@yikim2024
|
****** Belki de Cihan abi haklıydı. Hiç gelmemeliydim bu şehire. Ne Fırat'a aşık olmalıydım ne de Oğuz'a bu kadar yakın. Yıllar önce kaybettiğim birşeyin intikamını almak için geldiğim bu şehirde yeni yeni kayıplar veriyordum. Herşey düzelir, daha iyi olur gibi beklentilerim yoktu. Hiçbir zaman olmamıştı. Ama istiyordum ki herşey şuan olduğundan daha kötüye gitmesin, en azından elimdekileri müdafaa edebileyim. Lakin olmuyordu, olmayacaktı. Namütenahi bir şekilde hayatım boyunca kayıplar vermeye devam edecektim sanırım. Olsundu. Öyle olsundu. Kapalı olan kirpiklerimin arasından bir damla yaş süzülüp yanağımda yol alırken altımda hareket eden aracın durduğunu hissedişimle gözlerimi açtım. Yanağıma doğru süzülen yaşı silip başımı, yasladığım camdan ayırırken oturduğum yerde toparlandım. Emniyet kemerini çıkartırken gözlerim, isteğim üzerine geldiğimiz, Şırnak Silopi adliye binasını buldu. Işıkları kapalıydı. Saatin 20.47'yi gösterdiğine bakılırsa bu durum pekte tuhaf sayılmazdı. Kucağımda duran çantamı askısından tutup omzuma asarken, askeriyeye giden toprak yolun girişindeki benzinlikte durduğumuzda aldığım, içinde kuruyemiş ve su olan poşetide elime almıştım. Doktorun verdiği diyet listesinde kabuklu kuruyemiş tüketmem gerektiği yazılıydı. Bende adliyede işim olduğu için eve gidip kendime birşeyler hazırlayamayacağım ve listede bulunan ev yemeklerini herhangi bir yerde bulamayacağım için kuruyemişle birlikte bolca su almıştım yanıma. O an aklıma benzinliğin marketinde Fırat'ın benimle konuşmaya yeltenmeden etrafımda, belirli bir mesafede, dolanışı gelirken gözlerim dikiz aynasından Fırat'ın, hemen arkamızda duran, aracını buldu. Benzinlikteki hâlinden anladığım kadarıyla hâlâ çok kızgın, öfkeli ve sinirliydi. Bu siniri tam olarak neyeydi anlayamıyordum. Ama yakınlarımda olsa da uzak duruyordu benden. Öyle ki benzinlikte benimle konuşmak yerine Yağız'la konuşmayı tercih etmişti. Ne konuştuklarını ise bilmiyordum. Bir kere Yağız'a sormaya yeltenmiştim. Ancak Yağız , "Senin bilmen gereken birşey olsaydı sana söylerdi bana değil. " Diyerek soruma cevap vermemişti. Bende daha fazla üstelememiştim. Hafifçe içimi çekip oturduğum koltukta arkaya dönüp bilgisayar programcılarına, "Teşekkür ederim. İyi akşamlar." Dedim. Onlarda bana "iyi akşamlar" derken Yağız'a döndüm. Onun gözleri önüne dönükken, "Yardımların için sağol." Dedim. Yağız belli belirsiz başını sallarken hafifçe sıkıntılı bir şekilde içimi çektim. Bugün Yağız'a biraz sert çıkışmıştım. Daha yeni yeni tanışıyorduk bana bu kadar gönül koyması garip gelse de gururu kırılmıştı belli ki . Ona bir özür borçluydum. Bu yüzden dilimin ucuyla alt dudağımı hafifçe nemlendirip, "Özür dilerim. Bugün biraz sert çıkıştım sana. Seninle öyle konuşmaya hakkım yoktu. Kusura bakma. " Dedim. Yağız'ın gözleri anlık bir beni bulurken Ondan özür dilememi beklemediğini anlamıştım. Önüne geri dönüp, "Önemi yok. " Dedi düz bir sesle. Başımı olumlu anlamda sallayıp, "Peki." Dedim. "İyi akşamlar tekrar." Ardından da kapıyı açıp soğuk hava arabanın içine dolup bedenimi sararken arabadan indim. Kapıyı kapattığımda küçük ve seyrek kar tanelerini sağa sola uçuşturan rüzgar yüzüme vurup saçlarımı savururken aracın önünden dolanıp kaldırıma çıktım. Yağız'da, zaten çalışır bir vaziyette olan aracı, gaza basıp hareket haline getirirken, pekte yoğun olmayan, Şırnak trafiğine karışıp gözden uzaklaştı. Fırat'ın arabası ise hâlâ olduğu yerde park halinde öylece duruyordu. Gitmeye niyeti de yok gibiydi. Çünkü farları kapanmış, motoru susmuştu. Araca bakıyor olsam da şoför koltuğunda oturan Fırat'a gözlerimi değdirmeden derin, sıkıntılı ve bıkkın bir nefesi alıp verirken, birkaç metre uzağımda olan, adliyenin bahçe kapısına doğru , Fırat'ı geride bırakıp, ilerledim. Yüksek, demir parmaklıklı sürgülü kapının önünde durduğumda nöbetçi kulübesinden çıkan güvenlik kapıyı açıp, "Buyrun savcım." Dedi. Başımla selam verip adliyenin bahçesine girerken, "Sağol. Kolay gelsin." Dedim. Güvenlik, "Sağolun savcım. " Derken kapıyı kapatıp benimle birlikte adliye binasına doğru yürürken, "Birşeyinizi mi unuttunuz savcım?" Diye sordu. "Yok hayır. " Dedim. "Birkaç işim var. Onun için geldim. " Güvenlik, "O zaman uzun kalacaksınız. " Dediğinde binanın önündeki uzun merdivenleri çıkarken "Evet" dedim. Binanın kapısının önüne geldiğimizde güvenlik elindeki anahtarla kapıyı açıp kanatlı kapıyı iki yana doğru iterken, "Buyrun savcım. İçerisi karanlık, dikkat edin ." Dedi. Başımı sallayıp teşekkür ettiğimde güvenlik, "Savcım kaloriferler kapalı. İçerisi soğuktur. İsterseniz açayım ." Derken "Gerek yok . Teşekkür ederim. Kolay gelsin" Diyerek binaya girdim. Bomboş ve karanlık koridor ürkütücü görünürken, kalın topuklu botlarımın mermer zeminde çıkardığı tok ses koridorda yankılanıyordu. Asansöre doğru ilerledim. Asansörün tuşuna basıp beklemeye koyulduğumda asansör saniyeler içerisinde gelmişti. Kapısı açılıp içine bindiğimde üçüncü katın tuşuna bastım. Kapı kapanırken asansörün duvarına yaslandım. Gözlerimi kapatıp başımı arkamdaki duvara vururcasına yaslarken yorgundum. Bu şehre geldiğimden beri mütemadiyen olduğu gibi yorgun. Biliyorum; hiçbir acı sonsuza kadar sürmez. Bugün olanların benliğime verdiği acının da bir sonsuzluğu yok. Geçecek. Zihnimden silinmeyecek ama biliyorum ara ara unutacağım. Babamı, Ali'yi, Ecrin'i, Salih eniştemi , Berrak'ı nasıl unutuyorsam yine olanları ve olacakları bir şekilde unutup alışacağım. Acılar, hüzünler, kayıplar , içimde şuan cayır cayır yanarak beni nefessiz bırakan herşey soğuyup süt liman olacak. Biliyorum... "Biliyorum... hiçbir şey geçmeyecek. Kendimi kandırıyorum..." Asansörün kapısı açılırken hissetmiş gibi kirpiklerimi araladım. Omuzlarım yorgunlukla çökmüş bir haldeyken asansörden çıkıp, sadece camlardan içeriye vuran sokak lambalarının loş sarı ışığının aydınlattığı, karanlık koridorda odama doğru yürüdüm. Kapının önünde durup kolu aşağı indirirken içeriye girdim. Kapıyı kapatıp bu odaya kaç gündür uğramadığımı düşünürken, ışıkları açmadan, masama yöneldim. Odanın içinde aydınlatan tek şey sokak lambalarının camdan vuran ışığıydı. Bu durumun odanın içine hoş bir hava kattığını düşündüm. Loş bir ışığın süslediği karanlıkları severdim. Üzerimdeki kabanı ve ceketi çıkarıp, kahverengi ahşap masanın arkasındaki siyah deri koltuğa asarak oturdum. Elimdeki poşeti masanın üzerine bırakırken çantamı da yanına koyduğumda koltukta geriye doğru yaslanıp gözlerimi kapadım. Ne yapmam gerektiğini düşündüm bir süre. Gece yarısına kadar burada vakit geçirmek ve ne Oğuz'u ne de Fırat'ı düşünmemek için kendimi oyalamam gerekiyordu . Gözlerimi geri açıp masanın üzerindeki lambayı yakıp gözüme gelmeyecek şekilde ayarladım. Ardından bilgisayarı açarken poşetten kuruyemiş paketlerinden birini çıkardım. Bir adette su şişesi alırken ikisini de açtım. Ağzıma bir tane fıstık atıp askeriyede soruşturma süresince yapılan herşeyi rapor etmeye başladım. Bu raporlar hem adliyenin arşivi için hem de benden sonra soruşturmanın başına geçecek olan savcı Tarık Güngör için gereken raporlardı. Herşeyi günü gününe, tarihleriyle birlikte rapor ederken çantamdan bugün Feyzullah'ın verdiği dosyayı çıkardım. Bu dosyayıyda soruşturma raporuna eklemem gerekiyordu. Çalışmak yavaş yavaş zihnimi dağıtıp bana iyi gelirken ilk defa rapor tutmaktan zevk aldığımı fark ettim. Yüzümden belli belirsiz bir gülümseme gelip geçerken bir yandan kuruyemişlerimi yiyip suyumu içerken çalışmaya devam ettim. ****** Camın önünde durduğumda gözlerimi aşağı çevirip caddeyi izledim. Yoldan tek tük geçen arabalar, arabaların farlarının önünde parlayan asfalt yol, yanan sokak lambaları , sokak lambalarının ışığında , esen hafif rüzgarda, uçuşarak yağan küçük kar taneleri, ışıkları sönmüş dükkanlar, ışıkları yanan evler, park halindeki araçlar...derken Fırat'ın arabası hâlâ aynı yerdeydi. Beni aramıyor , sormuyor ama bekliyordu. Başka zaman olsa yani biz ayrılmamış olsak yine beklerdi beni böyle. Belki de bu saatte buraya gelmeme izin bile vermezdi. Verse bile işimi hemen bitirmemi söyler ve beni defalarca kez arardı. Ben ise bundan asla şikayetçi olmazdım. Çünkü ben seviyordum Fırat'ı. Bazen bazı katı kuralları beni zorluyor, hayatımı, işimi aksatıyor, canımı sıkıyor olsa da seviyordum. Aslında Fırat'ı hiç tanımıyor değildim. Bahar öğrenci evindeyken abisinden bahsederdi. Şöyle katı, böyle sert, öyle baskıcı biri olduğunu anlatır dururdu. Buraya geldiğimde de birlikte olmadan önce az çok tanımıştım onu. Nasıl bir karakteri ve yapısı olduğunu anlamıştım. Zaten bana beni sevdiğini söylediği gece de giydiğim kıyafet yüzünde esip gürlemiş sınırlarıyla, Onunla birlikte olursam nasıl bir ilişkiye girmiş olacağımla ilgili sinyalleri vermişti. Bense onu nasılsa öyle sevmiştim. O da bana nasıl biriyse öyle tanıtmıştı kendini. Olmadığı biri gibi davranmamıştı. Bende "bugünlük böyle olsun yarın nasıl olsa değişir" diye düşünerek sevmemiştim Onu. İnsanları değiştirmek ya da birgün değişirler diye beklemek gibi huylarım yoktu. Sonuçta hepimiz insandık. Birbirimizden farklıydık. Kimimiz aktı kimimiz kara. Herkes başkaları nasıl istiyorsa öyle davranmak zorunda değildi. İşte bizde Fırat'la tamda burada çakışıyorduk; o istiyordu ki ben o ne isterse onu yapayım, sözünden çıkmayayım, gözünün önünde olayım, o ne derse "tamam" diyeyim. Karakterimi değiştirmeye çalışmıyor ama hareketlerimi ve eylemlerimi kontrol altına almaya çalışıyordu. Annemin borcunu ödeyerekte herşeyi bir üst seviyeye taşıyıp hayatımı, hayatımda olacakları kontrol altına almaya kalkmıştı. Beni , bana ait olan en ufak birşeyi bile kendine ait kılmak istiyordu. Benim hayatımdan beni çıkarıp herşeyle ilgilenmeye yelteniyordu. Lakin hayat bir bakıma satranç oyunu gibiydi; bir hamle yaparsan ikinci hamleyi yapabilmek için önce karşı tarafın hamlesini beklemek zorundaydın. Fırat hamlesini yapmış, annemin borcunu ödemiş, ve hamle yapma sırası bana geçtiğinde şah mat olmuş, oyun bitmiş, Fırat oyundan çıkmıştı. Ancak şu bir gerçekti ki Fırat yaptığı hatalı hamleyi dışarıdan gelen bir müdahaleyle yapmıştı. O da annemdi. Fırat'ı zaafından yani benden vurmuştu. Bilmiyordum. Daha öncede dediğim gibi Fırat'a kızgın değildim. Ama kırgındım. Üzüleceğimi, kırılabileceğimi, bu yaptığının altında ezilebileceğimi kısacası beni ve duygularımı görmezden gelişini, umursamayışını, düşünmeyişini kaldıramıyordum. Öte yandan böyle bir annem olduğunu, Ondan hiç utanıp sıkılmadan yarım milyon TL'lik bir parayı isteyebilecek kadar yüzsüz bir annem olduğunu, kızını hiç düşünmeden böyle birşey yapıp, üzerine iftira atacak kadar beni sevmeyen, umursamayan, gurursuz bir annem olduğunu bu şekilde öğrenmiş olması ağrıma gidiyordu. Ve merak ettiğim birşey vardı; Fırat annemin borç dediği şeyin kumar borcu olduğunu biliyor muydu? Biliyorsa bu işleri benim açımdan daha ağır ve utanç verici bir hâle getirirdi. Bir savcının kumarbaz bir annesi var. Trajikomik ama gerçek. Peki Fırat şuan ne düşünüyordu? Parayı Ona geri ödeyişim , künyesini geri verişim ya da benim hakkımda aklından neler geçiriyordu? Beni azıcık da olsa anlayabilmiş miydi? Veyahut kabullenebilmiş miydi bu ayrılığı? Bilmiyordum. Bilmekte istemedim o an. Zaten bu saatten sonra eskisi gibi bakamazdım yüzüne. Para değildi mesele yani sadece para değildi. Gururumu asıl inciten de Fırat değildi zaten. Annemdi. Annemin gururumu Fırat'ı kullanarak incitişiydi. Fırat'ın annemin gururumu incitişine şahit olup üstüne üstlük, bilmeden de olsa , buna yardım edişiydi. Mesele de zaten Fırat'ı affetme meselesi değildi. Mesele içimdeki kırıkları toparlayıp, yoluma bir şekilde devam edebilmekti. Fırat olmadan, beni şu dünya üzerinde, yarın Oğuz'u da kaybettikten sonra, gerçekten seven hiç kimsenin olmadığını bilerek, yapayalnız ve her geçen gün bir öncekinden daha paramparça bir şekilde yoluma devam edebilmekti. Fırat... O da bir şekilde unuturdu beni. Şimdi, bu soğuk havada, o arabanın içinde saatlerce beklediği gibi belki birkaç gün, belki birkaç hafta, belki de birkaç ay daha bekler, bekler ve sonunda da vazgeçerdi. "Geçer miydi?" Bilmiyorum. Babam, Berrak , Ecrin ve Salih eniştem öldükten sonra hep düşünüyorum; beni toprağın altında, toprağın üstündekilerden daha çok seven insanlar var. Belki diyorum bende ölmeliyim. Ne var ki beni hayata bağlayan? Yıllar yılı saçma sapan bir intikam hırsına tutunup hayatta kalmaya çalışıyordum. Sırf bir umudum olsun elimde diye annem beni birgün sever diye bekliyordum. Yarın Oğuz'u kaybedecek sonrasında da birgün beni affeder diye bekleyecektim. Fırat kendi öfkesinden, beni kaybetme korkusundan bir türlü beni, hissettiklerimi, ne kadar kırıldığımı görmüyorken belki birgün beni anlar diye umut edecektim. Peki neydi bunlar? Hayata tutunmak için birkaç bahane. Ama artık bahanelerde yetmiyordu ruhumu ayakta tutmaya. Yok olmak istiyordum. Yaşamayı geçtim artık var olmayı bile başaramıyordum çünkü. Ağır geliyordu. Tavşan dağa küsmüşte dağın haberi olmamış misali kendi kendime kırılıp dökülüyordum. Ve artık kendimi toparlamaya gücüm yoktu. Bir süre böyle darmadığın kalmak istiyordum. Lakin hayat Ona bile izin vermiyordu. Güçlü olmak zorundaydım. Başkaları için. Bu vatan , bu millet, bu bayrak için. Düşman "yıkılmış" demesin diye. Ve yarın kendi öz kardeşimi...tutuklarken çakallar "asil kurdun eli titredi" demesin diye. Anlık bir tökezlesem bile kazandıklarını sanmasınlar diye. Peki ben? Yirmi dört yıllık hayatım boyunca kendim için ilk kez birşey yapıp Fırat'ı sevmiş ve hayatıma almıştım. Herşeye rağmen onunla geçirdiğim günler hayatımın en güzel anlarıyken birden herşey umulmadık bir şekilde aleyhime dönmüş, tüm güzel duygular kursağımda kalmıştı. Ve zannımca ömrüm boyunca bir daha kendim için birşey yapmaya cesaret edemeyecektim. Kalbim kendi enkazının altında kalmışken o an boşverdim kendimi. Gülümsedim burukça. En sonunda ben bile boşvermiştim kendimi. O sırada masanın üzerindeki telefonumun zil sesi kulaklarıma dolarken gözümden süzülen yaşları silip gözlerimi Fırat'ın aracından çekerken masama doğru ilerledim. Telefonu elime alıp ekrana baktığımda Oğuz'un adını gördüm. Birden elim ayağım boşalır gibi olurken masaya tutunup koltuğa oturdum. Derince yutkunup nefes alırken kendimi Oğuz'un sesini duymaya hazırlıyordum. Belki de bu sondu. Bu ismi telefonumun ekranında görüşüm sondu. Gözlerimi kendimi toparlamak adına kapatıp açarken aramayı yanıtladım. Telefonu kulağıma götürüp titrememesi için elimden geleni yaptığım sesimle, "Alo?" Dedim. Başka da birşey söylemeden sustum. Adını ağzıma almaya bile hakkım yokmuş gibi geliyordu. Oğuz'un, "Abicim napıyorsun?" Diye soran sesi kulaklarıma dolarken bana "abicim" deyişi içimde bir yeri sarsmıştı. "Adliyedeyim...abi. Birkaç işim vardı. Onları hallediyordum. " Dedim. Oğuz'a genelde "abi " demezdim. Lakin o an içimden gelmişti. Belki bir daha demeye fırsatım olmazdı. Oğuz, "Abi" diyerek beni tekrarlarken, "Sen bana abi demezdin. Hayırdır?" Dedi. Sesinde alaycı bir tını vardı. Gülümsedim burukça. "Bilmem." Dedim. "İçimden geldi." Oğuz telefonun diğer ucunda hafifçe içini çekerken, "İyi misin?" Diye sordu birden. Değildim. Kendimi bu kadar kötü hissettiğim birkaç andan birindeydim. Ama Oğuz'a " iyi değilim" diyemezdim. "iyiyim" demekte gelmiyordu içimden. Bende sessiz kaldım gözümden süzülen bir damla yaşın eşliğinde. Oğuz ise bu sessizliğime sıkıntılı bir şekilde iç geçirirken, "Hazan" dedi. "Bak eğer bugün askeriyedeki o halinin, yüzüme bakarken gözlerindeki o tuhaf ifadenin sebebi sana dün sabah telefonda söylediğim şeylerse kusura bakma. Seni kırdıysam özür dilerim. " Gözümden akan yaşlar daha da çoğalırken usulca burnumu çekip boştaki elimin tersiyle ıslak yanaklarımı sildim. Hafifçe yutkunup, "Yok. " Dedim. Sesim titriyordu. "Sen haklıydın. Ben hiç bir zaman sana layık bir kardeş olamadım. Sen benim için onca şey yaptın ama ben senin için hiçbir şey yapamadım. O sözlerin de hepsini hakkettim. Belki de daha fazlasını bile. Ben özür dilerim. Çok... çok özür dilerim Oğuz. " Sözlerim bittiğinde dudaklarımın arasından firar etmek üzere olan hıçkırığı alt dudağımı dişleyerek durdururken Oğuz, "Hazan sen...ağlıyor musun? " Diye sordu. Sesi sorgulayıcıydı. "Hayır" dedim. "Ağlamıyorum. Adliye biraz soğukta. Üşüdüm. Ondan sesim titriyor. " Oğuz, "Hazan yalan söyleme bana." Dedi hafif sert çıkan sesiyle. " Ağlıyorsun işte. Birşey mi oldu? O Fırat birşey mi yaptı sana? Bak eğer öyleyse söyle gidip dağıtayım ağzını yüzünü!" "Hayır Oğuz" dedim. "Birşey yapmadı. Ne yapabilir ki. " "Ben yaptım. Her ne geldiyse başıma hepsini kendime ben yaptım. " Oğuz, "Hiçbir şey yapamaz." Dedi. " Sahipsiz değilsin sen. Abin var burda. O senin üzerinde çok baskı kuruyor farkında değilim sanma. Farkındayım. Ama sen birşey demiyorsun diye müdahale etmiyorum. Bir yere kadar. Birşey olursa, herhangi birşey bir "alo" demen yeterli. Tamam mı abim? " Aldığım nefesi dudaklarımı aralayarak geri verirken , "Abi" dedim. "Abicim?" Dedi. "Çok seviyorum seni" dedim. "Her ne olursa olsun bunu unutma olur mu? Sen benim bu dünyada bile isteye üzeceğim son insansın. Bugüne kadar seni kırıp üzdüğüm her an için binlerce kez özür dilerim. Affet olur mu?" "Hazan sen gerçekten iyi misin? Bak merkezdeyim ben. Geleyim istersen yanına." "Yok. Gelme. İyiyim ben. Biraz duygusalım sadece bugün. Ama geçer. " Burukça gülümseyip burnumu çekerken, "Hatırlıyorum. " Dedim. "Çilekli süt alıp beni güldürdükten sonra süte verdiğin parayı benden geri alırdın. " Oğuz hafifçe gülerken, "Eee yapacak birşey yok. Hayat bu. Bir yerden alıyor bir yerden veriyor işte. " "Öyle mi yapıyor Oğuz? Bilmem. Benden hep alıyor gibi" Yüzümdeki buruk gülümsemeyle hafifçe içimi çekip sadece, " Öyle" demekle yetindim. Oğuz ise , "Neyse abim, kapatıyorum. Sende işlerini bir an önce halledip evine git. Geçe kalma. Dikkat et kendine. Görüşürüz " dedi. O görmese de başımı belli belirsiz sallayıp, "Sende dikkat et kendine." Dedim. "İnşallah görüşürüz abi. " Telefonu kapattığımızda dudaklarımdan bir hıçkırık koptu. Ardından bir hıçkırık daha derken gözlerimden yağmur gibi gözyaşı akarken kollarımı masaya koyup başımı da kollarıma gömerken hıçkıra hıçkıra, omuzlarım sarsıla sarsıla, içimi çeke çeke ağladım. Yarın ağlamak yoktu. Belki yarından sonrada yoktu. Belki ertesi günde. Öylece dakikalar boyu astım atakları geçire geçire ağladım. Bir süre sonra duruldum. Hıçkırıklarım usul usul iç çekiş kere dönüşürken masanın üzerindeki su şişesinin kapağını açıp bir yudum içtim. Ağlamak yormuştu. Ama az birazda rahatlamıştım. Zaten en fazlada bu kadar rahatlayabilirdim. Gözlerim masamın üzerindeki antika görünümlü küçük saate takılırken saatin 23.02'yi gösterdiğini gördüm. İlaçlarımı almam gerekiyordu. Çantamdan ilaçları çıkarıp içtim. O sırada telefonumdan gelen bildirim sesiyle telefonu yeniden elime aldım. Cihan abidendi. "Oğuz için tutuklama kararını yazmaya başladın mı?" "Adliyede olduğunu biliyorum. " "İşleri kendin için daha fazla zorlaştırma. " " Ve yarın sakın yanlış birşey yapayım deme Hazan. " Cihan abiye herhangi bir cevap yazma girişiminde bulunmazken telefonu ekranını kilitleyip masanın üzerine atarcasına bıraktım. Telefonun ahşap masaya çarparken çıkardığı tok ses odada duyulurken soruşturma raporlarını tutmaya devam ettim. Parmaklarım klavyenin tuşları üzerinde hızla hareket ederken kendi kendime, "İşler benim için daha ne kadar zor olabilir ki abi?" Derken bir kez daha anladım ki İsmail Fatih Ceylan'nın da dediği gibi "kimsenin yarası başkasında kanamaz" mış. ******* Oturduğum yerden biraz hareket etmek adına ayaklanıp ceketimi giyerken telefonu elime alıp Kim Chin'i aradım. Telefon çalmaya başladığında odanın içinde geziniyordum. Camın önüne gidip aşağıya baktığımda Fırat'ın aracı hâlâ oradaydı. Hem gitmemiş olması hem de bu kadar zamandır beni aramayışı garip gelirken kulağımdaki telefon açıldı ve Kim Chin'in , "Eğer bu saatte arayıp bana daha rahat uyumam için ninni söylemeyeceksen kapatıyorum. " Diyen uykulu sesi kulaklarıma doldu. Kim Chin'in bu sözleriyle hafifçe gülerken ninni söyler gibi, "Hemen uyansın ninni, tıpış tıpış adliyeye gelsin ninni, savcısı onu çok severmiş ninni, yanına Anıl'ı da alsın ninni , çok çabuk olsun ninni." Dedim. Kim Chin ise "ninni" bittiğinde bıkkınca bir nefesi alıp verirken "Sözler hariç herşey çok güzel. Sözleri ciddiye almak zorunda mıyız?" Dediğinde, "E tabii" dedim. Kim Chin, "Peki. " Dedi. " Bostana savcı girdi. E rütbe de yüksek, kovamıyoruzda. El mecbur geleceğiz." " Tamam. Bekliyorum. " Dedim "Bende bekliyorum. " Diyen Kim Chin'le kaşlarım anlamadığım için çatılırken, "Neyi?" Diye sordum. Telefonun diğer ucunda bir kapının açılıp kapanma sesi gelirken Kim Chin, "Eniştemin ne işi var orada?" Diye sordu. "Beni bekliyor sanırım." Dedim. Kim Chin , "Yazık enişteme be. Bu saatte , bu soğukta çekilecek çile değil. " Derken bende rahatsızdım bu durumdan. Saatlerdir arabanın içinde , bu soğukta beni bekliyordu. Yemek yemiş miydi, uykusu var mıydı, yorgun muydu , orada rahat mıydı diye içten içe düşünüp duruyordum. Sonra kızıyordum Ona. Niye beni bekliyordu ki? Ayrılmıştık ve bitmişti. Niye benim için kendini bu hallere sokuyordu ki? Neden evine gidip rahat rahat uyumuyordu? "E gitsin o zaman Kim Chin. Ne yapayım ben şimdi ? " Dedim birden sinirle. Kim Chin, "Tamam. " Dedi. " Ben arar söylerim şimdi. " " Ne?" "Ne , ne savcı? Bana bağıracağına ara eniştemi söyle. Buraya gelirken görevlerim arasında arabuluculuk yapmak yoktu. Gerçi öyle birşey yapmaya kalksam ben sizin aranızı bulamadan eniştem beni yok ederdi ama neyse. " Bıkkınca içimi çekip, "Bu sefer gerçekten kapatıyorum. " Dedim ve kapattım. Gözlerim son kez Fırat'ın arabasında gezinirken sıkıntılı bir şekilde içimi çekip masama geçtim. Çantamdan, odamdan çalınan delillerin ve belgelerin bir kopyasının olduğu belleği alıp bilgisayara taktım. Bilgisayara yansıyan belgeler ve delillerin birer kopyasını çıttı alırken bilgisayarın klasöründe bana ait olmayan bir dosya dikkatimi çekti. Kaşlarım sorgulayıcı bir şekilde çatılırken klasörü açtım. Gördüğüm şeyle birkaç saniye öylece kalakalırken ekranı mouse yardımıyla aşağı kaydırdığımda tahmin ettiğim şeyin doğruluğunu bir kez daha anlamıştım. Çünkü ekranda gördüğüm şeyler benim odamdan çalınan delillerin ve belgelerin birer dijital kopyasıydı. Sayfadan çıkıp maillerime girdiğimde benim adliyeye bağlı olan mail adresimden Oğuz'un mail adresine birşeyler gönderildiğini gördüm. Üzerine tıkladığımda tahmin ettiğim şeydi; delilleri ve belgeleri, buradan bakıldığında, benim Oğuz'un bilgisayarına gönderdiğim görülüyordu. Bu da demek oluyordu ki Oğuz'un üzerine açılacak olan soruşturma bana sıçradığında bu bilgisayarı taradıkları zaman beni suçlu bulup, vatan haini olarak ilan edip, hapse atmaları için gerekli delili elde etmiş olacaklardı. Sinirle avuç içimle masaya vurduğumda odamın kapısı çaldı. Gözlerim ekrana kilitliyken, "Gir" dedim sesim kontrol edemediğim bir şekilde sert çıkmıştı. Odanın kapısı açıldığında gözlerimi oraya çevirdim. Girişte beni karşılayan güvenlik görevlisi elinde bir bardak , dumanı tüten, çayla odanın girişindeydi. "Savcım kusura bakmayın rahatız ettim. Arkadaşlarla çay demlemiştikte içerisi soğuk sizde üşümüşsünüzdür diye sizede getireyim dedim. İçiniz ısınır." Hafifçe tebessüm edip, "Teşekkür ederim. " Dedim. Güvenlik görevlisi başıyla selam verip masama doğru gelirken çay dolu bardağı masanın üzerine bıraktı. "Afiyet olsun savcım. " Diyerek gitmek üzereyken, "Dur" dedim ve masamın üzerindeki poşette iki paket aldığım kuruyemişlerden açılmamış olanı ona uzattım. "Çayla birlikte yersiniz. " Dedim. Ekranı aşağı yukarı hareket ettirirken bu belge ve delilleri bilgisayarıma nasıl yüklediklerini, mail adresimi nasıl bu şekilde kullandıklarını düşündüm. İki seçenek vardı; ya gece , adliyeden el ayak çekildikten sonra Hakan Çınar gelip yapmıştı ya da bilgisayarı hacklemişlerdi. İkinci seçenek daha tehlikesizdi. Ama ilk seçenekte daha hızlı sonuç alınabilirdi. Maillerden çıkıp bilgisayarı odama yerleştirdiğim gizli kameraya bağladım. O sırada fotokopi makinasından çıttı alım işleminin bittiğine dair bir ses yükselirken çıttıları makinanın ağzından alıp masanın üzerine koydum. Bilgisayar ekranına geri döndüğümde hızla görüntüleri taradım. Birşey yoktu. Odaya benim dışımda giren kimse görünmüyordu. Belli ki hacklemişlerdi. Ortak bir ağa bağlı olan bilgisayarlarda hackleme işlemi daha kolay oluyordu. Üstelik Hakan Çınar'da benim gibi bu adliyede bir savcıydı ve ağın genel kodunun ne olduğunu biliyordu. Bu da işleri onun için daha da kolaylaştırmış olmalıydı. Ve tabii benim içinde. Dijital olarak yapılan işlemler birebir yapılan işlemlere nazaran geride daha çok delil bırakırdı. Bilgisayarımı hackleyen bilgisayarın ağına ulaştığımda bunu kimin yaptığını bulmak benim için çocuk oyuncağıydı. Bu işi sonraya bırakmaya karar verdim. Çünkü hem uykum gelmişti hem de içtiğim ilaçlar yavaş yavaş kanıma karışmaya başladığından kendimi iyi hissetmiyordum. Belleği bilgisayardan çıkarıp çantama geri koyarken az önce yazdığım soruşturma raporlarını kendi özel bilgisayarıma gönderdim. Ardından da adliyeye ait olan bilgisayarı fabrika ayarlarına döndürüp üzerinde benden habersiz yapılan tüm işlemleri yok ettim. Bilgisayar fabrika ayarlarına dönüp kapanıp açılırken kulağıma gelen bildirim sesiyle telefonu elime aldım. Fırat'tandı. "İyi misin?" Cevap vermekle vermemek arası git gel yaşarken vermemeye karar verdim. Ekranı kilitleyip ters bir şekilde masanın üzerine koyarken açılan bilgisayara geri döndüm. VASÖ'nün teknoloji biriminin yazdığı bir kod yardımıyla adliyeye ait belge ve verileri geri döndürüp bilgisayarı eski haline getirirken mailleri ve klasörü tekrar kontrol ettim. Herhangi birşey yoktu. Soruşturma raporlarını da eve gidince kendi bilgisayarımdan bu bilgisayara bağlanır hallederdim. Telefonuma gelen ikinci bildirimle telefonu elime alırken bu sefer ki mesajın Kim Chin'den geldiğini gördüm. "Adliyenin arka sokağındayız. " Kim Chin'i arayıp telefonu kulağıma götürürken çaydan bir yudum aldım. Açılan telefondan Kim Chin'in , "Sayın savcım." Diyen sesi kulaklarıma dolarken, "Görevinizi bildiriyorum. " Dedim. " Sokağın elektiriğini keseceksiniz. " Kim Chin bir kaç saniye sessiz kalıp, "Bir trafo patlatmadığımız kalmıştı. " Derken daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Trafo patlatmanıza gerek yok. Şalterleri indirseniz yeter. " Dedim. Kim Chin, "Tamam. Ne zaman yapacağız. " Diye sorarken sesi memnuniyetsizdi. " Haber vereceğim bekleyin. " Dedim. Telefonu kapatıp masanın üzerini toparlayıp bilgisayarı kapattım. Çantamdan deri eldivenlerimi çıkarıp elime takarken niyetim parmak izimin herhangi bir yere çıkmamasıydı. Ardından da çıttı aldığım belgeleri toparlayıp elime alırken oturduğum yerden kalktım. Başım anlık bir dönerken masaya tutunup gözlerimi kapatıp açtım. Birkaç saniye öyle durup kendimi daha iyi hissettiğimde pencerenin önüne doğru ilerledim. Gözlerim sokağın ışıklarında gezerken niyetim Hakan Çınar'ın odasına girip bu kağıtları yerleştirmekti. Lakin koridordaki güvenlik kameralarına yakalanmamam gerekiyordu. Bu yüzdende sokağın elektiriğini kesip kameraları devre dışı bırakacaktık. Hackleme işlemini daha önceden yaptığım için şüphe uyandırmak istemiyordum. Elimdeki telefonu açıp Kim Chin'e, "Şimdi" yazıp beklemeye başladım. Birkaç dakika sonrada birden bütün sokak zifiri bir karanlığa büründüğünde hiçbir şey görünmüyordu. Derince içimi çekip karanlık odanın içinde bir süre gözlerimin karanlığa alışması için bekleyip kapıya yöneldim. Tuttuğum soğuk metal kolu aşağı indirip kapıyı aralarken koridorun sağında ve solunda bulunan kameraları kontrol ettim. Sinyal ışıkları yanmıyordu. Elektrikle çalıştıkları için sokağın şalterleri kapatılınca kameralarda devre dışı kalmıştı. Odadan çıkıp yavaş ve temkinli adımlarla Hakan Çınar'ın odasına doğru ilerlemeye başladım. Gözlerim karanlığa iyice alıştığından pek fazla zorlanmıyor olsam da kapıları algılamak zordu. Bir yandan arkamda kalan merdivenleri kontrol ederken adımlarımı biraz hızlandırıp Hakan Çınar'ın odasının önünde durdum. Kapı kolunu yavaşça aşağı indirdim. Kapı bu sefer bir önceki gelişimde olduğu gibi kilitli değilken odaya girdim kapıyı da arkamdan kapattığımda telefonun fenerini açıp odanın içinde göz gezdirdim. Belgeleri nereye saklayacağıma karar vermeden önce odaya yerleştirdiğim böceği almam gerekiyordu. Çünkü planım istediğim gibi ilerlerse bu oda aranacak Hakan Çınar'ın aleyhine deliller bulunacaktı. Böceğin odada bulunması iyi olmazdı. Masaya doğru ilerleyip masaüstü bilgisayarın kasasının önünde diz çöküp, elimdeki belgeleri masanın üzerine bırakırken, kasayı kendime doğru çekip arkasına yerleştirdiğim böceği el yordamıyla bulup aldım. Kasayı yuvasına geri iterken kapının altından yansıyan ışık dikkatimi çekerken telefonun fenerini kapattım. Koridordan gelen ayak sesleri kulaklarıma dolarken çöktüğüm yerden yavaşça kalkıp, topuklu ayakkabılarımın mermer zeminde ses çıkarmaması için, parmak uçlarımda yürürken kapının önünde durdum. Kapıyı kolundan tutup aşağı indirirken hafifçe araladım. Gözlerimi koridorda gezdirdiğimde az önceki güvenlik görevlisinin elindeki fenerle odamın önünde olduğunu gördüm. Aramızda üç dört metrelik mesafe varken güvenlik görevlisi odamın kapısını çalmaya başladığında yavaşça Hakan Çınar'ın odasından koridora süzülüp odanın çaprazında ki tuvaletlerin önüne doğru parmak uçlarımda ilerleyip sanki lavabodan çıkıyormuşum izlenimi vermek için sırtımı kapılara dönüp telefonun fenerini açtım. Ve güvenlik görevlisine doğru ilerlemeye başladım. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı seslerle güvenlik görevlisi bu tarafa doğru dönerken bana doğru gelmeye başladı. "Savcım iyi misiniz? Elektrikler kesilince size bir bakayım dedim. " Dedi karşımda dururken. "İyiyim" dedim. Güvenlik görevlisi başını beni onaylarcasına sallarken, "Savcım bu arada dışarıda bir adam var. Sizin karanlıktan korktuğunuzu söyledi. Sözlünüzmüş sanırım. İyi olup olmadığınızı soruyor." Dedi. "Of Fırat of" "İyiyim." Dedim. " Karanlıktan korktuğum falanda yok. Birkaç işim kaldı. Elektrikler gelsin onları halledip çıkacağım. " "Peki savcım. " Dedi. " Arada buralarda olur böyle kesintiler. Birkaç dakikaya gelir merak etmeyin. " "Tamam . Teşekürler. " Güvenlik yine başıyla selam verip beni gerisinde bırakarak merdivenlere yönelirken bende odama doğru ilerledim. Gözlerim bir yandan da güvenlik göevlisindeyken adamın gözden kayboluşuyla geri dönüp Hakan Çınar'ın odasına girdim. Elimdeki böceği cebime koyup masanın üzerindeki çıttıları elime aldım. O sırada gözlerim masanın üzerindeki mavi dosyaya takıldı. "Dilan Bekirhan Cinayet Dosyası" Dosyaya bakmakla bakmamak arasında kalırken önce işimi halletmeye karar verdim. Odanın içinde kağıtları saklayacak bir yer ararken elimdeki telefonun zil sesi odada yankılanmaya başladı. Hızla aramayı sessize alırken ekranda Fırat'ın adını gördüm. Aramayı reddedip telefonu tamamen sessize alırken elimi çabuk tutmak adına kağıtları aklıma ilk gelen yere saklamak için masanın üzerindeki delgeçi alıp kağıtların üst kısımlarını deldim. Kağıtları orada öylece bırakıp duvardaki Atatürk tablosunu indirdim. Kağıtları alıp üzerlerine açtığım delikler yardımıyla parmak uçlarımda yükselip kağıtları çiviye astım. Ardından da yerdeki tabloyu alıp kağıtların üzerine asarken son kez kontrol edip bıraktım. Masaya geri döndüğümde Dilan Bekirhan dosyasını açıp elimdeki telefonun feneriyle belgelere baktım. Önce otopsi sonucunu inceledim. Herhangi bir göze batan birşey yoktu. Kafatasından çıkan iki adet mermi çekirdeğinden bahsedilmiş ateşli silahla öldürüldüğü belirtilmişti. Sayfayı çevirip balistik sonucunun olduğu sayfaya geldim. Dilan Bekirhan'ı öldüren silahın; "Arcus 9 x 19mm mermi çapına sahip" bir silah olduğu yazılıydı. Bu silah Baran'ın ormandaki oduncuyu öldürdüğü silahla aynıydı. Ancak birşeyler tutarsız gibi gelirken otopsi sonuçlarının olduğu sayfaya geri dönüp Dilan Bekirhan'ın kafa tasına ait olan fotoğrafları incelemeye başladım. Kafa tasındaki mermi açıklığını inceledim. Merminin kafatasındaki çıkış yerine baktım. Sanki kurşun 9 x 19 mm' den daha küçük gibi duruyordu. Sayfayı çevirip cesedin evdeki ilk bulunduğu ana ait olan fotoğraflarına bakıp yerdeki mermi kovanlarını inceledim. Arcus silahının kovanlarından daha küçük duruyorlardı. Sanırım tahminim doğruydu. Otopside ki verilerle balistik sonuçları uyuşmuyordu. Kısaca Dilan Bekirhan'ı vuran silahla balistik incelemesinde çıkan silah aynı değildi. Kafam karışmıştı. Silahlar aynı değilse Dilan Bekirhan'ı öldüren kişi de tahmin ettiğim gibi Baran değil miydi? Suçu onun üzerine atmak için balistik sonuçlarında onun silahının adı mı yazılıydı? Eğer TKÖ'nün balistik sonuçlarıyla oynayabilecek kadar eli uzunsa emniyette de adamları var demekti. Şu işlerden kurtulduğumda emniyete de bir ziyarette bulunsam iyi olacaktı. Dosyanın kapağını kapatıp masayı eski haline getirip odayı son kez incelerken dikkatli bir şekilde odadan çıkıp kapıyı çektim. Koridorda göz gezdirip kimsenin olmadığından emin olunca kendi odama doğru ilerledim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde Kim Chin'e sokağın ışıklarını açmaları için bir mesaj attım. Masama oturup elimdeki siyah deri eldivenleri çıkarıp çantama koyarken beklemeye başladım. Bir süre sonra ışıklar gelirken masamın üzerindeki su şişesinden birkaç yudum su içtim. Derin bir nefesi alıp verirken bilgisayarı açıp Oğuz'un tutuklama kararını yazmaya koyuldum. Birşeyleri ne kadar geciktirirsem geciktireyim yarın olacakları engelleyemeyecektim. O yıkım hem Oğuz için hemde beni için gerçekleşecek ve ben Oğuz'u kaybedecektim. Gözlerim bugün defalarca kez olduğu gibi yine usul usul dolarken parmaklarımı klavyenin üzerinde hareket ettirmeye devam ettim. ******* Bu saatte eve nasıl gideceğimi düşünürken odadan çıktım. Arabamın yokluğu yine içime otururken, "Yürürüm" dedim kendi kendime. Taksi bulmak zor olurdu bu saatte. Asansöre binip zemin katın tuşuna basarken aynada kendimle göz göze geldim. Gözlerimin içi , yanaklarım , burnumun ucu ağlamaktan ve sanırım soğuktan kızarıp pembeleşmişti. Kehribar rengi harelerimde buğulu mahsun bir ifade vardı. Öyle ki ben bile kıyamadım şu halime. Aynadaki aksime parmaklarımla dokunup burukça gülümsedim. "Geçecek" dedim fısıldar gibi. " Geçmek zorunda" O sırada asansörün kapısı açılırken usulca içimi çekip aynadaki aksime son kez bakarken önce asansörden sonrada Şırnak Silopi adliye binasından çıktım. Merdivenlerin başına geldiğimde başım hafifçe dönerken korkuluklara tutunup dikkatli bir şekilde merdivenleri indim. Bahçenin çıkış kapısına doğru ilerlediğimde güvenlik kulübesindeki güvenlik görevlisi çıkıp yüksek, demir parmaklıklı sürgülü kapıyı açtı. Kapıdan çıkarken, "Teşekkür ederim. İyi akşamlar. " Dedim. Güvenlik görevlisi de bana iyi akşamlar dilerken kapıyı kapattı. Usulca içimi çekip sağıma doğru dönerek yürümeye başladığımda Fırat'ı gördüm. Arabasının önünde durmuş bana bakıyordu. Bu durum beni şaşırtmamış ancak adımlarımı durdurmama neden olmuştu. Gözlerim birkaç saniye yüzünde gezinirken kaşlarının mütemadiyen olduğu gibi çatık olduğunu gördüm. Gözleri öfkeyle parlıyordu. Yine sinirli ve kızgındı. Beni baştan aşağı süzüp duruyor yüzümü inceliyordu. Gözlerimi ondan çekip umursamamaya çalışarak önüme dönüp kar yağışının durduğu lakin soğuğun, saatin gece yarısını geçmesinden kaynaklı olarak, daha keskin bir hâl aldığı, kaldırımda yürümeye devam ettim. Kaldırımda ve yolda, sokak lambalarının ışığında parlayan, yer yer buzlanmalar vardı. Rüzgar esmiyordu. Evlerin, iş yerlerinin ışıkları çoktan kapanmıştı. Uzaklardan belki arka sokaklardan gelen araba sesleri ara ara duyuluyor , köpek sesleri kulaklarıma doluyordu. Biraz ürkütücü bir gece olduğunu kabul etmeliydim. Mecburi olarak Fırat'ın yanından geçmek zorunda oluşum canımı sıkarken içimden beni durdurmamasını , benimle konuşmaya çalışmamasını diliyordum. Ancak tam yanından geçerken kolumu tutuşuyla adımlarım sekteye uğrarken durmak zorunda kalmıştım. Fırat derin bir nefes alıp kokumu içine çekerken nefesini saç diplerimde hissettim. Onun kokusu da benim burnuma dolarken kirpiklerim titredi. Özlemiştim. Hemde çok. Gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tutarken hafifçe yutkundum. Kalbim hızla atıyordu. Fırat derin bir nefes daha alırken, "Geç arabaya" dedi emredici ve bariton sesiyle. Kendimi toparlayıp kolumu elinden kurtarmaya çalışırken, "İstemiyorum, bırak. " Dedim düz bir sesle. Yüzüne bakmıyordum. Başım önüme eğik, gözlerim yerdeki kaldırım taşlarındayken saçlarım yüzüme dökülüyordu. Fırat kolumu bırakmayıp daha sıkı tutarken sert bir nefesi alıp vermiş ve, "Sana "geç arabaya" dedim. Gece gece asabımı bozma benim. Bin şu arabaya." Demişti baskın sesiyle. Sinirle gözlerimi kapatıp açarken başımı eğdiğim yerden kaldırıp gözlerimi Fırat'ın gözlerine çıkartırken alev alev yanan kara gözlerine bakıp, "Bende sana "İstemiyorum" dedim. Ayrıca o kadar asabını bozuyorsam yapman gereken şey çok basit. Uzak dur benden. " Dedim sinirle. Fırat yüz hatları iyice gerilip, alnındaki ve boynundaki damarlar belirginleştiğinde beni tuttuğu kolumdan kendine doğru çekip burun buruna gelmemize neden olurken, "Kolay mı sanıyorsun?" Dedi dişlerini sıkarak tıslar gibi. " Senden uzak durmak kolay mı sanıyorsun?! " Birkaç saniye daha ateş saçan gözlerine bakmaya devam etsem de gözlerimi gözlerinden çekip başımı başka bir yere çevirdim. Kolay olmadığını biliyordum. Bende zorlanıyordum ama deniyordum. Fırat'tan uzak durmayı, onu unutmayı deniyordum. Fırat denemiyordu bile. Tek yaptığı bana ulaşmaya çalışmak, etrafımda gezinip durmaktı. Belki denese o da unuturdu beni . Hem neyim vardı ki benim bu kadar sevilecek? Öylesine sıradan, annesinin bile sevmediği bir kızdım işte. "Denemiyorsun. " Dedim gözlerim öylesine boş caddede gezinirken. Fırat , "İstemiyorum çünkü. " Dedi üstüne basa basa. " Senden uzak durmakta ayrılmakta istemiyorum. " Gözleri yan profilimden yüzümü tararken söylediklerini es geçip kolumu elinden kurtarmayı bir kez daha deneyip, "Bırak" dedim. Fırat sert bir nefesi alıp verirken, "Hazan yeter!" Dedi hafif yükselen sert sesiyle. " Nereye bırakayım ben seni gecenin bu saatinde. Bıraksam napacaksın? Delirtme beni. Bin şu siktiğimin arabasına. " Kolumu yine ama bu sefer daha sert bir şekilde elinden çekmeye çalışırken gözlerim yeniden gözlerini bulduğunda, "Ya sanane! " Dedim onun gibi yükselen sesimle. " Ne yaparsam yaparım sanane! İster yürürüm ister otostop çekerim. Seni ne ilgilendirir?!" Fırat iyice sinir küpü olurken, "Ne otostopu lan?! " Dedi sesi hafif yüksek ve ürkütücüydü. " Benimle gelmeyip elin heriflerinin arabasına mı bineceksin?! " Sessiz kaldım. Yapamazdım. Sinirle söylemiştim. Sadece, "Yürürüm, bırak. " Dedim geri adım atarak. Zaten çok üşümüştüm. Hem biraz hareket etmiş olurdum. Fırat'ın bakışları gözlerimde, yüzümde, dudaklarımda gezinip az biraz yumuşarken gözlerini kapattı. Başını gökyüzüne doğru kaldırıp aldığı nefesi sesli bir şekilde verirken gözlerini açtı. Sakin olmaya çalıyor gibiydi. Gözleri tekrar gözlerimi bulurken, "Yavrum" dedi az öncekine nazaran daha ılımlı ve sakin bir sesle. " Zorlama beni. Gel bin şu arabaya. Tutup zorla bindireceğim canın yanacak. Yapma. Kurban olurum sana yapma. " Hafif yalvarır gibi çıkan sesi içimi titrerken gözlerimi sağa sola kaçırıp gözlerinden çektim. Başımı hafifçe önüme eğerken daha fazla inat etmek istemedim. Yorgundum. Üşüyordum. İlaçlar yüzünden başım dönüyor midem bulanıyordu. "Tamam" dedim usulca. Fırat ise hafifçe içini çekip kolumdaki elini elime indirip tutarken , büyük avucunda küçücük kalan elimi, hafifçe sıkıp duraksadı. Ardından da diğer eliyle poşetin olduğu elimi tuttuğunda ne olduğunu anlamazken gözlerimi Fırat'ın yüzüne çıkardım. Kaşları çatıktı. Poşeti tutan elimi bırakıp avuç içini yanağıma bastırırken "Buz gibi olmuşsun" dedi bu durumdan memnun olmadığını belli eden sesiyle. " Niye bu kadar üşüdün sen?" Sesi hafiften azarlar gibiydi. "Adliye soğuktu biraz " dedim öylesine. Fırat sıkıntılı ve sert bir nefesi alıp verirken tuttuğu elimden beni hafifçe çekiştirip, "Yürü" dedi. Dediğini yapıp yürüdüm. Yolcu koltuğuna geldiğimizde Fırat kapıyı açıp binmemi bekledi. Bindim. O da kapıyı kapatırken aracın önünden dolanıp şoför koltuğuna geçti. Bende emniyet kemerini taktım. Fırat ise motoru çalıştırıp ısıtıcıyı açarken oturduğu yerde öne doğru eğilip üzerindeki siyah deri ceketi çıkardı. Ne yaptığını anlamaya çalışırken Fırat çıkardığı deri ceketini bana doğru uzanıp üzerime örtmüştü. Fermuar dişlerinin soğuk metali çeneme değerken ceketten ve ısıtıcıdan yayılan sıcak hava iyi gelmişti. Fırat ceketi üzerime düzelterek iyice örterken bende öylece onu izliyordum. Çocuğunu ısıtmaya çalışan bir baba gibiydi. Fırat ceketi üzerime iyice örtüğüne kanaat getirmiş olacak ki geri çekilirken birkaç saniye yüzüme bakıp yola koyulduğunda bende gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. Başımı geriye doğru koltuğa yaslarken usulca içimi çektim. Fırat'ın ceketinden burnuma dolan kokusu içimi titrerken eve kadar onunla konuşmamaya karar verdim. O benimle konuşsa bile onunla konuşmayacaktım. En azından Onunla ılımlı, sakin bir konuşmanın içine girmeyecektim . Çünkü birşeyler oluyordu. Bana "yavrum" diyor Fırat'a karşı olan gardım düşüyordu. Ayrılmayı bile beceremiyordum. Bir süre öylece sessiz kaldığımızda yolun ne kadar uzun olduğunu fark ettim. Birkaç kez dudaklarımın arasından kuru bir öksürük dökülürken elimi ağzıma götürüp kapattığımda adliyeden eve yürümemin kaç saatimi alacağını hesaplamaya çalışıyordum . Belki bir ya da iki saat olabilirdi. O sırada alnıma değen elle hafifçe irkilirken gözlerim Fırat'ı buldu. Büyük elinin avuç içini alnıma bastırmış tahminen ateşimi kontrol ediyordu. Başımı geri çekip elinin alnımdan ayrılmasını sağlarken, "Dokunma bana" dedim. Fırat havada kalan elini geri çekip avuç içiyle sertçe direksiyona vururken sinirlenmişti. Benim istediğimde buydu zaten; bana güzel güzel yaklaşmasın kızsın ve biz kavga edelim ki ben yumuşamayayım istiyordum. Fırat'ta ki gözlerimi önüme çevirip deri ceketin altındaki ellerimle oynarken birden Fırat'ın, "Ne kadar sürecek bu?" Diyen sert sesi kulaklarıma doldu. Gözlerim anlık bir Onu bulsa da önüme geri dönüp, "Ne , ne kadar sürecek?" Dedim. Fırat ise sert bir nefesi alıp verirken, "Bu ayrılık saçmalığından bahsediyorum. Ne kadar sürecek?" Dedi. "Sen benden uzak durursan belki sonsuza kadar. " Dedim. Bitmişti işte. Pek belli etmiyor olsam da hâlâ ölürcesine utanıyordum düştüğüm bu durumdan. Hâlâ kırgındım. Hâlâ paramparçaydım. Hâlâ ağrıma gidiyordu birçok şey. Şu saatten sonra Fırat'la yapabileceğim tek şey kavga etmekmiş gibi geliyordu. Dahası yok gibiydi. Yine de cümleyi kuruşumdan da anlaşılacağı üzere hâlâ bir "belki" vardı içimde. Fırat arabanın hızını biraz daha artırırken, "Yani geri dönmemek üzere ayrılıyorsun benden öyle mi?!!" Diye gürledi. " Sana verdiğim künyeyi de bu yüzden mi geri verdin bana?! Bu mu yani?! Bu kadar kolay mı lan senin için beni hayatından silip atmak?!! " Sessiz kaldım. Değildi. Hiçbir şey kolay değildi ki. Anlamıyordu beni. Benim de kendimi anlatacak gücüm yoktu. Sustum. İçimden istedim ki o da sussun. Ama susmadı. Gaza daha fazla yüklenirken anlık bir bana döndüğünü hissettiğimde, "Cevap ver bana!" Dedi hâlâ yüksek çıkan sesiyle. Öfkeden deliye dönmüştü. Aracı çok hızlı kullanıyordu. Belki kaza yapardık. Tek başıma olsam işimede gelirdi. Ama Fırat'a birşey olursa yaşayamazdım. Bu yüzden, "Durdur arabayı" dedim. Fırat, "Soruma cevap ver! " Derken tekrar, "Durdur şu arabayı" dedim hafifçe yükselttiğim sesimle. Fırat beni duymazdan gelirken yolda önümüzde ilerleyen birkaç arabayı hızla solladığında kulağıma dolan tiz , kulak tırmalayıcı korna ve fren sesleriyle son çare Ona dönüp, "Fırat durdur arabayı. Korkuyorum." Dedim. Fırat'ın gözleri sözlerimle beni bulduğunda gözlerimi gözleriyle tarayıp aracın hızını düşürürken birkaç metre sonra da aracı sağa çekti. Arabanın duruşuyla aldığım nefesi rahatlamış gibi geri verirken önüme döndüm. Sanırım, "Korkuyorum" derken biraz fazla hissederek söylemiştim. Sesim titremişti. O sırada Fırat'ın yüzüme dökülen saçlarımı geriye doğru çeken elinin yüzüme değen parmaklarını hissettiğimde hafifçe yutkundum. Fırat ise saçlarımı geriye iterek açtığı yüzümü parmaklarının tersiyle severken, "Yavrum" dedi. Sesinde birçok şey vardı ama daha çok pişman gibiydi. O an benimde hiç beklemediğim birşey oldu. Dudaklarımın arasından küçük bir hıçkırık koparken gözümden bir damla yaş süzülmüştü. Fırat bu beklenmedik halimle gözümden süzülen yaşı silerken peş peşe ,"Şşş şşş şşş ağlama. " Dedi. Yalvarır gibi ama telaşlı bir sesi vardı. " Ağlama nolur" O an başım Fırat'ın boynuna gömülürken kokusu burnuma dolduğunda kendimi geri çektim. İstemiyordum. Hiçbir şey istemiyordum. Lakin Fırat ondan uzaklaşmama izin vermezken başını boynuma gömmüştü. Kokumu derin derin içine çekerek solurken kollarını sıkılaştırıp elleriyle bedenimi sıvazlarken beni ısıtmaya çalışıyordu. Onun başını benim boynuma gömmesiyle benim başımda onun boynuna gömüldüğünde Fırat, "Özür dilerim." Dedi yine fısıltılı çıkan sesiyle. "Çok özür dilerim yavrum affet. " Hafifçe içimi çekip, " Dileme. " Dedim. " O kadar korkmadım. Sen dur diye öyle söyledim. " Fırat kulağımın altına kokumu içine çekerek bir öpücük kondururken, "Biliyorum." Dedi. "Sende biliyorsun sana kıyamayacağımı. Ben seni bu kadar kırıp üzdüğüm için özür diliyorum. Affet yavrum. İşlerin buraya geleceğini tahmin edemedim. " Başımı Fırat'ın omzuna yaslarken, "Bu kadarını tahmin etmene gerek yoktu zaten Fırat." Dedim. "Sadece beni biraz olsun düşünüp kırılacağımı, sana kızacağımı tahmin etseydin yeterdi. Tabii duygularımı, bunları düşünüp tahmin etmek için vakit harcayacak kadar umursasaydın. Ama umursamıyormuşsun işte. " Sesim fazlasıyla kırgın olduğumu belli ederken Fırat'ın koca bedeni kasılmıştı. Başını boynumdan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağladığında yüzüne bakmadım. Gözlerimi az önce oturuyor olduğum yolcu koltuğuna sabitlerken Fırat saçlarıma çıkardığı eliyle usul usul saçlarımı ve yanağımı seviyordu. Alnını şakağıma dayayıp, "Saçmalama Yavrum" dedi. "Benim bu yer yüzünde umursadığım tek şeysin sen. Çok seviyorum ben seni. Yeterince hissetiremiyor muyum sana seni nasıl sevdiğimi? Hazan benim sana duyduğum sevgiyi dünyaya dağıtsalar yeryüzünde sevgiye aç bir tane çocuk kalmaz. Öyle seviyorum seni ben. " Sözleri içimde birşeyleri sarsarken, "Ben sana beni sevmiyorsun demiyorum ki. " Dedim. " Öyle birşey söylemek nankörlük olur. Ben sana beni umursamıyorsun diyorum. İkisi aynı şey değil. " Fırat hafifçe içini çekerken, "Ne yaptım da böyle düşündürdüm sana?" Dedi. "Nasıl kırdım seni bu kadar fark etmeden? Anlat anlayayım yavrum. Kafayı yiyeceğim yoksa. Seni kaybedemem. Ölürüm. Anlat çözeyim. " Birşeyler çözülür müydü sahi anlatsam? Sanmıyordum. Demiştim ya mesele Fırat değildi. Mesele bendim. Mesele içimdekilerdi. Yine de Fırat ilk defa birşeylerin üzerini örtmek yerine konuşmayı seçmişken susmak istemedim. Usulca içimi çekip Fırat'ın kucağından kalkıp yan koltuğa oturmak için bir hamle yaptığımda Fırat bedenime sardığı kollarını sıkılaştırıp buna izin vermezken, "Şşş uzaklaşma benden." Dedi fısıltılı bir tınıda çıkan erkeksi sesiyle. Burnu, sıcak ve yumuşak dudakları yanağıma sürtünüyordu. "Kal böyle. Çok özledim seni. Bütün gün burnumda tüttün yavrum. " Yutkundum. Bende onu özlemiştim ama böyle olmazdı ki. Ayrılmıştık sonuçta. Böyle kucak kucağa ayrılık olur muydu? "Fırat" dedim "yapma" der gibi. O ise yanağımı seven eliyle yüzümü iyice kendine çekerken yanağımı sıkıca öpüp, "Hazan'ım" dedi bastırarak. " Hadi anlat çözelim. " Başımı belli belirsiz sallayıp, "Peki" dedim. Alt dudağımı dilimin ucuyla hafifçe nemlendirip bacaklarımın üzerinde duran ellerimle oynarken nereden başlayacağımı düşündüm birkaç saniye. Ve, " Bu ilişkiye başladığımızdan beri herşey sen nasıl istersen öyle ilerledi. " Dedim. " Bana beni sevdiğini söyledin, sana seni sevdiğimi söyledim ve sonra birden bütün hayatım sen oldun. Yanlış anlama bu durumdan şikayetçi değildim. Hiçbir zamanda olmadım. Çünkü şikayetçi olmaya hakkım yoktu. Seninle birlikte olurken biliyordum senin nasıl biri olduğunu. Sert biriydin, baskın bir karakterin vardı. Katı kuralların, bir sınırı olmayan kıskançlığın, beni çok fazla sahiplendin. " Duraksadım. Ben duraksayınca Fırat baş parmağıyla usul usul sevdiği yanağımdan tutup yüzümü kendine çevirirken alnını alnıma dayayıp, "Sahiplendim, kıskandım çünkü sen benimsin. " Dedi . "Kurallar koydum belki baskı yaptım sana çünkü korumak istiyorum seni. Saçının her bir teline ayrı ayrı ölürüm çünkü senin. Senin bütün hayatın ben olmadım benim bütün hayatım sen oldun. Benim sana hissettiğim şeyler sevgiden fazlası çünkü. " Gözlerim o çok sevdiğim kara gözlerde gezinirken Fırat her bir kelimeyi zihnime kazımak ister gibi söylediğinde, "Peki ben ?" Dedim. " Benim senden önce olan hayatım, kendime ait olan kurallarım, kendimi kendim koruduğum anlar , benim içimde benim olan şeyler Fırat , onlar ne olacak? Hepsini yok mu edeceğiz? Herşey sana göre mi olacak? Sen "dur" dediğinde duracak, sen "sus" dediğinde susacak mıyım? " Fırat hafifçe sıkıntılı bir şekilde içini çektiğinde alnını alnımdan ayırıp çatık kaşlarıyla yüzüme bakarken, " Bilmiyorum Hazan" dedi. " Senin kuralların ne , benden önceki hayatın nasıldı, başına ne geldi de kendini korumak zorunda kaldın, senin içinde sana ait olan şeyler ne bilmiyorum. Bana şimdiye kadar baban dışında kendinle alakalı hiçbir şey anlatmadın ki yavrum. " Duraksadı. Bedenime sardığı kollarını sıkılaştırıp beni kendi bedenine iyice yapıştırırken gözlerimi yüzünden çekip önüme döndüm. Haklıydı. Bir yere kadar. Fırat içini çekip saçlarımın arasına kokumu içine çekerek bir öpücük kondurduğunda başımı önüme eğip alt dudağımı dişlerken, "Sende bana anlatmadın. " Dedim. " Bende senin benden önceki hayatınla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. " Aslında birkaç birşey biliyordum. Sabah o dosyada Fırat'ın babası hakkında okuduğum şeyler dışında birşey bilmiyordum ama tahminlerim vardı. O an o dosyada okuduklarımdan Fırat'a bahsedip bahsetmemek arasında kalırken nereden öğrendiğimi sorarsa açıklayamayacağımdan susmayı seçtim. Belki kızardı. Bahar'dan şüphelenirdi. Hem ayrılmıştık artık. Bir önemi yoktu. Şimdi biliyordum sonra unuturdum. Fırat alnını yeniden şakağıma dayarken, "Benim senden öncem yok çünkü. " Dedi. " Senden öncesi bomboş Hazan. Ayrıca üste çıkmaya çalışma yavrum. " Kaşlarım çatılırken başımı geri çekip şakağımı alnından ayırarak yüzümü yüzüne çevirdim. " Benim üste çıkmaya ihtiyacım yok Fırat. " Dedim sinirle. " Asıl sen bu süslü kelimelerle benim aklımı karıştırmaya çalışma. Arkamdan iş çevirip annemin borcunu ödediğini unutma. Bunu bana üzerinden saatler geçtikten sonra söylediğini, bu olaydan üç gün öncede bana asla yalan söylemeyeceğini söylediğini unutma. Birde soruyorsun ne yaptım da kırdım seni diye. Dün akşam yanımdan gittikten sonra oturup hiç düşünmedin dimi? Sadece kendi öfkeni gördü gözün. Beni yine görmedi. " Fırat bu sözlerimle sinirlenirken, "Düşündüm. " Dedi. " Seni nerede kırdığımın farkındayım ben. Ama izin vermiyorsun ki anlatayım. Konuşmaya çalışıyorum seninle. Dinlemiyorsun ki. Benim gözüm herşeyden herkesten, kendimden bile önce seni görüyor. Anlatamıyorum ki sana ben bunu. " Gözlerim usul usul dolarken, "Anlatsaydın." Dedim. " Dün gece bana bağırıp çağıracağına, koynunda yarı çıplak uyuduğumu yüzüme vuracağına, beni öpüp kokladın, bana dokundun diye seninle olmaya mecbur olduğumu ima edeceğine kendini anlatsaydın. Tabii bana bağırıp çağırmak daha cazip geldi dimi?" Fırat sert bir nefesi alıp verirken gözlerini yüzümden çekip başını yan koltuğun olduğu tarafa çevirdi. Gözlerini kapatıp açarken gözleri yüzümü yeniden bulduğunda, " Ben hiçbir şeyi senin yüzüne vurmadım. " Dedi tane tane üzerine basa basa. " Yapmaya çalıştığım şey sadece ne kadar birbirimize ait olduğumuzu sana hatırlatmaktı. Ne kadar birbirimize karıştığımızı, neleri paylaştığımızı, o borcu senden sonra en çok benim ödemeye hakkım olduğunu anla istedim. Benim seni ilk gördüğüm andan beri bütün hayatımda hayallerimde senin üzerine kurulu. Bu anlatmaya çalıştım sana. " Duraksadı bir iki saniye. Kaşları biraz daha çatılırken yutkundu ve belli belirsiz başını sallayıp, " Dün bana "bizi birbirimize bağlayan birbirimize karşı duyduğumuz sevgiden başka ne var?" Dedin. " Diyerek konuşmaya devam etti. " Sen beni yeterince sevmemişsin ki bizi daha doğrusu seni bana bağlayan birşey olsun. Daha sana kurduğum cümlelerin altında yatanı bile anlatamamışım ki ben sana. Sen daha tanıyamamışsın ki beni. " Duraksadı yine. Öylece gözlerindeki kırıklarla bir kaç saniye baktı gözlerime. Ve devam etti; "Kusura bakma yavrum ama ben pişman değilim o borcu ödediğim için. Niye diyeceksin çünkü, sen her ne kadar aksine inansanda, ben o borcu öderken en çok seni düşündüm. O borcu öğrendiğin ilk gün kucağımda nasıl ağladığını, nasıl üzüldüğünü, o güzel gözlerindeki mahsun ifadeyi düşündüm. Senin için yaptım. Gelip sana söylemedim çünkü adam dediğin sevdiği kadın söz konusuyken paranın pulun hesabını yapmaz. " Gözlerimden birkaç damla yaş süzülürken başımı önüme eğdim. Biliyordum hiçbir şeyi çözemeyeceğimizi. Lakin işlerin bu kadar sarpa sarmasıda beklediğim birşey değildi. Fırat'ın sözleriyle, kara gözlerindeki kırıklarla , beni baştan sona yanlış anlayışıyla herşeyden önce Ona olan sevgimden şüphe edişiyle yüreğime bir ağırlık çökerken herşeyi es geçip, "O borcun ne borcu olduğunu biliyor musun?" Diye sordum. Fırat birkaç saniye sessiz kalıp, "Bir önemi var mı?" Dedi. Gözlerimi yüzüne çevirip, "Var ya da yok. Biliyor musun bilmiyor musun?" Dedim ıslak kirpiklerimin çevrelediği kehribar rengi gözlerim Fırat'ın kara gözlerindeyken. Fırat bir iki saniye yanaklarıma doğru süzülen yaşları , gözlerimi gözleriyle tarayıp, "Bilmiyorum" dedi. Gülümsedim hafifçe. Usulca içimi çekip, "Kumar borcuydu. " Dedim gözlerinin içine bakarak. Sevdiğim adam annemin kumar borcunu ödemişti. Fırat'ın kaşları duyduğu şeyle çatılırken devam ettim. Başımı kendimi onaylarcasına belli belirsiz sallarken ," Kumar borcuydu" diyerek tekrarladım. " Ben bir savcıyım ve benim annem bir kumarbaz. Bu borç ilk değil. Sonda olmayacak. Bu sefer sen ödedin ama bundan öncekiler gibi bundan sonrakiler de benim sorumluluğumda. Benim annem böyle biri. Alkolik , kumarbaz, beni doğduğum günden beri sevmiyor, benden ölesiye nefret ediyor. Seni de beni üzmek için kullandı. Sende buna bilmeden de olsa izin verdin. Şimdi bak şu anlattıklarıma. Benim ne hissedip ne düşündüğüm kimin umrunda? O para istedi sen verdin ben hem senden oldum hem kendimden. Bana birşey soran oldu mu? Hayır. O yüzden sende kusura bakma ama ben pişmanım. Seni sevdiğim için değil ama işlerin bu raddeye gelmesine izin verdiğim için çok pişmanım. " Sözlerim bittiğinde yaşlı gözlerimi Fırat'ın onlarca duygunun geçtiği yüzünden çekip önüme dönerken kucağından kalkıp yan koltuğa oturmak için bir hamlede bulundum. Oradan da arabadan iner bundan sonrasını yürüyerek devam ederdim. Daha fazla Fırat'la yan yana durmak istemiyordum. Ali ve VASÖ dışında Fırat benim hakkımda birçok şeyi öğrenmişti. Onları da, bu ayrılık devam ederse, hiçbir zaman öğrenemeyecekti. Çok yoruldum, demiş miydim? Bir an önce, şu dünyada bana ait olan tek yere, evime gitmek istiyordum. Gerçi orası da kiraydı. Fırat kucağından kalmaya çalışışıma bedenime sarılı olan kollarını sıkılaştırarak engel olurken beni iyice kendine çekip sımsıkı sarıldı. Dudaklarını alnıma bastırıp derin bir nefes alarak öperken kollarında kendimi kurtarmak için hareketlenip, "Bırak beni. Gideceğim. " Dedim dudaklarımın arasından bir hıçkırık koparken. Fırat beni mümkünü varmış gibi daha sıkı sarıp başımı tutup göğsüne bastırırken , "Şşş" dedi. Bir eliyle de usul usul saçlarımı seviyordu. Dudaklarını saçlarımın arasına kokumu içine çekerek bastırıp başını başıma yaslarken, " Özür dilerim. " Dedi. Bugün defalarca kez dediği gibi. "Tamam yavrum annenle bilmeden de olsa bir olup seni üzmüş olabilirim, tamam. Ama beni annenden ayıran birşey var; ben çok seviyorum seni. Yavrum, canımın içi, Hazan'ım, kurban olduğum ben herkesin yerine severim seni. " Dudaklarımdan az öncekine nazaran daha büyük bir hıçkırık koparken başımı Fırat'ın göğsüne iyice gömdüm. Belki annem yüzünden, belki Fırat yüzünden, belki Oğuz olayı yüzünden ve belki de arabamın yokluğu bilmiyorum. Birşey beni hıçkırıklara boğarken içimi çeke çeke ağladım. Fırat kolları arasında sarsılan bedenimle beni iyice kendine çekip saçlarıma öpücükler kondurdu. Sırtımı sıvazladı. Saçlarımı sevdi. Birkaç saniye öylece ağladığımda astım atağım tutmuştu yine. Kendimi Fırat'tan geri çektiğimde Fırat'ta astım atağı geçirdiğimi anlamış ve buna müsade etmişti. Bir elim göğsümdeyken diğer elimi de yumruk hâline getirdiğimde Fırat bana astım ilacımın nerede olduğunu sormadan oturduğu koltukta benimle birlikte torpido gözüne eğilip açarken bir sürü astım spreyinin arasından birini aldı. Benim kullandıklarımdandı. Ama benim spreylerimin Fırat'ın aracında ne işi vardı? Fırat aldığı spreyi dudaklarıma dayayıp ağzıma sıkarken belimdeki eliyle sırtımı okşuyordu. Spreyi birkaç kez ağzıma sıktıktan sonra geri çekip, "Tamam mı yavrum?" Dedi. Derin bir nefes alıp ciğerlerimin havayla dolduğunu hissederken başımı olumlu anlamda salladım. Fırat zaten açık olan torpido gözüne spreyi atarken elini yüzüme çıkarıp gözyaşlarımın yanaklarımda bıraktığı ıslaklığı eliyle tenimi severcesine sildi. Alnımı öpüp , "İyi misin?" Diye sordu. Başımı yine olumlu anlamda salladığımda gözlerim kucağımda oynadığım ellerimdeydi. Bugün çok ağlamıştım. Belki de o yüzdendir ki başım ağrıyordu. Usulca burnumu çekip Fırat'a ne torpido gözündeki ilaçları sordum ne de konuşmaya devam ettim. Sadece, "Fırat" dedim ağladığım için hafif tarazlı çıkan sesimle. O ise baş parmağıyla usul usul sevdiği yanağımı öperken, "Söyle. " Dedi burnunu öptüğü yanağıma sürtüp kokumu içine derince çekerken fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle. " Sesine kurban olurum senin. Söyle. " "Eve götürsene beni. " Dedim. Fırat kollarını bedenime sımsıkı sarıp yüzünü boynuma gömerken, "Götüreceğim yavrum. " Dedi. " Ama önce birşeyleri netleştirmemiz lazım. Sana soracağım sorulara beni terslemeden cevap vereceksin . Tamam mı? " Başım Fırat'ın omzuna yaslıyken usulca içimi çektim. Daha fazla tartışmaya da konuşmaya da gücüm yoktu. Bu yüzden, "Fırat sonra konuşalım nolur. " Dedim. "Çok yorgunum. " Fırat birkaç saniye sessiz kalıp boynumda derin bir nefes daha alırken, "Tamam yavrum" dedi. " Ama önce bir sarıl bana." Yutkundum. Bir süredir kucağında oturuyor olsam da Ona hiç sarılmamış ellerimle herhangi bir temasta bulunmamıştım. Sarılırsam hiç iyi şeyler olmayacakmış gibi hissediyordum çünkü. Ama deli gibi de sarılmak istiyordum. Yine de, "Fırat" dedim "yapma" der gibi. O ise, "Yavrum nolur" dedi yalvarır gibi çıkan sesiyle." Sarıl da bir hissedeyim seni. Çok özledim. " Kıyamadım yine. Herşeyden herkesten çok Ona yeniliyordum . Kucağımdaki ellerimle oynamayı bırakıp kendimi biraz geri çektim. Fırat'ta buna izin verdiğinde dudak dudağa da olsak yüz yüze gelmiştik. Fırat'ın gözleri gözlerimde gezinirken hafifçe yutkunup dudağımın içini dişlerken Fırat gözlerime çok güzel bakıyordu. Benim gibi o da yutkunurken gözlerimin önünde hareket eden adem elmasıyla Fırat'ın gözleri dudaklarıma düşmüş ama kendini toparlayıp tekrar gözlerini gözlerimle buluşturduğunda kollarımı boynuna dolayıp sarıldım. Başımı da omzuna yaslandığımda Fırat derince içini çekip beni kollarıyla sımsıkı sardı. Başını boynuma gömüp kokumu derin derin titrek nefesler alarak içine çekerken, "Yavrum" dedi dişlerini sıkıp bastırarak dolu dolu. Bense Fırat gibi titrek bir nefes çektim içime sevdiğim adamın kokusundan. İçim huzurla dolup sıcacık olmuş kendimi ait olduğum yerde evimde gibi hissetmiştim. Fırat krem rengi boğazlı kazağımın hafifçe açıkta bıraktığı boynumu koklaya koklaya sıkıca, peş peşe öperken, "Böyle ayrılık mı olur Fırat?" Dedim. " Böyle kucak kucağa, öpüşüp koklaşarak ayrılık mı olur?" Fırat sözlerimle boynuma kondurduğu öpücüklerini durdurup içini çekerken, " Olur yavrum. " Dedi. " Niye olmasın? Ne diyor Atilla İlhan, "Ayrılıklarda sevdaya dahil. Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili." Kaldı ki sen benimsin. Kokun benim, tenin benim, o güzel, upuzun, rüzgarda savrulduğunda bile aklımı başımdan alan mis kokulu saçların benim, o tatlı, naif sesin benim. Senin kalbin benim. Hiçbir ayrılık, ki ben senden ayrılmadım, senin benim olduğun gerçeğini değiştiremez. " Gülümsedim burukça. "Benim kalbim senin mi Fırat?" Dedim. " Az önce inanmıyordun seni sevdiğime. Dedin ya , "Sen beni yeterince sevmemişsin ki bizi birbirimize bağlayan daha doğrusu seni bana bağlayan birşey olsun." Seni sevdiğime inanmıyorsan kalbim senin değil. " Fırat beni kollarıyla mümkünü varmışcasına daha sıkı sarıp sarmalarken, " Seviyor musun beni? " Diye sordu. Soruyor muydu gerçekten. " Seviyorum" dedim. " Hemde çok seviyorum. O yüzden böyle oluyor. Senden kaçıp uzak durmaya çalışırken bile kendimi senin kucağında buluyorum. Ne kadar kırılıp kızsam da kıyamıyorum sana. " Fırat başını biraz geri çekip kulağımın altını kokumu içine çekerek öperken, "Madem bu kadar çok seviyorsun beni niye ayrılıyorsun yavrum benden? Niye yapıyorsun bunu bana? Ne hale geliyorum sensiz görmüyor musun?" Dedi. "Senden seni sevmediğim için ayrılmıyorum ki Fırat. " Dedim. " Aşamadığım şeyler var. Nolur bir süre sorma bana bu konuyla alakalı birşey. " Fırat sıkıntılı bir şekilde içini çekerken, "Tamam" dedi. " Bağırıp çağırıyoruz olmuyor, tartışıyoruz olmuyor, sesimizi yükseltiyoruz olmuyor. Bir de suyuna gitmeyi deniyelim bakalım. " "Teşekkür ederim. " Dedim usulca. Fırat ise saçlarımın arasına kokumu derin derin soluyarak öpücükler kondururken, "Rica ederiz. " Dedi. Sesinde erkeksi bir eda vardı. Hafifçe içimi çekip kollarımı Fırat'ın boynundan çözüp kendimi geriye doğru çektim. Yeterdi bu kadar sarılmak. Fazlası zarardı. Fırat'a sarıldıkça sarılasım geliyordu. İçim usul usul bana sormadan Fırat'a akıyordu. Kendimi geri çekişimle Fırat bedenime mengene gibi sarılı olan kaslı ve güçlü kollarını sıkılaştırdığında başını boynuma iyice gömüp kokumu solurken, "Kal biraz daha böyle. " Dedi. "Doyamadım daha sana. " Hafifçe içimi çekip aklıma gelen şeyle, "Fırat. " Dedim. Fırat defalarca kez yaptığı gibi beni koklayıp öperken, "Hazan'ım" dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle bastırarak dolu dolu. Usulca yutkunup," Telefonunu versene." Dedim. Fırat birkaç saniye sessiz kalıp başını boynumdan kaldırırken aramıza biraz mesafe açtığında bende boynundaki kollarımı yavaşça çözmeye meyil ederken başımı geri çekmiştim. Alnım Fırat'ın bir erkeğe göre fazlasıyla biçimli ve güzel duran burnuna değerken Fırat, "Şşş sarıl boynuma." Dedi uyarıcı bir sesle. Bir yandan da üzerime örtülü olan deri ceketinin iç cebinden telefonunu çıkarıyordu. Dediğini yapmayıp ellerimi göğsüne koydum. Fırat ise telefonunu bana uzatıp, "Al bakalım." Dedi. Göğsünde duran ellerimden biriyle telefonu alırken içten içe Fırat'ın sorgulayıp itiraz etmeden telefonunu bana verişi içimde bir yeri okşamış kendimi özel hissettirmişti. Telefonu elinden aldığımda Fırat bedenime sarılı olan kollarını sıkılaştırıp alnımı öperken telefonun ekran kilidini kaydırdığımda şifresi olduğunu gördüm. Başımı Fırat'ın yüzüne doğru kaldırırken, "Şifreni girsene." Diyerek telefonun ekranını Ona çevirdim. Fırat ise alnımdaki dudaklarını geri çekip alnını alnıma dayarken, "Hazan" dedi. Bu yakınlıkta gözlerim gözlerinde gezinirken, "Hı?" Dedim. Fırat'ın gözlerimin önündeki etli ve pembemsi dudakları belli belirsiz sola doğru kıvrılırken, "Şifrem yavrum. " Hazan". dedi. Gözlerim şaşkınlıkla hafifçe büyürken dudaklarımı büzüp gözlerimi sağa sola kaçırırken yeniden telefonun ekranına döndüm. İsmimin harflerinin mevcut olduğu 42926 sayılarını tuşlayıp ekran kilidini açtım. Aramalara girip ekrandaki numara ve isimleri aşağı doğru kaydırırken karşıma en çok çıkan ,"Yüzbaşı Arzu Keskin" ismi canımı sıkarken kaşlarım çatılmıştı. Günde hiç aramazsa en az iki kez aramış görünüyordu Fırat'ı. Umursamamaya çalışarak düne ait olan aramalarda annemin numarasını bulduğumda , ki aradığımda buydu, numaranın üzerine uzun basıp ekranda çıkan "engelle" yazısına tıkladım. Ekranda "numara engellendi" yazarken numarayı telefondan sildim. Biliyordum çünkü; annem Fırat'ta paranın kokusunu bir kere almıştı. Bir daha da kolay kolay bırakmaz beni kullanarak Fırat'tan para isterdi. Bu bir önlem miydi, önlemse yeterli miydi bilmiyordum ama şimdilik sevdiğim adamı annemden korumak için elimden gelen tek şey buydu. Fırat telefonunda yaptıklarımla sıkıntılı bir şekilde içini çekerken alnını alnımdan ayırıp, "Hazan" dedi. Sözünü kesip, "Karışma" dedim. Ardından da "Mesajlaştınız mı?" Diye sordum. Eğer mesajlaşmışlarsa oradan da numarasını silecektim. Fırat'ta Ona ait birşey kalmayacaktı. Fırat, "Hayır" dedi. " İki kere konuştuk sadece. " Birşey söylemeden telefonun ekranını kilitleyip Fırat'a uzattım. Fırat telefonu elimden alıp direksiyonun arkasına atarken yüzüme baktı. Önümdeki gözlerimi başımı hafifçe geriye atıp onun gözlerine çıkartırken, "Ne?" Dedim. Fırat çatık kaşlarının çevrelediği kara gözleriyle gözlerimi ve yüzümü tararken, " Ne güzel "karışma" diyorsun sen öyle?" Dedi. "Diyemez miyim?" Dedim. Fırat birkaç saniye gözlerime bakarken başını belli belirsiz sallayıp, "Dersin. " Dedi. " Sen bana ağzına ne geliyorsa söyleyebilirsin. " Abartıyordu. Mesela şuan Fırat'a küfretsem, ki edemezdim , delirirdi. Ama merak ettiğim birşey vardı onu sorabilirdim. Şuan ayrıydık. Belki üzerime vazife değildi ama şuan olan hiçbir halimiz "ayrılık" terimine uymuyorken bunu pekte düşünmedim o an. Gözlerimi sağa sola kaçırıp alt dudağımı hafifçe dişlerken gözlerimi tekrar Fırat'ın gözlerine çıkartığımda onun gözleri ise benim dudaklarımdaydı. Beni öpmek istiyor ama öpemiyor gibiydi. Öpmesindi de zaten. O kadarı da ayrılığa dahil olmayıversindi. Fırat'ı daha fazla tahrik etmemek adına dudağımı dişlemeyi bırakıp, "Fırat" dedim. Fırat'ın dudaklarımdaki gözleri gözlerimi bulurken, "Yavrum" dedi içini çekerek. Gözlerimi gözlerinde gezdirip, "Dün gece... evden çıkıp gittikten sonra nereye gittin?" Diye sordum çekinerek. Bir yandan da bu soruyu sormamın saçmalığı ve ayrıldığım adama soruşum kendime kızmama neden olurken içten içe " sormasa mıydım?" Diye düşündüm. Ama az önce Fırat'ın telefonundaki aramalarda o yüzbaşı kadının dün gece saat 00.23'te aradığını görmüştüm. Bir kadın bir adamı o saatte niye arardı ki? Ya Fırat evden çıktıktan sonra lojmana gittiyse? Ya gece gece o kadınla konuştuysa? Gerçi kadının lojmanda kalıp kalmadığını bilmiyordum ama ya kalıyorsa? Zihnimde onlarca soru dönüp dururken Fırat alnını alnıma dayayıp, "Şşş" dedi uyarıcı bir tonda. "O aklından ne geçiyorsa sil hepsini. Kaç kere söyledim sana benim gözüm senden başkasını görmez diye. Dün gece sandığın gibi lojmanda kalmadım. Dolanıp durdum öyle sabaha kadar. Saçma sapan şeyler düşünme. " "Tamam" dedim usulca. Fırat ise bir iki saniye gözlerimin içine bakarken, "Bundan sonrada kalmam lojmanda." Dedi. "Sen hayatıma girdiğinden beri hiç kalmadım zaten. Bu saatten sonra da apartmandayım. Senin aklın karışacak gibi duruyor. Yakınlarında olsam iyi olacak. " Birşey söylemedim. Aklım karışmazdı ama o yüzbaşı kadından hoşlanmıyordum. Fırat'a güveniyordum ama o kadın canımı sıkıyordu. Fırat'ın yakınlarımda olması işime gelirdi. Gözlerimi gözlerinden çekip önüme dönerken Fırat bedenime sarılı olan kolları arasında beni iyice sıkıştırıp yanağımı sıkıca öperken, "Kıskançlığını yerim lan senin. " Dedi dişlerini sıkarak. Yanağımı Fırat'ın bu beklenmedik öpücüğünden kurtarmaya çalışırken, "Ya Fırat dur. " Dedim. Bir yandan da kollarından kurtulmaya çalışıyordum. Artık ayrılıp evlerimize gitsek iyi olacaktı. Çünkü ben baya yumuşayıp salmıştım kendimi Fırat'ın kollarına. İçimde birşey affediyordu Onu. "Annen aramış. O bulmamış ki. Napsaydı adam?" Diyordu kafamın içinde bir ses. Niye böyle oluyordu? Sabah resmine bakıp " belki bir daha dokunup sarılamam , öpemem" dediğim adamın kollarındaydım yine. Dün gece hayatımdan ve evimden kovduğum adamın arabasındaydım. Sabah eline tutuşturduğum bir çanta dolusu parayla sadece borcumu ödediğim , boynuma " sen bana aitsin" diyerek taktığı künyeyi eline vermeye bile tenezzül etmediğim, bende Ona ait hiçbir şey kalmasın diye kokusunu içime çekip gözyaşlarımla ıslattığım kazağını geri verdiğim adamdı şuan kucağında oturup beni öpüp koklamasına izin verdiğim. Neden peki? Ona duyduğum sevgi miydi tek bahanem? Kendimi şu koca dünyada bir tek Ona ait hissedişim miydi kalbimi Ona mecbur kılan? Pervane böceğinin aşık olduğu ateş miydi Fırat benim için? Ben bir pervane böceği miydim? Eğer öyleysem yanıp ölmem gerekmez miydi Fırat'ın kollarında? Peki ben neden yaşıyordum şimdiye kadar hiç yaşamadığım gibi? Bir insanın kendine yaptığı en büyük haksızlık birini sevmek olabilir miydi? Peki ya Fırat niye bırakmıyordu beni? Dün gece evden giderken ,"Bu kapıdan çıkarsam bir daha geri dönmem." Dememiş miydi? Bende Ona "dönme" demiştim. Neden birbirimizi bu kadar kırıp döküp sonra da böyle sarmaş dolaş oluyorduk? Çok sıkılmıştım artık kendimden, bu hayattan, ne zaman herşey yoluna girecek sansam yine ve yeniden mutsuzluk ve umutsuzlukla girdiğim bu kısır döngüden çok sıkılmıştım. Fırat Onu durdurmaya çalışışımla beni daha sıkı sardığında, yüzümün neresine denk gelirse orasına, ses çıkarta çıkarta sulu öpücükler kondurup yüzümü öpücüklere boğarken, "Ne "dur Fırat" ne dur?" Dedi dişlerini sıkarak. Beni kollarında kıstırdığı bir kız çocuğunu sever gibi seviyordu. Bense gözlerimi kapatmış yüzümü sağa sola çevirerek ellerimi Fırat'ın sert göğsüne koyup Onu kendimden ittirmeye çalışırken haybeye çırpınıp duruyordum. Çünkü Fırat çok güçlüydü. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım onun bu koca cüssesinden kurtulamazdım. Yine de, "Ya dur" dedim çırpınışlarıma devam ederken. Ancak Fırat durmayıp burnumun ucunu, çenemi, yanaklarımı öperken, "Çok seviyorum kızım seni" dedi dolu dolu. Bıkkınca içimi çekip ellerimi Fırat'ın yüzüne çıkarıp yüzünü kendimden itmeye çalışırken, "Ya dursana" dedim mızmız bir sesle. Fırat ise bedenime sarılı olan kollarından birini yüzünü iten ellerime çıkarıp onları tek eliyle tutup avcuna aldığında ellerimin parmaklarını koklayarak öperken, "Minik ellerini yerim lan senin" dedi. Çatık kaşlarımla Fırat'ın yüzüne bakarken , "Bundan bahsediyordum işte. " Dedim. Fırat avcundaki ellerimde olan gözlerini bana çevirirken ellerimi göğsüne koyup bastırdığında, "Neden bahsediyordun yavrum?" Dedi. "Beni umursamıyorsun" derken bundan bahsediyordum. " Dedim. " Sana senden ayrıldığımı söylüyorum , sana gücümün yetmeyeceğini bildiğin için beni kucağına alıp öpüp kokluyorsun. Ben istiyor muyum peki seninle böyle olmak ? Bana yine hiçbir şey sorulmuyor. " Fırat'ın kaşları sözlerimle çatılırken, "İstemiyorum" demiyorsun." Dedi. Gözlerim gözlerinde sabitleyken, " Daha deminden beri "dur" diyorum ya Fırat. " Dedim. Fırat yüzüme doğru yaklaşıp dudaklarımızın arasında santimler kala durduğunda dudaklarımda gezinen gözlerini gözlerime çıkarırken, "İstemiyorum demiyorsun." Dedi yine fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle. Nefesi dudaklarımın üzerine vuruyordu. "Bana dokunmanı istemiyorum" demiyorsun, "öpme beni" demiyorsun , "kucağında olmak istemiyorum" demiyorsun, "kokumu içine çekme" demiyorsun. Bana " seni istemiyorum, sevmiyorum" demiyorsun. Sen bana " seni istemiyorum, sevmiyorum" desen ben seni içime gömer geri çekerim kendimi. Sana " aramızda senin istemediğin hiçbir şey olmaz" derken sadece sevişmekten bahsetmiyordum yavrum. Bu sözüm birçok şey için geçerli. Ama önce gerçekten istemediğinden emin olmam lazım. " Derince yutkunup gözlerimi Fırat'ın kara gözlerinden kaçırırken titrek bir nefes alıp, "Sende"hatalıyım, yanlış yaptım, suçumu bilip oturayım" demiyorsun." Dedim gözlerim zar zor, kaçak göçekte olsa gözlerini bulurken. "Olanların, yaptıklarının hatta benim duygularımın üzerini bile beni severek kapatmaya çalışıyorsun. Ama ben artık yapamıyorum. Yapmayacağım. " Fırat sıkıntılı sert bir nefesi alıp verirken yüzünü yüzümden uzaklaştırıp , "Ben daha ne yapayım artık sana?" Dedi gözlerime düz ve ciddi bir ifadeyle bakarken. " Canımdan çok seviyorum olmuyor, bağırıp çağırıyorum olmuyor. Bir duvar örmüşsün kafanda kendinle benim arama. Ne yapsam batıyor. Ne istiyorsun Hazan? Söyle Onu yapacağım. " "Ben miyim suçlu?" Dedim. " Ben sevmedim mi seni? O duvarı kendim durup dururken mi ördüm ben? "Ne yapsam batıyor" diyorsun. Yaptığın şeyler yenilir yutulur şeyler mi senin? Aynı şeyleri ben yapsam sen napardın acaba? Bir tek erkeklerin gururu var zaten. Biz kadınlarda öyle iki sevgi birazda para görünce tav oluyoruz herşeye dimi? Bir tek sen doğrusun ben yanlışım. " Dolan gözlerimle duraksayıp hafifçe yutkundum. Gözlerini içine bakıp, " Ne istediğime de gelicek olursak dün de söyledim, az öncede. Şimdi de söylüyorum; uzak dur benden. " Dedim net bir sesle. Fırat çattığı kaşlarıyla gözlerime bakarken kucağından kalkıp yan koltuğa oturdum. Fırat ise bu sefer müdahale etmezken çantamı ve poşeti alıp arabadan indim. Fırat'ta benimle birlikte, sert ve yüksek sesiyle, "Hazan!" Diyerek araçtan inerken şansıma oradan geçen bir taksiyi elimle durdurdum. Adımlarımı hızlandırıp Fırat yanıma ulaşamadan taksiye bindiğimde apartmanın adresini verdim. Gözlerim dikiz aynasından yolun ortasında öylece kalan Fırat'ı bulduğunda birşeylerin konuşularak çözülemeyeceğini anlamıştım. Aslında baştan biliyordum böyle olacağını ama denemiştim işte. Lakin olmamıştı...olmasındı. 💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧
|
0% |