geldiğimizde Fırat beni belimden tuttuğu gibi kucağına alırken kollarımı boynuna doladım. Fırat köşe koltuğa oturup geriye doğru yaslanırken bende başımı boynuna gömmüştüm. O sırada yüzüm Fırat'ın soğuk yüzüne değerken hafif ürpermiş lakin kendimi geri çekmek yerine Fırat'ı kendime doğru çekip kollarımı bedenine sararken sırtını elimle aşağı yukarı sıvazladım. Fırat ise beni iyice kendine çekip üşümüş olan yüzünü boynuma gömerken, " Yavrum sen beni ısıtmaya mı çalışıyorsun?" Diye sordu boğuk çıkan erkeksi sesiyle. Dudaklarımı saçlarının arasına kokusunu içime çekerek bastırırken, "Evet" dedim. "Üşümüşsün. Bu soğukta niye balkonda konuşuyorsun ki telefonda? " Fırat hiçbir şey söylemeden beni daha sıkı sararken hafifçe içimi çekip bir elimi saçlarına çıkarıp usul usul sevdim. O ise boynumda derin derin nefesler alıp veriyordu. O an canının birşeye sıkkın olduğunu hissettim. Neyi olduğunu sorup sormamak arasında kalırken, "Sana ıhlamur yapayım mı?" Diye sordum birden. "İçin ısınır. "

Fırat boynuma sıkı bir öpücük kondurup içini çekerken, "İstemiyorum yavrum. " dedi. " O zaman başka birşey iste onu yapayım." Dedim. " Çay , kahve , yeşil çay, kuş burnu , dibek kahvesi." Diye fikirlerimi sıraladığımda Fırat, başını boynumdan kaldırıp yanağımı öperken, "Hiçbir şey istemiyorum. " Dedi. "Seni istiyorum sadece. Biraz böyle kalalım. "Hafifçe içimi çekip başımı Fırat'ın başına yaslarken, "Tamam. " Dedim usulca. Ve Fırat'ın da istediği gibi bir süre öylece kaldık. Ama ben huzursuzdum. Fırat'ta birşey vardı ve ben bunu hissediyordum. Yine de kar taneleri gökyüzünden mütemadiyen olduğu gibi yeryüzüne süzülürken, akrep yelkovanla dans ederken , kalp atışlarım Fırat'ınkilerle yarışırken sevdiğim adamın saçlarını sevip, kokusunu soluyup sessizliğe boyun eğdim.

Lakin bir süre sonra yavaş yavaş uykum gelmeye başladığında başımı Fırat'ın başından ayırıp omzuna koyarken, "Fırat" diyerek sessizliği bozdum. Fırat yüzü boynuma gömülü bir haldeyken, "Yavrum. " Dedi boğuk ve fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle. Hafifçe yutkunup, "Benim olduğu gibi seninde geçmişinde ya da bugününde bana anlatmadığın şeyler var, dimi? "Dedim. " O yüzden böyle sıkıntılısın bugün?"

Fırat bedenime sarılı olan kollarını mümkünü varmış gibi biraz daha sıkılaştırıp burnunu kulağımın altına dayayıp kokumu içine çekerken, "Anlıyorsun. " Dedi. Lakin bu tek kelime öyle bir dökülmüştü ki dudaklarından sanki "beni daha önce kimse anlamadı " der gibiydi. Sevdiğim adama iyice sokulup koca bedenini onun beni sarıp sarmaladığı gibi sarıp sarmalamaya çalışırken, "Anlıyorum. " Dedim. "Sevdiğim adamsın sen benim. Anlatırsan dinlerim. Yapabileceğim birşey varsa yaparım."

Kulağımın altına kokumu içine çekerek kondurduğu öpücüğün ardından Fırat , "Sen hep böyle yanımda ol bana yeter. " Dedi. " Zamanı gelince herşeyi anlatacağım sana. "

"Tamam" dedim. Ve yine sessizliğe büründüğümüzde uyku iyiden iyiye bastırırken gözlerimi kapattım. Fırat ise usul usul sırtımı ve saçlarımı severken mayışmaya başlamıştım. Biraz daha böyle kalırsam uyurdum. Ben uyursam Fırat gider mi bilemediğimden usulca içimi çekip, "Fırat" dedim uykulu bir sesle. Fırat başı boynuma gömülüyken dudaklarının arasından, "Hı?" Diye erkeksi bir mırıltının dökülmesine izin verdiğinde onunda mayıştığını fark ettim. Ve, "Gitsen mi artık?" Dedim. Fırat bu sözlerimle beni daha sıkı sararken derin bir nefes aldı. Ve , "Gitmeyeceğim" dedi. Aldığım bu cevapla anlık bir afalladığımda, "Ne demek " gitmeyeceğim" Fırat? " Dedim başımı omzundan kaldırıp , açılan uykumla, yüzüne bakarken. Fırat ise gözlerime bakıp yüzüme dökülen saçlarımı eliyle severken, "Gitmeyeceğim yavrum" dedi. "Yine kabus falan görürsün, korkarsın birşey olur. Seni yalnız bırakamam ."

Bıkkınca içimi çekip, "Çocuk muyum Fırat ben?" Dedim. "Ayrıca kabus falanda görmem. Gitmen lazım. Canan teyzeye ayıp oluyor. " Fırat parmaklarıyla sevdiği saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp elini yanağıma koyarken yüzümü usul usul severek, "Kimseye ayıp olduğu yok. Yavrumsun sen benim. Benim sorumluluğumdasın. " Dediğinde, "Emin misin kimseye ayıp olmadığından? " Diye sordum. " Birlikte olduğumuz günden beri her akşam gece yarılarına kadar benim yanımdasın. Ben şikayetçi değilim ama Canan teyze neredeyse bir haftadır akşam yemeklerini tek başına yiyor evde. Benim yüzümden seni doğru düzgün göremiyor bile. "

Fırat'ın kaşları sözlerimle hafiften çatılırken yüzümdeki elini belime koyup sıkıntılı bir nefesi alıp verdiğinde,"Hazan" dedi. "Ben senden önce o evde kalmıyordum zaten. Askeriyenin lojmanında kalıyordum. Buraya arada bir uğruyordum sadece. Beni bu apartmana bağlayan tek şey sensin. "

Kaşlarım anlamadığım için hafiften çatılırken, "Nasıl yani?" Dedim. Fırat gözlerime bakıp, "Şimdilik bu kadarını bil. "Dedi. "Zamanı gelince herşeyi anlatacağım sana. " Aldığım nefesi geri verip başımı onu onaylarcasına salladım. Fırat ise beni kendine çekip alnımı öperken, "Aferin benim yavruma" dedi. Hafifçe içimi çekip ona sokulurken, "Fırat" dedim usulca. O ise, "Yavrum" derken, "Şey..." Dedim. Fırat, "Ney?" Dediğinde yutkunup, "Sen...burda otursan bende ..." Diyip yine duraksadığımda Fırat, "Sende ne yavrum? Taksit taksit söylemesene ne söyleyeceksen." Dedi.

"Bende duş alsam olur mu?' diye sordum utana sıkıla. Fırat ise beni iyice kendine çekip sarılırken, " Olur" dedi. Bende kendimi ondan geri çekip, "Tamam o zaman " dedim ve geniş omuzlarından destek alıp kucağından kalkmak için yükseldiğimden Fırat beni birden üzerine çekip boynumu sıkıca öperek bıraktı. Bense anlık bir afallasamda kendimi toparlayıp hızla kucağından kalkıp odama girdim.

*******
Kısa bir duşun ardından uzun dalgalı saçlarımı kurutup beyaz, üzerinde küçük siyah çiçekleri olan şortlu geceliğimi giydim. Aynanın karşısına saçlarımı düzeltip vücudumu kremlerken odamın kapısı çaldığında Fırat'ın, "Yavrum müsait misin?" Diyen sesi kulaklarıma doldu. Aynada kendimi süzüp, "Gel" dedim. Fırat kapıyı açıp odaya girdiğinde heyecanlansam da bozuntuya vermeden vücudumu kremleme işini bitirirken Ona döndüm. Fırat ise beni baştan aşağı süzüp yanıma gelirken gözlerindeki yoğunluk utanmama sebep olmuştu. Gözlerimi kaçırıp yutkunduğumda Fırat karşımda durup içini çekerken beni birden kucağına almıştı. Bense reflekse bacaklarımı beline, kollarımı da boynuna doladığımda Fırat boynumu kokumu içine çekerek peş peşe sıkı bir şekilde öperken, "Ne tatlı olmuşsun sen böyle." Dedi dişlerini sıkarak dolu dolu. "Kokuna ölürüm senin."

Fırat sıcak ve büyük ellerini sırtımda ve çıplak belimde gezdirip okşarken boynumu öpüp kokluyor beni kendine bastırıp duruyordu. Bense ona iyice sarılmış başımı boynuna gömmüştüm. Fırat bulunduğu yerde hareketlenip yatağa doğru ilerlerken benimle birlikte yatağa uzandı. Yorganı belime kadar çekip beni öpüp koklayıp sarışları arasında ,"Yavrum" dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle. Bende ona mümkünü varmışcasına iyice sokulurken, "Fırat'ım" dedim uzatarak.

Ardından da huzurlu bir geceye daha , sevdiğim adamın kollarında, gözlerimi kapattım.

💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧

  


Loading...
0%