Ambulansın hemen ardından hastaneye gelmiştik. Kadını muayene edip serum vermişlerdi. Kadının uyanması beklenirken Bahar içi rahat etmediği için pansuman yapmış olduğu yara yüzünden beni tomografi cihazına sokmuştu. Herhangi bir sorun çıkmamıştı. Sonrasında da ben kadın için hastanede kalacağımı söylemiş Bahar ise buna karşı çıkmıştı. En sonunda ben galip gelmiştim. Bahar'da benimle kalacaktı ama ev için aldığımız eşyaların eve gelmek üzere olmasıyla O eve gitmişti.
Bizimle beraber gelen Oğuz'da karargahtan çağrıldığı için yanımızdan çoktan ayrılmıştı.
Bense şuan hastanenin kasvet kokan, akşam üzeri olduğu için belki, sakinliği içimi üşüten bir koridorda karşımdaki beyaz duvarı izlerken kadının uyanmasını bekliyordum.
Hastaneler beni hep ürkütmüş ve babam öldükten sonra benim için yalnızlığı en derinden hissettiğim bir yer olmuştu. Çünkü babamdan sonra hastaneye hep tek başıma gelmiştim. Şimdi burada böyle tek başıma oturmak , bir beyaz duvarı dakikalardır izliyor olmak beni büyük bir karamsarlığa itiyordu. Kendi kendime kalmanın bana iyi gelmediği anlardan birindeydim. Ruhumun derinlerinde gömülü kalan mazi beynimi , zihnimi ve yüreğimi tarumar etmek için bugünü ve bu soğuk , ıssız fazlasıyla da sevimsiz hastane koridorunu seçmişti.
Altı yıl önce yine bir hastane odasında annemi beklerken annemin bana nefretle bakan gözleri ve gözlerine eşlik eden sözleri teker teker zihnimde canlanıp kulaklarımda çınladı. Benim yüzümden elinden kayıp giden şeyler olduğunu fütursuzca haykırırken, ne olduğunu dahi bilmediğim kayıplar yüzünden benim neler kaybettiğimin esamesi bile okunmadı.
Anne sevgisinin ne olduğunu bilmeden büyümemin, anneme kendimi sevdirmek için kendime verdiğim fiziki ve ruhsal yaraların, veli toplantısına gelmeyen annemi beklerken döktüğüm gözyaşlarının, ablamın, annemin ona olan sevgisiyle bana yaptığı nisbetlerin ve en önemlisi de öylece yitip giden çocukluğumun esamesi bile okunmadı.
Anneme ilk defa o gün sormaya cesaret edebilmiştim beni neden sevmediğini. "Tamam " demiştim " belki kardeşimin olayında suçluyum. Ama sen beni bugünden öncede birşeyler için suçladın. Bugünden öncede sevmedin. Neden anne? Ne beni senin gözünde bu kadar sevilmez kılan şey? " Diye tabiri caizse yıllardır içimde tuttuğum soruyu haykırmıştım.
Tek söylediği şu olmuştu; şimdi değil ama birgün söyleyeceğim. Ve sen o gün paramparça olacaksın.
Hiç paramparça olmamışım gibi şimdi değil ama birgün un ufak olacaktım. Annemin altı yıldır yüreğime ektiği bu kehanet yine zihnimin derinliklerinden çıkıp karşıma dikilmişti. Geçmişin bana hiç görünmeyen hayaletini annem birgün karşıma çıkaracaktı. Bu kehanet gerçekleştiğinde o hayaletle savaşabilecek miydim? Etrafa saçılan parçalarımı toplayıp yeniden hayata karışabilecek miydim? Bir umutsa yaşamak herşeye rağmen var olabilmek için bir umut bulabilecek miydim? Yoksa bende acılar ile yapılan savaşlarda kaybeden zayıf ruhlar gibi kendimi yok mu edecektim?
Bilmiyordum. Ve bu bilinmezlik beni korkutuyordu.
Hemşirenin
- Ayşe Gülseren'in yakını siz misiniz? Diye sormasıyla gözümden akan bir damla yaşı fark ettim. Sağ elimle o yaşı silerken hemşireye hitaben
- Ben sayılırım, dedim.
Hemşire gülümseyerek
- Kendisi uyandı. İsterseniz yanına geçebilirsiniz, dedi.
Başımı sallayıp teşekkür ettikten sonra oturduğum sandalyeden kalkıp koyu kahverengi tonlarındaki kapıyı sakince açıp içeriye girdim. Ayşe hanım halsiz gözlerle beni izliyordu. Yanına yaklaşıp "geçmiş olsun" diyerek baş ucundaki sandalyeye oturdum.
Zayıf çıkan sesiyle
- Sağolasın, dedi.
Tereddüt etsem de sol elimi solgun ve soğuk elinin üzerine koydum.
Hafif bir gülümsemeyle
- İyi misiniz? Diye sordum çekinerek.
Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
- Bahsettiğin iyilik fiziki iyilik midir yoksa ruhsal iyilik mi? Bilmem amma ikisi de pek umrumda değildir kızım.
Ben bugün iki yıldır görmediğim, kokusu burnumda tüten, hasreti yüreğimi dağlayan oğlumun vatan haini olduğunu öğrenmişim. Bu saatten sonra bana yattığım yer gül bahçesi, içtiğim su zemzem olsa da aman vermez.
Dolan gözlerimi odada gezdirdim. Stor perdenin izin verdiği kadar gördüğüm gökyüzü iyice kararmıştı. Pencerenin önünde bir insanın uyuyabileceği boyutta bir kanepe vardı. Ayşe hanımın yattığı yatağın karşısındaki televizyon kapalıydı. Yatağının sağında bir komodin solunda ise monitör vardı. Odada duyulan tek ses ise bu monitörden yayılan Ayşe hanımın kalbinin normal attığını gösteren sakin sesti. Kısaca kasvetli bir hastane odasında, birbirini yeni tanıyan iki kasvetli ruhun sessizliğe gömüldüğü bir akşam üzerine şahitlik ediyordu Şırnak.
Ve ben evladının vatan haini olduğunu öğrenen , aynı zamanda evladını kaybetmiş bir anneyle ne konuşulur bilmiyordum. Onu teselli edecek cümlelerim yoktu. Aslında onu bu hayatta anlayabilecek insanlardan biri olduğumu çok iyi biliyordum. Yine de sol elim Ayşe hanımın elinin üzerini bilinçsizce okşarken sessizliğin bizi çevrelemesine izin verdim.
Bir süre sonra odanın kapısı açılıp içeriye az evvel konuştuğum hemşire girdi. Nazik bir şekilde Ayşe hanımın halini hatrını sorup serumu kontrol etti.
- Serum bitince çıkabilirsiniz. Tekrar geçmiş olsun, diyerek odayı terk etti.
Ayşe hanıma
- Haber verebileceğimiz bir yakınınız var mı? Diye sordum.
- Yoktur. On iki yaşında bir kızım vardır. Yatalak. Onu da çarşıya gideceğim diye komşuma bıraktım.
Bir taksiyle dönerim ben. Sen beni dert etmeyesen.
- Olur mu öyle şey? Ben bırakırım sizi. Haber vermeyi isteyeceğiniz biri var mı diye sordum ben.
- Sen zahmet etme yavrum. Ben giderim, derken katı bir ses tonuyla
- İtiraz istemiyorum , dedim.
Yüzüme bakıp burukça gülümsedi ve
- Peki kızım, dedi.
Bende gülümsedim .
- O zaman siz dinlenin. Bende işlemleri halledeyim, diyerek odadan çıktım.
Kısa süre içerisinde çıkış işlemlerini hallettim. Ayşe hanımın kaldığı odaya doğru ilerlerken cebimde çalan telefonla duraksadım. Yine kayıtlı olmayan ama bu sefer farklı bir numaraydı arayan.
Yine aynı ses
- Afferin Asena. Görevini layıkıyla yerine getirdin, diyerek konuşmama fırsat vermeden telefonu yüzüme kapattı.
Derin bir nefes alıp geri verirken arkamdan gelen tanıdık sese döndüm.
Filiz 'di.
- Merhaba. Ben Ayşe hanımın durumu hakkında konuşmak istiyordum da...
- Benimle konuşabilirsiniz, dedim normal bir yüz ifadesiyle.
- Bir yakını olsaydı...
- Yok yani yokmuş. Bana söyleyin lütfen.
- Peki. Ayşe hanımın vitaminleri çok düşük. Vücudunda enfeksiyon var ama neyse ki hastaneye yatmasını gerektirmiyor. Ama ilerlerse gerekebilir. İyi beslenmesi ve çok fazla yorulmaması lazım. Anemi yani kansızlıkta var.
Kaşlarım çatıldı. Filiz'e yönelip gülümsedim.
- Bunları benimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Söylediklerinizi dikkate alacağım.
O da hafifçe gülümserken ellerini beyaz önlüğünün ceplerine koyarak
- Rica ederim , dedi ve siyah topuklu ayakkabılarının çıkardığı ses koridorda yankılanırken yanımdan uzaklaştı. Bende odaya girdim. Serum bitmişti.
Gülümseyerek
- Serum bitmiş. Hadi gidelim, dedim.
Ayşe hanım beni onaylarken yataktan doğruldu. Sonrasında başı dönmüş olacak ki yalpaladı. Hemen yanına koşarak koluna girdim.
- Siz oturun. Ben alırım paltonuzla baş örtünüzü.
Pencerenin önündeki koltuktan paltosunu alıp Ayşe hanıma giydirdim. O da baş örtüsünü takınıp ayağa kalkarken koluna girdim.
Yavaş adımlarla hastaneden çıkarken deri ceketimin cebinden arabanın anahtarını bulup çıkardım. Oğuz'un hastanenin açık otoparkına bıraktığı arabaya doğru ilerlerken
- İsterseniz siz burada bekleyin ben arabayı alıp geleyim, dedim.
Ayşe hanım
- Yok yavrum. Yürüyoruz işte. Hem bana da iyi geliyor. Sana da çok yük oldum, demesiyle
- Saçmalamayın. Yük olduğunuzu düşünsem yapmazdım, dedim.
O sırada arabanın yanına gelmiştik. Anahtarla arabanın kilidini açıp yavaşça Ayşe hanımı arabanın ön koltuğuna oturtup kapıyı kapattım. Kendimde şoför koltuğuna geçerken arabanın ısıtıcılarını devreye soktum. Hafiften yağmur başlamıştı. Sabah güzel bir hava varken, Şırnak sanki bugün yaşananlara eşlik ediyormuşcasına siyah bulutlara bürümüştü masmavi gökyüzünü.
Arabayı çalıştırmış sakin trafikte ilerlerken Ayşe hanıma evinin adresini sordum. Tarif ettiği adrese doğru arabayı sürerken sıkıntılı bir nefes aldım.
- Ayşe hanım, dedim.
- Ne hanımı kızım? Teyze diyesin, derken gülümsedim.
- Ayşe teyze...
- Söyle yavrum.
- Bugün çarşıda olanlar...yani benim orada yaptıklarım... özür dilerim.
- Ne özürü kızım? Anayım. Yüreğim yanmadı, içim acımadı desem yalan olur. Ama bilirim ki hak etmiştir. O yüzden özür dileme. Asıl ben özür dilemeliyim senden. Bir an analık duygularıma yenilip senin de o Mehmetçiklerinde canını tehlikeye attım. Kusura bakmayasan.
- Olur mu öyle şey? Ne kusuru?
Gülümseyip elini boşta kalan elimin üzerine koyup okşadı. Bende gülümsedim.
Ayşe teyzenin verdiği adresi çokta zorlanmadan bulmuştum. Tabii Ayşe teyzenin drektiflerinin bunda büyük katkısı vardı. Arabayı durdururken, gözlerim akşamın karanlığında, loş sokak lambalarının izin verdiği kadarıyla bu yıkık dökük sokak arasını tarıyordu. Ev demeye bin şahit isteyen harabe diyebileceğiniz yapılar bu sisli havada fazlasıyla izbe duruyordu.
- Burası mı? Dedim. Düz bir sesle. Ayşe teyzeyi rencide etmek ya da aşağılamak gibi bir niyetim yoktu ve her ne olursa olsun istemeyerek de olsa ona böyle birşey hissettirmek istemezdim.
- Burası, dedi ve emniyet kemerini açarak arabadan indi. Bende peşinden inerken yerlerin yağmurdan dolayı çamur olduğunu fark ettim. Sokakta hissedilir bir rutubet kokusu mevcutken bu hasta kadını burada hasta kızıyla nasıl bırakacağımı düşünüyordum.
Ayşe teyze muhtemelen sıcak arabadan indiği için üşüyen vücudunu paltosuna sımsıkı sarılarak ısıtmaya çalışırken, çatısındaki kiremitleri yer yer kırılmış, önceden sarı olduğunu düşündüğüm duvar boyası dökülmüş, tek sağlam denilebilecek yeri paslanmış demir kapısı olan eve doğru çamurlu yolda yavaşça ilerledi.
Peşinden gitmekten kendimi alamazken Ayşe teyze kapıyı çoktan çalmış kapıyı otuzlarının ortasında üzerinde kırmızı çiçekli basma eteği, kırmızı penyesi ve açık kahverengi örme yeleğiyle başındaki sarı yazmayı düzeltmeye çalışan esmer bir kadın açtı.
Kadın Ayşe teyzeyi görünce endişeyle
- Ayşe teyze nerede kaldın? Çarşıya gidiyorum dedin. Bu saat oldu gelmedin. Çarşıda bomba patlamış diye duyduk. Doğrudur? Sen iyisin?
Ayşe teyze bıkınca
- Doğrudur Dilan. Sen Zeynep'i getiriver. Sonra konuşuruz, dedi.
Kadın Ayşe teyzeyi onaylayan mırıltılar çıkartıp içeriye girerken içeriden bir adam çıktı. Kırklı yaşlarında olduğunu düşündüğüm bu adamdan hoşlanmamıştım. Üzerinde beyaz bir atlet , altında çizgili bir pijama vardı. Tepesi seyrelmiş saçları ve " pala bıyık" diye tabir edilebilecek gür bıyıklarıyla göbekli bir adamdı.
Ayşe teyzenin karşısında durmuştu. Ayşe teyzenin bu adamdan hoşlanmadığı belliydi. Onları iki metrelik bir mesafeden izliyordum .
Adam kaba sesiyle
- Nasılsın Ayşe hanım? Dedi.
Ayşe teyze memnuniyetsiz sesiyle
- İyiyim, Zeynep'i almaya geldim, onu alıp gideceğim, dedi.
Adam gevşek bir şekilde
- Ne bu acelen Ayşe hanım? Gel otur bizimle. Bir bardak çayımızı iç. Hem biz Zeynep'i kendi kızımız gibi severiz , dedi.
Ayşe teyze
- Sağolasın Baran. Başka zaman inşallah, diyerek adamı geçiştirdi.
Adam birşey söylemek için ağzını açtığı sırada tekerlekli sandalyede siyah saçlı, kahverengi gözlü dünyalar güzeli bir kız ile az önce adının Dilan olduğunu öğrendiğim kadın kapıda göründü.
Ayşe teyze
- Sağolasın Dilan. Hakkını ödeyemem , dedi.
Dilan ise mahçup bir şekilde
- Olur mu öyle şey Ayşe teyze? Benim çocuğum olmuyor zaten. Zeynep'le avunuyorum. Bana da iyi geliyor, derken adının Baran olduğunu öğrendiğim adam
- Ben dedim Ayşe hanıma " gel otur çayımız iç. Zeynep'i biz kızımız gibi seviyoruz" diye ama kabul etmiyor, diye lafa girdi. Adam okşamak için elini Zeynep'in saçlarına uzattı. Kızın gözlerinde bariz bir korku kol gezerken başını refleksle geriye çekti. Adam elini aşağıya indirip sararmış dişleriyle gülerken
- Yarın yine bizdesin ha Zeynep, dedi.
Zeynep korku dolu bakışlarını Ayşe teyzeye çevirirken Dilan
- Bırakırsın değil mi Ayşe teyze? Diye sordu. Zeynep'i çok sevdiği belli olan bu kadının böyle bir adamla birlikte olması üzücüydü.
Ayşe teyze
- Yarın için işim yok. Evdeyim. O yüzden bırakmam ama sen gelmek istersen gel Dilan, derken Zeynep'in mutlu olduğu parlayan gozlerinden belliydi.
Dilan Zeynep'in başını okşarken
- Gelirim tabii , dedi.
Ayşe teyze
- Biz gidelim artık, iyi akşamlar ,derken tekerlekli sandalyeyi kendine doğru çekti. Güçsüz ve halsiz olduğu için zorlanırken onlara doğru ilerlemeye başladım. Baran denilen adam
- Yardım edeyim Ayşe hanım, derken
- Gerek yok, diyerek yanlarına vardım.
Herkesin bakışları bana dönerken Ayşe teyze
- Sen gitmedin mi kızım? Diye sordu.
- Gidemedim, dedim sadece.
Adamın sapkın bakışları üzerimdeyken
- Siz evinize girebilirsiniz. Gerisini ben hallederim, diyerek tekerlekli sandalyede oturan Zeynep'i kucağıma alıp arabaya doğru ilerledim .
Ayşe teyze şaşkın sesiyle
- Kızım nereye gidersin? Diye sordu.
Olduğum yerde durup ona döndüm. Adam ve karısı da bu tarafa bakarken Ayşe teyzeye cevap verdim.
- Bana gidiyoruz.
Ayşe teyze daha da şaşırırken
- Kızım olur öyle şey? Dedi.
- Olur niye olmasın? Hastasın Ayşe teyze. Özür dilerim ama bu izbe yerde iyleşemezsin ve ben seni burada bırakamam. Gel kendini toparlayana kadar kal bende.
Kararsız gözlerle bakıyordu. Yeni tanışmıştık. Bana güvenmesi zordu belki de onun için.
- Tabii sana güvenemem dersen orası başka, dedim alıngan bir sesle.
Ayşe teyze telaşla
- Olur mu kızım öyle şey?
- E o zaman gel işte. Hem Zeynep içinde değişiklik olur.
Kucağımdaki kıza bakarken o da beni inceliyordu. Ona gülümsedim. O da gülümsememe karşılık gülümserken Ayşe teyzeye döndüm tekrar.
- Hadi ama Ayşe teyze. Eğer sorun gerçekten güvense savcıyım ben. Adım da Hazan Hilal Türkoğlu. İstersen TC 'mi de verebilirim, dedim.
Baran ve Dilan'ın gözleri hayretle büyürken Ayşe teyze de onlardan farklı değildi.
- Kızım sen savcısın?
Başımı salladım ve tekrar sordum.
- Geliyor musun Ayşe teyze?
Ayşe teyze onay almak ister gibi Zeynep'e bakarken Zeynep olumluca başını salladı.
Ayşe teyze gülümseyerek
- Sadece birkaç günlüğüne, derken bende gülümsedim ve arabaya doğru kucağımda Zeynep'le ilerleyip onu arka koltuğa dikkatlice yerleştirdim. Ayşe teyzenin elinden tekerlekli sandalyeyi alıp, katlayarak bagaja koydum. Ben şoför koltuğuna geçerken Ayşe teyze Zeynep'in yanına oturmuş kızına sımsıkı sarılmıştı. O an anladım " hayattaki herşey gibi iyi bir anneye sahip olmakta kaderdi". Arabanın ısısını artırıp bu izbe sokaktan geri geri çıkarken içim rahattı. Buradan tek başıma dönmüş olsaydım hiç olmayacağı kadar içim rahattı.
Arabadaki sessizlikle süren yolculuğumuza arabanın benzininin bitmek üzere olduğunu fark etmemle bir benzin istasyonunda kısa bir ara verdik. Yanımıza gelen görevliye
- Fulleyin lütfen, derken Zeynep'e dönüp " birşey ister misin? " Diye sordum.
Ayşe teyze
- Sağolasın kızım. Gerek yoktur, derken Zeynep'e baktım. Gözleri buruk bakıyordu. Bir çocuğun yiyeceklerle sınanması ne kadar adaletsizceydi.
Başımı sallayıp indim arabadan ve markete doğru ilerledim. Reyonlarda bulunan tüm abur cuburlardan alırken oyuncak reyonunda gördüğüm siyah saçlı, kahverengi gözlü ve pembe yanaklı bez bebek bana Zeynep'i anımsattı. Onu da alıp kasada ödemeyi yaptıktan sonra arabaya geçtim. Benzinin ücretini de öderken Zeynep ve Ayşe teyze aldığım şeylere hayretle bakıyordu. Arabayı çalıştırmadan önce arka koltuğa doğru dönüp bez bebeği Zeynep'e uzattım.
- Görür görmez bana seni anımsattı. Bu güzel bebeğin sahibi en az onun kadar güzel biri olmalı diye düşünerek sana aldım. Beğendin mi?
Zeynep gülümseyerek başını sallarken Ayşe teyze
- Ne gerek vardı kızım? Masraf etmişsin, dedi.
Hâlâ benim elimde olan bebeği Zeynep'in kucağına koydum . Zeynep'in gözündeki parıltıları, eline aldığı bebeğin siyah saçlarını okşarken ki gülümsemesini saniyelik izledim. Az önce o insanların yanındaki korkan kız değildi o. Korkunun yakışmadığı gözlerine fazlasıyla yakışan mutluluk parıltılarını Ayşe teyze mahcubiyetten görmüyordu.
Gülümsedim burukça ve Ayşe teyzeye dönüp
- Ne kadar gerek vardı bilemezsin Ayşe teyze, dedim.
~~~~~~~~~
Apartman görüş alanıma girerken gözüm binanın önünde Fırat'ın arabasına binmek üzere olan Fırat ve Bahar'a ilişti. Arabamın farları onların yüzüne vururken duraksayarak bu tarafa döndüler. Arabayı Fırat'ın arabasıyla burun buruna park edip arabadan indiğimde Bahar endişeyle yanıma gelip sıkıca sarıldı. Ne olduğunu anlamazken kollarımı Bahar'a doladım.
- Bahar ne oluyor?
Bahar bir hışımla benden ayrılırken
- Ne mi oluyor?! Hazan yaklaşık üç saattir sana ulaşamıyorum! Arıyorum açmıyorsun! En son abimle seni aramaya çıkıyorduk. Neredesin Hazan sen? İnsan bir haber verir.
Gözlerim Fırat'ı bulurken çatık kaşlarıyla ve sinirli olduğunu belli eden gözleriyle öylece bana bakıyordu. Gözlerimi ondan çekerken kendimi kötü hissetmiştim. Cebimdeki telefona bakarken kapandığını fark ettim. Mahcup bir şekilde
- Şarjım bitmiş. Özür dilerim, dedim.
Bahar
- Neyse iyisin ya önemli olan o , dedi.
Gülümsedim.
Bahar'ın bakışları arabanın içine kaydı. Arabanın içi aydınlık olduğu için Ayşe teyze ve Zeynep'i fark etmiş olacak ki şaşkın bir ifadeyle
- Onlar kim ? Diye sordu. Ayşe teyze ve Zeynep'e bakıp tekrar Bahar'a dönerken yüzümdeki gülümsemeyle
- Misafirlerim ,dedim.
Bahar anlamaya çalışır gibi
- Bu kadın , derken sözünü kesip
- Sonra konuşalım mı? Dedim ve arabanın kapısını açıp
- Gel Ayşe teyze , dedim.
Ayşe teyze Zeynep'e yönelirken
- Dur sen ben hallederim, diyerek Zeynep'i kucağıma aldım. Ayşe teyze de arabadan inip bagaja yöneldi ve tekerlekli sandalyeyi çıkardı. Arabanın açık olan kapısını ayağımla ittirerek kapatırken Bahar ve Fırat öylece bizi izliyorlardı.
Apartmanın girişinde merdiven olduğu için tekerlekli sandalyeyi kullanamazdık. O yüzden Zeynep'i kucağımda taşırken Fırat yanıma gelip
- Ver bana , derken kolunu Zeynep'e doğru uzatmıştı. Zeynep'i ona vermeye meyil ederken Zeynep bana sımsıkı sarılıp
- Hayır, dedi.
Sesinde sezinlediğim korku bana hiç memnun kalmadığım şeyler düşündürürken Zeynep'i iyice kendime çektim. Fırat çatık kaşlarıyla ellerini aşağı indirirken
- Tekerlekli sandalyeyi alabilir misiniz? Dedim. Aramıza koyduğum sizli bizli tavır fazlamıydı bilmiyordum ama ona sen diyebilecek samimiyete sahip olmadığımı düşünüyordum.
Yüzüme birkaç saniye çatık kaşlarıyla bakıp
- Alırız, diyerek Ayşe teyzeye doğru ilerledi. Bende apartmanın önündeki merdivenleri çıkıp asansörün önünde durdum. Bahar , Ayşe teyze ve Fırat'ta yanımda dururken kararsızdım. Benim ev büyük ihtimalle dağınıktı. Onları o karmaşaya sokmak istemiyordum. O sırada Bahar imdadıma yetişti. Dördüncü katın tuşuna basıp
- Bize gidelim. Hem annem seni merak ediyordu Hazan, dedi.
- Tamam , derken bir yandan da Ayşe teyze ve Zeynep'in rahatsız olmamasını diliyordum.
Asansöre binip dördüncü katta indik. Bahar kapıyı çalarken Ayşe teyzenin bana tedirgince bakan gözleriyle kesişti gözlerim. " Sorun yok" der gibi gülümsedim. Kucağımdaki Zeynep'in vücudu da gergindi. Elinde ona aldığım bebekle oynarken içimden gelen bir dürtüyle alnını öptüm. Başını kaldırıp gülümserken Canan teyze kapıyı açmıştı. Gözleri beni bulduğunda bana doğru atılıp sarılabildiği kadar sarılıp
- Ah kuzum! Aklımız çıktı. Neredeydin? İyi misin? Diyerek sızlandı.
Kendimi daha da kötü hissederken
- Özür dilerim, dedim mahcup bir sesle.
Canan teyze kucağımdaki Zeynep'i ve hemen solumda duran Ayşe teyzeyi yeni fark etmiş gibi gülümseyip hiç soru sormadan bizi içeri davet etti.
- Hoşgeldiniz ,buyrun.
Botlarımı birbirinin topuğuna basarak çıkartıp içeriye girdim. Diğerleri de benim peşimden içeriye girerken Ayşe teyze bekliyordu.
Ona gülümseyip
- Gel Ayşe teyze, dedim. O da gülümseyip yıpranmış ayakkablarını çıkartırken anlamıştım. Utanıyordu. Ona gelecek sorulardan korkuyordu. Şuan o izbe mahallede olmayı burada olmaya tercih edecek durumdaydı. Hemen aklıma koydum; biraz oturup üst katta çıkacak evi uyunabilecek hâle getirip onları kendi evime çıkaracaktım.
Canan teyze , Ayşe teyzeyi oturma odasına yönlendirirken Zeynep'in kulağına eğilip
- Tuvalete gitmek ister misin? Diye sordum.
Utana sıkıla başını salladı. Gülümsedim ve onu lavaboya götürdüm. Elini yüzünü yıkayıp işimizi hallettikten sonra oturma odasına geçtik. Herkesin bakışları bize dönmüştü. Zeynep'i Ayşe teyzenin yanına oturttum ve meraklı bakışlar daha fazla onları rahatsız etmesin diye kısa bir açıklama yaptım.
- Ayşe teyze ve Zeynep bir süre misafirim olacaklar.
Canan teyze
- Ya öyle mi? Dedi güler yüzle.
Bende gülümseyip
- Evet , dedim.
Canan teyze ayaklanıp
- E açsınızdır siz şimdi. Ben bir sofra kurayım, diyerek kimsenin itiraz etmesine izin vermeden salondan çıktı.
Bende Bahar'a dönüp
- Eşyalar geldi mi? Diye sordum.
- Geldi. Hepsini taşıdık eve. Yarın da bir temizlik yapıp yerleştiririz. Zaten ev temiz ama yine de bir üstünden geçeriz.
- Üstünden geçmeye gerek yok. Ben birazdan yerleştiririm eşyaları , dedim.
Bahar
- Olmaz öyle Hazan, diye itiraz etse de
" Olur" diyerek susmasını sağladım.
Bahar' da neden böyle birşey istediğimi anlamış olacak ki Ayşe teyze ve Zeynep'e bakıp
- Tamam o zaman. Bizde abimle sana yardım ederiz. Değil mi abi? Diyerek Fırat'a döndü.
Fırat'ın bakışları yine benim üzerimdeydi. Ama bakışlarında bu sefer bir değişiklik vardı. Siyah harelerinde bana bakarken oluşan pırıltıları anlamlandıramadım ya da anlamlandırmak istemedim, bilmiyorum.
Bakışlarını benden çekmeden
- Ederiz , dedi.
Ortaya bir " teşekkür ederim" diyerek önüme döndüm. Zeynep elindeki bez bebeğin saçlarıyla oynarken gözlerim Elif'i aradı. Görünürde yoktu. Gözlerim duvardaki saate kayarken saatin dokuzu geçtiğini gördüm. Elif muhtemelen uyuyordu. Yüzümü Ayşe teyzeye çevirdim. Yüzünü yere eğmiş mahzun bir şekilde duruyordu. Omuzları çökmüştü. Kim bilir neler düşünüyordu? Bugün olanları düşünüyor olması muhtemeldi. O evladını kaybetmiş bir anne idi. Evladının vatan haini olduğunu, onlarca insanın yaşamına kastettiğini görmüş olmak ve evladının böyle ölmesi kim bilir nasıl yaralıyordu içini?
O an Ayşe teyzenin bomba patladıktan sonra bayılmış olmasına şükür ettim. Benim gördüğüm manzarayı, evladından kopan o kolu görmemiş olması beni mutlu etti o an.
Elimi uzatıp Ayşe teyzenin sırtını okşadım. Temasımla bana dönüp burukça tebessüm etti. Ona aynı şekilde karşılık verdim.
Canan teyze ve Bahar sofrayı hazırlamışlardı. Yardım etmek için kalkmak istesem de Ayşe teyze ve Zeynep'i ilk defa geldikleri bu evde , salonda Fırat'la yalnız bırakmak istemedim. Onları rahatsız eden her durum beni de rahatsız ederdi.
Canan teyze
- Sofra hazır buyrun , diyerek bizi sofraya çağırırken Ayşe teyzenin sırtına dostça dokunup " hadi" dedim. O yerinden doğrulurken bende ayağa kalkıp Zeynep'i kucağıma aldım. Zeynep'i yemek masasında ki sandalyelerden birine oturturken, sofrada gördüğüm tavuk kızartması bana saçma bir şekilde canlı bombadan kopan kolu anımsattı. Midem kasılırken sofradakilerden izin isteyip lavaboya gittim. Elimle su alıp yüzüme çarparken birkaç kez peş peşe yutkundum. Aynadan yüzüme bakarken karşımda yorgun bir Hazan görmek beni pek şaşırtmamıştı. Kehribar rengi gözlerime bakıp burukça gülümsedim. Kahverengi saçlarımı elimle düzeltip,kızarmış yanaklarımı elimin tersiyle ısılatıp kurulladıktan sonra lavabodan çıktım.
Salona girdiğimde herkes yemeğiyle ilgilenirken Fırat'ın bakışları bana dönmüştü. Çatık kaşlarıyla yüzümü inceledi ve ben masaya oturana kadar da gözlerini üzerimden çekmedi. O an birşey hissettim. Tuhaftı. Sanki Fırat bana bu masada ki herkesten daha yakındı. Aramızda hiçbir diyalog geçmese bile o keskin bakışlarıyla zihnimi okuyabiliyordu. Hareketlerimden neyi neden yaptığımı anlıyordu. Ve ben bundan hiç hoşlanmamıştım.
Tek boş yer olan Zeynep'in yanına oturdum. Hiç iştahım yoktu ama önümdeki mercimek çorbasını bünyemin daha fazla zayıflamaması için kaşıklamaya başladım.
Sessiz sakin geçen yemek faslının ardından Bahar ve ben sofrayı toplamaya başladık. Canan teyze de , Ayşe teyze ile muhabbet etmeye çalışıyordu. Fırat'ta balkona sigara içmeye çıkmıştı.
Bahar'la bulaşıkları sudan geçirip makinaya dizdikten sonra çay suyu koyduk ve mutfaktaki masaya oturduk.
Bahar
- Çayı verip üst kata çıkalım. Ortalığa bir çeki düzen veririz. Yarında dip köşe temizlik yaparız , dedi.
Onu onaylarcasına başımı salladım.
- Sadece yatak odasını halletsek bu gecelik yeterli.
- Öylede biz nevresim takımı almadık. Neyse bizden hallederiz.
- Sağol Bahar.
Gülümseyerek
- Rica ederim, dedi.
O sırada kapı çaldı. Bahar kalkıp kapıya bakarken bende çayı demledim.
Necla hanımlar ailecek gelmişlerdi.
Bahar onları içeriye geçirip mutfağa geldi.
- Bir an abimi istemeye geldiler sandım, diyen Bahar'la hafif bir kahkaha attım.
Bahar'da gülerken
- Gülme Hazan. Ellerinde bir çiçek çikolata eksik, dedi. Dudaklarımı ısırıp gülüşümü bastırırken mutfağa Fırat girdi. Bize çatık kaşlarıyla bakarken Bahar'ın söylediklerini duymuş olduğu belliydi. Bahar gerilmişti. Bende Bahar'dan farksızdım.
Bahar hiçbir şey olmamış gibi
- Hazan fırının içinde senin dün yaptığın börekten vardı. Onu çıkartır mısın? Dedi.
- Tabii , dedim aynı sakinlikle fırına yönelirken.
Fırat hiçbir şey söylemeden bir bardak su içip mutfaktan çıkıp giderken Bahar'la göz göze gelip güldük.
Çayları ve böreği servis ederken salon sessiz ve gergindi. Dün akşam Necla hanımın söylediklerinin gerilimi hâlâ hissediliyordu.
Necla hanımın önüne çay koyarken Necla hanım
- Sağol kızım, dedi.
Gülümseyip
- Afiyet olsun, dedim.
Herkese çayını verdikten sonra başka boş yer olmadığı için Selim'in yanına oturacakken Fırat oturduğu tekli koltuktan kalkıp bana hitaben
- Buraya geç, dedi. Sesi sertti. Dediğini yapıp Fırat'ın kalktığı koltuğa oturdum. O da Selim'in yanına oturmuştu. Bir an göz göze gelince bakışlarının sertliğini kaldıramayıp gözlerimi kaçırdım. Karşımdaki koltukta oturan Filiz'e gözlerimiz kesişince kendimi kötü hissettim nedenini anlayamadığım bir şekilde. Belki de kendimi kötü hissetmemin sebebi Filiz'in gözünde gördüğüm kıskançlıktı.
Önüme dönüp çayımı yudumladım. Kimse konuşmuyordu. Ortamda sadece nefes alış veriş seslerimiz duyulurken Bahar yanıma gelip
- Biz artık üst kata mı çıksak? Ben çok gerildim, dedi.
Bende " olur" diyerek ayaklandım.
Bahar
- Anne biz Hazan'ın evine çıkıyoruz. Biraz eşyaları yerleştirelim dedik, dedi.
Canan teyze
- Kızım yarın yapardınız. Ne aceleniz var. Bu gece hep birlikte bizde kalırdınız, dedi.
- Çok sağolun ama yeterince zahmet verdim size, derken Canan teyze
- Ne zahmeti kızım? Olur mu öyle şey? Yinede nasıl rahat hissedeceksen öyle olsun, dedi.
Gülümseyip teşekkür ettim ve Ayşe teyzeye
- Siz biraz burada oturun ben birazdan gelip alacağım sizi, dedim.
Bahar'la üst kata çıkınca Fırat'ta peşimizden geldi. Bahar getirdiği paspasla yatak odasının zeminini temizledi. Fırat'ta çift kişilik yatağı odaya taşıyınca bana da Bahar'ın getirdiği nevresim takımını yatağa geçirmek kaldı.
Salona öylece bırakılan mobilyalara çeki düzen verip gri köşe koltuk takımını salonun ortasına yerleştirdik. Aldığımız halı ve orta sehpa da salonda yerini alırken ev az da olsa yaşanabilir bir hâl almıştı.
Canan teyzelerdeki bavullarımı ve gitarla sazımı da eve getirince Bahar ve Fırat'a teşekkür ettim.
Ayşe teyze ve Zeynep'i almak için aşağıya indiğimizde Fırat Zeynep'in tekerlekli sandalyesini aldı. Bende Zeynep'i kucağıma alırken yeni evimde ilk misafirlerimi ağırlamak güzel hissettirmişti.
Zeynep ve Ayşe teyze' yi odaya yerleştirdikten sonra Bahar ve Fırat'ı uğurladım.
Salondaki koltuğa oturduğumda ne kadar yorgun olduğumu fark ettim. Ruhum , bedenim ve benliğim çok yorgundu. Gece olup güneşin aydınlığı bile terk ederken bu şehri gün içinde unuttuğum dertlerim yine sarmıştı dört bir yanımı.
Ecrin , Salih eniştem, ablam, annem , Zeynep...
Zeynep.... İçine kapanık, erkeklerden korkan, çekingen , savunmasız Zeynep.
Ah Zeynep umarım düşündüğüm şeyleri yaşamamışsındır. Eğer yaşamışsan , eğer o adam sana dokunmuşsa, savunmasızlığından faydalanıp, ruhuna zarar vermişse andım olsun yerinden oynatırım bu Şırnak'ı.
Beynimdeki onlarca problemle baş edemeyeceğimi anlayınca oturduğum köşe koltuğa uzanarak uykuya sığındım. Yarın yine zor bir gün olacaktı. Bundan sonraki tüm günlerin olacağı gibi.
💧💧💧💧