@yikim2024
|
Emine teyzenin hıçkırıkları telefonun diğer ucundan duyulmaya devam ederken birkaç saniye öylece kalakaldım. Mine'yi mi kaçırmışlardı? Kim, neden yapardı ki böyle birşeyi? Üstelik babasının Onu zorla satmaya çalıştığı adamları hapse attırmıştım ve bu durum , zihnimin bir köşesinde kendini gösteren o korkunç ihtimali göz ardı ettiğim sürece, olanaksızdı. Yine de şimdiden kendimi suçlamaya bir yerden başlarken,"Kim?" Diyebildim. "Kim kaçırdı Emine teyze? Ne zaman?" Bir elim sağ kulağımdaki telefonu tutarken diğer elimle de, çenesini başıma dayamış olan, Fırat'ın belime sarılı olan kollarından birine tutunuyordum. Emine teyze sesli iç çekişlerinin arasından, " Bilmiyorum." dedi. Ağladığı için çatlayan sesi içime otururken gözlerim usul usul dolmaya başlamıştı. "Okuldan çıktıktan sonra eve gelmemiş. Arkadaşı Esma'ya sordum. Okuldan çıkarken görmediğini söyledi. Bende karakola geldim. "Kızımı kaçırdılar " diyorum "24 saat dolmadan işlem başlatamayız " diyorlar. Yardım et. Sen savcısın seni dinlerler. Bul kızımı." Kendimi Fırat'tan çekip kollarının arasından çıkarken,"Tamam. Hangi karakol olduğunu söyle geleceğim oraya. Merak etme bulacağız Mine'yi . Ağlama Emine teyze tamam mı?" Dediğimde Emine teyze bana Silopi emniyet müdürlüğünün adresini verip ,"Allah razı olsun kızım. Sağolasın" dedi. Telefonu kapatıp ahşap sandalyenin arkasına asılı olan kabanımı alırken Fırat, "Noluyor? Nereye?" Diye sordu sorgulayıcı bir sesle. Saçlarımı kabanın içinden çıkarıp telefonumu da cebime koyarken çatık kaşlarının çevrelediği kara gözlerine bakıp, "Emine teyzenin kızını kaçırmışlar. Emniyete gitmem gerekiyor. " Dedim. "Arabamın anahtarını verir misin?" Fırat'ın sorgulayıcı bakışlarına bir parça da kızgınlık eklenirken," Emine teyze kim yavrum?" dedi. Nasıl anlatacağımı bilemezken kısaca, "Adliyede çalışan bir temizlik görevlisi. " diyerek açıkladım. Umarım "gidemezsin, bu saatte , bu hâlde olmaz" gibi şeyler söylemezdi. Tamam çok yorgundum. Biraz dinlenmek , mümkün olmayacağını bilsem de, birkaç dakikalığınada olsa uyuyup bu günü bitirmek bende isterdim ancak olanlar ve sanırım olacaklar buna izin vermeyecekti. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp hafifçe içini çekerken ,"Tamam. " dedi. Yüzümde küçük bir gülümseme peyda olurken kollarımı Fırat'ın beline dolayıp sarıldım. "Teşekkür ederim." Fırat'ta bana sarılıp bir eliyle saçlarımı severken, " Birlikte gidiyoruz. " dediğinde bir iki saniye duraksasamda şaşırmamıştım. Ne bekliyordum ki? Saat gece yarısına doğru ilerlerken bu hâlde Fırat'ın beni yalnız bırakmasını mı? Başımı zar zor yetişebildiğim göğsünden kaldırıp gözlerine bakarken, "Tamam." Dedim. Fırat benim aksime hemen kabullenişime bir parça şaşırmış gibi duruyordu. Ve birden koltuk altlarımdan tutarak beni kucağına aldığında afallamıştım. Refleksle bacaklarımı beline kollarımı da boynuna dolarken ellerini kalçalarımın altında birleştirmişti ve ben Ondan yüksekte durduğum için Fırat'a tepeden bakıyordum. Saçlarım önüme dökülüp Fırat'ın yüzüne değerken bu hareketine şaşırdığım için hafifçe büyüyen gözlerimle, "Fırat napıyorsun? " dedim. Şaşkınlığım sesime de yansımıştı. Fırat çenemin altını öpüp mutfaktan çıkmak için kapıya doğru yürümeye başlarken soruma cevap vermemişti. Bense Fırat mutfağın kapısına doğru yöneldiği için görüş alanımda olan ahşap yemek masasının üzerindeki çantama bakarken,"Fırat eşyalarım mutfakta kaldı. Ya indirsene beni." Diyerek , bir yandan da Fırat'ın uzun boyu sebebiyle hafiften dönen başımla, Onu durdurmaya çalışıyordum. Fırat ise çenemin altındaki dudaklarını boynuma yöneltip tenimi ses çıkartarak sıkıca peş peşe öperken, "Kalsın, birşey olmaz. " dedi. Sesi umursamaz bir hâl içerisindeydi. Oflayarak, "Bari silahımı alsaydım." Dedim. O sırada salona girmiştik. Fırat gri köşe koltuğa doğru adımlarını yöneltirken,"Ben varken senin silaha ihtiyacın yok." Dedi net bir sesle. Biliyordum. Kendi canı pahasına da olsa beni korur zarar görmeme izin vermezdi. Ama ben Fırat'ın benim için, benim yüzümden zarar görmesindense ölmeyi tercih ederdim. Yani Fırat'ın beni her ne olursa olsun koruyacak olması bana güven değil korku veriyordu. O nasıl ki benim canımın önüne kendi canını koyuyorsa bende kendi canımı Onun canının önüne koyardım. Yine de bu sözlerine herhangi bir karşılık vermeyip Fırat beni koltuğa oturturken,"Fırat gitmemiz gerekiyor. Niye getirdin beni buraya?" Diye sordum hafif bir sinirle. Önüme çöküp yüzüme dökülen saçlarımı geriye doğru iterken,"Şşş asileşme hemen. " dedi. Kara gözleri yüzümün her zerresinde geziniyor bana çok güzel bakıyordu. "Hava çok soğuk. Seni böyle dışarıya çıkaramam. Bere mere birşeyler bulup geleceğim. Tamam?" "Gerek yok. Üşümem ben. Gidelim." Dedim itiraz ederek. Fırat kaşları çatılırken gözlerime sert bir şekilde bakıp, " Bekle. Geliyorum." Dedi baskın bir sesle. Ardından da önümden kalkıp, gözlerim Onu takip ederken, üst katın ahşap merdivenlerine yöneldi. Askeri üniformasının sardığı uzun boyu ve heybetli bedeniyle merdivenleri hızlı adımlarla çıkarken subay tıraşı olan kömür karası saçlarının arkadan görünüşü kalın ensesiyle güzel bir uyum içerisindeydi. Kalbimden mideme doğru ılık ılık birşeyler akarken hafifçe içimi çekip, sevdiğim adam gözden kaybolduğunda, önüme döndüm. Şöminenin içindeki ateşin kıvılcımlarının evin içine sıçramasını engelleyen camın ardındaki, dans edercesine hareketlenen, alevlere gözlerimi sabitledim. Ateşin ışığından mı yoksa uykusuzluktan mı bilinmez gözlerimin içi cayır cayır yanıyor ve acıyordu. Başımda hafif hafifte olsa kendini gösteren sancılı bir ağrı beni en ufak bir ışık hüzmesine karşı tahammülsüz bir hâle getirirken bu günün gerçekten bitmesini istiyordum. Ancak az önce de dediğim gibi "olanlar ve olacaklar " buna izin vermeyecek gibiydi. Mine'yi TKÖ 'nün kaçırdığını biliyordum. Muhtemelen Hüseyin Kırca' nın bana her şeyi itiraf edip onları satması, Hakan Çınar'ı tutuklarken, zorlada olsa, yardımcı olması nedeniyle kendilerine yapılan ihanetin bedelini bu şekilde ödetmeye çalışıyorlardı. Ya da bir diğer ihtimal benim Emine teyzeyi ve kızı Mine'yi tanıdığımı, onlara verecekleri herhangi bir zararın ucunun bana da dokunacağını biliyorlardı. Ve Mine'yi Hüseyin'e değil bana bedel ödetmek için kaçırmışlardı. Bu olanlar "oyunun" bir parçasıydı. Attığım her adımdan, bu şehirde tanıdığım herkesten haberleri vardı. Bu da demek oluyordu ki etrafımdaki herkes tehlikedeydi. İki yanımda duran ellerimle koltuğu sıkarken gözlerimi kapattım. Aldığım nefesi yorgun bir şekilde cansız bir soluk gibi dışarıya verirken kendimi çok değil ama bir parça aciz hissettim. Şu sıralar hiçbir şeye güç yetiremiyordum. Yıllardır üzerinde durduğum ayaklarım beni zar zor taşıyordu. Çok fazlaydı. Bugün olanlar, Ali, Mine'nin o şerefsizlerin eline düşüşü, Oğuz'un bana olan bakışları, mahkeme salonunda söylediklerim, dedem , Fırat her şey bugün çok fazlaydı. Ben birşeyler yoluna girsin diye uğraştıkça her şey sarpa sarıyor kördüğüm oluyordu. Ve ben o kördüğümün içinde hapsoluyordum. İşin kötü tarafı ise bu durum sanırım bir süre daha böyle devam edecekti. Her şey tam anlamıyla yoluna girene kadar üzerimden koca bir dünya geçecek, benden, ruhumdan onlarca şey kopup maziye karışacaktı. Olsundu. Ben bu şehre gelirken de bu savaşa girerken de sağ salim çıkamayacağımı biliyordum zaten. Lakin tek temenim zarar gören tek kişinin benim olmamdı. Başka türlüsünü kaldıramazdım. Gözümden süzülen bir damla yaşla kirpiklerimi aralarken kulaklarıma dolan ayak seslerinden Fırat'ın yanıma geldiğini anladığımda elimin tersiyle, yanağıma doğru yol alan yaşı , hızla silip usulca burnumu çektim. Fırat ise yanıma gelip yeniden elindeki, siyah bere ve kalın, yünlü atkıyla önüme diz çökmüştü. Gözleri gözlerimi bulurken kaşları, baktığı yerde her ne gördüyse, çatılırken elindekileri koltuğun üzerine koyup, "Noldu?" Diye sordu. Erkeksi ve kaba sesi sorgulayıcı bir haldeydi. Başımı belli belirsiz olumsuz anlamda sallarken "Birşey yok." Dedim. Sesim her ne kadar düz bir tınıda çıkmasını sağlamaya çalışsamda durgun ve ruh halimle paralel bir şekilde yorgun çıkmıştı. Fırat gözleriyle yüzümü incelerken nedensizce rahatsız olup gözlerimi gözlerinden kaçırdım. İçimi görüyormuş ya da biraz daha zorlasa görecekmiş gibi bakıyordu. Ama ben görsün istemiyordum. Ona anlatmaktan korktuğum o kadar çok şey vardı ki ben anlatmadan anlamasını istemiyordum. Bu yüzden Fırat'ın bakışlarını daha fazla üzerimde hissetmemek için kollarımı boynuna dolayıp Ona sarıldım. Hafifçe içimi çekip kokusunu solurken,"Gidelim." Dedim. O da kollarını belime sarıp saçlarımı derin bir nefes alarak öperken, "Hazan" dedi. "Noluyor yavrum sana? Niye böylesin? Hı kurban olduğum? " Bir eli saçlarımı severken gözlerimi kapattım. "Çok şey oluyor Fırat. Ben bile tam olarak ne olduğunu anlayamıyorum. Çok korkuyorum. Bu şehre geldiğim günkü kadar cesur değilim. Seni kaybetmek, senden vazgeçmek zorunda kalmak istemiyorum. Her ne olursa olsun sever misin beni? Nolur sev. Nolur..." Fırat'a söylemek istediğim onlarca şey vardı. İçimde Onu kaybetmekten korkan, benim yüzümden Ona ya da ailesine zarar gelmesinden çekinen bir taraf vardı. Bazen "sen zehirli bir sarmaşıksın bırak birilerine sarılmayı." Diyordu. Ve ben yağmurlu bir günde, ıssız, bomboş bir sokakta herkesi, her şeyi ardımda bırakarak koşup uzaklaşmak istiyordum. Ama söz vermiştim. Önce kendime sonra da Fırat'a. Bırakmayacaktım onu. Bizden vazgeçmeyecektim. Ki eğer bu hikâyede benden başkasının zarar görmemesini istiyorsam buna mecburdum. Çünkü Fırat beni böyle çok severken onu yüz üstü bırakırsam görebileceği en büyük zararı görürdü. Tıpkı benim göreceğim gibi. Boynuna sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp Fırat'a iyice sokulurken, "İyiyim ben." Dedim. "Yorgun hissediyorum sadece biraz. Önemli birşey yok. " Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, " Şu iş çıkmasaydı alıp koynuma uyutacaktım seni. Eve dönünce uyutacağım. Dinlenirsin biraz." Dedi. Hafifçe içimi çekip başımı Fırat'ın başına yaslarken kapalı olan gözlerimi açmadan, "Uyuyamıyorum ki." Dedim kendi kendime söyler gibi ancak Fırat duymuştu. Bedenime sarılı olan kollarını sıkılaştırıp yüzünü boynuma gömüp tenimi öperken, "Biliyorum. " dedi. "Bugün hastanede sen uyurken Arif beyin yanına gittim. Uyuyamadığını söyledim. O da şu an kullandığın ilaçlarla yan etki yapmayacak, çok ağır olmayan bir uyku ilacı yazdı. Sen uyurken aldım. Onu içirip uyutacaktım seni. Sen böyle yorgun, uykusuz olunca benimde kafam yerinde olmuyor. Bütün gün aklım sende kalıyor. Araba kullanırken birşey olur diye diken üstünde oluyorum. Ama benim yavrum ağaç tepelerinde şerefsiz kovalıyor. " Son söylediği şeyler kapalı olan gözlerimi açmama neden olurken, "Sen? Nerden biliyorsun ki?" Diye saçma sapan bir soru sordum. Fırat yüzünü gömdüğü boynumda derin bir nefes alıp benimle birlikte çöktüğü yerden doğrulup koltuğa otururken benide yan bir şekilde dizlerine oturtup koltuğun üzerine bıraktığı atkıyı eline aldı. "Sana kimin çarptığını, olayın nasıl olduğunu görmek için emniyete gidip güvenlik kameralarına baktım. " dedi. Bir yandan da siyah yün atkıyı boynuma sarıyordu. "Doktor ilaçlar baş dönmesi yapabilir dikkat edin diyor sen bir tane iti kovalayacağım diye kendini tehlikeye atıyorsun. " Sesi sonlara doğru sert bir hâl alırken kaşları çatılmıştı. Bense bana çarpanı görüp görmediğini merak ediyordum. Acaba gerçekten Ali 'miydi ? Sormayı düşünsemde ya nasıl soracağımı bilemediğimden ya da cesaret edemediğimden sadece,"İşim bu benim. " diyerek düşüncelerime tamamen tezat birşey söylemiştim. Fırat boynuma sardığı atkıyı düzeltirken, "Senin işin adam kovalamak değil Hazan. " dedi. Bana göre fazlasıyla büyük olan atkıyı düzeltmeyi bırakıp bereyi eline alırken devam etti. "Bu şehirdeki bütün emniyet, jandarma, asker kim varsa senin emrinde. Tek bir lafınla ordu yığardın oraya. Koskoca savcısın. Bordo bereli gibi ne işin var yavrum ağaç tepelerinde, duvar üstlerinde? Düşseydin, birşey olsaydı. Ya da bugün olanlardan daha kötü birşey olsaydı. Ulan ben ne yapardım sana birşey olsa? " Siyah ve bana ,tıpkı boynuma taktığı atkı gibi, fazlasıyla büyük gelen bereyi başıma geçirmişti. Alnımı ve neredeyse gözlerimi tamamen kapatan bereyi geriye doğru çekip düzeltirken berenin değdiği uzun kirpiklerimi gayriihtiyari bir şekilde kırpıştırdım. Yüzüme dökülüp yanaklarımı kapatırken dudaklarıma ve burnuma değerek gıdıklanmama neden olan saçlarımı geriye doğru iterken Fırat'ın azarlayıcı sesi kızgın olduğunu belli ediyordu. Kara gözleri ise sesine, her haliyle sert, sarsılmaz ve ürkütücü görünen sevdiğim adama tezatlık oluşturacak derecede sevecendi. Öylesine sevgi dolu ve güzel bakıyordu ki her ne kadar ciddi bir konu konuşuyor olsak da içim sıcacık olurken usul usul akıyordu Ona. Fırat bereden açıkta kalan saçlarımı parmaklarının arasına alıp severken yüzümün her zerresini gözleriyle taradığında dudaklarından belli belirsiz bir gülümseme geçti. Alnını alnıma dayayıp kollarını belime sararken yanağımı sıkıca ses çıkartarak öpüp kokumu derin bir nefes alarak içine çektiğinde ,"Özür dilerim. " dedim. "Bilinçli olarak yaptığım birşey değildi. Her şey bir anda gelişti. Birilerine haber verene kadar adamın kaçacağını düşünmüştüm." Fırat dudaklarını ve burnunu öptüğü yere sürtüp bir eliyle sırtımı sıvazlarken, "Ölürüm." Dedi üzerine basarak. Genizden gelen erkeksi sesi fısıltılı ve acı çekiyormuş gibiydi. "Sana birşey olursa ben ölürüm." Sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi bir hâli vardı. Ve bu hâli canımı yakıyordu. Yine de bu anın daha fazla uzamasına izin vermemek bir yandan da Fırat'ın söylediklerini umursamıyormuş gibi görünmemek için, kollarımı boynuna dolayıp kalın ensesinde ve saçlarında parmaklarımı gezdirirken, "Birşey olmadı ama. Bak iyiyim. Yanındayım Fırat. Gidelim artık." Dedim. İçten içe şu halimizden fazlasıyla huzursuz oluyordum. Her geçen saniyenin aleyhime işlediğini biliyordum. Ben burada böyle Fırat'la öpüşüp koklaşırken Emine teyzenin emniyette ömründen ömür gidiyordu. Fırat'ı da anlıyordum. Bugün yine yüreğini ağzına getirmiştim. Sabah adliyenin önünde olanlar , dudağımın kenarındaki yara, bana araba çarpışı derken korkmuş olmalıydı. Tabi birde bir gün boyunca bana hiç dokunup sarılamamıştı. Benimle vakit geçirmek istiyordu. Bende sevdiğim adamla böyle saatlerce oturup, o yumuşacık kömür karası saçlarını sevip, kokusunu içime çekmeyi çok isterdim ancak ne bugün ne de bu an bunun için uygun değildi. Fırat hafifçe içini çekip başını boynuma gömerken,"Çok özlüyorum seni." Dedi. Fısıltılı sesi yerli yerindeydi. Bedenime sarılı olan kollarını, canımı yakmamaya özen göstererek, sıkılaştırırken yüzünü gömdüğü boynuma sürtüp kokumu içine çekti. " Doyamıyorum sana. Nasıl olucak bu böyle Hazan?" Dediğinde bana olan sevgisinin içinden çıkamıyor , hissettiği duygu yoğunluğu onu afallatıyor gibiydi. Hafifçe içimi çekip boynuna sardığım kollarımı çözerken yüzünü ellerimin arasına alıp kendimi biraz geri çektim. Dudaklarımı yanağına bastırırken konusunu içime çekerek öpüp, "Bugün böyle olsun. Yarın akşam seninim. Nasıl istersen öyle seversin beni. Ama şimdi gidelim Fırat. Lütfen ." Dedim. Sesim sonlara doğru hafif yalvarır gibi çıkmıştı. Fırat sözlerimle başını boynumdan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken ışıl ışıl parlayan gözleriyle gözlerime bakıp, "Nasıl istersem?" Dedi teyit etmek ister gibi. Bir an önce evden çıkıp Emine teyzenin yanına gitmek istediğimden konunun üzerine fazla düşünmeden, sevdiğim adamın yüzü hâlâ ellerimin arasındayken, başımı olumlu anlamda sallayıp, "Nasıl istersen." Diyerek onayladım Onu. Fırat hafifçe gülümseyip alnını alnıma dayayıp bu yakınlıkta gözlerimin içine bakarken, "Söz mü?" Dedi. Baş parmaklarımla tıraş olmaktan pürüzlü bir hâl almış olan tenini severken bu hali birden gözüme çok tatlı görünmüş ve ben başımı hafifçe yana doğru eğerek sevdiğim adamın pembemsi bir rengi olan etli ve dolgun dudaklarının üzerine küçük bir öpücük kondurup, "Söz sevgilim. Gidelim hadi , nolur? " demiştim. Fırat ise onu öpüşümle kendinden geçmişcesine hafifçe kaşlarını çatıp gözlerini kapatırken başını yeniden boynuma gömüp, "Sevgilin ölsün sana." Dedi coşkulu sesiyle dişlerini sıkarak. Ardından da oturduğu yerden benimle birlikte kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı. Kapının yanına geldiğimizde beni girişteki ahşap konsolun üzerine oturttup, "Bekle burada. İlaçlarını alıp geliyorum. " dedi. Sonunda az önceki anın içinden çıkmamıza sevinirken Onu başımla onaylaydım. Fırat mutfağa doğru ilerlerken oturduğum konsolun dayalı olduğu duvardaki gümüş varaklı yuvarlak aynada, omzumun üzerinden dönüp başımdaki bereye ve boynumdaki atkının nasıl göründüğüne baktım. Fazla büyük gelmişlerdi ancak beyaz tenimde al al olmuş yanaklarım, ucu hafif kızarmış olan küçük burnum ve gülkurusu rengindeki kalp şeklini andıran dolgun dudaklarımla bu siyahlık güzel bir uyum yakalamıştı ve ben tatlı görünüyordum. Önüme dönüp konsoldan aşağı sarkan ayaklarımı öylesine sallarken Fırat elinde, aldığı abur cubur poşetlerinden biriyle ve ilaçlarımla yanıma gelmişti. Bende Onun gelişiyle konsoldan inmeye meyil ettiğimde Fırat beni durdurup bir kolunu belime sararak beni yere indirdi. Elimi tutup kapıyı açtığında iri kar taneleri esen sert rüzgarla yüzüme vurmuş hem irkilmeme hem de üşümeme neden olmuştu. Fırat ise üzerinde sadece askeri üniforması varken bu soğuktan hiç etkilenmiyormuş gibiydi. Gerçi niye şaşırıyordum ki? Eminim bundan çok daha soğuk havalarda dağda o şerefsizlerin peşinde aylarca operasyonda kalmıştı. Bu bir an içimi burksada aynı zamanda gurur ve hayranlık duymuştum Ona. Fırat, elindeki poşeti bana verip askeri botlarını giyip dışarıya çıkarken bende botlarımı giymek için yere doğru eğildiğim. Bu hareketimle kaburgalarımda hafif bir acı hissederken yüzüm anlık bir acıyla buruşmuş Fırat azarlayıcı bir sesle ,"Hazan dur." Diyerek beni kolumdan tutup doğrultmuştu. Ardından da koca bedeniyle önüme diz çökerken botlarımı giydirmişti. Bu kendimi biraz kötü hissetmeme sebep olsa da Fırat elimi tutup evin kapısını çekerken, "Teşekkür ederim. " dedim usulca. O ise az önce yere eğildiğim için alnıma doğru kayan bereyi düzeltip birden yüzüme eğilip dudaklarımı öperken, "Rica ederiz." Dedi erkeksi bir tavırla. Öpücüğün etkisiyle aklım dağılırken Fırat'ın tuttuğu elimle beni yönlendirmesiyle, uzaktan kumandasına basıp açtığı arabasına doğru ilerledik. Fırat önce beni araca bindirip şoför koltuğuna geçtiğinde motoru çalıştırıp ısıtıcıyı açtı. Siyah, yüksek demir sürgülü kapıyı da, açarken arabanın camına düşen kar taneleri eşliğinde yola koyulmuştuk. Aracın saat göstergesine baktığımda saat 22.13'ü gösteriyordu. Eğer Emine teyzenin dediği gibi Mine okul çıkışı kaçırıldıysa bu kaçırılma olayının üzerinden yaklaşık yedi saat geçtiğini gösterirdi. Bu durumda da şerefsizler Mine'yi sınır dışına çıkarmak için yeterli süreye sahip oluyorlardı. Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken "keşke daha önceden haberim olsaydı " diye geçirdim içimden. En azından şehrin bütün giriş ve çıkışlarını kapattırır sınırdaki asker ve jandarmalara haber verdirtirirdim. Gerçi o sıralarda hastanede yatıyordum ve içimden bir ses bununda planlı olduğunu söylüyordu. O araba bana tesadüf eseri çarpmamıştı. Gözlerimi saat göstergesinden alıp Fırat'a çevirirken ,"Fırat biraz daha hızlı sürsene." Dedim. Sesimde kendini belli eden bir sabırsızlık vardı. Fırat anlık bir bana dönüp gözlerini yeniden yola çevirirken başını olumlu anlamda sallayıp, "Tamam yavrum." Dedi ve gaza yüklenip hızını artırdı. "Emniyete varana kadar ye şu poşettekileri. İlaç saatin yaklaşıyor. İçinde bugün doktorun yazdığı ağrı kesici, kas gevşetici falan da var. Ağrın olursa içersin. " Poşeti açıp içinden karışık kuruyemiş paketini alıp açarken bir tane de vişneli meyve suyu çıkarıp yemeye başlamıştım. Gergindim ve garip bir şekilde kuruyemişi yerken gerginliğim bir parça da olsa azalıyordu. Paketten bir tane fındık alıp Fırat'ın ağzına uzattığımda yoldaki gözleri elimi buldu. Fındığı dudaklarının arasına alıp yerken direksiyonu tek eline alıp elimi tutmuş ve pamak uçlarımı ısırarak öpmüştü. Bense dudaklarımda küçük bir gülümseme kendini gösterirken elimi elinden çekmiştim. Bacaklarımın arasına sıkıştırdığım meyve suyumdan bir yudum alıp içerken Fırat'ın, "Sence kızın kaçırılması terör olayı mı?" Diye soran ciddi sesi kulaklarıma doldu. Derin bir nefes alıp verirken, "Bence öyle. " dedim. "Emine teyzenin söylediğine göre kızı okul çıkışı kaçırmışlar. Ama arkadaşı Mine'yi okuldan çıkarken görmediğini söylemiş. Belki de sabah okula giderken kaçırdılar ama öyle olsaydı arkadaşı Mine'nin okula hiç gelmediğini söylerdi. " Son söylediklerimi aslında sesli bir şekilde düşünüyordum. Olayın bildiğim kadarı bana birşeyleri çözmek için yardımcı olmuyordu. Belki de dahası vardı ve Emine teyze telefonda ağlamaktan mecali kalmadığı için bana olayın tamamını anlatamamıştı. Olabilirdi. Artık emniyete vardığımda konuşur birşeyler öğrenmeye çalışırdım. Ağzıma bir tane fıstık atıp yerken Fırat, "Sen ne kadar tanıyorsun bu kadını?" Diye sordu. Önümüzde ilerleyen siyah Tofaş'taki gözlerimi Fırat'a çevirdiğimde kaşlarım hafifçe çatılırken, "Ne demek ne kadar tanıyorum? Anlamadım?" Dedim. Fırat içini çekip önümüzdeki aracı kontrollü bir şekilde sollarken, "Kadının adliyede temizlik görevlisi olduğunu söyledin. " dedi. "Sık sık adliyede konuştuğunuzu sanmıyorum Hazan. Nerden tanıyorsun sen bu kadını? Numaranı nereden buldu? " Yutkunup gözlerimi Fırat'ın yüzünden çekerken ne diyeceğimi bilemedim. Hüseyin olayını işin içine katmadan ancak yalanda söylemeden Fırat'a durumu açıklamak istiyordum. Çünkü içimden bir his Fırat'a kendimle ilgili tüm gerçekleri açıklayacağım günün çok yakın olduğunu söylüyordu ve ben o güne kadar Fırat'a birşeyleri eksik anlatmak zorunda kalsamda yalan söylemek istemiyordum. Bu yüzden paketten bir tane ceviz alıp Fırat'ın dudaklarına uzatırken, "Numaramı ben verdim." Dedim çünkü ben vermiştim. Hüseyin'i karısına ve kızına şiddet uygularken görünce tek başıma eve girmiş, adam kaçmaya çalışınca yakalamış sonra da kızını kendinden yaşca büyük bir adama satacağını öğrenince bir kâğıda numaramı yazıp birşey olursa beni aramalarını söylemiştim. Fırat ona uzattığım cevizi yerken çatılan kaşlarıyla, "Neden?" Diye sordu. Anlamaya çalışıyordu. Birkaç saniye kelimeleri zihnimde hızlıca toparlamaya çalışıp, "Baran'ın mahkemesinin olacağı gün sabah evden erkenden çıkmıştım. Sende beni arayıp kızmıştın ya. Hatırlıyor musun? Annemin borcunu öğrendiğim günün sabahıydı." Fırat saniyelik bir Onun yüzünü izleyen gözlerime bakıp, "Hatırlıyorum yavrum." Dedi. "Ben seninle geçirdiğim her saniyeyi hatırlıyorum. " Bende. Sözlerime devam edip, "İşte o gün seninle telefonda konuşurken birden alelacele telefonu kapatmıştım ya adliyenin önünde Emine teyzeyi görmüştüm. Düşmek üzereymiş gibi duruyordu. Arabadan inip yanına gittiğimde yüzünde darp izleri vardı. Şiddet gördüğünü anlamıştım. Sonra birlikte adliyeye girdik. Pastaneden birkaç birşey alıp çay ocağında çalışan Medine teyzeyle birlikte yerken Emine teyzeyi çok zorlamadan konuşturmaya çalıştım. Ama birşey anlatmadı. " derken duraksadım. "Şiddet " kelimesini dile getirdiğim an Fırat'ın yüz hatları gerilmiş, gözlerinde bariz bir öfke ve nefret kendini göstermişti. Bu halini kendi içimde anlamlandırmaya çalışırken Fırat,"Kocası olacak o şerefsizden korkup birşey söyleyememiştir. " dedi sert bir sesle. Ardından da başını sol tarafındaki cama doğru çevirip ağzının içinden bir küfür savururken zihnimde bir ihtimal belirdi. Acaba Fırat'ın annesi Canan hanım kocasından şiddet görmüş olabilir miydi? Üstelik VASÖ'den gelen askeriyedeki askerlerin sicillerinin işlenmiş olduğu dosyada Fırat'ın ablası Dicle'nin 22 yıl önce öldürüldüğü ve babasının 17 yıldır cinayetten hapiste olduğu yazıyordu. Cesaret edip , tabi bir parçada Fırat'a duyduğum saygıdan, dosyanın devamını okuyamamıştım ancak tüm bu parçalar birleştiğinde ortaya çıkan tablo hiç iç açıcı şeyler söylemiyordu. Birkaç saniye daha Fırat'ın bu gergin ve sert yüzünü izleyip direksiyonu sıkan ellerinin bembeyaz olan parmak boğumlarında gözlerimi gezdirirken, "Muhtemelen." Dedim. Ona hayatıyla ilgili birşey soracak cesareti kendimde bulamazken sorsam bile cevap vermeyeceğini biliyordum. Onu artık tam anlamıyla tanımak istiyordum ancak Fırat buna hazır değildi. Bir süre daha bekleme taraftarıydım. Fırat aracı merkeze doğru sürerken,"Kadını öylece bırakmadın dimi yavrum?" Diye sordu. Zihnimdeki düşüncelerden sıyrılıp,"Hayır tabi ki." Dedim. "O gün mahkeme , askeriye falan derken pek ilgilenemedim. Kadında birşey anlatmadığı için hukuken yapacak birşey yoktu. Ama ertesi gün kadını iş çıkışı takip ettim. " Aslında takip ettiğim Hüseyin'di. Gerçi Emine teyzenin Hüseyin denilen itle bir bağlantısı olmasaydı bile onu ilk gördüğüm gün onunla ilgilenmeyi bu işin üzerine gitmeyi aklımın bir köşesine yazmıştım. Emine teyzenin Hüseyin'in karısı olması işleri biraz hızlandırmıştı sadece. "Evini buldum. Bir süre izledim evi. İçeriden bağrış çağrış sesleri gelirken bir kız geldi eve. Üzerinde lise üniforması vardı. O kız işte kaçırılan Mıne. Kız eve girince bağrış sesleri biraz daha yükseldi. Adam kendi , onbeş yaşındaki, öz kızını yaşca büyük bir adama satacağına dair tehditler savuruyordu. Polisi çağırıp onlar gelene kadar evin kapısını çaldım." Polisi değil VASÖ ajanı olan Anıl ve Emir'i çağırmıştım. "Emine teyze beni kapıda görüp tanıyınca "savcım " dedi. Adam kim olduğumu anlayınca evin içindeki pencerelerden birinden arka bahçeye atlayıp kaçtı. Peşinden koştum ama yetişemedim." Yetişmiştim. Adamı yakalayıp bir güzel cezasını da vermiştim. Ki hâlâ o itle işim bitmemişti. Benimle bir anlaşma yaptığını, dediklerimi yaptığı sürece hapse girmeyeceğini düşünüyordu. Ancak ben bir VASÖ ajanı olarak şerefsizlerle anlaşma yapmazdım. Oyun oynardım ve onlar bu oyunu gerçek zannedip bana itaat ederlerdi. Onlarla işim bittiğinde ise hak ettiklerini geçte olsa misliyle yaşarlardı. Karısına kızına şiddet gösteren, teröristlerle iş birliği yapıp vatanına bayrağına ihanet eden birinin elini kolunu sallayarak dışarıda gezmesine izin verecek değildim. "Sonra adamın ismini ve eşkalini verip evin önüne bir polis ekibi koydum. Mine'yi evlendirmeyi düşündükleri adamı tutuklattım. Emine teyzeye de numaramı verdim. Birşey olursa beni arasın diye. O günden sonra adam eve uğramamış. Sanırım bir daha da gelmeye cesaret edemez." Evin önüne polis ekibi falan koymamıştım. Ama eve gittiğinde ya da yanlış birşey yaptığında haberim olsun diye Hüseyin itinin peşine Emir'i takmıştım. O günden beri de adamın eve uğramadığı ve Mine'yi evlendirmek istediği şerefsizin hapiste olduğu doğruydu. Olanları yalan söylemeden anlatmak istesem de pek mümkün olmamıştı. Kendimi kötü hissederken Fırat'ı kandırdığım için içim üşümüş kalbime bir ağırlık oturmuştu. VASÖ ajanı oluşumun beni Fırat'tan birşeyler saklamaya mecbur kılışı canımı sıkarken bundan nefret ettim. Keşke Fırat'a her şeyi tüm gerçekliğiyle anlatabilseydim. Fırat anlattıklarımla anlık bir bana dönüp gözlerini yola çevirirken iyiden iyiye derince çatılan kaşlarıyla, "Tek başına tanımadığın etmediğin insanların evine mi gittin Hazan?" Dedi sert sesi sinirli olduğunu fazlasıyla belli ederken beklemediğim bu tepkisi beni afallatmıştı. Hafifçe yutkunup, "Gittim. Ne olacak ki? " dedim. "Hem az önce sen demedin mi "kadını öylece bırakmadın dimi Hazan?" Diye. Şimdi neye kızdın anlamadım ki ben?" Fırat sert bir nefesi sıkıntıyla alıp verirken, "Kafana göre iş yapmana kızdım Hazan." Dedi. "Bu şehir öyle İstanbul'a benzemez. Biz burada şerefsizlerle koyun koyuna yaşıyoruz. Kapısını çaldığın evin içinden kimin çıkacağını bilemezsin. Binbir türlü insan var burada. Öyle savcıymış, kadınmış dinlemeyecek envai çeşit it var. Ya adam bir zarar verseydi sana? Ya silah çekseydi? Niye kendini sağlama almadan iş yapıyorsun?" "Sen her ne kadar inanmasanda ben kendimi koruyabiliyorum Fırat." Dedim sinirle. "Ayrıca ne bu "sen buraları bilmezsin " havaları? Bu ülkenin her şehrinde eşit derecede kötülük var. Bu şehirde olan silah mermi başka şehirlerde de var. Tamam burası biraz daha tehlikeli olabilir ama bende pamuklara sarılıp terörle mücadele savcısı olmadım. Niye beni bu kadar küçük görüyorsun anlamıyorum. Ordan bakılınca çok mu güçsüz görünüyorum?" Sinirlenmiştim. Beni çok sevmesi bazen bir çocuğu sever gibi sevişi hoşuma gidiyordu ancak bu fazlaydı. Bana az önce evde kendisi "koskoca savcısın " demişti. Peki ya şimdi niye böyle konuşuyordu? Ona bu zamana kadar kendimle ilgili birçok şey anlatmıştım ve o hâlâ babamdan sonra beni koruyup kollayan hiç kimsenin olmadığını, bu günlere kendi kendimi koruyarak tek başıma geldiğimi anlayamamış mıydı? Fırat sözlerimle, "Saçmalama" dedi sert bir sesle. Söylediklerim Onu kızdırmıştı. "Benim seni küçük gördüğüm falan yok. Aksine gurur duyuyorum seninle. Terörle mücadele savcısı olduğunu öğrendiğim ilk andan beri benim içim gidiyor sana. Ne kadar güçlü bir kız olduğunu da benden iyi kimse bilemez. Söylemeye çalıştığım şey senin anladığın şeyden çok farklı birşey Hazan." Sözleri az önce söylediklerine olan kızgınlığımı yok ederken içimde bir yeri okşamıştı. Sanırım Fırat, İstanbul'daki komşumuz Fatma teyzeden sonra, benimle gurur duyduğunu söyleyen ikinci kişiydi. Cihan abi, VASÖ'deki eğitmenlerimde arada, bir işte başarı gösterdiğimde, bu kelimeyi kullanırlardı ancak aldıkları eğitimlerden dolayı o kadar duygusuz ve tepkisiz bir mizaçları vardı ki söyledikleri şeyin içinde barındırması gereken tek bir duyguyu dahi gözlerinde göremezdiniz. Çatılan kaşlarım düzelirken, "Ne söylemek istiyorsun ki?" Diye sordum. Fırat yanan kırmızı ışıkta diğer araçlarla birlikte dururken bir kolunu cama dayayıp saçlarını karıştırıp ensesini ovaladığında birkaç asi tutam alnına dökülmüştü. İçimden çok yakışıklı göründüğünü geçirsemde asıl odak noktam bu sessizliğine neden olan şeydi. Niye susuyordu ki? Ne söylemek istiyorsa söyleyebilirdi. Söyleyeceği şey bana ters birşey olsa bile onu dinler anlamaya çalışırdım. Gözlerimi yüzünde gezdirmeye devam ederken,"Ne söylemek istiyorsan doğrudan söyleyebilirsin Fırat. " dedim. O ise gözlerini bana çevirip gözlerime bakarken direksiyonu tutan ellerinden birini yanağıma koyup üzerime doğru eğildi. Alnını alnıma dayayıp bu loş ışıkta bir çift yıldız gibi parlayan kara gözlerini, bu yakınlıkta, gözlerimde gezdirirken, "Ben..." diyerek duraksadı. Gözlerini anlık bir kapatıp açarken uzun kirpikleri kirpiklerime sürtünmüştü. "Sadece kıyamıyorum sana." Dedi. Söyleyeceği şeyin bu olmadığına emindim ama üstelemedim. Fırat'ta dudaklarıma sıkı bir öpücük kondurup geri çekilirken kırmızıdan yeşile dönen ışıkla yeniden yola koyuldu. Bende önüme dönüp kuruyemişimi yiyip meyve suyumu içmeye devam ettim. ******* Fırat'ı geride bırakıp içeriye girdiğimde soğuk havadan sıcak havaya geçen bedenim ürperirken, üniformalı ve sivil polislerin ellerindeki dosyalarla sağa sola ilerlediği, uzun koridoru hızla gözlerimle taradım. Koridorun sağ tarafında yan yana dizilmiş mavinin koyu tonlarındaki sandalyelerden birinde, omuzları çökmüş, sarsılan bedeninden ağladığını anladığım Emine teyzeyi gördüğümde, yanıma gelen Fırat'la birlikte, adımlarımı o tarafa doğru yönlendirdim. Aramızdaki mesafeleri hızlı adımlarımla kapatırken Emine teyze yere eğik olan başını kaldırdığında beni gördü. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş olan kahverengi gözleri gözlerimle kesiştiğinde oturduğu yerden hızla kalkıp sendeleyerek bana doğru gelmeye başladığında göz yaşları artmış dudaklarından firar eden birkaç hıçkırık kulaklarıma dolmuştu. Emine teyzenin yalpalayan bedeni düşmek üzere olduğunu hissetmeme neden olurken adımlarımı hızlandırıp yanına vardığımda kollarımı ağlamaktan bitkin düşmüş zayıf bedenine sardım. O da bana sarılırken yaşlı gözlerini gözlerime dikip, "Kızımı kaçırdılar. Mine'mi kaçırdılar." Diyerek feryat etmeye başlamıştı. Etraftaki insanların gözlerini üzerimizde hissederken, "Tamam Emine teyze. Bulacağız Mine'yi. Ağlama. Gel otur şöyle. " dedim. Kollarımın arasındaki beden her an düşüp yere yığılacakmış gibi titriyordu. Bu hali içimi burkarken kendimi daha fazla suçlu hissetmeme neden oluyordu. Ben böyle olsun istememiştim. Hafiften dolan kirpiklerimi kırpıştırırken, "Bul kızımı nolur?" Diye sayıklarcasına ağlayan Emine teyzeyi kalktığı sandalyelerden birine oturtup, acıyan kaburgalarımı umursamadan önüne diz çöktüm. Kucağında duran, kırışmaya yüz tutmuş, soğuktan çatlayıp yaralanmış , ellerini avuçlarımın içine alıp, "Bana tam olarak ne olduğunu anlatabilecek misin Emine teyze?" Dedim. Ağlamaktan helak olmuştu. Zar zor yine "kızımı kaçırdılar " dediğinde sıkıntılı bir şekilde içimi çekip yanımızda ayakta duran Fırat'a döndüm. Onun gözleri zaten benim üzerimdeyken çöktüğüm yerden doğrulup ,"Emine teyzeye su getirsene Fırat." Dedim usulca. Fırat beni başıyla onaylayıp su almaya giderken koridorda bir masada , bilgiayar başında oturan , bir önceki gelişlerimden yüzüne aşina olduğum, polis memurunun yanına gittim. Beni görünce ayaklanıp, "Buyrun savcım. " derken,"Asayiş şube kaçıncı katta?" Diye sordum. Polis memuru soruma,"İkinci katta savcım. Koridorun solunda." diyerek cevap verirken ,"Sağol. Kolay gelsin. " dedim ve yeniden Emine teyzenin yanına döndüm. Üzerinde ince bir örme yelekten başka birşey yokken ellerini siyah eteğinin üzerinde birleştirmiş ağlarken bilinçsizce bir ileri bir geri sallanıp duruyordu. Başımdaki bereyi ve boynumdaki atkıyı çıkarıp sandalyenin üzerine koyarken üzerimdeki kabanı Emine teyzenin omuzlarından beri sırtına örtüp titreyen bedenini sardım. Ağlamaktan kan çanağı olmuş gözleri beni bulurken omzuna elimi koyup, "Mine için arama kararı çıkaracağım. Sende biraz kendini toparla Emine teyze. " dedim. Başını belli belirsiz sallayıp önüne dönerken kendini toparlayamayacağını biliyordum. Böyle birşeyi bir anneden istemek sanırım yanlış birşeydi. Alıp verdiğim sıkıntılı nefeslere bir yenisini daha ekleyip merdivenlere doğru ilerledim. Hızlı adımlarla ikinci kata çıktığımda sola dönüp koridorun sonuna doğru yürürken gözlerimi cam kapıların üzerindeki küçük tabelalarda gezdirip "Asayiş şube " yazan kapıdan içeriye girdim. Keskin bir kahve ve sigara kokusu burnuma dolarken masalarında bilgisayarla ilgilenen üniformasız polisler gözüme ilişti. İçlerinden biri beni fark ettiğinde, "Buyrun. Kime bakmıştınız?" Diyen siyah saçlı esmer kadına doğru ilerleyip, "Cumhuriyet savcısı Hazan Hilâl Türkoğlu." Diyerek kendimi tanıttım. Kim olduğumu duyan polislerin hepsi birden ayağa kalkarken, "Başkomseriniz nerde?" Diye sordum. Kadın polis memuru yanıma gelip içinde bulunduğumuz geniş odanın içindeki, siyah kapılı, bir başka odayı gösterirken, "Burada savcım. Buyrun" dedi. Masaların arasından geçip kapıya doğru ilerledim. Kapıyı sert sayılabilecek bir şekilde çaldığımda içeriden kaba ve hırıltılı bir ses, "Gir!" Dediğinde kapının altın sarısı rengindeki kolunu tutup aşağı indirerek odaya girdim. Orta büyüklükteki odada siyah masanın arkasında, kahverengi deri koltuğunda oturan, kırklı yaşlarının başındaki, göbekli, kel adamın cam mavisi gözleri beni bulurken gri parke zeminde ilerleyip adamın karşısına geçtim. Adam yayıldığı koltukta gözlerini yüzümde gezdirirken, "Kimsiniz?" Diye sordu. Sesindeki hırıltılı tını elinde tüttürdüğü sigarayı gördüğümde beni daha fazla rahatsız ederken, çatılan kaşlarımla sert bir şekilde, "Cumhuriyet savcısı Hazan Hilâl Türkoğlu. " dedim. Adamın cam mavisi gözleri şaşkınlıkla büyürken parmaklarının arasındaki sigaradan aldığı nefes boğazına takılmış olmalı ki öksürmeye başladı. Bu hâline yüzümü buruşturmak istesemde yapmadım. Masanın üzerindeki isimlikte adının Bilal Demirci olduğu yazılı olan adam elindeki sigarayı yere atıp ayağıyla ezerken kendini toparlayıp üzerine çeki düzen vererek ayağa kalktı. "Buyrun savcım " dediğinde sakalsız yüzünde bariz bir tedirginlik vardı. Ellerimi arkamda bağlayıp adamın gözlerine sert bir ifadeyle bakarken, "Bugün buraya kızının kaçırıldığı iddiasıyla gelen kadından haberiniz var mı?" Dedim. Adam gözlerime kaçamak bakışlar atarken başını olumlu anlamda sallayıp,"Var savcım. " dedi. "Var madem niye ilgilenmediniz lan kadınla?!" Diye sordum yükselen sesimle. Adam derince yutkunup, "Uymamız gereken kurallar var savcım. Sizde bilirsiniz. 24 saat dolmadan kaçırılma vakalarıyla ilgili işlem başlatılamaz." Dediğinde ,"Çok mu umrunda lan kurallar?!" Dedim. "O yüzden mi emniyetin her yerinde "sigara içilemez" yazarken burada oturup fosur fosur sigara içiyorsun?!" Adam sözlerimle gerilirken, "Kusura bakmayın savcım. " dedi. Bakmıyordum zaten. Kuralcı biri değildim. Şu an sadece sinirli olduğum için karşımdaki bu adamı buradan vurmuştum. Ancak biliyordum ki onunda bir suçu yoktu. Ama terör olaylarına ömcellik verilmesi de bir çeşit kural olmalıydı. Arkamda bağladığım ellerimi çözüp,"Benimle gel. Asayiş şube müdürünün yanına gidiyoruz." Dedim emredici bir sesle. Adam sözlerimle tedirgin olurken masanın arkasından çıkıp benimle birlikte yürümeye başladı. Halihazırda açık olan kapıdan çıkıp, kapının yanında bekleyen, az önceki esmer kadının, yanından geçip koridora çıktık. Adam koridorun en sonundaki kapıya doğru adımladığında Onu takip ettim. Açık renk ahşap tonlarındaki kapıyı tıklattığımda içeriden herhangi bir ses gelmezken yanımdaki başkomiser, "Evine gitmiş olabilir sayın savcım. " dedi. Ona dönüp, "Amirin nerde?" Diye sordum. "Çıktı savcım " dediğinde başımı sallayıp, "Ara gelsin. Emniyet müdürünün odası nerede?" Dedim. Dördüncü katta olduğunu söylediğinde öylesine başımı sallayıp merdivenlere yöneldim. Kaburgalarımda bir ağrı kendini gösterirken bir elimi üzerine koyup hızlı adımlarımı yavaşlatarak dördüncü kata çıktım. Koridordaki polis memurlarından birine müdürün odasını sordum. Gösterdiği odaya yönelip kapıyı çaldığımda içeriden, "Gir!" Diyen bir ses kulaklarıma dolduğunda kapıyı açıp içeriye girdim. "Cumhuriyet savcısı Hazan Hilâl Türkoğlu " diyerek fazla vakit kaybetmeden kapıyı kapatırken kendimi tanıttım. Saçları fazlasıyla beyazlamış, teni de saçları gibi bembeyaz olan tahmini kırklı yaşlarının sonundaki uzun boylu adam ayağa kalkmıştı. Adam eliyle masasının önündeki siyah deri koltukları göstetip, "Buyrun savcım. Hangi rüzgar attı sizi buraya?" Dedi. Nedense beni tanıdığını hissederken koltuklardan bana en yakın olanına ilerleyip oturdum. Benimle birlikte, koyu kahverengi tonlarındaki masanın üzerinde bulunan isimlikten adının "Vedat Uzuner" olduğunu öğrendiğim, siyah takım elbisesiyle makamına yaraşır bir resmiyette olan adam da otururken, "Bir kaçırılma olayı var. Onun için geldim." Dedim. Vedat bey ellerini masanın üzerindeki mavi dosyanın üzerinde birleştirirken beni ciddiyetle çatılan kaşlarıyla dinliyordu ve,"Sizin gibi bir savcıyı buraya kadar getirdiğine göre önemli biri olmalı. Yakınınız mı?" Diye sordu. Kaşlarım anlamadığım için çatılırken, "Benim gibi bir savcı, derken?" Dedim. Adam ,"Yanlış anlamayın lütfen. " dedi. " VASÖ'den ve sizden haberim var. Buraya geleceğinizi biliyordum. Tabi ne zaman ve ne sebeple geleceğinizi bilmiyordum. Bir kaçırılma olayı üzerine gelmeniz biraz garip geldi sadece. Haddimi aştıysam özür dilerim savcım. " Başımı olumsuz anlamda sallayıp, "Yok. " dedim. "Sorun yok. Kaçırılma olayına geri dönelim. Onbeş yaşında lise öğrencisi bir kız. Adı Mine Kırca. Yakınım sayılır. Onun için büyük bir ekip düzenlenmesini ve bu şehrin tüm giriş çıkışlarıyla birlikte didik didik aranmasını istiyorum. Olay büyük ihtimalle bir terör olayı. Bu yüzden terör şubeye de haber verilmeli." Vedat bey beni başıyla onaylayıp ,"Emredersiniz savcım." Derken masanın üzerindeki beyaz telefonu eline alıp tuşlara basarak gerekli yerleri arayıp durumu izah ederek emir verdi. Ardından bana dönüp, "Ekiplere vermek için kızın bir fotoğrafına ihtiyacımız var ." Dediğinde, "Hallederiz." Dedim. "Bana bir bilgisayar ve fotokobi makinesi ayarlayabilir misiniz?" Adam başını olumlu anlamda sallayıp yerinden kalkarken, "Tabi. Böyle buyrun." Dedi. Yerimden kalkıp elimi cebime atarken telefonumun yanımda olmadığını kabanımın cebinde kaldığını hatırladığımda, "Telefonumu alıp geliyorum. Sizde asayiş şube müdürünü buraya çağırabilir misiniz?" Dedim. Vedat bey, " Emredersiniz savcım " dediğinde odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Yavaş ve temkinli adımlarla merdivenleri inerken arabada içtiğim ilaçlar yüzünden midem bulanıyor başım dönüyordu. Merdiven çıkıp inmekten kaburgalarıma arada bir saplanan keskin ağrı binada asansör olmamasına lanet etmeme neden olurken yüzüm acıyla buruşmuştu. Sonunda zemin kata indiğimde Fırat'ı Emine teyzenin yanında otururken görmüştüm. Emine teyze ise elindeki su şişesi ve tostla öylece duruyor için için ağlıyordu. Onlara doğru ilerlerken Fırat'ın gözleri önce beni sonrada acıyan kaburgalarımı tutan elimi bulduğunda kaşları çatılmıştı. Elimi hemen kaburgalarımdan çekerken yanlarına varmıştım. Fırat'ın gözleri üzerimde gezinirken Emine teyzenin gözleride beni bulmuştu. Meraklı ve iyi bir haber almak ister gibi bakan yaşlı gözleri gözlerime tutunurken yanına oturnak için meyil ettiğimde Fırat kolumu tutup, "Gel böyle. " diyerek beni Emine teyzeyle arasında duran boş sandalyeye oturttu. Yorulduğum için itiraz etmeden ya da ne yaptığını sorgulamadan oturduğum yerde Emine teyzeye dönüp, "Emniyet müdürüyle konuştum. Mine'yi aramak için tüm birimlere haber verildi. Yalnız Mine'nin bir resmine ihtiyaçları var. Ya da T.C kimlik numarasını verirsen nüfus kayıtlarından bulabilirler. " diyerek durumu açıkladığımda Emine teyze elindekileri yan tarafındaki sandalyenin üzerine bırakıp bana sarılırken, "Allah senden razı olsun kızım. Sağolasın. " dedi. Bende kollarımı ona sarıp sırtını sıvazlarken ,"Görevim. " dedim. "Şimdi lütfen ağlama. Bulacaklar Mine'yi. Söz veriyorum." Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Belki de Mine'yi bulamayacaklardı ve ben bu kadıncağıza boşuna umut veriyordum. Aslında istediğimde buydu sanırım; umudu olmayan birine umut verebilmek. Umarım yanılmazdım ve bir mucize olur Mine sağ salim bulunurdu. Emine teyze benden ayrılıp, "Mine'nin resmi yanımda yok. Ben okuma yazmada bilmem ki T.C kimlik numarasını söyleyeyim. Senin numaranıda evde oğluma kaydettirip burada ki polislerden birine arattırdım." Dediğinde yüzündeki kederli ifadede, okuma yazma bilmediğini söylerken, suçluluk duygusuna eşlik eden bir utanç belirmişti. Bu hali kendimi nedensizce kötü hissetmeme neden olurken hafifçe gülümseyip, "Sorun yok. Eve gider bir resmini alırız. " dedim. Ve omzumun üzerinden hemen yanımda oturan Fırat'a dönüp ,"Alırız dimi Fırat ?" Diye sordum. Fırat ciddi yüzüne sert bir ifade veren çatık kaşlarının çevrelediği kara gözleriyle bana derin derin bakarken, "Alırız. " dedi. Hafifçe gülümseyip Emine teyzeye geri dönerken kabanımın cebindeki telefonumu alıp yeniden Fırat'a döndüm. "O zaman siz eve gidip fotoğrafı alın. Bende arama kararını yazayım. " dedim. Fırat'ı da böyle uğraştırıyordum ama yapacak birşey yoktu. Fırat beni başıyla onaaylayıp yerinden kalkarken Emine teyze de ayaklanmıştı. Bende oturduğum yerden kalkıp Emine teyzenin üzerinden çıkarmaya meyil ettiği kabanımı alıp giymesi için tutarken,"Giy şunu üzerine Emine teyze. Dışarısı çok soğuk. Üşürsün. " Dedim. Emine teyze itiraz etmek ister gibi dudaklarını aralarken, "İtiraz istemiyorum " diyerek konuşmasına fırsat vermedim. O da üstelemeden kollarını kabana sokarken küçük gelmişti ama iş görürdü. Sandalyenin üzerindeki bere ve atkıyı da Fırat'a verip suyla tostu da yemesi için Emine teyzenin eline tutuşurdum . Zayıf düşmemesi gerekiyordu. Çocuklarının ona ihtiyacı vardı. Fırat gitmeden son kez bana bakıp, "Dikkat et. Fazla yorma kendini." Dedi. "Tamam" dedim Fırat'la konuşurken incelmesine ve nazlı çıkmasına engel olamadığım sesimle. Fırat belli belirsiz gülümseyip sendeleyerek yürüyen Emine teyzenin koluna girdi. Onlar çıkışa doğru ilerlerken merdivenlere yönelip Emir'i aradım. İkinci çalışta açılan telefondan Emir'in, "Efendim Asena?" Diyen sesi duyulurken, "Hüseyin nerede?" Diye sordum. Emir, "Aynı kahvehanede pinekliyor hâlâ. " dediğinde, "Bugün garip birşey oldu mu?" Dedim. Emir, "Ne gibi?" Diye sorarken, "Adamın kızını kaçırdılar. Teröristlerle bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Mahallede herhangi bir hareketlilik birşey olmadı mı?" Emir yine herhangi birşeyin olmadığını, Hüseyin'in bütün gün kahvehaneden çıkmadığını söylerken telefonu kapattım. Bir insanın koca birgün boyunca aynı yerde durabilmesi garip gelirken telefonu elime almış ve hazır yalnızken Kim Chin 'i aramıştım. İlk çalışta açılan telefondan Kim Chin'in," Ne var savcı?" Diyen sesi duyulurken, "Nasıl gidiyor? Güvenlik kameralarından birşey çıktı mı?" Diye sordum. Kim Chin telefonun diğer ucunda esnerken, "Bazı yerlerde plakasını verdiğin aracın peşinde olduğunu gösteren görüntüler var. Hepsinin görüntülerini aldık. Ama araç düğün salonunun etrafındaki hiçbir güvenlik kamerasında görünmüyor. Akıl vermek gibi olmasın ama bu görüntülerle adamın seni takip ettiğini kanıtlasanda seni takip edenle seni vuran kişinin aynı kişi olduğunu kanıtlaman biraz zor. Biz yine de düğün salonunun etrafındaki binaların içini dışını gösteren bütün kameraları inceliyoruz." Dediğinde hafifçe içimi çekip, "Tamam devam edin. Ben sana hani şu yaklaşık bir ay önce üzerime kamyon süren şoförü soracaktım. En son "dayak yemiş hastanede " demiştin. Ne oldu o adam? " diye sordum. Kim Chin, "Söyleyecektim unuttum. Öldü o adam." Dedi. Emniyet müdürünün odasına giden adımlarım aniden dururken, "Nasıl?" Dedim kendi kendime konuşur gibi fısıltılı çıkan sesimle. Adamı dövüp hastanelik eden Fırat'tı. Adam Fırat yüzünden mi...ölmüştü? Adamı Fırat mı öldürmüştü? Gözlerimin içi yanmaya başlarken tutunacak bir yer aradım. Elim yanında durduğum duvarı bulurken başımdan aşağı kaynar sular dökülüyordu sanki. İçinde bulunduğum bu hezeyan Kim Chin, "Hastaneden çıkınca adamı takip ettim. Kimmiş , neciymiş diye. Belki işbirliği yaptığı şerefsizlerle görüşür dedim. Tahmin ettiğim gibide oldu. Issız bir yerde at hırsızı kılıklı iki adamla görüştü. Bir süre konuştular. Sonra bir tanesi silah çıkarıp adamı gözümün önünde keklik gibi avladı. Aynı gün o adamı benimle birlikte takip eden bir araç daha vardı. Adam vurulduktan" sonra etrafı polisler sardı ama adamı vuranlar çoktan tüymüştü." diye durumu açıklayana kadar sürdü. Tuttuğum nefesimi rahatlayarak geri verirken, "O adamın evinin, ailesinin adresini bul bana." Dedim. Kim Chin aldığı nefesi oflayarak geri verirken, "Ne zaman "sende çok yoruldun azıcık dinleniver " diyeceksin ya? Hep bir emir, hep bir iş. Zaten yanımdaki bu suratsıza zor katlanıyorum. İşleri benim için biraz kolaylaştıramaz mısın?" Dediğinde gözlerimi devirip, "Şu an hiç senin sızlanmalarını dinleyecek halim yok. Kapatıyorum. Dediklerimi yap." Diyerek telefonu kapattım. Büyük ihtimalle adamı takip eden diğer araçta Fırat'ın adamları vardı. Adamın öldürüldüğünü görünce polise haber vermiş olmalıydılar. Ancak eğer öyleyse olayın bir terör infazı olduğu anlaşıldığı an dosyanın bana gelmesi gerekiyordu. Neden gelmemişti? Belki de TKÖ olayın üzerimi bir şeklide örtmeyi başarmıştı ya da dava Şırnak adliyesine gitmişti. Olabilirdi. Bilmiyordum. Her şey her geçen gün birbirine giriyordu. En azından adamın Fırat yüzünden ölmemiş olması iyi haberdi. Oğuz'dan sonra onada bir zarar vermek istemezdim. Gözlerimi kendime gelmek istet gibi kapattım açarken tutunduğum duvardan ayrılıp Vedat beyin odasının kapısını çalıp içeriye girdim. Adam beni görünce oturduğu yerden kalkıp koltuğunu eliyle gösterirken, "Buyrun savcım. " dedi. Teşekkür edip bilgisayarın başına oturdum. Arama kararını yazıp başsavcıya götürecek ardından da nöbetçi savcıya imzalatacaktım. Vedat bey,"Bu saatte burada taksi bulmak zordur ama isterseniz gitmek istediğiniz yere sizi ben götürebilirim." Dedi. Durumun aciliyeti olduğu için kabul ettim. Ve Emniyet müdürlüğünden çıkıp Vedat beyin aracına doğru ilerledik. Kar yağışı durmuş olsa da sert bir rüzgâra eşlik eden soğuk ayaz insanı iliklerine kadar üşütüyordu. Kabanımı Emine teyzeye verdiğim için bu soğuk hava beni daha fazla üşütürken sonunda Ford marka siyah jeepe bindik. Vedat bey ısıtıcıyı açarken, "Nereye gidiyoruz savcım?" Diye sorduğunda adliyeye sürmesini söyledim. Adliye, emniyetin iki sokak arkasındaydı ve fazla uzun sürmeyen yolculuğumuz bittiğinde araçtan inip, Vedat bey beni kapıda beklerken, adliyenin , güvenlikler tarafından açılan yüksek parmaklıklara sahip, demir sürgülü kapısından içeriye girdim. Aklıma bir an sabah tamda , burada Ali'yi gördüğüm ya da gördüğümü sandığım an gelirken duraksar gibi oldum. Belki de herşey sadece bir hayaldi. Dedemin söyledikleri, uyuyamadığım için bütün bir gece boyunca Ali'yi ve onunla geçirdiğim anları düşündüğümden zihnim bana kötü bir oyun oynamıştı. Düşüncelerimden sıyrılıp bana kapıyı açan güvenlikle selamlaşırken adliye binasına doğru ilerledim. Dört katlı, beyaz badanalı, geniş binanın pencerelerinden hiçbirinde bir ışık hüzmesi yoktu. Bu da içeride kimsenin olmadığını düşünmeme neden olurken benimle birlikte yanımda ilerleyen , uzun boylu, esmer , tahmini yirmili yaşlarının sonunda olan güvenlik cebinden anahtarları çıkardığında adımlarımı durdurup ona döndüm. Güvenlik benimle birlikte dururken, "Kapı kilitli mi? İçeride kimse yok mu?" Diye sordum. Güvenlik başını olumsuz anlamda sallayıp, "Hayır savcım. Kimse yok. " dediğinde, "Nöbetçi savcı ?" Dedim sorar gibi. "Yok savcım. Genelde savcılar burası sınıra yakın diye Şırnak merkezde kalıyorlar. Nöbetçi savcılarda bir olay olursa geliyor. " "Peki ben bu nöbetçi savcıya nasıl ulaşabilirim?" "Bilmiyorum savcım. " Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken binaya doğru ilerlemeye devam ettim. Güvenlik kapıyı açıp geri çekilirken içeriye girip danışmanlık masasına oturdum. Elimdeki kağıdı masanın üzerine bırakıp soğuktan titreyen bedenimi yok saymaya çalışırken başsavcıyı aradım. Dördüncü çalışta açılan telefondan başsavcı Haluk Coşkun'un ,"Efendim savcım?" Diyen uykulu sesi kulaklarıma doldu. Bir yandanda sesinde bıkkın bir tını sezerken, "Kusura bakmayın. Rahatsız ettim bu saatte. " Dedim. Başsavcı hafifçe içini çekip, "Estağfirullah savcım. Alıştık artık. " dediğinde neye alıştığını merak ediyordum. Kendisini ilk defa böyle geç bir saatte aramıştım. Belki de kendisine verdiğim rahatsızlıklardan bahsediyordu. Üşüdüğüm için hafiften titreyen sesimle, " Terör örgütü tarafından bir kaçırılma olayı oldu. Kaçırılan kız için arama kararı yazdım ancak imzalatmak için yetkili nöbetçi savcıyı adliyede bulamıyorum. Bana nöbetçi savcının numarasını atabilir misiniz? Tabi sizin imzanıza da ihtiyacım var. " Dedim. Başsavcı birkaç saniye sessiz kalıp, "Sizin bundan nasıl haberiniz oldu? Böyle bir durum emniyete bildirildiğinde direkt olarak nöbetçi savcıya haber verilir. " dediğinde sinirle gözlerimi kapatıp açtım. Ben ortada bir nöbetçi savcı göremiyordum. "Kaçırılan kızın annesi adliyede temizlik görevlisi olarak çalışan Emine hanım. Bana kendisi haber verdi. Emniyet 24 saat dolmadan işlem başlatamayız diyince beni aramış kadın. Bende gerekli emirleri verip kız için sözlü olarak arama kararı çıkarttım. Şimdi de işi kitabına uydurmaya çalışıyorum ama sizin bahsettiğiniz şu "nöbetçi savcıdan " eser yok." Başsavcı, "Kaçırılan kız çocuğu mu?" Diye sorduğunda sesinde sıkıntılı bir hâl vardı. Görmeyeceğini bilsem de başımı olumlu anlamda sallarken, "Evet " dedim. Haluk bey, "Nöbetçi savcı şimdi Şırnak'tadır. Yerine imzayı siz atın. Nöbet çizelgesine bu gece için sizin adınızı yazarız. Bende geliyorum şimdi." Dedi. En azından işini yapmaya hevesli olması ve kaçırılan bir kız çocuğu için endişelenebilmesi güzeldi. Bu özellikleri Ona saygı duymamı sağlardı. "Tamam savcım. Teşekkür ederim. Bu saatte rahatsız ettiğim için tekrardan kusura bakmayın. " Başsavcı sorun olmadığını söylediğinde telefonu kapattık. Oturduğum yerden kalkıp biraz ısınmak için hareketlendiğimde elinde bir elektrikli soba ile içeriye giren Enver abiyi gördüm. Kendisi burada çok sık rastladığım güvenliklerden biriydi. Adliyeye geldiğim günlerde selamlaşırken adını öğrenmiştim. Hatta çay ocağında çalışan Medine teyzenin eşiydi. İyi bir adamdı. Kırlaşmış gür saçları, hafif göbeği, çok gür sayılmayacak bıyıkları ve orta boyuyla babacan bir tavrı vardı. Merdivenlere yönelmek için meyil ederken beni gördüğünde, "Burada mıydınız savcım?" Dediğinde sesindeki doğu aksanı hoştu. Başımı olumlu anlamda sallarken,"Buradayım Enver abi." Dedim. Sesim üşüdüğüm için az öncekine nazaran bariz bir şekilde titriyordu. Enver abi yanıma doğru gelip, "Üşüdünüz mü?" Diye sorduğunda aslında bu bir soru değildi. Yine de başımı sallamakla yetindiğimde kollarımı bedenime sarmıştım. "Size elektrikli soba getirdim. Isınırsınız şimdi. " "Sağol Enver abi. " Derken masanın arkasındaki duvarda bulunan prize elektrikli sobanın fişini takan Enver abiyi izliyordum. Elektrikli soba açılıp etrafa turuncu ışığını yayarken kalktığım koltuğa geri oturup sobaya doğru döndüm. Enver abi ,"Şimdi ısınırsınız savcım. Çay getireyim? İçiniz ısınır." Derken,"Olur valla." Dedim. Çayı hemen getireceğini söyleyen enver abi çıkışa doğru ilerlerken sobaya doğru yaklaşıp ellerimi uzattım. O sırada gözlerim bileğimdeki siyah saate kayarken saat 23.34'ü gösteriyordu. Biraz ısınıp masadaki kalemlikten bulduğum kalemle nöbetçi savcının imzalaması gereken yeri imzalayıp Enver abinin getirdiği çayı içerken başsavcıyı beklemeye başladım. ******* Fırat kızgın olduğunu belli eden sesiyle, "Nasıl gittin? Taksiyle mi ?" Diye sordu. "Yok hayır. Emniyet müdürünün arabasıyla gittim. Dönüyoruz şimdi. " dediğimde aldığı derin ve sert nefes kulaklarıma dolarken, "Tamam." Dedi. Bende, "Tamam" dediğimde telefonu kapatmıştık. Kısa bir süre sonra emniyet müdürlüğünün önünde durduğumuzda kar yağışı yeniden başlamıştı. Araçtan indiğimde bana doğru gelen Fırat'ı gördüm. Sert adımlarını yeri dövercesine atarken şu hâli bile kalp atışlarımı hızlandırmaya yetiyor içimi bir ateş basıyordu. Vedat beyle birlikte başsavcı da aracından inerken Fırat yanımıza ulaşmıştı. O sırada Vedat beyin, "Ooo Fırat. Hoşgeldin. Hangi rüzgar attı seni buraya? Bir sorun mu var?" Diyen sesi duyulurken Ona döndüm. Fırat, Vedat beyin Ona uzattığı elini sıkarken,"Yok bir sorun abi. Eyvallah. " derken diğer eliylede benim elimi tutmuştu. Üşüyen elim avucunda ısınırken elimin üşüdüğünü fark eden Fırat elimi tamamen avucuna almıştı. Vedat beyin ve başsavcının gözleri ellerimize düşerken başsavcı da Fırat'a elini uzatıp ,"Selamünaleyküm yüzbaşım." Dedi. Fırat'ta Ona uzatılan elli sıkarken, "Ve aleyküm selâm savcım. " diyerek karşılık verdiğinde tanışıyor olmaları beni şaşırtırken şu an Fırat'la olan bu halimiz de bir yandan utanmama neden oluyordu. Başsavcı bana hitaben ,"Biz içerideyiz savcım." Dediğinde başımı sallayıp, "Tamam savcım. Bende geliyorum şimdi. " dedim ve Vedat beyle birlikte emniyet binasına doğru ilerleyen başsavcıdan gözlerimi çekip Fırat'a döndüm. Onun gözleri zaten bendeyken arama kararının olduğu elimi de avcuna alıp çatık kaşlarıyla, 'Buz kesmişsin. Birde üşümedim diyorsun." Dedi. Sert sesi başımı önüme eğmeme neden olurken Fırat ellerimi bırakıp üzerindeki üniformasının gömleğini çıkarıp sadece asker yeşili, kol kaslarını açıkta bırakıp karın kaslarını ortaya seren tişörtüyle kalırken gömleği sırtımdan geçirip, "Sok kollarını " dedi. Gözlerim içimi ateşe veren koca bedeninde , dokunmayı çok istediğim kaslı ve damarlı kollarında gezinirken, "Olmaz. Böylede sen üşürsün. İçeriye girince ısınırım ben. Hem çok üşümedim. " dedim. Fırat, "Hazan giy şunu. " dedi emredici bir sesle. Gözlerine kaçamak bakışlar atarken, "Peki " dedim. Ve kollarımı gömlekten geçirip giydiğimde sol göğsümdeki Türk bayrağı, Fırat'ın soy adının yazılı olduğu yer ve omuzlarımdaki üç yıldız çok güzeldi. Gömleği incelemeye devam ederken burnuma dolan Fırat'ın kokusu ve bedenimi saran sıcaklığı içimi bir hoş etmişti. Fırat'ı seviyordum ama asker Fırat'ı daha çok sevdiğime karar verdim o an. Ben gömleği incelerken Fırat ise bana fazlasıyla büyük gelip dizlerime kadar inen gömleğin uzun kollarını geriye doğru katlıyordu. İşi bittiğinde beni baştan aşağı süzüp belli belirsiz gülümserken, etrafta kısaca bir göz gezdirip, beni kendine çekerek sarıldı. Fırat'ın aracıyla Vedat beyin jeepinin arasındaydık. Bu durumda emniyetin önündeki polislerin bizi görmesini engelliyordu. Saat geç olduğu için etrafta kimse yoktu ama ben yine de Emine teyze bu haldeyken, Mine belkide benim yüzümden şerefsizlerin eline düşmüşken sevdiğim adamla böyle sarmaş dolaş olmaktan imtina ediyordum. Bu yüzden kendimi geri çektiğimde Fırat buna izin vermemiş üşüyen yanağımı öperken beni iyice kendine çekmişti. Sıcaklığı üşüyen bedenime iyi gelirken içinde bulunduğum suçluluk duygusunu yok saymaya çalışarak bende sevdiğim adama kollarımı sardım. Yüzümü zar zor yetişebildiğim bağrına gömüp kokusunu içime çekerken kamyoncu olayını Fırat'la konuşmakla konuşmamak arasında git gel yaşıyordum. En sonunda konuşmaya karar verip, "Fırat " dedim usulca. Fırat saçlarımın arasına kokumu içine çekerek bir öpücük kondururken kollarını sıkılaştırıp sırtımı beni ısıtmak ister gibi sıvazlayarak,"Sevgilime noldu?" Dedi. Erkeksi sesinde keyifli bir hâl vardı. Bu ses tonu beni gülümsetirken, "Sende bana yavrum demiyorsun." Dedim nazlı bir sesle. "Yavruma ne olduysa sevgilime de o oldu." Fırat bu sözlerimle hafifçe erkeksi bir şekilde gülerken, "Bak sen?" Dedi. Gülünce sesi kulağa daha bir hoş geliyordu. Omzumu "banane" der gibi aşağı yukarı hareket ettirirken, "Öyle" dedim. Fırat omzumu öpüp yüzümü kapatan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken dudaklarını kulağımın altına yerleştirdiğinde, "Yavrrrrummmm" dedi fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle bastırıp uzatarak. Sıcak nefesi ve tenime değen dudakları ürpermeme neden olurken gülümsedim. Bedenine sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp koca adamıma biraz daha sokulurken Fırat dudaklarının olduğu yeri derin bir nefes alarak öptüğünde bu seferde , "Bebeğim." Dedi az önceki ses tonu yerli yerindeydi. Gülüşüm genişlerken kulağımın altındaki dudaklar çene kemiğimi bulup öptü. "Canımın içi ". Dudaklarımın arasından küçük bir kıkırtı dökülürken, "Sevgilim." Dedim bende onun gibi bastırıp uzatarak. Dudaklarımı da parmak uçlarımda yükselip kalbinin üzerine bastırırken aklımın dağıldığının farkındaydım. Ama çok seviyordum. Fırat boynumu sıkıca ses çıkartarak öpüp kokumu içine çekerken, "Sevgilin yesin seni. Söyle." Dedi. Bende biraz olsun zihnimi toparlayıp başımı geri çekerek Fırat'la yüz yüze gelmeye çalıştım. Fırat'ta başını boynumdan kaldırıp buna izin verirken, bana yine ışıl ışıl parlayan kara gözleriyle çok güzel bakan, sevdiğim adamın gözlerinde gözlerimi gezdirip, "Askeriyeye giden toprak yolda üzerime süren kamyoncuyu hatırlıyor musun?" Diye sordum birden. Fırat'ın yüz hatları bu sorumla gerilirken gözleri yakıcı bir öfkeye bürünmüş, belime sarılı olan kolları sıkılaşırken,"Hatırlıyorum , hatırlamasına da niye açtın şimdi bu konuyu?" Demişti sert sesiyle. Beline sarılı olan kollarımı çözüp ellerimi kollarının üzerine koyup, bu soğuk havaya rağmen sıcak olan , tenini onu sakinleştirmek istercesine okşarken," O adam ölmüş." Dedim. Fırat sert ifadesinden hiçbir şey kaybetmezken,"Biliyorum." Dedi. Bildiğini tahmin etmiş olsamda çatılmasına engel olamadığım kaşlarımla, "Bana niye söylemedin?" Diye sordum. "Gerek görmedim." Dedi net bir sesle. Kaşlarım daha derinden çatılırken, "Neden?" Dedim. "Adamı öldüresiye dövdüğünü bilmemi istemediğin için mi?" Fırat adamı dövdüğünü nereden bildiğimi sorgularcasına gözlerime bakarken bu halini es geçip,"Ya senin yüzünden ölseydi adam? Ne yapardım o zaman ben? Niye kafana göre sorumsuzca iş yapıyorsun ki ? Birde bana diyorsun." Dedim sinirle. Fırat ise öylece beni dinlerken, yüzüme düşüp uzun kirpiklerimde takılı kalan kar tanesini, işaret parmağıyla alıp elini yanağıma koyarak usul usul tenimi severken,"Ben beni senden ayrı düşürecek hiçbir şey yapmam." Dedi. "Sana zarar verecek , seni zor duruma düşürecek hiçbir harekette bulunmam. O piçi dövdüm, öldürürdüm de. Çünkü o gün, bir kez olsun kokusunu içime çekemediğim, tenine dokunamadığım , dudaklarını öpemediğim , sesinden adımı duyamadığım, saçlarını parmaklarıma saramadığım, cesaret edipte gözlerinin içine bakıp "seni seviyorum " diyemediğim kızı elimden alıyordu o it benim." Sesi git gide sert ve öfke dolu bir hâl alırken sözleri içime oturmuştu. "Eğer kendi kafama göre sorumsuzca iş yapıyor olsaydım dövdüğüm yerde bırakırdım o amınakoduğumun şerefsizini ölürdü. Yapmadım. Ararsan kolay bul diye hastaneye bıraktım. Ama sende üzerine kamyon süren o iti aramak gibi bir zahmete girmedin Hazan. Sana o gün asansörde "ne yapacaksın?" Diye sorduğumda "hiçbir şey " dedin. Eğer sen birşey yapsaydın ben o ite dokunmazdım. Sen önce kendi canına karşı olan sorumsuzluğunun hesabını ver kendine. Sonra gel benim sorumsuzluğumu, kafama göre yaptığım işleri konuşalım. Tamam?" Son söyledikleri çok değil ama bir parça ağrıma giderken gözlerimi gözlerinden çekip yutkundum. "Ben...birini takmıştım o adamın peşine. Sana hiçbir şey yapmayacağımı söyledim diye hiçbir şey yapmadığımı nereden çıkardın ki ?" Dediğimde sesim normal bir tınıda çıkıyor olsa da gözlerine bakmadım. Bazen benimle çocuğunu azarlayıp hatalarını yüzüne vuran bir baba gibi konuşuyor olması hoşuma gitmiyordu. Fırat benim aksime gözlerini yüzümden hiç çekmezken,"Kimi taktın peşine?" Diye sordu. Aslında sesi pek soru soruyor gibi çıkmıyordu. Ama kurduğu cümle bir soru niteliği taşıdığından, "Birini işte " diyerek cevapladım Onu. O ise derin bir nefesi alıp verirken,"Birini." Diyerek beni tekrarladı. "Birini dediğin o çekik mi?" Şaşkınlıkla açılan gözlerim tedirginlikle yüzünü bulurken Fırat esen rüzgarla yüzüme dağılan perçemlerimi geriye doğru iterken beni tek koluyla iyice kendine çekip, "Bakma bana öyle melül melül." Dedi. "O itin seninle olan bağlantısının sadece askeriyedeki soruşturmayla ilgili olmadığının farkındayım. O gün..." derken duraksadı. Gözlerinden hüzünlü bir ifade geçerken yutkunup, "Ecrin'le eniştenin kaza haberini alıp astım atağı geçirdiğinde hastanede o itte vardı. " diyerek devam ederken beni daha sıkı sarıyor, sözleriyle hatırladığım, ki unutmaya hiçte fırsatımın olmadığı, o anların beni üzüp canımı yakmasından korkarcasına gözlerimin içine içine bakıyordu. Bense şu an içimde en baskın olan duyguya yoğunlaşmıştım. Yani korkuya. Umarım birşey anlamamıştır ya da herhangi bir sebeple benden şüphelenmiyordur diye içimden dua ediyordum. " Uyandığında yanına gelip sana bir telefon verdi. Sende Oğuz dâhil hepimizi çıkardın odadan. Sonra Ecrin'in cenazesinden döndüğün gece yine o it bıraktı seni apartmanın önüne. Balkondaydım gördüm. İçeriye girdiğinde Ayşe hanımların gittiğini söyleyip anahtarı verirken sarılmak istedim sana. Kendini geri çekip izin vermedin. Bütün gece İstanbul'a o itle birlikte mi gittin, onunla mı döndün, ben sarılamadım o ibne sarıldı mı sana , diye kafayı yedim. Sonra benimken o herifi alıp bilgiayar programcısı diye burnumun dibine soktun. Ben görüşüp konuşma dedikçe ayrıldığımız günün sabahı arabanı satıp seni askeriyeye götürsün diye o iti aradın. " Duraksadı yine. Kaşları çatık, yüz hatları gergin, bedeni kasılıp duruyorken çok sinirliydi ve ben buraya , bu hale nasıl geldik anlayamıyordum. Ne söyleyeceğimi bilemesemde yine de kendimi açıklamak ister gibi, "Fırat..." Dedim o ise sözümü kesip, "Kurcalamıyorum. " dedi. "Kaldıramayacağım yanlış birşey yapmayacağını da yapmadığını da biliyorum. Ben seni çok seviyorum biliyorum ki sende beni çok seviyorsun. O güzel gözlerin benden başkasını görmez, benden başkasına böyle bakmaz biliyorum. Allah var o herifinde sana yanlış bir bakışını yakalamadım şimdiye kadar. Ama sen yinede benden başkasına gülme. Benden başkasına dokunma. " Alnını alnıma dayamıştı. Son cümleyi kurarken sesi hafiften yalvarır gibiydi. Kıyamadım. Parmak uçlarımda yükselip kollarımı boynuna sararken Fırat'ta ona daha iyi sarsılabilmem için eğilmişti. Alnımı alnından çekip boynunu öptüm. "O arkadaşım benim. " dedim. "Bahar gibi düşün. O gün getirdiği telefonda da hani havaalanında sarıldığım adamlar vardı ya Cihan abi ve Bora. Arayan Cihan abiydi. Haberleri görüp bana ulaşamayınca Kim Chin'i aramış. Ve ben o gece ona sarılmadım. Hatta ben o gece kimseye sarılmadım. İstanbul'a da tek gittim. Kim Chin'e de Cihan abi haber vermiş beni alması için. O saatte taksi bulamam diye. Başka da birşey yok aramızda Fırat. Gerçekten. Yenin ederim." Fırat'ta benim gibi başını boynuma gömüp tenimi öperken,"Şşş tamam." Dedi. "Öyle diyorsan öyledir." Ardından da kollarını bedenimden gevşetip, "İçeriye geçelim artık. Üşüdün." Derken bende kendimi geriye çekmiştim. O sırada ise Fırat'ın gözleri bir yere takılmış bende onun baktığı yere bakmak için dönerken dört beş el silah sesi bu soğuk ama sessiz geceyi bir bıçak gibi keserken Fırat beni hızla yere itip üzerime kapanmıştı. Her şey saniyeler içinde gerçekleşirken kulaklarıma bir camın kırılma sesi ve az önce açılan ateşe karşılık veren silah sesleri dolmuştu. "Ne oluyordu?" 💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦
|
0% |