@yikim2024
|
****** Aldığım nefesi oflayarak geri verirken yüzümü yastıktan kaldırıp , yüzüme dağılan saçlarım arasında, Fırat'a baktığımda, "Ya niye bu saate alıyorsun randevuyu?" Dedim uyku mahmuru sesim azarlar bir tondaydı. "Niye bana sorulmuyor? Ben belki kargalar kahvaltısını etmeden hastaneye gitmek istemiyorum." Fırat yüzüme dağılan saçlarımı eliyle geriye doğru iterken, "Yavrum dün akşam konuştuk ya bunu" dedi. Gözlerimi geri kapatıp başımı yastığa bırakırken, "O dün akşamdı" dedim. "Benim o zaman bu kadar uykum yoktu. " Fırat derin bir nefes alıp, altımdaki yatağın hareketlenmesinden anladığım kadarıyla, yanımdan kalkmıştı. Bense yastığıma sarılıp uyumaya hazırlanırken bacaklarımın altından ve sırtımdan geçen kollarla birden yattığım yerden havalanmıştım. Beklemediğim bu hareket beni afallatsa da birşey söylemedim. Çünkü her ne kadar uykum olsa da o hastaneye gitmem gerekiyordu. Fırat odadaki lavaboya girip beni yere indirdi. Lakin kollarını belimden çözmezken yüzümü göğsüne gömdüm. Fırat'ta bana sımsıkı sarılırken saçlarımın arasına kokumu içine çekerek bir öpücük kondurup, "Salondayım" dedi. Göğsüne gömülü olan başımı aşağı yukarı sallayıp kendimi Fırat'tan geri çektim. O da belimdeki kollarını çözüp benden ayrılırken lavabodan çıktı. Bense derin bir nefes alıp suyu açarken yüzümü yıkadım. Soğuk su uykumun açılmasını sağlarken işimi halledip lavabodan çıktım. Dolabıma yönelip gri bir eşofman altı, beyaz , bana bol gelen bir sweat ve beyaz kışlık montumu üzerime geçirirken aynanın karşısında saçlarımı düzelttim. Ardından da siyah sırt çantamı, komidinin üzerindeki telefonumu alıp odadan çıktım. Fırat kapının önünde duvara yaşlanmış dururken gözleri beni buldu. Bende onu baştan aşağı süzerken üzerindeki siyah boğazlı kazağı, siyah pantolonu ve kahverengi deri ceketinden evine uğrayıp üzerini değiştirdiğini anlamıştım. Fırat gözlerini benden çekip kolundaki siyah saatine bakarken, "Anca yetişiriz yavrum. Çıkalım. " Dedi. Başımı sallayıp onu onaylarken birlikte kapıya yöneldik. Fırat kapının arkasındaki anahtarı alıp kapıyı açarken ben önden çıkıp siyah botlarımı giydim. Fırat'ta evden çıkıp siyah botlarını giyerken kapıyı kilitledi. Anahtarı cebine koyarken asansöre bindik. Fırat giriş katın tuşuna basıp arkama geçerken kollarını belime doladı. Sırtım sert ve geniş gövdesine yaslanırken Fırat yanağıma sıkı bir öpücük kondurup başını boynuma gömdü. O an Fırat'ın garip bir şekilde huzursuz olduğunu hissettim. Bende gergindim ama Fırat'ın hâl ve tavırları biraz garipti. Usulca içimi çekip, " Fırat iyi misin?" Diye sordum. Fırat ise bu sorumla belimdeki kollarını sıkılaştırıp beni iyice kendine çekerken, "Bir hastaneye gidelim. Bir öğreneyim senin iyi olduğunu. Olacağım. " Dedi. Birşey söylemedim. Sadece Fırat'ın belime sarılı olan kollarına tutundum. İçimden bir ses , ki yaramda hissettiğim ağrılarda o sesi destekliyordu, birşeylerin ters gittiğini söylüyordu. O sırada asansörün kapısı açılırken Fırat belimdeki kollarını çözüp benden ayrıldı. Ardından da elimi tuttuğunda birlikte asansörden ve apartmandan çıktık. Kar yağışı durmuş olsa da soğuk hâlâ yerli yerindeyken geceden kalma sabah ayazı iliklerime kadar işlediğinde ürpermiştim. Fırat yanına geldiğimiz arabasının kilidini açarken, yolcu kapısı apartman duvarına denk geldiğinden, şoför kapısını açıp, "Geç yavrum" dedi. Fırat'ın elini bırakıp önce şoför koltuğuna oradan da yolcu koltuğuna geçtiğimde Fırat'ta araca binmişti. Kapıyı çekip motoru çalıştırırken bende emniyet kemerini taktım. Ve yola koyulduk. Şehir yeni yeni canlanıyordu. Dükkanların kepenkleri yeni yeni açılıyor, insanlar sokaklara yeni yeni dökülüyordu. Gökyüzü gri bulutlara ev sahipliği yapıyor ve gök kubbenin bu gri kasveti bütün şehri kuşatıyordu sanki. İçimi saran bir huzursuzluk derin bir nefesi alıp vermeme neden olurken bacağımın üzerinde duran elimin üzerinde hissettiğim sıcak ve büyük elle gözlerim Fırat'ı buldu. Fırat ise çatık kaşlarının çevrelediği kara gözlerini anlık bir yüzüme çevirip sonra tekrar yola dönerken tuttuğu elimi kendi bacağının üzerine koyup baş parmağıyla usul usul severken arabayı tek eliyle kullanıyordu. Başımı koltuğun başlığına yaslayıp hafifçe içimi çekerken Fırat'ı izlemeye başladım. Yakışıklı yüzünü, heybetli bedenini öylece izledim. İçim eriyor, eriyen içimse usul usul akıyordu ona. Çok seviyordum Onu. Yüzümde tatlı, küçük ve belli belirsiz bir gülümseme peyda olurken araba mahalle aralarından çıkmış ve ana yola girmiştik. Bir süre böylece ilerlediğimizde Fırat yanan kırmızı ışıkta durup, onu öylece izleyen, bana dönerken yüzümü ve gözlerimi derin bakışlarıyla tarayıp gözleri gözlerimdeyken tuttuğu elimi koklayarak öptü. Ardından da dudaklarını elimden çekip tekrar kalın ve adeleli bacağının üzerine koyarken gözleri trafik lambasını buldu. Kırmızı ışık önce sarıya sonra da yeşile dönerken Fırat gaza basıp yola devam ettiğinde bende onu izlemeye devam ettim. Yaklaşık on dakika sonra hastanenin otoparkına giriş yaptığımızda geriye yaslandığım koltukta dikleştim. Fırat ise arabayı , çokta kalabalık olmayan otoparkta, ilk bulduğu yere park ederken kar hafiften atıştırmaya başlamıştı. Kemerimi çözüp kucağımda duran çantamı koluma asarken Fırat'ın elindeki elimi çektim. Bu hareketimle gözleri anlık beni bulsa da önüne dönüp kemerini çıkardığında arabadan indik. Soğuk hava yine dört bir yanımı sararken arabanın arkasına doğru yürüyüp Fırat'ın yanına geldiğimde Fırat elimi tuttu. Ve birlikte hastaneye doğru ilerlemeye başladık. Hastaneye yaklaşmak için attığım her adımda biraz daha geriliyordum. Defalarca kez dile getirdiğim gibi sevmiyordum hastaneleri, hastalıkları. Herkesin kaçınılmaz sonu olan ölümü sevmiyordum. Ve buralar ölüm kokuyordu sanki. Umutusuzluk. Herşey her an bitebilirmiş gibi. Derin ve sıkıntılı bir nefesi, bu soğuk ve kasvetli havadan, içime çekip geri verirken hastanenin kapısından içeriye girdik. Fırat hiç duraksamadan asansöre doğru ilerlerken etrafa tek tük insan olduğunu gördüm. Giriş sakindi. Asansörün kapısında bekleyen birkaç insanla birlikte beklemeye başladığımızda şimdiden boğuluyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Yine de sakinliğimi koruyup önümde annesinin elini tutmuş bana bakan küçük kıza gülümsedim. Tahmini altı yedi yaşlarındaydı. Başında çiçekli pembe bir bone vardı. Tatlı lakin solgun yüzünde parıl parıl parlayan, kocaman kara gözleri yaşam doluydu sanki. Ona gülümseyişimle O da bana gülümserken birden annesinin tuttuğu elini çekiştirip işaret parmağıyla beni gösterirken, "Anne bak ablanın saçları ne kadar güzel dimi?" Dedi tatlı sesiyle. Siyah şalı, siyah feracesi ve beyaz solgun yüzüyle fazlasıyla yorgun görünen tahmini otuzlu yaşlarındaki kadın önce kızına sonra da bana dönerken hafifçe tebessüm edip , "Evet anneciğim. Çok güzelmiş. " Dedi. Ve bana baş selamı verirken bende ona gülümseyerek aynı karşılığı verdim. Kız annesinin elini tekrar çekiştirip, "Anne birgün benimde böyle güzel saçlarım olacak dimi?" Diye sorduğunda kadının gözleri buğulanırken çok bitkin görünüyordu. Dokunsalar oturup ağlayacak gibi ancak anneliğin verdiği o dik mağrur duruşuyla kızına dönüp gülümserken, "Olacak tabii anneciğim. " Dedi. Bunu diler ve temenni eder gibiydi. O an benimde gözlerim dolarken bende bunu diledim. O sırada açılan asansör kapısıyla diğer insanlar ve o anne kızla birlikte asansöre bindik. Arkamızda iki adam ve bir kadın varken Fırat beni tuttuğu elimden önüne almış ve üçüncü katın tuşuna basmıştı. O küçük kız çocuğunun gözleri hâlâ bendeyken bende onu izliyordum. Ecrin'i hatırlatıyordu bana. İçimde birşeyleri tarumar ediyor ve ben birşey yapmak istiyordum bu küçük kız için. "İnsan dediğin doğar, büyür ve ölür. Daha büyümeden ölür mü bir insan? Ölmemeli..." Asansör ikinci katta durduğunda anne ve kızı asansörden inerken gözlerim onları takip ediyordu. Küçük kız asansörün kapısı kapanmadan geriye dönüp bana el salladığında bende ona , yüzümdeki küçük tebessümle, el salladım. Ardından da kapı kapandığında elimi aşağı indirip gözlerimi kapatıp açarken içimi çektim. Ve kendi kendime , "Çocuklar ölmemeli" diye fısıldadım. Bir süre sonra üçüncü kata gelen asansör durup kapısı açılırken Fırat'la birlikte çıktık. El ele hastanenin krem rengi zemininde yürürken yanımızdan gelip geçen insanların birkaçıyla göz göze geldim. Herkesin yüzü asık, bakışları memnuniyetsizdi. İnsanlar kısa kelimelerle kendi aralarında konuşuyorlardı. "Annemin tomografi sonuçları çıktı mı? "Babam hâlâ uyanmadı değil mi?" "Bu kan tahlili sonuçları inşallah temiz çıkar. " Gibi birkaç konuşma çalındı kulaklarıma. Herkes bir bekleyiş içindeyken küçükken okuduğum bir hikayeyi anımsadım. Ardından da bir cümle yankılandı kafamın içinde; hastaneler bazen ölüme geçiş için bir kapı görevi görebiliyordu. Bende anneannemi Antep'te, mide kanserinden, eli elimde gözleri gözlerimdeyken, böyle kasvetli bir hastanede kaybetmiştim. Belki de bu yüzden hastanelerden bu kadar rahatız oluyordum. Ölüm çok fazla yer kaplıyordu hayatımda. Uzun koridor boyunca yürüyüp hepatoloji bölümünde , önündeki siyah sandalyelerde oturan birkaç insanın bulunduğu bir kapının önünde durduk. Ahşap rengindeki kapının üzerindeki isimlikte "Uzm. Dr. Arif Arslan" yazıyordu. Hafifçe içimi çekip yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken Fırat yanımda boş olan sandalyeyi gösterip, "Otur" dedi. Başımı olumsuz anlamda sallayıp arkamdaki beyaz duvara yaslandım. O sırada açılan kapıdan yaşlı bir teyze ve oğlu olduğunu düşündüğüm, teyzenin koluna girmiş olan bir adam çıkmıştı. Onlar çıktıktan sonra , ince tiz bur sese sahip olan doktor asistanı koridora doğru, "Hazan Hilal Türkoğlu" diye seslenirken tam zamanında geldiğimizi anlamıştım. Yaslandığım duvardan ayrılıp Fırat'la birlikte içeriye girdik. Masasında oturan ellili yaşlarındaki doktor benim ameliyatımı yapan doktordu. Yuvarlak gözlüklerinin ardındaki mavi gözleri bizi bulurken elindeki kalemle masasının önündeki siyah deri koltukları gösterip, "Buyrun " dedi. Elimi Fırat'ın elinden çekip koltuğa doğru ilerleyip oturduğumda doktor ciddiyetle çatık olan kaşlarıyla yüzüme bakarken Fırat'ta heybetli bedeni ve uzun boyuyla karşımdaki koltuğa oturmuştu . Doktor , "Sizi karaciğerinize bakmak için ultrason cihazına alacağım. Ama önce herhangi bir şikayetiniz var mı, onu öğrenmek istiyorum." Doktorun bu sorusuyla bir iki saniye duraksadım. Bazı şikayetlerim vardı. Lakin Fırat bunları bilmiyordu. Bana ne zaman nasıl olduğumu sorsa "iyiyim " diyordum. Şimdi doktora söyleyeceklerimi duyunca neden daha önce Ona bunlardan bahsetmediğimi sorup kızabilirdi. Yine de hafifçe içimi çekip," Var" dedim. Gözlerim anlık bir Fırat'ı bulurken , gerilen yüz hatlarını , halihazırda çatık olan kaşlarının daha derinden çatılısını, bakışlarının sorgulayıcı ve hafif sert bir hâl alışını görmüştüm. Yutkunup tekrar doktora döndüğümde onunda kaşları çatılmıştı. Gözündeki gözlüğü çıkarıp masanın üzerine koyarken, "Nasıl bir şikayetiniz var?" Diye sordu. "Arada bir , bazen keskin ve şiddetli bazen de hafif sancılı bir şekilde yaramda özellikle de karaciğerimde gezinen bir ağrı var. " Dedim . Doktor sıkıntılı bir nefes alıp verirken beni başıyla onaylayıp,"Peki ilaçlarınızı düzenli bir şekilde alıyor musunuz?" Diye sordu. "Her gün aynı saatte alıyorum" dedim. "Sadece bir kere unuttum. " Arif bey beni yine başıyla onaylarken,"İştahsızlık, kilo kaybı ya da göğüs kafesinizde herhangi bir ağrı gibi şikayetlerinizde var mı?"Diye sorduğunda başımı olumlu anlamda sallamakla yetindim. Doktor oturduğu yerde ayaklanıp , "Tamam Hazan hanım. Buyrun bir karaciğerinize bakalım. " Derken Fırat'a bakmayı, en azından hastaneden çıkana kadar, kendime yasaklayıp oturduğum yerden kalktım. Fırat'ta kalkarken odanın içinde soluk mavi bir renge sahip olan perdenin arkasına geçtik. Doktor odanın içinde bulunan , üzerinde beyaz bir örtü olan sedyeyi gösterip, " Uzanıp karnınızı açın lütfen" dedi. Başımı sallayıp çantamı sedyenin üzerine bırakmak için meyil ettiğimde Fırat sert ve bariton sesiyle, "Ver bana" dedi. Ona dönmeden çantamı uzatıp montumu çıkardım. Çıkardığım montu da Fırat'a verip yüksek sedyenin önündeki ahşap üç basamaklı merdivene basarak sedyeye oturdum. Gergindim. Hafifçe yutkunup oturduğum sedyeye uzandığımda sweatimi ve atletimi göğsümün altına doğru çekip karnımı açtım. Doktor ise ultrason cihazının önündeki yüksek tekerlekli sandalyeye oturup , ayaklarından destek alarak bana yaklaştığında yaramın üzerindeki beyaz büyük yara bandını, tıbbi eldiven taktığı eliyle çıkardı. Bandı önündeki küçük çöp kovasına atıp içinde adını bilmediğim bir jel olan beyaz bir şişeyi eline alıp, karaciğerimin bulunduğu üst karın bölgeme döküp hafifçe gezdirdi. Soğuk jel beni ürpertirken duvarda asılı olan, mavi çerçeveli saatin çıkardığı tik tak sesleri ise beni daha da geriyordu. Doktor eline aldığı ultrason aletini jeli döktüğü yerde gezdirirken cihazın tuşlarına basarak gözleri ekranda birşeyler yapıyordu. Fırat'ın gözleri ayak ucumda dururken benim üzerimde geziyor bense doktoru izliyordum. Bu şekilde belki bir belki iki dakika geçmişken saatlerdir burada böylece yatıyor gibiydim. Ve doktor sonunda sıkıntılı bir nefes alıp bir sorun olduğunu belli eden sıkıntılı yüz ifadesiyle, önce Fırat'a sonra da bana bakarken Fırat, "Bir sorun mu var?" Diye sordu. Bariton sesi fazlasıyla ciddiydi. Doktor bu soruyla başını olumlu anlamda sallarken, " Karaciğerin kurşun sebebiyle %40'lık bir kısmını almıştık. Geçen yedi günlük süre içinde kendini çoktan tamamlamış olması gerekiyordu. Ancak şuan karaciğerin %35'lik bir kısmı hâlâ kendini tamamlamamış olduğundan karaciğer görevini tam olarak yapamıyor. Bu yüzden de ağrı ve sancılar çekip hızla kilo ve iştah kaybı yaşıyorsunuz. " Birşey söylemeyip sessiz kaldım. Uzandığım yerde doğrulurken karnımdaki jeli silmek için, "Bir peçete alabilir miyim?" Dedim. Doktor bir iki saniye yüzüme bakıp yanındaki küçük beyaz masadan birkaç peçete alıp bana uzattı. Teşekkür edip peçeteyle karnımdaki jeli sildim. Elimdeki peçeteyi sedyenin aşağısında kalan çöp kutusuna attım. Sweatimi ve atletimi düzelttiğimde Fırat'ın, "Peki ne olacak şimdi?" Diyen sert ve sorgulayıcı sesi kulaklarıma dolarken doktor, "Size yeni ilaçlar yazacağım. Ve birde bir ALT testi yaptırmanızı istiyorum. Bu test karaciğerdeki hasarın kan değerlerinizi ne ölçüde etkilediğini gösterecek. Hasarın ne kadar ciddi olduğuna bakacağız. Bunun için kan tahlili vermeniz gerekiyor. " Dedi. Yerinden kalkıp tıbbi malzeme ve ilaçların bulunduğu dolaptan beyaz büyük bir yara bandı alıp tekrar yanıma gelirken, "Kan testinin sonuçlarına göre tekrar konuşuruz. "Diyerek bandı yarama yapıştırmak için meyil ettiğinde karnımı açıp buna müsade ettim. Doktor bulunduğumuz yerden çıkarken bende sedyeden inip Fırat'a doğru yaklaştım. Çantamı ve montumu almak için bir hamlede bulunduğumda Fırat vermemiş sadece, "Yürü" demişti düz bir sesle. Birşey söylemeden doktorun peşinden çıktım. Fırat'ta ardımdan gelirken doktor kan tahlili için bir sıra verip reçete yazdı. Fırat ikisini de alırken doktor bana bakıp, "Yazdığım bu yeni ilaçlar diğer ilaçlara göre biraz daha ağır. " Dedi. "Baş dönmesi, mide bulantısı ve halsizlik yapabilir. Telaşlanmayın. " Başımı olumlu anlamda salladım. Doktor, "Kan tahlili bölümü bir alt katta. Çıkabilirsiniz" derken Fırat elimi tuttu ve ben doktora "iyi günler" dediğimde odadan çıktık. Biz çıktıktan sonra doktorun asistanı yine o ince ve tiz sesiyle , "Hatice Dönmez" diyerek bağırırken geldiğimiz koridordan geri döndük. Sakindim. Yani doktorun söylediği şeyler beni pek korkutmamıştı. Düzelirdim. Herhalde. Sadece işim ve birde Fırat konusunda endişeliydim. Bu ilaçların bende oluşturacağı etki işimi aksatabilir Fırat'ı ise fazlasıyla endişelendirip üzerime daha çok düşmesine neden olabilirdi. Fırat ise ben böyle düşünürken heybetli bedeni ve uzun boyuyla yeri dövercesine attığı sert adımlarla sessizdi. Kaşları çatık, yüzü gergin, bedeni bu yakınlıkta hissedebildiğim üzre kasılıp dururken sinirliydi. Belki bana belki de doktorun söylediklerine. Bilmiyorum. Gözlerimi Fırat'ın yüzünden çekip önüme dönerken asansörlere doğru yaklaştığımızda Fırat, "Merdivenlerden inebilecek misin?" Diye sordu aynı düz ve bariton sesiyle. Gözlerim yüzünü bulurken kara gözleriyle göz göze geldiğimde, "İnerim" dedim. Abartıyordu. Birçok şeyi olduğu gibi bunuda. "Merdivenlerden inmek için herhangi bir engelim yok. " Fırat gözlerime sert sert bakıp önüne dönerken yürümeye başladı. Tabii bende el ele olduğumuz için Onunla birlikte yürümek durumunda kaldığımda merdivenlere yöneldik. Fırat bana cevap vernek için bir girişimde bulunmazken merdivenlerin başında elimi bırakıp belimi tuttu. Bıkkınca aldığım nefesi geri verdiğimde merdivenlerden inmeye başladık. Fırat belime sardığı kolunu sıkılaştırıp beni iyice kendine çekip bedenine yaslarken bir alt katta indik. Kan tahlili verilen alana doğru ilerleyip önümüzde üç dört kişi varken sıraya girdik ve beklemeye başladık. O sırada montumun cebindeki telefonumun zil sesi kulaklarıma dolarken Fırat'ın elindeki montuma yöneldim. Cepten çıkardığım telefonu elime aldığımda ekranda Oğuz'un adı yazılıydı. O an dün gece olanlar aklıma gelirken sıkıntılı bir nefesi alıp verdim. Oğuz'u şuan ben arıyor olmalıydım. O beni değil. Kendimi kötü hissederken aramayı yanıtladım. Telefonu kulağıma götürüp, "Alo Oğuz" dedim. Oğuz kötü olduğunu belli eden sesiyle, "Hazan. " Dedi. Ama başka birşey söylemeden susarken, "İyi misin?" Diye sordum. Telefonun diğer ucunda derin , sıkıntılı ve yorgun bir iç çekiş sesi duyulurken Oğuz, "Değilim" dedi. "Sen?" Bende Oğuz gibi ama ona nazaran daha az dert yüklü bir şekilde içimi çekip, "Bilmiyorum" dedim. "Senin iyi olmana bağlı. " Oğuz sessiz kalırken devam ettim; Oğuz bu sözlerim üzerine, "Dün gece yanıma gelmene Fırat izin vermedi, dimi?" Dedi. "İzin" Bu sefer sessiz kalan ben olurken Oğuz, "Beni Murat'a bulduranda O? " Dediğinde ben yine sessiz kalmayı tercih ederken beni buna iten Oğuz'un bu durumdan hiç memnun olmadığını belli eden sesiydi. Gözlerim anlık bir yanımda duran Fırat'ın yüzünü bulurken onun gözleri ise zaten bendeydi. Ona bakışımla sert çevresiyle karşılaşmış ve tekrar önüme dönmüştüm. Oğuz sessiz kalışımla, "Benim için o adamdan yardım mı istedin?" Diye sordu. Sessizliğimi bozup, "Hayır. " Dedim. "Tam olarak öyle olmadı. " Beni yanlış anlamasını istemiyordum. Ama birşeyleri çoktan yanlış anlamıştı. Oğuz, "Peki" dedi. "Tamam. Senin dediğin gibi olsun. Ama şunu bil Hazan; bir yerde it gibi acı çekerek ölsem dahi o herifin yardımını istemem. O yüzden bir daha böyle birşey olursa, ki olmayacak, birilerini yollama başıma. Geleceksen sen gel. Ha tabii sevgilinden kardeşinin yanına gelebilmek için izin alabilirsen gel." Oğuz'un son sözleri içimde birşeyleri sarsarken telefon yüzüme kapanmıştı. Ve ben öylece kalakalırken telefonu kulağımdan yavaşça çektim. Elim yanıma öylece düşerken gözlerim dolmuştu. Bulunduğum yere çöküp ağlamamak için kendimi zor tutarken yutkunmaya çalışıp yutkunamadığımda dudaklarımı aralayıp derin bir nefes çektim içime. Oğuz'un söyledikleri ağrıma gitmişti. "Haksız mıydı peki?" O sırada Fırat yüzüme dökülen saçlarımı eliyle yüzümden çekip omzumdan geriye atarken, "Hazan" dedi sorgulayıcı sesiyle. " İyi misin? Birşey mi oldu?" Yüzüne bakmadan başımı belli belirsiz olumsuz anlamda sallamakla yetindim. Fırat önümüzde iki kişi kalmışken sert bir nefesi alıp vermiş ama başka birşey söylememişti. Bense gözlerimi kapatıp ayakta duracak gücü kendimde bulamazken, elimdeki telefonu cebime koyup, Fırat'a yaslandım. Fırat ise beni, belime sarılı olan koluyla daha sıkı tutarken, kapattığım gözlerimi geri açtım. Üzerime bir yorgunluk çökerken sabahtan beri hiç olmayan keyfim olma ihtimalini de kaybetmişti. Usulca içimi çektim. Bugünde böyleydi demek ki... Bir süre sonra sıra bize gelirken kabinin içine girdik. Otuzlarında olduğunu tahmin ettiğim sarı saçlı, yuvarlak yüzlü hemşire tatlı bir tebessümle , önündeki kırmızı koltuğu gösterip, "Buyrun" dedi. Fırat'ın kolundan kurtulup koltuğa oturduğumda, koltuğun kıvrımlı şekli beni hafiften yatar bir pozisyona getirirken , dizlerimin altına gelen kıvrımlı yeri dizlerimin biraz yukarıda kalmasına neden olmuştu. Bu beni rahatsız ederken oturduğum yerde kıpırdandım. Hemşire doktorun Fırat'a verdiği kağıdı alıp inceleyip başını salladığında kağıdı bir kenara koyarken, "Kolunuzu açın lütfen" dedi. Sweatimin kolunu geriye doğru sıvadım. Kadın açtığım kolumun üst kısmına plastik bir lastik bağlayıp damarlarımın ortaya çıkmasını sağlamaya çalışırken, "Elinizi birkaç kez yumruk yapıp açın lütfen" dedi. Dediğini yaptığımda kadın koluma iğneyi sokup kanımı çekmeye başlamıştı. İnce şeffaf hortumdan küçük tüpe akan kanımı izledim bir süre. Hemşire vücudumdan üç tüp kan aldıktan sonra tüpleri ve Fırat'tan aldığı kağıdı Fırat'a geri verdi. Ardından da kolumda kan aldığı yere kolonyalı pamuk bastırıp , "Bir yerde biraz oturun. Başınız dönebilir. " Dediğinde teşekkür edip Fırat'ın kolumdan tutarak bana yardımcı olmasıyla oturduğum yerden kalktım. Kan verme alanından çıktığımızda Fırat beni koridordaki siyah sandalyelerden birine oturtup montumla çantamı yanıma bırakırken "Sen bekle beni burda. " Diyerek tüpleri teslim etmek için gitti. Gözlerim önümde öylece durdum. Hiçbir şey düşünmedim. Düşünürsem kendime olan kızgınlığım artacaktı çünkü. Mesela diyecektim ki kendime, " Hazan eğer sen Oğuz'u arayıp "sana ihtiyacım var Oğuz. Gel" desen hatta demesen ama Oğuz senin Ona ihtiyacın olduğunu bilse yanına, nerde , ne halde olursa olsun, iki eli kanda dahi olsa gelirdi. Ama sen gitmedin. İstesen gidemez miydin Hazan? Giderdin. Gitmedin. " Gitmedim. Gitmek istesem, zorlasam giderdim. Ama Fırat'ı karşıma almaya cesaret edememiştim. İtaat etmek, inat etmekten daha kolay gelmişti. Oğuz'un bana kızıp darılabileceğini hiç düşünmemiştim. Değişiyordum. Hayatım boyunca yani babam öldükten sonra hep birilerini koruyup kollamak, birilerinin yanında olmak, daha küçük bir kızken bir büyük gibi davranmak zorunda kaldığımdan sevgiye aç olan yanım Fırat'ın bu sevgisine itaat etmeye zorluyordu beni. Herkesi her zaman düşünüp ancak hiç kimsenin, kendi öz annemin bile, düşünmesi gerekenler arasında son sırada dahi olmamıştım şimdiye kadar. Ve şimdi ise Fırat beni düşünüyor, üstüme çok fazla düşüp bana katı kurallar koysa bile beni seviyordu. Yanımda oluyor, beni koruyup kolluyordu. İlk defa hayatımda biri benden güçlü olmamı beklemiyor "düşersen tutarım" der gibi elimi tutuyordu. Ve ben bu sevginin gölgesinde çocuklaşıyordum. Bu da beni kendim olmaktan çıkarıyordu. Çünkü ben hiç çocuk olmamıştım. Bu yüzden de her zaman büyük, olgun, güçlü, hiç kimseye boyun eğmeyen, savaşçı Hazan'ı görmeye alışık olanların gözünde eğrelti duruyordu bu çocuksuluğum. Olabilirdi. Bazen Fırat'ın yanında ben bile tanıyamıyorken kendimi, onlara kızamazdım öyle değil mi? Gözümden süzülen bir damla yaşın, başım önüme eğik olduğu için, kucağımdaki elimin üzerine düşmesiyle usulca burnumu çekip gözlerimi sildim. O sırada Fırat geri gelmiş ve yanıma oturmuştu. Gözlerim onu bulduğunda Fırat , "Tahlil sonuçları iki saat sonra çıkacakmış. " Dedi gözleri yüzümü tarayıp nemli gözlerimde gezinirken. Başımı öylesine olumlu anlamda salladığımda Fırat sıkıntılı bir şekilde içini çekip, hâlâ sweatimin geriye doğru sıvalı olduğu kolumu tutup eline aldı. Kolumdan akan kan sebebiyle koluma yapışan pamuğu alıp beyaz tenimde kurumuş olan kana bakarken, "Yanında ıslak mendil var mı?" Diye sordu. "Çantamda olacaktı. " Diyerek çantama yönelirken Fırat benden önce davranıp çantamı aldı. İçinden ıslak mendil pakedini çıkarıp çantayı yanına koyarken içinden bir tane mendil alıp kolumda kuruyan kanı yavaş yavaş, canımı yakmaktan korkarcasına sildi. Ardından sweatimin kolunu aşağı çekip elindeki pamuk ve mendili az ilerideki çöp kutusuna atmak için ayaklandı. Çöpü atıp yanıma geri geldiğinde yanımda duran montumu alırken önüme çöktü. Montu sırtımdan geçirip, önüme çökmesine rağmen heybetli bedeni ve uzun boyuyla benden yüksekte dururken , "Sok kollarını" dedi. Dediğini yapıp kollarımı montan içeri soktuğumda Fırat montun fermuarını takıp çekerken çocuğunu giydiren bir baba gibiydi. Bense öylece onu izliyordum. Fırat, fermuarı çektikten sonra montumun içinde kalan sweatimin şapkasını ve saçlarımı çıkarıdı. Çıkardığı saçlarımı elleriyle severcesine düzeltirken şapkayı da başıma örtmüştü. Kara gözleri yüzümde gezinirken kucağımda duran ellerimden birini tutup dudaklarına götürüp öptü ve , "Başın dönüyor mu?" Diye sordu. "Dönmüyor" dedim. Fırat ,"Güzel" dedi. "Şimdi sana iki seçenek sunacağım; birincisi , tahliller çıkana kadar, hastanenin karşısında bir yer var. Oraya gidip kahvaltı yaptıracağım sana. İkincisi eve gideceğiz. Sen dinlenirken ben kahvaltı hazırlayacağım sana. Hangisi?" Hafifçe içimi çekip Fırat'ın gözlerine bakarken, "Eve gidelim. " Dedim usulca. "Sana sarılmak istiyorum ben. " Fırat belli belirsiz gülümseyip tuttuğu elimi iyice kavrarken çöktüğü önümden ayaklanıp, "Gel bakalım o zaman. " Dedi. Sandalyenin üzerinde duran çantamı alıp, "Asansör mü merdiven mi?" Diye sordu. Asansörde tıklım tıklım, iç içe olmaktan hiç hoşlanmıyordum. Bu yüzden, "Merdiven " dedim. Fırat cevabımla tuttuğu elimden beni merdivenlere doğru yönlendirirken yürümeye başladık. Merdivenlerin başına geldiğimizde Fırat yine elimi bırakıp kolunu belime sararken merdivenlerden aşağı indik. Zemin kata geldiğimizde çıkış kapısından gelen soğuk hava bedenimi ürpertmişti. Fırat ürperişimle beni iyice kendine çekerken kapıdan çıktık. Ardından da hastane otoparkına doğru ilerledik. Aracın yanına geldiğimizde Fırat yolcu kapısını açıp önce beni bindirirken çantamı kucağıma koymuştu. Kapımı kapatıp arabanın önünden dönerken şoför koltuğuna geçip oturdu. Bende kemerimi takıp arkama yaslandım. Fırat motoru çalıştırıp ısıtıcıyı açarken yola koyulmuştuk. Bir süre öyle ilerken bir eczanenin önünde durduk. Fırat kapıyı açıp arabadan inerken eczaneye doğru ilerledi. Bir süre sonra elindeki eczane poşetiyle geri gelip arabaya bindiğinde ilaçların parasını ödemeyi teklif edip etmemeyi düşünürken gurur kırıcı olacağını düşünüp vazgeçtim. Fırat motoru tekrar çalıştırıp yola koyulurken birden, "Oğuz birşey mi dedi sana?" Diye sordu. Oğuz'un adını söylerken bile sesi sertti. Bu durum canımı sıkarken, "Hayır" dedim. "Demedi birşey. " Fırat, "O yüzden mi Onunla konuştuktan sonra asıldı suratın böyle?" Dedi. "Suratımın asılmasının Onunla bir ilgisi yok. Hastaneleri sevmiyorum." Dedim. Gözlerim önümde akıp giden yoldayken Fırat birkaç saniye sessiz kalıp, "Neyse ne. " Dedi. "Sen yine de seni üzmesine izin verme. Olaya ben karışırsam kötü olur. " Fırat'ın bu sözleri kaşlarımı çatmama neden olurken yine de sakinliğimi koruyup, "Sevdiğim insanlar beni üzüp kırabilirler. " Dedim. "Buna ben müsade ederim. Çünkü bende kredileri vardır. Ve bunun için kimseye hesap vermem , verdirtmem. " Bu konuda tavrım netti. Oğuz'la aramda olan herhangi bir olay Fırat'ı ilgilendirmez ve olaya müdahil olmasını gerektirmezdi. Konuşur, kendi aramızda çözerdik. Fırat bu sözlerim üzerine, "Ne demek bu?" Dedi. Söylediklerimden anladığı şeyden memnun olmadığını belli eden hafif sert ve sorgulayıcı sesiyle. Ona dönmeden, "Sen Oğuz'la benim aramda olan hiçbir olaya herhangi bir şekilde müdahale edemezsin. Oğuz'da seninle benim aramda olan herhangi bir olaya müdahale edemez. Seninle olan seninle , Oğuz'la olan Oğuz'la kalır. " Dedim. Fırat, "Orda dur. " Dedi. "Hiç kimsenin seni üzmesine izin vermem. Üzüldüğünü görürsem her türlü müdahale ederim. Buna sende dahil kimse karışamaz. " Şuan kendi içimde Oğuz için Fırat'a baş kaldırma kararı almış olduğumdan , "O zaman Oğuz'da eder. " Dedim. "Kardeşim o benim. Şu hayatta herkesten herşeyden çok belki de o durdu yanımda. Bu yüzden beni kırmaya da üzmeye de hakkı var onun. Çünkü çok tamir etti. " Fırat'ın gözleri anlık bir beni bulup tekrar yola dönerken, "Sana geç kaldığım yılların faturasını böyle mi ödeyeceğim?" Dedi. "Altı yıl önce sesini duyduğum an gelip bulsaydım seni, Oğuz'un tamir ettiği o şeyler her neyse ben tamir etmiş olsaydım bugün bu Oğuz sevdan yüzünden tartışıp durmayacak mıydık?" Gözlerim sinirle Fırat'ı bulurken, "Biz benim "Oğuz sevdam" yüzünden değil senin "Oğuz düşmanlığın" yüzünden tartışıp duruyoruz. " Dedim. Fırat ise , "Benim Oğuz'a karşı bir düşmanlığım yok. " Dedi. " Tamam seni ondan kıskanıyorum, eyvallah. Ama ona düşmanlık beslediğim falan yok. O bana karşı bir düşmanlık besliyor. Yavrum sen buraya gelmeden önce de varmış bu Oğuz'un nişanlısı mevzusu. Ama Oğuz bana hiçbir zaman şimdiki gibi nefretle bakıp tavır almadı. Sivilde "Abi " diyordu bu çocuk bana. Biz aynı dağda, aynı ayazda savaştık şerefsizlerle. Birbirimizin arkasını kolladık. Operasyondan dönüp birbirimizin sofrasına oturup yemeğimizi ekmeğimizi paylaştık. Helal hoş olsun. Her ne olduysa Oğuz'a ben senin elini tuttuktan sonra oldu. Ne istiyor, derdi ne bilmiyorum. Ama senin benimle olmanı istemiyor. Bende bu yüzden senin onunla yakın olmanı istemiyorum. Aklını karıştıracak." Gözlerim yan profilinden Fırat'ın yüzünde gezinirken,"O işler öyle sen istemiyorsun diye olacak işler değil. " Dedim. "Dün gece sen istemiyorsun " izin vermiyorsun" diye sustum oturdum evde ama bir daha aynı şey olmayacak. Oğuz kardeşim benim. Senden öncede öyleydi senden sonra da öyle olacak. " Duraksadım. Gözlerim hâlâ Fırat'ta, söylediğim sözlerle gerilen yüz hatlarında ve öfkeyle çatılan kaşlarının çevrelediği kara gözlerindeyken devam ettim; "Ha bu arada kaçtır bana Oğuz'un benim kafamı karıştıracağından korktuğunu söyleyip duruyorsun. Yaran yoksa gocunma." Biraz sert ve net olmuştu ama olması gereken buydu sanırım. Sınırları keskin çizmek gerekiyordu. Çünkü Fırat başından beri öyle yapıyordu. Ben onun ailevi yaşantısına karışamıyor, ona ailesiyle ilgili sorular soramıyor, Fırat ne anlatırsa onu biliyordum. Buraya geldiğim günden beri gözlerimin önünde, Canan teyze, Bahar ve Fırat olmak üzre, çok güzel bir aile tablosu çizmişlerdi. Dün gece ise ben o aile tablosunun bir yalan olduğunu öğrenmiş ancak bunun üstünde durmayıp sorgulamamıştım. Çünkü Fırat bana ,"zamanı gelince herşeyi anlatacağım" demiş bende Ona itaat etmiştim. Şimdiye kadar Fırat'ın hiçbir şeyine müdahale etmemiş, karışmamış , sorgulamamıştım. Fırat hiçbir şey söylemese bile bana hâl, tavır ve duruşuyla durmam gereken yeri her zaman çok net bir şekilde göstermişti. İki akşamdır "işim var" diyerek bir yere gidiyor, bir telefon geldiğinden benden olabildiğince uzakta konuşuyor ve ben Ona hiçbir şey sormuyordum. Çünkü Fırat sınırlarını çok net çizmişti. Peki ya ben? Ben hep bir muallaktaydım. Benimde artık bazı sınırlar çizmem gerekiyordu. En azından Oğuz konusunda. Fırat sözlerim üzerine sert bir nefesi alıp verirken, "Sus" dedi baskın bir sesle. Gözlerimi yüzünden çekip önüme dönerken başımı, Fırat her ne kadar yüzüme bakmıyor olsa da, olumlu anlamda sallarken, "Tamam" dedim. "Susarım. Söyleyeceğimi söyledim sonuçta. Sende anlaman gerekeni anladıysan sorun yok." Fırat bu sözlerimle arabayı hızlı ve sert bir şekilde sağa çekip ani bir frenle dururken öne doğru gitmiş olsam da emniyet kemeri sayesinde durmuştum. Saçlarım yüzüme dağılırken sakinliğimi koruyup onları başımı sağa sola sallayarak geriye doğru ittiğimde Fırat kemerini sinirle sert bir şekilde çıkarmış ve bana dönmüştü. Bense öylece önüme bakıyor yağan ince kar tanelerini izliyordum. Fırat gözlerini yüzümde gezdirip avuç içiyle sert bir şekilde direksiyona vururken , "Derdin ne lan senin sabah sabah?!" Dedi sert ve yüksek çıkan kaba sesiyle. Kollarımı göğsümün altında birbirine kenetleyip geriye doğru yaslanırken, "Bir derdim yok benim. " Dedim. " Olanı da az önce söyledim." Fırat sert bir nefesi alıp verirken alıp verdiği bu nefesle birkaç saç telim havalanmış ve Fırat birkaç saniye sessiz kalıp yüzüme baktıktan sonra,"Anladım ben seni." Demişti. Ne anladığını merak ederken Ona dönmeden dinlemeye devam ettim. Fırat ise sözlerine,"Zor geldi sana benimle olmak." Diyerek devam etmişti. "Birşeyleri, özellikle de Oğuz'u karşına almak korkuttu seni. Yalnız anlamadığım şuan ne yapmaya çalıştığın. Oğuz için beni mi karşına alıyorsun? Ayrılmak mı istiyorsun benden?" Bu sözleri sarf ederken sesi sertti. Bağırmıyor ancak sesindeki tını oluşturmak istediği etkiyi fazlasıyla oluşturuyordu. Ama bir sorun vardı; sandığı gibi beni anlamamıştı. "Sen seç. " Dedim gözlerim hâlâ Fırat'ı bulmazken. "Hangisi?" Fırat bu sözlerimle dişlerini sıkarak,"Hazan!" Dedi uyarıcı bir sesle. "Oynama benimle! " "Oynamıyorum zaten." Dedim sakince. " İnsanlar çok seviyor büyük konuşmayı. Dedin ya bana dün gece "senin tek bir hareketinden ben neyi neden yaptığını anlayabiliyorum" diye. E anla işte. " Gözlerim sonunda Fırat'ı bulurken çatık kaşları ve gergin yüz hatlarına bakıp devam ettim. "Hiçbir şey anladığın yok senin. " Fırat derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp açarken, "Anlat" dedi. "Anlat anlayayım. Ama yapma şöyle. Ben seni bu kadar çok severken yapma." Başımı olumlu anlamda sallayıp,"Tamam buradan başlayalım o zaman." Dedim kemerimi çözüp ona iyice dönerken. "Beni çok sevmenden başlayalım. Beni çok sevdiğin için bana yaptığın herşeyi kendine hak görmenden başlayalım. " Bu sözlerimle Fırat'ın kaşları iyice çatılırken, "Ne yapıyorum ben sana?"diye sordu gözlerini çattığı kaşlarıyla birlikte, beni anlamaya çalışır gibi kısarken. "Seni çok sevmekten, üstüne titremekten başka napıyorum lan ben sana?" "Dedin ya az önce "benim için Oğuz'u karşına almaktan korktun"diye. Ben senin için Oğuz'u karşıma almıyorum ama senin yüzünden Oğuz'u kaybediyorum. Ve bu sadece sen beni sevip üzerime titriyorsun diye oluyor. " Dedim. Oğuz'un söyledikleri çok zoruma gitmişti. Çok sinirliydim. Söylediklerimi kontrol edemiyorken bunu çokta istediğim söylenemezdi. Fırat söylediklerimi hazmetmek ister gibi yutkunurken dilinin ucuyla alt dudağını nemlendirip , çatık kaşlarıyla, içinden onlarca duygunun geçtiği kara gözleriyle gözlerime bakıp,"Bu mu yani?" Dedi. "Oğuz mu bütün mesele? Onun için mi böyle öfkeyle bakıyorsun yüzüme? " Sesindeki kırıklar, gözlerinin hafiften doluşu içimde birşeyleri yerle yeksan ederken Fırat gözlerini gözlerimden çekip önüne döndü. Ardından da hiçbir şey söylemeden kemerini takıp motoru çalıştırırken, "Kemerini tak" dedi düz ve bariton sesiyle. Birkaç saniye yan profilinden yüzüne bakıp sıkıntılı bir şekilde içimi çekerken dediğini yapıp kemeri taktım. Önüme dönüp başımı cama yasladığımda Fırat yola koyulurken derin bir sessizliğe gömüldük. Ve ben o an o sessizlikte boğulmak istedim. Söylediğim şeylerin Fırat'ta nasıl bir etki oluşturduğunu bilmiyordum. Ancak gözlerinde gördüğüm o garip ifade darmaduman etmişti beni. Kırılmıştı. Hayal kırıklığı gibi ama "hayat kırıklığı" denilebilecek kadar derin bir kırıklıktı. Hele o çok sevdiğim kara gözleri dolmuştu ya hafiften gözünden bir damla yaş süzülse ölürüm gibi hissetmiştim. Öyle ki şuan Fırat'ı göğsüme çekip, bağrıma basıp, o yumuşacık saçlarının her bir telini ayrı ayrı sevip öpmek istiyordum. Usulca içimi çekip akıp giden yolda kar yağışını bakmakla görmek arası bir yerde izlerken öylece durdum. Şuan Fırat'a adım atacak cesaretim yoktu. Bir süre daha öylece ilerleyip apartmanın olduğu sokağa girdiğimizde Fırat aracı apartmanın önüne park etti. Benim kapım apartmanın duvarına denk geldiğinden Fırat'ın inmesini beklerken kemeri çıkarıp torpidonun üzerindeki ilaç poşetini aldım ve çantama koydum. Fırat ise kemerini çıkarıp arabanın anahtarını alırken araçtan inmiş beni bekliyordu. Oturduğum koltuktan kalkıp şoför koltuğuna geçerken arabadan indim. Arabadan indiğim gibi az ilerideki fırından burnuma mis gibi simit kokusu gelirken uzun zamandır simit yemediğimi fark etmiştim. Oysa ki İstanbul'da her sabah işe giderken bir tane alır araba kullanırken yerdim. Aslında İstanbul'da sabah ve akşamlarım için kendime ayırdığım zamanlar, rutine bindirdiğim bazı şeyler vardı. Mesela odamın küçük balkonunda her gece kahve içer, kitap okur, her cumartesi Kadıköy'deki Sahaflar çarşısına uğrar yeni kitaplar alır, her pazar bir sinemaya gider, Cuma akşamları adliyeden, VASÖ'den ya da sıradan arkadaşlarımla yemek yer sohbet ederdim. Lakin buraya geleli bunlardan hiçbirini yapamamıştım. Bu şehir bir kaynar su bende içine atılan kurbağa misali nereye çırpınacağımı şaşırmıştım. O kadar şey olmuş, onca şey yaşanmış, hayatıma bir Fırat girmiş ve ben bir parça dağılmıştım. Ama toparlayacaktım. Şu soruşturma bir bitsin herşeyi rayına sokacaktım. Fırat arabanın kapısını kilitleyip apartmana doğru yönelirken bense gözlerim az ilerideki fırında öylece duruyordum. Sonra birden öylece durmayı bırakıp fırına doğru ilerlemeye başladığımda Fırat'ın, "Hazan" diyen sesi kulaklarıma dolarken adımlarımı durdurup ona döndüm. Fırat ise çatık kaşlarıyla yüzüme bakıp, "Nereye ?" Diye sordu. Gözlerimi anlık bir fırına çevirip sonra Fırat'a geri dönerken, "Simit alacağım. " Dedim. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp, "Ben alırım. Sen apartmana geç. " Dedi. Omzumu "banane " der gibi yukarı aşağı hareket ettirip, "İstemiyorum. Ben alacağım. " Diyerek Fırat'a arkamı dönüp fırına doğru yürümeye başladım. Fırının önüne gelip kapısını açıp içeriye girerken ekmek tezgahında duran amcaya, "Selamünaleyküm" dedim. Amca tatlı doğu şivesi ve güler yüzüyle "Ve aleykümselam kızım. Ne istedin?" Derken gözlerim tezgahın üzerinde , fırından yeni çıkmış simitlere kaymış ve ben kaç simit alacağımı düşünüp, "Üç simit İstiyorum. " Demiştim. Fırıncı amca , "Hemen kızım. " Dediğinde gülümseyip omzumdaki çantamdan cüzdanımı çıkarırken fırının kapısı açılmıştı. Gözlerim anlık bir kapıyı bulduğunda Fırat'ı görmüştüm. Heybetli bedeni ve uzun boyuyla fırının içini doldurmuştu. Gözlerimi ondan çekip önüme döndüğümde fırıncı amca simitleri poşete koyarken Fırat'a bakıp, "Ooo Fırat'ım hoşgelmişsin. " Dedi coşkulu bir sesle. Fırat amcaya elini uzatıp, "Hoşbulduk Rıza dayı. " Derken adam ona uzatılan eli sıkmıştı. O sırada araya girip, "Borcum ne kadar?" Diye sordum. Adam Fırat'ta ki gözlerini bana çevirip, "21 TL" derken cüzdanımın fermuarını açtığımda Rıza amca Fırat'a, "Sen ne istedin Fırat'ım?" Diye sordu. Fırat birkaç saniye sessiz kalırken aramızdaki iki adımlık mesafeyi kapatıp yanıma gelmişti. Gözlerim yine saniyelik ona dönerken Rıza amcaya parayı uzattım. Adam parayı almak için elini uzatırken Fırat o bariton ve kalın sesiyle, "Burdan al Rıza dayı" diyerek adama 50 TL uzatmıştı. Adam bir bana bir Fırat'a bakarken Fırat, "Sözlüm" dedi birden. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Fırat'a dönmüş ve yüzüne bakmıştım. Ancak Fırat'ın gözleri Rıza amcadaydı. O sırada Rıza amca gülerek, " Hayırlı olsun. "Dedi. Fırat, "Sağol Rıza dayı. " Derken gözleri anlık bir beni bulmuştu. Rıza amca ise, "Kısmetse düğünümüz ne zaman?" Derken Fırat'ta ki gözlerim bu seferde onu bulmuş ve ben öylece kalakalmıştım. Fırat bu soruya karşılık, "Bakacağız. " Derken Rıza amca, "Çabuk bakın oğlum. Hayırlı işler beklemeye gelmez." Dediğinde neye şaşıracağımı bilemez bir halde konuşmayı dinliyordum. Sonunda Rıza amcanın gözleri beni bulduğunda, hâlâ para uzatmak için havada olan elimi iki eliyle tutup aşağı indirirken, "Senin paran burada geçmez gelin hanım. " Dedi. Lakin Fırat'ın uzattığı parayı da almazken, "Benden olsun. " Dediğinde Fırat, "Olmaz Rıza dayı." Derken adam, "Olur, olur. Hadi. "dedi. Fırat birkaç kez daha adama ısrar etse de Rıza amca parayı kabul etmezken Fırat'ın eline simit poşetini verip bizi fırından yolladı. Fırından dışarı çıktığımızda derin bir nefes aldım. Ardından da Fırat'la yan yana apartmana doğru ilerlerken elimdeki parayı cüzdana koyup, cüzdanı da sırt çantama atarken fermuarını çektim. Apartmanın bahçesine oradan da apartmana girip asansöre bindiğimizde Fırat beşinci katın tuşuna bastı. Bense arkamdaki duvara yaslanıp gözlerimi Fırat'ın yüzüne diktim. Fırat'ta çatık kaşlarının çevrelediği kara gözleriyle bana bakarken , "Niye sözlüm dedin adama?" Diye sordum. Fırat bir iki saniye sessiz kalırken yüzüme bakıp,"Rahatsız mı etti?" Dedi. Hâlâ kızgındı bana. "Yoo etmedi. " Dedim. "Sadece neden öyle söylediğini merak ettim. Cevap vermek istemiyorsan verme. " Sözlerim bittiğinde gözlerimi Fırat'ın gözlerinden çekip önüme döndüm. Daha fazla bakamayacaktım çünkü bana kızgınlıkla kırgınlık arası bir ifadeyle bakan gözlerine. Kalbimi deliyordu sanki bakışları. Kaldıramıyordum. Fırat herhangi birşey söylemeyip susarken yine sessizliğe gömüldük. Bir süre sonra da beşinci kata gelen asansör durup kapısı açılırken indik. Evin kapısına doğru ilerleyip Fırat deri ceketinin cebindeki anahtarı çıkartırken kapıyı açıp girdik. Konuşmayacağımızı ya da hastanede Fırat'a dediğim gibi Ona sarılamayacağımı bildiğimden duraksamadan odama yöneldim. Duş almayı düşünüyordum. Göbeğim karnıma sürülen jelden yapış yapış olmuş ve hastanenin kokusu üzerime sinmişti sanki. Duş alacağımı Fırat'a söylemekle söylememek arasında kalırken birşey söylememeyi seçip odama girdim. Kapıyı arkadan kilitleyip yatağımın üzerine oturdum. Omzumdaki çantayı ayağımın yanına, yere bırakırken Fırat'ın giydirdiği montumun fermuarını aşağı doğru çekip montu üzerimden çıkardım. Derin bir nefesi alıp verirken gözlerim makyaj masamın aynasındaki aksime takıldı. Kehribar rengi gözlerim üzgün ve yorgun bakıyordu. Daha güne yeni başlamıştım. Ama yine onca şey olmuştu; hastanedeki küçük kız, o kızın bana Ecrin'i hatırlatışı, onu özleyişim, doktorun karaciğerim hakkında söyledikleri, Oğuz'la olan telefon konuşmam, Fırat'la tartışmamız, Onu kırışım ve zihnimden geçen onlarca düşünce. Mütemadiyen böyle oluyordu. Birşeyleri beceremiyor, birşeyleri olduramıyordum. Onlarca cephede aynı anda savaşıp yenilmiyor ama kazanamıyordum da. Ve korkuyordum; birşeylerin hep böyle ilerleyecek olmasından, hayatın bana hep bir yerlerden sorun çıkarmaya devam etmesinden korkuyordum. Kafamın içinde herşey koca bir muammaydı. Yolun sonunu göremiyordum. Herşey çok belirsizdi. O an bu hayattan ne istediğimi düşündüm birden. Babam öldükten sonra hep anı yaşayarak tutunmuştum bu hayata. Ne yarını düşünmüştüm ne de sabahına uyandığım gecenin akşamını. Çünkü düşündükçe kafayı yiyecek gibi olurdum. Koca bir ömürün hep böyle geçeceğini, şu hayatta kendime var olacak kadar bile küçücük bir yer bulamayacağımı, oradan oraya savrulup duracağımı düşünmek daha o küçük yaşımda çok yorardı beni. İşte tamda bu yüzden hiç düşünmedim bu hayattan ne istediğimi. İlk kez düşündüğüm birşeydi bu. Ve cevabı bulmak zordu. Çünkü şimdiye kadar hep hayat benden aldıklarından daha fazlasını istemesin diye uğraşmıştım. Her defasında ise başarısız olup yine ve yeniden birçok şeyin elimden hayata karşı kayıp gidişini izlemiştim. Gerçi şuan bile bu soruyu sorma cesaretini kendimde nereden bulduğumu bilmiyordum. Neydi yani ? Ben bu hayattan ne istediğimi düşünüp bulacak, hayatta bana onu altın tepsiyle sunacaktı, öyle mi? Bu düşünceyle aynadaki aksime burukça gülümseyip başımı olumsuzca belli belirsiz salladım. Öyle değildi. Benim bu hayattan birşey isteyip onu elde edebilmem için birşeyleri, istediğim şeyle eş değer birşeyleri, gözden çıkarmam gerekiyordu. Hayat benimle hep bir kumar oynuyordu. Mesela Fırat'ı istiyordum. Elimden Oğuz'u alıyordu. Oğuz'u seçsem Fırat'ı. Ve ben bu hayatla kumar oynama konusunda annem kadar başarılı değildim. Yeniden derin bir nefes alıp verirken herşeyi bir süre böylece bırakmaya karar verdim. Jenga oyunu gibiydi herşey; taşlardan birine dokunsam oyun bitecekti sanki. Hem bu akşam Fırat'ın bana verdiği üç günlük sürede doluyordu. Belki aramız böyle karışık kalırsa bana birşey sormazdı. Hiçbir şeyi halledememiştim. Yarım milyonu nereden bulacağımı bilmiyor, arabamı ise satmak istemiyordum. Parayı ödemesem her ne olursa olsun annemdi o kadın benim. Öyle selsefil bırakamazdım. Kafam yine allak bullak olurken aldığım nefesi oflayarak geri verip daha fazla düşünmemek adına oturduğum yerden kalkıp odadaki banyoya girdim. ****** "Hazan VASÖ'den gelen bilgisayar programcıları saat 11.00'de Şırnak havaalanına iniş yapacak. Kim Chin'le birlikte karşılamanız gerekiyor. " "İstediğin savcı ve hakimide ayarladım. Onlarda yarın adliyede olurlar. "Savcı Tarık Güngör Kan tahlili sonuçları saat 11.30'da çıkacaktı. Şuan ise saat 10.02'ydi. Bu durumda ben bilgisayar programcılarını karşılamak için havaalanına yetişemezdim. Kan tahlilleri almadan önce gitsem Fırat vardı. Gerçi dün akşam bu durumdan onu haberdar etmiştim. Lakin bilmiyordum. Bu yüzden Kim Chin'e durumu bildiren bir mesaj yazıp bilgisayar programcılarını havaalanında karşılamasını istedim. O da kabul edip beni onayladığında telefonu yatağın üzerine bırakıp dolabımdan takım elbise seçtim. Nedense içimden Fırat bugün kahverengi deri ceket giymiş diye kahverengi bir takım elbise giymek gelmişti. Takım elbiseyi giydiğim de makyaj masamın önüne gelip saç fırçamla saçlarımı düzeltirken siyah lastik tokamı elime aldım. Perçemlerimi önüme çekip saçımı tokayla at kuyruğu yapmıştım. Ardından da perçemlerimi düzeltiğimde güzel olmuştum. O sırada aynanın önünde Fırat'ın dün akşam bana verdiği künye gözüme çarparken duraksadım. Elim künyeye gittiğinde takmakla takmamak arasında git gel yaşarken gümüş zinciri boynumdan geçirdim. Künyeyi beyaz gömleğimden içeriye soktuğumda soğuk metal ürpermeme neden olmuştu. Aynadaki aksime dönüp gömleğimi ve takımımı düzeltirken gözlerim boynumdaki küçük morluğa kaydı. Dikkatli bakmayınca görünmüyor, gömleğimin yakası da görünmesini engelliyordu. Hafifçe içimi çekip aynadan uzaklaştım. Dolabımdaki ayakkabılarım arasından beyaz, kalın topuklu botlarımı yatağa oturup giydim. Küçük kahverengi kırmızı kol çantamı alıp içine telefonumu cüzdanımı koyup elime aldım. Takım elbisemin ceketini ve takım elbisemle aynı renk olan kahverengi kabanımı da alıp, aynada son kez saçımı düzelttikten sonra , kapıya doğru ilerleyip kendimi odadan çıkıp Fırat'la karşılaşmaya hazırladım. Anahtarı yuvasında çevirip, metal kolu tutup aşağı indirirken kapıyı açtım. Kapıyı açar açmaz mis gibi, taze demlenmiş çay kokusu burnuma dolarken odadan çıktım. Gözlerim mutfakta Fırat'ı ararken güzel bir kahvaltı masasının kurulu olduğunu görmüştüm. Ocakta dumanı tüten çaydanlık gözüme çarparken başımı salona çevirdim. Fırat gri köşe koltukta, heybetli bedeni ve uzun boyuyla oturup geriye doğru yaslanmış ve başını koltuğa koyup gözlerini kapatmıştı. Uyuyor muydu acaba? Çok yorgun görünüyordu. Gece de ara ara uyandığımda Fırat'ın uyumadığını fark etmiştim. Yine beni sevmiş, öpmüş , açıp durduğum üstümü örtmüştü. Bir derdi vardı. İki üç gündür böyleydi. Benimle ilk kaldığı gecede doğru düzgün uyumamıştı. Üstelik bugün doktorun söylediği şeyler, beni pek etkilememiş olsa da, Fırat'ı sarsmıştı. Niye hiçbir şey anlatmıyordu bana? Az önce, eve dönerken de arabada ona "yaran yoksa gocunma" dediğimde de bir garip olmuştu yüzü. O an içinde bulunduğum halde fark edememiş olsam da şimdi yeni yeni idrak ediyordum. O an, belki de Fırat'ın derdi her neyse, Oğuz'un onunla ilgili birşeyler bildiğini düşündüm. Sanırım Oğuz'un Fırat hakkında bildiği birşey vardı ve Fırat Oğuz'un bana o şeyi söylemesinden korktuğu için beni Oğuz'dan uzak tutmaya çalışıyordu. Ve biz bir parçada Fırat bana birşeyleri anlatmak yerine susmayı tercih ediyor diye tartışıyorduk. Oğuz'un söylemesinden korktuğu o şey her neyse Fırat kendisi gelip bana anlatsa korkması gereken birşey kalmayacaktı belki de. Öylece durduğum yerde derin bir nefes alıp topuklu ayakkabılarım parke zeminde ses çıkarmasın diye küçük adımlarla yürümeye başladım. Az önce odadayken herşeyi böylece bırakmaya karar vermiştim ama yapamayacaktım. Yapamıyordum. Kıyamıyordum Fırat'a. Sevgimize kıyamıyordum. Üstelik kalbimin üzerindeki bu ağrıyla bütün günü de geçiremezdim. Bir saniye sonra bile ne olacağımızı bilmediğimiz bu dünyada sevdiğim adamdan aynı çatı altında kalbi kırık ayrılamazdım. Yaşamak ne kadar zorsa ölmek o kadar kolayken birçok şeyin ölümü düşününce önemsiz geldiği şu anda Fırat'la "bugün de böyle olsun" diyip kırgın ayrılamazdım. Şuan buna gücüm yoktu. Onunla böyle bir halin içindeyken kalbim üşüyordu. Ve bu şehir zaten yeterince soğukken ben daha fazla üşümeyi kaldırabilecek gibi değildim. Fırat'ın yanına geldiğimde durdum. Gözlerimi kapalı gözlerini örten uzun kıvrımlı kirpiklerinde, yakışıklı yüzünde ve koca bedeninde gezdirdim. Her zerrem "çok seviyorum" diyerek eriyip giderken elimdeki çantamı, ceketimi ve kabanımı Fırat'ın önünden geçip tekli hardal sarısı berjerin üzerine bırakıp Fırat'a geri döndüm. Uyumuyordu. Nefes alışverişleri düzensizdi. Sadece yorgundu. Yakınlarında olduğumu hissediyordu ki o bir askerdi. Yine de uyuduğunu düşünüp koltuğun üzerine dizlerimle çökerek çıktım. Dizlerimin üzerinde biraz daha yükselip Fırat'ın yüzüne doğru eğilirken bir elimi başının diğer tarafına koyup yüzünü kıskacıma aldığımda yakışıklı yüzünü birde böyle yakından izleyip yavaşça dudaklarımı alnına bastırdım. Gözlerimi kapatıp kokusunu içime çekerken birkaç saniye öylece durdum. Ve bir süre sonra yavaşça geri çekilirken aniden belime sarılan kaslı ve güçlü kollar beni kendine çekip üzerine düşmemi sağladığında dudaklarımdan, "Hih!" Diye bir ses dökülürken irkilmiştim. Başım üzerine düşüşümle Fırat'ın boynuna denk gelirken Fırat irkilişimle, "Şşş korkma. " Demişti dudakları kulağımın altına sürtünürken hafif fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle. Yutkunup, "Korkmadım" dedim. "Sadece beklemiyordum. " Ben bunları söylerken Fırat belimdeki ellerinden birini kalçalarımın altına indirip bacaklarımı tutarak beni kucağına oturtturken dudaklarının temas ettiği kulağımın altına kokumu içine çekerek bir öpücük kondurup başını boynuma gömdüğünde, "Benimde beklemediğim şeyler oldu. " Dedi. Arabada ona söylediklerimi beklemediğini söylüyordu. Bende beklemiyordum. Alt dudağımı ısırıp hafifçe içimi çekerken, "Kızgın mısın bana?" Diye sordum usulca. Fırat bu sorumla birkaç saniye sessiz kalırken başını boynuma iyice gömüp kokumu içine çekerek, "Bilmem. " Dedi. "Kucağımdasın, kollarımın arasındasın, başımı şu dünyada nefes alabildiğim tek yere gömmüşüm. Kızgın mıyım sence? " "Kızgınsın ." Dedim. "Kırgınsında. Sadece ben sana yaklaştığımda beni kendinden itemiyorsun. " Fırat bu sözlerimle beni iyice kendine çekip sarılırken,"Niye?" Dedi. "Çok mu güzelsin sen? Çok mu seviyorum ben seni? Ben dayanamaz mıyım sana?" Bu söyledikleri soru değildi. "Çok güzelsin, çok seviyorum seni, dayanamıyorum sana " diyordu. İçimi çekip, "Fırat yapma şunu." Dedim. " Sorunlarımızın üzerini beni severek kapatma. Birşey olduğu zaman konuşalım. Bana ne hissettiğini söylemezsen seni anlayamam ki. Ve anlayamadığım içinde seni aynı yerden kırmaya devam ederim. Konuşalım ve çözelim, nolur?" Fırat yine birkaç saniye sessiz kalırken başını boynumdan kaldırıp omzuma yasladı. Kokumu içine çekişi kulaklarıma dolarken Fırat, "Çok seviyorum seni " Dedi. Bense yüzümü boynuna gömüp Fırat'ın omzundaki elimi ensesine koyup saçlarını sevmeye başladım. Fırat ise sözlerine, "Senden önce hayatıma birini almayı hiç düşünmüyordum. "Diyerek devam etti. "Bir gün birini böylesine sevebilme ihtimalim bile yoktu. O kadar uzaktım ki böyle şeylere." Duraksadı. Kıyafetimin üzerinden omzumu öperken defalarca yaptığı gibi yine kokumu derince içine çekti. Bende mümkünü varmış gibi biraz daha sokuldum Fırat'a. "Ama şimdi sen varsın." Dedi. "İlk gördüğüm andan beri varsın. Her zerremle köpek gibi seviyorum seni. İlkimsin, sonumsun, herşeyimsin. Küçücük bir kuş gibisin avuçlarımın içinde; çok sıksam ölürsün, fazla serbest bıraksam uçup gidersin diye korkarak ne yapacağımı bilemeyerek seviyorum seni. Bazen çok sıkıp canını yakıyorum, bazen de tam kaybedecekken tutuyorum. İlk defa seviyorum hayatımda birini böyle. Ben sana şurada otururken kurduğum cümle sayısıyla sende önce en az iki günümü geçiriyordum yavrum. İnsanların sesine tahammülüm yokken şimdi senin o güzel dudaklarının arasından iki kelime dökülsün de sesini duyayım diye ağzının içine bakıyorum. Bir tek benim ol, bana ait ol, sadece beni sev istiyorum. Seni kaybetme ihtimalimin düşüncesi bile kafayı yedirtiyor bana. Esen bir rüzgardan dahi huy kapıyorum. Seni herşeyden herkesten korumak istiyorum. Kimsenin gözü değmesin sana kimsenin zararı dokunmasın istiyorum. Saçının teline zarar gelse ölürmüşüm gibi. Çok seviyorum Hazan, çok seviyorum. " Fırat sözlerine son verdiğinde dolan gözlerimi kırpıştırıp usulca içimi çektim. İçimde sarsılan, yıkılan, usul usul Fırat'a akan şeylerle başımı boynundan kaldırıp biraz geri çekerken yanağını öptüm sıkıca. Fırat onu öpüşümle başını iyice omzuma bırakıp bedenime sarılı olan kollarını sıkılaştırırken bu seferde dudaklarımı saçlarının arasına, kokusunu içime çekerek, bastırdığımda, "Fırat'ım" dedim bastırıp uzatarak."Bende çok seviyorum seni." Ardından da kendimi Fırat'tan geri çekip yüz yüze gelmemizi sağlamaya çalıştığımda Fırat, derince içini çekip, başını omzumdan kaldırırken buna müsade etti. Ve biz yüz yüze geldiğimizde Fırat benim ben ise onun yüzünü taradım. Gözlerim, sol gözünden süzülüp burnunun kenarında yol almış ve ardında bıraktığı ıslaklıkla parlayan gözyaşına takılırken ellerimle yüzünü avuçlarımın içine aldım. O çok sevdiğim kara gözlerinin altını baş parmaklarımla usul usul severek silerken, "Ağlama." Dedim üzgün ve hafiften yalvarır gibi çıkan sesimle. Fırat ise kara gözleri yuvalarında sağa - sola, aşağı - yukarı hareket ederek yüzümün her zerresinde gezinirken belli belirsiz gülümsedi. Büyük elleri kıyafetimin üzerinden belimi okşayıp dururken Fırat, "Niye yavrum?" Dedi. "Erkekler ağlayamaz mı?" "Ağlar" dedim. " Ama sen ağlama. " " Çünkü sen ağlayınca, babam ağladığında olduğu gibi , kalbim acıyor. " Fırat öylece gözlerime bakarken bense yavaşça yüzüne doğru yaklaşıp, "Kapat gözlerini" dedim. Fırat birkaç saniye duraksasa da dediğimi yapıp gözlerini kapattı. Bende önce sol sonra sağ gözünün üzerini öptüm. Başımı geri çekip, yüzü hâlâ avuçlarımın arasındayken, dudaklarına doğru yöneldiğimde Fırat gözlerini açmamış kendini tamamen bana bırakmış gibiydi. Dudaklarımı usulca dudaklarının üzerine bastırdığımda Fırat hiç vakit kaybetmeden üst dudağımı dudaklarının arasına alıp emip öpmeye başlamıştı. Belimdeki kollarını sıkılaştırıp beni iyice kendine çekip bastırırken bir süre öylece öpüşmüştük. Fırat bu sefer diğer öpüşmelerimize nazaran daha sakindi. Dudaklarımı sever gibi öpüyordu. Herhangi bir cinsel arzu yoktu bu öpüşlerinde. Sadece usul usul seviyordu beni. Bende ona aynı şekilde karşılık veriyordum. Sıcak, nemli ve dolgun dudağı dudaklarımın arasındayken Fırat'ı öpüp emmek içimi cayır cayır yakıyor, bedenimi tatlı bir heyecan sarıyordu. Bir süre sonra dudaklarımızı ayıran ben olurken Fırat alnını alnıma yasladığında bu yakınlıkta gözlerimin içine bakıp , belimden yüzüme çıkardığı elinin baş parmağıyla yanağımı severken yutkundum. Şu hâlde belki saçmaydı ama yine de merak ettiğim için, " Sen şimdi bana kızgın ya da kırgın değil misin?" Diye sordum. Fırat bu sorumla, "Soruyor musun hâlâ?" Dedi. "Yavrum sen benim ağzıma sıçsan, hayatımı siksen ben yine affederim seni. Bir dokunuşuna, bir bakışına, küçücük bir öpüşüne yenilirim. Durabilir miyim kızım ben senden ayrı? " Duyduğum bu sözlerle gözlerimi kaçırıp alnımı Fırat'ın alnında çekerken başımı boynuna gömdüm. Fırat ise at kuyruğu yaptığım saçlarımın arasına kokumu içine çekerek bir öpücük kondururken oturduğu yerden, beni kucağından indirmeden, ayaklanıp yürümeye başladı. Sanırım mutfağa gidiyorduk. Bir anlık kokusuna yenilip simit almıştım ama şuan hiç iştahım yoktu. Mutfağa girdiğimizde Fırat beni dikkatlice, çektiği sandalyeye oturtup , heybetli bedeni ve uzun boyuyla, ocaktaki çaydanlığa doğru ilerledi. Bende gözlerimi ondan çekip önümdeki masayı inceledim. Salam, peynir, zeytin, çeşitli reçeller, bal, kaymak, tereyağı, haşlanmış yumurta, salatalık ve fırıncı amcanın ikram ettiği simitlerle güzel bir kahvaltı masasıydı. Tek sorun benim iştahım yoktu. Fırat ocaktan aldığı çaydanlıkla masaya gelip ince belli bardaklara çay doldururken onu izledim. Bir insan çay doldururken bile ancak bu kadar yakışıklı ve karizmatik olabilirdi. Hafifçe içimi çektiğimde Fırat çaydanlığı bırakmak için ocağa yönelmişti. Çaydanlığı bırakıp geri geldiğinde masanın başındaki sandalyeyi alıp, dün akşamki gibi, yanıma oturdu. Gözlerim Fırat'ın yüzünde ve koca bedeninde gezinirken O da bana dönmüştü. Gözlerini yüzümde gezdirip bir kolunu sırtıma sarıp beni kendine çekerken alnımı öptü. Ardından da başını başıma yaslayıp eline aldığı çatalla önümdeki tabağa kahvaltılıklardan koyarken içimi çektim. Yine öpüşüp barışmıştık. Ve öyle tahmin ediyordum ki arabada söylediklerim unutulacak, Fırat o sözleri hiç söylememişim gibi davranacaktı. Ama biliyordum ki söylediklerim onunda aklının bir köşesinde yer edinecekti. Az önce Ona "ne hissettiğini anlat" demiştim . Bana sadece beni nasıl sevdiğini anlatmıştı lakin ben anlamıştım; herşeyi beni sevdiği için yapıyor, beni kaybetmekten korktuğu için Oğuz'dan uzak tutuyordu. Ve emin olmuştum ki Oğuz'un Fırat hakkında bildiği birşey vardı. İstesem öğrenirdim. VASÖ ajanı bir savcıydım. Biraz uğraşsam Fırat'ın otuz yıllık hayatı boyunca başına gelen herşeyi öğrenirdim. Ama yapmayacaktım. Çünkü Fırat'a saygı duyuyordum. Şimdilik onun hakkında birşeyleri bilmemi istemiyorsa bende o isteyip anlatana kadar, ne kadar merak etsem de , bekleyecektim. Ancak şu arabada söylediklerimi konuşmamız gerekiyordu. O sözlerim için Fırat'tan özür dilememiştim. Çünkü biraz sert ve yanlış bir üslupla konuşup sinirle o raddeye gelmiş olsam da hemen hemen ne düşünüyorsam onu söylemiştim. Tek hatam Fırat'ı beni çok sevmesiyle suçlamaktı. "... ve bu sadece sen beni sevip üzerime titriyorsun diye oluyor..." Demiştim ona. Yıllardır sevgiye aç bir şekilde yaşayıp beni koşulsuz şartsız seven bir adama böyle birşey söylemek zannımca beni nankör yapardı. Birde ,"...beni çok sevdiğin için bana yaptığın herşeyi kendine hak görmenden başlayalım..." demiştim ona. Ne yapıyordu ki bana? Onunda dediği gibi beni çok sevip üzerime titremekten başka ne yapıyordu bana? Hiçbir şey. Bizim Fırat'la tek sorunumuz onun kıskançlığı, Oğuz'la olan problemi ve bana birşey olacak diye korktuğu için üzerime fazla düşüşüydü. Bunlar dışında güzel anlaşıyorduk. Kısaca ben Fırat'a itaat ettiğim sürece sorunumuz yoktu. Bende onu yapamıyor , yapabilsem bile, durup düşününce, kendime yakıştıramıyordum. Ve birde Fırat'a itaat ettikçe Oğuz'u kaybediyordum. Fırat tabağıma masadaki her çeşitten koyarken sıkıntılı bir nefesi alıp verdim. O an alıp verdiğim sıkıntılı nefeste bile burnuma Fırat'ın kokusu dolarken gözlerimi kapattım. O sırada Fırat'ın, "Noldu yavrum?" Diyen sesi kulaklarıma dolduğunda kirpiklerimi aralayıp, " Akşam eve dönünce konuşalım biraz , olur mu?" Dedim. Fırat, "Konuşacağız zaten. Sana verdiğim üç günlük süre doldu. " Dediğinde açtığım gözlerimi geri kapatıp sessiz kalmayı tercih ettim. ****** Doktor elindeki tahlillere tekrar dönerken Fırat'ın alıp verdiği sert nefes kulaklarıma dolmuş ve gözlerim Onu bulmuştu. Fırat oturduğu yerde doktorun masasına doğru eğilip, "Daha ne kadar bekleyeceğiz?" Dedi hafif sert çıkan bariton sesiyle. O da benim gibi tedirgin ve huzursuzdu. Tek fark böyle olmak beni sessizleştiriyorken Fırat'ı sinirlendiriyordu. Doktor elindeki kağıtta olan gözlerini Fırat'a çevirip kağıdı masaya bırakırken ellerini masanın üzerinde birbirine kenetleyip konuştu; "Fırat bey Hazan hanımın kanındaki ALT değeri biraz yüksek. Normal bir kadın vücudunda %7 ila 35 insan vücudunda ise ortalama %56 civari olması gereken bu hücre Hazan hanımın kanında %60 civarı. Bu değer daha da artarsa Hazan hanım fiziksel olarak daha zor zamanlar geçirecek. Ağrılar daha da artıp günlük yaşamı zorlaştırabilir, kilo kaybı, iştahsızlık ciddi boyutlara gelebilir. Hatta..." Diyerek sıkıntılı bir şekilde duraksarken Fırat daha da sertleşen sesiyle, "Hatta" ne?" Dedi. Sesinden anlayabildiğim kadarıyla, uzun ve adeleli bacağının üzerinde yumruk yapıp parmaklarını kırarcasına sıktığı eli gibi, dişlerini de sıkıyordu. Gözlerim yüzünü bulduğunda iyice belirginleşen çene kaslarını ve gerilen yüz hatlarını görmüştüm. Bense öylece doktoru dinliyordum. Doktor sözlerine, "Yeni bir karaciğer nakli gerekebilir. " Diyerek devam etti. "Tabii bu bir ihtimal. Bizim şuan yapmamız gereken kandaki ALT değerini düşürmek. Bunun için size bir ilaç daha yazacağım. Birde uymanız gereken bir diyet listesi. Diyet listesine uyup ilaçları düzenli olarak kullandıktan yine bir hafta sonra tekrar kontrole gelmeniz gerekiyor. " Arif Bey'in söyledikleri yine benden çok Fırat'ı sarsarken gözleri beni buldu. Benim gözlerim ise zaten Ondaydı. Hiçbir hareketini kaçırmak istemiyordum. İçimde bir yerde Ondan güç alıyordum sanki. Fırat birkaç saniye gözlerimin içine bakıp sonra da reçeteyi ve diyet listesini yazmaya başlayan doktora dönerken, " Peki ilaçlar yine bir işe yaramazsa?" Dedi sorar gibi. Bariton, kalın ve erkeksi sesinde birşeyler vardı; Arif Bey'in ya da bir başkasının asla anlayamayacağı lakin benim çok derinden hissedebildiğim birşey... Arif bey defalarca kez aldığı sıkıntılı nefeslere bir yenisini daha ekleyip, "O zaman yeni bir karaciğer için başvuru yapmamız gerekebilir. " Dedi. "Aslında Hazan hanım karaciğerinin%35'lik kısmı olmadan yaşayabilir ancak kandaki ALT değerinin yükseliyor olması işleri zorlaştırıyor. Ameliyatta herhangi bir sorun çıkmamıştı. Bu durum nasıl meydana geldi anlayamıyorum. Bu durumu araştıracağım. " Derken yazdığı reçeteyi Fırat'a uzattı. Fırat reçeteyi alırken bir süre doktorun diyet listesini bilgisayardan yazıp çıkarmasını bekledik. Sessizdik. Sonunda Arif bey diyet listesini de Fırat'a verirken oturduğum yerden kabanımı ve çantamı alıp ayaklandım. Fırat'ta oturduğu yerden kalkarken doktora elimi uzatıp, "Teşekkür ederim" dedim. "İyi günler." Arif beyde elimi sıkıp, "Sizi iyileştirmeden teşekkür kabul edemem. " Dedi. O an anladım ki VASÖ'den ve benim kim olduğumdan haberi vardı. " Bu arada iştahınız her ne kadar olmasa da diyet listesine uyun lütfen. İyi günler Hazan hanım. " diye de eklediğinde ellerimizi ayırdım. Fırat'ta Arif beye uzatıp el sıkışırken benim aksime hiçbir şey söylememişti. Elleri ayrıldığında ise Fırat yanıma gelip elimi tutmuş ve kapıya doğru ilerlerken doktorun odasından çıkmıştık. Koridorda beyaz kalın topuklu botlarımın, mermer zeminde çıkardığı hoş ses duyulurken, asansörün önüne gelmiştik. Hastanenin içi sabaha nazaran daha kalabalıkken asansörün önünde de daha çok insan vardı. Fırat sımsıkı tuttuğu elimi bırakıp, "Üzerini giyin." Dedi. "Dışarı çıkınca üşürsün. " Başımı sallayıp çantamı Fırat'a uzattım. Fırat beklemeden çantamı alırken kabanımı giyip çantamı geri aldığımda Fırat bıraktığı elimi tutup, yanıma gelip asansör beklemeye başlayan adamla, beni kendine çekip önüne aldı. Bir süre sonra gelen asansöre bindiğimizde Fırat zemin katın tuşuna bastı. Ve yine beni heybetli bedeni ve uzun boyuyla koruması altına alırken sırtım, bu kalabalık asansörde, Fırat'ın geniş gövdesine yaslıydı. O an bedeninin kasılıp durduğunu hissettim. Şuan yüzüne baktığımda birşey anlayamıyordum ama iyi değildi, farkındaydım. Zemin katta duran asansörden indiğimizde Fırat elimi sıkıca tutup çıkışa doğru yöneldi. Hastaneden çıkıp otoparka girdiğimizde, kar yağışı çoktan durmuş ve biz Fırat'ın aracının yanına gelmiştik. Benim arabamda hemen onun yanındayken Fırat sımsıkı tuttuğu elimi bırakmamıştı. Arabama binip askeriyeye geçmek için elimi Fırat'ın elinden çekerken gözlerimi Fırat'ın yüzümü tarayan gözlerine çıkarıp, "Fırat bıraksan mı artık?" Dedim. O ise birden tuttuğu elimden beni kendine çekip sımsıkı sarılırken başını boynuma gömüp, "Bırakmam" dedi. Bahsettiği şey elim değildi. Kimsenin olmadığı otoparkta , bende kollarımı sevdiğim adamın koca bedenine dolayıp sarıldım. Bir elimle sırtını aşağı yukarı sıvazlayıp dudaklarımın denk geldiği yeri , siyah boğazlı kazağının üstünden, kokusunu içime çekerek öptüm. Ardından da başımı göğsüne koyup birkaç saniye öylece kalmamıza izin verdim. Fırat bu birkaç saniyenin sonunda boynumu, yanağımı ve saçlarımı öpüp benden ayrılırken, kolları hâlâ belime sarılı bir hâlde, gözlerime derin derin bakıp, "İyi misin?" Dedi. Sanırım buraya gelmeden önce ettiğimiz kahvaltıda, tâbii ben Fırat'ın tüm zorlamalarına rağmen iştahım olmadığı için pek birşey yememiştim, içtiğim ilaçların Arif Bey'in bahsettiği etkileri oluşturup oluşturmadığını soruyordu. Şuanlık iyiydim. Bu yüzden, "İyiyim." Dedim hafifçe gülümseyerek. "Sen?" Fırat yüzüme çıkardığı elinin baş parmağıyla dudağımın kenarını severken, "Boş ver beni. " Dedi. "Sen iyi ol yeter. Korkuyor musun?" Duraksadı. Beklemediğim bu soruya cevap vermek için hazırlanırken Fırat cevabımı beklemeden, "Korkma" dedi. "Gerekirse kendi ciğerimi söker takarım sana, yine de bırakmam seni. Burdayım ben tamam mı?" Gülümsedim. İçimdeki tüm sevgiyi gözlerime yansıtarak o çok sevdiğim kara gözlerine bakıp, "Eğilsene. " Dedim. Fırat gözlerime yoğun bir şekilde bakarken belli belirsiz gülümseyip bana doğru eğildi. Dudaklarımla aynı hizaya gelen yanağına dudaklarımı bastırıp sıkıca öptüm. Dudaklarımı yanağından geri çektiğimde Fırat yüzünü çekmemiş, tıraş olmaktan az biraz pürüzlü olan, yanağı alnıma gelecek şekilde başını başıma yaslayıp beni iyice kendine çekerken burnumun ucunu öpüp, "Ben şimdi akşama kadar bir daha dokunamayacak mıyım sana?" Dedi o çok sevdiğim erkeksi sesiyle. Ardından da yanağını alnımda ayırıp yanağıma bastırırken başım Fırat'ın yüzüyle omzu arasında kaldığında Fırat derince kokumu içine çekip, "Bir daha böyle içime çekmeyecek miyim kokunu?" Dedi. Ve yanağını yanağımdan ayırıp dudaklarını yanağıma bastırırken, "Niye bu kadar çok özlüyorum ben seni?" Dedi , kendi kendine sorar gibi. O sırada kulaklarıma dolan tanıdık ses, "Hazan'ın öyle bir etkisi vardır abicim. Özletir kendini. " Derken başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde, yüzündeki muzip gülümsemesiyle, Bahar'ı görmüştüm. Bedenimi saran utançla kendimi Fırat'ın kollarından kurtarmak için geri çekerken Fırat bırakmamış aramıza açtığım milimlik mesafeyi kapatmıştı. Bahar bu halimize kıkırdarken başımı Fırat'ın yüzüne doğru kaldırıp hafiften çatılan kaşlarımla gözlerine baktım. O ise bana güzel güzel bakıp yüzüme doğru eğilerek alnımı öptüğünde Bahar'ın içli içli, "Ayh" diye iç çekişi kulaklarıma dolduğunda Fırat'ın dudakları hâlâ alnımdayken Bahar'a döndüm. Bahar ise elleri , Ona çok yakışan, beyaz doktor önlüğünün cebindeyken, yüzünde Fırat'la olan bu halimizden memnun olduğunu belli eden gülüşüyle, " Vallaha şuan abisiyle yengesinin mutlu mesut halini izleyip mutlu olan ilk görümce olarak tarihe geçeceğim. "Dediğinde gülümseyip Bahar'ın gözlerine bakarken, "Gelsene." Dedim bir kolumu Bahar'a sarılmak için havaya kaldırırken. Bahar bu davetimle gözleri Fırat'ı bulurken duraksadı. Fırat'ın da çağırmasını bekliyor gibiydi. Fırat'ta belimdeki kollarından birini kaldırıp, "Gel abim." Dediğinde Bahar siyah saçları rüzgarda savrulurken kocaman kahverengi gözlerinde ışıldayan birşeylerle yanımıza gelip ikimize birden sarıldı. Küçük bir çember oluşturmuştuk. Bahar'ın da benimde başım Fırat'ın geniş göğsündeyken yüzyüzeydik. Ve Fırat bizi koca cüssesiyle sarıp sarmalarken önce benim sonra da Bahar'ın saçlarının arasına birer öpücük kondurduğunda ikimizde gülümsedik. O an Bahar'ın gülümseyişinin gözlerine tam olarak ulaşmadığını, kocaman kahverengi gözlerinde kırık birşeyler olduğunu fark ettim. Gözleri dolmuştu. Birşey vardı. Fırat burdayken sorabilir miydim sorsam cevap verir miydi bilmiyordum ama Bahar'ın sırtındaki kolumu çekip elimi yüzüne dağılan saçlarına çıkarıp severcesine onları geriye doğru ittim. Ardından da elimi yanağına koyup sevdiğimde Bahar usulca gözlerini kapattığında kirpiklerinin arasından bir damla yaş süzülüp yanağını seven baş parmağımın ucunda durdu. Yaşın ıslak bıraktığı yeri parmağımla sildim. Neyi vardı? Çokta yorgun görünüyordu. Acaba Fırat'la aynı şeyden dolayı mı böyleydi? Fırat derin ve sıkıntılı bir nefesi alıp verirken Bahar'ın alnını öptü. Neden ağladığını sormuyordu, belli ki biliyordu. Bende birşey sormadım. Ne Fırat'a ne de Bahar'a. Onları kendileriyle bıraktım. Acılar paylaşarak azalır azaldıkça da eksiltirdi insanları. Eksilmeye hazır değillerdi besbelli. Bir süre öylece kaldığımızda Bahar, "Ayh ben sana nasıl olduğunu sormadım Hazan?" Dedi telaşla kendine kızar gibi. "Kontrole geldiniz, değil mi? Ne dedi Arif hoca? " Hafifçe içimi çektiğimde Fırat'ın dudakları bu seferde benim alnımı bulurken, "Karaciğerim kendini tamamlamamış." Dedim öylesine, alelade birşey söylüyormuş gibi. "Yeni ilaçlar yazdı. " Bahar birşey söylemeyip üzgün gözlerle yüzüme bakarken çantamdan gelen zil sesiyle Fırat'tan ve Bahar'dan ayrılıp çantamı açtım. İçinden telefonumu çıkardığımda ekranda Kim Chin'in adı yazılıydı. Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüğümde Kim Chin lafı hiç dolandırmadan, "Ne yapacağım savcı ben bu adamları?" Diye sordu. "Aç aclarına gelmişler buraya. Sabahtan beri bunları doyurmaya çalışıyorum. Senin serpme Van kahvaltısının kaç para olduğundan haberin var mı?" Fırat ve Bahar öylece yüzüme bakarken Bahar gülmemek için alt dudağını dişliyordu. Hafifçe yutkunup, içimden Kim Chin'in ağzından VASÖ'yle ilgili birşey çıkmasın diye dua ederken, "Sakin ol." Dedim. "Adamları askeriyeye götür. Bende geleceğim birazdan. " Kim Chin , "Nasıl götüreyim?" Diye sordu. Kaşlarım anlamadığım için çatılırken, "Ne demek nasıl?" Dedim. Kim Chin,"Sekiz tane iri kıyım adamı diyorum askeriyeye nasıl götüreyim? Başımın üstüne mi çıkarayım, sırtımamı alayım yoksa kucağımda mı... tövbe tövbe. " Derken, "Sekiz mi?" Diye sordum . Cihan abi kaç kişi olduklarını söylememişti. "Evet savcı sekiz. Göt kadar arabanın içine nasıl sokayım ben bu herifleri." Aldığım nefesi geri verirken, "Tamam . Nerdesin sen? Geleyim yanına paylaşalım adamları. " Dedim. Kim Chin, "Tamam. Konum atarım. " Diyerek telefonu kapatırken telefonu üzerimdeki bakışlar eşliğinde çantama geri koydum. Fırat sorgulayıcı sesiyle, "Noluyor? Ne diyor o çekik? Ne adamı?" Diye sorduğunda bir eli hâlâ belimdeyken bir yandan da Bahar'a sarılıyordu. Gözlerine bakıp, "Dün bahsetmiştim ya ; askeriye için ayarladığım bilgisayar programcıları. İstanbul'dan geldiler. Biraz kalabalıklarmış. Kim Chin'in arabasına sığmıyorlar. Birkaçını ben alacağım. " Diyerek açıklama yaptım. Bu sözlerinle Fırat'ın kaşları çatılırken yüzü gerilmişti. Dilini sinirle ağzının içinde gezdirdiğinde, Bahar yüzündeki muzip gülüşüyle bizi izlerken, Fırat birşey söylemeden işaret parmağımı havaya kaldırıp konuşmaya başladım; "Fırat sakın kıskançlık yapayım deme. İş yapıyoruz burada. " Fırat'ın, gözlerimdeki gözleri havada salladığım işaret parmağıma düşerken beni tuttuğu belimden kendine çekip alnımı öptüğünde, "Tamam, birşey demedik." Dedi. Başımı"tabi tabi" der gibi sallayıp, "Birşey demiyorsun zaten."Dedim başımı yukarıya doğru kaldırıp gözlerine bakarken. " Bakman yetiyor. " Fırat gözlerime derin derin bakıp varla yok arası, çarpık gülüşünü ortaya sererken, kaşlarını "Öyle mi?" Der gibi havalandırıp, "Hım?" Dediğinde gülümseyip başımı onu onaylarcasına sallayıp, "Hı hı" dedim. Fırat bir iki saniye gözlerime bakıp içini çekerken, "Tamam, yeter bu kadar sarılmak. Üşüdünüz , hadi."dediğinde Bahar, "Ne üşümesi abicim, yandı buralar."diyerek kıkırdadığında utançla gözlerimi kaçırıp alt dudağımı dişledim. Fırat ise beni daha çok kendine çekerken,"Buralar daha fazla yansın istemiyorsanız dağılın. " Dedi. Bahar Fırat'ın bu sözleriyle, "Ovv ben kaçıyorum. " diyerek abisinden ayrılıp bana sarıldığında bende kollarımı Ona sardım. Bahar "geçmiş olsun" dedikten sonra benden ayrılırken teşekkür ettim. Ardından da Bahar otoparkın çıkışına doğru ilerlerken arabama binmek için Fırat'tan ayrılmak adına bir hamlede bulunduğumda Fırat beni bırakmamış gözlerim yüzünü bulduğunda, "Fırat bıraksa..."derken de dudaklarını hızla dudaklarıma bastırıp alt dudağımı birkaç kez emip bırakırken sözümü kesmişti. Öpücüğün etkisiyle kalbim hızla atarken afallamış ve kendime gelebilmek için kirpiklerimi kırpıştırmıştım. Fırat ise başımı tutup göğsüne yaslarken, "Dikkat et kendine." Dedi. " Birşey olursa, başın dönerse, miden bulanırsa, haberim olsun. Nerede olduğumuz fark etmez , gelirim yanına. " "Tamam" dedim. Fırat onu onaylayışımla benden ayrılıp yüzümü avuçlarının içine alarak gözlerime bakarken, "Tamam. Hadi bin arabana. Üşüme daha fazla. " Dedi. Bende başımı sallayıp, "Sende dikkat et kendine. " Dedim. Fırat belli belirsiz gülümseyip, "Ederim. " Dedi. Ve ben Ondan ayrılıp Fırat'ın bakışları eşliğinde arabama bindim. Kemerimi takıp motoru çalıştırırken Fırat'ta arabasına binmişti. Benim önüne geçmemi bekleyip O da yola koyulurken içimi çektim derince. Elim radyoya giderken Kim Chin'den de konum gelmişti. Radyodan bir müzik açıp konuma baktıktan sonra gözlerimi yola çevirdim. Arabanın içini dolduran şarkı sözleri bana Fırat'ı düşündürürken gülümsedim. "Sevemedim karagözlüm seni doyunca, |
0% |