Yeni Üyelik
51.
Bölüm

51. Bölüm

@yikim2024

******
Hakan Çınar adına hazırlanan belgelerin içinde bulunduğu siyah şeffaf dosyayı çekmeceden alıp masaya otururken Oğuz'un mahkemesine son 13 dakika kalmıştı. Belgeleri son kez kontrol edip emniyet müdürlüğünden Hakan Çınar'ı tutuklamak için bir polis ekibi çağırdım. Polisler gelene kadar mahkeme başlamış olacağından Hakan Çınar polisleri göremeyecekti ve bu da herhangi birşeyden şüphelenmesine mahal vermeyecekti.

Gözlerim masanın üzerindeki gümüş yuvarlak saatin, ağır ağır birbirini kovalayan, akrep ve yelkovanında gezinirken siyah deri eldivenimin sardığı elimin parmaklarıyla ahşap masada ritim tutuyordum. Saatin çıkardığı tik tak sesleri sanki kafamın içinde yankılanıyormuş gibi hissederken zaman yeniden oldukça yavaş bir hâl almıştı. Gergindim. Herşeyin başlaması ve birazdan olacakların hayata geçmesi için gereken vakit dolduğunda neyin nasıl olacağını kestiremiyordum. O mahkeme salonuna elimde bir tutuklama kararıyla değil bir iddaneme ile girecektim. Ardından bu iddaneme doğrultusunda elimdeki arama kararıyla Hakan Çınar'ı mahkeme salonundan alıp kendi odasına çıkaracak gelen polislerle birlikte odayı arayacaktım. Odada Atatürk tablosunun arkasına gizlediğim benim odamdan çalınan delillerin ve belgelerin birer kopyası mevcuttu. Onu bulduğumuzda Hakan Çınar'ı tutuklamak için elimde bir delilim olacaktı. Ancak bilmiyordum. Bu durum sadece Oğuz hakkında kesin hükmün verileceği mahkemenin belki en fazla bir hafta daha ertelenmesini sağlardı. Öte yandan Oğuz'la Hakan Çınar'ın işbirliği yaptığı düşünülebilirdi. Her türlü olasılığı, durumun öyle olmadığını bilsem dahi, objektif bir şekilde göz önünde bulundurmalı ve üzerime düşen sorumlulukları yerine getirmeliydim. Birazdan olacaklar beni her anlamda daha fazla zan altına sokacak bütün gözlerin üzerime çevrilmesine sebebiyet verecekti. Çünkü kendi kuzenimi kurtarmak için Hakan Çınar'a iftira attığımı düşünmeleri oldukça olasıydı. Oğuz tutuklandıktan hemen sonra üzerimde formalite icabı bir soruşturma varken Hakan Çınar'ın yürüttüğü Dilan Bekirhan davasını alışım, balistik sonuçlarıyla oynandığını iddia edişim, ki bunu kanıtlayabilirdim, çok dikkat çekecekti. VASÖ arkamda olmasa bu işin içinden çıkmam, Oğuz'u kurtarmam ya da şu hâlde hâlâ adliyede ve görevimin başında olabilmem mümkün değildi. Gerçi Oğuz'u kurtarıp kurtaramayacağımı bilmiyordum. Eğer Hakan Çınar es kaza sorgu sırasında bana işbirlikçilerinin adını vermez ya da herhangi bir itirafta bulunmazsa işim oldukça zordu. Veyahutta askeriyede devam eden soruşturma sırasında Tarık Güngör Kenan Karadağlı denilen itin aleyhine herhangi bir delil bulamazsa Oğuz'u kurtarmak iyiden iyiye olanaksızlaşırdı. Bilmiyordum. Ne yapacağımı biliyordum ancak bilmediğim şey yapacağım şeylerin beni neye ve nereye ulaştıracağıydı. İstediğim şeye ulaşmak içinse sadece sakin olmalı, birazdan Hakan Çınar için o mahkeme salonuna girdiğimde sözlerime dikkat etmeli ve yapacağım hamleleri iyi düşünmeliydim.

Oğuz'un mahkemesine son 3 dakika kala oturduğum yerden, derin bir nefesi içime çekerek, doğrulup siyah uzun kabanımı üzerime giydim. Masanın çekmecesine koyduğum silahımı alıp belime takarken siyah şeffaf dosyayı da elime aldım. Ve savaş meydanına gitmek için odadan çıktım. Evet bugün burası benim için bir savaş meydanıydı. Müdafaa etmem gereken şey ise Oğuz'du. Onu belki de sonsuza dek kaybetmiştim. Olabilirdi. Yenilgiler ve kaybedişler yabancısı olduğum şeyler değildi. Bir şekilde hayatıma devam edebileceğimi biliyordum. Hep etmiştim.

"Belki de kendimi kandırıyordum. Hep kandırdığım gibi..."

Merdivenleri zamanın geçmesi için ağır adımlarla inerken zemin kata varmıştım. O sırada adliye kapısından içeriye giren üç kişiden oluşan polis ekibi gözüme ilişti. Gözlerimi onlardan alıp davanın görüleceği mahkeme salonunun bulunduğu tarafa döndüğümde Fırat, dedem ve albay dışında herkesin orada olduğunu gördüm. Onlarda sanırım mahkemeyi izlemek için duruşma salonuna girmişti. Gözlerim tekrar polisleri bulurken onlara doğru ilerleyip karşılarında durdum. Elimi ekibin başında olduğunu düşündüğüm tahmini kırklı yaşlarında olan polise uzatıp, "Cumhuriyet savcısı Hazan Hilal Türkoğlu. Sizi ben çağırdım. " diyerek kendimi tanıttım. Polis memuru elimi sıkıp, "Komser Refik Yağcı. Memnun oldum savcım. " dediğinde ellerimizi ayırıp diğer polislere de başımla kısaca selam verip, "Gelin benimle." Dedim ve gözleri bizde olan Turan timinin önünde olduğu kahverengi tonlarındaki kapıya doğru ilerlemeye başladım.

Evet. Beklenen an gelmişti. Elimde rulo şekline getirip tuttuğum siyah dosyayı sıkarken derin bir nefes aldım. Mahkeme yeni yeni başlamış olmalıydı. Belki biraz daha beklemeliydim. Ancak sabrım yoktu. Her şey bir an önce olsun ve bitsin istiyordum.

Turan timi bana ve peşimden gelen polislere sorgulayıcı bakışlar atarken oturdukları siyah deri sandalyelerden doğrulup asker selamı verdi. Tek bir kişi hariç; o da Dilek 'ti. Ki bunun benim için bir önemi yoktu. Gerçekte benden hoşlanmadığını ve bana saygı duymadığını biliyordum. Şimdi bana gerçek olmadığını bildiğim bir saygıyı göstermek için selam vermemesi umrumda değildi.

Turan timine başımla selam verip mahkeme salonunun önünde adımlarımı durdurdum. Mübaşir'e hitaben, "Hakim beye haber verin. İçeriye girmek istiyorum. Önemli bir durum." Dedim. Mübaşir beni, "Emredersiniz savcım " diyerek onaylayıp kim olduğumu biliyor olmalı ki adımı sormadan kapıyı çalıp içeriye girdi. Kapıyı hafif aralık bıraktığında, "Sayın Hakim izninizle savcı Hazan Hilal Türkoğlu mahkeme salonuna girmek istiyor. Önemli bir durum varmış. Kendisi kapıda. " diyen sesini duydum.

Hakim, "Önemli olan durum neymiş?" Diye sorduğunda mübaşir, "Bilmiyorum sayın Hakim. Bana sadece içeriye girmek istediğini, önemli bir durum olduğunu ve size haber vermem gerektiğini söyledi. " dedi.

Hakimden bir süre ses gelmezken yanındakilerle istişare yaptığını düşündüm. Bu bekleyiş halihazırda gergin olan bedenimi daha da gererken Turan timinin üzerimdeki bakışları da daha fazla gerilmeme neden oluyordu. Hâlbuki bu andan zevk alacağımı düşünmüştüm. Eğer Oğuz'un gözlerinde beni affedeceğine dair en ufak bir kırıntı görebilmiş olsaydım belki de alırdım. Ama şuan zordu.

Hafifçe içimi çektiğimde hâkimin, "Çağır gelsin. " diyen sesi kulaklarıma doldu ve mübaşir dışarıya çıkıp sonuna kadar açtığı kapıdan eliyle bana yol gösterirken, "Buyrun sayın savcım." Dedi. Gözlerim açılan kapıdan kahverengi ahşap tonlarındaki mahkeme salonunu, ahşap tonlarındaki sandalyelerde oturan Fırat'ı, dedemi ve albayı buldu. Onlarla uzun bir göz teması kurmaktan kaçınarak arkamdaki polislere dönüp, "Burada bekleyin" dedim. Polisler, "Emredersiniz savcım" diyerek beni onaylarken mahkeme salonuna belimde silahla giremeyeceğim için silahımı polislerden birine verip, "Tutun şunu." Dedim. Az önce el sıkıştığım polis memuru silahı alırken içeriye doğru adımladım.

Mahkeme salonuna girdiğimde herkesin gözü üzerime çevrilirken sanık kürsüsünde duran Oğuz'da bana dönmüştü. Yeniden gözlerindeki öfke ve kızgınlığı görmeye cesaretim olmadığından gözlerimi hızla Ondan çekip Hakan Çınar'ın, hakimin, bir ağır ceza mahkemesi başkanının ve iki üyenin bulunduğu yüksek kürsüye çevirdim.

Mübaşir arkamdaki kapıyı çekip kapatırken Hakan Çınar bütün gerginliği ve öfkesiyle orada duruyordu. Hakimin ve diğerlerinin bana attığı sorgulayıcı bakışlar eşliğinde adımlarımı durdurup, "Duruşmayı böldüğüm için özür dilerim sayın hakim. Kürsüye yaklaşabilir miyim?" Dedim. Hakim ciddi bir tavırla, "Bir ağır ceza mahkemesini bölecek kadar acil ve önemli olan şeyin ne olduğunu söylerseniz elbette savcım. Sizi dinleriz." Dediğinde mahkemeyi bölüşümden rahatsızlık duydukları belliydi. Haklılardı. Bir savcının çok acil bir durum olmadığı sürece adalete, kanunlara ve asliye hukuk mahkemelerine saygı duyması, düzeni bozacak, adaletin yerine getirilmesini sekteye uğratacak herhangi bir davranışta bulunmaması gerekir ve beklenirdi. Ancak bilmedikleri birşey vardı ki suçu işleyenin yerinde suçu cezalandıran kişinin olması gerekiyordu. Yanlarında terörist olan bir savcıyla maalesef ki adaleti yerine getiremezlerdi.

Hakimi başımla onaylayıp elimdeki siyah dosyayı göstermek için havaya kaldırarak, "Savcı Hakan Çınar hakkında bilmeniz gereken şeyler var ve eğer kürsüye yaklaşıp size bu belgeleri göstermeme müsade ederseniz mahkemeyi böldüğüm için bana hak vereceğinizi düşünüyorum . " dedim. Cümlemin sonunda gözlerim savcı koltuğunda üzerinde, giymeyi asla hak etmediği, savcı cübbesiyle oturan Hakan Çınar'ı buldu. Bana her zaman olduğu gibi nefretle bakarken hakim sorgulayıcı bir hâl alan bakışlarıyla anlık bir Hakan Çınar'a dönüp, söylediklerim dikkatlerini çekmiş olmalı ki, "Buyrun savcım. Kürsüye yaklaşabilirsiniz. " dedi.

Usulca içimi çekip üzerimdeki bakışlar eşliğinde kürsüye doğru ilerledim. Salondaki herkesin gözünün üzerimde olması, özellikle de arkamda kalan Fırat'ın, dedemin ve albayın bakışlarının ağırlığını sırtımda hissedebiliyor olmak, gerginliğimi nedensizce artırıyordu. Oldum olası göz önünde olmaktan hoşlanan biri olmamıştım. Böyle anlarda her zaman fazlasıyla gerilir, asla yapmayacağım hataları yapabilir, zihnimle dilim arasındaki filtreyi koruyamayıp ne düşünüyorsam onu söylerken olmam gerekenden fazla dürüst davranabilirdim. Bilmiyordum. Sabahtan beri üzerimde hüküm süren bu gerginlikten, bir savcı olmama karşın mahkeme salonlarından, sanki sanık kürsüsünde duran Oğuz değilde benmişim gibi hissetmekten hiç hoşlanmıyordum. Yine de bunca hisse rağmen tepkisiz bir surat ifadesine sahip olabilmek güzeldi.

Hakan Çınar ise şu an yüzünden bana olan nefreti ve öfkesi okunabiliyorken sessizdi. Ama biliyordum ki bu sessizliği çok uzun sürmeyecekti.

Kürsüye yaklaştığımda kürsüyü yüksekte tutan üç basamaklı merdiveni çıkıp dosyayı hakimin önüne bıraktım. Ardından da merdivenleri geri inip dosyayı inceleyen hakim, ağır ceza mahkemesi başkanı ve üyelerde gözlerimi gezdirirken, "Önünüzdeki dosyada gördüğünüz üzere savcı Hakan Çınar hakkında başsavcının da onayladığı bazı iddalar var. Bunlardan biri benim iddialarım ve sunduğum deliller doğrultusunda başsavcı tarafından yazılıp ben ve diğer yetkili kişiler tarafından onaylanan savcı Hakan Çınar 'ın kendisinde olan Dilan Bekirhan davasının balistik sonuçlarıyla oynadığına dair yazılan iddaneme. Arşive kaydedilen balistik sonunucunda Dilan Bekirhan'ı öldüren suç aleti olarak gösterilen Arcus silahının mermi boyutuyla otopsi raporundaki Dilan Bekirhan'ın kafatasındaki mermi açıklığı birbiriyle uymuyor. Otopsi raporuna bakıldığında Dilan Bekirhan'ı vuran silahın daha küçük bir mermi çapına sahip olması gerekmekte. Bu da asıl orjinal balistik raporunda Dilan Bekirhan'ı vuran silahın Glock tabancası olduğunun yazılı olması nedeniyle Hakan Çınar'ın arşive kaydettiği raporun sonuçlarıyla oynandığını net bir şekilde gözler önüne seriyor. " Duraksadım. Hakimin ve diğerlerinin oldukça ciddi bir hâl alan gözleri dosyadan kalkıp beni bulurken ağır ceza mahkemesi başkanı, "Devam edin lütfen" dedi.

Başımla başkanı onaylayıp, " Bu şekilde bakıldığında olay çokta önem arz ediyor gibi durmayabilir ancak Dilan Bekirhan bir terör örgütü olan TKÖ'nün üyesi olan Baran Bekirhan'ın eşiydi. Baran Bekirhan önce benim tarafımdan tutuklanıp cezaevine götürülürken TKÖ militanlarının cezaevi nakil aracına silahla saldırmaları sonucu kaçırıldı. Bir süredir tüm polis teşkilatı tarafından aranan Baran Bekirhan'ın cesedi benim tarafımdan karısı Dilan Bekirhan'ın ölümünden bir hafta sonra evlerinin tavan arasında bulundu. Aynı tavan arasında siyah bir poşetin içinde Arcus silahı, Glock tabancası, bir iğne ve iplik bulundu. Yani kısaca Hakan Çınar'ın Dilan Bekirhan davasının balistik sonuçlarıyla oynarken TKÖ 'ye yardım ettiğini, birilerini koruduğunu bir diğer ihtimal olarakta Dilan ve Baran Bekirhan çiftini öldürdüğünü iddia ediyorum. " Dedim. Kendimden gayet emin bir tavır içerisindeydim ve bu hâl hakimin ve diğerlerinin birbirleriyle bakışmalarına neden olmuştu.

O sırada Hakan Çınar, "Saçmalık sayın hakim! Bu kadını neden dinliyorsunuz?! Mahkemeye devam edilmesini talep ediyorum!" Dedi. Hakim kaşları ciddiyetle çatık bir haldeyken sert bir sesle, Hakan Çınar'a dönerken, "Talebinizi reddediyorum. " dedi. Ardından bana dönüp, "Devam edin lütfen" derken iyi gidiyorduk.

Yeniden hakimi başımla onaylayıp, "Elinizdeki dosyada bulunan bir diğer iddaneme ise dün akşam saatlerinde ilçe emniyet müdürlüğüne gelip Hakan Çınar'ın benim odamdan çalınan TKÖ dosyasına ait dellileri çalarken gördüğünü söyleyen bir adama ait. Hüseyin Kırca adındaki bu adam delillerin çalındığı gün üçüncü kattaki kameraları yenileyen çalışanların içindeymiş ve Hakan Çınar'ı odama girip elinde birkaç evrak ve dosyayla geri çıkarken görmüş. Bu da az önce iddia ettiğim gibi Hakan Çınar'ın TKÖ 'ye yardım ve yataklık ettiğini kanıtlar nitelikte. Tekrarlıyorum; Hakan Çınar'ın TKÖ denilen örgüte üye olduğunu, Dilan ve Baran Bekirhan cinayetinde parmağı olduğunu ve odamdaki delilleri çalanın bizzat kendisi olduğunu iddia ediyorum. Bu adamın bu davadan çekilmesini arz ediyorum sayın hakim. "

Sözlerim bittiğinde Hakan Çınar Hüseyin Kırca'nın adını duyduğu an daha fazla gerilen yüz ifadesiyle oturduğu yerden kalkıp sinirle gülerken, "Peki ben bu davadan çekilince davanın başına siz mi geçeceksiniz savcım?! " diyen sesi mahkeme salonunda duyuldu. "Ah pardon! Geçemezsiniz! Çünkü bu dava zaten sizden alınıp bana verildi. Neden? Durun ben cevap vereyim! Siz arkanızdaki sanık kürsüsünde duran Oğuz Hacıoğlu'nun kuzenisiniz. Ve şu an üzerinizde Oğuz Hacıoğlu'yla olan akrabalık ilişkinizden dolayı sizinde bir terör örgütü şüphelisi olabilme ihtimalinize karşı açılan bir soruşturma var. " Duraksayıp bendeki gözlerini hakime ve diğerlerine çevirirken devam etti. "Bu da bizi tek bir sonuca götürür. O da ; kuzeninizi korumak için bana iftira atıyor ve adaleti yanıltmaya çalışıyorsunuz. Bu sebeple bende savcı Hazan Hilal Türkoğlu 'nun kuzeni Oğuz Hacıoğlu'nu korumak için üzerime iftira attığını, yalancı şahit tutup sahte balistik raporu düzenlediğini iddia ediyorum sayın hakim. Öte yandan kendisinin üzerinde bir soruşturma varken hâlâ görevinin başında oluşunu doğru bulmuyor arkasında güçlü makama ve mevkiye sahip insanların olduğunu iddia ediyor sanık Oğuz Hacıoğlu'nun salı günü görülmesi gereken davasının ortada hiçbir sebep yokken perşembe gününe atılmasından savcı Hazan Hilal Türkoğlu 'nun ve arkasındaki güçlerin parmağı olduğunu düşünüyorum. Gereğinin yapılmasını arz ediyorum sayın hakim. "

Hakimin sorgulayıcı bakışları bu seferde beni bulurken, "Doğru mu?" Diye sordu. Hakan Çınar'daki gözlerim hakimi bulurken rahat bir tavırla, "Hangisi?" Dedim. Hakimin sorgulayıcı bir hâlde çatık olan kaşları daha derinden çatılırken, "Dalga mı geçiyorsunuz savcım?" Dediğinde başımı olumsuz anlamda sallayıp, "Hayır" dedim. " İddia edilen şeyler arasında tek doğru olan sanık Oğuz Hacıoğlu'nun akrabam olması ve üzerimde, henüz aleyhime hiçbir delil bulunamayan, bir soruşturmanın bulunmasıdır. Diğer iddiaların hepsi adı üstünde iddia sayın hakim. Hepsini reddediyorum. " dedim. Kabul etmeliyim ki Hakan Çınar iyi çıkış yapmıştı. Beklediğim birşey olduğundan üzerimde fazla bir etki oluşturamamış olsa da hâkimin ve en önemlisi ağır ceza mahkemesi başkanının kafası karışmış gibi duruyordu.

Hakan Çınar yeniden söze girip, "Ya sizin söyledikleriniz ne savcım? Onlarda sadece birer iddiadan ibaret değil mi? Bir deliliniz ya da herhangi bir dayanağınız var mı? Yoksa sadece sizi benden üstün kılan benim sözlü iddialarıma karşı sizin kendi iddialarınızı kağıda döküp birilerine imzalatmış olmak mı?" Dediğinde gözlerim onu buldu. Birkaç saniye öfkeyle parlayan gözleriyle yüzüme bakıp kendini savunmak için ne kadar agrasif bir tavır sergilediğinin farkında olmayan bu şerefsize bakıp hafifçe içimi çekerken sakinliğimi ve rahatlığımı koruyarak, "Dilan Bekirhan'ın balistik sonuçlarıyla oynadığınıza dair delilim var. Diğer olay hakkında yok ama bu olmayacağı anlamına gelmez. Ve şunu da söylemeliyim ki diğer savcılarda iş nasıl yürür bilmiyorum ancak ben birşey iddia ediyorsam bu sadece bir iddiadan fazlasıdır. Ben boşa sıkmam savcım. " dedim. Kendimden ve ne yaptığımdan emindim. Bu da Hakan Çınar'ın fazlasıyla gerilmesine neden oluyordu. Ben gerginliğimi dizginleyip sakin kalabiliyordum ancak Hakan Çınar git gide öfkeleniyordu. Bu durumda bana Hakan Çınar'ın gizlemek istediği bir açığının fazla açıkta olduğunu düşündürmüştü. Birşeyler için önlem almaya vakti olmamış gibi görünüyordu. İşime gelirdi.

Hakan Çınar birşey söylemek için ağzını açarken hakim araya girip, "Tamam. " dedi. " Sizin kavganızı dinleyecek değiliz. Savcı Hazan Hilal Türkoğlu, Hakan Çınar'ın kuzeninizi korumak için kendisine iftira attığınız iddialarına açıklık getirmenizi istiyoruz. Bu ağır bir suçlama. "

Başımı olumlu anlamda sallayıp, "Olabilir " dedim sakin bir sesle. Bu tepkim ve cevabım hakim ve diğerlerini anlık bir afallatırken ağır ceza mahkemesi başkanı, "Ne dediğinizin farkında mısınız?" Diye sordu. Sert bir üslubu vardı.

Aynı sakinlikle, "Farkındayım. Olabilir. " dedim. "Sizde taktir edersiniz ki mantıklı bir iddia. Böyle bir tabloda insanın aklına ilk gelecek ihtimallerden biri. Ama ben bir savcıyım. Tabi Hakan Çınar 'da öyle ancak şunu gözden kaçırmış olmalı ki eğer üzerine iftira atıyor olsaydım başsavcının ve diğer yetkili kişilerin onayını almam oldukça güçtü. Öte yandan sahte balistik raporu düzenlediğimi iddia ederken sizlerin yıllardır icra ettiğiniz mesleklerinizi de zan altında bırakıyor çünkü bunca yıllık hakimsiniz. Sahte ve orjinal raporu ayırt edemiyor olmanız beklenemez. Ayrıca kendisi de benim arkamda güçlü mevki ve makamlara sahip birlerinin olduğunu iddia ederek üzerime iftira atıyor. Sanıyorum ki kendisi de bu iddiasını kanıtlayamaz. Ve şunu da söylemeliyim ki eğer iddialarının arkasındaysa benimle birlikte gelip, kanunlar ne diyorsa onlara uyup, kendini öyle savunup suçsuzluğunu kanıtlayabilir. Eğer korkup çekinecek birşeyi yoksa hemen şimdi elimdeki arama kararıyla odasını ararken bana eşlik edebilir. Buyurmaz mısınız savcım?"

Gözlerim öfkeden dişlerini sıkan Hakan Çınar'ı bulurken belli belirsiz gülümsedim. Beni oyuna davet eden oydu. Şimdi çekilecek miydi? O şansı çoktan kaybetmişti.

Hakan Çınar sert bir nefesi alıp verirken, "Bu kadın...bu kadın çok tehlikeli biri sayın hakim! " dedi. İşaret parmağıyla beni gösteriyordu. Elinin titrediğini fark ettim. Hâlbuki ne kadar şerefsizin teki olsa da cesur biri olduğunu düşünmüştüm. Yanılmışım. Olabilirdi.

Yüzümdeki küçük gülümseyi yok edip ciddi bir surat ifadesine bürünürken öylece Hakan Çınar'ın verdiği tepkileri izledim. Eğlenceliydi. Ve haklıydı. Tehlikeli biriydim. Vatanıma, bayrağıma, kardeşime el uzatan herkes için fazlasıyla tehlikeli biri.

Hakan Çınar sözlerine, "Bu kadın sıradan bir savcı değil." Diyerek devam etti. "Arabamın altına GPS yerleştirip beni takip ediyordu. Odama da böcek yerleştirdi. O bahsettiği Baran Bekirhan'a işkence etti. Meslek hayatında bir adamı öldürmüşlüğü bile var bu kadının. Hatta kendisi söylüyor "ben hiçbir zaman kanunlara tam olarak uyan bir savcı olmadım " diye. Asıl bu kadının olması gerekiyor o sanık kürsüsünde. Belki de kuzenini bile kendisi bu suçları işlemeye azmettirdi. Kendisinin mahkeme salonundan atılıp duruşmanın devam etmesini talep ediyorum sayın hakim. "

Bir yerde bazı farelerin ateşin sıcaklığını hissettikleri anda önlerinde ateşten uzaklaşmalarını engelleyen ne varsa paramparça ettiklerini duymuştum. Hakan Çınar'da şu an o fareler gibiydi. Ancak beni parçalamak isterken kendisini alaşağı ediyordu. Daha müsait bir yerde ve daha az ciddi bir ortamda olsaydım şu haline kahkahalarla gülebilirdim. Belki de gülemezdim. İşimin başındayken güçlü bir kadın kendi keder dolu hayatımda ise güçsüz küçük bir kıza dönüşüyorken bazı şeylere nasıl tepki vereceğimi kestiremediğim anlar oluyordu.

Yeniden hakimin ve diğerlerinin sorgulayıcı bakışlarının hedefi olurken sıkılmıştım. Bu işin bu kadar uzaması saçmaydı. Derin bir nefes alıp verirken, "Sayın hakim tüm bu iddiaların hepsini reddetmekle birlikte Hakan Çınar'a sormak istediğim birkaç soru var. Ardından da kendisini alıp buradan gitmek istiyorum. Müsaadenizle." Dedim. Hakim beni başıyla onaylayıp, "Buyrun" derken teşekkür edip Hakan Çınar'a döndüm. Ve konuşmaya başladım.

"Öncelikle sakin olun ve birazdan geri kalkmak zorunda kalacaksınız ama isterseniz oturun. Şu an suçsuz olduğunu iddia edip iftiraya uğradığını söyleyen birine göre fazla agrasifsiniz. Size iddialarınız doğrultusunda sormam gereken birkaç soru var. Onlarda şu ki yapmadım ama hadi yaptım diyelim; eğer arabanıza GPS takıp odanıza böcek yerleştirmiş olsaydım bunun sebebi ne olurdu? Sizce odanıza böcek yerleştirip sizi takip ederek elime ne geçerdi? Yoksa benim ya da birilerinin duymaması gereken konuşmalar yapıp illegal işler çevirip bir savcı olarak sizi takip etmemi gerektirecek yerlerde birileriyle mi buluşuyordunuz? "

Hakan Çınar derince yutkunup, "Hayır " dedi. Başımı olumlu anlamda sallayıp, "Peki hadi kötü olan tarafın ben olduğumu düşünelim size şimdiye kadar bir zararım dokundu mu? Ya da sözde sizi takip edip dinlediğime göre hazırladığım iddianamelerde bunları destekleyen birşey var mı? Ve merak ettiğim birşey daha madem ben sizin odanıza böcek yerleştirip aracınıza GPS taktım sizde bunu biliyordunuz. Neden gerekeni yapıp beni şikayet etmediniz? Az önce bana iddialarımın arkasını doldurmak için delilim olup olmadığını soruyordunuz. Eğer beni böyle şeylerle suçluyorlarsanız sizinde bir deliliniz olmalı. Var mı?" Dedim.

Hakan Çınar gözlerime nefretle kilitlenmiş bir şekilde bakarken, "Yok. Ama siz çok tehlikeli birisiniz ve bir savcısınız. Bir suç işlerken arkanızda delil bırakmayacak kadar zeki olduğunuz ise su götürmez bir gerçek." Dediğinde "öyle mi?" Der gibi kaşlarımı havalandırıp, "Yani kendinizin benim gibi bir savcı olmanıza rağmen suç işlerken arkada delil bırakacak kadar aptal olduğunu mu söylüyorsunuz? " diye sordum. Hakan Çınar sinirle gerilirken, "Sakin olun " dedim. "Ben hiçbir zaman vatanımın, bayrağımın ve devletimin karşında olmayı düşünmedim. Eğer düşünmüş ve bunu bir kereye mahsus yapmış olsaydım bile bu er ya da geç ortaya çıkardı. Bende tamda sizin istediğiniz gibi bugün burada sizin karşınızda olmazdım. Ayrıca madem bir suç işleyip arkada delil bırakmayacak kadar zeki biri olduğumu düşüyorsunuz o zaman neden az önce size oldukça kolay bir şekilde anlaşılabilecek bir iftira attığımı, sahte evrak düzenlediğimi ya da Baran Bekirhan 'a , ne sebeple böyle düşündüğünüzü açıklamadınız ancak, işkence ettiğimi, meslek hayatımda öldürmemem gereken birini öldürdüğümü ve bunları oldukça açık bir şekilde yaptığımı söylediniz? Sizce de kendinizle çelişmiyor musunuz? Öte yandan bunları şu an dile getiriyor oluşunuz şimdiye kadar tüm bunlara sustuğunuz gerçeğini değiştirmez. Kaldı ki ben "kanunlara tam olarak uymayan" bir savcı olarak hiç bir davamda yanlış yapmadım. Sanırım beni kötü gösterdiğinizi falan sanıyorsunuz ancak kendi bacağınıza sıktığınızı bilin isterim. "

Elinde tuttuğu kalemi öfkeyle sıkan Hakan Çınar birkaç saniye gözlerime bakıp, "Neyse ne! " dedi. Zannımca sesinin tonunu ayarlamakta güçlük çekiyordu. " Elinizde bir tutuklama kararı olmadığı sürece beni buradan alamazsınız! Davamı baltalamanıza ve isteğinize ulaşmanıza izin vermeyeceğim!"

Bıkkınca bir nefesi sesli bir şekilde alıp verirken başımı hafif sola doğru eğip kürsüye doğru birkaç adım ilerledim. Hakan Çınar'ın gözlerinin içine bakıp, "Ağlayacaksanız oynamayalım." Dedim.

Hakan Çınar öfkeyle solurken ne dediğimi anlamıştı. Yine de saldırıya geçmek için harekete geçerken hakime dönüp, "İşte bu kadın için her şey bir oyun sayın hakim! Yüce adaletin ve sizlerin huzurunda nasıl konuştuğunu görüyorsunuz! Müdahale edin!" Dediğinde sahnede tirat atan bir oyuncu gibiydi. "Adalet" kelimesi ise dilinde fazla eğrelti dururken gerçekten sıkılmıştım. Üstüne üstlük ilaç saatimde geçiyordu. Gözlerim bileğimdeki siyah saatte gezinirken bunu fark etmiştim.

Gözlerimi saatten çekip başımı eğdiğim yerden kaldırırken bana bakan tahmini kırklı yaşlarının sonunda sakalsız yüzündeki kırışıklıkları, o kırışıklıklardaki mesleği sebebiyetiyle sert olma çabasını ve ortası seğrelmiş kırlaşmaya yüz tutan saçlarının bulunduğu yuvarlak yüzlü hakimle göz göze geldim. Elindeki kalemle oynarken bir cevap vermemi bekliyor gibiydi. Ancak gözlerinde ki bir ifadeden rahatsız olmuştum. Sanki beni ciddiye almıyor gibiydi. Hakan Çınar'ın Oğuz'un kuzenim olduğunu söyleyip onu korumak için kendisine iftira attığımı iddia edişinden beri üzerimde gezinen bu ve ağır ceza mahkemesi başkanı dışında üyelerinde gözlerinde buna benzer bakışlar görmek canımı sıkıp sinirlenmeme sebep olurken sakinliğimi korumaya çalışıyordum.

Yarım deri eldivenlerimin sardığı ellerimi yumruk haline getirip açarak esnetirken, "İlk olarak ne adalete ne de sizlere karşı saygısızlık yapmak gibi bir derdim yok." Dedim. Yoktu. Aslına bakılırsa ne adalet ne de, Oğuz ve Fırat dışında, bu salonda bulunan kimse umrumda değildi. İçim sıkılıyor bu mahkeme salonu beni boğuyormuş gibi hissederken buradan bir an önce çıkıp gitmek istiyordum. Tabi Hakan Çınar denilen itle birlikte.

Hafifçe içimi çekip sözlerime, "Bu işi bence şu an burada en çok ciddiye alan kişide benim. " diyerek devam ettim. "Çünkü Hakan Çınar'ın da dediği gibi benim için her şey bir oyundan ibarettir ve ben oynadığım bütün oyunları ciddiye alırım. Öte yandan yaklaşık on dakikadır bu mahkeme salonundayım ve hiçbiriniz elinizde başsavcı onaylı bir iddianame ve soruşturma belgesi mevcut olmasına karşın Hakan Çınar'a mahkeme salonunu terk edip benimle gelmesi gerektiğini söylemediniz. Aramızda geçen konuşmayı dinleyip yer yer soru sormak dışında hiçbir şey yapmıyorsunuz. İşinizin tartışan savcıları dinlemek olduğunu sanmıyorum sayın hakim. İşimi yapmama engel olduğunuzun umarım farkındasınızdır. "

Sözlerim bittiğinde iki şeyi anlamıştım. Birincisi sakin olmaya çalışırken bunu beceremiyordum. İkincisi ise bu sözlerim "sayın hakimi" kızdırmıştı.

Hakim gözlerime sert bir ifadeyle bakarken, "Haddinizi aşmayın savcım." Dedi katı ve sert bir sesle. "Karşınızda sizden makam ve mevki olarak yüksek biri duruyor. Bunun bilincinde olun. Öyle sanıyorum ki sizin işinizde rütbesi sizden yüksek olanları yargılamak değil. Ki bu sizin üzerinize vazife hiç değil. Öte yandan terör örgütü şüphelisi olarak sanık kürsüsünde bulunan Oğuz Hacıoğlu'nun akrabası oluşunuz bize hiç güven vermiyor. Benim görevim her koşulda adaleti sağlamak. Kaldı ki bir savcıyı suç işlemiş olsa bile bir başka savcının tutuklaması etik değil. Buna yetkiniz yok. Şimdi gidin ve bu söylediklerimi başsavcınıza iletin."

Birkaç saniye hakimin gözlerine baktım. Söylediği şeyler sadece bana dokunuyor olsaydı sorun yoktu. Lakin hemen beş altı adım arkamda Oğuz, Oğuz'un arkasında da dedem vardı. Ve her şeyden öte Oğuz suçsuzdu. Burada olmayı da bu sözleri duymayı da hak etmiyordu. Yanlış yapmıştım. Hakan Çınar'ı mahkemeden önce tutuklamam gerekirdi. Şu hâl Oğuz'un daha fazla aşağılanması dışında hiçbir işe yaramamıştı. Tabi artık bunları düşünmek için çok geçti.

Hafifçe yutkunup kaşlarımı çatarken başımı belli belirsiz sallayıp, "Ben bu işe daha dün başlamadım sayın hakim." Dedim düz ve sakin tutmaya çalıştığım sesimle. "Neyin etik olup olmadığını ya da neyin üzerime vazife olup neyin üzerime vazife olmadığını biliyorum. Tamda bu yüzden sizinle bu şekilde konuşuyorum. Elinizdeki dosyanın dördüncü sayfasında başsavcının bu davayı bana verdiğine dair bir vekaletname var. Bu dava benim ve her şey sizin şu tavrınızın etik olmadığı kadar etik. Şimdi lütfen savcı Hakan Çınar'ı almama izin verin ve herkes işine baksın ki daha fazla "etik" olmayan şeyler yaşamayalım. "

Hakim beni anlayacak gibi durmuyordu. Zannımca meslek hayatı boyunca suç işleyen bir yakınını korumak için illegal yollara başvuran onlarca savcı görmüştü. Tamam benim derdim sandıkları gibi Oğuz'u korumaktı. Bu doğruydu. Ancak bir fark vardı ki o da gayet ortadaydı. Hakan Çınar gerçekten suçluydu ve Oğuz'da suçsuz. Tabi bunları bu insanlara anlatmak zordu. Bir kere vatan haini damgası yemişseniz birilerinin size inanması olanaksızlaşıyordu.

Hakim hafifçe gülüp, ki bu gülüş tehlikeli bir gülüştü, gözündeki yuvarlak çerçeveli gözlüğü çıkarırken, "Sanırım tehdit ediliyorum savcım." Dedi. Bir iki saniye gözlerimin içine baktığında sessiz kaldım. Tehdit değildi ancak öyle algıladıysa yapacak birşeyim yoktu. Ki şu an ne dersem diyeyim bana bileneceklerdi. Yanlış birşey söylemek istemiyordum ancak buradan hakkımda bir soruşturma daha açılmadan çıkamayacağım kesindi.

Hakim aheste aheste başını sallayıp önüne koyduğum siyah dosyanın dördüncü sayfasını açıp baktı. Ve gözleri tekrar beni bulurken ima yüklü bir ifadeyle, "Doğru. Başsavcı size bu davaya bakma hakkı vermiş. " dedi. "Ancak iki şey kafamı karıştırdı savcım. İlki neden böyle birşeye gerek duyduğunuz. Neden Hakan Çınar'ı siz tutukluyorsunuz? İkincisi de neden burada tutukluyorsunuz? Ki kendi ağzınızla söylediniz Hakan Çınar hakkında emniyet müdürlüğüne yapılan ihbarın dün akşam saatlerinde yapıldığını. Ve tuhaftır ki bu işle ilgilenmek için nöbetçi savcı sizi beklemiş. Başsavcı da davayı size vermeyi uygun görmüş. Adliye sabah yedi gibi açılıyorken de kuzeninizin davasının görüleceği saati bekleyip Hakan Çınar'ı tutuklamak içinde hemen davanın başlayacağı saatte mahkeme salonunu seçmişsiniz. Sizce de zamanlamalar çok manidar değil mi?"

Hakimin koyu kahverengi gözlerindeki alaycı parıltılar bir açığımı yakaladığını düşündüğünü gösterirken yüz ifademi korudum. Ne sanıyordu ki? Böyle düşüneceklerini düşünmediğimi mi? Elbette ki düşünmüştüm. Böyle bir suçlamanın hedefi olacağım aşinaydı. Gerçi hakim haklıydı. Çok fazla tesadüf gibi görünen şeyler vardı ve bu durumda hakimin bu söylediklerine " suçlama" deme hakkını, kendi içimde olsa dahi, elimden alıyordu. Ancak benim açıklarımı ararken önündeki dosyada yazan şeyleri, Hakan Çınar'ın sergilediği agrasif tavırları göz ardı ediyordu. Üstelik önlerindeki belgelerin sahte olmadığını, iddialarımın delil niteliği taşıyan şeylere dayandığını yok sayıyordu. Kaldı ki önlerine sadece bir iddianeme koymuştum. Bir tutuklama kararı değil. Ki bu da eğer Hakan Çınar suç işlememişse suçsuzluğunu ispatlayabilecek bir şansı olduğunu gösterirdi. Bu durumda hakimin şu bağlamı kurması gerekiyordu; eğer Hakan Çınar 'a iftira atıyor olsaydım bu iftira sadece bir iddianeme yazmaktan fazlasını yapabileceğim nitelikte olurdu ve Hakan Çınar suçsuz olsaydı bu kadar direnmezdi. Üstelik odasını arayacağımı söylediğim ve Hüseyin'in adını geçirdiğim andan sonra Hakan Çınar tepkisini ayağa kalkarak göstermiş bana karşı "bu kadın" gibi saygısızca ve "etik olmayan" bir şekilde hitap etmişti. Dikkatlerin kendi üzerinden çekilip benim üzerime yoğunlaşmasını isterken kendisini de suçlu gösterecek birçok cümle kurmuştu. Yine de hakimin bütünüyle beni hedef hâline getiriyor oluşu kafamı karıştırıyordu. Öte yandan Hakan Çınar'ın tepkileri bana odasında benim sakladığım belgeler dışında birşeyler olduğunu düşündürürken hakimle aralarında bir işbirliği olduğunu düşündüm. Ancak hakimin Oğuz'la akrabalığım olduğunu öğrenene kadar benim tarafımdan olduğunu hissetmiştim. Sorun Oğuz'un akrabası olan bir savcı olarak burada oluşumdu.

Usulca içimi çekip ne söyleyeceğimi düşündüm. Bu işi herhangi bir şekilde çeviremeyeceğimi biliyordum. Zaten benim sorunumda buydu; birşeyleri düşünüp önlem almak yerine şansa bırakmak. Neyse ne! Kendimi suçlayıp kızmanın şimdi sırası değildi. Ki zaten bu olanlar, emindim bu salonda VASÖ'den birisi mutlaka vardı ve ben nedensizce o kişinin ağır ceza mahkemesi başkanı olduğunu düşünüyordum, Cihan abinin kulağına gittiği an bana kızma işini büyük bir zevkle yapacaktı. Çünkü birazdan söyleyeceklerim ve sergileyeceğim tavır üzerime üçüncü bir soruşturma açılmasına bu da soruşturma kotamı doldurmama sebebiyet verecekti. Ama yapacak birşeyim yoktu. Bu yolu ben seçmiştim ve sonuçlarına katlanmam gerekecekti.

Gözlerim hâlâ hakimin gözlerine kilitliyken kürsüye doğru bir iki adım yaklaşıp , "Değil" dedim. "Zamanlama manidar falan değil sayın hakim. Çünkü manidar olabilmesi için bunun bir tesadüf olması gerekirdi. Ama tamda sizin düşündüğünüz gibi bu zamanlamalar tesadüf değil. Ben böyle olsun istedim. Yani buna "ayarlanmış zaman" diyebiliriz. Ya da tam zamanında."

Hakim benden böyle bir cevap beklemiyor olmalı ki kaşları şaşkınlıkla çatıldı. Büyük olasılıkla inkâr edeceğimi veyahutta afallayıp saçmalayacağımı düşünmüştü.

Bilmiş bir edayla belli belirsiz gülümseyip, "Bakmayın öyle." Dedim. "Tüm bunların kusursuz bir tesadüf olduğunu düşünmediğinize eminim. Az önceki cümleleri sizde bu zamanlamaların sadece birer tesadüften ibaret olmadığını düşünerek kurdunuz. Ve haklısınız. Ama birşeyi merak ediyorum. Sizce ben tüm bunları yani sizin böyle düşüneceğinizi düşünmemiş olabilir miyim? "

Duraksadım. Hakimin birşey söylemeyeceğini bilsem de birşey söylemesini bekledim. Beni dinlemeye devam edecek gibi görünüyordu. Sanki sözlerim, onca suçlamaya ve kendisinin bana inanmadığını bilmeme rağmen bu kadar rahat bir tavır sergiliyor oluşum dikkatini çekmişti. Aslında şuan mahkeme salonunda koca bir sessizlik vardı. Bu salonda kimlerin beni dinlediğini bilmek tuhaf hissettirirken çenemi dikleştirip kendimden emin bir şekilde sözlerime devam ettim.

"Olamam." dedim. "Peki tüm bunları düşünmüş olan biri olarak yine tüm bunları göze almışsam sizce de bu söylediklerim basit bir iftiradan ya da birilerini korumaktan fazlası olamaz mı?"

Birkaç saniye es verip içimi çekerken aldığım bütün nefesler sıkıntılıydı. Çünkü şu an olanların hiçbiri olması gerekenler değildi. Bulunduğum yerde hareketlenip kürsüyü yüksekte tutan üç basamaklı cilalı ahşaptan yapılmış, en olarak kürsü boyunca uzanan, merdivenleri çıktım. Hakim ve diğerleri ne yaptığımı sorgulayan bakışlar atarken Hakan Çınar ise afallamış bir halde olmalı ki ayağa kalktığı andan itibaren öylece duruyor oturmak için herhangi bir hamlede bulunmuyordu. Bulunmasındı. Çünkü bu mahkeme salonundan onu almadan çıkmayacaktım.

Merdivenleri çıkıp kürsüye ulaştığımda hakimin önüne bıraktığım dosyayı alıp geri indim. Üzerimden bir an olsun ayrılmayan bakışlar eşliğinde az önceki yerimi geri alıp hakime ve diğerlerine dönerken dosyayı elimde rulo haline getirip gözlerimi yeniden hakimin gözlerine sabitledim.

"Bana inanmıyor olabilirsiniz. Kuzenimi korumaya çalıştığımı Hakan Çınar'a iftira attığımı düşünüyor olabilirsiniz. Ama bu sizin herhangi bir kanuna ya da hukuk kurallarına dayanmayan kendi düşünceniz. Ve ben buna karşın size belgeli deliller ve iddianameler sunuyorum. Siz ise buna istinaden bana inanmak ya da en azından bir haklılık payım olabileceğini göz önünde bulundurmak yerine tüm söylediklerimi Hakan Çınar'ın birkaç iddiası üzerine yok saymayı tercih ediyorsunuz. Bana herkesin görebileceği ve şöyle bir durumda birçok insanın düşünebileceği birkaç mantıklı sözlü iddiada bulunup benim belgeli iddialarımı göz ardı ediyorsunuz. Anlamıyorum? Ne sanıyorsunuz? Kriminal bir vaka çözdüğünüzü falan mı? Eğer öyle düşünüyorsanız şunu söylemem gerek; eğer böyle düşünmemiş olsaydınız saçma olurdu. Ki bende zaten bana sorgusuzca inanmanızı beklemedim. Beklediğim tek şey adil olmanızdı. "

Hakim sözümü kesip, "Adaletimi sorgulayacak konumda değilsiniz savcım. Sözlerinize dikkat edin." Derken sesi de yüz ifadesi de sertti. Hafifçe içimi çekip alt dudağımı dilimin ucuyla nemlendirirken dudaklarımı birbirine bastırıp hakimi onaylarcasına başımı salladım.

"Haklısınız"dedim. "Adaletinizi sorgulayacak konumda olmayabilirim. Peki siz kim oluyorsunuz da beni bir terörist, vatan haini, iftiracı, sahte evrak düzenleyip yalancı şahit tutan bir insan olarak yargılayabiliyorsunuz. Üstüne üstlük elinizde bunu kanıtlayacak hiçbir delil yokken sadece " bu adamın" sözleriyle. Sizi bu konuma yükselten ne? Hakim olmanız mı? "

Hakimin git gide sinirlendiğini hissederken bende sinirlenmiştim. Meslek hayatım umrumda bile değildi şu an.

"Ben size böyle bir cümle kurmadım savcım. " diyen hakim sözlerini çarpıtmamam gerektiğini söylerken, "İma ettiniz." Dedim. "Ve ayrıca buradan bakıldığında savcı Hakan Çınar'ı koruyormuşsunuz gibi görünüyor. Peki bana böyle geldiği için Hakan Çınar'ın bir terör örgütü mensubu olduğuna emin olduğuma göre sizi de bir terörist olmakla suçlayabilir miyim? Bu durum, kendi düşüncelerim bana bu hakkı verir mi?"

Hakim sözlerimle elini sertçe önündeki kürsüye vururken, tahta kürsüden çıkan yüksek sayılabilecek bir sesle birlikte ayağa kalktı. Öfkeyle ateş saçan gözleri gözlerimdeyken, "Cumhuriyet savcısı Hazan Hilal Türkoğlu! Ya üslubunuza ve sözlerinize dikkat edin ya da mahkeme salonunu hemen şimdi terk edin!! Bu tavrınızın bir yaptırımı olacağını da unutmayın!!" Diyerek gürlediğinde ağır ceza mahkemesi başkanı da hakimle birlikte ayaklanıp, "Sayın Hakim sakin olun lütfen. " dedi. Ardından da hâlâ tepkisizliğini koruyan bana dönüp, "Savcım sizde sakin olup düşünerek mi konuşsanız?" Derken öneride bulunuyor gibiydi. Ve ben bu otuzlu yaşlarının sonlarında olduğunu düşündüğüm ela gözlü esmer adamın VASÖ'den olduğuna emin olmuştum. Çünkü gözlerime bunu belirten bir ifadeyle bakıyordu.

Omuz silkip, "Ben gayet sakinim başkanım."dedim. Sesimde, beden dilimde sözlerimi destekler nitelikteyken başkan, "Eminim öylesinizdir ama sanırım biraz daha sakin olursanız daha iyi olacak gibi." Dediğinde bir an tehdit edildiğimi hissettim. Yine de sakince, "Denerim." Derken gözleri öfkeyle parlayan hakime dönüp, "Noldu sayın hakim? Zorunuza mı gitti?" Dedim imalı bir sesle. Başkan, "Savcım!" Diyerek araya girerken, "Lütfen bana birkaç dakika verin başkanım." Dedim. Cümleme devam etmek üzereyken hakim araya girip, "Bırakın konuşsun." Dedi tehditkar bir sesle. "Bu Hazan hanımın savcılık görevini yapacağı son gün olacak. Bırakın alacağı cezayı hak etmek için biraz daha batırsın kendini. "

Dudaklarımın arasından küçük bir kıkırtı dökülürken başımı sallayıp başkana döndüm. "Lütfen oturun başkanım. Bakın biz ne güzel anlaşıyoruz." Başkan bana "sen deli misin?" Der gibi bakarken gözlerim yeniden hakimi buldu. Ellerimi arkamda birleştirip konuşmaya hazırlanırken hakim gözlerini kısıp tek elini havaya kaldırarak birşeyleri anlamlandırmaya çalışıyor gibiydi. Gözleri yüzümde gezinirken, "Bir dakika Hazan hanım. " dedi. "Yani çok iyi anlaşmaktan kastınız nedir? Sizi mesleğinizden men edecek olmam mı?"

Başımı olumsuz anlamda sallayıp, "Hayır" dedim. "Aynı şeyleri hissetmekten bahsediyorum." Hakim masaya tutunarak yerine geri otururken öfkesinden birşey kaybetmese de ne demeye çalıştığımı anlamak istiyordu. Bu yüzden de ağır ceza mahkemesi başkanı yerine otururken, "Biraz açar mısınız?" Diye sorduğunda başımla kendisini onaylayıp, "Tabi " dedim. " Az önce sizi sadece bir kereliğine mahsus terörist olmakla suçladım ve sinirlendiniz. Haklı olarak. Ama ben yaklaşık on beş dakikadır sizin beni sanık Oğuz Hacıoğlu'nun akrabası olduğum için terör örgütü mensubu olmam ihtimaliyle suçlamanızı ve bana o yüksek kürsünüzden attığınız alaycı ve ciddiye almayan bakışlarınızı izliyorum. Ve gördüğünüz gibi gayet sakinim. Peki sizce bu sakinliğimin altında aslında bir öfkenin yatmadığını bu itamlarınızın ağrıma gitmediğini mi düşünüyorsunuz? "

Hakim oturduğu koltukta rahatsızca kıpırdanırken devam ettim.

"Nasıl ki bir insanı sadece öyle düşünüyor öyle davranıyor diye suçlayamazsak bir insanı sadece biriyle kan bağı var diye de suçlayamayız. Ama diyorsanız ki "kan bağı bir kanıt niteliği taşır" o zaman size bir isim söyleyeceğim. Dikkat edin lütfen. Yavuz Hacıoğlu. Bir yerden tanıdık geldi mi?"

Hakimin kaşları sorgulayıcı ve anlamaya çalışır bir ifadeyle çatılırken, "Yormayın kendinizi " dedim. "Tanıdık gelmez. Belki sadece soy isimden sanık Oğuz Hacıoğlu'yla bir kan bağı olduğunu tahmin etmiş olmalısınız. O da artık görünen köy. Eminim bu ismin kime ait olduğunu ve neden bugün burda size bu ismi tanıyıp tanımadığınızı sorduğumu merak ediyorsunuzdur. Anlatayım. Yavuz Hacıoğlu tahmin ettiginiz gibi Oğuz Hacıoğlu'nun akrabası. Daha doğrusu abisiydi. Kendisi bir yüzbaşıydı. Üç sene önce bugün Oğuz'un olduğu yaşta yani 28 yaşında sınırdaki bir operasyonda şehit düştü. Hemde Oğuz'un gözleri önünde. Nasıl biliyor musunuz? "

Duraksadım. Sesimin hafiften titrediğini hissederken gözlerim hakimin gözlerine kenetliydi. Tüm dikkatiyle beni dinlerken Hakan Çınar'da yerine oturmuş tüm öfkesi ve nefretiyle beni izliyordu. Ağır ceza mahkemesi başkanı ise ellerini masanın üzerinde birleştirmiş bana bakarken önümdeki masa da oturan zabıt katibi bile beni dinliyordu. Arkamdaki insanlarında beni dinleyip izlediğine emindim. Bu salondan çıktıktan sonra ne olacağını, hakimin söylediği gibi beni mesleğimden men edip etmeyeceğini bilmiyordum. Hoş sanırım umrumda da değildi. Tek istediğim Hakan Çınar'ı buradan alıp götürmekti. Şu an Oğuz'u savunuyordum. Oysa ki bir savcı olarak objektif ve tarafsız olmam gerekirdi. Odamdayken de içten içe bunun telkinini yapmıştım kendime. Sakin ve tarafsız olacak sözlerime dikkat edecektim. Olmamıştı. Olmasındı. Sadece Oğuz onu suçlamadığımı şu halin benim isteğim üzerine gerçekleşmediğini bilsin, anlasın yeterdi. Yorulmuştum. Dışarıdan sakin görünüyordum ancak içimde yer yerinden oynuyordu.

Yutkunup önümdeki gözlerimi hakime çevirirken,"Bilmiyorsunuzdur. " dedim. Sesim az önceye nazaran daha iyiydi. "Ama duyduğunuza eminim. Bu ülkedeki birçok insan duydu. Şimdi tut kolundan çevir yoldan birini kimse hatırlamaz. Çünkü üç tarafı denizlerle dört bir yanı ise düşmanlarla çevrili olan güzel ülkemizde bir hırsızlık haberiyle aynı değeri görür bir şehidin haberi. Ama sanırım sayın hakim insanlar parası, malı mülkü çalınan insanlara daha fazla üzülüyorlar. Sonuçta ülkemizde adalet sistemi bile mal mülk için var. "

Hakimin kaşları yine çatılmaya başlarken sanırım yanlış birşey söylemiştim. Bu adam adalete fazla değer veren biriydi belli ki. "Yüce adalet" sistemine dil uzatışım, ki derdim o değildi, sinirlenmesine neden olmuştu. Halbuki adalet dedikleri şeyde bir insan uydurması değil miydi? Adalet sistemini ya da hukuk kurallarını bir insan uydurup yazıp çizmemiş miydi? Hâl böyleyken bir insanın uydurduğu bir sistem ne kadar kusursuz ve "yüce" olabilirdi? Bilmiyorum.

Hafifçe hakimin bu haline gülümseyip, "Kızmayın sayın hakim" dedim. " Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Bakın arkanızdaki yazıda ne diyor Ata'mız; adalet mülkün temelidir. Adalet mülkün ve mülkü olanın temeli. "

Hakim oturduğu koltukta geriye dönüp arkasındaki ahşap duvarda gold kaplama bir yazıyla yazılmış olan söze bakıp boğazını temizler gibi yaparak yeniden bana döndü.

"Her neyse." Dedim. "Yavuz Hacıoğlu. Şerefsizlerin yere döşediği bir mayının üzerine basarak şehit düştü. Kelimeler bazı duyguları ve bazı acıları hissettirmeye güç yetiremeyecek kadar aciz olabiliyor bazen. Ama yine de anlatmak istiyorum. Yine de anlamanızı istiyorum. " Derin bir nefes aldım. Gözlerim doluyordu ancak ağlamayacağımı bildiğimden rahattım. Fakat Oğuz'a bugün burada anlatacaklarımla o anları tekrar yaşatacağımı bilmek bu rahatlığı anlamsız kılıyordu.

"Özür dilerim abim. Affet..."

"Oğuz bir bomba imha uzmanı. O gün yani 24 Eylül 2019 'da Oğuz'un içinde bulunduğu timle Yavuz yüzbaşının komutanı olduğu tim sınırdaki bir çatışmaya ortak bir operasyon düzenliyor. Sonra çatışma esnasında timler ikiye ayrılıyor. Birbirleriyle irtibata geçmelerine engel olacak bir şiddette çatışma yaşanıyor. Yaklaşık yarım saat boyunca. Sonra çatışma biraz duruluyor. Timler birleşmeye yan yana gelmeye çalışyorlar. O sırada çatışma yeniden alevleniyor ve kurşunlardan siper almak için hareketlenen timler o soğukta bir kaya dibi ararken yüzbaşı Yavuz mayına basıyor. Bunu fark ettiğinde olduğu yerde durmak zorunda kalıyor. Sonra diğerleri bu durumu fark edince yüzbaşıya ulaşmak için canla başla savaşıyorlar. Ve bu "canla başla savaşmak" sadece bir deyim değil. Gerçek. Hemde buz gibi bir gerçek. Biraz vicdanı olanı üşütür sayın hakim. " Kendimi toparlamak için bir iki saniye duraksadığımda hakim oturduğu koltukta öne doğru eğilip ellerini masanın üzerinde birleştirirken gözlerindeki öfke yok olmuştu. Sadece beni dinliyordu. Salondaki herkes gibi. Ve ben bu anlattıklarımın buraya ait olmadığını bilerek devam etmek istiyordum.

  Ettim de.

"Sonunda ulaşıyorlar yüzbaşı Yavuz'a. Oğuz bir bomba imha uzmanı olarak abisini kurtarmak için toprağı tırnaklarıyla kazarak bombayı gün yüzüne çıkarıyor. Saatlerce uğraşıyor bombayı etkisiz hale getirmek için...olmuyor. Yavuz abinin gücü tükeniyor Oğuz'un ise umudu. Sonra bir kardeşin bir kardeşe söyleyebileceği en acı şeyi söylüyor Oğuz Yavuz abiye. Diyor ki ; abi olmuyor. Yapamıyorum." Yavuz abi ne diyor biliyor musunuz? "Vatan sağolsun. Bırak kardeşim. " Oğuz bırakmıyor tabii. Bir saat daha uğraşıyor. Ama o an şerefsizler yine saldırıya geçiyor. Herkes siper alıyor. İki kişi hariç. Oğuz ve komutanı yüzbaşı Fırat Demir Korkmaz. İkisi de Yavuz abiyi kurtarmak için o çatışmanın, soğuğun, kulaklarının sıfır çizgisinden geçen mermilerin, hemen birkaç adım ilerilerine düşen bombaların arasında biri silah arkadaşı diğeri abisi için mücadele ediyor. Çatışmanın şiddeti git gide artarken tam yakınlarına düşen bombayla yüzbaşı Fırat Oğuz'u kenara iterken bomba patlıyor. O bombanın Yavuz abinin bastığı mayının yer altına gömülü olan kablosuna yaptığı etkiyle mayın infilak ediyor. Ve sanık kürsüsünde duran Oğuz Hacıoğlu abisinin şehit düşüşünü izliyor. Mezarına koyup üzerini örtecek tek bir parçasını dahi bulamadılar biliyor musunuz sayın hakim?"

Yine birkaç saniyeliğine duraksarken yüzüme giden elime bulaşan ıslaklıkla ağladığımı fark ettim. Önümde duran zabıt katibi olan kumral saçlı kadının da gözlerinden yaşlar süzülürken hakimin ve diğerlerinin de gözleri buğulanmıştı. Hızla yüzümdeki yaşları elimin tersiyle silerken usulca burnumu çekip gözlerimi yeniden hakimin gözlerine sabitleyip devam ettim.

"Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. Bende bilmiyorum. Ama O biliyor. O arkada oturan üç adam var ya yüzbaşı Fırat Demir Korkmaz, albay Halit Karaca ve emekli albay Mahsun Türkoğlu. Onlarda biliyor. Şu kapının ardında bekleyen askerler de biliyor. Yani kısaca sayın hakim eğer kan bağının bir kanıt niteliği taşıdığını düşünüyorsanız ve eğer sanık Oğuz Hacıoğlu'nu suçlu görüp timdeki diğer askerleri de suçlu ilan edebiliyorsanız bu anlatıklarımda size bir kanıt olsun o zaman. Ben damarlarımda taşıdığım kandan gurur duyuyorum. "

Hakim ve ağır ceza mahkemesi başkanı yüzüme anlamlandıramadığım bir ifadeyle bakarken umursamadım. Ve aldığım nefesi dudaklarımı hafifçe aralayarak geri verirken, "Ve asıl ağrıma giden ne biliyor musunuz sayın hakim? " duraksayıp işaret parmağımla, yüzüne anlık bir nefretle bakıp, hakime dönerken Hakan Çınar'ı göstererek, "Bu çok sayın it herif" bir terörist ve ben bundan eminim. Ve asıl ağrıma gidende tam da bu: bu "sayın it herifin" bu adamı yargılayan kişi olması. Sizce buna hakkı var mı? İşinizin adaleti yerine getirmek olduğunu söylediniz. Bu hâl adil mi? Bir terörist, bir vatan haini olan bu "sayın it herif" adaleti yerine getirmeye benden fazla engel değil mi? Ve sizce de mahkeme salonunu terk edip mesleğinden men edilmesi gereken O değil mi?"

Hakim düşünceli bir ifadeyle yüzüme bakarken aynı zamanda Hakan Çınar'a ettiğim hakaretten dolayı kızmış gibi görünüyordu.

Başımı belli belirsiz sallayıp, "Neyse ne. " dedim. "Bunları size duygu sömürüsü olsun diye anlatmadım. Sadece savunduğunuz kişiyle suçladığınız adam arasındaki farkı görün istedim. Şimdi ise asıl esas meseleye gelelim. Ben şimdi bu mahkeme salonundan Hakan Çınar'ı alıp çıkacağım. Aksi mümkün değil. Tartışmaya kapalı. Ve sizde bana karşı koymayacaksınız. Ya da isterseniz deneyin. Ama benden karşı atak geleceğini bilin. Etkiye tepki gibi düşünün. Ve birşey daha sayın hakim; istediğinizi yapabilirsiniz. Beni mesleğimden men edebilir, üzerime soruşturma açabilir, size saygısızlık yaptığımı göz önünde bulundurarak beni başsavcıya şikayet edebilirsiniz. Veyahutta az önce bir savcıya yakışmayacak şekilde adaleti sorgulayıp kendi akrabamı açık açık mahkeme huzurunda savunduğum, işime duygularımı karıştırdığım ve tüm bunları birleştirince kabaran suç dosyamla beni hapis cezasına çarptırabilirsiniz. Dediğim gibi ne istiyorsanız yapabilirsiniz. Şimdi lütfen beni herhangi bir tehditle durdurmaya çalışmayın olur mu? Çünkü gerçekten bastı beni burası. "

Emin olamasamda hakimin hafifçe belli belirsiz gülümsediğini görür gibi olurken zabıt katibinin masasının önünden dolaşıp kürsünün arkasına giden üç basamaklı merdiveni çıkıp, üzerimdeki bakışlar eşliğinde, önce üyelerin ardından ağır ceza mahkemesi başkanının ve hakimin arkasından geçip Hakan Çınar'a doğru ilerlerken Hakan Çınar oturduğu yerden, kimsenin beni durdurmak gibi bir girişimde bulunmadığını görünce, ayaklandı. Gözlerinde korku, nefret, öfke, gerginlik gibi duygular birbirine karışırken, "Sayın Hakim buna müsade edemezsiniz!" Dediğinde kimse oralı olmamıştı.

Hakan Çınar 'ın tam karşısında durduğumda gözleri beni buldu. Bana olan nefretinin ve öfkesinin büyüklüğünü o an gözlerinde çok net bir şekilde görürken, "Sakın yanlış birşey yapayım deme." Dedim. "Canım burnumda zaten. Canını yaktırma bana. Hemen kapının önünde polisler var. Kaçmaya çalıştığın gibi yakalanırsın. Kabul et artık. Oyun senin için bitti. Ya da şöyle söyleyeyim; game over."

Hakan Çınar karşı koymanın Ona birşey kazandırmayacağının farkında olmalı ki son kez bir umut hakime bakıp yüzündeki öfke git gide artarken gözlerime baktı. Üzerime doğru birkaç adım gelip karşımda dururken, "Bunun bedelini çok ağır ödeyeceksin. "diyerek bir tehdit savurduğunda sakince, "Öderiz " dedim. "Ama sen önce şu üstündeki cübbeyi çıkar. Sonuçta kimin o cübbeyi giymeyi hak edip etmediğini bilemeyiz. Öyle değil mi?"

Hakan Çınar sert bir nefesi alıp verirken gri takım elbisesinin üzerindeki cübbeyi sert hareketlerle çıkarıp oturduğu koltuğun üzerine aynı sertlikle atarken hafifçe kenara çekildim. Elimle yolu gösterip, "Buyrun." Dediğimde Hakan Çınar yeri döven adımlarıyla önümden geçip kürsüden inerken bende peşinden ilerledim. Oğuz'la göz göze gelmemek için saçlarımın önüme dökülmesini sağlayıp yanından geçerken Fırat'la göz göze geldim. Bakışları karışık bir ifadeye sahipken asker üniformasının içindeki heybetli bedeni bir an gözüme "gel sarıl bana " diyormuş gibi geldi. Keşke mümkün olsaydı. Öyle çok özlemiştim ki bir an kalbim sıkışıyormuş gibi hissettim. Lakin biliyordum ki, bu düşüncemi Fırat'ın karışık bir ifadeye sahip olan gözlerinde çok aşina olduğum kızgınlık duygusu da destekliyordu, bir araya geldiğimiz an tartışacaktık. Özellikle de Fırat'ın gözlerimden çok dudağımın kenarındaki yaraya takılan gözleri ve titretip durduğu sağ bacağıyla sanki yerinde zor duruyormuş gibi bir izlenim veren beden dili beni korkutuyordu. Evet. Az önce koskoca hakime kafa tutmuştum, dün akşam kendi dedeme kafa tutarken tokat yemiştim ama Fırat beni tek bir bakışıyla korkutabiliyordu.

Gözlerimi Fırat'tan çektiğimde Hakan Çınar kapıya ulaşmıştı. Ve kapı kolunu aşağı indirip kapıdan çıkarken hakimin, "Sayın savcım" diyen sesiyle duraksadım. Bedenimi yarım bir şekilde kürsüye çevirdiğimde hakim hafifçe babacan bir tavırla gülümserken, "Burada olan burada kalacak savcım. " dedi. "Bana güvenebilirsiniz. "

Birkaç saniye hakimin gözlerine bakakalırken başımı belli belirsiz sallayıp, "Sağolun sayın hakim. " dedim ve kısaca bir baş selamı verip yine girdiğim gibi üzerimdeki bakışlar eşliğinde mahkeme salonundan çıktım.

Mübaşir kapıyı çekip kapatırken silahımı verdiğim polis memuru silahı bana geri teslim ederken teşekkür edip silahı belime taktım. Turan timinin sorgulayıcı gözleri bende ve polislerin arasında duran Hakan Çınar'da gezinirken polislere hitaben, "Üçüncü kata çıkıyoruz. "Beyefendinin" odasını arayacağız. " dedim. Polis ekibinin başındaki memur, "kelepçeye gerek var mı savcım?" Diye sorarken Hakan Çınar'ın nefret dolu gözlerine bakıp, "Şimdilik hayır. " dedim. "Gidelim. "

Polislerle birlikte Hakan Çınar'ı da alıp üst kata çıkmak üzere benim talimatımla merdivenlere yöneldik. Asansörde Hakan Çınar herhangi bir saldırı girişiminde bulunursa müdahale etmek zor olurdu. Açık alan en iyisiydi.

Polisler ve Hakan Çınar önde ben onların arkasında derken üçüncü kata varmıştık. Hakan Çınar'ın odasına girdiğimizde polis memurlarından birine Hakan Çınar'ın yanında kalmasını söylerken diğer iki polise de arama kararını gösterip , "Odayı didik didik edin. Dolaplar, çekmeceler, tabloların arkaları, gerekirse duvarların ardına kadar her yeri arayın." Diyerek emir verdiğimde oda aranmaya başlamıştı.

Bende onlarla birlikte koyu kahverengi tonlarındaki dosyaların bulunduğu dolapları ararken oyalanıyordum. Yaklaşık bir on onbeş dakika bu şekilde geçerken Hakan Çınar'ın masasına yönelip çekmeceleri karıştırdım. Kilitli olan bir çekmece dikkatimi çekerken Hakan Çınar'a dönüp, "Nerede bunun anahtarı?" Diye sordum. Hakan Çınar hafifçe alayla gülerken, "Nereden bileyim ben?" Diye sinir bozucu bir cevap verirken polislere dönüp, "Şu çekmecenin anahtarını bulun. " dedim. "Emredersiniz savcım " cevabını aldığımda arkamda kalan Atatürk tablosuna dönüp alelade bir arama yapıyormuş gibi tabloyu cividen çıkardım. Çiviye astığım belgeler beni karşılarken parmak uçlarımda yükselip belgeleri çividen çıkardım. Ne olduğunu inceliyormuş gibi yaparken Hakan Çınar'a dönüp, "Bakın burada neler varmış?" Dedim. Hakan Çınar elimdeki kağıtlara çattığı kaşlarıyla sorgulayıcı bakışlar atarken yanına doğru gidip kağıtları gösterdim. Hakan Çınar şaşkın gözlerle kağıtlara bakarken, " Benim odamdan çalınan delillerin birer kopyası. " dedim. Gayet ciddiydim.

Hakan Çınar kekeleyerek, "Bu-bunlar. " derken duraksadı. Elimdeki kağıtlarda olan gözleri gözlerimi bulurken bir aydınlanma yaşarcasına, "Sen!" Dedi. "Sen yaptın! Bu belgeleri odama sen koydun! " Sakinliğimi koruyup Hakan Çınar üzerime doğru gelirken, "Kelepçeyi takalım. " dedim. Polis beni onaylarken belindeki kelepçeyi çıkarıp Hakan Çınar'ın bileğine geçirip ters kelepçe yaptığında Hakan Çınar fazla direnç göstermemişti. Ancak mahkeme salonunda fark ettiğim gibi hâlâ elleri titriyordu.

O sırada çekmecenin anahtarını arayan polis memurları çekmeceyi açtıklarını söylediklerinde onlara döndüm. Çekmeceden çıkardıkları dosyaları inceleyen polislere doğru ilerledim. Dosyalardan kırmızı olanı elime aldığımda içinde bazı yerleri işaretlenmiş dağ haritaları vardı. Dosyayı masaya koyup yeşil olan dosyayı aldığımda içinde yine haritalar vardı ancak bu haritalar şehrin işlek olan yerlerine ait haritalardı. Sanırım Cihan abinin geçende telefonda bahsettiği canlı bomba olayıyla ilgili birşeydi. Diğer siyah dosyayı elime alıp incelerken dosyada bazı isimler, isimlerin kimilerinin karşısında numaralar ve ev adresleri olduğunu gördüm. Hakan Çınar aleyhine delil ararken daha fazlasına ulaşmıştım.

Bütün dosyaları ve odamdan çalınan delillerin kopyalarını da alıp, "Çıkıyoruz. Toparlanın. " dedim. Ardından da odadan çıktığımızda asansöre binip zemin kata indik. Asansörün kapısı açılıp çıktığımızda adliyenin çıkışında olan Turan timini gördüm. Onlara doğru ilerlerken başta Fırat olmak üzere hepsi bizi fark etmişti. Koridordaki birçok insanında gözü bizim üzerimizdeyken kimseyle göz teması kurmamaya çalışarak polisler ve Hakan Çınar'la birlikte Turan timinin arasından geçtim. Fırat'ın yanından geçerken kolum hafifçe sert karnına sürtünmüştü ve aldığı derin nefes benimkine karışmıştı.

Adliyeden çıktığımızda küçük taneler halinde devam eden kar yağışıyla soğuk hava bedenimi sararken adliye bahçesinde telefonda konuşan dedemi fark ettim. Bu tarafa döndüğünü gördüğümde gözlerimi Ondan çekip merdivenleri inerken derin bir nefes aldım. Kısmen bugünde bitmişti. Bundan sonrası kolaydı.

Merdivenlerin sonuna geldiğimde polisler Hakan Çınar'ı polis aracına götürürken bende kendi kullandığım araca doğru adımlarımı hızlandırdım. O sırada gözlerim birden adliyenin demir kapısının önünde gördüğüm ya da gördüğümü sandığım bir silüete takılırken adımlarım yavaşladı. Lakin baktığım yerde gördüğümü sandığım kişinin olmadığını anladığımda sırtımdan bir ürperti geçmişti. Yavaşlayan adımlarım gözlerim o boşlukta sabit kalırken sendeledi. Ve ben yanımdaki aracın tavanına tutunurken duraksadım.

Az önce gördüğüm ya da gördüğümü zannettiğim kişi... gerçek miydi? Zihnim bana garip ve hiç hoş olmayan bir oyun mu oynuyordu?

Aniden kalbime giren tiz bir sancıyla elim sol göğsümü bulurken kaşlarım çatıldı. Saçlarım yüzüme kar taneleri de saçlarıma dökülürken gözlerimi kapatıp açtım. Derince yutkunup kendimi toparlamaya çalışırken polis aracı adliyenin bahçesinden çıkmak üzereydi. Elimi arabanın anahtarını almak için kabanımın cebine atarken dizlerimin bağı çözülüyormuş gibi hissettim. Sadece aracın kapısını açıp biraz oturabilsem geçecek gibiydi. Geçmeliydi de. Emindim. Kötü bir sanrıydı gördüğüm. Korkunç bir gerçek değil. Olamazdı.

Elimi attığım cepte anahtarı bulamazken sol göğsüme koyduğum elimdeki dosyaları aracın üzerine bırakıp diğer cebime baktım. O sırada sırtımda hissettiğim el irkilmeme neden olurken kendimi hızla geri çektiğimde gözlerim elin sahibini yani Fırat'ı buldu. Çattığı kaşları ve sorgulayıcı bakışları yüzümde gezinip yine dudağımın kenarındaki yara da takılı kalırken, "İyi misiniz savcım?" Diye sordu bariton sesiyle. Bedenimi saran bir sıcaklık, az önceki huzursuz ürpertinin yerini alan güven duygusu kalbimdeki sancının garip bir şekilde azalmasına neden olurken Fırat'ın arkasındaki timi ve elindeki telefonu kapatarak buraya gelen dedemi yeni yeni fark ederken albay, "Savcım iyi misiniz? " diye sordu. Gözlerimdeki boş ifadeyi yok etmeye çalışırken birden nefes alamadığımı hissettim. Anahtarı bulamadığım kabanımın cebinden astım spreyini çıkartırken Fırat koruma iç güdüsüyle biraz daha üzerime gelip arabaya yaslı olan sırtıma kolunu sarıp beni kendi bedenine yaslarken spreyi elimden alıp dudaklarıma dayadı. Sırtımdan beri karnımı bulan eli usul usul okşarken bulunduğu yeri dudaklarımı aralayıp albayın ve dedemin tuhaf bakışları arasında Fırat'ın sıktığı ilacı içime çektim.

Fırat üç dört kez sıktığı ilacı dudaklarımdan çekip, "Tamam mı?" Diye sordu. Endişelendiğini ve birşeylere kızdığını belli eden sesine o an doğru düzgün odaklanamazken gözlerim çattığı kaşlarıyla fazlasıyla öfkeli duran dedemdeydi. Fırat'ı cevaplandırmak için başımı olumlu anlamda sallarken kendimi geri çektim. Fırat'tan uzaklaşmam gerekiyordu. Fırat buna müsade etse de sadece belimi saran kolunu çözmüş ve elimi tutmuştu. Az önceki olay yüzünden, gerçi ne olduğunu anlamamıştım, gücüm çok fazla yoktu. Kalbimde şiddetini düşüren ağrı hafif hafif devam ederken boştaki elimle sonunda pantolonumun cebindeki anahtarı buldum. Arabanın üzerine koyduğum dosyaları alıp önüme döndüm.

Uzun sayılabilecek bir bakışmanın ardından dedem Fırat'la el ele olan ellerimize bakıp, "Ne oluyor burada?!" Diye sordu sert ve öfke dolu sesiyle. Fırat birkaç adım öne çıkıp beni arkasına alırken ne olduğunu bende anlayabilmiş değildim. Afallamış bir hâlde olmasam ya da en azından neyin beni afallattığını anlayabilsem belki elimi Fırat'ın elinden çekebilirdim. Ve bu adliye bahçesinde yanımızda Turan timi ve bize kıskançlığına karışan öfkesiyle bakan Dilek 'in yanında en doğrusu olurdu. Şu an bu halimiz hiç doğru bir hâl değilken Fırat'ın elimi daha sıkı tutan eliyle, "Birşey olduğu yok. Sadece Allah'ın emri peygamberin kavliyle torununuza talibim komutanım. " deyişi kulaklarıma doldu.

Ne?
Ne?
Ne?!
💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧💧

   

 
 
 

Loading...
0%