Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@yikim2024

*****
Radyoda çalan şarkı son bulduğunda Kim Chin'in attığı konuma gelmeme az bir mesafe kalmıştı. Durup durup yeniden başlayan kar yağışı küçük kar taneleri halindeyken, arabamın sileceklerini devreye sokmuştum.

Olağan bir hızla ilerlediğim trafikte yanan kırmızı ışıkta dururken karaciğerimde gezinen ağrıyla direksiyonu tutan ellerimden biri yaramı bulmuştu. O an aklıma hastane ve hastanede gördüğüm küçük kız düşerken telefonumu elime alıp Cihan abiyi aradım. Telefonu , telefon tutma aparatına takıp hoparlörü açtığımda kırmızı ışık önce sarıya sonra da yeşile dönerken, çokta yoğun olmayan trafik, yeniden akmaya başlamış ve Cihan abinin, "Alo abim?" Diyen sesi kulaklarıma dolmuştu.

"Nasılsın abi?"
"İyiyim abim. Sen?"
"Bende iyiyim. Sana birşey sormak için aramıştım. Müsait miydin?"

Cihan abinin iç çekiş sesi telefonun diğer ucundan duyulurken, "Sor abim." Dedi.

"Abi hani şu VASÖ 'nün Lösemili çocuklar için ilik bankası adlı bir projesi vardı . Üç dört ay önce kurulumu başlamıştı. O proje tamamlandı mı?"

Cihan abi bir iki saniye sessiz kalıp, "Tamamlandı. Hatta birkaç çocuğu kurtardık bile de neden sordun?" Dediğinde gülümseyip, "Abi bugün hastaneye gittim. Küçük altı yedi yaşında bir kız çocuğu çarptı gözüme. Ecrin'i hatırlattı bana. Ecrin için birşey yapamadım, ölmesine engel olamadım ama o kız çocuğunu kurtarmak istiyorum. Ona bir ilik bulabilir miyiz?" Diye sordum hevesle.

Cihan abi yine birkaç saniye sessiz kalıp, "Buluruz abim. " Dedi. "Kızın adı ve soyadına , birde birkaç bilgiye daha ihtiyacımız var. " Cihan abi görmese de başımı onu onaylarcasına sallayıp, "Tamam abi. Ben bugün yarın öğrenir söylerim sana. Sağol." Dedim.

Cihan abi ise , "Peki ya sen? " Dedi birden. Duraksadım. Neyi sorduğunu önce anlayamasamda biraz düşününce hastanede olanları bildiğini anlamak benim için pekte zor olmazken yine de, "Ben mi?" Dedim anlamazcasına. Cihan abi bu sözlerimle, "Yapma Hazan." Dedi. "Neden bahsettiğimi biliyorsun. "

Aldığım nefesi pes eder gibi geri verip, "Biliyorum abi. " Dedim. "Ama abartılacak birşey yok. Geçer." Cihan abi hiç beklemeden, "Geçecek." Dedi. "Arif bey iyi bir doktor. O olmasa bile yeni bir karaciğer nakli gerektiğinde VASÖ'nün bunu hemen halledeceğini biliyorsun. Biz buradayız. Biliyorum sen korkmazsın ama yine de içinde küçücük bir tedirginlik varsa yok et onu. Abin burda. Tamam mı kardeşim?"

Cihan abinin bu sözleriyle gözlerim usul usul dolarken dudaklarımdan belli belirsiz bir tebessüm peyda olduğunda gözümden bir damla yaş süzüldü. Boğazımda birşeyler düğüm olurken birkaç saniye hiçbir şey söyleyemedim. Kimdi bu adam? Neyimdi benim? Kan bağı var mıydı aramızda? Yanındayım diyordu, korkma. Peki ya annem nerdeydi benim? On dört yaşımdan beri onun için elimden geleni yaptığım annem neredeydi? Ablam? Bana onlarca kötülüğü dokunmuş olsa dahi tek bir telefonuyla her seferinde yardımına koştuğum ablam neredeydi? Aramamıştım onları. Haberleri yoktu. Olsa peki? Birşey değişir miydi? Sanmıyordum.

Yedi kat elim olan Cihan abi , daha bir buçuk aydır tanıdığım Fırat herkes canını istesem verir gibiyken neden bu içimde beni boğan kimsesizliğim? Neden birşeyler hep bir boşluk hep bir sallantı? Ne bu belirsizlik, ne bu kasvet? Verecek hiçbir şeyim kalmamışken elimde , koca dünyada küçücük birşeyken varlığım neyimeydi benim bu devasa acılar? Peki neydi bu acıları devasa yapan? Hissettirdikleri mi yoksa aynı şeyi bir ömür boyu hissettirecek olmalarımı?

"Kararım; sonsuzluk en büyük acıdır. Herşey bir yerde bitmeli..."

Direksiyondaki ellerimden birini yanağıma doğru süzülen yaşlara götürüp elimin tersiyle sildim. Ve hafifçe yutkunup boğazımı temizler gibi bir ses çıkarıp sesimi toparlamaya çalıştırken, "Teşekkür ederim abi. " Dedim. "Sağol. " Ardından da Kim Chin'in attığı konuma geldiğimde kledim;

"Sonra konuşalım mı? Bilgisayar programcılarını alıp askeriyeye geçmem gerekiyorda. " Cihan abi derin bir nefes alıp, "Tamam abim. Birşey olursa ara. Görüşürüz. "Dediğinde, "Görüşürüz" diyerek telefonu kapattım.

Aracı konumdaki restoranın önüne park ettiğimde Fırat'ta benim arabamın arkasına park etmişti. Gözlerim dikiz aynasında önce onun aracını sonra kendi yüzümü bulurken göz altlarımdaki ıslaklığı silip, at kuyruğu yaptığım saçlarımı düzeltmiş ve kendimi, elimden geldiğince, toparlamıştım.

Elime aldığım telefondan Kim Chin'e restoranın kapısında olduğuma dair bir mesaj atıp beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra Kim Chin ve sekiz tane , Kim Chin'in de dediği gibi, iri kıyım adamlar restoranın önündeki merdivenlerden inerken gözlerim onlardaydı. Kornaya basıp yerimi belli ettiğimde Kim Chin adamlara birşeyler söyleyip adamlardan dördünü bana doğru yönlendirmişti.

Adamlar ellerinde bulunan bilgisayar çantalarıyla yanıma gelip biri öne diğer üçü arkaya olmak üzere arabaya bindiklerinde onlara bakıp, "Merhaba. Hoşgeldiniz. " Dedim. Yanıma oturan, diğerleri gibi siyah giyimli, tahmini yirmili yaşlarının sonunda olan ve zekice parlayan mavi gözlere sahip adam , "Merhaba. Hoşbulduk Asena. " Dedi oldukça kaba ve kalın olan sesiyle. Başımı sallayıp zaten çalışır bir vaziyette olan aracı park ettiğim yerden çıkarıp Kim Chin önde, ben ortada ve Fırat'ta hemen arkamdayken yola koyuldum.

******
Oldukça sessiz geçen bir yolculuğun ardından askeriyenin önüne geldiğimizde yine aynı sıralamayla araçları art arda park ettmiştik; Kim Chin'in Siyah Ford'u önde, benim Siyah, 2010 model Grand Cherokee Jeep'im onun arkasında ve Fırat'ın Range Rover 'ı benim arkamdaydı.

Kemerimi çözüp torpido gözünün üzerine koyduğum, çantamı ve torpido gözünde duran, hastaneye girdiğim için arabada bıraktığım, silahımı alırken diğerleriyle birlikte arabadan indim. Aracın kapısını kapatıp kilitlerken silahımı belime taktığımda Fırat, heybetli bedeni ve uzun boyuyla buraya doğru gelirken, kaşları çatık, birşeylere kızgın ve sinirli olduğu belliyken beni baştan aşağı süzüyordu.

Gözlerimi ondan çekip Kim Chin'inden tarafa döndüğümde askeriyeye girmek için beni beklediklerini gördüm. Soğuk havadan içime bir nefes çekip, kar yağışı sebebiyle çamurlu ve girintili çıkıntılı olan, toprak yolda peşimdeki on adet adamla askeriyeye doğru ilerledim.

Bahçe kapısına yaklaştığımızda açılan kapıdan Binbaşı Kenan Karadağlı çıkarken gözlerim Ona sabitlenmişti. Soruşturma başladığı günden beri bir gün olsun askeriyede doğru düzgün durmayan bu itin neler karıştırdığını düşünürken onunda gözleri beni bulmuştu.

Ve karşı karşıya geldiğimizde duraksayıp esas duruş aldığında birkaç saniye gözlerine bakıp, "Rahat" dedim. Diğerleri de benimle birlikte durmuşken Kenan Karadağlı esas duruşunu bozup gözlerime bakmış, arkamda duranları incelemiş sonra da, "İyi günler savcım. Kolay gelsin. " Diyerek yanımızdan ayrılıp arabasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Gözlerim, çaprazımda duran arabasına binene kadar Binbaşının üzerindeyken adam arabasının şoför koltuğuna binmeden önce gözlerime bakıp saniyelik bir alayla gülümsemiş ve kendince tehlikeli olduğunu düşündüğü, bir bakış atıp baş selamı vererek aracına binip motoru çalıştırmıştı.

Gözlerimi ondan çekip askeriyeye doğru yürümeye devam ettiğimde, nöbetçi askerin açık tuttuğu, demir sürgülü kapıdan içeriye girdim. Asker esas duruş alırken, "Hoşgeldiniz savcım. " Dediğinde, "Rahat." Demiş ardından da, "Hoşbulduk, sağol. Kolay gelsin. " Diyerek askeriye binasına yönelmiştim.

Binaya girdiğimizde albay her zaman ki gibi beni kapıda karşılarken elini uzatıp, "Hoşgeldiniz savcım. " Dedi. Bir yandan da arkamda duran , hepsi siyah giyimli, VASÖ'nün yolladığı bilgisayar programcılarını inceliyordu.

Albayın uzattığı eli sıkıp, "Hoşbulduk albayım. " Dedim ve ellerimizi ayırırken anlık bir arkamdakilere dönüp gözlerim tekrar albayı bulduğunda, "Bu arkadaşlar bilgisayar programcıları. Askerlerin kişisel bilgisayarlarını incelemekte bize yardımcı olacaklar. "diyerek albaya açıklama yaptım. Albay başını sallayıp herkesle el sıkışırken, "Hoşgeldiniz . " Dedi.

Bilgisayar programcıları da , "Hoşbulduk, sağolun. " Gibi şeyler söylerken selamlaşma faslı bittiğinde aklımdan geçen planları uygulamak üzere harekete geçtim ve albaya, "Albayım özel olarak konuşabilir miyiz?" Dedim. O sırada albayın yanına geçen Fırat'ın gözleri bendeyken Albay, "Tabii savcım. Nasıl isterseniz." Dediğinde başımı sallayıp yanımda duran Kim Chin'e, "Siz karargâh odasına geçip beni bekleyin. " Dedim. Kim Chin başını sallayıp ,"Emredersiniz savcım. " Derken diğer adamlarla birlikte karargâh odasına doğru ilerlemeye başladı.

Gözlerimi onlardan alıp Albaya dönerken,"Odanızda konuşsak iyi olur. " Dedim. Albay eliyle merdivenleri gösterip, "Buyrun. " Dediğinde merdivenlere yöneldim. Albayda Fırat'la birkaç birşey konuşup peşimden gelirken ikinci kata çıktık. Koridorun solundaki üçüncü kapının önünde durduğumuzda albay kapıyı açıp bana yol verirken, kahverengi mobilyaların hâkim olduğu odaya girdim.

Albay da odaya girip kapıyı kapattığında masasının başına geçip önce benim oturmamı bekleyip otururken gözlerini yüzüme sabitleyip, "Bir sorun mu var savcım?" Diye sordu. Aldığım nefesi geri verip albayın ciddiyetle çatılan kaşlarına ve masanın üzerinde birbirine kenetlediği ellerine bakıp, "Bilmiyorum." Dedim. "Ama yokta diyemem. "

Albayın kaşları bu seferde ne dediğimi anlamadığı için çatılırken, "Kusura bakmayın savcım anlayamadım?" Dedi. Usulca içimi çekip, "Size sormam gereken bir soru var. Dün bu odada size adliyeden çalınan delillerle ilgili yaptığım açıklamayı yüzbaşı ve sizden başka biri biliyor mu? " Dedim.

Albay gözlerime sorgulayıcı gözlerle bakarken, "Hayır savcım. Kimseye söylemedim. Aslında...askeriyede dün sizin Hakan Çınar'la aranızda geçenler fazlasıyla konuşuluyor. Ortalığı yatıştırmak gerek. Ancak işin içinde VASÖ olduğu için size sormadan birşey söylemedim kimseye. " Dediğinde rahatlamıştım.

"İyi yapmışsın albayım. " Dedim. " Çok iyi yapmışsınız. Delillerin bir kopyasının hâlâ bende olduğu askeriyedeki vatan haini bulunana kadar siz ve yüzbaşı dışında hiç kimse tarafından bilinmemeli. " Albayın bu sözlerimle başını sallayıp, "Siz nasıl isterseniz savcım. " Dedi.

Bende başımı sallayıp, "Şimdi sizden iki şey isteyeceğim. " Dedim. Albay, "Emredin. " Derken dilimle hafifçe alt dudağımı nemlendirip konuşmaya başladım;

"İlk olarak ben bu odadan çıktıktan sonra yüzbaşıya da dün bu odada konuşulanları hiç kimseye anlatmaması gerektiğini söyleyin. " Duraksadım. Albay, "Emredersiniz savcım. " Dediğinde sözlerime devam ettim;

"Şimdi sizden ikinci isteyeceğim şey ikimizin arasında kalacak. Sorgulamadan ne diyorsam onu yapacaksınız. " Yine albaydan cevap beklercesine duraksadığımda Albay sorgulayıcı bir hâl alan yüz ifadesiyle, "Siz ne derseniz, ne emrederseniz o savcım. " Dedi. Başımı sallayıp derin bir nefes alırken son kez bu yapacağım şeyi enine boyuna düşünüp gözlerimi albayın gözlerine sabitleyip, "İsteyeceğim şey size garip gelebilir. Yine de bunu sorgulamamanızı ve ufak bir önlem olarak görmenizi istiyorum. Şimdi yazıcıya bir kağıt koyun. Dilekçe yazacaksınız. " Dedim kesin ve net bir sesle.

Albay, "Ne dilekçesi?" Diye sorarken, "Siz yazıcıya kağıdı koyun anlatacağım. " Dedim. Albay beni başıyla onaylayıp oturduğu tekerlekli sandalyeyi yazıcının önüne doğru sürükleyip kağıdı yazıcıya koymuş ve bilgisayarın başına geçmişti. Bense derin bir nefes alıp, "Dilekçe Şırnak başsavcılığına gönderilecek. " Dedim. "Dilekçenin içeriğiyse savcı değişim talebiniz. "

Albay söylediğim bu sözlerle bilgisayar ekranındaki gözlerini hızla bana çevirirken şaşkın ve afallamış bir haldeydi. Kaşları daha derinden çatılıp kirpiklerini kırpıştırırken gözlerini kapatıp açmış ve yutkunup, "Pardon savcım. Yanlış anladım galiba. "Savcı değişim talebi " mi dediniz?" Diye sorduğunda teyit etmek ister gibiydi.

Başımı albayı onaylarcasına sallayıp, "Gayet güzel anlamışsınız albayım. Aynen öyle söyledim. " Dedim. Albayın gözleri bariz bir tedirginliğe bürünürken, "Savcım size karşı gelmek gibi olmasın, tabii ki de siz en iyisini en doğrusunu bilirsiniz ancak böyle bir savcı değişimi şu aşamada yanlış olmaz mı? Askeriyenin üzerinde bir soruşturma var ve içimizde bir vatan haini. Ayrıca biz sizden çok memnunuz. Böyle bir dilekçeyi yazmak için benim bizim bir sebebimiz yok. Kaldı ki siz gittikten sonra yerinize gelecek olan savcıyı bilmiyoruz. Ya...bunu söylemem belki doğru değil ama...ya Hakan Çınar gelirse? "

"Albayım sakin olun lütfen. Hakan Çınar gelmeyecek. Ayrıca dilekçeyi şimdi yazacağız ama hemen başsavcılığa yollamayacaksınız. Bakın şüphelendiğim, olmasını beklediğim bazı şeyler var. Bu şeyler bir ihtimal. Ama benim açımdan kuvvetli bir ihtimal. Önlem alıyormuşuz gibi düşünün. Ve lütfen daha fazla soru sormayın. Ne diyorsam onu yapın. Rica ediyorum. "

Albay birkaç saniye gözlerime bakıp sıkıntılı bir nefesi alıp verirken başını beni onaylarcasına sallayıp bu durumdan pek memnun olmadığını belli eden sesiyle, "Emredersiniz savcım. " derken gözlerini bilgisayar ekranına çevirdi. Ve parmakları klavyede hareket ederken dilekçeyi yazmaya başladı.

******
Elimde albayın yazdığı dilekçeyi okuyup incelerken albayın, "Ya başsavcılık dilekçeyi reddederse? " Diyen sesi kulaklarıma dolduğunda, gözlerimi Ona çevirdim. Albay sözlerine, "Savcı değişikliği talebimizin gerekçe kısmı neredeyse boş savcım. " Diyerek son vermişti.

Elimdeki dilekçeyi albayın önüne koyup, "İmzalayın. " Dedim. Albay birkaç saniye gözlerime bakıp imza kalemini eline alırken dilekçeyi imzaladı. Ardından da, "Peki tuğgeneral ve Mareşal'e ne diyeceğim? Biliyorsunuz ki onlarında onaylaması gerekiyor. "

O işi Cihan abi hallederdi. Bu planımdan haberi yoktu ancak anlatırsam hak da destekte verirdi.

"Siz başsavcılığı da üstlerinizi de sorun etmeyin. Onları ben hallederim. Siz sadece dilekçeyi başsavcılığa göndermenizi söylediğim an dediğimi yapın yeter. "

"Peki savcım. Emredersiniz. "

Albayın çatık kaşlarına ve memnuniyetsiz yüzüne birkaç saniye bakıp oturduğum yerden ayağa kalktığımda başım hafiften dönsede bozuntuya vermeden, "Merak etmeyin albayım. En fazla iki üç hafta içinde herşey düzene girecek. Sadece biraz dişimizi sıkmamız gerekiyor. İyi günler. " Dedim.

Albay hafifçe gülümseyip, "Siz öyle diyorsanız öyledir savcım. İyi günler. " Dediğinde albayın gülümsemesine karşılık verip, "Yüzbaşıya kimseye birşey söylememesi gerektiğini söylemeyi unutmayın. Ve tabii bu dilekçe meselesini kimseye söylememeyi de." Diyerek albayı son bir kez daha uyarıp odadan çıktım.

Merdivenlerin başına geldiğimde başım hâlâ dönerken ilaçların kanıma iyice karıştığını anlamıştım. Usulca içimi çekip duvara tutunarak temkinli adımlarla merdivenleri indim. O sırada Fırat merdivenlere doğru gelirken göz göze gelmiştik. Sanırım Albay onu hiç vakit kaybetmeden odasına çağırmıştı. Heybetli bedenini , uzun ve adeleli bacaklarını saran askerî üniformayı , belindeki siyah kemere takılı olan silahını, siyah askerî botlarını birkaç saniye inceleyip hafifçe içimi çekerken gözlerimi Fırat'tan alıp, O da bendeki gözlerini çekip yanımdan geçip merdivenleri çıkmaya başladığında, karargâh odasına doğru yürümeye başladım.

Karargâh odasının önüne geldiğimde kapının kolunu indirip içeriye girdim. İçeriye girişimle herkes oturduğu yerde ayaklanırken, masanın en başındaki sandalyeye kabanımı çıkarıp asarken, "Oturun. " Dedim. Bir yandan da büyük ve uzun masanın üzerindeki yüzlerce laptopu inceliyordum.

Çantamı da sandalyeye asıp oturduğumda Kim Chin, "Nereden başlıyoruz?" Diye sordu. Derin bir nefes alıp oturduğum sandalyede ileriye doğru eğilip, ellerimi masanın üzerinde kenetlerken, "İlk olarak çalışmaya başlamadan önce küçük bir anlaşma yapacağız. " Dedim. Duraksayıp masadaki herkesle birkaç saniyelik göz teması kurduğum da herkes sorgulayıcı gözlerle yüzüme bakıyordu.

Bu bakışma halinde ilk soruyu soran mavi gözlü, arabada gelirken adının Yağız olduğunu öğrendiğim adam olmuştu;

"Nasıl bir anlaşma bu?"

Gözlerim onu bulurken, "Basit bir anlaşma. Uyarsanız hepimiz rahat ederiz. " Dedim. Yağız kaşları çatılırken gözlerini gözlerime sabitleyip, "Tehdit mi ediliyoruz Asena?" Dedi. Başımı belli belirsiz sallayıp, "Anlaşmaya buradan başlayalım. " Dedim. "Askeriye sınırları içerisinde bana "Asena" demeyeceksiniz. Adım Hazan Hilal Türkoğlu. Hazan hanım ya da savcım, diyebilirsiniz. "

Yağız, "Bunu söylemene gerek var mı? Sonuçta VASÖ'nün bilinmediği yerlerde nasıl davranıp konuşmamız gerektiğini hepimiz biliyoruz. " Dediğinde masadaki herkeste dolaşan gözlerim Onu bulmuştu. Birkaç saniye gözlerine bakıp, "Güzel. " Dedim. "Yine de çift dikiş her zaman iyidir. "

Yağız "Öyle mi?" Der gibi kaşlarını havalandırırken "öyle" der gibi başımı salladım. Ve gözlerimi ondan çekip diğerlerine bakarken, "Anlaşmaya gelecek olursak; sizden istediğim çok basit ve küçük birşey. Şimdi bu masada bulunan bilgisayarları, beş yıl içinde belleklerine yüklenip silinen verileriyle birlikte inceleyeceksiniz. Ayrıca birde askeriyenin ortak ağına bağlı bilgisayarlardan topladığımız verilerde incelenecek. Sizden istediğim şey şu; incelediğiniz verilerde askeriyedeki vatan haininin kim olduğuna dair herhangi bir belge , veri ya da ip ucu bulduğunuzda bundan VASÖ'den önce benim haberim olacak. Anladınız mı?" Dedim.

Yine Yağız'ın sesi kulaklarıma dolarken gözlerim Onu buldu.

"Anladık ama kabul etmedik. Buraya senin emirlerine uymak için gönderildik kabul. Ama herşeyden ve herkesten önce VASÖ nederse o. "

Birkaç saniye adamın elektrik mavisi gözlerine bakıp oturduğum yerde Yağız'a doğru biraz eğilirken gözlerimi gözlerine kilitleyip, "Bak birader. " Dedim. "VASÖ'ye olan sadakatin gerçekten gözlerimi yaşarttı. Ama atladığın birşey var ve bu atladığın şey benim canımı çok sıkıyor. "

Yağız gözlerime bakıp, "Neyi atlıyor muşum." Diye sorduğunda, "Ben size "gelin VASÖ'ye ihanet edelim" demiyorum. Demem. Yapmanız gereken tek şey herhangi bir delil bulduğunuzda ilk olarak bana göstermek. Sonrasında zaten ne bulursak, işe yarar ya da yaramaz, VASÖ'ye gidecek. Anlatabiliyor muyum? " Duraksadım.

Yağız gözlerini gözlerimden çekip başını olumlu anlamda sallarken birşey unutmuş gibi araya girip, "Ha bu arada" dedim Yağız'ın gözleri tekrar beni bulurken. "Beni VASÖ'de bilen bilir. Bilmeyende bir bilene sorsun. Sadakatimi kimse sorgulayamaz. "

Yağız, "Sakin ol. Birşey demedik. " Derken başımı sallayıp, "Farkındayım. " Dedim. "Demeye meyilin varmış gibi hissettim, uyardım. "

O sırada Kim Chin araya girip, "Pardon ama bu anlaşma ne işe yarayacak?" Diye sordu. Yağız'daki gözlerimi Ona çevirirken , "Birşeyler olacak. " Dedim. "Ve ben olacakları engelleyemem ama kontrol altına alabilirim. "

Kim Chin başını olumlu anlamda sallayıp önüne dönerken, "Anlamadım ama beynimi anlamak için yornakta istemiyorum. Başlayalım mı artık? " Dediğinde, "Buyrun lütfen. " Dedim. O sırada Yağız, "Benim görevim askeriyenin ortak ağından topladığınız verileri yapay zekâyla tasarlanan koda okutmak. Bellekleri alabilir miyim?" Dedi. Başımı sallayıp çantamdan belleklerin olduğu çantayı çıkarıp Ona verdim.

Ve herkes işine koyulduğunda bende, üzerine yeşil post-it kağıtlarla kime ait olduğu ve şifresi yazan, üst üste dizili bilgisayarlardan birini alıp açtım.

******
Saat 19.08'i gösterirken bugün askeriyeye geç geldiğimiz için geç çıkma kararı almıştık. Şimdi ise yeterince geç olduğunu düşünüp toparlanmaya başladığımızda ben iyi değildim. Başım dönüyor, midem bulanıyorken gitgide halsizleşiyordum. Arif Bey'in ilaçların etkisi hakkında söylediği herşey birer birer kendini gösterirken oturduğum yerden kalkmadan kabanımı giydim. Çantamı da elime alırken derin bir nefesi içime çekip ayağa kalktığımda başım dönmüş ve sendelemiştim. Kim Chin hızla kolumu tutup, "Hop" derken elim alnıma gitmişti.

Yağız'da yanıma gelirken, "İyi misin?" Diye sordu. Gözlerimi kapatıp açarken"İdare ederim." Dediğimde Kim Chin, "Nereye kadar?" Derken Ona doğru dönüp anlamayan gözlerle bakarken, "Ne?" Dedim. Kim Chin, "Başın dönüyor belli. İyi de görünmüyorsun. Evine kadar bu hâlde, araba kullanabilecek misin?" Dediğinde dürüst olup,"Sanmıyorum." Dedim. Kim Chin sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, "O zaman şöyle yapalım; sen arabanın anahtarını Yağız'a ver. Arabayı kalacakları otele kadar o kullansın. " Dediğinde Yağız, "Olmaz. " Dedi. "Biz otele geçtikten sonra O bu halde eve nasıl dönecek? En iyisi biz onu evine bırakıp otele geçelim. "

Kim Chin, "Siz nasıl döneceksiniz? "Diye sorduğunda Yağız, "Taksiye binip geliriz. " Dediğinde Kim Chin, " Savcının evine gitmek buradan bir buçuk saat sürüyor. O saatte taksi bulamayabilirsiniz. En iyisi ben benimle gelecek olanları otele bırakıp sonrada gelip savcının evinin önünden sizi alayım." Derken Yağız, "Eyvallah." Dedi.

Kim Chin'le Yağız'a bakıp hafifçe tebessüm ederek, "Teşekkür ederim. " Dedim. Yağız, "Önemi yok. "dediğinde Kim Chin, "VASÖ'nün sloganı ne ; davamız aynı olduğu sürece hepimiz kardeşiz ve birbirimizin arkasını kollamak zorundayız" Dedi. Gülümsedim.

Yağız ise bıkkınca bir nefesi alıp verirken, "Birlik ve beraberlik konuşmamız bittiyse çıkalım. " Derken Kim Chin, "Hepiniz mi uyuzsunuz arkadaş?" Diyerek koluma girmişti. Gözlerim koluma giren kolunu bulurken Kim Chin,"Bakma öyle." Dedi. " Şuan kendimi ne kadar büyük bir tehlikeye attığımın farkında mısın? Eniştem beni böyle senin kolunda görse "enişten dilekleriyle" ağzıma sıçabilir. Beni tenha da kıstırıp, belindeki silahı çıkarıp, ateş saçan gözlerini gözlerime dikip, en afillisinden bir komando marşıyla, gavura sıkar gibi, ki burdaki gavur ben oluyorum, kafama sıkabilir. Şuan VASÖ, kardeşim için kendimi attığım tehlikeleri görse beni emekli ederdi. "

Yağız ve diğerleri karargâh odasından çıkarken Kim Chin ve ben en geride kaldığımızda bu sözlerine hafifçe gülüp, "Bu kadar mı korkuyorsun Fırat'tan?" Dedim. "Daha doğru düzgün yan yana gelip konuşmuşluğunuz bile yok. "

Karargâh odasından çıkarken Kim Chin bu sözlerim üzerine, "Aman aman istemez. " Dedi. "Konuşmaya gerek yok. Sağolsun gözleri bana bakarken ateş saçıyor. Yeterince ısınıyorum. Konuşacak kadar yaklaşıp yanmak istemem. " Gülümsemekle yetinirken birşey söylemedim.

Binanın boş olduğu hissini uyandıran sessiz koridorda Yağız'lar önde biz arkada ilerlerken gözlerim, mermer zeminde hoş bir tını çıkaran, kalın topuklu, beyaz botlarımdaydı. Başım döndüğünden etrafa fazla bakamıyordum. O sırada Kim Chin'in kulağıma eğilip, "Eniştem sol kulvardan koptu geliyor. Ayh boya posa endama bak. Bütün vücudu kas mı bunun? Bir vursa yıldızları sayar mıyım?" Derken başımı yerden kaldırmıştım. Gözlerim koca cüssesi ve uzun boyuyla Fırat'ı hemen bulurken O da bizi görmüştü. Her an, bir sebepten, çatık olan kaşları iyice çatılırken, gözleri, Kim Chin'in de dediği gibi, ateş saçıyordu. Gözleri bizi radarına almıştı. Çene kasları dişlerini sıkmaktan anbean gerilirken hâlâ kulağımın dibinde eğik olan Kim Chin'e ,"Doğrul" dedim. Kim Chin gözleri Fırat'tayken, "Hı?" Diye bir mırıltı çıkardığında, "Doğrulsana." Dedim fısıltılı bir sesle. Kim Chin, "Pardon. Enişteyi görünce kalakalmışım." Derken doğrulmuş her ne kadar kolumu tutuyor olsa da benden uzaklaşabildiği kadar uzaklaşmıştı.

Fırat'la aramızda birkaç metre kaldığında merdivenlerden inen Albay, "Savcım çıkıyor musunuz?" Diyerek yanımıza geldiğinde Yağız'lar da çıkışın önünde bekliyordu.

"Evet çıkıyoruz albayım." Dedim. Albay yüzüme ve Kim Chin'in kolumu tutan eline bakarken, "Siz iyi misiniz savcım? Yorgun görünüyorsunuz." Dedi. O sırada yanımıza gelen Fırat esas duruş alırken, ateş saçan öfkeli gözleri, Kim Chin'in tuttuğu kolumdayken, "Rahat. " Dedim. Fırat'la doğru düzgün göz teması kurmamaya çalışıyordum. Ama bir faydası yoktu. Kara gözlerinde yanan öfke ateşinin sıcaklığı beni soğuk soğuk terletiyordu.

Gözlerim tekrar albayı bulurken, "Biraz başım dönüyor sadece. İyiyim." Dedim. Albay başını sallayıp, "Ben tutmayayım o zaman sizi. Evinize gidip dinlenin. Kendinize dikkat edin savcım. İyi akşamlar. " Dedi. "Sağolun. Size de iyi akşamlar. " Dedim. Albay baş selamı verip Fırat'a, "Evlat bir gelsene sen benimle." Derken Fırat, "Geliyorum komutanım. " Dediğinde, Ona bakmadığım için yüzünü her ne kadar göremiyor olsam da, sesindeki birşey beni ürkütmüştü.

Hafifçe yutkunup Kim Chin'le birlikte çıkışa doğru yöneldim. Askeriye binasından çıktığımızda "soğuk" kelimesinin yetersiz kaldığı buz gibi hava ciğerlerime dolarken birkaç kez öksürmüştüm.

O sırada Kim Chin, "Bugün Cihan abi aradı beni. " Dediğinde gözlerim anlık bir onu bulsa da önüme dönüp, "Eee?" Dedim. Kim Chin, "E'si sana dikkat etmemi söyledi. Ciğer miğer birşeyler anlattı. İyi misin savcı? Sana dikkat etmek dışında yapabileceğim birşey var mı? " Dediğinde gülümseyip, "İyiyim , sağol" Dedim. Kim Chin derince içini çekip, "İyi ol." Dedi ve sustu.

Yağız'lar önümüzden ilerledikleri için arabaların yanına bizden önce varmışken bizde gelmiştik. Cebimden çıkardığım anahtarı Yağız'a verdiğimde Yağız arabanın kilidini açıp şoför koltuğuna geçtiğinden diğerleri de arkaya oturmuştu. Bende öndeki yolcu koltuğuna oturduğumda Kim Chin, "Dikkat edin. Yol baya karanlık. " Diyerek bir uyarıda bulunduğunda Yağız, "Sende dikkat et. Allah korusun karanlık yolları aydınlatmak için "far" diye bir icat var. Onu açarsın, yolu görürsün falan." Dediğinde Kim Chin sinirle gülüp, " Yolu görüp göremeyeceğimi bilmiyorum ama seninle aynı düşük seviyeleri görmeye hiç niyetim yok. Ben gidiyorum. Ha bu arada "dikkat et" diye savcı için söyledim. Kendin bulduğun ilk müsait yerde ölebilirsin. " Dedi. Yağız ağzını açıp birşey söyleyecekken, "Tamam , yeter." Dedim. "Gidelim hadi. " Bu sözlerimle Kim Chin kendi arabasına doğru ilerlerken bende kapıyı çektim. O sırada askeriyenin bahçesinden çıkıp benim arabamın arkasındaki arabasına doğru ilerleyen Fırat , önce bana sonra direksiyondaki Yağız'a bakıp yanımızdan geçip gitmişti. Her hareketinden sinirden köpürdüğünü bariz bir şekilde anlayabiliyorken içimi çektim. Umarım evde bu yüzden tartışmazdık. Çünkü benin hiç halim yoktu.

Yağız motoru çalıştırıp sıralamayı bozmadan, Kim Chin'in ardından yola koyulurken Fırat'ta hemen arkamızdaydı. Kemerimi takıp oturduğum koltukta geriye yaslanırken gözlerimi dikiz aynasından Fırat'ın aracına sabitledim. Çok özlemiştim onu. Bir an önce eve varalım, Fırat beni göğsüne yatırsın bende onun kokusuyla gözlerimi kapatayım istiyordum.

Karanlık yolda, arabaların farları önünde yağan büyük kar taneleri, ürkütücü görünen orman ve usul usul kapanıp açılan gözlerimle başımı cama yasladım. O an böyle bitkin ve güçsüz olmaktan hiç hoşlanmadığımı fark ettim. Şu halden bir an önce kurtulmayı dilerken akıp giden karanlık yolu izledim.

*******
Apartmanın önüne geldiğimizde uyumak üzereydim. Arabanın durduğunu hissettiğimde kapalı olan gözlerimi açtım. Oturduğum yerde doğrulup kemerimi çözerken derin bir nefes alıp gözlerimi, kendime gelmek adına, kapatıp açtım.

Yağız, "İyi misin? Evine tek başına çıkabilecek misin? " Diye sorarken benim kapım hızla açıldı. Anlık bir irkilirken gözlerimi açılan kapıya çevirdiğimde, öfkeden deliye dönmüş olan Fırat'ı görmüştüm. Tedirgin olsam da kimseye "yapma etme" diyecek gücüm yoktu. Asansöre kadar bile nasıl gideceğimi düşünürken yol gözümde büyüyordu.

Yağız, Fırat'a, "Kimsin birader? Sabahtan beri peşimizdesin. Askersin anladık da ne ayaksın?" Diye sorduğunda Fırat yüzümü inceleyen gözlerini Yağız'a çevirip sert bir nefesi alıp verirken araya girip, " Birlikteyiz biz." Diye saçma sapan bir cümle kurdum. Dahasına gücüm yoktu çünkü. Birkaç saniyelik bir sessizlik olurken herkesin gözü bendeydi. En sonunda sessizliği bozan Yağız, "O zaman başka. " Derken kapıyı açıp arabadan indi. Onunla birlikte diğerleride inerken Fırat'ın bu durumu, böylesine sinirliyken, bu kadar sakin karşılaması beni şaşırtmıştı.

Fırat sert ve sıkıntılı bir nefesi daha alıp verirken üzerimden ileriye doğru eğilip arabanın anahtarını aldı. Ardından da torpidonun üzerindeki çantamı alırken bir kolunu belime sarıp beni arabadan indirdi. Kapıyı kapatıp aracı kitlerken gözlerim karşı kaldırımda bekleyen adamlara takılmıştı. Kar yağışı hâlâ devam ediyorken Kim Chin gelene kadar bu soğukta burada beklemeleri içime sinmiyordu. Üstelik tüm bunlara benim yüzümden katlanıyorlardı.

O sırada Fırat , "Baksana birader. " Diyerek Yağız'a seslendiğinde Yağız, "Baktım birader. " Dedi bastırarak imalı bir sesle. Fırat kendi kendine bir "ya havle" çekerken , "Bu saatte buradan taksi geçmez. " Dedi. Yağız, "Taksi beklemiyoruz zaten. Biri gelip alacak bizi. " Dediğinde Fırat , "Gelin apartmanın içinde bekleyin o zaman. " Dedi. İçim Fırat'a usul usul akarken başımı bedenine yasladım. Fırat'ta belimdeki kollarını sıkılaştırırken Yağız diğerlerine bakıp Fırat'ı, "Eyvallah" diyerek onaylamışlardı.

Hep birlikte apartmana doğru ilerlemeye başladığımızda hafifçe sıkıntılı bir şekilde içimi çektim. Bu ilaçlar beni hep bu hâle getirirse işimi doğru düzgün yapamazdım. Araba bile kullanamıyordum.

Apartmana girdiğimizde Yağız'lar girişte beklerken Fırat asansörü çağırıp onlara döndü. Yağız'da Fırat'ın Ona baktığını hissetmiş gibi bize dönerken "ne var?" Der gibi göz kırptığında Fırat, "Eyvallah" dedi. Benim için teşekkür ediyordu sanırım. Yağız'ın gözleri anlık bir beni bulurken Fırat'a belli belirsiz başını sallayıp önüne döndü. Ve biz kapısı açılan asansöre bindik. Fırat beşinci katın tuşuna bastığında asansörün kapısı kapanırken , beni birden kolunu bacaklarımın altından geçirip kucağına almıştı. Anlık bir afallasamda "hiç beklemiyordum" diyemezdim. Eminim Yağız'lar yanımızda olmasa bu sahne arabadan indiğim an gerçekleşirdi.

Gözlerim Fırat'ın yüzünü bulurken O da benim yüzümü tarıyordu. Yüz hatları hâlâ bir parça gerginken gözlerimi kaçırıp kollarımı boynuna doladım. Başımı da boynuna gömerken Fırat'ta başını benim boynuma gömmüş ve kulağımın altına kokumu içine çekerek bir öpücük kondurmuştu.

Kokusunu derince içime çekip kasılıp duran bedenini hissederken, "Kızgın mısın bana?" Diye sordum usulca. Fırat başını boynuma iyice yerleştirirken, "Değilim. " Dedi. Kaşlarım anlamadığım için çatılırken, "Nasıl yani? Sen şimdi kıskanmadın mı beni?" Diye sordum. Fırat bu sözlerimle, "Kıskanmadım, demedim yavrum. Kızgın değilim dedim. " Dedi.

"İkisi senin lügatında paralel ilerliyor Fırat. " Dedim. " Kıskanmışsan kızmışsındır da." Fırat, "Tamam. " Dedi itiraf eder gibi. "Kızdım, kıskandım, öfkelendim, deliye döndüm, kudurdum hatta. Ama benim lügatımda öncelik her zaman senin iyi olman. "

Fırat'a biraz daha sokulup kokusunu içime çekerken, "Kıskanman ya da kızman gereken hiçbir şey yok Fırat. " Dedim. "Ben seni seviyorum. Her ne olursa olsun bu hep böyle kalacak. " Fırat başını biraz geriye çekip çene kemiğimi öperken, "Biliyorum." Dedi. " Beni sakinleştiren de bu zaten. Senin kalbin benim. "

Gülümsedim ve , "Senin. " Dedim. O sırada asansörün kapısı açılırken çıktık. Evin kapısına doğru ilerlerken sabah evin anahtarını Fırat'ın aldığını hatırladığımda başımı Fırat'ın boynundan kaldırıp kollarımı çözerek, "İndir beni." Dedim çünkü ben kucağındayken anahtarı cebinden çıkarması zor olurdu. Fırat sözlerimi es geçip, "Sarıl boynuma. " Derken,"Fırat indir beni. Hem botlarımı çıkarmam gerekiyor. " Dedim. "Ayrıca hep böyle iç içe mi olacağız biz? Bırak beni. " Fırat gözlerime gözlerini kısıp kaşlarını çatarak bakarken beni yere indirdi. Lakin bir kolu hâlâ belime sarılıyken sırtımı geniş ve sert bedenine yaslandığında yanağını yanağıma koymuştu. Ardından da cebinden çıkardığı anahtarı kapının deliğine sokup çevirirken, "Biz bir evlenelim. Ben göstereceğim sana iç içe olmayı." Dedi tehditkâr bir tını da çıkan erkeksi sesiyle.

Duyduğum bu sözlerden anladığım şeyle bedenimi bir sıcaklık basarken yutkunup kendimi toparladığımda Fırat evin kapısını açmıştı. Kendimi ondan çekip, "Seninle evlenmeyi kabul edersem gösterirsin. " Dedim inadına. " O işler öyle fırına girip "sözlüm" demekle olmuyor. "

Fırat kendimi ondan çekişimle kolunu belimden çözerken beni bırakmıştı. Bende yere eğilip beyaz botlarımın fermuarını açıp çıkarırken doğrulup dönen hafiften dönen başımla kapıya tutunup eve girdim. Duvardaki tuşa basıp ışıkları açtığımda Fırat'ta içeriye girmiş ve kapıyı kapatmıştı.

Yanımdaki duvara tutunup birkaç saniye kendime gelebilmek için duraksadığımda Fırat yanıma gelip üzerimdeki kabanı, omuzlarımdan aşağı indirip çıkarmaya meyil ettiğinde duvardaki elimi çektim. Fırat kabanımı çıkarıp vestiyere asarken belimdeki silahı alıp konsolun çekmecesine koyduğunda beni yeniden kucağına alıp odama götürdü. Sessizdi. Az önce söylediklerime herhangi bir cevap vermeyişi garip gelirken Fırat beni yatağımın üzerine oturttu. Ardından da yüzüme uzun boyu ve heybetli bedeniyle tepeden bakarken, "Değiştir üstünü. " Diyerek kapıya doğru yöneldiğinde, "Gidecek misin böyle?" Diye sordum. Az önce söylediklerim öylece kalacak mıydı? Tamam herhangi bir gerçeklik payı yoktu o sözlerimde. Elbette birgün Fırat'la evlenecektim ama yine de bana bir cevap vermesini istiyordum .

Fırat geniş omzunun üzerinden bana dönerken, " Ne istiyorsun? " Dedi. "Üzerini ben mi değiştireyim?" Bu tavrı canımı sıkarken, "Gerek yok. Ben hallederim. " Dedim ve gözlerimi ondan çekip önüme döndüm. Fırat'ta başka birşey söylemeden odadan çıkarken hafifçe içimi çekip üzerimi çıkarmaya başladım.

Üzerimi çıkartıktan sonra saçlarımdaki siyah lastik tokayı çıkarıp saçlarımı serbest bırakırken yataktan destek alarak doğruldum. Dolabıma yönelip kapağını açarken elime ilk geçen bebek mavisi pijama takımımı alıp giydim. Saçlarımı omzumdan geriye atıp üzerimde çıkardıklarımı toplayıp odadaki lavaboya girdim. Kıyafetleri fazlasıyla birikmiş olan, kirli sepetine atıp bir ara çamaşır makinesi çalıştırmayı aklımın bir köşesine yazarken elimi yüzümü yıkayıp işimi hallettiğimde lavabodan çıktım.

Odadaki aynada üzerimi son kez kontrol ettiğimde bebek mavisi pijamam beyaz tenimde güzel durmuştu. Büyük ve dolgun göğüslerim biraz taşıp kendini belli ederken, belimden birkaç santim aşağıya kadar uzanan , kahverengi dalgalı saçlarımı düzeltip telefonumu alıp odadan çıktığımda gözlerim Fırat'ı arıyordu.

Mutfakta olduğunu gördüğümde yanına gitmekle gitmemek arasında kalıp salonun ışığını söndürdüm. Gözümü alıyor ve başımı daha çok döndürüyordu. Zaten Amerikan mutfaktan salona yansıyan ışık etrafı yeterince aydınlatıyorken Fırat'ın gözleri ışığın sönmesiyle beni buldu. Çatık kaşlarının çevrelediği kara gözleri beni baştan aşağı süzüp açık olan göbeğimde, gerdanımda ve göğüslerimde gezinirken bulunduğum yerden hareketlenip salona geçtim. Elimdeki telefonu orta sehpanın üzerine koyarken gri köşe koltuğun yanındaki ayaklı abajura yavaş adımlarla ilerleyip açtım. Sarı loş ışık etrafa yayılırken köşe koltukta yarı oturur yarı uzanır bir pozisyon alıp koltuğun başındaki gri polar battaniyeyi göbeğime kadar örttüm. Başımı da koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım.

O an hayatımda ilk defa zihnimden "insanın evi gibisi yok" cümlesi geçtiğinde dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm belirip yok oldu. Benim evim burasıydı. İstanbul'daki ev hiçbir zaman "benim evim" olmamıştı. Çünkü hep bir diken üstündeydim orada. "Acaba annem ne zaman içip bana saracak, ne zaman yeni bir kavga çıkaracak ya da beni suçlayıp bana kızmak için hangi saçma sebebi öne sürecek? " Gibi onlarca sorunun zihnimden geçerken bedenime yaydığı tedirginlikle, evde olduğum her an olduğu gibi, odamda öylece otururdum. Benim ev hayatım annem odasında sızdıktan sonra başlardı. Eve gelmeden önce her zaman karnımı doyurup öyle gelirdim. Kahve yapmak için mutfağa girerdim sadece. Ali gittikten sonra o mutfakta hiç yemek yapmamıştım kendim veyahut annem için. Annem etrafta dolaşmamı istemez eğer sarhoş değilse ki , bu çok nadir olurdu, bana bulaşmazdı.

Birgün...mutfakta bir gece yarısı kahve yaparken annem gelmiş yüzüme bir tokat attıp kahve makinasını yere atıp kırmıştı. Makinanın yere düşüp, parkenin üzerinde çıkardığı sesi, o sesle korkuyla kulaklarıma giden ellerimi, gözümden süzülen yaşları, yere saçılan parçaları, kalbimin göğüs kafesimde nasıl titreyerek attığını, annemin nefret dolu bakışlarını ve apartmanı inleten bağrışları... O günden sonra da bir daha hiç girmemiştim o mutfağa. Sadece annem evinde misafir ağırlamak istediğinde, ki bu da çok nadir olurdu, yine o isterse girerdim. Neyse...annem kahve makinasını kırdı diye kahve sevdamdan vazgeçmeyip odama annemden gizli kahve makinası almıştım. O makinadan içtiğim ilk kahvenin kokusunu ve aldığım ilk yudumu sonrasında da nasıl hüngür hüngür ağladığımı çok iyi hatırlıyorum. Ne kadar acınası değil mi? Evet...o an hissettiğim tek şey buydu; kendime ölesiye acımak. Yine de mutluydum. Annemin bir gün o kahve makinasını fark edip etmeyeceği içimde büyük bir merak konusuydu. Acaba bu makinayı bulup, "başında paralansın" diyerek kafama atar mıydı? Heyecanlı bir hayatım vardı. Ya da bazı arkadaşlarımın tabiriyle hiç dışarı çıkmana izin vermeyen bir annen olması yerine seni evde istemeyen bir annen olması daha iyiydi. Her genç kızın hayali olan bir hayat yaşarken bu halime üzülmem saçmaydı. Haklılardı.

Saçmalıyordum.

Peki hâlâ neden mi vazgeçmiyordum annemden? Bilmem. Beni birgün sever sanıyordum herhalde. Bir umudum vardı galiba. Atilla İlhan misali;

"Bunca yıldır bitmemiş umudum;
Nisan değilse Mayıs
Perşembe değilse pazar."

Üzerime düşen bir gölge hissettiğimde Fırat'ın kokusu burnuma dolarken kirpiklerimi araladım. Yanımda ayakta dikilirken beni izliyordu. Çok güzel ve derin bakıyor gözleriyle seviyordu beni. Lakin kaşları hâlâ çatıktı. Bense kaşlarını çatışını bile seviyordum.

Gözleri gözlerimde, yüzümde ve gerdanımda gezerken Fırat içini çekip, "İyi misin?" Diye sordu bariton ve erkeksi sesiyle. Sesinin her bir telini bile ayrı ayrı seviyordum.

"Bir ömür hep böyle konuşsan ya Fırat..."

Birkaç saniye öylece gözlerine baktım. İyi değildim. Fırat bana dokunsun beni sevsin istiyordum. Ama beni gözleriyle sevmekten başka birşey yapmıyordu. Gel beni sevde diyemezdim. Belki de derdim. En azından denerdim.

"Değilim." Dedim. Fırat'ın yüz ifadesi anında değişip yerini endişeye bırakırken kaşları da derinden çatılmıştı. Heybetli bedeni ve uzun boyuyla koltuğun önüne çökerken elleri yüzümü bulmuş, "Neyin var Hazan? Ağrın mı var? Hastaneye götüreyim mi yavrum seni? " diye sorularını sıralamıştı.

Sıcak, büyük ve kaba ellerinin arasında yüzüm küçücük kalırken, o çok sevdiğim kara gözlerine bakıp, başımı olumsuz anlamda salladım. Ve , "Öyle birşey değil. " Dedim. "Sen seversen iyi olurum gibi. " Fırat'ın bu sözlerimle yumuşamasını beklerken, yüzündeki endişeli hâl yerini sert bir ifadeye bıraktığında afallamıştım. Neye kızdığını düşünürken hafifçe yutkunduğumda Fırat yüzümdeki ellerini çekip, "Bir daha yapma böyle birşeyi. "Dedi bariton sesi az biraz sertti. Ne yaptığımı anlamazken kaşlarım hafiften çatıldığında, "Anlamadım." Dedim sorgulayıcı bir sesle. "Ne yaptım ki?"

Fırat kara gözlerini kehribar rengi gözlerimde gezdirip, "Bunu Hazan. " Dedi yumuşamayan sesiyle. "Benden birşey istediğinde bunu direk söyle. "Sev beni Fırat" de . "Öp beni" de. "Dokun bana" de. Ama bana "iyi değilim" deme. "

Haklıydı. Bedenimi saran suçluluk duygusuyla gözlerimi gözlerinden kaçırıp başımı hafifçe önüme eğerken, "Özür dilerim ." Dedim usulca. Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, "Dileme" dedi.

"Peki" dedim. Fırat ise çöktüğü yerden doğruldu. Gidecek sandım. Ama gitmek yerine battaniyeyi üzerimden çekip bacaklarımın altından ve belimden geçirdiği kollarıyla beni kucağına alıp koltuğa az önce benim oturduğum gibi oturduğunda bacaklarını uzatıp beni de uzattığı bacaklarının arasına oturttu.

Bu hâlde Fırat'ın bacakları arasında oturuyorken sırtım geniş ve kaslı gövdesine yaslı başımda göğsüyle omzu arasında bir yerdeydi. Bir kolunu göbeğimin üzerinden çıplak belime sararken benimle birlikte öne doğru eğilip gri polar battaniyeyi üzerimize çekerken sertliğini belimde hissedebiliyordum.

Fırat battaniyeyi üzerimize örtüp beni hem kaslı ve güçlü kollarıyla hemde battaniyeyle iyice sarıp sarmalamış sonrada geriye doğru yaslandığında bende başımı göğsüne bırakmıştım. Fırat bu halimizde boynumu kapatan saçlarımı belimdeki ellerinden biriyle geriye doğru çekerken sırtımı gövdesinden ayırıp yardımcı oldum. Saçlarımı tek omzuma toplayıp, kolunu belime geri sardığında, beni kendine çekerek, sırtımın sert ve geniş gövdesine yeniden yaslanmasını sağlayıp yüzünü açtığı boynuma gömmüştü. Burnuyla dudaklarını tenime sürtüp kokumu içine çektiğinde, "Yavrum" dedi fısıltılı ve boğuk çıkan erkeksi sesiyle. Bense bedenimi saran sıcaklıkla, içimi kıpır kıpır eden heyecanla, benliğimi yakıp kavuran ateşle gözlerimi kapatmış ve kendimi tamamen Fırat'a bırakmıştım. Garipti. Kalbim göğüs kafesimde deli gibi çırpınıyor, nefes alış verişlerim yavaş yavaş hızlanıyor, vücudumun, Fırat'ın bana hissettirdiği bu heyecan verici duygulara daha fazla dayanamayacağını düşünürken dahasını istiyordum.

Fırat'a herhangi bir yanıt vermedim. Ondan şuan çok fena etkileniyordum, her zaman olduğu gibi, ama o an konuşmak istemedim. Fırat ise boynumda, defalarca yaptığı gibi derin bir nefes daha alırken çene kemiğimi öptü. Ordan boynuma küçük öpücükler kondura kondura omzuma gelen sıcak ve nemli dudakları içimi darmaduman ederken Fırat sıcak ve büyük ellerinden biriyle göğsümün altını okşamaya başladığında dudaklarını yanağıma çıkarıp tenime sürttü. Ardından da kulağıma doğru fısıltılı ve boğuk çıkan erkeksi sesiyle, "Çok güzelsin."dediğinde yutkundum. Midemin içi cayır cayır yanarken Fırat sözlerine, " Kafayı yedirteceksin bana. " Diyerek devam etti. "Deli oluyorum sana dokunmak için. Nasıl titrettiyorsun içimi? " Duraksadı. Yüzünü saçlarıma gömüp, "Nefesim." Dedi bastırarak. "Kurban olduğum. Ölürüm lan sana. "

Derin bir nefes alıp derince yutkunurken ellerimi Fırat'ın göbeğimi okşayıp duran ellerinin üzerine koyup parmaklarımı parmaklarından geçirip tuttum. Fırat ise bu hareketimle boynumu sıkıca öperken ellerimi de sımsıkı tuttu. Kapalı olan gözlerimi açıp yutkundum. Belki böyle bir anda bu soru saçma olacaktı ama , içimde bir yerlerde zar zor bulduğum sesimi yine zar zor toparlarken, "Fırat." Dedim. Fırat Ona seslenişimle boynumda derin bir nefes alıp kokumu içine çekerken, "Canımın içi." Dediğinde alt dudağımı ısırıp, "Kızgın mısın bana?" Diye sordum. Bu bugün üç olmuştu.

Fırat kollarını biraz daha sıkılaştırıp beni kendine bastırırken, "Niye yavrum?" Dedi. Başımı omzumun üzerinde yüzüne bakmak için Ona çevirirken Fırat kollarını gevşetip ellerimizi ayırırken, "Dön bana. " Dedi. Dediğini yapıp bacakları ve kolları arasında Ona dönerken Fırat kasılıp duruyordu . Ona dönüşümle yüz yüze geldiğimizde Fırat'ın alev alev yanan kara gözleri önce yüzümü sonra da üzerimdeki bebek mavisi pijamanın yarım atletinden görünen beyaz tenimi ve büyük, dolgun göğüslerimi bulurken gevşettiği kollarını sıkılaştırıp beni, tabiri caizse kendine yapıştırmıştı. İçimi saran heyecanı ve utancı yok saymaya çalışarak Fırat'ın iyice koyulaşan gözleri beni ürkütürken geniş omuzlarında duran ellerimi yüzüne çıkarıp avuçlarımın arasına aldığımda , dağılan zihnimi yeniden toparlamaya çalışıp "Fırat yüzüme bak. " Dedim. Fırat bu sözlerimle gözlerini kapatıp açarken derince yutkunup alt dudağını diliyle nemlendirdi. Ve gözleri yüzümü bulduğunda siyahın en koyu tonuna bürünen gözleri gözlerimde gezinirken bakışlarındaki yoğunluğu kaldırmak benim için çok zordu. Ancak yine de gözlerimi gözlerinden çekmedim. Fırat ise alnını alnıma dayayıp yine derince yutkunurken, "Yavrum çok güzeller." Dediğinde sesindeki tını ayrı sözleri ayrı utanmama neden olurken alt dudağımı hafifçe ısırıp, "Susar mısın?" Dedim. Fırat belli belirsiz o çarpık gülüşünü ortaya serip alnını alnımdan ayırırken yanağımı öpüp, "Susarız " dedi. " Al yanaklarını yediğim. " Derken de dişlerini sıkarak dolu dolu söylemişti.

Bende kollarımı boynuna dolayıp Fırat'ı kendime çekerken başımı da boynuna gömdüm. Ve kokusunu içime çekerken, "Kapıda söylediklerim için kızgın mısın bana?" Diye sordum. Fırat bıkkınca bir nefesi alıp verirken dudaklarını ayırdığı yanağıma yanağını yaslayıp, "Ne inat bir yavrum var benim." Dedi.

"İnat değil bu." Dedim. "Sabahta söyledim sana; birşey olduğunda bunu konuşalım. Birşeylerin üzerini beni severek kapatma, diye. Kızdıysan açıklama yapacağım. " Fırat bir eliyle saçlarımı severken,"Yap yavrum açıklamanı, dinliyorum." Dedi. "Kızdın yani?" Dedim. Fırat, "Kızdım. " Dedi. "Sabahta kızdım az öncede. Seni zorlamamak için, üzerine gelmemek için kendimi geri çektikçe sen beni zorlayıp üzerime geliyorsun. Tamam. Konuşmak istiyorsan konuş. Ne söylersen söyle benim için birşey değişmeyecek nasıl olsa. Ben seni böyle sevmeye devam edeceğim. "

Fırat'a biraz daha sokulup, "Az önce söylediklerimde bir gerçeklik payı yoktu. " Diyerek konuşmaya başladım. "Sadece sen öyle söyleyince utandım. İnadına söyledim o sözleri de. Yoksa evleneceğim ben seninle. "

Fırat bu sözlerimle gülümser gibi bir nefesi dışarı verirken başını geri çekip dudaklarını şakağıma bastırırken yüzüme baktı. Gözlerindeki derin bakışlar içimi kıpır kıpır ederken Fırat burnunu burnuma sürtüp, küçük bir kız çocuğuyla konuşur gibi, "Evlenecek misin sen benimle?" Dedi dişlerini sıkarak.

"Evleneceğim." Dedim. Tavırlarımda kendinden büyük birine aşık olmuş küçük bir kız çocuğu edası vardı. Fırat erkeksi bir şekilde hafifçe gülerken gözlerim sağ yanağında çıkan gamzesine kaydı. Alt dudağımı ısırıp başımı Fırat'ın omzundan kaldırırken bir elimi boynuyla yüzü arasında bir yere koyup dudaklarımı gamzesinin olduğu yere bastırdım. Fırat onu öpüşümle beni iyice kendine çekerken başını boynuma gömüp omzumu öptü. Dudaklarımı yanağından geri çekip yeniden yüz yüze gelmeye çalıştığımda Fırat bir öpücükte boynuma kondurup yüz yüze gelmemize müsade etti. Gözlerim gözlerini bulduğunda, "Sabah ki olaya da gelecek olursak. " Dedim ciddileşerek. "Üslubum, ses tonum belki tavrım kısaca birşeyler yanlış olsa da ne düşünüyorsam onu söyledim. "

Fırat'ın kaşları çatılırken gözleri sert bir ifadeye büründüğünde konuşmasına izin vermeden konuşmaya devam ettim.

"Pişman olduğum iki şey var ." Dedim. "Birincisi seni beni sevdiğin ve üzerime titreyip beni düşündüğün için suçlamam yanlıştı. Sen haklıydın. Bana birşey yaptığın yoktu. İkincisi de "yaran yoksa gocunma" dedim sana. Düşüncesizce davrandım. Belki de damarına bastım. Özür dilerim."

Fırat derin bir nefes alıp az biraz yumuşarken devam ettim.

" Bütün mesele Oğuz değildi. " Dedim. Bir sebepten Fırat'ın sadece Oğuz'u düşünüp onun duygularını hiçe saydığımı düşündüğünü düşünüyordum. Çünkü bana, "Bu mu yani? Oğuz mu bütün mesele?" Dedikten sonra gözleri belli belirsiz dolmuş, o çok sevdiğim kara gözlerinde birşeyler kırılmıştı.

"Oğuz benim abim gibi. Hatta gibisi fazla abim. Babam öldükten sonra bir o vardı yanımda. Aramızda kilometreler vardı ama yanımda olduğunu biliyordum. "Bir derdim var" desem hemen gelirdi yanıma. Herşeyi herkesi bırakır gelirdi. Ve ben dün gece o beni aradığında yanına geleceğimi söyleyip sırf sen izin vermedin diye gitmedim. İstesem giderdim. Seni gözden çıkarır yine giderdim. Ama ben seni gözden çıkaramadım. O yüzden bütün mesele Oğuz değil. Ben ikinizi de çok seviyorum. Birinizi sevmek için diğerinizden vazgeçmek istemiyorum. En azından benim için birbirinizi sevmeseniz bile saygı duyamaz mısınız?" Dediğimde Fırat gözlerime bakıp içini çekerken, "Mesele sevip sevmemek değil yavrum. " Derken sözünü kesip, "Mesele kıskançlıkta değil Fırat. " Dedim. "Aptal değilim ben anlıyorum o kadarını. Birşeyden korkuyorsun. Bana her Oğuz konusu geçtiğinde "kafanı karıştıracak" gibisinden şeyler söylüyorsun. Oğuz'un senin hakkında birşeyler bildiğini seninde, o şey her neyse, bana söylemesin diye beni Oğuz'dan uzak tutmaya çalıştığını düşünüyorum artık. Dün gece de beni Oğuz'un yanına yollamamanın sebebi gecenin üçü sabahın körü değildi. Sarhoş bir adam ayık bir adama nazaran ağzından birşeyler kaçırmaya daha müsaittir, öyle değil mi?"

Fırat'ın yüz hatları bu sözlerimle gerilirken bedeni de kasılmıştı. Gözlerini anlık bir gözlerimden çekip yutkunurken, "Tam üstüne mi bastım?" Dedim. "Ayağımı çekeyim mi?" Gözleri yeniden gözlerimi bulurken, "Kendini bana hem bu kadar sevdirip hem de beni nasıl bu kadar sinirlendirebiliyorsun?" Diye sordu anlamaya çalışır gibi.

"Hım?" Dedim düşünür gibi. "Bende yeni yeni öğreniyorum ama sanırım buna "aşk" diyorlar. Çünkü aynı şeyleri seninle konuşurken bende yaşıyorum. " Fırat çatık kaşlarının çevrelediği kara gözleriyle gözlerime bakarken başını belli belirsiz sallayıp, "Haklısın. " Dedi ciddi bir sesle sıkıntılı bir nefesi alıp verirken. "Var birşeyler. Ama dün gecede söyledim sana. Daha zamanı var. Ve eğer benden başka birinden duyarsan eğri doğru, eksik ya da tam. Kafan karışır diye korkuyorum. Ama yanıldığın iki şey var yavrum. Birincisi gecenin o saatinde seni markete bile göndermem ben. Yani olayın gecenin üçü sabahın körüyle bir alakası var. İkincisi de Oğuz'dan kıskanıyorum seni. Ama bu kıskançlık öyle o çekiğe ya da etrafında gezen diğer heriflere karşı duyduğum gibi bir kıskançlık değil. Belki saçma gelecek belki de sapkınca bulacaksın ama ben seni bulup yanında olabileceğim anlarda yanında onun olmasını kıskanıyorum. Deli gibi merak ediyorum benden önce nasıldın, nasıl bir hayatın vardı, babandan sonrası nasıldı? Kapanmamış, hâlâ kanayan bir yaran var mı? Az önce bu koltukta gözlerini kapatmış, dışarıdan çok güzel görünürken , kaşlarının ortası hafifçe çatıldığında ne düşünüyordun? Merak ediyorum. " Duraksadı. Birşey fark etmiş gibi varla yok arası gülümseyip, "Belki de hayatımda ilk defa birşeyi merak ediyorum. " Dediğinde usul usul dolan gözlerimi kırpıştırıp, " Sana söz veriyorum. " Dedim. "Bana kendinle ilgili herşeyi anlattığında sana kendimle ilgili herşeyi anlatacağım. " Fırat gözlerini gözlerimde gezdirirken bir elini yanağıma çıkarıp yüzümü severken, "Yani yine hiçbir şey almadan hiçbir şey vermeyeceğim diyorsun." Dedi. Başımı onu onaylarcasına sallayıp, "Öyle diyorum" dedim tatlı tatlı. Fırat içini çekip alnımı öperken, "Tamam. " Dedi. "Öyle olsun bakalım. "

"Eminim benim sırlarım ve anlatacaklarım seninkinden daha ağır etkiler oluşturacaktı ilişkimizin üzerinde. O yüzden ben şimdiden, bana anlatacakların her neyse, çoktan affettim sevgilim. Peki sen beni affedebilecek misin?..."

Ardından da alnını alnımdan ayırıp beni kucağına alıp koltuktan kalkarken , "Nereye?" Dedim. Fırat, "Seni doyuracağız. " Dedi. "Yeşil mercimek çorbası yaptım yavruma. Doktorun verdiği listede vardı . Sadece süzmesi kaldı. " Fırat sözlerine son verirken beni Onu görebileceğim bir sandalyeye oturtup saçlarımın arasına bir öpücük kondurup ocakta kaynayan tencereye doğru, heybetli bedeni ve uzun boyuyla ilerledi. Bense onu izlerken, "Ama ben aç değilim ki. " Dediğimde Fırat bana dönmeden mutfak tezgahının alt dolabından aldığı tel süzgeçle ocaktan aldığı haşlanmış mercimekleri başka bir tencereye süzerken, "İlaç içeceksin Hazan. Birşeyler yemen lazım." Dedi ciddi bir sesle. "Bir daha hastaneye gittiğimizde aynı şeyleri duymak istemiyorum. "

Birşey söylemedim. Haklıydı. Bazen gerçekten çocuk gibi davranıyordum.

Bir süre öylece Fırat'ı çorbayı hazırlayıp bir taşımlık kaynasın diye ocağa tekrar koyuşunu, tezgahın üzerini temizleyişini izledim . Ev işi silah tutan ellerinde eğrelti durmuyordu. Herşey her şekilde yakışıyordu sevdiğim adama .

Çorba ocakta kaynarken Fırat tezgahın üzerini temizlemeyi bitirip dolaptan iki tane çorba kasesi çıkarmıştı. Çekmeceden de kaşık alıp masaya koymuş oradan da dolaba yönelip sarma tenceresini almıştı. Böylece oturup onu izlemek güzel olsa da rahatsız olmuş ve oturduğum yerden kalkıp Fırat'a doğru ilerlemiştim. O sırada Fırat, "Yavrum bu sarmaları ısıtmak gerekiyor mu?" Diye sorarken yanına varmıştım.

"Gerekmiyor. " Dedim. "Yeriz öyle. "
Fırat'ın gözleri beni bulurken ellerimi tezgaha koymuştum. Çatılan kaşlarıyla yüzüme bakan Fırat, "Niye kalktın ayağa?" Dedi azarlar bir tonda.

"Sana yardım etmek istiyorum. " Dedim. "Birlikte yapalım. " Fırat bu sözlerimle, "Olmaz" dedi. "Başın dönüyor. Düşersin, birşey olur. Geç otur masaya. Ben hallediyorum. " Benimde kaşlarım Fırat'ın bu sözleriyle hafifçe çatılırken, "Ya ne düşmesi Fırat? Çocuk muyum ben? " Dedim sinirle. Fırat hafifçe içini çekip gözlerime bakarken belimi tutup beni kendine çektiğinde başım gövdesine yaslanmıştı. Alnıma bir öpücük kondurup , "Gel" dedi. Ve belime sardığı koluyla beni masaya doğru götürürken, "Of Fırat." Dedim. Fırat ise Ona ne zaman oflasam dediği gibi, "Oflama bana ." Derken az önce kalktığım yere beni geri oturtup, "Sarma tenceresiyle tabak getireceğim sana. Sarmaları doldurursun tamam?" Dedi. Çatılan kaşlarımla dudaklarımı büzüp, "Peki." Dedim. Fırat ise yüzüme eğilip büzdüğüm dudaklarımı birkaç kez emip bıraktığında yutkundum. O da mutfağa doğru ilerleyip dolaptan iki tabak, çekmeceden de çatal alıp tencereyle birlikte ahşap yemek masasına koyup tekrar ocağa yöneldi.

Tencerenin kapağını açıp elime aldığım çatalla tabaklara sarma doldurmaya başladım. O sırada Fırat'ta ocaktaki çorbayı karıştırıp buz dolabından limon alırken gözlerimi ondan çektim.

Tabaklara sarma doldurma işi bittiğinde yerimden kalkıp hâlâ biraz sarmanın olduğu tencereyi elime alırken buz dolabına yöneldim. Başım dönüyordu ama yavaş ve temkinli adımlar attığım sürece kendimi kontrol edebiliyordum. Yanına vardığım buzdolabının kapağını açıp tencereyi içine koyarken Fırat'ın, "Hazan Napıyorsun?" Diyen sesi kulaklarıma dolduğunda dolabın kapağını kapatıp Ona döndüm.

"Birşey yapmıyorum. " Dedim. "Tencereyi dolaba koydum sadece. Ayrıca başım o kadar fazla dönmüyor. İyiyim, abartma. " Fırat birkaç saniye yüzüme bakıp, "Tamam. Otur hadi. " Dedi. Birşey söylemeden masaya doğru ilerleyip oturdum. Bir süre sonra da Fırat çoraba tenceresini alıp geldi. Tencereyi masaya koyup kaselere çorba doldurdu. Sonra da salona geçtiğinde neden oraya gittiğini düşünürken üzerindeki siyah boğazlı kazağı çıkarıp siyah, kaslı ve damarlı kollarını ortaya seren atletiyle kalırken kazağı koltuğun üzerine attışını ağır çekimde izlediğimde içim bir hoş olmuştu. Esmer teninde, boynundan atletinin içine doğru uzanan , künyesinin gümüş zinciri çok güzel görünüyordu.

Yutkunup içimi çektiğimde içimden kaslı ve damarlı kollarına dokunmak gelirken Fırat yanıma gelip oturmuştu. Gözlerim yüzünde gezinirken bir kolunu benim sandalyeme atıp yüzüme doğru yaklaştığında kalbim küt küt atarken Fırat alnını alnıma dayadı. Gözleri gözlerimde gezinirken, "Noldu?" Dedi. "Niye baktın öyle?" Omuz silkip, "Hiç." Dedim uzatarak. "Öylesine. Bakmayayım mı?" Fırat varla yok arası gülümseyip alnını alnımdan ayırdığında beni göğsüne çekip tek koluyla sarılırken, "Bak yavrum. " Dedi. "Bir ömür gözün üstümde olsun. " Hafifçe içimi çekip bir kolumu Fırat'ın karının üzerinden sarıp, "Olacak zaten ." Dedim. "Ona göre ayağını denk al. " Fırat bedenime sardığı kolunu sıkılaştırıp saçlarımın arasına bir öpücük kondururken, "Alırız. " Dedi. Ardından da limon kestiği tabaktan bir dilim limon alıp, "İster misin?" Diye sordu. "Olur." Dediğimde limonu önce benim sonra kendi çorbasına sıkıp peçetelikten aldığı peçeteyle elini sildi. Bense Fırat'tan ayrılıp, hiç iştahım olmamasına rağmen, elime aldığım kaşıkla çorbamı karıştırıp içtim. Fırat'ın gözleri üzerindeyken gözlerimi Ona çevirip, "Çok güzel olmuş. " Dedim. "Ellerine sağlık "

Gerçekten de çorba çok güzeldi. Ve Fırat'ın elinden, sabah kahvaltısını saymazsak yediğim ilk yemek olması bu çorbayı benim için daha bir güzel yapıyordu. Uzun yıllar sonra ilk defa birinin benim için yaptığı bir yemeği yiyordum. Güzel bir duyguydu.

Fırat yüzüme dökülen saçlarımı eliyle omzumdan geriye doğru itip elinin tersiyle yanağımı okşarken, "Afiyet olsun yavruma." Dedi dişlerini sıkıp bastırarak. Gülümseyip önüme dönerken çorbayı içmeye devam ettim. Fırat'ta çorbasını içerken bir süre sessiz kaldık. Ama bu sessizlik bile o kadar güzeldi ki. Sıradan geçen birkaç dakika bile fazlasıyla anlamlıydı. Fırat'la böyle yaşlanabilirdim.

Elimdeki kaşığı masaya bırakıp su dolu sürahiden bardağıma su doldurup Fırat'a, "Sende ister misin?" Diye sordum. Fırat, "Yok yavrum. " Derken sürahiyi masaya koyup bardağı elime alırken suyu sonuna kadar içtim. Boşalan bardağı masanın üzerine bırakırken, ahşap masada çıkardığı tok ses kulaklarıma dolduğunda yutkunup dilimin ucuyla alt dudağımı nemlendirip kaşığı elime aldım. Çorbaya daldırdığım kaşıkla çorbayı karıştırırken, "Fırat." Dedim birşey soracağımı belli eden sesimle. Fırat gözleri zaten benim üzerimdeyken bariton ve itiraz kabul etmediğini belli eden sesiyle, "Sakın bana "yemesem olur mu Fırat?" Falan deme. Bitecek o çorba. "dediğinde Ona dönüp kara gözlerine bakarken, "Hayır, öyle birşey değil." Dedim. Fırat bakışları sorgulayıcı bir hâl alırken çatılan kaşlarıyla yüzüme bakıp, "Dinliyorum. " Dedi. Hafifçe yutkunup, "Hani dedin ya az önce "gecenin o saatinde seni markete bile göndermem ben" diye. " Diyerek duraksadım. Fırat bu konuşmadan memnun olmadığını gösteren bir yüz ifadesiyle, "Eee? " Derken sözlerime , "O saatlerde dışarıya çıkmamı istememenin sebebi... Bahar'ın başına gelenlerin benimde başıma gel..." Diyerek devam ederken Fırat bastırarak "Gelemez." Diyerek sözümü kesti. Sinirlenmişti. Alnında ve boynunda beliren damarlar, gerilen yüz hatları, dişlerini sıkarak oynattığı çene kaslarıyla bu bariz bir şekilde anlaşılıyordu. Ürkütücü göründüğünü ve biraz tedirgin olduğumu kabul etmeliydim. Ancak bu konuyuda konuşmamız gerekiyordu. Çünkü ben sıradan bir savcı değildim. Gece geç saatlerde dışarıya çıkmam gerekebilirdi. Mesela yarın gece adliyede olmam lazımdı. Albaya yazdırdığım dilekçeyle başlayan planımın ikinci levelı için yapmam gereken şeyler vardı. Lakin Fırat böyle her dakika dibimdeyken bu çok zor olurdu. Konuşmanın bir işe yaramayacağından yüzde yüz emindim. Ama denemekten zarar gelmezdi.

Tedirgin bakan gözlerim yüzünde gezinirken Fırat konuşmaya, "Kimse o niyetle yaklaşamaz sana!" Diyerek devam ettiğinde sesi az biraz yüksek ve sertti. "Yaklaşmayı geçtim sana o gözle bakanı, aklından geçireni silerim bu dünyadan!" Her bir kelimeyi zihnime kazımak ister gibi bastırarak söylerken gözlerinden biraz daha zorlasa ateş çıkacak gibiydi.

Yutkunup, "Fırat tamam. Sakin ol " dedim. Fırat, "Nasıl olayım?!" Dedi sert sesiyle. "Nereden çıktı şimdi bu?! Niye durduk yere ayarlarımla oynuyorsun sen benim?! " Kaşlarım hafiften çatılırken, "Ben birşey yapmıyorum. " Dedim. " Sen oturup sakin sakin konuşmak yerine bana kızıp bağırmayı seçtiğiniz için böyle oluyor." Fırat sinirle gözlerini kapatıp açarken, "Lan ben neyini sakin konuşayım seninle bunun?! " Dedi. " Sen ne dediğinin farkında mısın Hazan?! Böyle birşeyin ihtimali bile kafayı yedirtir lan bana!"

"Ben birşey demedim. " Dedim. "Soruyordum sadece. Onu da ağzıma tıktın. " Fırat öfkeli gözleriyle yüzüme bakıp, "Niye soruyorsun?" Diye sordu. Bağırmıyordu bu sefer. Ama sesi hâlâ sertti. "Çok mu önemli gecenin o saatinde dışarı çıkmak senin için? Ben mi tutuyorum seni evde? O zaman ben olmadığımda, operasyona gittiğimde hemen dışarı mı atacaksın kendini? Bu mu yani? " Söylediği sözler zihnimde yankılanırken kaşlarım anlamazcasına ya da anlamak istemezcesine çatılırken, "Sen ne dediğinin farkında mısın Fırat?" Dedim afallamış bir ses tonuyla. " Sen operasyona gittiğinde ben dışarıda gezmeyi mi düşüneceğim? Asıl bu mu yani? " Kalbimdeki kırıklar sesime karışırken gözlerimi Fırat'ın gözlerinden çekip başımı salladım öylesine. "Tamam" der gibi, "anladım" der gibi. Küçük bir sorudan nerelere gelmiştik? Keşke hiç açmasaydım ağzımı. Susuyorduk ne güzel. Sussaydık ya öyle.

Önüme dönüp oturduğum yerden kalktım. Odama gidecektim. Fırat'ta napıyorsa yapsındı. Onun sandalyesinin arkasından geçerken birden kolumu tuttuğunda gözlerim yüzünü bulurken Fırat, "Otur şuraya. Yemeğini ye . " dedi emredici ve baskın sesiyle. Kolumu elinden hızla çekerken, "Bırak!" Dedim hafiften yükselen sesimle. "Yiyeceğimi yedim ben. " Kolumu elinden kurtarmayı başardığımda odama doğru yönelirken Fırat'ın alıp verdiği sert nefesin ardından kolumu tutan elle durmak zorunda kaldığımda gözlerim önce bileğimi tutan eli sonra da Fırat'ın çatık kaşlarının çevrelediği kara gözlerini buldu. Sinirle kolumu çekip, "Bırak!" Dediğimde Fırat, "Otur şuraya konuşalım!" Dedi bastırarak. Sert bir nefesi alıp verdim. Gözlerimi gözlerinde sabitleyip yarım bir şekilde Ona dönük olan bedenimi tam olarak Fırat'a çevirip, "Ne konuşacağız?" Dedim. "Neyi konuşacağız?! Ya sen ne zannediyorsun kendini?! Benim ne mecburiyetim var sana?! Kimsin sen?!Bizi birbirimize bağlayan birbirimize duyduğumuz sevgiden başka ne var?! " Duraksadım. Fırat öylece çatılan kaşları azalan öfkesinin yeniden harlandığını gösteren alev alev yanan kara gözleriyle yüzüme bakarken kolumu bıraktı. Bense bu serbest bırakılışla gitmek yerine Fırat'a doğru bir iki adım atıp daha da yaklaştım. Gözlerimi gözlerinden çekmeden devam ettim.

"Bugün ne düşündüm biliyor musun? Senin çok net bir adam olduğunu. Bu ilişkiye başladığımızdan beri sen hep nettin. Sınırlarını bana karşı çok iyi çizdin. Ama ben aynı şeyi yapamadım. O gün, bana beni sevdiğini söylediğin gün "artık üzerinde söz söylemeye hakkım var mı?" Demiştin bana. Bende sana "var tabi ama bir yere kadar" demiştim. Sende demiştin ki "göreceğiz bakalım nereye kadarmış". Şimdi görebilirsin çünkü buraya kadar. " Duraksadım yine. Fırat çatık kaşlarıyla öylece beni dinliyorken, "Ne sanıyorsun bilmiyorum." Dedim. "Ama benim senden öncede bir hayatım vardı. Ve inan bana yirmi dört yaşında bir insana göre çok şey görüp çok şey yaşadım. Başıma her ne gelirse gelsin kendimi kendim korudum. Kendi sorunlarımla hep kendim baş ettim. Yani eğer düşünüyorsan ki Hazan benimle bana ihtiyacı olduğu için birlikte. Büyük yanılırsın. Ben seninle seni sevdiğim için birlikteyim. Seni sevdiğim için hayatıma bu kadar müdahil olmana izin veriyorum. Seni sevdiğim için evden çıkma dediğinde duruyorum. Yoksa sana kafa tutmaya kalksam yapamaz mıyım sanıyorsun? Yaparım. Hemde öyle bir yaparım ki şaşar kalırsın. Ama ne fark ettim biliyor musun? Sen benim sana duyduğum sevgiyi esaret olarak algılamışsın. "

"Annem gibi..."

Dolan gözlerimi kırpıştırıp Fırat'ın karışık bir ifadeye bürünen gözlerinden gözlerimi çekmeden devam ettim yine.

" O yüzden öyle söyledin herhalde. "Ben olmadığımda, operasyona gittiğimde hemen dışarı mı atacaksın kendini?" Dedin ya. Sen yanımdayken esirinim sen yanımda yokken özgür." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Aynı yerden bakmıyoruz. Mesela ben sen operasyona gittiğinde senin koyduğun kurallara daha çok uyardım ki aklın bende kalmasın, o dağ başında bir yandan şerefsizlerle uğraşıp bir yandan canınla cebelleşirken bir de beni düşünme, diye. "Gözümden, kendimi ne kadar tutmaya çalışsamda, bir damla yaş süzülürken gözlerimi Fırat'ın gözlerinden çekip yutkundum. Gözlerimi öylesine bir yere dikip, " Sende tanıdığım diğer insanlar gibisin." Dedim. "Hep kendi yaptıklarını görüp, kendi duygularını yüceltip benim duygularımı, düşüncelerimi görmezden geliyorsun. Bir sen seviyorsun, bir sen titriyorsun üzerime, bir tek sen katlanıyorsun birşeylere. Hazan' da öyle naz niyaz peşinde koşuyor zaten. Hep bir sorun çıkarmak için uğraşıyor, hep bir kendini düşünüyor. Bütün derdi de dışarı çıkmak zaten. " Usulca burnumu çekip, "Olsun." Dedim. "Öyle olsun. "

Başka da birşey söylemeden, gözlerimi de bir daha Fırat'ın yüzüne değdirmeden odama doğru ilerledim. Fırat'ta beni durdurmak için herhangi bir hamlede bulunmadığında odama girmiştim. Kapıyı kilitleyip ışığı açmadan yatağıma doğru ilerlerken içeriden gelen birşeyin devrilme sesiyle irkildim. Ardından da bir camın kırılma sesi kulaklarıma dolarken, hiçbir şey göremeyeceğimi bilsem de gözlerim refleksle kapıyı buldu. Birkaç saniye öylece kaldığımda umursamamaya karar verip komidinin üzerindeki gece lambasını yaktım. Sarı loş ışık odanın içine yayılırken yatağa oturdum. Komidinin çekmecesinden ilaçlarımı aldım. Dün gece uykumdan uyandığımda Fırat'ın, "Noldu yavrum? Niye uyandın?" Diye soruşuyla, "Susadım. " Demiştim. O da bir sürahiye su doldurup bardakla getirmişti. Komidinin üzerinde duran o sudan bir bardak doldurup ilaçları içtim. Saate baktım. On bire beş vardı. Yarın yine aynı saatte ilaçları içmek için bu saati aklımda tutup yataktan kalktım. Lavaboya doğru ilerleyip dişimi fırçaladım. Elimi yüzümü yıkayıp işimi halledip odaya geri geçtim. Aslında duş alacaktım ama hafiften başım dönüyordu. Biraz da halsizdim. Karnımdaki yarada inceden ağrıyorken yorganı açıp yatağa girdim. Sırtımı yatağın başlığına yaslayıp yorganı bacaklarıma örtüp gözlerimi odanın içinde gezdirdim. Fırat'tan ses gelmiyordu. Belki de gitmişti. Gitsindi.

Usulca içimi çektim. Biraz daha böyle oturursam ağlayacaktım. Canım yanıyordu. Fırat'ın söylediği şeyler ağrıma gitmişti. O operasyona gittiğinde benim onun yokluğunu fırsat bilip o varken yapamadığım şeyleri yapacağımı düşünüyordu. İçimde ona karşı beslediğim sevgiyi o kadar sığ görüyordu demek ki. Onun gözünde ben bu kadar basit bir insandım.

Peki bu tartışmada suçlu olan kimdi? Bendim. Konuşmanın bir işe yaramayacağını bile bile Fırat'la konuşmaya çalışmıştım. Hadi konuşmuştum, en azından konuyu başka bir yerden açabilirdim. Zaten belki de buna kızmıştı; Bahar'ın olayını açtım diye. Yine bir yerlerde hata yapmıştım.

Gözümden süzülen bir damla yaşı silip yatağa uzandım. Soğuktu. Fırat varken sıcacık olan bu yatak şimdi çok soğuktu. Sadece iki gece birlikte uyumuştuk. Ama öyle alışmışım ki sıcaklığına, kokusuna, beni sarıp sarmalayışına. O kadar da uzağımda değildi hâlbuki ki. Şu kapıyı açsam görürdüm onu. Ama kalbim kırıklarını yok sayamıyordu bu defa.

Kapattım gözlerimi. Uyusam geçerdi.

******
Ne kadar zamandır yatakta dönüp durduğumu bilmezken birkaç kez uykuya dalıp sonra bir sebepten geri uyanmıştım. Gözlerim baş ucumdaki komidinin üzerinde bulunan, yuvarlak gümüş saati bulduğunda saat 02.21'i gösteriyordu. Yatakta oturur hale gelip zaten açık olan gece lambasının ışığında gözlerimi odanın içinde gezdirdim. Fırat'ı düşünüyordum. Uyuyor muydu acaba? Ben uyuyamıyordum. O uyuyor muydu? Hiç, yani uyanık olduğum anlarda, kapıma gelmemişti. Özür dilemek için hiçbir girişimde bulunmamıştı. Kendini haklı mı buluyordu? Ben bile o kadar kırılmış olmama rağmen kendi içimde onu anlamaya çalışırken o onca şey söylememe rağmen beni anlamamış mıydı? Gelmeyecek miydi yanıma?

Üzerimdeki yorganı yana atıp yataktan kalktım. Başım ayağa kalkışımla dönerken yatağa geri çöktüğümde gözlerimi kapatıp açtım. Tek elimle yataktan destek alıp yeniden ayağa kalkarken yavaş ve temkinli adımlarla kapıya doğru ilerledim. Fırat hâlâ evde mi , evdeyse napıyor merak ediyordum.

Anahtarı çevirip önce kilidi sonra kapıyı yavaşça açarken gözlerimi salona çevirdim. Ayaklı abajur hâlâ yanıyordu. Ama Fırat salondaki koltukta yoktu. Gözlerimi deri ceketi vestiyerde mi diye o tarafa çevirecekken birden yerde , sırtı odamın duvarına yaslı, bir bacağını kendine doğru çekmiş, bir eli de dizinin üzerinden sarkıyorken gözleri kapalı olan Fırat'ı fark ettim. Burada mı uyuyordu? Kapımın önünde?

Sıkıntılı bir şekilde hafifçe içimi çekip yutkundum. Çok yakışıklıydı yine. Onu görmek bile içimi sıcacık ederken gözlerim mutfağı buldu. Devrilmiş bir sandalye, gri parkenin üzerine saçılmış cam kırıkları, az önce bu salonda olanlar ve benim kırgınlıklarım belki de Fırat'ın kırgınlıkları derken Ona döndüm. Üzerinde sadece siyah atleti vardı. Üşümüştü belki de. Uykusunda bile çattığı kaşlarından bulunduğu yerde rahatsız bir halde olduğu belliydi. "Bari koltukta yatsaydı" diye düşünürken yavaşça yanına çöktüğümde Fırat'ın aniden bileğimi tutmasıyla korkuyla irkildim. Gözlerim korkuyla gözlerini bulduğunda gözlerindeki ürkütücü ifade yüzümü incelerken yok olmuştu. Bileğimi tutan eli canımı yakarken Fırat parmaklarını gevşetip birkaç saniye gözlerime baktı. Bende bir iki saniye onun kara gözlerine baksamda gözlerimi kaçırdım. Hâlâ tutup bırakmadığı bileğimi elinden çektim. Ama Fırat parmaklarını sıkılaştırıp bileğimi bırakmazken, "Birşey mi oldu?" Dedi bariton ve kalın sesiyle. "Niye kalktın?"

Yüzüne bakmadan yutkunup, "Yok birşey. Bırakırsan gideceğim. "Dedim düz bir sesle. "Sensiz uyuyamıyorum" diyemezdim. Fırat kolumu bırakmazken, "İlaçlarını içtin mi?" Diye sordu. Yüzüme dökülen saçlarımla başımı olumlu anlamda sallamakla yetindim. O ise bu sefer de, "Ağrın var mı? Başın dönüyor mu ya da başka birşey?" Derken, "İyiyim." Dedim herhangi bir duygu barındırmayan sesimle. Bu muydu yani? Onca şeyin üzerine, konuşmamız gereken başka şeyler varken ben nasılım bunu mu konuşacaktık? Yok mu sayacaktı ona söylediklerimi? Belki de doğru olanı yapıyordu. Ben birşeyleri yok saymayıp konuşmuştum da ne olmuştu? Biz konuşarak değil sevişerek anlaşıyorduk. Bende içimdeki kırıklarla bunu şuan yapabilecek gibi değildim.

Bu yüzden kolumu elinden tekrar çekip kendimi ondan kurtarmaya çalışırken Fırat bileğimi yine bırakmamıştı. Sinirleniyordum. Hem doğru düzgün birşey söylemiyor hem de beni yanında tutuyordu. Gözlerim yüzünü bulurken, "Bırak" dedim. Fırat gözlerime bakıp, ki ne düşündüğünü gözlerine bakarak anlayamıyordum, "Bıraktım. " Dedi. " Sen geldin. Neden çıktın odadan?" Gözlerine baktım birkaç saniye. Kaşları, her zaman olduğu gibi, çatık, bakışları donuktu . Dedim ya ne düşündüğünü ne hissettiğini, kızgın mı, sinirli mi, üzgün mü değil mi anlayamıyordum.

"Merak ettim. " Dedim. " Onca şeyin üzerine çekip gidebildin mi ya da uyku tuttu mu diye. " Fırat gözlerime aynı ifadesizlikle bakarken dağılmış gibiydi. Benim söylediklerim yüzünden miydi bu hâli? Bu sert zeminde, soğuk duvara yaslanıp rahatız bir uykuya teslim olacak kadar dağılışı, bu bitik hali benim yüzümden miydi?

Fırat sözlerime karşılık olarak varla yok arası belli belirsiz gülümseyip, "Burdayım ." Dedi. "Gözlerim birkaç dakikalığına dalmış ama hiç uyumadım. "

  "Bende..."

Yorgun görünüyordu. Bu haline iç çekip, "Kalk." Dedim. "Koltuğa geç ya da evine git. Belin tutulur , üşürsün. Yatma burada. " Kıyamıyordum Fırat'a. İçim eziliyordu şu haline. Birşey vardı. Az önce olanlardan başka birşey. Fırat bileğimi tuttuğu elinin baş parmağıyla tenimi oksarken, "Başka seçeneğim yok mu?" Dedi. Gözleri boynumda gezinirken, "Koynuna alsana beni." Dedi. "Kokunu özledim. Sıcaklığını özledim. Seni özledim. "

Sesinin tınısında, o çok sevdiğim kara gözlerinin derinliklerinde birşey vardı. Bana "yavrum" demiyor , aramıza bir mesafe koyuyor ama beni yanında istiyordu. Şey gibiydi... Hani küçükken annenizden dayak yiyip yine "anne" diye ağlarsınız ya, onun gibi işte. O da az önce olanlarda birşeye ya da birşeylere kırgındı. Ama bana ihtiyacı vardı sanki. Belki de ihtiyacı olan tek şey sevilmekti.

Kıyamadım. Gözlerine dolan gözlerimle bakıp çöktüğüm yerden doğrulurken, "Gel" dedim. Yine kendi kırıklarımı yok sayıp onunkinin derdine düşmüştüm. Olsundu. Onu iyileştirirken belki bende iyileşirdim.

Fırat gözlerime öylece bakıp benimle birlikte doğrulurken odama girdik. Bileğimi tutan eli aşağı doğru kayıp elimi tutarken yatağa ilerledik. Fırat yatağın sol tarafına geçip uzanırken elimi bırakmamış bende dizlerimin üzerinde yatağa çıktığımda yatağa onun gibi uzanmamı bekleyip tuttuğu elimi beline sarmıştı. Aramızdaki birkaç santimlik mesafeyi kapatıp yatakta biraz aşağı kayarken başını göğsüme koydu. Kollarını da belime sarıp beni içine sokmak ister gibi kendine çekerken yüzünü tenime sürtüp kokumu derince birkaç kez içine çekti. İçim bir tuhaf olurken Fırat'ın burnuma değen saçlarından yayılan koku gözlerimi kapatmama ve derin bir nefes almama neden olmuştu. Bu nefes alış verişimle Fırat'ın başını koyduğu, bebek mavisi pijamamın yarım atletinden taşan göğüslerim yükselip alçalırken Fırat başını göğsümden kaldırıp burnunu gögüslerimin arasına gömdü. Bedenim kasılırken derince yutkundum. Midemin içi heyecandan cayır cayır yanarken bir sıcak basmış kalbim hızla atmaya başlamıştı. Yine de herhangi bir tepki vermeden yüzümü Fırat'ın saçlarının arasına gömdüm. O ise burnunu ve dudaklarını göğüs oluğuma sürtüp tenimin kokusunu içine çekerken beni mümkünü varmış gibi biraz daha kendine çekip bastırdı. Burnunu ve dudaklarını sürttüğü yere öpücükler kondurdu. "Çok güzelsin. " Dedi yine."Tenin çok yumuşak. Bebek teni gibi. Nasıl doyacağım ben sana? Nasıl kıyacağım sana dokunmaya?" Başını bulunduğu yere iyice gömüp bastırdığında belindeki elimi tutup saçlarına götürürken, "Sevsene beni." Dedi. İçim, kalbim, aklım bütün benliğim şu anda tarumar olurken Fırat'ın saçlarına koyduğu elimi hareketlendirip subay tıraşı olan, siyah, yumuşak saçlarını usul usul sevdim, öptüm, kokusunu içime çektim. Koca cüssesiyle benim, kollarında küçücük kalan, bedenime sığınıp sarılmış olan sevdiğim adamı tek kolumla sarabildiğim kadar sardım. O ise yorganı üzerimize çekip beni iyice sararken , "Canını yakıyor muyum?" Diye sordu. Çok sıkı sarılıyordu. Başını neredeyse göğsüme yapıştırmıştı. Ama canım yanmıyordu. Ya da hissettiğim diğer duygulardan acıyı hissedemiyordum. Bilmiyorum. "Hayır " dedim. Fırat bu seferde, "Rahat mısın böyle?" Diye sorduğunda, "Rahatım" dedim. Fırat, "Rahatız olursan söyle " derken, "Tamam. " Dedim. Tek düze konuşuyorduk. Sarmaş dolaştık. Çok seviyorduk birbirimizi. Ama aramızda konuşulmamış konuşulmadığı içinde aşılmamış şeyler olduğu belliydi. Kendimi böyle bir parça huzursuz hissediyordum. Şuan göğsümde saçlarını sevip bana dokunup öpmesine izin verdiğim adama kızgın ve kırgındım. Lakin herşeye rağmen onu seviyor yine sarıp sarmalıyordum. Anneme yaptığımın aynısını yapıyordum Ona; o beni üzüp kırıyor ben yine ona koşuyordum. Kendimi aldatıyormuş gibi hissettim bir an. Kendime ihanet ediyordum sanki.

"Belki de bunca yıl yaptığım gibi..."

Pervane böcekleri gibiydim. Yakacağını bile bile ateşe uçuyorlardı ya. Güya ateşe aşıklarmış. Kimse de demiyor ki mesele aşk değil acı diye. Ya da aşkla acı aynı şey. Ve belki Fırat'ta aynı şeyi düşünüyordu. Bende Ona acı çektiriyordum. Onunda ateşi bendim belki. Yandıkça daha çok yaklaşıyordu bana.

Titrek bir nefes aldım. Gözümden birkaç damla yaş süzülürken alt dudağımı ısırdım hıçkırmamak için. Fırat'la bir türlü doğru düzgün olamıyorduk. Tartışmasız bir günümüz, birimizin bir diğerini kırmadığı bir anımız yoktu. Birşeylerin üzerini örtüp yok saysakta, az önce bende olduğu gibi, bir yerde patlıyorduk, patlayacaktık. Bir de evlenmekten bahsediyorduk. Yürütemezdik ki. Belki de yol yakınken...ayrılmalıydık.

Hafifçe içimi çekip yutkunurken burnumu çektim. Bir fırtına çok uzaklardan gün boyu sinyallarini vermiş ve ben o fırtınayı şuan fark etmiştim. Artık önlem almaya vakit yoktu. Kalbime çöken ağırlık git gide artarken dudaklarımın arasından küçük bir hıçkırık koptu. Kalbim küçük bir kırığı parçalaya parçalaya bütün benliğimi yara bere kan revan içinde bırakırken babamın söylediği bir cümle yankılandı kafamın içinde;

"Çok seversen çok kırılırsın prenses..."

Fırat dudaklarımdan kopan bu hıçkırıkla, "Hazan" dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle sorgularcasına. Birşey söylemedim. Kendimi çok berbat hissediyordum. Fırat ise bu sessizliğimle birkaç saniye birşey söylemezken birden, "Özür dilerim." Dedi. O an göğüsümde hissettiğim ıslaklıkla onunda ağladığını anladığımda dudaklarımın arasından küçük bir hıçkırık daha koptu. Fırat beni biraz daha kendine çekip sarılırken, "Herşeyi berbat ettim, özür dilerim. " Dedi yine. Ve duraksadı. Yüzünü annesinin göğsüne koyan bir çocuk gibi göğsüme biraz daha sokulup, "Hiç yalan söylemeyeceğim" demiştim sana, hatırlıyor musun?" Dediğinde sessiz kaldım yine. Hatırlıyordum. Üç gün önceydi. Ama Fırat'ın şuan neyden bahsettiğini anlamıyordum. O ise sözlerine devam ederken, "Sözümün arkasında duracağım. " Dedi. " Hiç yalan söylemeyeceğim sana. Yavrum ben birşey yaptım. Affet. " Duraksadı. Göğsüme birkaç damla yaş daha düşerken gözlerinden sesimi toparlayıp merakıma yenilip, "Fırat noldu?" Diye sordum.

Fırat başını biraz yukarı kaldırıp boynumu öperken kokumu içine çektiğinde, "Az önce salonda bana söylediklerine kadar çok kızacağını düşünemedim. Senin için yaptım. Seni köpek gibi sevdiğim için. " Dedi sesi hafiften titrerken. Kaşlarım anlamadığım için çatılırken, "Anlamıyorum Fırat. Naptın?" Dedim. Fırat boynumda titrek bir nefes alıp, "Ben...ben annenin borcunu ödedim." Dediğinde herşey bir anda durdu. O cümle kafamın içinde harf harf dağılırken öylece kalakaldım. Fırtına kopmuş herşey darmadumanken kasvetli bir sessizlik çökmüştü içime. Onlarca soru zihnimde dönüp dururken nefesimi tuttuğumu fark ettim. Yutkunamıyordum da. Lakin elim Fırat'ı sevmeyi bırakıp kolumun onu sarmaya dermanı kalmadığında kalbim göğüs kafesimde zelzeleler yaşarken beynim Fırat için hükmü vermiş ve dudaklarımdan tek bir kelime dökülmüştü.

"Git"
💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧


   
 


 


 
     
  

  

  

 
   


Loading...
0%