Yeni Üyelik
53.
Bölüm

53. Bölüm

@yikim2024

*******
En son aniden önüme çıkan bir aracı, o aracın şoför koltuğunda gördüğüm ya da sadece zihnimin bana oynadığı bir oyun sonucu gördüğümü sandığım Ali'yi, bedenimde hissettiğim acıyla kararan gözlerimi ve yere yığılışımı hatırlıyordum. Duyduğum son şeyse sert bir fren sesine eşlik eden Abdullah abinin ,"Yenge!!!" Diye bağıran gür sesiydi.

Şu an ise gözlerimi kaşlarımı , vücudumda gezinen ağrılı bir sızıyla , çatarak yavaşca açarken bir hastane odasında olduğumu anlamam birkaç saniyemi almıştı. Kuruyan boğazımla zar zor yutkunmaya çalışırken , ki bu kaşlarımı biraz daha çatmama neden olmuştu, bu odada yalnız olduğumu anladığımda gözlerimi , baş ucumdaki komidinin üzerindeki küçük abajurun aydınlattığı, loş odada solumda kalan pencereye çevirdim. Hava kararmış gökyüzü siyaha bürüneli hayli zaman olmuş gibiydi. Pencerenin önündeki lacivert, deri ikili koltuğun üzerinde herhangi bir eşya yoktu. Ne bir çanta, ne bir ceket ya da herhangi birşey...

Burada tamamen yalnız olduğuma emin olduğumda iki yanımda duran ellerimden destek alarak yattığım yatakta doğrulmaya çalıştım. Bu hareketlenişim sağ taraftaki kaburgalarımda çok şiddetli sayılamayacak lakin beni acıyla inletecek kadar kendini gösteren bir acının gözlerimi doldurmasına neden olmuştu. Serum iğnesinin takılı olduğu sol elim kaburgalarımın üzerini bulurken daha yavaş hareketlerle yatakta oturur pozisyona geldim. Omzumdan önüme dökülen saçlarım yüzüme dağılırken onları kulağımın arkasına sıkıştırmak için alnıma giden elim sol şakağımdaki yara bandını bulmuştu. Hatırladıklarımı birleştirdiğimde Hakan Çınar'ın evindeki delilleri çaldığını düşünüp peşine düştüğüm adamın arkasından koşarken bana araba çarptığını anlamak pekte zor değildi. Ama tüm bunları birleştirdiğimde bana çarpanın Ali olma ihtimali de, tabi eğer hayal görmüyorsam, vardı.

Şakağımdaki elimi kucağıma koyup odanın içinde öylesine gözlerimi gezdirdim. Bütün gün bu günün nasıl son bulacağını merak etmiştim. Böyle bitmişti. Benim için bu bitişin pekte bir anlamı yoktu oysa ki. Elimde koca bir sıfırla zarar ziyan içinde, bir hastane odasında tek başına yara bere içinde bitmiş bir günün kimin için bir anlamı olabilirdi ki? Sanırım kimse için bir anlamı olamazdı. Yanlış olan ben değildim. Yanlış olan bu gündü. İçimde anlamlandıramadığım onca şey vardı. Bugün herşeyiyle berbat bir gündü. Öyle ki geçmişim, bu şehir, bugünüm, bu olanlar hepsi ve herşey kendi arasında bir bütün o bütünlükte göze batmayan, lakin oralarda bir yerlerde olduğunu hissedebildiğim, bir tezatlık içerisindeyken ben insan nasıl olurda tek bir günde, ufak tefek sayılabilecek birkaç anla, kendine ve kendi hayatına bu kadar yabancılaşabilir, sorusunun cevabını arıyordum.

Koca bir günü ayaklarım doğru düzgün yere basmadan , hayalle gerçeği birbirine karıştırarak geçirmiştim. Şimdi ise ikisinin de bir önemi kalmamıştı sanki. Hani olur ya Rus edebiyatında yüzlerce sayfa boyunca bir karakterin acılarla dolu, cepte kalan son birkaç ruble ile , sefil bir hayatın içinde, hiç iyiye gitmeyen bir hastalıkla mücadele ederken oradan oraya dolanıp sanrılar gördüğü sonunda da çoğu zaman öldüğü romanlar vardır. Bir adamı, acıları, sefilliği ve fakirliğin onurlu sayılabilecek birşey olduğunu okuduğumuz o romanlarda hüzünlü bir son bir anda birkaç dakikanızı hatrı sayılır bir umutsuzluğa boğar. Bugün de benim için öyle bir romanın sonu gibiydi.

Bilmiyordum. Kafamın içi rahatsız edici bir boşluğa ev sahipliği yaparken göğsümün ortasında bir yumru vardı. Fırat'ı istiyordum. Ama yoktu. Belki de unutmuştu beni. "İstersen ayrılalım" derken kendisi ayrılmaya karar vermişti. Olabilirdi. Dedemlerde yoktu. Hastanede olduğumu bilmiyor olabilirlerdi. İyi ki de bilmiyorlardı. Bugün, özellikle de bu hâlde, dedemi görmekte o eve gitmekte istemiyordum. Peki ya Fırat ? O hastanede olduğumu bilmiyor olabilir miydi? Sanmıyordum. Peşime taktığı adamların gözünün önünde çarpmıştı araba. İllaki biri arayıp söylemiştir. Onlar söylemese bile Bahar'ın çalıştığı hastanedeydim. Bir şekilde haberi olması gerekirdi. Belki de eskisi kadar sevip umursamıyordu beni. Gerçi niye bu kadar üzülüyordum ki ? Hep yanımda olmak , araba çarptı diye hastaneye gelmek zorunda değildi. Kendi başımın çaresine bakabilirdim. Hep bakmıştım. Bu sefer biraz zorlanacaktım ama ilk değildi sonuçta.

Fark etmeden gözümden süzülen yaşların tuzlu dadı, kuruyan dudaklarımı nemlendiririrken, dilime bulaşmıştı. Elimin tersiyle yanaklarıma doğru süzülen yaşları silip usulca burnumu çekerken bir yandan da ne yapacağımı nereye gideceğimi düşünüyordum. Az önce de dediğim gibi eve gitmek , babaannemin bu halimi gördüğü an soracağı soruları cevaplamak ya da dedemin bugün Fırat'la olanlardan sonra bana bağırıp çağırmalarını dinlemek istemiyordum. Adliyeye gitmeyi kendi içimde kararlaştırırken pekte fazla bir seçeneğim olmaması işleri kolaylaştırıyordu. Tabi kalkıp bir otele ya da pansiyona da gidebilirdim ancak saniyesine Cihan abinin haberi olurdu. O da uzun süre görmek veyahutta konuşmak istediğim biri değildi.

Hafifçe içimi çekip gözümden, ne kadar silersem sileyim yerine yenilerinin geldiği, yaşları silmeyi bıraktım. Üzerlerinde birkaç küçük çiziğin bulunduğu, neden bu kadar soğuk ve güçsüz olduğunu bilmediğim ki bu durumun üzerine fazla da düşünmediğim, ellerimi kucağımda birleştirdim. Üzerimdeki soluk mavi bir rengin üzerinde siyah küçük çiçekleri bulunana hastane önlüğü vardı. Kendi kıyafetlerimin nerede olduğunu düşünürken sağımda kalan ahşap tonlarındaki gardırop gözüme çarpmıştı. Yeniden önüme dönüp bacaklarıma örtülü olan yine soluk mavi tonlarındaki ince pikeyi öylesine düzeltip bitmek üzere olan serumun bitmesini beklemeye başlamıştım.

Silmeyi bıraktığım yaşlar yanaklarıma doğru yol almaya devam ederken gözlerimi , stor perdesinin tam olarak indirilmediği, pencereden dışarıda yağan büyük kar tanelerine çevirdim. Hafif bir rüzgar esiyor olmalı ki kar taneleri dans edercesine kendi etraflarında dönerek düşüyordu yeryüzüne. O an birden bu anın bana bir yerlerden belki de hayatımın birçok yerinden tanıdık geldiğini hissettim. Yine bir pencerenin ardında bir başıma kalışım , bu anın bana hissettirdikleri çokta yabancısı olduğum şeyler değildi. Sanki her ne olursa olsun, kaç yaşına gelirsem geleyim , ne kadar güçlü olduğumu düşünürsem düşüneyim yine hep aynı yere , yani yalnızlığın ürpertici soğukluğunun kol gezdiği bu kasvetli ana geri dönecektim. Bir şekilde kendi kendime kurduğum düzenin içinden bir kenara itilecek bana ait olan ya da bana ait olduğunu sandığım şeylerden soyutlanacaktım. Birkaç gün önce "evim" diyebileceğim bir yer varken bugün kalacak bir yerim yoktu. Daha bu sabah içimde umut dolu bir yan varken , kalbimde adına heyecan diyebileceğim bir duygu kendini hissettirirken , o duyguyu bana hissettiren Fırat'ken şimdi o da yok...

Düşüncelerim arasında koridorda, "Kes lan sesini!!!! " diyerek gürleyen Fırat'ın kaba sesi yankılanmış başım refleksle kapının olduğu tarafa dönerken açık ahşap tonlarındaki kapı yavaşça açılmıştı. Uzun ve ıslak kirpiklerimin çevrelediği kehribar rengi gözlerim Fırat'ın, her zaman ki gibi, çatık olan kaşlarının çevrelediği kara gözlerini bulmuştu. Sinirli gibiydi. Gerçi , bu loş ışıkta bile fark edebildiğim, alnında ve boynunda belirginleşen damarlar, seğirip duran sert ve ürkütücü keskin yüz hatları, çenesindeki kasları, ne zaman sinirli olsa yaptığı gibi, dişlerini sıkarak oynatışı "gibi" kelimesini kullanışımın yersiz olduğunu gösteriyordu.

Heybetli bedeni ve uzun boyuyla kapıyı kapatıp yanıma gelirken ayağındaki askeri siyah botlarıyla yeri döven adımları ürkmeme neden olduğunda önüme döndüm. İçimde , tam kalbimin ortasında bir kırgınlık vardı ona karşı . Yine de gelmesi, geç kalmış olsa bile gelişi, içimde bir yere dokunurken sarılsa geçer mi bilemesem de gelip sarılsın istedim.

Gözlerim kucağımda oynadığım ellerimdeyken Fırat sert adımlarını yatağın yanında durdurup ayak ucuma oturdu. Üzerinde hâlâ asker üniforması varken kalın, adeleli uzun bacakları görüş alanımdaydı. Usulca içimi çekip yutkunduğumda Fırat kollarını kaldırıp bedenime sarmıştı. Bedenim kollarında küçücük kalırken bu sarılış önce içimi ardından da bedenimi ürpertirken titremiştim. Başım Fırat'ın göğsüne denk gelirken burnuma dolan kokusu , onu şu bir iki günde bu kadar çok özleyişim yüreğimi tırmalarken sarılışına karşılık vermedim. O ise az önceki titreyişimle beni canımı yakmadan , kaburgalarıma dikkat ederek daha sıkı sararken bir yandan da küçük bedenimi ısıtmak ister gibi sıvazlıyordu. Saçlarımın arasına kokumu içine çekerek bir öpücük kondurup yara bandının olduğu şakağıma sıkıntılı, sert bir nefesi alarak burnunu ve dudaklarını dayayıp bir müddet öylece durdu.

Koca cüssesi kasılıp dururken bedeninden yayılan sıcaklık dört bir yanımı sarmıştı. Gözümden süzülen yaşlar bu seferde bu ana akmaya başlarken biraz daha sokuldum Fırat'a. Yüzümü göğsüne gömüp gözlerimi kapattığımda Fırat derin bir nefes almıştı. Sırtımı sıvazlayan büyük ellerinden biri, koca avcunda küçük kalan, başımı bulurken saçlarımı sevmeye başlamıştı.

Aramızdaki sessizlik, bu güne eklenen bu an , Fırat'ın yanıma daha yeni gelmediğini, ben uyurkende buralarda olduğunu, hatta üzerindeki üniformasından haberi alır almaz askeriyeden apar topar çıktığını anlayışım , bu kadar sinirli bir hâl içerisindeyken bile gelip bana sarılışı , öpüp koklayışı, sevişi, saçlarımdan içi titreye titreye aldığı nefesler , az önce ürperen içimin şimdi sıcacık oluşu ve belki de sayamadığım daha birçok şey şu an benimde içimi titretiyordu. Hâlâ kırgındım ona. Az önce kendi kafamda kurduğum şeylerin dışında adliye bahçesindeki sözleri böyle bir sarılışa yenilecek kadar önemsiz değildi. Konuşacaktık. Hem akşamda olmuştu.

Fırat alnıma kondurduğu öpücükle kollarını gevşetip belimden tam olarak çözmeden yüz yüze gelmemizi sağladığında düşüncelerimden sıyrılıp başımı göğsünden kaldırdım. Göz göze geldiğimizde Fırat kara gözlerini ıslak kirpiklerimde ve yanaklarımda gezdirirken iyice çatılıp , neden ağladığımı anlamaya çalışırken, sorgulayıcı bir hâl alan bakışlarıyla ,"Niye ağlıyorsun?" Diye sordu. Sesi bakışları gibi sorgulayıcı bir hâl içerisindeyken belimdeki ellerinden biri yanağımı bulmuştu. Başparmağı tenimi severek yanağımdaki ıslaklığı silerken dudağımın kenarındaki yaraya değmemek için özen gösteriyordu.

Bense sessiz kalmayı tercih etmiştim. Niye ağladığımı tam olarak bende bilmiyordum ama onun yüzündendi. Uyandığımda yanımda olsaydı belki de şimdi böyle ağlamazdım. Ayrıca niye bana "yavrum" demiyordu ki? O da benim ona olduğum gibi bana kızgın mıydı? İyi ama ben ne yapmıştım ki?

Gözlerimi gözlerinden çekip başımı önüme eğdiğimde uzun bir süre Onunla konuşmak istemiyordum. Bizi bu hale getirmesi , özellikle de bugün, hiç doğru değildi. Birde evlenmekten bahsediyordu. Biz daha ortada hiçbir resmi zorunluluk yokken bile anlaşamıyorduk ki . Bugün niye böyleydi?

Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken belimdeki diğer elini de yanağıma koyup yüzümü büyük avuçlarının içine almıştı. Başımı eğdiğim önümden kaldırmamı sağlarken gözlerimi odanın içinde öylesine gezdirip onun yüzüne bakmamak için elimden geleni yaptım. O ise bir süre başparmakları yanaklarımı severek gözyaşlarımı silerken beni izleyip yüzüme doğru yaklaştı. Sıcak ve nemli olan etli dudakları, ki o dudakları öpmeyi çok özlemiştim, önce alnımı buldu. Derin bir nefes alarak öptüğü yerde birkaç saniye öylece bekleyip ayrılırken bu seferde önce sağ sonra sol yanağımı öptüğünde yutkundum. Gözlerimi kapatıp kendimi bu ana ve öpücüklere bırakmamak için içten içe direnirken Fırat burnumun ucunu, burnumla dudağımın arasını, dudaklarımı , dudağımın kenarındaki yarayı son olarakta çenemi öperken yüzümü öpücüklere boğmuştu. Ardından da yüzümdeki ellerini çekip kollarını bedenime sararken başını boynuma gömüp aldığı derin nefesi, "Offff Yavrum." Diyerek geri verişi garipti. Genizden gelen fısıltılı erkeksi sesi sitemkâr, bir parçada yorgun ve sıkıntılı bir haldeydi. Sanki bir hata yapmışımda "Niye böyle yapıyorsun?" Der gibiydi. Lakin bunu neden dediğini anlayamamıştım. Ben "offf" denilecek ne yapmıştım ki?

Yine de sessiz kalmayı tercih edip yanağımı Fırat'ın omzuna yaslarken gözlerimi kapattım. O ise boynuma birkaç öpücük kondurup, "Ne zaman uyandın?" Diye sorduğunda sesi hâlâ fısıltılıydı. Usulca burnumu çekip gözlerimdeki yaşlar kurumaya yüz tutarken sessizliğimi korudum. Ne önemi vardı ki ne zaman uyandığımın? Eğer bir önemi olsaydı zaten uyandığımda yanımda olur bırakıp gitmezdi beni.

Fırat bu halime iç geçirip boynuma bir öpücük daha konduruken, "Canın acıyor mu? Ağrın sızın var mı?" Diye sordu. Birşey söylemedim. Kaburgalarım ve başım ağrıyor midem bulanıyordu. Ama onu ilgilendirmezdi. Birde acıkmıştım. Adliyeye gidince açık market bulabilirsem birşeyler alır yerdim. Hastane yemeklerini sevmiyordum ki şuan ağzımı açıp Fırat'tan birşey de isteyemezdim.

Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp başını boynumdan kaldırırken çattığı kaşlarıyla yüzüme baktığında bu halimin onu kızdırdığını anlamıştım. Gözlerimi gözlerinden çekip önüme dönerken Fırat çenemin altından tutup gözlerimizi yeniden birleştirdi. Birkaç saniye kızgın bakan kara gözlerini yüzümde ve gözlerimde gezdirip içini çekerken bana kızmaktan vazgeçmiş gibiydi. Çenemi bırakıp beni koltuk altlarımdan tutarak bir kız çocuğunu kucağına alır gibi kolayca kaldırıp, elime takılı olan serum iğnesine dikkat ederek, dizlerine yan bir şekilde oturturken beklemediğim bu ani hareket karşısında afallamıştım. Üzerimdeki hasta önlüğünün etekleri yukarıya sıyrılırken altımda sanırım hiçbirşey yoktu. Bu durum beni rahatsız ederken önlüğün eteklerini dizimin üzerinden aşağı doğru çekiştirdim. O sırada bacaklarımdaki beyaz tenimde dikkat çeken morluklar gözlerime ilişmişti. Çarpmanın etkisiyle yere düşerken olmuş olmalıydı. Umursamayıp önlüğü düzeltikten sonra ellerimi kucağımda birleştirip gözlerimi öylesine bir yere sabitlediğimde Fırat beni iyice kendine çekip şakağımı öperken büyük , kaba ellerinden birini bacaklarımda hissettim. Morarmış olan yerlerin üzerini önlüğü geriye doğru sıyırıp cinsellikten uzak bir şekilde okşarken, "Kurban olurum sana. " dedi. Fısıltılı çıkan erkeksi sesi içimi bir hoş ederken şakağımdan ayrılıp yanağımı bulan dudaklar anlık bir gözlerimi kapatmama neden olmuştu.

Kendimi hemen toparlayıp bacaklarımı okşayan eli tutup durdurdum. Tuttuğum elin üzerindeki yaralar yeni yeni dikkatimi çekerken kaşlarım çatılmıştı. Bu yaralar daha yeni ve çok tazeydi. Sanki sert bir yere defalarca kez vurmuş gibi ya da...birini yumruklamış izlenimi veriyordu. Fırat iki elimle birlikte tuttuğum elini ellerimden çekip belime sararken gözlerim yüzünü buldu. Çattığım kaşlarımla sorgulayıcı bir şekilde gözlerine bakarken anlatmasını bekliyordum.

O ise gözlerini yüzümde gezdirip, "Yok birşey." Dedi net bir sesle. Konuyu kestirip atmaya çalıştığı belliydi. "Sorma" diyordu. Peki. Sormazdım bende. Konuşmamı, ona birşey sormamı, sesimi duymayı istemiyorsa bende ağzımı açmazdım.

Gözlerimi yüzünden çekip önüme döndüm. Fırat ise sıkıntılı bir şekilde içini çekip yüzümü tutup kendine çekerken yanağımı sıkıca, ses çıkartarak peş peşe öpüp tenimi koklayarak aldığı derin nefesi, "Oh" diyerek geri vermişti. Alnını şakağıma yaslayıp dudağımın kenarındaki yarayı başparmağıyla usul usul severken, "Hazan." Dedi. " Niye susuyorsun yavrum? Niye konuşmuyorsun benimle? " Sorduğu soruların cevabını aslında o da biliyordu. Bana " istersen ayrılalım " dedikten sonra daha bu konuyu doğru düzgün konuşup bir karara varmadan onunla eskisi gibi olamazdım ki. Ama belli ki o eskisi gibi olmak istiyordu. Nedense hâl ve tavırlarındaki birşeylerden o sözleri söylediğine pişman olduğunu hissetmiştim. Olsundu. Burnu sürtsün, benim gibi üzülsündü biraz.

Sessizliğim devam ederken Fırat derin ancak sıkıntılı bir nefesi alıp verirken başını boynuma gömüp, "Tamam." Dedi. Geldiğinden beri kara gözlerinin derinlerindeki adını tam olarak koyamadığım bir ifadeyle bana bakarken sesi hep ya sakin ya da fısıltılı bir hâl içerisindeydi. "Tamam sus. Konuşma yavrum. Ne isterse onu yap. Yeter ki iyi ol. Yanımda ol. Hep böyle kollarımda ol." Sırtımı sıvazlayan ellerinden biri kaburgalarımı bulup okşarken boynuma kokumu içine çekerek sıkı bir öpücük kondurdu. Benim başım ise Fırat'ın omzuna yaslıydı. Üniformasının rütbesini temsil eden üç yıldızı tenimi acıtsa da pek umursamadım. Gözlerimi kapattım yine. Uyuyamayacağımı bilsem de en azından birkaç dakikalığına uyuyabilmeyi diledim. Çünkü hiçbir gün tam anlamıyla karanlığa gömülmeden sona ermezdi.

Fırat boynuma birkaç öpücük daha kondurup kaburaglarımı okşamaya devam ederken , ki bu yaptığı şey beni rahatlatıyordu, "Çok korktum." Dedi. Can verir gibi çıkan fısıltılı sesi içime işlerken yutkundum. "Ölüyorum sandım Hazan. "Diyerek sözlerine devam ederken sesi titriyordu. "O itler arayıp sana araba çarptığını söyleyince nasıl geldim buraya bilmiyorum. " Duraksadı. Derin ama titrek bir nefesi alıp verirken başını biraz geri çekip çene kemiğimi öptü. Tenime değen nemli dudaklarına karışan ıslaklık yüreğimin tam ortasına otururken sevdiğim adamın ağladığını anlamıştım. Benimde gözlerim usul usul dolmaya başladığında Fırat,"Nefesim kesildi lan." Dedi. "Gözümün önünde herşey alt üst oldu birden. Bütün dünya başıma yıkıldı sanki. " Yutkundu. Ağlıyordu. Boynuma düşen gözyaşları tenimi yakıyordu. Titreyen erkeksi kaba sesi yüreğimi burkuyordu. Öyle bir anlatıyordu ki hissettiklerini onunla birlikte aynı şeyleri bende hissediyordum.

Gözlerimden süzülen yaşlarla usulca burnumu çekip kucağımda öylece duran ellerimi koca adamımın boynuna sardım. Uzun ince parmaklarımı saçlarında gezdirirken kıyamıyordum Ona. Bir süre daha böyle sessiz kalabilirdim ancak bir süre daha sevdiğim adam annesine sığınan küçük bir oğlan çocuğu gibi korktuğu için başını boynuma gömüp ağlarken onu sevmeden duramazdım. Evet. Şuan bu iki metre boylarında , dışarıdan bakıldığında koca bir kas yığını gibi duran bu adamı küçük bir oğlan çocuğuna benzettiyordum. Öyleydi. Bazen sebepsizce Fırat'la birbirimizin çocuk yanlarına dokunduğumuzu düşündüğüm anlar oluyordu. Bu anda o anlardan biriydi ve ben ortada çokta vahim bir durum olmadığı zamanlar bu anları seviyordum.

Fırat ona sarılışımla başını boynuma iyice yerleştirip bana sokulurken bir süre derin derin kokumu soludu. Bende saçlarını sevmeye devam ettim. Bir yandan da açtığım gözlerimle dışarıda yağan karı izlerken saatin kaç olduğunu merak ediyordum. Bana araba çarptıktan sonra polisler ne yapmıştı, Hakan Çınar'ın evinden birşey çıkmış mıydı, bana çarpan adama ne olmuştu... O adam gerçekten Ali miydi? Ve daha birçok soru kafamın içinde cirit atarken bu soruların cevabını hemen almasam da olurdu. Bu kelimeyi bugün kaç kez kullandım bilmiyordum ama yorgundum. Ne uyusam, ne birkaç gün öylece dursam , bütün sesler ben yeniden duymak isteyene kadar sussa , Fırat'ın başına yıkılan o dünya bir süreliğine dönmeyi bıraksa ya da ben müsait bir yerde mümkünse insem ve öyle sanıyorum ki ölsem bile geçmeyecek bir yorgunluğa ev sahipliği yapıyordu ruhum. Ben bu hale öyle birkaç günde gelmemiştim ki herşey yine birkaç günde, geride tek bir iz dahi kalmadan, silinip gitsin. Gitmiyordu işte. En ufak birşeyde en başa geri dönüyordum. Yine en dibe çöküyordum. İçimdeki çirkin ve hastalıklı olan ne kadar duygu varsa ayakta tutmaya çalıştığım tüm güzellikleri öldürüyordu.

Öyle ya Fırat bu koca sessizliği hak edecek ne yapmıştı ki? Kafamın içindeki Fırat'ı hiç tanımayan sesin sözleriyle hareket ediyordum. O ses Fırat'ın beni bu hastanede unuttuğunu, artık beni eskisi kadar sevmediğini, benden sıkılıp yorulduğunu, onu bunalttığımı , benden vazgeçmek üzere olduğunu söylüyordu. Ama Fırat öyle bir adam değildi ki. Beni asla bırakmazdı. Herkes gider ama O kalırdı. O öyle kimseyi yarı yolda bırakacak , dün "seviyorum " dediği kadını bugün terk edecek biri değildi. O otuz yaşında koca adamdı. Sözünün eriydi. Benim adamım, benim sevdiğim, benim Fırat'ımdı. Adliye bahçesindeki sözleri de sinirle öfkesine yenilerek söylemişti. Şimdi "git, ayrılalım" desem bile bırakmazdı beni. O sesin içimde Fırat'a karşı duyduğum sonsuz güvenden haberi yoktu. Ki o ses bana ait bile değildi. O ses kafamın içinde bir yerlerde düşünmeyi reddettiğim ama ısrarla kulağıma fısıldadığı korkunç kehanetlerin tanrısıydı. Ben sus dedikçe sesini yükseltiyor, ben onu yok edip öldürmeye çalıştıkça en olmadık yerlerde ortaya çıkıyordu. Bir tek Fırat yanımdayken susuyordu. Bende o sessizlikte şimdi olduğu gibi daha mantıklı düşünebiliyordum.

Yine de Fırat'la bir süre daha konuşmak istemediğimi bildiğimden aramızda dakikalardır süregelen sessizliği Fırat başını boynumdan kaldırıp solunda kalan seruma çevirirken ,"Serum bitmiş yavrum. Gel. Üstünü değiştirelim. Sonra da çıkalım. " diyerek bana dönene kadar bozmadım.

Başımı omzundan kaldırıp beni izleyen Fırat'ı kafamı belli belirsiz sallayarak öylesine onaylamakla yetindiğimde kollarımı boynundan çözüp kucağıma indirirken Fırat'ın kucağından kalkmaya yeltendim. Ancak Fırat kollarını sıkılaştırıp buna izin vermezken alnımı öpüp, "Dur bebeğim dur. " dedi. "Önce şu serum iğnesini elinden bir çıkaralım. Hem çıplak ayaklarınla basma öyle yere. " Birşey söylemeden hareketlerimi durdurup Fırat'ın eline aldığı sol elimin üzerindeki serum iğnesini canımı yakmamaya özen göstererek çıkarmasını izledim. İğneyi çıkardıktan sonra iki elimi birden büyük avuçlarının içine alıp küçük çiziklerin olduğu yerleri , serum iğnesinin hafif morartığı elimin üzerini içini çeke çeke öpüşüyle içim sıcacık olmuştu.

Fırat dudaklarını ellerimden ayırıp yüzüme derin derin bakarken bu seferde dudaklarını dudaklarıma bastırıp dedemin attığı tokat sonucu oluşan yarayı nazikçe öptü. Bütün yaralarımı teker teker sevip öperken, "Canımın içi. Ölürüm kızım sana." Dediğinde dudakları dudaklarıma sürtünmüş fısıltılı sesi sadece ikimize ait olan bu anın içinde kalbimin en derinlerinde kendine bir yer edinmişti. Bende Ona güzel birşeyler söylemek istedim o an. Ama ne söyleyeceğimi bilemezken canım konuşmakta istemiyordu.

Bu yüzden sessizliğimi bozmadan Fırat'ın bu yakınlıkta gözlerime güzel güzel bakan gözlerinden gözlerimi kaçırıp yüzümü başka tarafa çevirirken tenim sevdiğim adamın burnuna ve etli dudaklarına sürtünmüştü. Fırat birkaç saniye benden uzaklaşmadan yüzümü izlerken yanağımı öpüp, "Gel bakalım." Diyerek bir kolunu bacaklarımın altından geçirdi. Ardından da benimle birlikte oturduğu yerden doğrulup beni yavaşça yatağa bırakırken odanın içindeki ahşap dolaba doğru ilerleyip kıyafetlerimi alıp yanıma geldi.

Eşyalarımı yatağın üzerine bırakırken onu izliyordum. Ama bir sorun vardı. Hatta belki de sorunlar birden fazlaydı. Kıyafetlerimin en üstünde iç çamaşırlarım vardı. Siyah kilodum ve dantelli bralet sütyenim yüzümün kıpkırmızı olmasına neden olurken alt dudağımı dişleyip başımı pencereye doğru çevirdim. Saçlarım önüme dökülüp yüzümü gizlerken Fırat'ın üzerimde gezinen gözleri huzursuzca kıpırdanmama neden olduğunda iç çekişini duymuştum. Muhtemelen kalçalarımı avuçlayıp elemesine , bana sütyen takıp takmadığımı sormasına izin verdikten sonra hâlâ neyden utandığımı sorguluyordu. Utanıyordum işte. Hem hiç beni çıplak görmemişti ki. Tamam evdeyken yanında giydiğim şeyler pek usturuplu şeyler değildi ama hiç net bir şekilde ona vücudumu sergilememiştim. Ayrıca beni öyle görmesi uygun değildi. Kocam olsaydı belki ama o da belkiydi işte. Yine utanır çekinirdim Ondan.

Fırat yanıma gelip yatağın köşesine ilişip kolunu belime sararken beni kendine çekip başımın arkasını öptü. "Hazan." Dedi. Boştaki eliyle boynumu ve yüzümü kapatan saçlarımı geriye doğru çekip ensemi kokumu içine çekerek öperken, "Hazan'ım " dediğinde tenimi yalayıp geçen sıcak nefesi ürpermeme ve nedensizce heyecanlanmama neden olmuştu. Derince zar zor yutkundum. O ise ,"Utanma benden. "Dedi. "Gel giydireyim seni. Sen bu haldeyken ben o gözle bakıp dokunur muyum sana? " Dokunmazdı. Ama istemiyordum. Bu yüzden kollarımı göğsümün altında birleştirip dışarıda yağan karı izlemeye devam ettiğimde Fırat ensemdeki dudaklarını yara bandının olduğu şakağıma bastırıp beni iyice kendi bedenine yaslarken, "Güzel kızım benim yapma böyle. En azından konuş benimle ne istediğini bileyim." dediğinde istemiyordum. Ki onunda isteklerimi pek umursadığını sanmıyordum. Sabah adliye bahçesinde dedeme , Halit albaya, adliyedeki güvenlik görevlileri ve polislere ilişkimizi gür sesiyle bildirirken bana fikrimi soran olmamıştı.

Fırat bu halime sıkıntılı bir şekilde iç geçirirken,"Bak Bahar'ı çağırmamı istiyorsan ameliyatta o gelemez. Bende seni bu hâlde giyinmen için tek başına bırakamam. Gel giydireyim seni. İstersen gözlerimi kapatırım yavrum. Hı? " dedi. Bilmiyordum. Beni görmesi dışında iç çamaşırlarıma o büyük ve kaba elleriyle dokunacak olması da utanmama neden oluyor içimde daha önce hissetmediğim ama Fırat bana dokunurken benzerlerini birçok kez yaşadığım duygular uyandırıyordu. Fırat bana bu haldeyken o gözle bakıp dokunmazdı ama ben elimde olmadan düşünmemem gereken şeyler düşünebilirdim.

Yine de göğsümün altında birleştirdiğim kollarımı çözüp ona dönerken gözlerine kaçak göcek bakıp başımı onu onaylarcasına salladım. Aslında kendimde giyinebilirdim ancak bunu söylemek için Fırat'la konuşmam gerekiyordu. Konuşmak istemiyordum. Hem düşününce Fırat'ın beni görüp dokunması bana o kadarda kötü birşeymiş gibi gelmiyordu.

Fırat onu onaylayışımla hafifçe belli belirsiz gülümseyip dudaklarımı öpüp geri çekilirken yanımdan kalkıp ayak ucuma bıraktığı kıyafetlerimden en üste duran siyah kilodumu eline aldığında iç çamaşırım koca avcunda yok olmuştu. Gözlerimi hızla ondan çekip önüme dönerken bacaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Fırat ise karşıma geçip önümde diz çökerek kilodumu lastiklerinden tutup ayaklarımdan geçirdi. Dizlerime doğru çektiğinde ayağa kalkmak için meyil etmiştim ancak Fırat ,"Şşş basma yere" diyerek beni durdururken koltuk altlarımdan tutup beni yatağın üzerine çıkarmıştı. Bu hâl başımı döndürürken hafifçe sendeleyip refleksle kaslı kalın kollarına tutunduğumda Fırat belimi tutup gözlerime yersiz bir endişeyle bakarken, "İyi misin?" Diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladığımda Fırat kollarındaki ellerimi tutup geniş omuzlarına koyarken ,"Tutun yavrum bana" dedi. Dediğini yapıp omuzlarına sıkıca tutunurken yatağın üzerine çıkmış olsam dahi Fırat'ın boyuna yetişemediğimi fark ettim. Başım bu hâlde bile sadece Fırat'ın çenesine denk geliyordu. Bu hâl nedensizce hoşuma giderken dizlerimde duran kilodu tutan büyük eller yumuşak tenime değerken Fırat iç çamaşırımı yukarıya doğru çekmeye başlamıştı. Bedenim heyecandan kasılıp dururken gözlerim odanın içinde geziniyordu. Nefeslerim yavaştan sıklaşırken önlüğümü sıyırarak kalçalarıma kadar getirdiği kilotla birlikte omzundaki ellerimden birini Fırat'ın gözlerine kapattım. Zaten o da gözlerini kapatmıştı ama ne olur ne olmaz diye bende elimi koymuştum işte.

Fırat kilodu iyice kalçalarıma doğru çekip giydirdiğinde önlüğümü aşağı indirip uzun kirpikleri avuç içime değerken bende elimi gözlerinden çektim. O an göz göze geldiğimizde Fırat beni belimden tutup kendine çekerken boynumu derin bir nefes alarak öpüp kucağına aldı. Ardından da yatağa oturtup üzerimdeki önlüğün arkadaki düğmelerini açarken sütyenimi eline almıştı. Derince yutkunup içimi çekerken bu kadarının fazla olduğunu düşündüm. Ona göğüslerimi açıp sütyenimi giydirmesine izin veremezdim.

Fırat'ın önlüğü üzerimden sıyırmasına engel olmak için elini tuttum. Kara gözleri gözlerimi bulurken sütyenimi elinden alıp giymek istemediğimi başımı sağa sola sallayarak anlatmaya çalışırken siyah atletimi aldım. Fırat'ın kaşları bu hareketime çatılırken bir kenara koyduğum sütyenimi eline alıp,"Saçmalama " dedi hafif sert çıkan sesiyle. "Tamam evde yanımdayken giyme, koynuma girerkende giyme ama dışarıda giyeceksin bunu." Sesi emredici ve katı bir haldeydi. "Eve gidince çıkarırsın. Tamam?" Dediğinde ona eve gitmeyeceğimi buradan adliyeye geçeceğimi söylemek istesem de arabada söylemeye karar verdim. Sahi benim kullandığım araç ne olmuştu? Araba çarpmadan önce elimde VASÖ'ye ait olan silahım vardı. O neredeydi?

Fırat sessiz kalışımla önüme diz çöküp üzerimdeki önlüğü aşağıya doğru çekerken gözlerini kapatıp kopça takmak gibi bir derdi olmayan bralet sütyenimi başımdan geçirdi. Bende ince askılarından kollarımı geçirip Fırat'ın elinden sütyeni alarak büyük ve dolgun göğüslerimi içine soktum. Önüme dökülen saçlarımı omuzlarımdan geriye atıp atletimi alarak hızla giydim. O sırada Fırat'ta gözlerini açarken üzerime doğru eğilip boynumu ve omzumu öpüp düğmelerini tamamen açtığı önlüğü üzerimden çıkardı. Karşısında atletim ve kilodumla kalırken utançtan yerin dibine girmek üzereydim. Bacaklarımı birbirine bastırıp kollarımı bedenime sararken Fırat'ın gözlerinden beni rahatsız edecek hiçbir ifade geçmemişti. Bu durum beni az biraz rahatlatırken Fırat pantolonumu alıp önce ayaklarımdan sonrada beni az önceki gibi yatağın üzerine çıkarıp kalçalarımdan geçirirken pantolonun ciğerim yüzünden zayıfladığım için ince belime bol geldiğini fark edince sıkıntılı bir şekilde içini çekmişti. Atletimin eteklerini pantolunumun içine koyup bir kolunu belime sararken yatağın üzerindeki siyah badimi alıp başımdan geçirdi. Bende kollarımı geçirip ona yardımcı olduğumda Fırat badimide pantolonun içine sokup düzeltirken fermuarını çekip düğmesini ilikledi. Ve zincirli, metal tokaları olan kemerimi belime takıp beni yeniden yatağa otururken yine önüme çöküp çoraplarımı ve botlarımı giydirdi.

Ardından da kabanımı giydirip düğmelerini iliklerken saçlarımı kabanın içinden çıkarıp koklayarak öptüğünde elimi tuttu. Beni kendiyle birlikte kapıya doğru yönlendirirken silâhımın, telefonumun , arabanın anahtarlarının nerede olduğunu sormak için sessizliğimi bozmak zorunda olduğumu biliyordum. Usulca içimi çekip yutkunurken adımlarımı durdurup Fırat'ın da durmasını sağladığımda gözleri beni bulmuştu.

Sorgulayıcı bakışları yüzümde gezerken,"Noldu yavrum?" Diye sordu. Kara gözlerine bakıp dilimin ucuyla alt dudağımı nemlendirirken, "Eşyalarım nerde?" Dedim düz bir sesle. Fırat'ın kaşları soruma değil belki ama sesimin tonuna çatılırken,"Arabada hepsi. " dedi. Hangi arabadan bahsettiğini anlamazken,"Hangi arabada?" Diye sorduğumda kendi arabasında olduğunu söylemişti.

"Peki benim kullandığım araç nerde?" Diye yeni bir soru yönelttim. Fırat birkaç saniye gözlerimin içine bakıp, "Ait olduğu yerde." Dedi. Kaşlarım anlamadığım için çatılırken ne demek istediğini sormak amacıyla dudaklarımı araladığımda Fırat birden boştaki eliyle yanağımı tutup dudaklarımı sıkıca ses çıkartarak öpüp alnını alnıma dayarken, "Sorma " dedi. "Tartışacağız yavrum sorma."

Öpücüğün etkisiyle aklım dağılırken kirpiklerimi kendime gelmek adına kırpıştırıp yutkundum. Gözlerim bu yakınlıkta Fırat'ın gözlerinde gezinirken başparmağıyla yanağımı okşayan elini tutup yüzümden indirirken ondan birkaç adım gerileyerek uzaklaştım. Belli ki aracı kiraladığım yere göndermişti. Ama daha tam kira parasını bile ödememiştim ki. Tabi Fırat aracı geri verip kira parasını geri bırakacak biri olmadığından onu da halletmediyse? Yine arkamdan bana sormadan iş çevirmişti. Bana verdiği sözü birkez daha çiğnemişti.

Gözlerimi, Fırat'ın ondan uzaklaşıp aramıza mesafe koyuşumla çatılan kaşlarından ve bu halden hiç memnun olmadığını belli eden gözlerinden çekip önüme döndüm. Tuttuğum elini bırakıp elimi elinden kurtarırken kapıyı açıp onu ardımda bırakarak odadan çıktım. O da peşimden gelirken gözlerim birkaç doktor ve hemşirenin gezindiği koridorda Abdullah abileri bulduğunda şokla büyümüştü. Hepsinin yüzü yara bere içerisindeydi. Özellikle de Abdullah abinin yüzü fena halde dağılmıştı. Bunu onlara kimin yaptığını anlamak zor değilken hepsi birden beni ya da arkamdaki Fırat'ı görünce ellerini önlerinde bağlayıp başlarını yere eğmişlerdi. Bu hallerinin sebebinin ben olduğumu bilmek üzülmeme neden olurken duraksayan adımlarımı hareketlendirip onlara doğru ilerledim.

Abdullah abinin karşısında durup, "Abdullah abi." Dedim üzgün bir sesle. O ise yüzüme bakmazken ya da bakamazken yüzü gerçekten berbat bir haldeydi. Elimi omzuna koyup özür dilemek için yeltenirken Fırat hızla yanıma gelip havadaki elimi Abdullah abiye değmesine fırsat vermeden sertçe tutup koca avucuna hapsetmişti. Gözlerim refleksle ona dönerken ateş saçan kara gözleri, derince çatılan kaşlarıyla niye ortaya çıktığını anlamadığım büyük öfkesi ürkmeme neden olurken beni tuttuğu elimden geriye doğru çekip arkasına aldı. Kasılıp duran koca bedeninden başka hiçbir şey göremezken Fırat'ın, "Hepiniz Urfa'ya dönüyorsunuz! Bir daha da gözüme gözükmüyorsunuz! Yoksa hepiniz teker teker sikerim belasını!! Anladınız mı lan?!!" Diyen sert, tehditkâr ve emredici sesi kulaklarıma dolmuştu. Hepsi bir ağızdan ,"Emrin olur ağam." Derken başları bir an olsun yerden kalmıyordu.

Ne yani onların suçu olmayan birşey yüzünden sürgün mü ediliyorlardı? Bu hiç adil degildi ki. Ayrıca karşılarındaki Fırat dahi olsa böyle el pençe divan olup "emrin olur ağam " demek ne kadar garip bir durumdu. Neden hiçbiri kendini savunmak gibi bir girişimde bulunmuyordu. Ağızlarını açıp arabanın bana çarpmasının benim hatam olduğunu söylemeleri gerekirdi.

Fırat adamlara, "Yıkılın lan karşımdan!!" Diye gürlerken adamlar Fırat'ın lafını ikiletmeden hızla çil yavrusu gibi dağılmıştı. Bense sessizliğimi bozmamaya kararlıyken Fırat'ın beni asansöre doğru, yeri döven sert adımlarıyla, yönlendirmesine izin verdim.

Asansör gece vakti olmasından dolayı yoğun olmadığı için hemen gelirken içi boştu. Kapılar kapanıp Fırat zemin katın tuşuna basarken o kadar sert basmıştı ki bir an tuşu kıracağını zannetmiştim. Birkaç adım gerisindeyken neye bu kadar sinirlendiğini düşünüyordum. Avucunun içinde sıktığı elimi az biraz canım yandığı için elinden çekmeye çalıştığımda bırakmamış birden, ben daha ne olduğunu anlamadan, hızla bana dönüp üzerime yürürken asansörün çelik duvarına korkuyla yaslanmama neden olmuştu. Öfkeyle alev alev yanan kara gözleri gözlerimin içine tehditkâr bir ifadeyle bakarken, "O elin benden başka bir erkeğe değmeyecek! Değmeyi geçtim bir daha buna yeltenmeyeceksin bile! Anladın mı beni?!" Diyerek tıslamıştı. Ürkek gözlerim gözlerinde gezinirken birşey söylemedim. Aslında söyleyecekte söylenecekte çok şey vardı ama bu zaman uygun bir zaman değildi.

Gözlerimi yere indirip yutkunurken asansörün kapısı açılmıştı. Fırat benimle birilikte önce asansörden sonrada hastaneden çıkarken palan palan yağan kar taneleri saçlarıma düşüyor esen rüzgar üşümeme neden oluyordu.

Fırat'ın aracı kapının önündeydi. İçinden bir adam çıkıp, " Buyrun ağam " derken Fırat ,"Sağol koçum " diyerek adamın omzuna birkaç kez vururken yolcu koltuğunun kapısını açıp beni bindirdi. Ardından kendisi de şoför koltuğuna geçip araca binerken zaten çalışır hâlde olan motorla gaza basıp yola koyuldu. Bense bu hâl içerisinde ona nasıl adliyeye gitmek istediğimi söyleyeceğimi düşünürken vazgeçtim. Eve bıraksındı beni. Dedemle kavga etmeyi Fırat'la tartışmaya tercih ediyordum. En azından dedemin kalbimi kırabilme olasılığı yoktu. Ve ben dedemle baş edebilirdim ama Fırat'la edemiyordum. O büyük öfkesine ne sesim çıkıyor ne de gücüm yetiyordu. Sevgisini de öfkesini de en uç noktalarda yaşayan biriydi O. Bense öfkemi de sevgimi de hep aynı çizgi üzerinde yaşayan biriydim. Ben suysam Fırat ateşti. Alabildiğine zıttık. Ama çok seviyordum onu. Ne yapacaktım ben böyle?

Dolan gözlerimle kirpiklerimi kırpıştırıp yolu izlemeye başlarken apartmana giden yola dönen kavşağı geçtiğimizi fark etmiştim. Sorgulayıcı bir şekilde çatılan kaşlarımla yolu izlemeye devam ederken belki başka bir yolu kullanmayı tercih etmiştir diye düşünerek bir müddet sessiz kalmıştım. Sonuçta Fırat buraları benden daha iyi biliyordu. Ancak bir süre sonra Silopi'nin merkezinden uzaklaştığımızı anladığımda gözlerim Fırat'ı bulurken ,"Nereye gidiyoruz?" Diye sordum. Sert çehresi ve çatık kaşlarıyla bütün dikkati yoldaydı.

Bir süre soruma cevap vermesini beklesemde sessizliği canımı sıkarken,"Fırat nereye gidiyoruz?" Diyerek sorumu yineledim. Gözleri bu sefer anlık bir gözlerimi bulup yeniden yola dönerken,"Eve gidiyoruz. " dedi. Bariton ve kaba sesi düz ve olduça ciddiydi. Gözlerimi birkaç saniye yüzünde gezdirip, "Apartmana bu yoldan gidilmiyor. Neredeyse ilçeden çıkacaksın. Yalan söyleme bana." Dediğimde Fırat'ın kaşları biraz daha çatılırken, "Yavaş gel lan!" Diyerek sesini yükselti. "Ben ne zaman yalan söyledim sana?! Ne diyorsam o! Eve gidiyoruz. Evimize gidiyoruz. "

"Evimiz?" Dedim sorarcasına. Fırat hafifçe içini çekip önümüzde ağır ağır ilerleyen tır yüzünden şerit değiştirirken, "Gidince görürsün." Diyerek konuyu kestirip attı. Ama ben susma taraftarı değildim. Neden herkes bana sormadan beni ordan oraya sürüklemenin planını yapıyordu? Niye kimse bana birşey sormuyordu?

" İstemiyorum. " dedim net bir dille. Fırat ağzımdan çıkan bu tek kelimeyle sert baķışlarıyla bana dönerken, "Anlamadım?"Dedi. Ancak anlamıştı. Gözleri yola dönerken hareket halindeki bir aracın içinde tartışmak beni korkutsa da,"Duydun, istemiyorum. Eve götür beni." Dedim. Ne istiyorsam onu söylüyordum ancak sesim az önceye nazaran daha ılımlı ve sakindi. Tartışırsak Fırat sinirlenir, sinirlenirse hız yapar , hız yaparsa kaza olur diye korktuğumdan onu kızdırmak istemiyordum.

Fırat yine saniyelik bir yüzüme bakıp yola dönerken, "Hiçbir yere bırakmıyorum seni ." Dedi. Ilımlı sesim onu da bir parça sakinleştirmişti sanki. "Ne bugün ne yarın ne de yarından sonra ki herhangi bir gün. Bu saatten sonra senin yerin benim yanım. Tamam? Bunu o güzel aklının bir köşesine yaz yavrum."

"Ama Fırat ?" Dedim neden titrediğini bilmediğim sesim içimdeki nedenini bilmediğim korkuyu ele veriyordu. Fırat'ın gözleri hızla beni bulurken, sanırım ağladığımı sanmıştı, yüzümü inceleyip önüne döndüğünde direksiyonu tek eline alıp diğer elini yanağıma koydu. Başparmağı usul usul tenimi severken, "Yavrum titretme şu sesini. " dedi. Sesi biraz azarlar biraz yalvarır bir tınıda çıkmıştı. "Niye böyle yapıyorsun canımın içi? Görende kaçırıyorum sanacak seni. Birşey yok. Korkma. Yine eskiden nasılsa öyle olacak herşey. Sen isteyene kadar fazlası olmaz. Sarılıp uyacağız, ben alıp kucağıma seveceğim seni. Tamam? Korkma. "

Usulca içimi çekip Fırat'ın yakışıklı yüzüne yan profilinden bakarken, "Peki ya dedemler?" Dedim sorar gibi. Sesim hâlâ mahsun bir haldeydi. "Onlar ne olacak? Ya dedem adamlarını toplayıp gelirse?" Fırat yüzümdeki eliyle kucağımdaki ellerimden birini avucuna alıp dudaklarına götürüp öperken, "Hiçbir şey yapamaz. " dedi net ve kesin bir sesle. "O, o siktiğim elini sana kaldırdı ya senin üzerinde söz söyleme hakkını kaybetti. Bu saatten sonra yedi cihanı alıp karşıma dikilse sikimde olmaz. "

Dedemden bahsedince yüzünde ve gözlerinde beliren öfke beni rahatsız ederken, "Fırat dedem o benim. Biraz saygılı olamaz mısın?" Dediğimde Fırat kalın ve adeleli bacağının üzerine koyduğu elimin üzerini başparmağıyla okşayarak severken, "Ben dedene karşı bugün yeterince saygılı davrandım yavrum." Dedi. " Sana el kaldıran başkası olsaydı yaşatır mıydım sanıyorsun? O elini kırıp eline vermeden durur muydum? Ulan ben daha bakmaya dokunmaya kıyamıyorum sana. Canını azıcık yaksam adamlığımdan utanıyorum. Sana sesimi yükseltirken bile nefret ediyorum kendimden. O da o kadar şeyi yapıp "ağam" dedirtiryor kendine . Adam sanıyor kendini. Ben öyle adamlığında ağalığında..." derken yine küfür edeceğini anladığımda ,"Fırat. " dedim uyarıcı bir sesle. Gözleri beni bulurken hafifçe gülümser gibi olup tuttuğu elimin üzerini öperken, "Ne Fırat?" Dedi küçük bir kız çocuğuyla konuşur gibi sesinde erkeksi bir edayla. " Bir tanem benim ne Fırat?"

Gülüşümü bastırmak için alt dudağımı dişleyip gözlerimi kaçırarak önüme dönerken, "Gülüşünü yediğim " diyen sesi kulaklarıma dolmuştu . Al al olan yanaklarıma kucağımda duran elimin tersini bastırırken Fırat hızını düşürüp bir benzinliğe girip aracı park etmişti. Gözlerim etrafta gezinirken personellerden birinin bize doğru geldiğini görmüştüm. Fırat ise elimi bırakıp torpido gözündeki siyah çüzdanını alarak geri çekilirken az önce gördüğüm personel Fırat'ın camının olduğu tarafa gelmişti.

Fırat camı aşağı indirdiğinde tahmini benim yaşlarımda olduğunu düşündüğüm adam Fırat'a, "Hoşgeldin abi. " demişti. Fırat'ta ona, "Eyvallah koçum. " diyerek deponun anahtarını verirken, "doldur depoyu" dediğinde adam anahtarı alıp, "Emrin olur abim." Dedi ve aracın arkasına doğru ilerlerken görüş açımdan çıktı. Fırat ise bana dönerken camı kapatıp, "Birşey istiyor musun? Ne alayım sana? " diye sormuştu. Açtım. Fırat'tan birşey istemeye de çekiniyordum ama daha ne kadar yolumuz olduğunu bilmediğimden yine de dudaklarımı büzüp benzinliğin marketinde gözlerimi gezdirip, "Daha ne kadar yolumuz var ?" Diye sordum. Fırat ,"Ne önemi var yavrum? Ne istiyorsan söyle alayım sana. " dediğinde bu halim hoşuna gitmemişti.

Gözlerimi ona çevirip, "Tuzlu çubuk kraker ve meyve suyu istiyorum." Dedim. Fırat hafifçe gülümserken,"Bu kadar mı? "Diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladığımda ,"Meyve suyun neli olsun?" Dedi. Ondan birşey istemem hoşuna gidiyordu. Bunu gözlerindeki pırıltılardan, sesindeki memnun ve huzurlu tınıdan anlayabiliyordum. "Vişneli " dedim. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp, "Emrin olur " diyerek arabadan indi. Askeri üniformasının sardığı koca bedeniyle markete doğru ilerlerken onu izledim. Çok seviyordum. Hemde çok.

O sırada gözlerim arabanın saat göstergesine ilişirken saatin daha 21.22 olduğunu görmüştüm. Halbuki saatin daha geç olduğunu düşünüyordum. Bir süre öylece sevdiğim adamı beklerken hız kesmeden yağan karı izlediğimde Fırat'ın arabada olduğunu söylediği eşyalarımın nerede olduğuna bakmak için arka koltuğa döndüm. Çantam oradaydı. Siyah sırt çantamı elime almak için geriye doğru elimi uzatırken kaburgalarım acımıştı. Dudaklarımın arasından bir inilti dökülürken çantamı zar zor alıp önüme döndüm. Ellerimden birini acısını almak ister gibi kaburgalarıma bastırırken çantamın fermuarını açıp içine baktım. Aracın torpido gözündeki silahım, kaza esnasında elimde olan silahım, bluetooth ve kablolu kulaklıklarım, şarz makinem, ilâçlarım, telefonum hepsi bunun içindeydi. Fırat o araçta tek bir eşyamı dahi bırakmamıştı.

Usulca içimi çekip çantamın fermuarını kapatırken şoför kapısının açılmasıyla irkilmiştim. Fırat gelmiş heybetli bedeniyle araca binerken varlığı dört bir yanımı doldurmuştu. Onu seviyordum. En çokta bana benim için gelişlerini seviyordum.

Elindeki poşetleri, ki poşetleri diyordum çünkü cips, kraker , çerez merez ne bulduysa almıştı, arka koltuğa koyup tek bir poşeti bana uzatırken, "Al yavrum " dedi. Poşeti alıp elimdeki çantamı arka koltuğa koyarken Fırat yeniden gaza basıp yola koyulmuştu. Bende poşetin içinden bir tane kraker ve vişneli meyve suyu alırken ikisini de açıp krakerimden bir tane alıp yedim. Meyve suyumdan da içerken Fırat ara ara dönüp beni izliyordu. Paketten bir tane kraker daha alıp ona uzattığımda kendini geri çekip, "Sen ye yavrum. Ben pek sevmem öyle şeyleri. " demişti. Kaşlarım çatılırken, "E madem sevmiyordun niye aldın bunca şeyi?" Diye sordum. Fırat direksiyonu yine tek eline alıp parmaklarının tersiyle yanağımı severken, "Yavruma aldım. " dedi dişlerini sıkarak. "Sen yedikçe ben doyuyorum zaten. "

Bu hâli, beni böyle sevişi içimde bir yerleri okşarken önüme dönüp meyve suyumdan bir yudum daha aldım. Fırat ise yüzümdeki elini saçlarıma çıkarıp severken, "Afiyet olsun fındığıma " dediğinde beni içine sığdıramıyor gibiydi. Öyle ki araba kullanırken bile bir eli benim üzerimdeydi. Bense bir yandan krakerimi yiyip meyve suyumu yudumlarken tek tük arabaların olduğu, sağ tarafı ormanlık sol tarafı ise kayalık olan yolu izliyordum. Bu yol beni nedensizce ürkütürken Fırat'ın yanımda oluşu güven veriyordu. Yine de konuşsak daha iyi olur diye düşünüp ,"Fırat " dedim birşey soracağımı belli eden sesimle. Fırat ona seslenişimle saçlarımdaki elini yüzüme indirip ağzımı ve burnumu avcunun içine alırken bütün yüzümü kaplayan büyük eliyle, "Fırat diyen ağzını yerim lan senin! Söyle." Dedi coşkulu sesiyle. Başımı geriye doğru çekip yüzümü elinden kurtarmaya çalışırken, "Ya dur!" Dedim mızmız bir sesle. "Napıyorsun?" Fırat yüzümdeki elini çekip boynumdaki saçlarımı omzumdan geriye doğru iterken tenimi okşayıp, "Seviyorum " dedi bastıra bastıra. " Çok seviyorum. Çok aşığım sana Hazan . " derken de sesindeki coşkulu hâl silinmiş garip bir sakinliğe ve duruluğa bürünmüştü. Sanki bana olan sevgisinin büyüklüğü altında eziliyordu.

Birkaç saniye Fırat kulağımın altında, boynumda ve çene kemiğimde parmaklarının tersini gezdirip yumuşak tenimi okşarken sevdiğim adamı izledim. Hafifçe yutkunup içimi çekerken ,"Bende seni çok seviyorum ama birşey soracaktım ." Dedim. Fırat belli belirsiz gülümseyip anlık bir bana bakıp yola dönerken, "Sor" dedi.

Boğazımı temizliyormuş gibi bir ses çıkarıp,"Dedemi daha önceden tanıyorsun dimi? Diye sordum. Fırat'ın kaşları çatlıp yüz hatları sertleşirken ciddi bir ifadeye bürünmüş tenimi okşayan elini çekip direksiyonu parmak boğumları bembeyaz olana kadar sıkmıştı. Belli ki tanıyordu. Ama nerden? Neydi dedeme karşı olan bu öfkesinin sebebi?

Her ne kadar sormaya çekinsem de usulca yutkunup, "Nereden tanıyorsun?" Diye ikinci bir soru yönelttim. Gerçi ilk soruma cevap vermemişti. Belki de bu soruma da cevap vermeyecekti. Bilmiyordum ama merak ediyordum .

Fırat sıkıntılı bir şekilde içini çekip, "Zorunlu askerlik görevimi yaparken karargahta albaydı. Ordan tanıyorum." Dedi. Düz ve ciddi sesi konuyu pekte konuşası olmadığını hissetmeme neden olurken, "O yüzden mi nefret ediyorsun ondan? Dedim. Fırat sertçe yutkunup, "Hayır. Sana el kaldırdığı için nefret ediyorum. " dediğinde sesi gerçekten nefret doluydu. Yutkunup,"Bence dahası var. " dedim tereddüt ederek. Bana yeniden bağırıp çağırsın istemiyordum. "Ama sen bana hiçbir şeyini anlamadığın gibi bunu da anlatmazsın. "

Sesim kırgın bir hâl içerisindeyken Fırat bana dönüp yine bir elini yüzüme dökülen saçlarıma çıkarıp onları geriye doğru itip yüzümü açtı. Bir gözü yoldayken, "Hazan yapma şöyle. " dedi. "Yalan mı?" Dedim. " Kendinle ilgili ne anlatıyorsun ki bana? Hangi sorduğum soruya cevap veriyorsun? Ben ne kadar tanıyorum ki seni? Az önce bana "görende kaçırıyorum sanacak seni " dedin. Belki de kaçırıyorsun nereden bilebilirim ki? Ya da bana hiç yalan söylemediğini söylüyorsun. Belki de bir-çok kez söyledin . Seni ne kadar tanıyorum ki hangi sözünün gerçek hangi sözünün yalan olduğunu ayırt edebileyim? "

Fırat sözlerimle hafiften sinirlenmeye başlarken saçlarımdaki elini çekip, "Şşş ağzından çıkanı kulağın duysun. Fazla ileri gidiyorsun. " dedi uyarıcı bir sesle. "Engel ol o zaman ." Dedim geri adım atmayarak. " Ben sana kendimle ilgili birçok şeyi anlattım. "Hiçbir şey almadan hiçbir şey vermeyeceğim" dedim ama birçok şeyi verdim. Ben vermesem bile sen hayatımın içine bana sormadan girip benim söylemediklerimide kendin öğrendin. Ama bir kez olsun kendinle ilgili hiçbir şey anlatmadın bana. Bari bunu anlat. Bende fazla ileriye gitmeyeyim Fırat."

Fırat sıkıntılı bir nefesi daha ciğerlerine hapsederken, "Tamam anlatacağım. Bu konu benimle ilgili değil zaten. Aşiret, töre mevzusu. " duraksayıp, "Ye elindekileri. " derken anlatmasını bekledim. O ise ,"Bundan birkaç yıl önce sizin aşiretten biri bizim aşiretin kızını kaçırmış. " diyerek anlatmaya başladı. Bende botlarımı çıkarıp bacaklarımı koltuğun üzerinde toplarken bütün bedenimle ona döndüm. Elime aldığım cubuk krakeri yerken Fırat anlık bir gözleri beni bulduğunda bu halime gülümseyip, " Bizimkilerde silahla dayanmışlar sizinkilerin kapısına. "Ya kızımızı verin ya da berdel isteriz" demişler. Sizinkiler berdeli kabul etmiş. " Dediğinde aklıma takılan bir soruyla sözünü kesip , "Kızı kime istediniz?" Diye sordum. Fırat birkaç saniye sessiz kalıp ,"Gıyabımda bana istemişler. " dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Nasıl yani bizim aşiretten Fırat'a berdel karşılığı kız mı istemişlerdi? İçimde birden garip bir burukluk peyda olurken dudaklarımın arasındaki pipeti yavaşça çekip yutkundum. Galiba kıskanmıştım ama bu öyle yakıcı bir kıskançlık değilde Fırat'ı hiç tanımadığım zamanlarda kaybetmek üzere oluşumun verdiği bir rahatsızlık ya da geç kalmanın kıyısından dönmenin tuhaf ama yerine tam oturan ancak adını koyamadığım bir hissiyatıydı. Hani Fırat bazen bana diyordu ya "birlikte olabileceğimiz anlarda benden ayrı geçirdiğin zamanı kıskanıyorum " öyle birşeydi. Öyle ki Fırat bu kıskançlıkla Oğuz'a karşı tavır alıyordu belki bende kim olduğunu bilsem o kıza karşı tavır alır, hak etmediği, duygular beslerdim.

Bir an Fırat o kızla evlenseydi ve bizim o evliyken yollarımız kesişseydi nolurdu , diye düşünmekten kendimi alamadım . Hiçbir şey olmazdı. Ben evli bir adama aşık olacak biri değildim ki Fırat'ta karısını aldatacak kadar şeref yoksunu bir adam değildi.

Usulca yutkunup önüme düşen gözlerimi yeniden sevdiğim adamın yüzüne çıkarırken,"Eee?" Dedim düz tutmaya daha doğrusu içimdeki burukluğu ve üzerime çöken durgunluğu yansıtmamaya çalıştığım sesimle. Fırat gözleri saniyelik bir beni bulup ikiye ayrılan yoldan sola saparken ,"Ee'si kız istememiş beni." Deyince buna inanması biraz güçtü. Fırat çok yakışıklı bir adamdı. Hele o kara gözleri insanın baktıkça bakası geliyordu. Çok güzel seviyordu. Bir kadının fiziksel olarak isteyebileceği bütün özelliklere sahipti. Kıskanç, baskıcı ve her zaman uç noktalarda yaşadığı öfkesi dışında kötü bir karakteri de yoktu. Kızın onu neden istemediğini düşünürken, "Peki sen istedin mi Onu ?" Diye sordum.

Fırat iri kar taneleri aracın camına düşüp sileceklerin önünde savrulurken, "Ben bu olay olurken üç aylık bir operasyondaydım. " dedi ciddi sesiyle. "Kızdan mızdan haberim yoktu benim. " Belki de Fırat'ın asker oluşu kızın gözünü korkutmuştu. Üç ay uzun bir süreydi. Gerçi insan sevince beklerdi. Bekleyişlerin sonu hep bir kavuşma olsun diye dua ede ede beklerdi.

Elimdeki krakerden küçük bir ısırık alırken, "Peki kız seni görmüş mü?" Diye sordum. Gözlerimi Fırat'ın yüzünden bir an olsun ayırmazken bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Ama yüzünden ve gözlerinden geçecek olan tek bir duygu bile benim için çok önemliydi o an. Fırat istifini hiç bozmadan, "Bilmiyorum " dedi. Sesi düz, ciddi ve içinde duygu barındırmayacak kadar sekti.

Pipeti dudaklarımın arasından çekmeden, "Peki sen onu gördün mü?" Dedim. Bu soruyu bir öncekilere nazaran çekinerek sormuştum. Ancak bu çekingenliğin sebebi Fırat'ın vereceği herhangi bir sert tepki yüzünden değildi. Ben o kızı görüp görmediğini, gördüğünde ne hissettiğini, kızı güzel bulup bulmadığını ya da bunca zaman sonra hâlâ o kızı hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyor ve alacağım cevaplardan çekiniyordum.

Fırat yutkunup yan tarafındaki camdan boş, geniş bir araziye bakıp yeniden yola dönerken, "Gördüm." Dedi. Sesi hâlâ duygusuzdu . Derince yutkunup gözlerim Fırat'ın yüzüne kitlenip kalırken kendime engel olamayarak,"Nerede gördün? Güzel miydi?" Diye soruverdim. Fırat hafifçe içini çekip geniş bağrının yükselip alçalmasana sebep olurken, "Resmini gördüm. Çok güzeldi." dedi. Sesinde öyle bir tını vardı ki kızın güzel olduğundan hiçbir şüphem yoktu."Öyle güzeldi ki elimde bir fotoğrafla olduğum yere mıhlanıp kalmıştım. Kaç dakika kaç saat izledim o resmi bilmiyorum ama her bir zerresi ezberim olmuştu. O an kendi kendime "Bu kız bana yar olmazsa sıkarım kafama" dedim. Ben ömrümde öyle birşey görmedim Hazan."

Dolan gözlerimden bir damla yaş süzülüp yanağıma doğru yol alırken Fırat'ı karşımda bu hale getiren kızın kim olduğunu merak ediyordum. Bir resimle bir adam nasıl bu hale gelirdi ki? Belli ki çok istemişti o kızı. Şimdi yanında ben olduğuma göre de o kız Fırat'a yar olmamıştı. İçinde uhte kalan o kız kimdi acaba?

Başımı önüme eğip saçlarımın yüzüme dökülmesini sağlarken elimin tersiyle gözümden süzülen yaşı silip," Kimdi peki o kız? Adı neydi?" Diye sordum titrememesi için elimden geleni yaptığım ve başarılı olduğum sesimle. Canım yanıyor, içim eziliyordu ama bilmek istiyordum.

Fırat yoldaki gözlerini bana çevirip tek şeritli yolda frene basıp dururken kara gözlerini nemli gözlerime sabitleyip, "O kız şimdi benim yarim. " dedi. "Yar oldu bana. O kızın adı "Hazan". Benim Hazan'ım." Birkaç saniye ne dediğini idrak edemezken gözümden süzülen bir damla yaşla dudaklarımdan firar eden hıçkırık ,"Ya of Fırat " diyen çocuksu, mızmız ve kızgın sesime karışmıştı. Çok korkmuştum benden başkasını sevmiş ve hâlâ seviyor diye. Yüreğim ağzıma gelmiş şimdi ise bedenimi saran rahatlık sinirlerimin boşalmasına neden olurken gözyaşlarım peş peşe düşmüştü.

Fırat bu halimle afallarken ne yapacağını bilememiş bir hâlde elimdeki krakeri ve meyve suyu kutusunu alıp torpido gözünün üzerine koyarken, "Yavrum" diyerek beni koltuk altlarımdan tuttuğu gibi kucağına almıştı. Kollarını bedenime sarıp alnımı öperken ," Şşş ağlama" dedi yalvarır gibi. "Ağlama kurban olurum sana ."

Burnumu çekip dudaklarımdan bir hıçkırık daha dökülürken yüzümü Fırat'ın bağrına gömüp kollarımı boynuna sardım. O ise saçlarıma öpücükler kondurup sırtımı sıvazlarken, "Hazan ağlama " dedi. Ağlamama dayanamıyordu. Ama bende durduramıyordum. Yine de onu üzmemek için başımı bağrından kaldırıp uzun ıslak kirpiklerimin çevrelediği kehribar rengi gözlerimi Fırat'ın sıkıntılı bir hâl içerisinde olan gözlerine diktim. Fırat sırtımdaki ellerinden birini yanağıma koyup alnını alnıma dayarken, "Ağlama " dedi fısıltılı sesiyle. "Benim gözüm görür mü senden başkasını? Kaderimsin lan sen benim. Alın yazımsın. " Yutkundum. Gözlerim gözlerinde gezinirken ellerimi göğsüne indirip ona biraz daha sokulurken, "Korktum. " dedim ağladığım için tarazlı çıkan sesimle. "Benden başka birini seviyorsun sandım. "

Fırat bana içi gidiyormuş gibi bakarken diğer elinide yanağıma koyup yüzümü avuçlarının içine aldığında tenimi usul usul severek gözyaşlarımı silerken dudaklarımı öptü. Birkaç saniye öylece kalıp derin bir nefes alırken dudaklarını dudaklarıma burnunu ise yanağıma sürterken, "Bu dünyada imkansız diye birşey varsa o da benim senden başkasını sevme ihtimalim Hazan. " dedi. Fısıltılı çıkan erkeksi sesi, dudaklarıma sürtünen dudakları derken bulanan aklımla usulca gözlerimi kapattım. Kirpiklerim titrerken Fırat dudaklarını tenimden hiç ayırmadan dudağımın kenarındaki yarayı ve yanağımı öpüp yüzümdeki ellerini çekerek kollarını bedenime sardığında beni iyice kendine çekmişti. "Ben senden başkasının değil saatlerce resmini izlemek merak edip tek bir saniye yüzüne bakmam. Senden başkası haram kızım bana. " Göğsünde duran ellerimi yeniden boynuna sarıp gözlerimi açtım. O ise boynuma gömülmüş tenimi öpmekle emmek arasında talan ederken fazla özlem doluydu.

Bense birşeyi merak ediyordum. Aslında birçok şeyi merak ediyordum ama ilk önce Fırat'ın en az kızma ihtimali olan şeyi sormak istedim. O olayı ise zaten anımsamıştım. Dedemle küstük ama amcalarımdan biri dedemin ağzıyla beni arayıp böyle böyle bir durum var. "Gel evlendirelim seni. Adam çok iyi hemi de asker . Seninde babandan sonra bir sahibin olur " diyerek beni aramıştı. Daha ondokuz yaşındaydım. Ki bu kimsenin umrunda değildi. Zaten dedem aşiretteki kızları daha güçlü aşiretlerle bir iş sözleşmesi olarak kullanıyordu. Benimde ne annemin yanında kalmamı ne de okumamı istemediklerinden berdel için ilk gözden çıkarılan ben olmuştum. Bana da Fırat'ın fotoğrafını yollamışlardı ancak bakmadan silmiştim. Pişman değildim aslında. Tamam Fırat'ı daha önceden tanımayı isterdim ancak ne o zamanlar ne de bugün aradığım bir "sahip" değil beni seven biri , bir aileydi. Sonra da konu kapanmış sanırım Korkmaz aşiretine Türkoğlu aşiretinden başka bir kız berdel karşılığı verilmişti.

Başımı Fırat'ın boynuna gömüp "Hani beni ilk defa İstanbul' da görmüştün?" Diye sordum. Fırat yüzünü iyice boynuma gömüp kokumu içine çekerken, "Seni ilk defa İstanbul'da görmedim. " dedi boğuk çıkan erkeksi sesiyle. "Sen beni ilk defa orda gördün. Ben seni ilk defa Ankara'da gördüm. O olaydan sonra Bahar'ı görmek için Ankara'ya gelmiştim. Bahar beni kaldığınız eve çağırmıştı. Apartmanın önünde seni gördüm. O zamanlar saçların daha uzundu. Telefonda konuşarak yanımdan yüzüme bakmadan geçip gittin. Önce sesini tanıdım . Sonra bir rüzgar esti saçların savruldu. " derken saçlarımı sevip koklamaya başlamıştı. "Kokun geldi burnuma. Fark etmeden adımlarım durdu. Seni gözden kaybedene kadar orada öylece durup izlediğimi hatırlıyorum. Böyle çıtı pıtı, küçücük , güzel birşeydin. O resim elime ulaştığında o günün üzerinden bir yıl geçmişti. Görür görmez tanımıştım seni. Eğer o zaman sen beni isteseydin ben dünden razıydım sana. " duraksadı. Başını boynumdan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken hafiften çatılıp sorgulayıcı bir hâl alan yüz ifadesiyle, "Niye istemedin beni?" Diye sorduğunda sesi bir parça hesap sorar gibiydi.

Söyledikleri beni az biraz şaşırtmıştı. Kader ağlarını öyle bir örmüştü ki ben şuan Fırat'ın kollarındaydım. Onca şeyden sonra bu an , Fırat'la birlikte oluşum daha farklı daha mucizevi gelmişti.

Gözlerimi Fırat'ın gözlerinde gezdirirken dudak dudağaydık. Burnu burnuma değiyor, nefesi nefesime karışıyordu. Usulca yutkunup, "Senin sen olduğunu bilmiyordum ki." Dedim. "Seni tanımıyordum. Ayrıca okuyordum Fırat. "

Fırat'ın ben konuşurken dudaklarıma düşen gözleri sözlerim bitince gözlerimi bulurken, "Tanışırdık. " dedi. "Ben sana kim olduğumu anlatırdım. Okuturdum da seni. Gece koynuma alır gündüz okula bırakırdım karımı. Pervane olurdum peşinde. " derken erkeksi bir edayla konuşuyordu. Başını boynuma gömüp dudaklarını ve burnunu tenime sürterken öpüp duruyordu.

Hafifçe alt dudağımı ısırıp, "Sonrada biraz sinirlenince "istersen boşanalım " derdin." Dedim. Bu sözlerim Fırat'ın boynuma kondurduğu öpücüklerin durmasına neden olurken kasılmıştı. Birkaç saniye öylece durup bedenime sarılı olan kollarını sıkılaştırırken, "Sinirle söyledim." Dedi. "O yarayı görünce kan beynime sıçradı. Nevrim döndü. Naptığımı bilemedim. Affet."

Kulağımın altını öperken öpüşünden bile pişman olduğunu anlayabiliyordum. Ama anlamadığım eğer kaza geçirmemiş olsaydım ve beni kaybetme korkusu yaşamamış olsaydı o sözleri söylediğine yine pişman olur muydu?

Yine de,"Eve ne kadar kaldı?" Diye sormayı ona cevap vermeye tercih ettiğimde Fırat birkaç saniye sessiz kalıp, "Geldik." Dedi. Başımı omzundan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken, "Nasıl?" Dedim. Fırat alnımı öperken yolcu koltuğunun olduğu tarafı gösterip, "Burası " dedi. Gözlerim fazlasıyla yüksek demir sürgülü kapıda gezinirken Fırat direksiyonun arkasından küçük bir uzaktan kumanda alıp tuşuna bastığında demir kapı gürültülü bir şekilde hareketlenip açılmaya başlamıştı.

Fırat elindeki kumandayı direksiyonun arkasına geri atıp çalışır vaziyette olan aracı gaza basıp, ben kucağındayken, direksiyonu sağa doğru çevirerek evin bahçesine soktu. İki katlı bahçeli dubleks evi , evin giriş kapısının solunda kalan , gaz lambasını andıran uzun sokak lambasının sarı ışığında seçebiliyorken yağan iri kar taneleri eşliğinde, beyaz badanalı, pencere kenarlarının ve köşelerinin koyu kahverengi tonlarında boyandığı, çatısındaki koyu kırmızı tonlarındaki kiremitleri, evin etrafını saran yüksek duvarları güzel ve hoş bir hale getiren sarmaşıkları, evin sol tarafında kalan duvarlardan bile daha büyük olan ağaçları, az ilerideki çardağı, çardağın hemen yanını aydınlatan yine gaz lambasını andıran uzun sokak lambasını ve tüm bu güzeliği süsleyen kar tanelerinin beyaza bürüdüğü bu büyüleyici manzarayı sevmiştim.

Öyleki Fırat aracı evin önüne park edip durduğunda bunu şakağımdaki yara bandının üzerine değen dudakları hissetmeden önce fark etmemiştim. Gözlerimi Fırat'a çevirirken araç park etmek için ayrılan yerde babamdan kalan arabamı gördüm. Bu şaşırmama neden olurken ,"Fırat" dedim . O ise yanağımı öperken, "Hı?" Diye bir mırıltı çıkardığında ," Arabam?" Dedim. Sesimdeki tını şaşkınlığımı belli ediyordu.

Fırat bir eli kaburgalarımı okşayarak severken dudaklarını tenime sürtüp, "Araban." Dedi beni onaylarcasına. Gözlerim arabamın üzerinde gezinirken,"Ama anahtarını bana vermiştin. Evdeydi. Sabah arabanın kapıda olduğundan da eminim. Ne zaman getirdin ki buraya?" Diye sordum. Hâlâ şaşkındım. Fırat beni öpüp durmakla meşgulken ,"Yedek anahtarı bendeydi. " dedi boğuk ve kendinden geçmiş bir hâlde olan sesiyle. "Sen hastanede uyurken diğer aracı kiraladığın yere gönderip bunu da buraya getirttim. Sabah dudağının kenarındaki yarayı görüp dedenin yaptığını anladığımda karar vermiştim seni yanıma almaya. Seni bu gece , özellikle de adliyenin önünde sana nasıl öfkeyle baktığını gördükten sonra o eve bırakıp , birde sen bu haldeyken, rahat edemezdim. Sen uyurken bu araba işini de hallettim çünkü senin inadını konuşarak kıramıyorum. Ya bağırıp çağırıp baskı uygulamam gerekiyor ya da senin haberin olmadan her şeyi halledip iş işten geçtikten sonra sana haber vermem. Bana başka seçenek çoğu zaman bırakmıyorsun. "

Fırat boynuma kondurduğu öpücüklerin arasında kesik kesik aldığı nefeslerle konuşurken kalçalarımın altında sert erkekliğini hissedebiliyordum. Belli ki benim gibi o da şu bir günlük ayrılıkta beni çok özlemişti. Hastanede, yolda , şimdide burada durup durup öpüyor sarıp sarmalıyordu beni.

Ancak sözleri hoşuma gitmemişti. Çünkü ben ona karşı hiç kimseye davranmadığım kadar uysal davranıyordum. Dilimin ucuna onca şey geliyor ama ben "aman Fırat sinirlenmesin, kızmasın " diye hepsini yutuyordum. O benim inadımı konuşarak kıramıyordu ama ben ona konuşarak herhangi birşeyi anlatamıyordum ki. Ya ağlamam gerekiyordu ya da "Fırat'ım şöyle Fırat'ım böyle " diye cilve yapmam. Ki o zaman bile bir ihtimaldi. Bu sözleri ise kalbimi kırmıştı. Ne kadar şikayetçiymiş benden. Oysaki sadece üç hafta olmuştu birlikte olalı. Bu kadar kısa zamanda bu kadar çabuk mu yorulmuştu yani benden?

Birşey söylemeyip sessiz kalmayı seçerken dolan gözlerimi kapatıp açarak kirpiklerimi kırpıştırdım. O sırada Fırat başını boynumdan kaldırıp saçlarımı öperken emerek sırılsıklam ettiği boynumu büyük ve kaba ellerinden biriyle okşayarak silip, "Gel eve girelim. Üşüdün." Dedi. Aslında üşümemiştim. Fırat'ın bedeninden yayılan sıcaklık üşümeme ehemmiyet vermiyordu. Ama şu an onunla bu kadar yakın olmakta istemiyordum.

Bu yüzden başımı olumlu anlamda sallayıp botlarımı giymek için yan koltuğa geçmeye meyil ettiğimde bedenime sarılı olan kollar sıkılaşmış ve Fırat ,"Şşş nereye ?" Diyen uyarıcı sesiyle beni durdurmuştu. Gözlerim gözlerini bulurken, "Botlarımı giyeceğim." Dedim. Fırat gözlerini yüzümde gezdirip bu halimi anlamlandırmaya çalışırken,"Uğraşma . Ben kucağımda taşırım yavrumu. " dedi. İtiraz etmek için dudaklarımı aralarken Fırat şoför kapısını açıp bir koluyla belimi diğer koluyla da bacaklarımı kavrarken benimle birlikte arabadan çıkmıştı. Esen soğuk rüzgar saçlarımı savurup kar tanelerinin yüzüme vurmasına neden olurken üşümüştüm. Özellikle de Fırat'ın öpüp durduğu ıslak boynum ve botlarımın olmadığı beyaz uzun çoraplarımın ise ısıtmaya yetmediği ayaklarım daha çok üşürken ayaklarım için yapabilecek birşeyim olmasada yüzümü Fırat'ın boynuna gömüp boynumu kapatarak sevdiğim adama iyice sokuldum. O da beni daha sıkı sararken evin önündeki iki basamaklı merdiveni hızlı adımlarla çıktığında ne zaman eline aldığını bilmediğim anahtarın kapı deliğinde çıkardığı sesi duydum. Ardından da kapı açılırken başımı Fırat'ın boynundan kaldırmıştım. Zifiri karanlık olan evin içi ürkütücü gelirken Fırat ,"Seni böyle bırakayım. Arabadakileri alıp geleyim . Tamam?" Dedi. Başımı olumlu anlamda salladığımda Fırat beni kucağından indirip evin içine bırakmıştı. Arabaya doğru ilerlerken bense kapının eşiğinde öylece duruyordum. Nedense Fırat gelmeden içeriye girmemin uygun olmayacağını düşünüyordum. Halbuki az önce bahçede, arabanın içindeyken bu güzel evin içini çok merak etmiştim. Ama şimdi hiç hevesim yoktu.

Açık olan kapıdan soğuk hava evin içine dolarken evin içi ise sıcaktı. Gözlerimi gayriihtiyari bir şekilde etrafta gezdirirken salonda bir şömine olduğunu ve yandığını görmüştüm. Ateşin kızıl ışığı gri köşe koltuğun, yerdeki beyaz halının üzerindeki yuvarlak ahşap masanın, gri parkenin ve yerden tavana kadar uzanan camın önündeki beyaz berjerlerin arasındaki ahşap zigon sehpanın üzerine vururken çok hoş bir görüntü sunuyordu. Evin dekorasyonunu az biraz kendi evime benzetirken Fırat'ın, "Yavrum girsene içeriye. Niye duruyorsun soğukta?" Diyen sesini duyduğumda hafifçe irkilerek ona döndüm. Askeri botlarını çıkarıp elindeki poşetlerle evin içine girerken benim botlarımı da kapının önüne bırakmıştı. Ardından da beyaz çelik kapıyı çekip kapatırken elimi tutup ,"Gel" dedi.

Onun yönlendirmesiyle evin içinde ilerlerken kapının yanındaki ahşap konsolun dayalı olduğu duvarda bulunan tuşa basıp ışıkları açışını izledim. Evin içi aydınlanırken sol tarafta beyaz bir kapı, kapının yan tarafında ise üst kata çıkan açık renk ahşaptan merdivenler vardı. Sağımızda bir başka kapı varken Fırat elindeki poşetlerle birlikte beni oraya doğru yönlendirdi. Kapıyı açıp duvardaki tuşa bastığında buranın bir mutfak olduğunu gördüm. Beyaz mutfak dolapları, L şeklinde büyük bir tezgahı, tezgahın bittiği yerde beyaz bir buzdolabı, mutfağa girince hemen karşıda siyah bir fırın seti, fırın setinin yanında yerden tavana kadar uzanan camı örten beyaz bir tül perde , mutfağın ortasında açık renk ahşaptan yapılma dört kişilik bir yemek masası ve yerde beyaz üzerine gri şeritleri olan ince bir halı vardı. Mutfak ve bu ev iki kişi için fazla büyük olmasının yanı sıra çok güzeldi.

Mutfağın içine doğru ilerlerken Fırat elindeki poşetleri yemek masasının üzerine bırakıp bana döndü. Gözleri yüzümde gezinirken yüzümü avuçlarının içine alıp alnımı öptü. Sonrada üzerimdeki kabanın düğmelerini açıp çıkarırken kabanı ahşap sandalyelerden birinin arkasına astı. Ve beni kucağına alıp evin içinde uzun boyu ve heybetli bedeniyle yürümeye başladığında mutfaktan çıkıp salona girmiştik. Fırat duvardaki tuşa basıp ışığı kapatırken gri köşe koltuğa doğru ilerleyip camların perdesini çekip kapatırken beyaz berjerlerin arasındaki ayaklı abajuru yaktı.

Benim evimdeki gibi köşe koltuğa oturup benide bacaklarım iki yanına gelecek şekilde kucağına oturturken sarılmıştı. Başını yine ve yeniden boynuma gömüp öperken bense ona sarılmak yerine ellerimi göğsüne koyup aramıza azda olsa bir mesafe açmaya çalışıyordum. Fırat beni mümkünü varmış gibi iyice kaslı ve güçlü kollarıyla kendine bastırıp aramızdaki olmayan mesafeleri kapatmaya çalışırken, "Biraz seveyim sonra birşeyler hazırlayacağım sana. Tamam mı bebeğim? " dediğinde bence beni bugün yeterince sevmişti.

"Bence yeter bu kadar sevdiğin. Bırak beni. " dedim. Naz yapmıyordum. Laf sokmuyordum. Sadece söylüyordum. Hem yeterince sevmiş hem de yeterince kırmıştı beni. Ya da ben bugün fazla alıngandım. Nefes alış verişinden bile kendi içimde anlamlar çıkarıyordum. Bilmiyorum. Her zaman ki gibi ama bugün ben hiçbir şey bilmiyordum .

Fırat başını boynumdan kaldırmadan şöminenin sıcaklığının vurduğu sırtımı sıvazlarken tenimi öpüp, "Sen benim arabada söylediklerime kızdın . Biliyorum. " dedi ciddi bir sesle. "Sabah adliyenin önünde söylediklerimle birleştirince kim bilir neler kurdun o güzel kafanda? Ne ďüşünürsen düşün Hazan ama sakın sana duyduğum sevgiden şüphe etme. " Araya girip ,"Madem seviyorsun beni o zaman niye her yaptığıma her hareketime kızıyorsun? " diye sordum.

Fırat başını boynumdan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken çattığı kaşlarıyla, "Ben senin yapıp ettiklerine değil çoğu zaman yapmadıklarına kızıyorum Hazan . Ve bunun sana duyduğum sevgiyle bir ilgisi yok. " duraksadı. Birkaç saniye gözlerime baktığında sinirlenmişti. Gözlerini kapatır gibi olup sakin olmaya , söyleyeceklerini tartmaya çalışıyor gibiydi. Yutkunup gözlerime bakarken de konuştu. "Kaç kere konuştuk telefon mevzusunu ? Kaç kere "aradığımda aç olmadı mesaj at " dedim sana? Deden gelmeden bir gün önce koynumda yatarken seni üzecek birşeyin olmasına izin vermeyeceğimi söyledim sana. Noldu? Hı Hazan noldu? Kim bilir neler söyledi sana? Nasıl attı o tokatı? Canın ne kadar yandı? Belki ağladın bile. Astım krizi geçirdin. Ne düşünüp ne hissettin? Peki tüm bunlar olurken ben neredeydim ? Sen ağlarken o yara kanarken ben hangi sikimdeydim?! "

Sesi yükselirken kendine birşeyleri yediremiyor gibiydi. İyice çatılan kaşlarıyla gözlerime sert bir ifadeyle bakarken devam etti. Bense usul usul dolan gözlerimle bunca şeyi en çokta beni düşünen sevdiğim adamı öylece dinliyordum.

"Tanıştır" dedim sana beni dedenle. Beni bilseydi, senin bana ait olduğunu bilseydi, benim olduğunu bilseydi o siktiğim elini kaldırabilir miydi sana?! Değil el kaldırmak sesini yükseltebilir miydi?! Birşey söyleyince, "yavrum şöyle olsun, canımın içi böyle olsun " deyince dinliyor musun beni?! Canımı burnuma getirmeden, beni zıvanadan çıkarmadan , sana sesimi yükseltmeden uzlaşabiliyor muyuz biz?! Fazla dik başlısın. Çoğu zaman karşında kimim olduğunu umursamayacak kadar. Bugün o mahkeme salonunda bunu iyice anladım ben. O yüzden sana "bizim için birşey yapmıyorsun " diyemem. Bana hiçbir zaman o kadar asi olmadın. Zaten öyle olsan ben baş edemem seninle. Belli ki huyun bu. Birşey demiyorum. Çünkü sana gelmeden önce az çok anlamıştım. O yüzden seni böyle aldım, öptüm , gönlüme koydum ben. Ama olmuyor. Sen beni bir yerde kâleye almıyorsun. Nerden baksan üç haftadır birlikteyiz. Gecem gündüzüm sen oldun. Allah'ın her günü aynı şeyleri konuşuyoruz. Sonra birşey oluyor. Böyle bir sarılıyorsun, bir gülüyorsun, bir "Fırat'ım " diyorsun ipler kopuyor bende. Kızamıyorum, kıyamıyorum, kızsam bile daha ben bile ne olduğunu anlamdan kendimi seni öperken buluyorum. Kokun başımı döndürüyor, sesin kendime bile sağır ediyor beni. Sende biliyorsun bunları. "Fırat bana kıyamaz , Fırat bana kızamaz" diye kâleye almıyorsun belki beni. Öyle olsun. Sorun yok. Gerçekten sorun yok. Eğer sana bu güveni verebildiysem sorun yok Hazan. Eğer üzerimdeki etkinin farkındaysan sorun yok. Ama eğer yanımdan uzaklaştığın an unutuyorsan beni, seni arayıp sormamdan sıkılıp bunalıyorsan işte o zaman sorun var. Bu beni...sevmediğin anlamına gelir. Ve ben bunun altından kalkamam. O yüzden diyorum sana oynama benimle. Şimdi son kez konuşalım ve bitsin bu konu. "

Fırat içinde ne var ne yoksa dökmüştü. Yutkundum. Bu sözlerini hazmetmem gerekiyordu. Dolan gözlerimi gözlerinden çekip başımı önüme eğerken birkaç saniye aklımı topalamaya çalıştım. Ne kadar becerebildiğim meçhulken başımı eğdiğim önümden kaldırıp sevdiğim adamın gözlerine bakarken dilimle alt dudağımı nemlendirip içimi çektim. Bir yerden başlamam gerekiyordu bende en baştan başladım.

" Annemin beni doğurmak istemediğini anlatmıştım sana. Sonra babamın öldüğü yere kadar olan kısmıda az çok biliyorsun. Ama benim hayatım babam öldükten sonra başladı. " duraksadım. Fırat ise beni benim onu dinlediğim gibi pür dikkat dinlerken belime sarılı olan kollarını sıkılaştırıp sırtımı okşamaya başlamıştı. " Babam öldükten sonra annem evde istemedi beni. Aslında babam ölmeden öncede istemezdi. Nedenini bilmediğim bir nefreti vardı bana karşı. Ablamı da...Ali'yi de çok severdi ama beni sevmezdi. " Fırat'ın yanında ilk defa Ali'nin adını ağzıma almıştım ve bu saniyelik bir duraksamama neden olmuştu. Fırat birşey sormayıp devam etmemi beklerkende rahatlamıştım. "Neyse işte. Babam ölünce beni evden göndermek için bir engeli kalmamıştı. Liseye yeni başlamıştım o zamanlar. Bir gün okuldan eve döndüğümde bütün kıyafetlerimi bir bavula tıkmış kaldığım odanın önüne koymuştu. "Git " dedi. Başkada birşey söylemedi. Ama O zamana kadar söyleyebileceği her şeyi söylemişti zaten. O yüzden uzun uzadıya konuşmasını beklememiştim. Hani dedin ya "fazla dik başlısın " diye. Sanırım ilk o gün karar verdim böyle biri olmaya. Aldım bavulumu çıktım evden. O bana tek bir kelime etti ama ben ona gözlerimle bile "anne yapma " demedim. Çünkü bende o ana kadar ona söyleyebileceğim her şeyi söylemiştim. Beni sevsin diye elimden geleni yapmıştım. Ama O hep itmişti beni kendinden. Olmayınca olmuyordu. Zorlamadım bende. Zaten bizde annemle "her Allah'ın günü aynı şeyleri "konuşurduk. O beni babamın ölümünden suçlayıp dururdu. Yani bende o evde olmamamın herkes için daha iyi olacağını biliyordum. O yüzden de çabuk kabullendim durumu. Hava biraz soğuktu. Yanlış hatırlamıyorsam eylülün sonları ya da kasımın başları gibi birşeydi. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Apartmandan çıkınca bir süre yürümüştüm. Gidecek bir yerim yoktu. Bende gidebileceğim tek yere gittim. Yürüyerek yarım saat uzaklıkta olan babamın mezarına. Sabaha karşı dörde kadar orda öylece oturdum . Sonrasını hatırlamıyorum. Bayılmışım. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Mezarlık bekçisi Rüstem amca götürmüş. Çok sık uğrardım o mezarlığa. Tanıyordu beni. Yine birkaç saat oturur ağlar zırlar sonra da giderim sanmış. Uyuya kalmış. Uyanıp beni orda öyle görüncede hastaneye götürmüş. Havale geçirmişim. Zatüreye çevirmesin diyede üç dört gün hastanede tutular. O üç dört gün boyunca kimse gelmedi yanıma. Bende kimseyi aramadım. Arasam da kimse gelmezdi zaten. Belki Ali gelirdi ama onu da annem bırakmazdı. "Gözümden bir damla yaş süzülürken burukca gülümsedim. Gözlerim büyük salonun o an benim için tasvir edilecek kadar mühim olmayan bir yerine dalıp gitmişti. Baktığım yeri görmüyordum. O günler gözümde canlanırken baktığımda gördüğümde o soğuk hastane odası ve yine ardında kaldığım pencereydi.

Fırat beni iyice kendine çekip aramızda duran ellerimi tutup boynuna sararken gözümden süzülen o tek damla yaşı öperek sildi. Alnını şakağıma dayayıp, "Yavrum " dediğinde kaldığım yerden ona biraz sokularak devam ettim. "Ali...severdi beni. İşi düşmediği zamanlarda pek arayıp sormaz ama severdi. Ben...Ben çok seviyordum onu. Beni seven herkesi ben hep çok sevdim. Ama galiba yanlışı beni sevmeyen insanları da çok severken yaptım. Neyse. O günlerin sonunda hastaneden çıktığımda kalacak bir yer bulmam gerektiğini biliyordum. Ondört yaşındaydım ve ev tutamazdım. Otelde kalamazdım. Tabi birde para mevzusu vardı. Bende lisenin kız yurduna yazdırdım adımı. Biraz zor oldu ama oldu. Sonra bir iş bulmam gerektiğini anladım. Çünkü birçok şey için para lazımdı. Şimdi neden dedemden istemediğimi sorabilirsin. Dedem babam öldükten sonra Antep'e yanına almak istedi beni. Ali'yi de istiyordu ama annemin onu vermeyeceğini bildiğinden en çok bana baskı uyguladı. Çünkü annem beni istemiyordu. Gitmedim. Niye gitmediğimi bilmiyorum ama istemedim gitmeyi. Hem gitsem onsekizimi görmeden dedem evlendirecekti beni. Bizim aşiretteki kızların "dik başlı" olmayanlarının hepsinin sonu bu oldu. Belki de ta o zamanlardan kader beni sana saklamıştır."

Fırat alnını şakağımdan ayrıp beni içine sokup herşeyden herkesten saklamak ister gibi sımsıkı sararken boynumu sıkıca ses çıkartarak öpüp, "Ben kurban olurum öyle kadere." Dedi dişlerini sıkarak dolu dolu. Hafifçe gülümseyip başımı başına yaslarken, "Dedem çok kızdı onunla Antep"e gelmeyişime. " dedim. "Bir daha da ondan para istemememizi söyledi. Ben hiç istemedim aslında. Annem zorla arattırır "Okul masrafım var, elektiriği, suyu kestiler, doğalgazı bugün kapattılar" diye yalan söylettirirdi bana. Bende o günden sonra annem ne derse desin aramadım dedemi. Birkaç kez dövdü ama sonra o da vazgeçti. O yüzden de dedemden para isteyemezdim. Ben kimseden para isteyemem. Sana da annemin kumar borcunu ödediğinde o yüzden o kadar kızmıştım. Benim çok zoruma gidiyor öyle şeyler. Hani diyorsun ya "sevmiyor musun beni " eğer sevmeseydim orda o gün biterdi herşey. Ben seni çok sevdiğim için affettim. Sen benim içimde çok farklı bir yerdesin. Bazen babam gibi, bazen kocam , bazende herkes gibisin işte. Seni içimde nereye koysam eğrelti durmazsın. Çünkü benim içim sensin Fırat. "

Boynumdaki dudaklar tenime birkaç öpücük kondurup, "Senin içini yerim lan ben." Dedi coşkulu sesiyle. "Ben varya ben ölürüm sana. " Başını boynumdan kaldırıp sevgisinin dolup taştığı, içinde koca bir ateşin harıl harıl yandığı kara gözleriyle gözlerime bakıp alnımı öperken, "cayır cayır yanarım sana ." Dediğinde coşkulu sesi fısıltılı bir hâle bürünmüştü. Bense daha fazla konuşmak istemiyordum. Devamını sonra anlatsam olur muydu?

Derin bir nefes alıp boynuna sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp sevdiğim adama iyice sokulurken, "Fırat " dedim usulca. O ise alnını alnıma dayayıp dudaklarımı öperken, "Canımın içi. " dediğinde , "Devamını sonra anlatsam olur mu?" Diye sordum. Fırat belimdeki ellerinden birini yanağıma çıkarıp yumuşak tenimi usul usul severken, "Olur yavrum " dedi. "Ben anlayacağımı anladım zaten. Olur."

Biliyorum anlamıştı. Bu saatten sonra daha iyi olacaktık. Hissediyordum. Bende Fırat'ın sınırlarına dikkat edecektim bundan sonra. Üzmeyecektim onu. Ondan başka kimim vardı ki zaten artık?

O sırada evin içinde derinlerden gelen telefon sesi kulaklarıma dolarken çalan benim telefonumdu. Bu saatte kim diye düşünürken aklıma dedemlerden başka kimse gelmiyordu. Fırat çantamı poşetlerle birlikte mutfağa bırakmıştı. Mutfağa gitmek için Fırat'ın kucağından kalkmaya meyil ettiğimde bırakmamış benimle birlikte oturduğu yerden kalkıp mutfağa doğru ilerlemeye başlamıştı.

Işığı zaten açık olan mutfağa girdiğimizde Fırat beni yere indirmiş bende ahşap yemek masasının üzerindeki siyah sırt çantamın içinden telefonumu çıkarmıştım. Fırat ise arkama geçip belime sarılırken benim gibi ekrandaki kayıtlı olmayan numaraya bakıyordu. Dedemler değildi. VASÖ 'de değildi. Sorgulayıcı bir şekilde çatılan kaşlarımla aramayı yanıtladım. Telefonu kulağıma götürdüğümde kulağıma dolan hıçkırıklar ve ağlama sesleriyle kaşlarım iyice çatılırken, "Alo?" Dedim. Telefondaki ağlayan kadın sesi,"Ha-Hazan kızım. " dediğinde bu sesin Emine teyzeye ait olduğunu anlamam birkaç saniyemi almıştı.

"Alo ? Emine teyze sen misin?" Diye sorduğumda Emine teyze arkadan polis telsizlerinin sesi duyulurken, "Be-benim. Mi-Mine'yi kaçırdılar. Kızımı kaçırdılar. Yardım et." Diyerek katıla katıla ağlamaya başlamıştı.

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Loading...
0%