Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@yikim2024

Hep bir kargaşadır hayat.
Gürültüde kendini duyabilenlere dinlenme şansı sunar.
💧💧💧💧
Şırnak'ta güneş doğmuştu. Bütün gece uyuyamamıştım. Başka yerlerde kaldığım zamanlar yerimi yadırgardım. Bulunduğum odanın penceresini açtım. Sessiz , sakin sokağı izledim bir süre. Şehir daha yeni yeni uyanıyordu. Apartmanın çaprazında ki fırın çoktan açılmış, ekmekler raflara dizilmiş, o huzur veren ekmek kokusu mahalleyi çoktan sarmıştı. Apartmanın önündeki yüksek duvarda bir kedi geziniyor, karşı kaldırımda bir köpek uyukluyordu. Mesaileri erken başlayan insanlar evlerinden çıkarken uykulu yüzleri uzaktan bile seçiliyordu. Herkesin kendine göre bir hikâyesi vardı. Babam " her insan tek başına bir dünyadır. Bu yüzden bir insanı üzmek aynı zamanda bir dünyayı yıkmak demektir." Derdi. Kaç dünya yıkılacak bugün? Bilmiyorum.

Mutfaktan gelen tıkırtılarla üzerimi değiştirip mutfağa geçtim. Canan hanım ocağa çay suyu koymuştu. Korkutmamak için boğazımı temizleyerek varlığımı belli ettim. Beni fark edince gülümsedi ve
- Günaydın güzel kızım. Ben mi uyandırdım? Dedi endişeyle. Başımı olumsuz anlamda sallayarak
- Hayır. Çoktan uyanmıştım , dedim.
Yine bir endişeyle
- Rahat mı edemedin? Dedi.
- Hayır hayır . Genelde erken uyanırım.
Doğruydu aslında. İstanbul'da işim gereği genelde erken uyanırdım.
- Peki madem öyle olsun. Bizde Şırnak'ta güne erken başlarız.
Gülümsedim sadece. O da gülümserken
- Eee kahvaltı da ne yapalım? Diye sordu.
- Siz bilirsiniz. Ben pek yemek seçmem.
Canan hanım kaşlarını çatıp
- Siz mi? O kim? Dedi.
Söylediklerini anlamaya çalışırken
- Bana "Canan teyze" diyeceksin. Burası adliye değil. Bu kadar resmiyete gerek yok , diyerek neşeli bir kahkaha attı. Tuhaf biriydi. Kahkahası son bulunca
- Hadi fırına gidip ekmek al , dedi.
- Tamam , dedim gülümseyerek. Mutfaktan çıktım. Bugün siyahlara bürünmüştüm. Siyah deri ceketimi giyerken Canan hanım bana para uzattı. Yüzüne "saçmalamayın" der gibi bakıp itirazlarını duymazdan gelerek evden çıktım. Havada sabah serinliği ve hafif bir meltem vardı. İçime derin bir nefes çekerken tebessüm ettim.
Apartmanın önündeki nakliye aracı dikkatimi çekerken fırına doğru ilerledim. Fırından içeriye girdiğimde taze ekmek kokusu kendini daha çok belli ederken içeride beni güler yüzüyle karşılayan fırıncı amca benimde tebessüm etmeme sebep oldu.
- Hosgelmişsin kızım.
- Hoşbuldum. Üç ekmek alabilir miyim?
- Hemen yavrum.
Ekmekleri poşetlerken bana sorular sordu.
- Seni daha önce hiç buralarda görmedim. Yenisin?
- Evet. Dün geldim.
- Buralarda oturursun?
- Sayılır.
- Hoşgelmişsin tekrar kızım. Afiyet olsun, diyerek ekmekleri uzattı. Bende "hayırlı işler" dilerken fırından çıktım. Apartmana ilerlerken apartmanın önünde Fırat'ı bir adamla konuşurken gördüm. Onlara yaklaştıkça duyduğum konuşmalarından adamın taşınacağını anladım. Sanırım kapının önündeki nakliye aracı da bu adam için gelmişti. Adam orta yaşlıydı. Fırat adama "abi " diyerek hitap ediyordu. Ben onlara yaklaştıkça Fırat beni fark edip bana döndü. Öylece yanlarından çekip gidemeyeceğim için ortaya bir "günaydın" dedim. Fırat çatık kaşlarıyla bakarken yanındaki adam
- Günaydın , dedi. Yanlarından geçip apartmana girdim. Kapıyı çaldığımda Bahar açmıştı. Kucağında Elif vardı. Neşeyle
- Günaydın, derken ona aynı şekilde karşılık verdim. Bahar elimdeki ekmeği alırken yere eğilip botlarımı çıkardım. O sırada Bahar arkama bakıp
- Günaydın abi , dedi. Ben içeriye girerken Fırat'ta ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. Ev mis gibi yumurtalı ekmek kokuyordu. Üzerimdeki deri ceketi çıkarıp Bahar'la beraber mutfağa ilerlerken Fırat'ta elini yıkamak için lavaboya gitti. Mutfağa girdiğimizde Canan hanımın yanında otuzlu yaşlarda olan bir adam vardı. Siyah saçları, açık kahverengi gözleri, sakallı suratıyla karşımda gördüğüm bu adam ne çok tanıdık ne de çok yabancıydı. Kızarmış ekmekleri Canan hanımın koyduğu tabaktan almaya çalışırken Canan hanım "ay dur evladım. Bitirdin hepsini "diyordu. O sırada Bahar bana hitaben
- Harun , eşim. Ankara'da ki üniversiteden. Belki görmüşsündür , dedi.
Harun bize dönerken beni gördü ve birkaç adımla yaklaşıp, tebessüm ederek elini uzattı.
- Merhaba ben Harun Soydan. Bahar'ın eşiyim.
Bu isim tanıdık geliyordu. Aynı tebessümle karşılık verip uzattığı elini sıktım .
- Merhaba bende Hazan Hilal Türkoğlu. Bahar'ın...
- Biliyorum arkadaşısınız. Sizden çok bahsetti.
Gülümsedim ve ellerimizi ayırdım. Fırat mutfak kapısında belirirken Canan hanım kızarmış ekmeklerin olduğu tabağı eline alıp "hadi sofraya" dedi. Hepimiz salondaki yemek masasına geçerken telefonum çaldı. Cebimdeki telefonu alıp "kusura bakmayın" diyerek açtım. Salih eniştem arıyordu.
- Efendim enişte.
- Merhaba Hazan. Rahatsız ettim ama Ecrin çok ağlıyor. Neyin var diye soruyorum ama ısrarla seninle konuşmak istedi. Ecrin'e veriyorum.
Şaşırmıştım. Ecrin yaşına göre olgun bir kızdı. Birşey istiyorsa bunun için ağlamaz daha makul davranmayı bilirdi.
Telefonda Ecrin'in ağlamaklı sesini duydum.
- Teyze?
- Efendim güzelim?
- Bekle odama geçmem lazım.
Onun bu sözleri üzerine bende kaldığım odaya geçtim. Önemli birşey vardı besbelli.
Birkaç hışırtı sesinden sonra kapı kapanma sesiyle tekrar Ecrin'in sesini duydum.
- Teyze?
- Ecrin ne oluyor? Söyle artık güzelim.
- Teyze... Dün...
Odanın içinde bir sağa bir sola gezerken gerilmiştim.
- Dün ne Ecrin? Ne oldu?
Hıçkırdı. İçime birşey oturdu o an.
- Teyze dün annem...annem beni parka götürdü. Sonra...bir adam geldi. Annem de bana " sen git salıncakta sallan" dedi. Ben salıncaklara gittim. Salıncakta sallanırken anneme bakıyordum. Sonra o adam ...
Sustu yine. Buraya kadar fısıldayarak anlattığı bu hikaye beni korkutuyordu.
- Sonra , dedim sakince.
- O adam annemi öptü...ağzından.
Başımdan aşağı kaynar sular dökülürken yatağa çöktüm.
- Annen...annen peki yani ne yaptı?
- Hiç... hiçbir şey. Sonra biz eve döndük. Annem kolumu tuttu. Çok acıdı canım. Annemin elinde sigara vardı. Eğer gördüklerimi babama ya da başka birine anlatırsam...
Devamını anlamıştım.
- Ta...tamam Ecrin. Annen nerede şimdi? Evde mi?
- Hayır. Anneanneme gitti. Babamda beni kreşe bırakacak. Teyze ben çok korkuyorum. Babama söylemeli miyim?
- Sakın. Şimdilik kimseye birşey söyleme. Ben halledeceğim. Korkma da. Güven bana.
- Teyze seni çok seviyorum.
- Ben seni daha çok. Görüşürüz öpüyorum.
- Bende öpüyorum hemde kokulu kokulu.
Buruk bir gülümsemeyle telefonu kapattım. Ne yapmalıydım? Beynim durmuştu sanki. O sırada odanın kapısı açıldı ve Bahar göründü. Ağzını açmış birşey söyleyecekken nasıl görünüyorsam artık hızla yanıma gelip
- Hazan iyi misin? Dedi endişeyle.
O an nefesimi tuttuğumu fark ettim. Derin derin nefes alırken Bahar daha da endişelendi.
- Hazan astım ilacın nerede?
Derin nefeslerim arasından zar zor "çantam" diyebildim. Nefeslerim sıklaşmaya devam ederken Bahar odanın içinde gözlerini gezdirip
- Çantan nerede? Dedi telaşla.
- Vestiyer , dedim. Bahar odadan koşarak çıkarken diğerlerinin "Bahar ne oluyor" diyen seslerini duydum. Saniyeler içerisinde herkes odaya doluşurken Bahar'da astım spreyini getirip ağzıma dayadı. Fırat'ta camı açarken Canan hanım gözümdeki yaşları silip " ah kuzum" diyordu. Harun ise kucağında Elif'le kapının önünde dururken
- Alerjik astım mı? Diye sordu. Bahar benim yerime onu onaylarken ağzıma birkaç kez daha ilacı sıktı ve çekti. Nefeslerim yavaş yavaş düzelirken Canan hanım saçlarımı okşuyordu. Fırat çatık kaşlarıyla yüzümü tararken ağlamak istedim. Kendime , Ecrin'e, birbirine anne sevgisizliğiyle bağlanan kaderimize hıçkıra hıçkıra, avaz avaz ağlamak istedim.
Derin bir nefes aldım. Yutkundum. Gözlerimi sıkıca kapatıp geri açtım.
Şimdi değildi.
Ortamdaki sessizliği Bahar bozdu.
- Ne oldu Hazan? Niye kriz geçirdin?
Ona döndüm sakince.
- Birşey yok.
- O yüzden mi kriz geçirdin? Birşey yok diye mi?
Cevap vermedim . Öylece baktım yüzüne. Bahar ise yeni bir soru sordu.
- Bundan önceki astım krizin ne zaman oldu?
- Sizin bize geldiğiniz akşam. Siz gittikten sonra.
Kaşları çatıldı.
- Kaç kere oldu?
Ruhum çekilmiş gibiydi. Sakince cevap verdim.
- İki.
O sırada söze Fırat girdi.
- Uçakta da oldu , sesi sertti. Ona dönmedim.
Bahar'ın kaşları daha da çatıldı.
- En son ne zaman doktora gittin?
Çok oluyordu. Bir iki yıl belki.
- Bir yıl olmuştur.
- Hazan iyi misin? Hastalığın iyi mi? Bak biliyorsun böyle devam ederse hastaneye yatman gerekebilir.

İyiydim.
Gülümsedim ve elimi tutan elinin üzerine diğer elimi koydum. Değer görmek sık rastladığım birşey değildi.
- İyiyim Bahar. Altı yıl önceki gibi değilim. Daha iyiyim. Spor yapmak , şarkı söylemek iyi geldi yıllar içinde. O yaşadığım astım ataklarının da bir sebebi var. Durduk yere olmadı hiçbiri.
- Emin misin? İstersen gel hastaneye bakalım.
- Gerek yok iyiyim.
Canan hanım ve diğerlerine baktım.
- Özür dilerim. Sizi de telaşlandırdım. Benim yüzümden kahvaltınızı yapamadınız, dedim mahcubiyetle.
Canan hanım elini elimin üzerine koyarken
- Olur mu yavrum öyle şey? Yapar yeriz yine. Senden önemli mi? Dedi.
Gülümsedim.
- Sağolun ,diyebildim sadece. Astım krizi geçirirken "odana git. Rahatsız oluyorum hırıltılarından" diyen bir annem vardı benim. Ama bu insanlar endişe ediyorlardı benim için. Karşı duvara yaslanmış çatık kaşlarıyla bana bakan Fırat bile endişelenmişti. Oysa ki daha ne kadar süredir tanıyorlardı beni? Dün bir bugün iki.
Bahar konuşmaya başladı.
- Hazan belki sırası değil ama birşey söyleyeceğim.
Söylediklerini anlamaya çalışırken kaşlarım çatıldı.
- Söyle.
- Bizim üst katta ki komşumuz Kemal abi taşınıyormuş.
Sabah kapıda gördüğüm adamdan bahsediyordu galiba.
- Bizde sen telefonda konuşurken düşündük ki : acaba sen onun boşalttığı daireye mi taşınsan? Hem yakın oluruz hem de bir sorun çıkarsa birbirimize yardımcı oluruz. Ne dersin?
Şaşırmıştım. Böyle birşey beklemiyordum. Saklamam gereken şeyler vardı. Sırlarım. Onlara, üstüne üstlük içinde asker olan bir aileye, yakın oturmak beni zor duruma düşürebilirdi. Kararsızdım.
- Bilemedim ki şimdi.
- Bilemeyecek ne var Hazan? Sen ev aramıyor musun?
- Arıyorum ama...
- Ama ne? Al mis gibi ev işte. Hem öyle her yerde kalamayacağını biliyorsun Hazan.
- Peki , dedim usulca.
Bahar mutlu olurken bende sevinmiştim aslında.
- Ha şöyle! Şimdi hep beraber kahvaltımızı edelim. Sonra da eve bakar , temizliğini yapar , dayar döşeriz.
Canan hanımın bu sözleri üzerine Bahar
- Alışveriş kısmında ben Hazan'a yardımcı olurum , dedi.
Canan hanım Bahar'a bakıp şakayla karışık
- Anca harcamayı bilirsin zaten, dedi.
Harun'da Canan hanımı destekleyerek
- Aynen anneciğim, dedi.
Bahar'da gerçek olmadığı belli olan bir alınganlıkla
- Aşk olsun, derken ben gülümsedim. Canan hanım şen kahkahalarından birini attı. Fırat ise hiç istifini bozmadan öylece duruyordu.

Çok güzel bir aileydiler. Umarım sonsuza dek böyle kalırlardı.

~~~~~~~

Kahvaltıyı yaptıktan sonra Fırat askeriyeye , Harun ise hastaneye geçmişti. Canan hanım sofrayı toplarken Bahar ve bende üst kata çıkmış eve bakıyorduk. Ev güzeldi. Kapıdan girince yerde gri parkeler vardı, sağda Amerikan tarzı mutfak , solda iki kapı vardı. Salon orta boyutta bir salondu. Balkona açılan bir kapı mevcuttu. Eşya yoktu. Salonun içinde bir ahşap merdiven vardı ve çatı katına çıkıyordu. Çatı katında ise bir oda daha vardı . Odanın önünde boş bir alan , yerden tavana kadar uzanan bir cam pencere vardı. Bu pencerenin manzarası bana Şırnak ayaklarımın altındaymış gibi hissetirmişti. Buraya güzel renkli koltuklar , bir orta sehpa ve kütüphane koyabilirdim. Kısaca evi çok beğenmiştim.
Bahar
- Nasıl evi beğendin mi? Diye sordu.
Ona dönüp
- Bayıldım, dedim.
Bahar gülümserken
- O zaman tutuyorsun?
Başımı salladım.
Bahar
- O zaman Nurettin amcayla konuşalım, derken çatı katından salona iniyorduk. Açık olan daire kapısına doğru ilerlerken karşı daireden Necla hanım çıktı. Bahar kulağıma doğru
- Söylemeyi unuttum. Necla teyzeyle kapı komşusu olacaksın , dedi.
Benim için bir sorun teşkil etmiyordu bu durum.
- Sorun yok , dedim.
Necla hanım bize yaklaşıp
- Kızlar ne yapıyorsunuz burada? Diye sordu.
Bahar
- Hazan burada kalacak da o yüzden eve bakıyoruz , derken Necla hanım bu durumdan pek memnun görünmüyordu.
- Öyle mi? Kemal Bey'in taşınması size yaradı desenize.
Bahar ona cevaben
- Ya öyle oldu Necla teyze , dedi. Sesi imalıydı.
Necla hanım elindeki pazar arabasıyla asansörün tuşuna basarken
- Neyse iyi günler size. Ben pazara gidecektim. Geç kalmayayım, dedi ve gelen asansöre binerek gözden kayboldu.
Bahar dairenin kapısını çekip anahtarla kilitledi. Bir alt kata ineceğimiz için merdivenleri kullanırken Bahar
- Hiç sevmiyorum şu kadını. Abim senden hoşlanır diye korkusuna elinden gelse seni Şırnak'tan gönderecek , dedi.
Şaşkınca
- Saçmalama , dedim.
- Ne var kızım? Olabilir yani olsa ben mutlu olurdum.
- Saçmalama Bahar. Sakın bir daha böyle birşey söyleme.
Sesim sert çıkmıştı. Huzursuz olmuştum. Birinin bunu duyma ihtimali beni tedirgin etmişti. Olmazdı. Niyesi nasılı yoktu.
Bahar
- Aman be! Tamam demedik birşey, derken onların dairesinin karşısındaki dairenin kapısını çaldı. Kapıyı ellili yaşlarında gözünde ipleri olan gözlüğüyle kilolu bir adam açtı.
Çatık kaşlarından agresif olduğu belli olan bu adamdan hoşlanmamıştım.
Bahar
- Merhaba Nurettin amca , derken adam bana dönüp
- Evi kiralıyor musun? Diye sordu.
- Evet , dedim.
- O zaman kirayı konuşalım. Ev kirası 2.650 lira. Depozitoyu da beş aylık kira olarak istiyorum.
Sinirle güldüm.
- Siz ne diyorsunuz beyefendi? Bu kadar depozito isteyemezsiniz.
Adamın kaşları iyice çatılırken
- Ne kadar depozito isteyeceğimi sana mı soracağım?! Beğenmezsen tutmazsın! Dedi.
- Beğendiğim için değil ihtiyacım olduğu için tutuyorum. Borçlar kanununa göre depozito olarak en fazla üç aylık kira bedeli isteyebilirsiniz. Fazlası sizi hukuki olarak şikayet etmemi gerektirir. Ayrıca ev küçük. İstediğiniz kira eve göre fazla.
Adam sinirle
- Sen kimsin de bana ait mülke ne kadar fiyat biçtiğimi sorguluyorsun?! Derken elimi adama uzatıp sinir bozucu bir gülüşle
- Terörle mücadele savcısı Hazan Hilal Türkoğlu. Memnun oldum, dedim.
Adamın öfkeli yüzü kendini şaşkın bir hâle bırakırken aynı zamanda beti benzi atmıştı.
Sıradan bir mesleğe sahip olsaydım bana bir çöpmüşüm gibi davranacak olan bu adamın rütbemi öğrenip bana minnet edecek olması midemi bulandırıyordu. Oysa ki hepimiz insandık. Çöpçü de olsak doktor , hakim ya da herhangi birşey. Hepimiz barınma ihtiyacımızı karşılamak zorundaydık ve insan insana bunu yapmamalıydı. İnsan icadı olan para ne korkunç bir şeydi? Ve insan ne cahil bir varlıktı ki kendi icat ettiği şeyin kölesi olabiliyordu?

Adam zar zor gülümsemeye çalışarak
- Baştan söylesene kızım, dedi.
- Ne olurdu baştan söyleseydim? Bu kadar yüksek fiyat vermez miydiniz? Savcı olmam beni diğer insanlardan üstün mü kıldı?
Adam ne diyeceğini bilemez bir ifadeyle gözlerini kaçırırken derin bir nefes alıp
- Kirayı verdiğiniz fiyatla öderim ama depozitoyu üç aylık kira bedeli veririm. Kontratı da istediğiniz zaman gelir imzalarım, diyerek arkamı dönüp Bahar'ların dairesine doğru ilerledim. Bahar'da peşimden gelirken bir süre sonra karşı dairenin kapısı kapandı. Bahar
- Rüzgar gibi estiniz savcım, derken
- Sadece hakkımı savundum. Bütün insanların gerektiğinde yapması gerektiği gibi , dedim. Bahar gülüp kapıyı çaldı. Canan hanım üzerinde çiçekli mutfak önlüğüyle kapıyı açarken ben içeriye girdim. Ev için Bahar'la çarşıya gidecektik. Bahar kapıda beklerken ben kaldığım odaya girip bavuldan silahlarımdan birini alıp belime taktım. Üzerini siyah tişörtüm ve deri ceketimle kapatırken bir adet astım spreyi ve siyah sırt çantamı alarak evden çıktım.

Apartmanın önündeki arabama binerken belimdeki silah rahatsız ettiği için torpidoya koydum. Bahar ürkmüş bir yüzle
- Silaha ne gerek var Hazan? Diye sordu.
- Her an herşey olabilir Bahar, dedim.
Arabayı çalıştırıp yola koyulurken Bahar bana gideceğimiz mobilya mağazasını tarif ediyordu. On dakikalık bir yolculuğun ardından mağazanın önünde durduk. Bahar arabadan inerken bende silahımı alıp arabadan indim.
Mağazanın içine girdiğimizde çalışanlardan biri gelip
- Hoşgeldiniz. Nasıl yardımcı olabiliriz? Dedi.
- Hoşbulduk, ben gri renk bir köşe koltuk , ahşap bir orta sehpa , birde çift kişilik bir yatak istiyorum, dedim.
Çalışan bana şaşkınca bakarken Bahar'da
- Bir gezseydik, dedi.
- Gerek yok. Zaten tek kişi yaşayacağım şimdilik bunlar yeter. Diğer eksikleri de yavaş yavaş hallederim.
Bahar itiraz ederek
- Olmaz öyle. Herşeyi şimdi halledeceğiz. Ben sırf bu alışveriş için hastaneden izin aldım.
Bahar'a karşı koymak mümkün değildi ve pes etmiştim.
Gri bir köşe koltuk takımı, ahşap rengi yuvarlak bir orta sehpa, ahşap rengi dört kişilik bir yemek masası, çift kişilik bir yatak, beyaz bir televizyon ünitesi, iki tane büyük ahşap kitaplık, çatı katı için biri gri biri hardal sarısı berjer , yine çatı katı için ahşap rengi bir kitaplık, iki tane de gri üzerine sarımtırak şeritleri olan halı almıştık. Siyah ayaklı iki adet abajur , hardal sarısı koltuk yastıkları da evin süs eşyaları olarak Bahar tarafından seçilmişti.
Çalışanlar ürünlerin en geç bu akşam kapıda olacağını söylerken marangoza gitmek için mağazadan ayrıldık. Bahar aldığımız şeylerin ne kadar güzel olduğundan bahsederken mağazaya yakın olan marangoza gelmiştik.
- Hoşgeldiniz , diyen kırklı yaşlarında ki adama
- Hoşbulduk acaba beş altı masaüstü bilgisayarın sığabileceği bir masayı ne kadar sürede bitirebilirsiniz? Diye sordum.
Adam işinde usta olan birinin edasıyla
- Kaç güne lazım ? Dedi.
- Yarın. En geç yarın akşam , dedim.
Sistemi kurmam gerekiyordu ve bunun için bana verilen üç günün yarısı gitmişti. En geç yarın akşam sistemi kurup üstle iletişime geçmeliydim. Bir sonraki gün adliyeye gitmem ve karargaha da uğramam oraya da sistemin diğer ayağını kurmam gerekiyordu. En ufak bir aksaklık herşeyi mahveder görevime zarar verirdi. Tüm bunları yaparken de kimliğimi gizli tutmalıydım.

Marangozun kendinden emin bir şekilde
- Yarın akşama hallederiz, demesi içimi rahatlatmıştı.
" İyi günler" dileyip marangoz dükkanından ayrılırken Bahar
- Biz sana tabak çanak almadık. Bak Beytüşşebap'ta bir çarşı var çok güzel şeyler satıyorlar. Gel oraya gidelim, dedi.
İtirazlarım Bahar'a işlemezken çoktan çarşıya doğru yola çıkmıştık. İstanbul'a göre bir yerden diğer yere ulaşmak o kadar kolaydı ki Fırat'ın İstanbul'da neden delirdiğini anlamıştım.

Bahar kendince bana birşeyler anlatırken çoktan kendi iç dünyamda kaybolmuştum. Ne yapacaktım? Kendi boktan hayatımı çoktan geçmiştim. Benim artık bu hezeyandan kurtulma şansım yoktu. Daha dibe batardım ama düzlüğe çıkamazdım. Peki Ecrin? Daha beş yaşındaydı ve annesini böyle biri olarak tanımıştı. Çocuk aklıyla neyi ne kadar anladığı bile meçhuldü.

Eniştem peki? Nasıl aşıktı ablama? Ablamı istemeye geldiği gün gözlerindeki ışığı,ellerinin ayaklarına dolanışını bile hâlâ anımsıyorum. Ablamın Ecrin'e hamile olduğunu öğrendiğinde ki sevinci peki? Bu muydu uğruna şarkılar şiirler yazılan o mucizevi duygu? Bu muydu aşk? Bitten , geriye kırıntısı bile kalmayan birşey miydi? Çünkü ablamda seviyordu eniştemi. Gönül sevdiğinden geçebilir miydi? Bilmiyorum. Hayatım boyunca bilmediklerimi öğrenmek isterdim ama bu defa bilmek istemiyordum. Ben aşka olan cahilliğimle mutluydum.

Bahar'ın
- Sen beni dinliyor musun? Diyen sesiyle irkildim.
Afallamış bir şekilde
- Kusura bakma dalmışım, derken Bahar
- Neyse geldik zaten dur şurada, dedi.
Arabayı sağa çekip park ederken bir yandan da gözlerim girişinde olduğumuz çarşıyı tarıyordu. Fazlasıyla kalabalık ve gürültülüydü. Beytüşşebap Şırnak'ın merkezi olduğu içindi belki de bu kalabalık.
Arabaya binerken belimden çıkardığım silahı şarjörünü kontrol edip tekrar belime takarken Bahar yine silahın ne kadar gereksiz olduğundan bahsediyordu. Ona gözlerimi devirerek karşılık verdim çünkü Bahar'a inandığı birşeyin aksini anlatmak zordu.
Arabadan çantamı da alıp inerken çarşının içine doğru yürümeye başladık. Bluetooth kulaklığımı telefonu bu gürültüde duyabilmek için telefona bağlayıp kulağıma takarken Bahar çoktan tezgahlara göz gezdirmeye başlamış ben onun gerisinde kalmıştım. Adımlarımı hızlandırıp Bahar'a yetişirken Bahar bir bakırcı tezgahının önünde durmuştu. Bana bakır bir ibriği gösterirken
- Hazan ne kadar güzel değil mi ? Dedi.
- Kendine mi alacaksın?
- Hayır sana.
- Allah aşkına Bahar ben ne yapacağım bunu?
- Nostaljik işte. Dekor olarak kullanırsın.
İbriği elinden alıp tezgaha koyarken
- Nostalji olsun diye harcayacak param yok , dedim ve ilerlemeye başladım. Bir süre sonra Bahar o ibriği satın almış bir şekilde gelip elindeki poşeti sallayarak "ev hediyesi" dedi.
- Sen iflah olmazsın, diyerek güldüm o da gülerken porselen tabak çanak satan başka bir tezgahta durduk. Bahar benim aldığım altı adet tabağı az bulup kendince " olaya el koyar" iken bende etraftaki insanları izliyordum. Kalabalığın içinde bir adam dikkatimi çekmişti. Gergin olduğunu belli eden yüzü, etrafa attığı kaçamak bakışlarıyla tahmini yirmili yaşlarının başında olan bu adam sağ elini üzerindeki siyah bol kapşonun cebine sokmuştu. Çarşının en kalabalık olduğu alana doğru ilerlerken Bahar'ın
- Bu nasıl? Diyen sesiyle ona döndüm. Baştan savma bir şekilde "güzel" derken tekrar o adamın olduğu yere çevirdim gözlerimi ama adam yoktu. O sırada kulaklıktan telefonun sesini duyarken telefonu açtım. Gözlerim hâlâ adamı ararken kulaklıktan gelen ses tanıdık değildi.
- Asena.
Bu ismi duymak tüylerimin diken diken olmasına neden olurken zar zor topladığım sesimle
- Kimsiniz? Dedim.
- Bulunduğun yerde canlı bomba tesbit edildi. İlk görevine hazır mısın Asena? Tek bir kişinin burnu bile kanamayacak! Diyen ses telefonu aniden kapatmıştı.

Kulağımda GPS sistemi olan küpeye dokunup birkaç saniye öylece kalakaldım. Hemen kendimi toparlayıp yanımda tabak çanak seçmeye devam eden Bahar'a döndüm.
- Bahar, diyen sesim tedirgindi.
Bahar hâlâ tabaklara bakmaya devam ederken
- Efendim , dedi.
- Bahar sana birşey söyleyeceğim ama sakin ol .
Bahar tabaklara bakmayı bırakıp bana dönerken yüzümden kötü birşey olduğunu anlamış olmalı ki kaşları çatık bir şekilde
- Birşey mi oldu Hazan? Dedi.
- Evet birşey oldu . Fazla da vaktimiz yok. Sakin olacağına söz ver.
Bahar anlamaz gözlerle yüzüme bakıp
- Söz, dedi.
Derin bir nefes alıp
- Canlı bomba var , dedim.
Bahar'ın yüz ifadesi anlık değişirken
- Ne...nerde? Dedi. Sesi titremişti.
- Çarşıda . Sakin ol ve hemen çık buradan. Güvende olduğunu düşündüğün an abini ara . Ambulansa da haber vermeyi unutma, diyerek tam gidecekken Bahar kolumdan tutmuştu.
- Sen... Sen peki?
- Bahar gitmem lazım. Dediğimi yap. Çık buradan, diyerek Bahar'ın eline çantamı da tutuşturup, seslenişlerini duymazdan gelerek kalabalığa karıştım. Etraftaki insanların izin verdiği ölçüde hızla ilerlerken birkaç insana çarpmıştım. Gergindim. Etrafta yaşlısından gencine yüzlerce insan vardı. Destek almak ister gibi elimi belimdeki silahıma attım. Sakin olmalıydım. En ufak bir hata buradaki yüzlerce insanın canına mâl olurdu.
Tahminimce canlı bomba az önce dikkatimi çeken siyah kapşonlu adamdı. Çarşının en kalabalık olduğu elbise tezgahlarında bombayı patlatma ihtimali vardı. Elbise tezgahları görüş acıma girerken gözlerim hızla kalabalığı tarıyordu. Hızımı düşürmeden ilerlerken birkaç metre ileri de siyah kapşonlu adamı gördüm. Sırtında asker yeşili bir çanta vardı. Kalabalıkta görünmeyeceğine emin olup belimden silahı çıkardım ve kolumu aşağı indirdim. Mümkün olduğunca hızlanırken adamı gözden kaybetmemeye çalışıyordum. İnsanlar herşeyden habersiz alışverişlerini yapıyordu. İçimden " Allah'ım sen yardım et" derken siyah kapşonlu adamın sağ elini cebinden çıkardığını gördüm. Buraya kadar seri olan adımları yavaşlamıştı. Aramızdaki bir iki metrelik mesafeden elindeki şeyin kumandaya benzer birşey olduğunu fark ettim. Şimdi canlı bombanın bu adam olduğuna emindim. Elimdeki silahın kabzasını iyice kavrarken baş parmağımla emniyet kilidini indirdim. Hızlı silah kullanım eğitimi almıştım. En az bir bordo bereli kadar iyi silah kullanırdım. Gözlerim keskindi. " Kendine güven Hazan" dedim içimden. Sakin ol ve kendine güven. Adam yavaş yavaş elini yukarı kaldırırken durmuştu. İnsanlar o kadar kendi işlerinde güçlerindeydi ki adamı fark etmiyor sağından solundan geçip gidiyorlardı. Durmaksızın ilerliyordum. Gözüm adamın üzerinden bir dakika ayrılmazken adam olduğu yerde durdu ve benim olduğum tarafa doğru döndü. O an adamın yüzünü net bir şekilde görmüş ve yirmi yaşından bile küçük olduğuna kanaat getirmiştim. Bir an bu çocuk yaştaki canlı bombayla göz göze geldim. Korkuyordu. Alnında ter damlaları birikmiş, kahverengi gözleri korkunun en koyu tonuna bürünmüştü. Öldürmekten değil ölmekten korkuyordu. Göğsü körük gibi inip kalkıyordu. Etraftaki insanlara korku dolu gözleriyle bakıyordu. Aramızda bir metre kala bende durdum. Bu sefer insanlar bana çarpıyordu. Ben ise çocuğun yüzüne kilitlenmiştim. Çocuk gözlerini yumdu ve sonra geri açtı. Aradığı cesareti bulmuş gibiydi. Sağ elini tam olarak havaya kaldırıp baş parmağını siyah kumandanın üzerindeki kırmızı tuşun üzerine koydu. Henüz patlatmamıştı bombayı ama her an patlatabilirdi. Etraftaki bir kaç insan olayı fark edip çığlık atarken kalabalık birden hareketlendi. İnsanlar sağa sola kaçışmaya çalışırken çarşıda büyük bir hengame meydana gelmişti. Elimdeki silahı çocuğa doğrultup
- Sakın! Sakın o tuşa basma, Dedim.
Çocuğun gözleri gözlerime sabitlenirken alayla güldü. Tuşa basacağını anladığım an hızla elimdeki silahın namlusunu çocuğun sağ bileğine çevirip tetiği çektim. Silah sesi çarşıda yankılanırken çığlıklar daha da arttı. İnsanlar pazarın çıkışına doğru koşmaya başlamış, kalabalıkta insanlar birbirini ezmeye başlamıştı. Çocuk ise sağ bileğine isabet eden kurşunla kumandayı yere düşürürken aramızdaki mesafeyi kapatıp yerden kumandayı aldım. Ben kumandayı alırken çocuk acı içinde tutup inlediği bileğiyle yere çöktü. O sırada ambulansın siren sesi duyuldu. Elimdeki silahı çocuğun başına doğru tuttum. Çocuk ise yere eğdiği başını kaldırıp gözlerime baktı ve acı dolu ifadesine alaylı bir gülüş kondurmaya çalışarak konuştu.
- O kumandayı benden almış olman yaklaşık on dakika içinde bu çarşının havaya uçacağı gerçeğini değiştirmiyor.
Anlık bir afallamıştım ama yüzümü hemen toplayıp
- Ne saçmalıyorsun sen ?! Dedim sert sesimle.
Etrafta hâlâ fazlaca insan vardı. Sağa sola kaçışanlar , çığlık çığlığa bağıran kadınlar , ağlayan çocuklar, zar zor kalabalıkta ezilmemek için çabalayan yaşlılar...

Çocuk alaylı gülüşü yüzünde sabitken
- Bomba süreli, dedi. Sinirle çocuğun yüzüne bir tekme savurup yere boylu boyunca uzanmasını sağladım. O acı içinde bağırırken temkinli bir şekilde silahı yüzüne doğru tutup yanına çöktüm ve siyah kapşonun fermuarını aşağıya doğru çektim.

7 dakika 50 Saniye

Bu rakamlar bir çığ gibi zihnimde büyürken bütün çarşı gözümün önünde tepetaklak oldu sanki.
Hızla çöktüğüm yerden doğruldum. Etraftaki insanları taradım. Hâlâ çok kalabalıktı. Gözlerim Fırat'lar gelmiş olsun artık diye çarşının girişine dönerken bize bayağı bir uzakta olan Fırat'ı uzun boyundan dolayı seçebilmiştim. Yanında kuzenim Oğuz'u da görünce bir nebze olsun rahatladım çünkü Oğuz bomba imha uzmanıydı. Gözlerimi ondan çekip çocuğa çevirirken kaçmaya çalıştığını gördüm. Sinirle silahı doğrultup sağ bacağına bir el ateş edip tekrar acı içerisinde yere düşmesini izledim. İnsanlar ikinci silah sesiyle çığlık çığlığa daha da hızlanırken polis araçlarının da siren sesi duyulmuştu. Birilerinin bu kalabalığı kontrol etmesi gerekiyordu ve polisin gelmesi iyi olmuştu.
İnsanların yolunu tıkadığımızı fark edince çocuğu zorla yerden kaldırıp tezgahların arasındaki boşluğa doğru ittim. O yerde acıyla kıvranırken kalabalığa doğru
- Sakin olun! Aranızdaki yaşlılara yardımcı olun! Diyerek bağırdım. İnsanların bazıları bu uyarılarımı dikkate alırken bazıları da hiç oralı olmamışlardı.
Yerde acı içinde bacağını tutup kıvranan gence dönüp üzerindeki bombanın sayacına baktım .

5 dakika 59 saniye

Sol elimle yüzümü sıvazlayıp tekrar insanlara baktım. Fazlasıyla azalmışlardı.
- Hazan! Diye seslenen Oğuz'un sesiyle çıkışta ki gözlerimi onlara çevirdim.
- Oğuz, diyerek onlara doğru ilerlerken elimdeki silahı belime soktum.
Oğuz endişeli yüzüyle
- İyi misin? Diye sorarken Fırat çatık kaşları ve öfkeli olduğu belli olan gözleriyle bedenimi tarıyordu. Oğuz'a cevaben
- Beni bırak şimdi. Bomba süreli ve sadece beş dakikamız kaldı, dedim.
Oğuz'un bakışları Fırat'a dönerken Fırat yerde iki tezgahın arasında acı içinde kıvranan gence doğru ilerledi. Oğuz'da ona ayak uydururken diğer gelen askerlerde geriye kalan tek tük insanı kontrol altına almaya çalışıyordu.

Oğuz bombayı incelerken Fırat ise genci konuşturmaya çalıyordu.
- Kimden emir alıyorsun?! Diyen sesi sertti.
Genç ise zar zor gülüp
- Üç dakika içinde öleceksiniz komutan. Kimden emir aldığımı öğrenmek bir işine yaramayacak , dedi.
Fırat sinirle çocuğun yüzüne bir yumruk savururken Oğuz ciddi ve sıkıntılı bir yüz ifadesiyle
- Komutanım, dedi.
Fırat soru dolu gözlerini ona çevirirken öylece olan biteni , az önceki kalabalıktan geriye kalan tüyler ürpertici sessizliği öylece izliyordum. Biraz yaklaşıp bombanın sayacına baktım.

2 dakika 30 Saniye

Oğuz
- Bombanın sistemi çok karışık bu sürede çözmem imkansız, dedi.
Fırat tekrar gence döndü.
- Kimden emir aldığını söyle , dedi.
Çocuk ona hiçbir cevap vermedi bu sefer. Ölümün soğukluğunu hissetmiş gözü arkamda bir yere takılmıştı. Bakışlarını takip ettiğimde yaklaşık beş metre uzaklıkta kırklı yaşlarında bir kadın öylece yerdeki çocuğa bakıyordu. Tekrar çocuğun yüzüne ve karnının üzerine bağlı bombanın kırmızı yazılı sayacına baktım. Ölüme sadece 1 dakika 30 Saniye kalmıştı.

Oğuz
- Uzaklaşmamız lazım komutanım, derken ben kadına doğru ilerledim.
- Neden hâlâ burayı terk etmediniz hanımefendi? Diye sordum. Kadın gözlerinden yaşlar akarken donuk bir yüz ifadesiyle yerdeki çocuğa bakıyordu.
Kolunu tutup
- Hanımefendi lütfen uzaklaşın buradan? Dedim. Hikâyeyi az çok çözmüştüm.
Kadın fısıldar gibi
- Oğlum , derken içim acıdı. Bir annenin oğlunu böyle görmüş olması ve oğlunun birazdan bedenine bağlanan canlı bombayla öleceğini görmesi acı bir şeydi.
Oğuz , Fırat ve diğer askerler buraya doğru gelirken kadının kolunu okşayıp
- Teyzeciğim lütfen, dedim.
Fırat'lar yanımıza gelmiş ve Fırat kadına ters bakışlarını yollayıp
- Neyi bekliyorsunuz hanımefendi? Demişti.
Kadın Fırat'ın sert sesiyle kendine gelirken ben tekrar
- Hadi , dedim kolumu omzuna dolayarak. Kadın usulca başını sallarken çarşının girişine doğru ilerledik. Biz Fırat'ların biraz gerisinde kalmıştık. Canlı bombadan yüz metre civarı uzaklaşırken kadın birden kollarımdan sıyrılıp "oğlum" diye bağırarak çocuğa doğru koşmaya başladı. Bende " dur " diyerek kadının peşinden koştum. Saniyeler içerisinde bomba infilak edecekti. Oğuz ve Fırat'ın aynı anda " Hazan" diye bağırmasıyla ayak seslerinden peşimden koştuklarını anlayabiliyordum. Bombaya son elli metre kala kadını belinden yakalayıp yandaki tezgahın üzerinden yuvarlanarak tezgahın arka tarafına atladım ve tam o sırada bomba patladı. Müthiş bir gürültü kulakların zarını patlatırcasına çarşıda yankılandı. Kadının omzuna düşen yüzümü kaldırıp kadına baktım. Gözleri kapalıydı. Hemen nabzını kontrol edip, ardından göz reflekslerine bakarken sadece bayıldığını anladım. Etrafa bir sis gibi çökmüştü bombanın dumanı. Nefeslerim sıklaşırken kadının üzerinden doğruldum. Alnımdan yüzüme akan sıcak bir sıvı hissettim. Alnım kanıyordu. Kadının yanındaki taşa vurmuş olmalıydım. O sırada Oğuz'un
" Hazan" diye bağıran sesini duydum. Cebimdeki astım ilacını çıkarıp ağzıma sıkarken yerden zar zor doğruldum. Başım dönüyor , beynim zonkluyordu. Astım ilacını ağzımdan çekip etrafa göz gezdirdim. Çarşı alanı mahşer yeri gibiydi. Etraftaki eşyalar alev almış, çarşının üzerine gerilen çadır paramparça olmuş yanıyordu. Gözlerimi yere çevirirken Oğuz ve Fırat yanıma geldi.
Oğuz bana sarılıp
- İyi misin? Diye sordu telaşla. Fırat'ın da bakışları endişeliydi.
Zar zor çıkan sesimle
- İyiyim, dedim. Oğuz benden uzaklaşırken alnımdaki yaraya baktı. Yüzünü buruşturdu.
- İyi olduğuna emin misin? Bu soru Fırat'tan gelmişti. Gözlerine bakıp
- Eminim, dedim. Gözleri bir süre başımdaki yara da oyalanırken ilk defa bakışlarını kaçırdı. Oğuz ise sinirli bir sesle birden yükseldi.
- Hazan sen ne yapıyorsun ya?! Ya birşey olsaydı sana?! Ne yapardım ben ?! Ne derdim dedeme?!
Sesinin tonuyla yüzümü buruştururken
- Bağırmasana! Ne yapsaydım? Öylece dursaydım da ölse miydi kadın?
Oğuz aynı ses tonuyla
- Ya sen ölseydin?! Dedi.
Gözlerindeki korkuyu bariz bir şekilde görmüştüm. Öz kardeşimden daha kardeşti Oğuz bana.
Suçlu bir çocuk gibi ama hâlâ üste çıkmaya çalışır vaziyette
- Ölmedim ama. Hem sen beni bir tek dedem için mi seviyorsun? Dedim.
Kaşları daha da çatılırken
- Saçmalama Hazan! Kardeşimsin sen benim. Sana birşey olsaydı dedemden önce sıkardım kendi kafama, dedi.
Ve beni kendine çekip alnımı öptü. O sırada Fırat'ın
- Oğuz kadına bak! Diyen sert sesi duyuldu. Oğuz benden ayrılıp
- Emredersiniz komutanım, derken bakışlarım yerdeki çocuktan koptuğunu düşündüğüm kola gitti. Yüzümü mide bulantısıyla buruştururken Fırat kolu görmemi engelleyen bir şekilde önüme geçip
- Bakma, dedi. Başımı sallayıp buraya doğru ellerinde sedyeler ve ilk yardım çantalarıyla gelen sağlık görevlilerine çevirdim başımı. Peşlerinde polisler vardı.
Oğuz'un
- Kadın bayılmış komutanım, diyen sesiyle ona döndüm. Fırat başını sallarken olduğum yerde sarsıldım. O sırada beni tutmak için belime bir kol dolandı. Dengemi kurmaya çalışırken gözlerimi kapatıp açtım. Fırat endişe barındıran tok sesiyle
- İyi misin? Dedi.
- İyiyim. Başım döndü bir an, dedim.
Oğuz'da hemen yanıma gelmişti.
- Hazan!
Fırat'tan uzaklaşıp dengemi kurmaya çalışırken
- İyiyim Oğuz. Başım döndü sadece , dedim.
Fırat
- Bizim burada yapacak bir şeyimiz yok. Gidelim. Sende bir doktora görün , dedi.
Zaten hastaneye gidecektim ama kendim için değil o kadın için. Az önce kendi evladının feci bir şekilde ölümünü gören bir kadını hastane gibi kasvetli ve ölüm kokan bir yerde tek başına bırakamazdım.
Oğuz koluma girerken tarumar olmuş çarşının girişine doğru ilerledik. Çarşıdan çıkınca gözyaşları içindeki Bahar koşarak bana sarıldı.
- Hazan...çok korktum. Sana birşey olacak sandım.
Kollarımı Bahar'a dolarken sırtını sıvazladım.
- Korkma. İyiyim. Sen iyi misin?
Bahar benden ayrılıp gözlerimin içine baktı. Bakışları alnımdaki yaraya kayınca
- Ben iyiyim de Hazan alnın.... , derken sözünü kesip
- İyiyim , diyerek gülümsedim.

Etrafta polis araçları, ambulanslar ve askeri bir araç vardı. Çarşıdan kaçan kalabalığın birazı burada toplanmıştı. O sırada sedye üzerinde o kadın çıkarıldı. Öylece baygın ve solgun yüzüyle yatıyordu sedyede. Sabah pencereden dışarı bakarken zihnimden şu soru geçmişti : kaç dünya yıkılacak bugün?
Bu kadın bugün dünyası yıkılanlardan biriydi. Ecrin bugün dünyası yıkılanlardan biriydi ve bir nebzede olsa ben bugün dünyası yıkılanlardan biriydim.
Etraftaki gözler sedyede yatan kadının üzerindeydi. Onlarca insanın beyninden onlarca düşünce geçiyordu şu an. Ama kimse bu kadının, bu çarşıda evladını kaybetmiş bir anne olduğunu tahmin etmiyordu. Hayat böyleydi; herkes sizi görür ama hiç kimse sizi tanımazdı.
Belki de birileri bu kadının aptallık yapıp çarşıdan hemen uzaklaşmadığını düşünüyordu. Oysa o anne olmayı hak eden bir kadındı. Evladının en kötü halini görmüş ama yine de oğluyla beraber ölmeyi göze alabilecek kadar güzel bir anne.
Belki de ben anne sevgisizliğini bilen biri olduğum için anne olmayı hak eden kadınlara bu kadar saygı duyuyordum.
Kadın sedyeyle ambulansa bindirirlirken bende arabama doğru ilerlemek için hamle yaptım.
Bahar
- Nereye? Diye sorarken Fırat ve Oğuz'un da gözü üzerimdeydi.
- Hastaneye.
- Hazan bu halde araba kullanamazsın. Basın dönüp duruyor , dedi Oğuz katı bir sesle.
Bahar
- Hazan başın mı dönüyor? Niye söylemiyorsun?! Ciddi bir şey olabilir , derken Fırat
- Oğuz sen Bahar'larla git. Biz karargaha geçiyoruz, dedi.
Oğuz
- Emredersiniz komutanım, derken Fırat son kez bana bakıp askeri araca doğru ilerledi.
Bizde arabaya binerken Oğuz şoför koltuğuna, ben yanına , Bahar ise arkaya oturmuştu. Oğuz arabayı çalıştırıp yola koyulurken bana beklemediğim bir soru sordu.
- Hazan sen canlı bombayı nasıl fark ettin?
Gerilmiştim. Sakin olmalıydım. Oğuz bir asker , üstüne üstlük bordo bereliydi. Telefon gelmeden önce zaten o çocuk dikkatimi çekmişti. Sadece orayı anlatmaya karar verip konuşmaya başladım.
- Bahar'la tabak çanak bakarken etrafa göz gezdiriyordum. O çocuk dikkatimi çekti. Etrafa kaçamak bakışlar atıyordu. Gergin , panik halinde ve korkuyor olduğu çok belliydi. Sağ elinde küçük bir kumanda tuttuğunu fark edince canlı bomba olduğunu anlamak pek zor olmadı.
Oğuz
- Vay be! FBI ajanı gibi kızsın. Kimin kuzeni be! Derken rahatlamıştım.
Ta ki Bahar
- Bana çarşıda canlı bomba olduğunu söylemeden önce sana bir telefon geldi. O kimdi? Hatta sen "kimsiniz?" Falan dedin, diyene kadar.
Sakin Hazan!
- Bilmiyorum. Yani telefondan ses gelmedi.
- Telefon sapığın falan mı var Hazan? Diyen Bahar konudan çoktan sapmıştı.
- Hayır. İlk defa başıma böyle birşey geliyor. Bir daha olursa icabına bakarız.
Konu böylelikle kapanırken derin bir nefes verdim.

Ve bugün birşey öğrendim: sırları olan insanların en büyük dostuymuş yalanlar.
Ben bu dostluğu hiç sevmedim.

💧💧💧💧


Loading...
0%