@yikim2024
|
******** Fırat delikten bakıp hiçbir şey söylemeden hızla kapıyı açtığında ne olduğunu anlamamıştım. Arkasından çıkıp yanına geldiğimde açılan kapıda bir elinde Elif'i diğer elinde bir bilgisayarı tutan Bahar'ı gözleri yaşlı görmek beni hem şaşırtmış hem de meraklandırmıştı. Fırat tuttuğu kolumu bırakıp kardeşine doğru ilerlerken, "Bahar?" Dedi sorgulayıcı sesi, Fırat'ı iyi tanımayan birinin anlayamayacağı lakin benim saniyesine fark ettiğim, bir endişeyi de içinde barındırıyordu. Bense çatılan kaşlarımla gözlerimi Bahar'ın yüzünde gezdirirken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bahar sesli bir şekilde burnunu çekerken dudaklarından kaçan küçük bir hıçkırık eşliğinde, "Ha-Hazan" dediğinde gözleri bendeydi. Bahar'ın bu hâli, abisinden değilde benden yardım istermiş gibi adımı söyleyişi içimde bir yere dokunurken Fırat'ın önüne geçip,"Noldu?" Dedim sesimde hissedilebilir elle tutulur bir endişe vardı. Bahar yaşlı gözleriyle hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme baktığında sıkıntılı nefesi alıp verirken , "Gel " dedim. İçeriye geçmesi için geriye çekildiğimde Bahar terliklerini çıkarıp içeriye girdi. Elif'de terliklerini çıkarırken Fırat Onu kucağına almıştı. Onlar içeriye doğru ilerlerken kapıyı kapatıp peşlerinden gittim. Salona geçip gri köşe koltuğa oturduğumuzda Bahar Fırat'la benim aramdaydı. Elif'de Fırat'ın dizinde otururken bir elimi, kucağındaki bilgisayarı sımsıkı tutan, Bahar'ın omzuna koyup, "Bahar noldu?" Diye sordum. Bahar'ın ıslak kirpiklerinin çevrelediği kara gözleri gözlerimi bulurken bana cevap veren Elif olmuştu. "Annem babamın bilgisayarını bozdu. " Elif'in yaşına göre düzgün olan Türkçesiyle tane tane söylediği bu sözler Fırat'ın azarlayıcı bir sesle, "Bu mu yani Bahar? Buna mı ağlıyorsun abim? Sikik bir bilgisayar için mi?" Demesine neden olurken Elif, "Babam anneme çok kızdı dayı." Dediğinde Bahar daha fazla ağlamaya başlamıştı. Başını göğsüme koyarken bende kollarımı bedenine sarıp Onu sakinleştirmek istercesine kolunu ve sırtını sıvazlıyordum. Fırat'ın öfkeli gözleri Bahar'ın üzerindeyken, "Ne dedi lan o it sana da bu hâle geldin?" Diyen sert sesi Harun 'aydı. Lakin Elif'in yanında küfür etmesi ve böyle sinirli bir hâl içerisinde olması pek hoşuma gitmiyordu. Bu yüzden gözlerimi Fırat'a çevirip, "Fırat biraz sakin mi olsan?" Dedim. Belki onu uyarmak üzerime vazife değildi ama uyarmıştım. O ise gözleri beni bulurken, "Sakinim ben " dedi ancak ne sesi ne de yüzünün sert ifadesi bu sözlerini doğrulamıyordu. "Peki " diyerek göğsümde ağlayan Bahar 'a döndüm. Kolunu sıvazlayan elimi yüzüne çıkarıp önüne dökülen siyah saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken, "Su ister misin?" Diye sordum. Bahar başını olumsuz anlamda sallarken hafifçe içimi çekip, "O zaman nolduğunu anlat. Çözelim." Dediğimde Bahar başını göğsümden kaldırıp gözlerime baktı. "Çözersin değil mi?" Bilgisayarı düzeltip düzeltemeyeceğimi soruyordu. Küçüklüğümden beri biraz anlardım bu işlerden. Lise ve üniversite de okuldaki arkadaşlarım bozulan ya da format atılması gereken bilgisayarlarını bana getirirlerdi. Bu işten o zamanlar hatırı sayılır paralar kazanmıştım. Hafifçe gülümseyip, "Hallederiz. " dedim. Bahar'da belli belirsiz gülümserken yerimden kalkıp mutfağa doğru ilerledim. Yemek masasının üzerindeki peçetelikten peçete alıp bir bardağa su doldururken geri geldiğimde suyla peçeteyi Bahar'a uzattım. Fırat ise öylece hâlâ halihazırda çatık olan kaşlarıyla bizi izliyordu. Elif'in gözleri de annesindeydi. Bahar ona uzattığım peçete ve suyu alıp sudan birkaç yudum içerken yere oturdum. Omuzlarımdan önüme dökülen saçlarımı geriye itip Bahar'ın kucağındaki bilgisayarı aldım. Bilgisayarı orta sehpanın üzerine koyup kapağını açarken kaşlarım çatıldı. Bilgisayar VASÖ'nün teknoloji birimi tarafından tasarlanan bir bilgisayardı. Dışarıdan bakıldığında Samsung marka bir bilgisayar gibi görünsede öyle değildi. Bilgisayarın ekranına VASÖ tarafından bir güvenlik simgesi konulmuş ve bloke edilmişti. Bahar'ın bu bilgisayarı nasıl bu hâle getirdiğini merak ediyordum. Ki öte yandan sanırım Bahar'ın Harun'un bir VASÖ ajanı olduğundan haberi yoktu. Öylece beni izleyen Bahar'a dönüp, "Nasıl oldu bu?" Diye sordum. Bahar usulca burnunu çekip, "Elif'le film izliyorduk. "Diyerek anlatmaya başladı. "Benim bilgisayarımın şarjı bitince Harun'un bilgisayarını aldım. Ekranda bir dosya dikkatimi çekti. Bakmak istedim. VASÖ mü ne yazıyordu. Dosyanın üzerine tıklayınca bir kod istedi. Birkaç şifre denedim. Üçüncü şifreden sonra ekrana bir sürü birşeyler çıktı. Bende aceleyle tuşlara basınca birden böyle oldu. Nasıl olduğunu anlayamadım." Anlaşılmıştı. Bahar her VASÖ ajanının kendine ait olan aldığı görevlerin ve bilgilerinin olduğu dosyayı açmaya çalışmıştı. Dosyanın kodunu üç defa yanlış girince de bilgisayarın bağlı olduğu ağdaki yapay zeka bilgisayarın çalındığını algılayıp bilgisayarı devre dışı bırakmıştı. Bu bilgisayarlar bizim üzerimize zimbetliydi. Başlarına herhangi birşey gelmesi ya da çalınması durumunda suçlu sayılır ceza alırdık. Bu bilgisayardan benim de vardı. Lakin ben çatı katındaki sistemin olduğu kolinin içinde saklıyordum. Günlük hayatımda normal bir bilgisayar kullanıyordum ki bu konuda VASÖ tarafından fazlasıyla uyarılmıştık. Yani şuan burada hatalı olan Bahar değil Harun'du. O da bunun farkında olmalı ki kendine olan öfkesinden Bahar'a yüklenmişti. Çünkü VASÖ "eğer özel hayatınız bizi tehlikeye atarsa bunun bedelini ödemek zorunda kalırsınız" derdi. Şuan Bahar'ın "VASÖ" diye birşeyin olduğunu bilmesi, duyması bile VASÖ için Harun'u suçlu kılardı. Bahar gözlerime bakıp, "Yapabilir misin?" Diye sordu ihtiyaçla. "Nolur yap" der gibiydi. Yapardım. VASÖ ajanı olan herhangi biri de yapabilirdi. Sadece bilgisayarın içindeki yapay zekanın bilgisayarı kullanan kişinin bir VASÖ ajanı olduğunu ve bilgisayarın güvende olduğunu algılaması gerekiyordu. Başımı olumlu anlamda sallayıp, "Yaparım. Beş dakika ver bana. " dedim. Ve önüme dönüp parmaklarımı hızla klavyenin üzerinde gezdirmeye başladım. İlk olarak klavyeye kod adımı sayılarla yazdım. "Asena=27362" Ekrandaki kırmızı bir yazıyla yazılmış olan sayılar ve harflerden oluşan acil güvenlik yazılım kodlarının bir kısmı yeşile dönerken yapay zeka beni tanımaya çalışıyordu. Fırat ve Bahar'ın yaptığım şeyleri ne kadar dikkatle izlerlerse izlesinler anlayamayacakları için rahattım. Çünkü klavyede yazdığım şeylerin hiçbiri ekrana yansımıyordu. O sırada Bahar omzuma tutunup yanıma otururken ekranda birkaç tane beyaz yazıyla yazılmış kodlar çıkmaya başlamıştı. VASÖ 'nün şifreli yazışma kodu olan bu sayılar ve harflerden oluşan yazılar bana kaç numaralı ajan olduğumu soruyordu. VASÖ 'ye dört buçuk yıl önce katılmıştım ve 2.000.334'ü ajanıydım. Klavyede hızla parmaklarımı sayılarda gezdirdiğimde bilgisayar ekranının alt köşesinden gelen beyaz kodlar görev yerimi soruyordu. Bilgisayarın içindeki çip bilgisayarın bulunduğu yerin konumunu biliyordu. Ancak ajan olarak beni tespit etmesi için görev yerimin bilgisayarın bulunduğu şehir olup olmadığını bilmesi gerekiyordu. Yine sayılarla görev yerimi yazdım. "Şırnak - Silopi =747625 -745674" Kırmızı güvenlik kodları tamamen kalkıp ekranda yine yazılar ve harfler kullanılarak yeşil bir yazıyla "Hoş geldin Asena" yazarken siyah ekranda yeşil bir robot belirdi. Yapay zeka bloke ettiği ağı açarken Harun'un, bilgisayarın devre dışı bırakılmasıyla, silinen bütün bilgileri şuan geri yükleniyordu. Bu işlem sadece iki üç dakika sürecekti. Bahar, "Oldu mu?" Diye sorarken sesi fazla mahsundu. Benden iki yaş büyük olmasına rağmen onu küçük kız kardeşim gibi görüyordum. "Olmak üzere. " dedim. Gözlerim bilgisayar ekranında sabitliyken evin içinde çalan bir telefonun sesi yükseldi. Ne benim ne de Fırat'ındı. Bahar'ın gri pjama takımının cebinden çıkardığı telefonunu görünce telefonun Bahar'a ait olduğunu anlamıştım. Gözlerim anlık bir ekranı bulduğunda Harun arıyordu. Bahar birkaç saniye bekleyip telefonu açarken, "Efendim?" Dedi. Sesi kırgın bir hâl içerisindeydi. Bence kırgın olmakta haklıydı da. Harun'un yaptığı sorumsuzluktu ve kendi hatası yüzünden Bahar'a bu kadar yüklenmesi doğru değildi. Harun'un ne dediğini Bahar fazla yakınımda oturduğu için duyabiliyordum. Eve gelmişti. Bahar'a bilgisayarın nerede olduğunu soruyordu. Hâlbuki önce bu kadar kırıp döktüğü karısının ne hâlde ve nerede olduğunu sorması gerekmez miydi? Bahar, "Beşinci katta Hazan'ın evindeyim. "Bilgisayarın" da yanımda. Hazan düzeltiyor. Getireceğim birazdan." Derken kırgın sesi bir parçada imalıydı. O sırada Fırat'ın sert bir şekilde alıp verdiği soluğunu duyarken omzumun üzerinden Ona döndüm. Elif'i koltuğa bırakmış oturduğu yerden kalkıyordu. Nolduğunu anlamazken Fırat'ın kapıya doğru yöneldiğini gördüğümde Harun'un yanına gideceğini anlamıştım. Bugün diğer günlere nazaran fazla asabiydi. Bana karşı değildi ama bunu hissedebiliyordum. Oturduğum yerden hızla kalkıp koşar adımlarla, kapıya ulaşan Fırat'ın yanına vardığımda kolunu tuttum. Fırat Onu tutuşumla duraksarken önüne geçip, "Nereye?" Diye sordum. Çatık kaşlarının çevrelediği öfkeli kara gözleri gözlerimde gezinirken, "Biliyorsun." Dedi. Biliyordum. Ama gidemezdi. Tamam bir abi olarak kardeşini üzdüğü için Harun'a sinirlenmiş olabilirdi ancak bu durumu şiddetle çözemezdi. Kaldı ki bu Bahar 'la kocasının arasında olan birşeydi. Onların konuşup halletmesi gerekiyordu. En azından ben öyle düşünüyordum. Karışıp karışmamak arasında tereddütte kalırken, "Biliyorum ve gidemezsin." Dedim. Kapıyla arasında olduğum için eğer gitmek isterse önce beni yolundan çekmesi gerekiyordu. Ailevi meselelerine burnumu sokmak üzerime vazife olmayan şeylere karışmak istemiyordum ama Fırat Harun'un yanına gidip sakin sakin konuşacak biri değildi. Kavga ederlerse arada kalıp zarar gören Bahar olurdu ki ortada büyütülecek birşeyde yoktu. Mesela bu olay Fırat'la benim aramda geçse biraz tartışır sonra da öpüşüp koklaşıp barışırdık. Onlarda barışırlardı. Emindim. O sırada telefonu kapatan Bahar'da buraya doğru gelirken, "Abi nereye?" Diye sordu. Fırat gözlerini benden çekmeden, "Kocanın yanına" dediğinde sesi sertti. Bahar ise yanıma gelip abisinin öfkeli gözlerine bakarken, "Abi lütfen" dedi hafif yalvarır gibi çıkan sesiyle. "Biz hallederiz aramızda. " Fırat'ın gözleri Bahar'ın sözleriyle iyiden iyiye öfkeye bürünürken bir elini "hayırdır" der gibi havaya kaldırıp, "Hangi birini lan?! Hangi birini?!" Dediğinde yükselen sesi beni ürkütürken Bahar'da benden farklı değildi. Ayrıca "hangi birini" derken ne demek istediğini anlamamıştım. Bahar'la Harun'un benim bilmediğim, bilmeminde gerekmediği başka sorunları da vardı herhalde. Kendimi burada fazlalık hissederken yanlarından geçip Elif'in yanına doğru ilerlemek istediğimde Fırat kolumu tuttu. Beni yanında sabitleyip gözleri hâlâ Bahar'dayken sözlerine devam etti. "İlk günden beri "bu adamı gözüm tutmadı " diye söylüyorum sana Bahar. " seviyorum abi " dedin "tamam" dedik. Evlendiğiniz ilk günden beri adam bir durmadı evde. Bir İstanbul 'a gider bir Ankara'ya. Yok seminer varmış, yok konferansa katılması lazımmış. Ne lan bu?! İpe sapa gelmeyen şeyler yüzünden bırakıp gidiyor seni! Ota boka bağırıp duruyor sana! Lan daha üç dört ay önce çalan telefonunu açtın diye bağırdı bu it sana! Şimdi de bir amınakoduğumun bilgisayarı yüzünden bağırıyor! Sen hâlâ "biz hallederiz" diyorsun! Neyi Bahar neyi?! Sen onu seviyorsunda o seviyor mu seni?!" Bahar'ın dudaklarından kopan hıçkırık omuzlarını sarsarken benimde gözlerim onun bu haline dolmuştu. Ben burada hem Bahar'ı hem de Harun'u anlayan taraftım. Fırat'ı da anlıyordum. Ama o ne Bahar'ı anlıyordu ne de Harun'u. Tek derdi kardeşinin üzülmemesiydi. Derin bir nefes alıp yutkunmaya çalışan Bahar, "Se-seviyor..." derken Fırat,"Sakın! " diye gürledi. "Sakın kendini inandırdığın yalanları anlatma bana. Bundan birkaç ay önce söyleseydin bunu "belki" derdim. Ama seven adam böyle olmaz Bahar! Seven adam kıyamaz sevdiğine! Bu adam üzüp duruyor seni! Seven adam ayrı duramaz sevdiğinden! Bu it her fırsatta bırakıp gidiyor seni elinde küçücük çocukla! İlk aklına gelmesi gereken kişi senken bilgisayar soruyor sana! Bu mu lan sevgi?! Bu mu?!" Bahar daha şiddetli ağlamaya başladığında Fırat'ın elini tutup sıktım. Gözleri bu hareketimle beni bulurken, "Yapma " dedim dudaklarımı kımıldatarak. Yapmasındı. Ben emindim Harun seviyordu Bahar'ı. Sadece işi yüzünden elinde olmayan nedenlerden dolayı olmuştu her ne olmuşsa. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp sakinleşmek adına derin bir nefes alıp verirken gözlerini kapatıp açtı. O sırada yanımıza gelip annesinin bacaklarına sarılan Elif, "Anneciğim ağlama" derken içim burkulmuştu. Fırat elimi bırakıp ellerini sertçe saçlarının arasından geçirip arkasını dönerken Bahar'ın yanına gittim. Elif'i kucağıma almak istediğimde karşı koymamıştı. Bahar'ın da elini tutup, "Gel odama götüreyim sizi. Biraz dinlenin. " dedim. Bahar elini tutan elimi sımsıkı tutarken, "Harun?" Dedi sorar gibi. Sesi ağlamaktan güçsüz ve tarazlı çıkıyordu. Hızla bize dönen Fırat, "Bak hâlâ "Harun" diyor!" Dedi sinirle. Karışmak istemiyordum ama Fırat'ın Bahar'ın üzerine bu kadar gitmesi canımı sıkarken, "Fırat tamam. " dedim gözlerinin içine bakarak. "Lütfen." Birşey demeyip arkasını dönerken salona doğru ilerledi. Bende yeniden Bahar'a dönüp, "İsterseniz bu gece burada kalın. Ben veririm bilgisayarı" dedim. Bence en mantıklısı buydu. Hem Bahar kendini biraz toparlardı. Hem de olaylar bu kadar sıcağı sıcağınayken aralarında gerçekleşebilecek herhangi bir tartışmanın önüne geçmiş olurduk. Şu halde Harun'un Bahar'ın üzerine biraz daha geleceği kesindi çünkü. Burda kalması zannımca daha iyi olurdu. Gerçi şimdide Fırat geliyordu ama onu bir şekilde dururabiliyordum. Bahar teklifime, "Hiç reddedemeyeceğim valla. İyi olur. " deyince onunda evden uzaklaşmaya ihtiyacı olduğunu anlamıştım. Gülümseyip tuttuğum elinden onu odama doğru yönlendirirken, "Gel hadi " dedim. Odama girdiğimizde ışığı açıp yatağa doğru ilerleyip Elif'i üzerine bıraktım. Bahar'a da elimle yatağı gösterirken, "Geç." Dedim. "Bende size temiz nevresim çıkarayım." Bahar yatağa oturduğunda kapı çalmıştı. Yeni nevresim almak için yöneldiğim dolaba giden adımlarımı durdurup Bahar'a döndüm. Gözlerindeki tedirginliği gördüğümde benimle aynı şeyi düşünüyordu. Harun gelmişti ve Fırat'la karşılaşmaları an meselesiydi. Bahar oturduğu yataktan kalkıp Elif'e, "Sen burada otur anneciğim tamam mı?" Dediğinde Elif başını sallamakla yetinmişti. Bahar'la birlikte, Bahar önde ben arkada, odadan çıktık. Salona girdiğimizde Fırat çoktan bilgisayarı alıp kapıya ulaşmıştı. Bahar hızla koşup abisinin kolunu tutarken bense odanın kapısının önünde durup karışmamayı seçtim. Tabii bir yere kadar. Eğer Fırat Bahar 'ı dinlemezse müdahale edebilirdim. Çünkü, yanlış anlamadıysam, Bahar hamileydi. Gözle görülür bir şekilde kilo almıştı ve karın bölgesinde, kilo denilemeyecek, bir şişlik vardı. Az önce koltuktan yanıma otururken ya da yatağa oturup yataktan kalkarken de karnını tutmuştu. Onun üzülmesini, özellikle de şu haldeyken, istemiyordum ve dediğim gibi Fırat Onu dinlemez de burnunun dikine gidip böyle öfke saçıp fevri davranmaya devam ederse buna göz yummazdım. Bahar kolundan tuttuğu abisinin önüne geçip, "Abi dur." Dedi. Ağlamaklı çıkan sesi bir parça telaşlı ve yorgundu. Fırat kapıyla arasında durup onu durduran Bahar'la duraksarken, "Çekil!" Diyerek kapıya doğru bir hamle yaptığında Bahar yine telaşla, "Abi nolur? Dur. " derken kapı çalmaya devam ediyordu. Fırat Onu durdurmaya çalışan Bahar'a, "Şimdiye kadar durdum! " dedi. Yüksek sesi öfke doluydu ve eminim kapının diğer tarafındaki Harun'da duyuyordu. "Bir kez olsun karıştım mı şimdiye kadar?! Seviyorum abi dedikten sonra bir daha açtım mı ağzımı?! Açmadım! Ama artık yeter! Kardeşimsin sen benim! Kimse öyle kafasına göre esip gürleyip bağıramaz sana! Şimdi çekil! Sokucam bu bilgisayarı o itin bir tarafına!" Fırat Bahar'ı kolundan tutup hafifçe ittirdiğinde yeniden kapının koluna yönelmişti. Bahar'ın bir eli karnına giderken gücü çekilmiş gibiydi. Gözünden yaşlar süzülüp dururken bulunduğum yerden hareketlenip hızlı adımlarla onlara doğru ilerledim. Bahar'ın yanından geçip Fırat'ın kapı kolundaki elini tuttup kapıyı açmasını engelledim. Bahar'ın ne hâlde olduğunu görmüyor muydu? Koruma iç güdüsüyle hareket ederken tek yaptığı Bahar'a zarar vermekti. Üstelik içeride Elif vardı. Böyle bağırış çağrış içinde, babasına edilen küfürleri dinlemek daha üç dört yaşlarındaki bir çocuk için nasıl bir travma olurdu, hiç mi düşünmüyordu? Fırat'ın öfkeyle alev alev yanan kara gözleri elini tutup Onu durduruşumla gözlerimi bulurken, "Hazan çekil!" Dedi. Gözlerini sinirle kapatıp açarken kendini sakin kalmaya zorluyor gibiydi. Bu olayın daha öncesi olduğu belliydi. Fırat'ın bu öfkesinin sadece bu ana ve bugüne olmadığı da aşikardı. Harun şimdiye kadar, az önce Fırat'ın söylediklerine de bakılırsa, birçok hata yapmıştı. Ama yinede her ne olacaksa Fırat karışmamalıydı. En azından bir yere kadar. Bu yüzden öfkeli gözlerine kararlılıkla bakıp bir kolumu yanımda başını önüne eğmiş içli içli ağlayan Bahar'ın beline sarıp destek olmaya çalışırken, "Çekilmeyeceğim" dedim. "Sıkıysa çek." Fırat gözlerime bakıp dilini sinirle ağzının içinde gezdirirken sert bir nefesi alıp verdiğinde dişlerini sıkarak, "Hazan!!" Diye gürledi. Sabrının sınırlarında gibi duruyordu. Kırmızı rengi görmüş bir boğayı andırıyordu. Hadi Bahar 1.75 ya da 1.80 boylarındaydı. Abisinin karşısında en azından boyuyla durabiliyordu. Lakin ben Fırat'ın karşısında fazlasıyla küçük kalıyordum ve "sıkıysa çek" derken neyime güvenmiştim bilmiyordum. Ancak yine de, "Ne Hazan?" Dedim. Gözlerim hâlâ gözlerinde bir elim hâlâ kapı kolundaki elinin üzerindeydi. "Biraz sakin ol lütfen Fırat. Görmüyor musun kız ne hâlde?" Fırat kapının kolundaki elini elimden sertçe çekerken işaret parmağıyla Bahar'ı gösterip, "Bu kız o herif yüzünden bu hâlde! " dedi. Alnında ve boynunda belirginleşen damarlar dişlerini sıktığı için seğiren çene kaslarıyla öfkesi çok büyüktü. " Sakinlik sınırımı da çoktan aştım. Şimdi çekil önümden! " Birkaç saniye Fırat'ın bu hâline bakakalsam da kendimi toparlayıp kapının kolundaki elimi çekerken, "Çekilmiyorum." Dedim inatla. " İçeride üç yaşında küçücük bir kız var. Babası hakkında hiç düşünmeden ileri geri konuşuyorsun. Bu yaptığın her ne olmuş olursa olsun ne kadar doğru sence? Ne yaptığının farkında mısın Fırat?" Değildi. Belki Elif'in yaşı küçük olduğu için olanları anlamadığını düşünüyordu. Ama yanılıyordu. Ben Elif'in buruk buruk bakan kara gözlerinden bunu anlayabiliyordum. Çocuklar anlardı. En azından hissederlerdi. Kendi çocukluğumdan biliyordum. Fırat sözlerimle duraksarken gözleri önce Bahar'ı sonra da kapısı aralık duran yatak odasını buldu. Birşeyleri idrak ediyor ya da yeni yeni fark ediyor olmalı ki gözlerinde öfke yerini bir parça afallamış bir ifadeye bırakırken yeniden bana döndü. Gözleri yüzümde ve gözlerimde gezinirken sertçe yutkunup birkaç saniye öylece durdu. Ardından da boştaki eliyle yüzünü sıvazlayıp bize arkasını dönerken sıkıntılı bir nefesi sert bir şekilde alıp verdi. Bense bir kolumu beline sardığım Bahar'a döndüm. Bir eli hâlâ karnındayken ıslak gözleri önündeydi. Bedenini bana yaslamış güçlükle ayakta dururken hafifçe içimi çekip, "Telefonunu ver Bahar" dedim. Bahar'ın yerdeki gözleri beni bulurken birkaç saniye gözlerime bakıp cebindeki telefonu çıkarıp bana uzattı. Ekran kilidini kaydırıp şifresiz telefonu açarken Harun'u arayıp telefonu kulağıma götürdüm. Fırat'ta bize dönmüşken gözlerimi Ondan çekip açılan telefondan, "Bahar?" Diyen Harun'un sesi duyuldu. "Hazan ben" dedim. "Eğer bilgisayarla acil bir işiniz yoksa yarın gelin lütfen. Bahar bu gece burada kalacak. " Harun telefonun diğer ucunda sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, "Tamam Hazan hanım. " dedi. Birşey söylemeden telefonu kapatıp Bahar'a uzattım. Bahar telefonu almak için hiçbir hamlede bulunmazken, "Gel Bahar" diyerek telefonun olduğu elimle bir kolunu tutup Onu yeniden odama doğru yönlendirdim. Bahar sarsak adımlarla benden destek alarak yürürken Fırat'ın gözü üzerimizdeydi. Ondan tarafa dönmek içimden gelmezken kapıyı ittirip Bahar'ı odaya soktum. Kapıyı kapatıp yatağın üzerinde öylece mahsun mahsun oturan Elif'e baktım. Kendi çocukluğuma kendi yalnızlığıma götürüyordu beni bu halleri. Usulca içimi çekip elimdeki telefonu komodinin üzerine koyarken Bahar'ı yorganı geriye doğru çekerek yatağa oturttum. Bahar sırtını yatak başlığına dayadığında ayaklarını tutup yatağın üzerine doğru uzatmasını sağladım. Yorganı bacaklarına örtüp Elif'i kucağıma alıp yatağın diğer tarafından dönerek Bahar'ın yanına oturdum. Gözlerimi göz yaşlarının kurumaya yüz tuttuğu yüzünde, abisi gibi kömür karası olan saçlarında ve gözlerinde gezdirdim. Bir eli öylece karnında dururken Ona biraz daha yaklaşıp bir kolumla Elif'i tutarken diğer kolumuda Bahar'ın omzundan dolayıp kendime çektim. Bahar bunu bekliyormuş gibi yatakta biraz aşağı doğru kayıp başını göğsüme koyarken alnını öptüm. "İyi misin?" Diye sordum usulca. Bahar derince içini çekip, "Sence Harun...beni gerçekten sevmiyor mudur?" Dediğinde sesindeki masum tını içimi titretmişti. Gözlerimde hafiften dolduğunda kirpiklerimi kırpıştırıp omzundaki elimi saçlarına çıkarıp severken, "Saçmalama Bahar" dedim. "Elbette ki seviyordur. Yani bence seviyor. Sizi çok fazla yan yana görme fırsatım olmadı ama gördüğüm o nadir anlarda birbirinizi ne kadar çok sevdiğinizi düşündüğüm anlar olmuştu. " Bahar bir kolunu karnımın üzerinden belime sararken Elif'te başını annesi gibi ince askılı yarım atletimin ve kısa kapşonlumun açıkta bıraktığı göğsüme koymuş annesini izliyordu. " Gerçekten mi?" Diye soran Bahar'la, "Gerçekten" dedim. Bahar, "Peki o zaman niye böyle davranıyor bana?" Dedi. "Çoğu zaman iyiyiz ama telefon ya da söz konusu bilgisayarı olunca çok kızıyor. Elif'e bile dokundurtmuyor. Yılda en az beş altı kez iki üç günlüğüne gidiyor. Ankara'ya diyor. İstanbul'a diyor. İşim var diyor. Ama sorunca ya seminer ya da tıp konferansı olduğunu söylüyor. Bir iki üç tamam ama artık...beni aldattığını düşünmeye başladım Hazan. " Hafifçe içimi çekip başımı Bahar'ın başına yasladım. Ne diyebilirdim? Ne söylesem rahatlardı içi? Bilmiyordum. Harun büyük ihtimalle VASÖ'nün çağırdığı toplantılara gidiyordu. Baştan Bahar'a bir ajan olduğunu söylemediği içinde böyle yalanlar uyduruyordu. Haklı ya da haksız diyemezdim ancak ortada bir suçlu arayacaksak bu VASÖ olmalıydı. Üyelerine özel hayat ve evlilik konusunda çok katı davranıyordu. Hayatlarımızda sevgi aşk gibi duygulara yer vermememizi söylüyor verirsek sonuçlarına katlanmamız gerektiğine dair tehdit ediliyorduk. Bu gibi duyguların bizi zayıf düşüreceğini, vatanımıza ve bayrağımıza karşı duymamız gereken sevgiyi körelteceğini, bize hatalar yaptıracağını ve yeri geldiğinde bize verilen ağır görevleri yerine getirmek istemeyeceğimizi çünkü sevdiğimiz kişiyi geride bırakmayı göze alamayacağımızı söylüyorlardı. Özellikle de Cihan abi bu konuda kendi hayat hikayesinden dolayı çok katıydı. Bir VASÖ ajanı olduğumuzu annemiz, babamız, kardeşimiz, eşimiz, dostumuz kimse bilemezdi. Buna rağmen VASÖ çağırdığı an iki elimiz kanda da olsa gitmek zorundaydık. Ailemize , eşimize söyleyeceğimiz yalanlar tamamen bize kalmıştı. Bu sebeple bir çok ajan evliyken boşanmak zorunda kalmıştı. Böyle bir durumda da VASÖ eğer boşanılan kişi kadınsa , çocuğu varsa devlet üzerinden her türlü maddi manevi tazminat ve desteği sağlıyordu. Ancak işin hiç duygusal tarafından bakılmıyordu. Aradaki aşk, sevgi, aile kavramı hiçe sayılıyordu. Şimdiye kadar bu durumu hiç düşünmemiştim lakin şuan hem Bahar ve Harun'u hem de Fırat'la kendimi düşününce bu durum fazla acımasızca gelmişti. Tamam bizim bir VASÖ ajanı olarak düşmanlarımız olabiliyordu. Cihan abi gibi bu düşmanlar ailemizi ve sevdiklerimizi kaçırıp, onlar üzerinden bizleri tehdit edip onları öldürebiliyordu. Bu ve buna benzer olayları birçok ajan yaşamıştı. Ama bence bunları yaşamamızın en büyük sebebi hem gizli bir kuruluş oluşumuz hem de ailelerimizi kendimiz hakkında bilgilendirmeyişimizdi. Ne düşmanlarımız kim olduğumuzu, nelere gücümüzün yetebileceğini biliyor ve bizden korkmaya gerek görüyordu ne de sevdiğimiz insan bizi tanıyıp bizimle olup olmamak konusunda buna karar verip, Harun'un yaşadığı gibi bir durum söz konusu olduğunda, bizi anlayabiliyordu? Bence bu konuşulması gereken bir konuydu. Gözlerimi beyaz tavanda gezdirirken birkaç saniyeliğine daldığım düşüncelerden sıyrılıp, "Öyle diyorsa öyledir." Dedim. "Dört yıldır evlisiniz ve anladığım kadarıyla bu hep böyleydi. Evliliğinizin başından beri seni aldatıyor olamaz ya Bahar. İşine ve kendini geliştirmeye fazla önem veriyor olabilir. " Saçmalıyor muydum? Bilmiyorum ama söyleyecek başka birşeyim yoktu. Bahar usulca burnunu çekip, "Bilmiyorum" dedi yorgun bir sesle. Sessiz kaldım. Söyleyecek birşeyim yoktu. Sadece Bahar'ın düşündüğüm gibi hamile olup olmadığını merak ediyordum. Sorup sormamak konusunda da kararsızdım. Bilmemi istese kendisi söylerdi. Sormamaya karar verirken, "Birşey ister misiniz?" Dedim. "Çay, kahve , sıcak çikolata ya da papatya çayı falan. Aç mısınız?" Bahar bana iyice sarılırken, "Hazan" dedi. Sesinde bir duygu yoğunluğu vardı. Omzunu elimle aşağı yukarı sıvazlarken, "Hı?" Dedim. Bahar derin bir nefes alıp , "İyi ki burdasın" dediğinde gülümsedim. "Şimdi anneme gitseydim iki saat bağırıp çağırır sonrada beni eve geri yollardı. Abim desen zaten hep çok sinirli. Gerçi onu da anlıyorum. Üzerinde çok baskı var. Herkes ondan birşeyler bekliyor." Duraksadı. Söylemesi gerekenden fazlasını söylemekten korkar gibiydi. "Neyse işte. İyi ki burdasın. " Dediğinde bunu içten söylediği belliydi. Birilerinin "iyi ki" si olmak güzel ve özel hissettirirken ne söyleyeceğimi bilemedim. O sırada Elif, "Ben sıcak çikolata istiyorum" demişti. Dudaklarımdan küçük bir kıkırtı dökülürken Elif'in annesi gibi siyah olan saçlarını öpüp, " Tamam. Birlikte yapmak ister misin?" Diye sordum. Elif'i belki biraz eğlendirebilirdim. Elif başını göğsümden kaldırıp gülümserken, "Olur" dedi tatlı tatlı. Bende Ona gülümsediğimde Bahar kızının saçlarını severken, "Bende bir papatya çayı alabilirim. " dedi. Ona da , "Hemen" diyerek yataktan kalkmak için Elif'le birlikte hareketlendiğimde Bahar başını göğsümden kaldırıp kolunu belimden çözerken yatakta oturur pozisyona geçti. Dizlerimin üzerinde doğrulup yatağın sonuna doğru ilerlerken, "Burada mı içersin yoksa içeride mi?" Diye sordum. Belki abisiyle karşılaşmak istemezdi. Bir ayağımı yere koyup yataktan inerken Bahar, "İçeriye gelirim ama sana birşey söylemek istiyorum" dedi. Komodinin üzerinde 22.16'yı gösteren saatteki gözlerimi Bahar'a çevirip, "Ne söyleyeceksin?" Diye sordum. Tahminimce hamile olduğunu söyleyecekti. Bahar kucağımdaki Elif'e bakıp, "Yalnızken söylemek istiyorum" dedi. Olabilirdi. Elif duyduğu şeyleri anlayıp başkalarına söyleyebilen bir çocuktu. Bahar yataktan kalkıp kucağımdaki Elif'i alırken, "Anneciğim sen dayının yanına gitsen olur mu?" Diye sordu. Elif, "Olur" derken Bahar Elif'i yere bırakıp, "Hadi bakalım" dedi. Bende Elif'in peşinden gidip kapı koluna boyu yetişmeyeceği için kapıyı açtım. Elif odadan çıktığında kapıyı kapatıp Bahar'a döndüm. Bahar gözlerime bakarak yatağa otururken bende yanına oturmuştum. Aramızda birkaç saniye süregelen bir sessizlik olurken Bahar düşünceli gözleri kucağındaki ellerindeyken öylece duruyordu. Bu hâli garip gelirken eğer düşündüğüm gibi hamile olduğunu söyleyecekse neden bu kadar düşünceli olduğunu merak ettim. Yine de bu sessizliği ilk bozan kişi olmak istemediğimden birşey söylemedim. Bahar ise sonunda gözlerini kapatıp açarak derin bir iç çekişin ardından bir eli karnına giderken, "Hamileyim." Dedi. Tahmin ettiğim gibi beklediğim şeyi söylemişti ancak bunu bu şekilde söylemesini beklemiyordum. Böyle sıkıntılı bir halin içinde değilde yüzünde en azından bir tebessüm varken söylemesi gerekmez miydi? Sonuçta hamileydi ve bu bir anne için güzel birşey olmalıydı. Öte yandan ise Bahar'ın bu hâlini garipserken ne söyleyeceğimi bilemedim. Tebrik etmem gerekebilirdi lakin Bahar'ın sıkıntılı yüz ifadesi beni bundan alıkoyuyordu. Sessizliğimi korumayı seçtim. Bahar gözlerini yüzüme çevirip tepkimi ölçmek ister gibi baktı. Yüz ifadem tepkisizdi. Sadece az biraz kaşlarım çatılmıştı. Bahar gözlerini yüzümde gezdirirken dilinin ucuyla alt dudağını nemlendirip dudaklarını birbirine bastırdı. Birşey söylemek istiyor ancak tereddüt ediyor gibiydi. Ne yapmam ya da nasıl davranmam gerektiğini düşünürken kucağımda ki ellerimden birini sırtına koyup sıvazladım. Dudaklarıma da hafif bir tebessüm kondurup gözlerine baktım. Bahar gözlerini yüzümden çekip önüne dönerken, "Neredeyse iki aylık olmuş." Dedi. Sesi de sıkıntılı bir hâl içerisindeydi. "İki hafta önce fark ettim. Kimseye söylemedim daha. Harun'a bile." Duraksadı. Gözleri hafiften dolarken alt dudağının içini dişledi. "Ben..." derken sertçe yutkundu. Ve, "İstemiyorum " dedi itiraf eder gibi. Birkaç saniye duyduğum şeyi idrak etmeye çalıştım. Kaşlarım yutkunmayı deneyip başaramazken biraz daha çatıldığında ne söyleyeceğimi yine bilemedim. Asıl bilemediğim böyle birşeye ne denebileceğiydi. Bahar'a kızamazdım. Üzerime vazife değildi. Onu herhangi birşey için destekleyip yönlendiremezdim. Çünkü her ne düşünüyorsa tasvip etmiyordum. Özellikle de annesinin doğurmak istemeyip düşürmeye birkaç kez de aldırmaya çalıştığı bir kız çocuğu olarak Bahar'a beklediği desteği bu konuda veremezdim. Keşke bana söylemeseydi. Gözlerimin içi cayır cayır yanarken titrek bir nefes çektim içime. Kehribar rengi harelerim Bahar'ın yüzünde öylece takılı kalırken bilinçsizce tırnak izlerimin olduğu sol elimi yumruk haline getirmiş sıkıyordum. "Neden?" Diye sormak isterken sesim çıkmayacakmış gibi hissettiğimden vazgeçtim. Bahar ise yerdeki beyaz halıya sabitlediği gözlerini bana çevirdi. Yine tepkimi ölçmek istercesine bakarken, "Bakma öyle" dedi titreyen ve ağlamaklı çıkan sesiyle. "Harun'da istemeyecek. Biliyorum. Ben Elif'e Harun 'la evlenmeden önce hamile kaldım. Sonrada karnım büyümeden alelacele evlendik. Harun Elif'i de istemiyordu. Şimdi aramız çok kötü. Abime öyle "seviyor" dedim ama..." derken odanın kapısı çaldı. Bahar hemen susarken gözleri korku, tedirginlik ve telaşla kapıyı buldu. Ardından yeniden bana dönerken kucağımdaki ellerimi tutup, "Hazan lütfen abim bu anlattıklarımı bilmesin " dedi. Sesi yalvarırcasına çıkarken birkaç saniye gözlerine bakıp başımı olumlu anlamda salladım. "Söylemem. Merak etme" dedim düz bir sesle. Bahar, "Teşekkür ederim " diyerek ellerini ellerimden çekerken derin bir nefes alıp oturduğum yerden kalktım. Kapıya doğru ilerleyip açtığımda karşımda Fırat vardı. Gözlerini yüzümde gezdirip anlık bir Bahar'a bakarken yeniden bana döndü. Sorgulayıcı bakışlarına eşlik eden çatık kaşları içten içe gerilmeme neden olurken Fırat, "İlaç saatin yaklaşıyor. İlaçlarını alda gel. " dedi. Tok sesi fazlasıyla ciddiydi. Başımı belli belirsiz sallayıp, "Tamam" dedim. Fırat'ı gerimde bırakıp ilaçlarımı almak için komodine yöneldiğimde Bahar'la göz göze geldik. Kendini toparlamış görünüyordu. Bense bilmiyordum. Bu konunun üzerine düşünmekte istemiyordum. Sadece ben yapamazdım. İçimde büyüyen bir cana kıymak... Gözlerimi Bahar'dan çekip komodinin çekmecesinden ilaçlarımı aldım. Kapıya yöneldiğimde Bahar, "Hazan ben papatya çayını istemiyorum. Zahmet etme. Biraz uyuyacağım. " dediğinde gözlerim onu buldu. Başımı olumlu anlamda sallayıp, "Tamam. İyi geceler" dedim. Kapının önünde beni bekleyen Fırat'a doğru yürürken gözlerine bakmamaya çalışıyordum. O ise öylece beni izliyordu. Kapının orda durup geriye dönerken, "Işığı kapatıyorum" dedim. Bahar, "Tamam" derken ışığı kapatıp kapıyı çektim. Salona girdiğimde Elif gri köşe koltukta oturmuş televizyonda çizgi film izliyordu. Hafifçe içimi çekip mutfağa doğru yöneldim. Fırat'ta peşimden geliyordu. Mutfağa girdiğimde yemek masasının üzerindeki dumanı tüten tavuk çorbasını gördüm. Elimdeki ilaçları masanın üzerine koyup otururken Fırat'ta yanıma oturmuştu. Gözlerim çorbada gezinirken hiç iştahımın olmadığını fark ettim. Yine de ilaçları içebilmek için yemem gerektiğinin bilincinde olduğumdan kaşığı elime alırken Fırat'a döndüm. Onun gözleri zaten benim üzerimdeyken, "Sen yemiyor musun?" Diye sordum. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp, "Yok. Ye sen." Dedi. Gözlerim Elif'i bulurken, "Elif?" Dedim sorar gibi. Fırat, "Sordum. İstemedi. " dediğinde birşey söylemeyip çorbadan bir kaşık alıp içtim. Evin içinde garip bir hava vardı. Ya da ben kendi içimdeki gariplikten dolayı böyle hissediyordum. Elif durgundu. Bahar üzgün ve huzursuzdu. Fırat içinde bastırdığı öfke yüzünden ketum bir hâl içerisinde ne bana dokunuyor ne de konuşuyordu. Ben... Bahar'ın söylediği o şeyin içimde bıraktığı tuhaf hissi yok etmeye çalışıyordum. Yarın dedem gelecekti ve ne yapacağımı bilmiyordum. Sabah Baran'ın otopsisi vardı. Sonuçları geç çıkacağı için yarından sonra ki Oğuz'un mahkemesine yetişmeyecek gibi duruyordu. Hüseyin denilen adamla bugün görüşememiştim ve yarın mutlaka görüşüp b planına geçmeliydim. Kısaca kafamın içi karmakarışık bir hâl içerisindeydi. Çorbamı kaşıklamaya devam ederken Fırat'ın, "Deden yarın kaçta gelecek?" Diye soran sesi kulaklarıma doldu. Önümdeki gözlerim Onu bulurken çatık kaşları yerli yerindeydi. Kara gözlerinde gözlerimi gezdirip, "Bilmiyorum" dedim. Bilmiyordum. Dedem kaçta geleceğini söylememişti. Fırat belli belirsiz başını sallamakla yetindiğinde önüne döndüm. Benden neden bu kadar uzak durduğunu anlayamıyordum. Belki Elif burada diyeydi. Ya da az önce kapının önünde onu kardeşinin yanında az biraz sesimi yükselterek uyardım diye de kızgın olabilirdi. Otuz yaşında adam nerede nasıl konuşup davranacağını benden öğrenecek değildi ya. Belki de fazla ileri gitmiştim. Üzerime vazife olmayan şeylere karışmıştım. Usulca yutkunup içimi çekerken Fırat'tan taraftaki kolumu masaya dayayıp başımı elime yasladım. Yüzümü görsün istemiyordum. Bana böyle sebebini bilmediğim bir şekilde uzak duruyorsa oturup beni izlemeyecekti o zaman. Çorbamdan bir kaşık daha alıp içtim. Fırat içine limon sıkmıştı. Dün istedim diye bugünde isteyeceğimi düşünmüş olmalıydı. Hâlbuki istemezdim. Ama sorun değildi. İçiyordum içerdim. Bir süre öylece çorbamı içtim. Ortamda televizyondan yükselen çizgi filmin sesinden başka bir ses yoktu. Hiç istifimi bozmadan çorbamı bitirmek üzereyken arada bir Elif'e bakıyordum. Az önce oturuyor olduğu koltuğa uzanmış bir elini çenesinin altına koymuş baygın bakan gözleri aheste aheste kapanıp açılırken uyumak üzereydi. Bu tatlı hâli beni gülümsetirken çorbamı bitirdim. Başımı yasladığım elimden kaldırıp kaşığı tabağa bırakırken ilaçlarımı elime aldım. Önümde dolu bir bardak su vardı. Hapları içip ilaçları kutularına geri koyarken gözlerim anlık bir Fırat'ı buldu. Dirseklerini masaya koymuş başını ellerinin arasına almışken öylece duruyordu. Birşey vardı. Fırat'ın hayatı da yolunda gitmiyordu. Bir derdi bir sıkıntısı olduğu belliydi. Bana anlatmıyordu. Anlatmazdı da. Önüme döndüm. Fırat'a sarılıp Onu göğsüme çekip saçlarını severek uyutmak istiyordum. Ama bana uzak oluşu cesaretimi kırıyordu. Gerçi Bahar'lar gelmeden önce bana "gel" demişti. "Gel öp, sarıl, dokun". Yapacaktım. Elif uyusun Fırat'ı öpüp saracaktım. Onun bana yaptığı gibi sımsıkı. Masadaki tabağı, kaşığı ve bardağı ses çıkarmadan toplayıp makineye dizdim. Mutfaktan çıkıp salondaki banyoya girerken dişlerimi fırçalayıp işimi hallettim. Salona geri döndüğümde Fırat yatak odasından çıkıyordu. Televizyon kapalıydı ve Elif koltukta yoktu. Sanırım Bahar'ın yanına yatırmıştı. Gözlerimiz birbirini bulduğunda Fırat bana doğru gelirken bende Ona doğru ilerledim. Aramızdaki mesafe tükendiğinde Fırat gözlerime uzun boyunun verdiği avantajla tepeden bakarken yine karşısında küçücük kalmışım gibi hissederken gözlerimi gözlerinden çekip duvardaki tuşa basarak salonun ışığını kapattım. Ayaklı abajur açık olduğundan evin içi tam anlamıyla karanlık değildi ve önümüzü görebiliyorduk. Fırat'a yeniden döndüğümde hâlâ beni izleyen çatık kaşlarının çevrelediği kara gözlerine kaçamak bakışlar atarken iki yanında duran büyük ve kaba ellerinden birini tuttum. Fırat elini tutuşumla büyük avucunda küçücük kalan elimi sımsıkı kavrarken ileriye doğru birkaç adım attım. Fırat'ı tuttuğum elinden çekerek gri köşe koltuğa doğru yönlendirirken O da bana ayak uyduruyordu. Koltuğun yanına gelip oturduğumuzda oldukça kısa olan şortumdan açıkta kalan dizlerim Fırat'ın dizlerine değerken bedenime yayılan sıcaklıkla içim bir hoş oldu. Titrek bir nefes alıp yutkunurken en ufak bir temasından bile etkileniyor oluşum bunu her fark ettiğimde garip hissettiriyordu. Birbirine kenetli olan ellerimiz Fırat'ın siyah eşofman altının sardığı kalın ve adeleli bacağının üzerindeyken bir süre öylece oturduk. Fırat baş parmağıyla usul usul elimin üzerini okşayıp severken bense gözlerimi evin içinde gezdirip duruyordum. Gergindim. Sebebini bilmiyordum ancak kendimi tuhaf hissediyordum. Bu tuhaflığın nedeni belki Fırat'ın bu sessizliği, bana uzak olduğunu düşünmeme sebebiyet veren ketumluğu ya da Bahar'ın bana anlattıklarını abisine söylememem için beni uyarışı olabilirdi. Fırat'tan birşey saklamayı sevmiyordum. Lakin Bahar'a verdiğim sözü elbette ki tutacaktım. Öte yandan Bahar'ın gerçekten bebeği aldırmayı düşünüp düşünmediğini, düşünüyorsa bunda ne kadar ciddi olduğunu merak ediyordum. Eğer bebeği aldırmaya kalkarsa VASÖ 'nün bundan anında haberi olur ve Harun'a haber verilirdi. Gerçi kanunen hastanenin bu gibi durumlarda bebeği aldırırken babanın da iznini alması gerekiyordu. Fakat Bahar bir doktor olarak bunu bir şekilde halledebilirdi. Kaldı ki Bahar'ın bebek olayını ben dışında kimseye söylemediği taktirde Harun bunu VASÖ 'den öğrenip Bahar'a birşey derse Bahar Harun'a bebek olayını benim söylediğimi düşünebilirdi. Bilmiyordum. Kafam allak bullak olmuştu. Bahar'la bu bebek konusunu konuşmam gerektiğini düşünüyordum. Herşeyden önce ortada bir can vardı. Gözlerim orta sehpanın üzerindeki Harun'un bilgisayarında gezinirken sıkıntılı bir şekilde iç geçirdim. Böyle Fırat'la uzak olmak hoşuma gitmezken Ona döndüm. Koltukta arkasına doğru yaslanmış, başını arkaya atmış, hiç düzelmeyen, çatık kaşlarının çevrelediği kara gözleri kapalıyken öylece duruyordu. Yakışıklı yüzü içimi titretirken bir gün Fırat'ı uyurken izlemeyi aklımın bir köşesine yazdım. Tabii Fırat'ı uyurken yakalamayı başarabilirsem. Kendimi oturduğum yerde geriye doğru çekip bacaklarımı yan bir şekilde koltukta toplarken sırtımı koltuğa yasladım. Gözlerim hâlâ Fırat'ın yüzünde gezinirken Ona doğru yaklaşıp başımı omzuna koydum. Gözlerimi kapatıp kokusunu derin bir nefes alarak içime çekerken aramızdaki sessizliği bozmaya cesaretim yoktu. Ne söyleyeceğimi ise zaten bilmiyordum. Şuan sevdiğim adamın ne düşündüğünü de bilmiyordum. Bu halinin , bu halimizin sebebi neydi? Az önce Bahar Fırat için, " Üzerinde çok baskı var. Herkes ondan birşeyler bekliyor." Demişti. "Herkes " dediği kimdi? Kim bu kadar baskı kuruyordu Fırat'ın üzerinde ya da Ondan ne bekliyorlardı? Bilmiyordum. Gerçi Fırat hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Sadece babasının hapiste olduğunu birde Dicle adında ölen ya da öldürülmüş olan bir ablası olduğunu biliyordum. Fırat bana kendiyle ilgili hiçbir şey anlatmıyordu. Kapalı bir kutu gibiydi. Bir an kendimi Fırat'a çok yabancı hissettim. Kucak kucağa oturduğum, dudak dudağa uyuduğum, hayatımı ve yatağımı paylaştığım bana dokunmasına izin verdiğim adamı doğru düzgün tanımıyordum. Tanısam, onun benden sakladığı şeyleri öğrensem Ona karşı hissettiğim duygularda herhangi bir azalma ya da eksilme olmazdı. Nasıl ki o beni herşeyimle her halimle seviyordu bende onu severdim. Ama bilmiyordum. Bana diyordu "aramıza ördüğün bir duvar var" diye ama kendi ördüğü duvarı gözü görmüyordu. Belki de benim yüzümden böyle oluyordu. Birlikte olduğumuz günden beri ne derdim bitmişti ne de sorunlarım. Sürekli ağlayıp zırlayıp duruyordum. Fırat elinde astım ilaçıyla peşimden gezip gözyaşlarımı silmekten, iyi olup olmadığımı sorup durmaktan, aç mıyım açıkta mıyım diye beni gözetmekten kendine fırsat bulamamıştım belki de. Fazla bencilce davranıyordum. O sırada saçlarımın arasına derin bir nefes alınarak kondurulan öpücükle kapalı olan gözlerim aralanmıştı. Bu öpücükle hafifçe içimi çekerken bacaklarımın üzerinde duran elimi Fırat'ın kalın ve kaslı olan koluna sarıp Ona iyice sokuldum. Saçlarımda ki dudaklar bu seferde alnımı bulup öperken Fırat, "Noldu?" Diye sordu fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle. Birşey yoktu. Ona böyle sarılıp sırnaşmam için illa birşey olması mı gerekiyordu? "Birşey yok" dedim usulca. "Sadece çok seviyorum seni." Alnımdaki dudaklar tenimden ayrılırken Fırat elimi bırakıp sarıldığım kolunu benden çekip başımı omzundan kaldırmama neden oldu. Ardından da kolunu omuzlarımın üzerinden sarıp beni göğsüne çekerken dudakları yeniden alnımı bulduğunda ,"Kurban olurum sana" dedi fısıltılı sesi yerli yerindeydi. Göğsündeki başımı hareketlendirip yüzümü sert bağrına gömüp kokusunu içime çekerek öptüm. Bir kolumu da karnının üzerinden beline sarıp gözlerimi kapattım. Fırat boştaki elini karnına sardığım kolumun üzerine koyup okşarken saçlarımın arasına küçük küçük kokumu içine çekerek öpücükler konduruyordu. Aramızdaki mesafeleri azda olsa yok edebilmek, Fırat'ın bana böyle dokunup, öpüp koklaması içimi sıcacık ederken defalarca yaptığım gibi kokusunu hafif hafif iç çekişlerle ciğerlerime hapsettim. O ise omuzlarıma sardığı eliyle bir yandan da saçlarımı seviyordu. Bir süre öylece kaldığımızda bağrına gömdüğüm yüzümü kaldırıp çenemi Fırat'ın göğsüne yaslarken niyetim gözlerine bakmaktı. Bana kızgın olup olmadığını merak ediyordum. Fırat saçlarımdaki dudaklarını çekip başını hafifçe aşağı doğru eğerek yüzüme bakarken kara gözleri her zerremde geziniyor, her zaman ki gibi, dudaklarımda takılı kalıyordu. Yüzüme doğru yaklaşıp burnumun ucunu öpüp kolumu okşayan elini önüme dökülen saçlarıma çıkarıp severek kulağımın arkasına sıkıştırırken alnını alnıma dayadı. "Noldu yavrum?" Dediğinde bu yakınlıkta gözlerine bakıp, "Kızgın mısın bana?" Diye sordum. Fırat'ın kaşları sorgularcasına çatılırken, "Niye kızgın olayım sana ortada hiçbir şey yokken?" Dedi. Dudaklarımı büzüp, "Ne bileyim bana biraz mesafeli davrandın az önce. Bende Bahar'ın yanında seni uyardım, üzerime vazife olmayan şeylere karıştım sende o yüzden bana kızdın sandım. Sonuçta koskoca adamsın. Nasıl konuşup davranacağını benden öğrenecek değilsin ya. " deyince Fırat alnını alnımdan ayırıp iyiden iyiye çatılan kaşları ve bir parçada kızdığını belli eden kara gözleriyle gözlerime bakıp, "Saçma sapan şeyler kurma kafanda" Dedi. Hafif sert çıkan tok sesi fazlasıyla ciddiydi. "Ne demek "üzerime vazife olmayan şeylere karıştım?" Sen benimle ilgili herşeye karışma hakkına sahipsin. İyi ki de uyardın durdurdun beni. Koskoca adamım ama ben anlamam öyle çocuk psikolojisinden, bir çocuğa nasıl davranılması gerektiğinden. Bir sorun olduğunda benim için esip gürleyip kavga etmekten başka bir çözüm yolu yoktur. Öfkemi kontrol edemem. Gözüm kimseyi görmez. Bir seni görüp duyabiliyorum. O yüzden artık bu koca adamın öfkesi sana emanet. Sen dur önünde. Dur ki yakmayayım bu dünyayı. " Belli belirsiz gülümseyip o çok sevdiğim kara gözlerine bakarken, "Senin öfken bir beni yakıyor. " dedim. "Başkalarına gelince ben önünde dururum ama bana gelince kim önünde duracak?" Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp, "Ben" dedi. "Sen bana ben sana emanetim bundan sonra. Seni koruyup kollayacak olan benim. Senin benden korunmaya ihtiyacın yok. Benim öfkem bir seni yakıyorsa bende bir sana yanıyorum. " dediğinde hafifçe içimi çekip alt dudağımı dilimin ucuyla nemlendirirken, "Peki ben emaneti olduğum adamı ne zaman tam anlamıyla tanıyacağım? " Diye sordum usulca. Fırat'ın kaşları sözlerimi anlamaya çalışır gibi çatılırken, "Bakma öyle " dedim. "Bana "saçma sapan şeyler kurma kafanda" diyorsun ama niye az önce benden uzak durduğunu söylemiyorsun. Belki de niyetin benden uzak durmak değildi ben öyle anladım. Belki hayatında olan sorunları düşünüyordun. Belki kafan başka şeylerle meşguldü. Ama sen bana bunları anlatmadığın sürece ben bilemem ki sana ne olduğunu. Bilemediğim gibi de kendi üzerime alınırım. Bu da benim değil senin suçun olur. " Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, "Hazan..." dediğinde sözünü kesip, "Bana diyorsun ama seninde kendinle benim arama ördüğün bir duvar var. Benim duvarlarım en azından şeffaf ve ardı görünüyor. Ben senin ördüğün kalın duvarlardan bazen seni göremiyorum. " Diye de ekledim. Madem artık işi ciddiye bindirip bana imam nikahı kıymayı düşünüyordu o zaman kendi de hepsini olmasa bile en azından ördüğü duvarların bir kısmını yıkmalıydı. Eğer altında kalmaktan korkuyorsa öyle birşey olduğunda O da suçu benim üzerime atabilirdi. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp yutkunurken derin bir nefes alıp gözlerini gözlerimden çekip evin içinde gezdirdi. Hafifçe içimi çekip yakışıklı yüzünü izlerken, "Neden korkuyorsun Fırat?" Diye sordum. Kaşları, yutkunurken sanki boğazında bir düğüm varmışcasına çatılırken çenemi göğsünden ayırıp kendimi geri çektim. Belindeki kolumu çözüp bedenimi Fırat'ın kollarından kurtarırken bana dönen kara gözler ne yaptığımı sorguluyordu. Ondan uzaklaştığımı düşündüğünü fark ettiğimde koltukta geriye yaslanıp bir kolumu, az önce onun bana yaptığı gibi, geniş omuzlarının üzerinden sarıp kendime çekmeye çalışırken gücüm yetmemişti. Fırat'ın öylece beni izleyen gözlerine bakıp, "Gelsene" dedim. "Benim gücüm yetmez sana. Bakıp durma öyle. " Fırat'ın dudakları sola doğru belli belirsiz kıvrılırken dediğimi yapıp oturduğu koltukta aşağı doğru kayarak üzerime eğildi. Diğer kolumuda boynuna sarıp koca adamımı göğsüme çektim. Başı lila rengi yarım atletimin ve kısa kapşonlumun açıkta bıraktığı çıplak göğsümü bulduğunda boynumla çeneme değen yumuşak kömür karası saçları, göğüs oluğuma vuran sıcak nefesiyle bedenimi bir sıcaklık sarmıştı. Belime sarılan kollarla saçlarını kokusunu içime çekerek öptüm. Fırat'ta göğüs oluğumu derin bir nefes alarak sıkıca öperken yanağımı, nane aromalı mentollü şampuanın buram buram kokusunun geldiği, saçlarına yasladım. Yumuşak saçları yüzümde hoş bir gıdıklanma hissi oluştururken omuzlarına sardığım elimle usul usul sırtını sıvazlıyordum. Boynuna sardığım elimin uzun ve ince olan parmaklarını da ensesinin biraz yukarısındaki, subay tıraşı olan saçlarının, en kısa olduğu yerlerde gezdirirken gözlerimi kapattım. Kendimi bu ana , Fırat'ın rahat durmayarak gerdanıma ve yarım atletimin yakasından taşan dolgun göğüslerimin dudaklarına değen etli kısımlarına emmekle öpmek arasında kondurduğu öpücüklere bırakmıştım. Ancak yinede konuştuklarımız öylece havada kalmasın diye, "Eğer senin hakkında öğreneceğim şeylerin beni senden uzaklaştırmasından korkuyorsan korkma" dedim. "Ben söz verdim sana "seni bırakmayacağım " diye. Verdiğim sözleri tutarım. Hem ben çok seviyorum seni. Tıpkı senin beni sevdiğin gibi her halinle seviyorum, severim de. Şimdi hazır hissetmiyorsan sonra anlat ama anlat Fırat. Bende seni tanıyayım artık. " Fırat sözlerimle göğsüme kondurduğu öpücükleri durdururken yüzünü bağrıma gömüp derin bir nefes aldı yine. Belime sarılı olan kollarını sıkılaştırıp, "Korkuyorum " dedi boğuk ve fısıltılı çıkan erkeksi sesi garip bir hâl içerisindeydi. "Korkunun ne demek olduğunu seni severken öğrendim ben. Ama hiç hoşlanmadım yavrum bu duygudan. Çok aciz hissettiriyor. Sözünü tut. Her ne olursa olsun gitme benden. Bu acizlikle baş başa bırakma beni. Senden sonrası diye birşey olmasın bir tek sen ol. Benim ol. " Fırat'ı daha sıkı sarmaya çalışırken, "Korkma " dedim. "Burdayım ben. Hep burda olacağım. Ve zaten seninim Fırat. Birlikte olduğumuz günden beri "benimsin benimsin" diyip duruyorsun ya zaten. " Aramızdaki bu hüzünlü hâli biraz olsun dağıtmaya çalışıyordum. Fırat böyle göğsüme kapanıp "gitme" deyince içime birşeyler olmuştu. İstesemde gidemezdim artık. Ki gitmeyi istemezdim de. Benim ait olduğum yer burasıydı. Fırat başını göğsümden kaldırıp boynumu öperken, "Benimsin" dedi. Sıcak nefesi tenimi yakıp geçerken birden oturduğu yerden belime sarılı olan kollarını çözmeden benimle birlikte doğruluğunda kapattığım gözlerimi hızla açıp, "Fırat" dedim hafif bir korkuyla. Boynuna ve omuzlarına sardığım kollarımı da iyice sıkılaştırıp Ona sımsıkı tutunmuştum. Fırat ise ayaklı abajura doğru ilerlerken yanağımı öpüp, "Şşş birşey yok. Korkma bebeğim" dediğinde, "Ya nasıl korkmayayım?" Dedim hafif bir sinirle. Sesimi de olabildiğince alçak tutmaya çalışıyordum ki Bahar ya da Elif uyanmasın. " Bugün iki oldu. Ani hareketler yapıp duruyorsun. Aklımı aldın. " Fırat abajuru kapatıp koltuğa doğru yönlendirirken her yer kapkaranlık olmuştu. Hiçbir şey göremezken birden garip bir şekilde korktuğumu hissettim. Fırat'a daha sıkı sarılıp sokulurken gözümün önüne bugün gördüğüm Baran'ın cesedi gelmişti. Bedenimden anlık bir ürperti geçerken Fırat kollarını sıkılaştırıp, "Korkma yavrum. Ben yanındayken korkma. Aklını yerim senin. " dedi. Boynumu ses çıkartarak öperken karanlıktan dolayı hiçbir şey görmesem de koltuğa uzandığımızı hissettim. Fırat beni içine sokmak ister gibi kendine bastırırken boştaki eliyle üzerimize örttüğü battaniyenin yumuşak tüylü kumaşı yüzüme değmişti. Bacaklarım Fırat'ın bacaklarının arasına düşerken bacaklarıma değen sertliğini de hissedebiliyordum. Fırat battaniyeyi üzerimize iyice örtüp beni sarıp sarmaladıktan sonra bir elini saçlarıma diğer elini de battaniyenin altından çıplak belime koyup sevmeye başladığında yüzümü boynuna gömdüm. Baran'ı hatırlayınca zihnimde Baran'ın öldüğünü Fırat'a söyleyip söylemek arasında git gel yaşarken bilemedim. Daha öncesinde Baran'ın Dilan'ı öldürdüğünü Ona söylemediğim için kızmıştı bana. Eğer yarın öbür gün Baran'ın öldüğünü de bir yerden duyarsa yine kızabilirdi. Hem belki Baran'ın öldüğünü duyunca biraz olsun içi rahatlardı. Söylemeye karar verip boynuna sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp sevdiğim adama biraz daha sokulurken, "Fırat'ım" dedim fısıltılı çıkan sesimle. Fırat Ona seslenişimle boynumu sıkıca kokumu derince içine çekerek öperken, "Oyyy Fırat'ın ölsün lan sana." Dedi dişlerini sıkarak dolu dolu. Bende onun boynunu sıkıca öpüp, "Birşey söyleyeceğim." Dedim. Kalçalarıma kadar uzanan saçlarımı seven el sırtıma sarılırken, "Söyle yavrum" dedi. Sesi hafif sorgulayıcı bir hâl alırken ciddileşmişti. Hafifçe içimi çekip yutkunurken, "Baran" dedim tereddüt ettiğimi belli eden bir sesle. Üzerinde uzandığım beden kasılırken Fırat'ın sert bir nefesi alıp verişi kulaklarıma dolarken bedenime sarılı olan kollar daha da sıkılaşmıştı. Öyle ki az biraz canım yanarken Fırat, "Öldüğünü biliyorum" dedi tok sesi bir parça sertti. Kaşlarım merakla hafiften çatılırken, "Nasıl? Nerden biliyorsun?" Diye sordum. Fırat başını iyice boynuma gömüp, "Feyzullah söyledi." Dedi. "O da senin gibi biraz olsun rahatlarım bu kadar sıkmam seni diye düşündü ama ikinizde yanılıyorsunuz. O itin ölmesi bana birşey ifade etmiyor. Yaşasaydı da dokunamazdı zaten sana. Benim bu konularda rahatlamam seni serbest bırakmam söz konusu bile olamaz. Çıkar aklından şu düşünceleri. " Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken bu şehrin tamamen Fırat'ın raddarında olduğunu bir kez daha anlamıştım. Feyzullah'ın Baran'ın öldüğünü bilmesi olağandı çünkü Baran'ı jandarmalar da dahil olmak üzere bütün polis teşkilatı arıyordu. Bu yüzden de Baran'ın öldüğü haberinin emniyet müdürlüğünden jandarma komutanlığına iletilmesi arama emrinin kaldırılması için gerekli birşeydi. Ancak jandarma komutanı olan Feyzullah'ın Fırat'ın çok yakın arkadaşı olması ve bazı bilgileri Fırat'a veriyor oluşu olağan değildi. Tamam kanunen bir sorun yoktu ama bu beni belki ilerleyen zamanlarda sıkıntıya sokabilirdi. Usulca yutkunup, "Birşey düşündüğüm yok. " dedim. " Sadece Baran, Dilan'ı öldürdüğünde sana söylemedim diye kızmıştın. Yine başka bir yerden duyup niye bana söylemedin deme diye haber vereyim dedim." Fırat kulağımın altını öperken, "Afferin sana. " dedi. "Saklama böyle benden hiçbir şeyi." Birşey söylemedim. Bazı şeyleri saklamak zorunda kaldığım anlar olduğu gibi daha çok kalacağım zamanlarda olacaktı. Uzun kirpiklerim Fırat'ın tenine sürtünürken gözlerimi kapatıp aklıma gelen bir soruyu sordum. "Feyzullah nerden biliyor peki senin beni bu konularda sıktığını?" Fırat kısa kapşonlumdan açıkta kalan omzumu kokumu içine çekerek öperken, "Bilmiyorum. Anlamış işte. Nasıl anladıysa? Seni ilk sevdiğimi anlayanda oydu. Bir Ona bir de Sado'ya anlattım zaten seni. İkisi kardeşten ötedir benim için. Feyzullah'ı biliyorsun zaten ama Sado'yla tanıştıracağım seni. Şu ortalık bir durulsun. " dediğinde şaşırmıştım. Fırat beni erkek arkadaşlarına mı anlatmıştı? Bu kadar kıskanç bir adam? Belli ki Feyzullah'a da O Sado dediği adama da fazlasıyla güveniyordu. "Sado kim?" Diye sordum. Merak ediyordum sevdiğim adamın arkadaşlarını. Fırat boynumda derin bir nefes alırken, "Amcamın oğlu. " dediğinde hafifçe gülümseyip, "Kuzenin yani" dedim. Fırat koklayıp durduğu boynumu öperken, "Ben anlamam yavrum öyle seylerden. Amcamın oğlu işte. " dedi. Yüzümdeki gülümseme genişlerken Fırat'a biraz daha sokulup sarıldım. Seviyordum bu hallerini. Bir ağırlığı, yaşının vermiş olduğu baskın, erkeksi sert bir karakteri vardı. Hoşuma gidiyordu. Herseyiyle. Fırat başını boynuma gömüp defalarca yaptığı gibi kokumu içine çekerek yattığı yerde diğer tarafa dönüp beni koltukla arasına alırken bacaklarımı yine bacaklarının arasına almıştı. Başım yastığa düşüp bedenime sarılı olan kollar iyice sıkılaşırken, "Böyle mi uyuyacağız?" Diye sordum. Neredeyse tamamen Fırat'ın üzerindeydim. Ben rahat ederdim ancak Fırat üzerinde bütün ağırlığımla yatıyorken rahat edemeyebilirdi. Canı yanardı. Bir yeri tutulurdu. Fırat başını biraz geri çekip yanağımı öperken gözlerime baktı. Yüzlerimiz arasında milimlik bir mesafe varken burunlarımız birbirine değiyordu. "Rahat edemedin mi?" Diye sorduğunda karanlıktan dolayı yüzünü doğru düzgün göremiyordum. Yine de sıcak nefesini dudaklarımın üzerinde hissederken, "Ben rahatım ama sen böyle rahat edemezsin. " dedim. "Bütün gece üzerinde olursam ağır gelirim sana. Canın yanar bir yerin tutulur. " Fırat'ın yüzüme iyice yaklaştığını dudaklarıma değen dudaklarından anlarken, "Kızım ben seni hissetmiyorum bile. Sen ne ağırlığından bahsediyorsun. " dedi. Dudakları konuşurken dudaklarıma sürtünüyordu. Fısıltılı çıkan erkeksi sesi güldüğünü belli ederken çatılan kaşlarımla, "Bir yerden sonra hissedersin ama" dedim. Dudaklarım Fırat'ın dudaklarına değerken içim bir hoş olmuştu. "Ayrıca yatamam ben seninle böyle. Sabah Bahar uyanır, Elif bizi böyle görür utanırım. Bırak." Sözlerimle birlikte Fırat'ın boynuna sarılı olan kollarımı çözdüm. Ellerimi onu kendimden itmek için göğsüne koyarken dudaklarımın üzerinde hissettiğim dudaklarla afallamıştım. Gözlerim hafif bir şaşkınlıkla büyürken Fırat dudaklarını az biraz geriye çekip, "Bende sensiz yatamam." Dedi fısıltılı ve boğuk çıkan erkeksi sesi içimde birşeyleri ateşe veriyordu. Midemin içi cayır cayır yanarken titrek bir nefes alıp yutkundum. Dudaklarıma değen dudaklar boynumu bulurken Fırat derin bir nefes alıp iyice üzerime abandığında, "Kokunu solumadan uyuyamam" dedi. Tenimdeki kor gibi dudaklar gözlerimin kapanmasına neden olurken yine Fırat'ın etkisi altına girmiştim. Niye bu kadar çok seviyordum ben bu adamı? Çıplak belimdeki büyük ve kaba el daireler çizerek, etimi sıkıp bırakarak tenimi okşarken Fırat, " O süt beyazı tenine dokunmadan, yumuşaklığını hissetmeden gözlerimi kapatmam. " dediğinde dokunuşlarından etkilendiğim için hızlanan nefeslerim kesik kesik bir haldeyken göğsündeki ellerimi sert bedenini okşayarak boynuna sardım. Fırat Ona dokunuşumla kasılırken boyuma küçük küçük iç gıdıklayıcı öpücükler konduruyordu. Belimdeki eli yarım atletimin ve kısa kapşonlumun içine girip sırtımı okşarken kapalı olan gözlerimi aralayıp yutkundum. Çünkü yine sütyen takmamıştım. Sütyenle rahat edemiyordum. Göğüslerim büyük ve dolgun olduğu için sütyen taktığımda gece yatarken canım yanıyordu. Bedenim Fırat'ın sıcak elinin tamda sütyen kopçamın olması gereken yerde gezinmesiyle kasılırken bedenimi saran ateşle iyice sokuldum sevdiğim adama. Bana böyle dokunmasından rahatsız olmuyordum ancak heyecandan nefesim kesiliyordu. Sırtımdaki el sanırım kasıldığım için yarım atletimin içinden çıkarken belime sarıldı. Fırat beni sanki mümkünmüş gibi iyice kendine çekip bastırırken göğüslerim sert bedenine tabiri caizse yapışmıştı. Göğüs uçlarımın kabarıp sızladığını hissederken boynumdaki dudaklar yanağımı bulmuştu. "Benim küçük kızım koynuma sütyen takmadan girecek kadar güveniyor muymuş bana?" Diyen fısıltılı sesi fazla boğuktu. Sözleri utanmama neden olurken başımı boynuna gömdüm. Güveniyordum. Ben istemediğim sürece bana dokunmayacağını, "dur" dediğim an duracağını, bana hiçbir şekilde zarar vermeyeceğini biliyordum. Fırat başını biraz daha geri çekip, bu karanlıkta birbirimizi göremesekte, yüz yüze gelmemizi sağlamaya çalışırken, "Getir bakayım dudaklarını" dedi. Sesinden bile etkileniyor olmam garip gelirken başımı boynundan kaldırıp yüz yüze gelmemize izin verdiğimde saniyesine dudaklarıma kapanan dudaklarla yine afallamıştım. İki dudağımı birden kavrayan dudaklar dudaklarımı emerken belimdeki el tenimi okşaya okşaya kalçalarımı bulurken Fırat eline tam oturan dolgun kalçalarımı usul usul severcesine okşuyordu. Dudakları anlık bir dudaklarımdan ayrılırken, "Acıyor mu hâlâ?" Diye sordu. Sıcak nefesi yüzümü yalayıp geçerken ne zaman kapandığını bilmediğim gözlerimi araladım. Kalçalarımı soruyordu. Bu hâl yine utanmama neden olurken Fırat'la böyle olmak hem güzel hissettiriyor hem de garip geliyordu. Daha iki üç hafta önce iki yabancı olduğum adamla sütyen takıp takmadığımı, avcuna alıp okşayıp sıktığı kalçalarımı konuşuyorduk. İçime titrek bir nefes alıp yutkunmaya çalışırken, "Acımıyor" dedim fısıltılı çıkan sesimle. Dudaklarım Fırat'ın dudaklarına değerken Fırat dudaklarıma bir öpücük kondurup geri çekilirken, "Acımasın" dedi. "Kurban olurum ben senin o güzel kalçalarına." Derince yutkunup başımı başka tarafa çevirirken boynuna sardığım kollarımı çözüp ellerimi göğsüne indirdim. Hiç iyi bir hâl içerisinde değildim. Utanıyordum, etkileniyordum, garip hissediyordum. Bütün duygularım birbirine girmiş gibiydi. Öte yandan çokta sıcak olmuştu. Bunalmıştım. Hafifçe içimi çekip gözlerimi kapatıp açarken Fırat yanağımı sıkıca öpüp, "Noldu yavrum?" Dedi. Kalçalarımdaki elini belime koymuştu. "Çok sıcak. Bunaldım." Dedim usulca. Fırat kendini geri çekip koltukta sırt üstü uzanırken benide az önce ki gibi üzerine almıştı. Battaniyeyi üzerimizden alırken, "İyi mi böyle?" Diye sordu. Boynuna düşen başımı kaldırıp karanlıkta zar zor görebildiğim kara gözlerine bakarken, "İyi ama çoraplarımı çıkarmam lazım. Bırak beni" dedim. Hem belki üzerimdeki kapşonlumu da çıkarırdım. Göğsündeki ellerimden destek alarak üzerinden kalkmaya çalışırken Fırat beni bırakmak yerine uzandığı yerden benimle birlikte doğrulup otururdu. Ardından da beni kucağında havalandırıp bacaklarına yan bir şekilde oturturken şakağımı öpüp ayaklarımdan birini eline aldı. Uzun, beyaz kedili çoraplarımı çıkarıp karanlıkta ne yaptığını tam olarak göremesemde iç içe sokup yere bıraktı. Ardından da elindeki ayağımı birden dudaklarına götürüp öptüğünde afallamıştım. Şaşkınlıkla, "Fırat Napıyorsun?" Dedim yüksek çıkmaması için dikkat ettiğim sesimle. Fırat ise elindeki ayağıma koklayarak ikinci bir öpücük daha kondururken, "Napıyor muşum?" Diye sordu. Sesindeki tını dişlerini sıktığını gösterirken coşkulu bir hâl içerisindeydi. Çatılan kaşlarımla ayağımı elinden çekmeye çalışırken, "Ya öpülür mü öyle? Bıraksana" dedim. Fırat belime sarılı olan koluyla beni kendine çekip yanağımı öperken, "Öpülür" dedi alnını şakağıma dayamıştı. "Niye öpülmesin yavrum? Ben senin her yerini öperim. Yerim kızım seni. Çok seviyorum lan!" Dediğinde hafif yüksek çıkan sesi gerilmeme neden olurken, "Fırat sessiz ol." Dedim hafif bir telaşla. "Bahar uyanıp bizi böyle görürse çok utanırım. " Zaten Fırat beni tek başına yeterince utandırıyordu. Yanaklarım kıpkırmızı olmuş alev alev yanarken evin içine hâkim olan karanlık oldukça işime geliyordu. Fırat alnını şakağımdan ayırıp boynumu öperken, "Görsün nolucak?" Dedi. "Seni böyle sevişimden mi utanıyorsun?" Boynumu Ondan geri çekip yüzüne bakmaya çalışırken, "Hayır" dedim. "Yalnız olsak sorun değil ama böyle olmaz Fırat. O yüzden ayrı yatalım. Sen böyle yat. Bende koltuğun L kısmında yatayım." Fırat elinde tutup üzerini okşadığı ayağımı bırakıp kolunu belime sararken, "Sen rahatsız mı oldun benden? " diye sordu birden. "Fazla mı dokundum sana? " Fırat'ın sözlerimi böyle anlaması beni afallatırken, "Hayır" dedim telaşla. "Öyle değil. Ben izin verdiğim için dokunuyorsun zaten. İstemesem izin verir miyim Fırat? Sadece ne bileyim ben böyle yarı çıplak, seninle kucak kucağa uygun olmaz. " Bedenime sarılı olan kollar beni göğsüne çekerken Fırat saçlarımı kokumu içine çekerek öpüp,"Sana dokunduğumda rahatsız olursan söyle" dedi sesinde garip bir hâl vardı. "Ben öyle tutamıyorum kendimi dokunuyorum sana ama istemediğin an durdur beni. Birkaç haftaya karım olacaksın bana alış diye uğraşıyorum. Her an tenin tenimde, yüzün yüzümde olsun istiyorum. Çok seviyorum seni ama bunaldığın an , seni sıktığım an söyle yavrum. " Sesindeki tını içimde birşeyleri sarsarken kucağımda duran ellerimi beline sarıp sevdiğim adama sarılıp, beyaz tişörtünün üzerinden bağrını kokusunu içime çekerek öptüm. "Rahatsız olmuyorum ki ben senden" dedim. "Heyecanlanıyorum sadece. Hiç daha önce ayrı yatalım dedim mi sana Fırat? Bu gecelik böyle olsun." Fırat beni daha sıkı sarıp alnımı öperken, "Heyecanını yesinler senin." Dedi. "Az önce de söyledim yavrum sana. Ben yatamam sensiz. Özellikle de bu gece hiç olmaz. Yarın deden gelecek. Bu gece son gecemiz. Benim seni öpüp koklamam içime sokmam lazım. Yolluk gibi düşün. Birkaç gün sensiz kalabilmem için bu gece seni içime hapsetmem lazım." O da haklıydı. Bende onu çok özleyecektim. Ama Bahar bizi böyle görürse utanırdım. Hele de Elif'in gördüğünü düşünmek bile istemiyordun ki gidip bir yerlerde gördüğünü anlatabilirdi. "Fırat olmaz " dedim itiraz ederek. "Utanırım " Fırat bıkkınca bir nefesi alıp verirken, "Ben seni kimse görmesin diye göğsümde saklarım" dedi. Dalga geçiyordu. " Zaten küçücük birşeysin görmezler merak etme." Çatılan kaşlarımla kendimi Fırat'tan geri çekip kollarımı belinden çözdüm. Hiçbir şey söylemeden Ondan uzaklaşıp koltuğun L kısmına doğru gitmek istediğimde Fırat belimdeki kollarını sıkılaştırıp beni kendine çekerken, "Şşş " dedi uyarıcı bir tınıda. " Ya bırak " dedim hafif bir sinirle. Madem o kadar küçüktüm bıraksındı. Hem neye göre kime göre küçüktüm. Beni askeriyedeki kadın askerlerle mi kıyaslıyordu? Onların hepsi yapılı kadınlardı. Eğer kendisiyle kıyaslıyorsa en az benim üç dört katımdı. Küçük olduğumun bende farkındaydım hatta bu bazen hoşuma bile gidiyordu. Ama sıkmıştı artık. Yok "küçücük birşeysin, yok seni hissetmiyorum bile " noluyorduk? Fırat beni iyice kendine çekip sımsıkı sararken dudaklarımı öpüp, "Noldu? Yine neye kızdı benim yavrum?" Dediğinde kolları arasında hareketlenip Ondan kurtulmaya çalışıyordum. "Yok birşey. Bırak " dedim. Sesim sözlerime nazaran birşeylere kızdığımı belli ediyordu. Fırat göğsünde onu ve koca cüssesini itmeye çalışan ellerimden birini tutup avuç içimi koklayarak öperken,"Bırakmam" dedi bastırarak. Dudakları teker teker parmaklarımı öpüp emmercesine ağzının içine alırken, "Ne tatlı birşeysin lan sen böyle?" Diyordu. "Minik ellerini yerim kızım senin. Fındığım, küçük kızım benim." Dişlerini sıka sıka, dolu dolu beni içine sokmak ister gibi sevişleri kızgınlığımı az biraz azaltırken elimi elinden ve dudaklarından çekmeyi denerken,"Bırak " dedim nazlı nazlı. "Zaten çok küçüğüm ya ben, hissetmiyorsun ya beni ha benimle yatmışsın ha bensiz. Ne fark eder ki?" Deyince Fırat elimi Ondan çekmeme izin vermezken parmak uçlarımı küçük küçük ısırıp hafifçe erkeksi bir şekilde güldüğünde, "Bir de gülüyor musun?" Dedim. "Hem benimle dalga geçiyorsun hem de gülüyorsun." Fırat parmaklarımı ısırmayı bırakıp avuç içimi öptüğünde elimi yeniden göğsüne bırakırken alnımı öpüp, "Dalga geçmedim yavrum. Olur mu öyle şey? " dedi. "Bu kadar küçük oluşun, kollarımda kayboluşun hoşuma gidiyor sadece. Hem sende farkındasın ne kadar küçük olduğunun. Özellikle de bana göre çok küçüksün yavrum. " Olabilirdi. Birşey söylemedim. Başımı başka tarafa çevirdiğimde Fırat saçlarımı öpüp koklarken, "Hadi gel. Uyutayım seni. Dün gecede hiç uyumadın zaten. Gel " dediğinde benimle birlikte koltuğa uzanmaya meyil etmişti. Kendimi geri çekip, "Dur " dedim. "Kapşonlumu çıkaracağım. Çok sıcak. " Fırat sözlerimle duraksarken elini benden önce kapşonlumun fermuarına götürüp aşağı doğru çekti. Fermuarı açıp kapşonu üzerimden çıkarırken ürpermiştim. O ise omuzlarımdan indirdiği kapşonluyla açıkta kalan omzularımı öpüp tenimi koklarken kapşonu tamamen çıkarıp karanlıkta herhangi bir yere koydu. Ardından da koltuğa uzanıp benide üzerine yatırdığında battaniyeyi alıp belime kadar örttü. Kollarını bedenime sarıp kollarımı okşarken saçlarımı öptü. Bende kollarımı boynuna dolayıp başımı göğsüne koydum. Gözlerimi kapatıp kendimi uykuya bırakmaya çalıştım. 💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧
|
0% |