@yikim2024
|
******** Nane limondan bir yudum alıp içimi çektim. Zehra bana nane limon yapıp ağlayarak uyanan bebeğinin yanına gittiğinden beri düşünüyordum. Aslında yaptığım şeye tam olarak düşünmek denemezdi çünkü zihnim yer yer geçmişte bir anıya gidiyor gözlerim odanın kör bir noktasına dalıyor ve ben ara ara zaman mekan kavramını yitiriyordum. Daldığım o yerden irkilerek kendime gelirken de düşüncelerim bir sonuca bağlanmıyor, kafamın içinde birbirine girip dağılıp yok oluyorlardı. Az önce gelen zarf üzerimde hatrı sayılır bir etki oluşturmuştu. Bu etkiye "hatrı sayılır " demek azımsamak , bu etkiyi gereğince umursamamak belki de düpedüz bir aymazlık olarak nitelemdirilebilirdi. Ama hayat daha 24 yaşında size onlarca şey yaşatıp, bütün felaketlerini üzerinize yağdırıp, size yaşınıza başınıza bakmadan ölçüp biçmeden acılar, hüzünler, kayıplar verip sizden tüm bu olanlara ayrı ayrı tamda hak ettiği tepkiyi nokta atışı bir şekilde vermenizi beklediğinde herşey trajikomik bir hâl alıyordu. Ve siz bir yerden sonra ister istemez tepkisizleşiyor, kimileri için büyük bir psikolojik çöküntünün zeminini hazırlayabilecek bir günün ardından bile benim gibi yine bir pencerenin ardından gökyüzünden yağan karları izleyecek kadar sakin olabiliyordunuz. Hayatım boyunca başıma gelen hiçbir felakete gereken tepkiyi gösteremedim. Hep sakin, sessiz , varla yok arası bir yerlerde kime ait olduğu yüzyıllar önce unutulmuş bir hayaletin kayıp silueti gibi gezinip durdum insanların arasında. Öyle ki çoğu zaman kendimi görmek, ben nasılım diye merak etmek benim aklıma bile gelmedi. Bunu bu şehre geldiğim ilk zamanlardan beri çokça düşündüm. Ne var ki zihnimdeki birçok düşünce gibi onlarda bir yere varamadı. Bugün, bu soğuk kış gününde yarının ve yarından sonraki bütün günlerin bana pekte güzel şeyler getirmeyeceğinin bilinciyle yine aynı şeyleri düşünüyordum. Belki yine bir yere varamayacaktım. Hastalıklı ruhum beni her seferinde kendi içimdeki karamsarlığa bulayacaktı. Bilmiyorum. O büyük sarı zarf önümdeki beyaz zigon sehpanın üzerinde duruyordu. Bu zarfla ne yapacağımı düşünürken dalmıştım bu derin ve beni sanki bugün yeterince kasvetli değilmiş gibi kasvete boğan düşüncelere. Sorun şuydu; ben bu zarfı ve içindeki notu Fırat'a nasıl açıklayacaktın? Dahası Fırat beni vuranın binbaşı Kenan Karadağlı olduğunu öğrenimce ne yapacaktı? Büyük ihtimalle bir öfke nöbeti geçirecekti. Peki ben Onu nasıl durduracaktım? Bu evde iki tane küçük çocuk vardı. Zehra zaten zarfın gelişiyle, belki de ben bu eve geldiğimden beridir, rahatsız ve diken üstündeydi. Bana sıcak ve samimi davranmaya çalışıyor, bir terör savcısı olduğumu, bu zarfı kapıya bırakanın ya da bırakanların terörist olma ihtimalini yok sayarak daha doğrusu yok saymaya çalışarak bana iyi davranıyordu. Zehra belli ki gerçekten de iyi biriydi. Üzerindeki gerginliği bana hissetirmemeye çalışsa da tavırlarında bir yapmacıklık yoktu. Ama ekstra iyi davranmak için kendini zorluyor gibiydi. Ve ben bundan oldukça rahatsızdım. Öyle ki Fırat geldiğinde Onun evine gitmek istediğimi söylemeyi düşünüyordum. Bir daha da buraya gelmez , insanların hayatını varlığımla tehlikeye atmazdım. Fırat hayatımda olduğu sürece bende Zehra'nın hayatında olmak durumundaydım ve Onlara sunduğum bu mecburiyet canımı sıkıyor, çok tanıdık bir his yüreğimi yokluyordu. Ben tüm kasvetim ve karanlığımla bu çoluklu çocuklu mutlu insanların hayatında fazlalıktım. Bu his yabancısı olduğum birşey değildi. Sanıyorum ki ben annemin karnına düştüğüm ilk andan beridir bu dünyada fazlalıktım. Dolan kirpiklerimi yine ve yeniden kırpıştırıp yüzüme dökülen perçemlerimi, hırkanın uzun koluna sakladığım elimin tersiyle geriye doğru ittim. Bir yandan da Oğuz'u düşünüyordum. Zehra nane limonu yaparken Fırat'ı aramıştım ancak beni meşgule atıp cezaevinde olduğunu belirten bir mesaj atmış bir iki saatte geleceğini söylemişti. Uyku ilacını içip biraz uyumamı da mesajlarına eklemişti. Ama ben Oğuz'un nasıl olduğunu öğrenmeden uyumak istemiyordum. Kavganın boyutunu, neden çıktığını, Oğuz'un revire kaldırılmasına sebebiyet veren yaralarının ne boyutta olduğunu düşünüp duruyordum. Ve bir yerde yine hep aynı sonuç çıkıyordu; ben etrafımdaki herkese zarar vermekten öteye gitmeyen, kimseyi değil mutlu etmek küçücük bir tebessüm bile ettiremeyen zehirli biriydim. Yıllardır annemin üzerime akıttığı zehirle büyümüş sonra da önce kendimi ardından da bana yaklaşan, beni sevmeye çalışan herkesi zehirlemeye başlamıştım. Oğuz'a ve bugün Fırat'a yaşattıklarımı başka nasıl açıklayabilirdim ki? Ya da Zehra'ya hissettirdiklerim bu şehre geldiğim günden bu ana kadar bütünüyle yanlış bir yerde olduğumun, hiç karışmamam gereken insanların hayatlarına karıştığımın kanıtı değil miydi? Bir yere ait olmak, sevilmek istemek bu yaptığım şeyin bemcillik olduğu gerçeğini değiştirir miydi? Peki ya şimdi şu kapıdan bu zarfı ve bütün zehrimi alıp çıkıp gitsem bu şu an yaptığımdan daha büyük bir bencillik olmaz mıydı? Fırat'a verdiğim sözler...gerçekten de ben verdiği sözleri tutamayacak kadar karaktersiz biri miydim? Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum. Kafamın içindeki o ses, bana ait olmayan ancak benim içimde olan o ses, yine beni sağır ediyordu. Kendi kendime kaldığım ilk an yine kafamın içindeki yerini almıştı. Tamam. Bu şehre geldiğim ilk gün Fırat'larda kalmayı kabul ettiğim an büyük bir yanlışa ilk adımımı atmıştım. Belki de en azından apartmana taşınmayı kabul etmemiş olsaydım bugün böyle olmazdı. Fırat beni bu kadar sevmez , bende sadece askeriyeye gittiğim zamanlarda gördüğüm bir adama kalbimin en derinlerinde, o öyle bir derinlikti ki daha önce ben bile ulaşamamıştım, yer açmazdım. Şimdi Fırat'tan sonrası diye bir ihtimal koskoca bir toz bulutunun içinde gözle görülmez bir haldeydi. O kadar çok seviyordum ki Onu adı aklımdan geçtiği an içim sıcacık oluyordu. Sanki küçükken gökyüzünden kayan her yıldızda ne dileyeceğimi bilemezken kaybettiğim dilek haklarımın hepsinde farklı bir evrendeki Hazan Fırat'ı dilemişti de o bugün benimdi. Gözleri, o kapkara gözleri belki de derinlerinde o gözlerimin önünden kayıp giden yetişemediğim yıldızları saklıyordu. Fırat benim için aynı dünyanın içindeki farklı bir evrendi. Ve o evrende benim gerçek dünyamda olmayan sonsuz bir sevgi vardı. Ama ben o sevgiye yakışmıyordum. Beyaza bulanan kara gibiydim. O kurşun Fırat'a daha büyük bir zarar verseydi, ya Onu...öldürseydi. O zaman kim verecekti bunun hesabını? Ben veremezdim. Ki başka bir gün başka bir kurşunun korktuğum tüm bu ihtimallerin gerçekleşmesine neden olmayacağının garantisini kim verebilirdi? Yine gitmekle kalmak arasında sallantıdaydım. Fırat'ın hayatında kalarak zarar verdiğim tek kişi O olmayacaktı. İnsanlara rahatsızlık veriyordum. Kim bilir Canan teyze ve Bahar benim yüzümden bugün Fırat'ın vurulduğunu bilse nasıl bir tepki verir ne hissderlerdi? Canan teyzeyi en son Oğuz'un, Dilek ve ailesinin beni ziyarete geldiği gün görmüştüm ve o gün benden çok uzak durmuştu. Onunla konuşup aramızı düzeltmeyi düşünüyordum. Peki bugün olanlardan sonra Canan teyzeyle konuşmaya yüzüm var mıydı? Ya da Ondan nasıl beni sevmesini ve gelini olarak görüp kabul etmesini bekleyebilirdim? O bir anneydi ve en başından beri Fırat için kimin doğru olduğunu biliyordu. Fırat için doğru kişi...Filiz'di. O bir doktordu. Ben Fırat'ta yaralar açardım ama O...sarardı. Ben Fırat'a değil güzel bir gelecek, bir gelecek bir bile vaat edemezdim ama Filiz edebilirdi. Sol gözümden akan bir damla yaş yanağımda süzülürken hafifçe burnumu çektim. Yine dönüp dolaşıp aynı yere gelmiştim. Herşeyin suçlusu bendim ve benim dışımdaki herkes olabildiğince iyiydi. Kendi kalbimi kendi kendime kırmak konusunda üstüme yoktu. Ve bu kırış ya da kırılış haybeye değildi. İçimdeki o ses haklıydı. Fırat'ı da kendimi de büyük bir yıkımın, önlenemez bir felaketin içine sürüklüyor olabilirdim. Az önce Zehra salonda "İnsan böyle acaba hangimiz daha önce öleceğiz diye bekleyerek nasıl yaşar ki?" Dediğinde bir ürperti, bir soğukluk, bir huzursuzluk sarmıştı içimi. Anlam veremediğim ve daha önce hiç emsalini tatmadığım bir korku içime çöreklenmişti. O an ilk ben ölürüm diye düşünmüştüm. Ancak ne önemi vardı ki? Yolun sonu her türlü ayrılığa çıkıyorken geriye kalan kim olursa olsun yaşamak ölmekten daha iyi bir seçenek olmayacaktı. Fırat'tan sonsuza dek ayrılmaktan çok korkuyordum. Bu ihtimal nefesimi kesiyor, göğsümün tam ortasına bir ağırlığın oturmasına neden oluyordu. Ancak zihnimin bir köşesinde, en ufak bir olumsuzlukta, ayrılık seçeneği beliriyordu. Fırat'ın bensiz mutlu olacağını bilirsem ayrılık o kadarda kötü birşey değilmiş gibiydi. Ona verdiğim sözler, nadir anlarda da olsa kurduğum hayaller , benim ne istediğim ya da benim nasıl mutlu olacağım gözümde o kadar önemsiz şeylerdi ki Fırat'ın güzel bir hayatı olsun diye kendimi harcamaktan hiç çekinmeyeceğimi biliyordum. Ona onu hiç bırakmayacağımı söylerken "verdiğim sözleri tutarım " demiştim. Bu yalan değildi, tutardım. Şimdiye kadar veripte tutamadığım hiç bir sözüm olmamıştı. Ecrin 'e İstanbul'da "Bu son sarılmamız olmayacak" deyişimi ve sonra Ona hiç sarılamayışımı, Salih enişteme "her zaman yanındayım " diyip cenazesine bile gitmeyişimi saymazsak tabii... Şimdi onlara yaptığım gibi Fırat'ı da yarı yolda mı bırakmalıydım? Onu mutsuz ederim diye kendi mutluluğumu yok mu saymalıydım? Ya da tam tersini yapıp bencil biri olup en azından sevdiğim adamın yanında mı kalmalıydım? Benim kimsem yoktu ancak Fırat'ın koca bir ailesi vardı ve ben Ona , onlara, zarar vermek istemiyordum. Ben...kimseye...kendimden başka kimseye zarar vermek istemiyordum. Benim mutlu olabilmek gibi bir ihtimalim yoktu. Hiç olmamıştı. Sorun o , bu değil bendim. Ben mutlu ve normal bir hayata sahip olma hakkımı önce bir mesleğe, ardından VASÖ'ye sonra da bir intikam hırsının pençesine kendi ellerimle teslim etmiştim. Daha öncede demiştim ya; ben hiç yaşamak için nefes almadım. Var oldum sadece. Kendimi böyle bir insana ben dönüştürdüm. Annemin de katkıları oldu ancak bir yerden sonra bütün suçu ona atmak doğru olmazdı. Bilmiyordum. Kafam uzun bir süredir dağınık bir oda gibiydi. Ne nerede, birleştirdiğim parçalar doğru mu, düşüncelerim mantıklı mı , ben napıyorum ya da ne yapacağım bilmiyordum. Yanlış bir karar vermekten, Fırat'ı her seferinde bir şekilde bir ayrılığa sürüklüyormuşum gibi görünmekten, Onu ona olan sevgimden şüphelendirmekten, sanki gitmek istiyormuşum da gidemiyormuşum gibi bir izlenim vermekten korkuyordum. O birşeyleri düzeltip halletmek istiyordu. Bunu şu son birkaç gündür daha iyi anlayabiliyordum. Mesela kızar dediğim şeylere kızmıyor, daha önce her birşey olduğunda bağırıp çağırırken şimdi benimle oturup sakin sakin konuşmayı tercih ediyordu. Fırat böyle yaparken ben her güzel şeyi bozan , yokuşa süren biri olmak istemiyordum. Belki de Fırat'la konuşmalıydım. Ona bu hissettiklerimi, korkularımı anlatmalıydım. Ben bulamıyordum ancak belki o bize bir çıkar yolu bulurdu. Düşüncelerim arasında gözüme vuran araba farıyla açılan demir sürgülü kapıdan bahçeye giren Sadettin abinin aracını gördüm. Ne zamandır burada böylece oturup düşüncelere daldığımı düşünürken ayaklarımı koltuktan aşağı indirip elimdeki soğumaya yüz tutmuş nane limonun olduğu kupa bardağı beyaz zigon sehpanın üzerine bıraktığımda içimde heyecan , telaş ve zarftan dolayı, gerginlik karışımı bir his vardı. Zarfı, içindeki beni vuranın binbaşı Kenan Karadağlı olduğunu belirten delilleri, en önemlisi de o notu Fırat'a nasıl açıklayacaktım? Zarftan Fırat'a bahsetmemek gibi bir şansım yoktu. Zarf kabak gibi ortadaydı. Üstelik Zehra zarftan haberdardı. Sadettin abiye zarftan bahsedebilir, belki de ben söylemezsem direkt Fırat'a anlatabilirdi. Kötü biri değildi ancak konuşmayı sevdiği ve konuşurken söylediklerini ölçüp biçmeyen biri olduğunu anlamak zor değildi. Zarftan çıkan notu ise ben okurken okuyup okumadığını bilmiyordum. Notu gördüğüm anda bir süreliğine algılarımın kapandığını, beynimin düşünme işlevini tam olarak yerine getiremediğini söylemeliyim. Ancak okumuş olsaydı bana o notla ilgili sorular sorardı diye düşündüm bir an. Belki de sormazdı. Yine de odadan çıkmadan hemen önce zarfın içindeki notu alıp üzerimdeki hırkanın cebine koydum. Sadece Fırat'ın değil bu nottan yarın delilleri göstereceğim başsavcının bile haberi olmamalıydı. Merdivenleri başım eskisi kadar dönmese de temkinli adımlarla indiğimde Zehra çoktan Fırat'lara kapıyı açmış ve onları içeriye almıştı. Kapının zil sesini duymamıştım ki büyük olasılıkla Zehra bebeği uyanmasın diye kapıyı çalmadan açmıştı. Şimdi de Sadettin abiye sarılıyordu. Fırat'ın gözleri ise beni bulmuştu. O çok sevdiğim kara gözlerinin beni görür görmez parladığını görmüştüm ve bu az önce odada düşündüğüm şeyler yüzünden kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. Özellikle de dağılıp, asi birkaç tutamının alnına düştüğü, kömür karası saçları ve çok fazla belirgin olmasa da çökmüş göz altları yorgun olduğunu bariz bir şekilde ortaya seriyorken ve bu saatte kadar ayakta olmasının müsebbibi benken içinde bulunduğum bu kendimi kötü hissetme hali daha da artıyordu. Merdivenleri bitirip yanına doğru ilerlerlerken Fırat , ayrılalı sadece iki üç saat olmasına rağmen, özlem dolu gözlerini üzerimde, yüzümde ve gerdanımda gezdiriyordu. Bense bir sebepten belki de birçok sebepten ellerimi önümde birleştirip karşısında durdum. Gözlerine kaçamak bakışlar atarken Fırat'ın bu halime kaşları çatıldı. Bakışları sorgulayıcı bir hâl alırken,"Birşey mi oldu?" Diye sordu. Kalın sesi oldukça ciddiydi. Hafifçe alt dudağımı dişledim. Hemen Oğuz'u sormak Fırat'ın benim için olan bu yorgunluğunu yok saymak mı olur, diye saçma bir düşünce içinde olan zihnimin asıl sorunu yukarıdaki zarf, o zarfı gördüğünde Fırat'ın vereceği tepki, Zehra'nın neyin ne kadar farkında olduğu ve az önce zihnimden geçen düşüncelerdi. Kendimi toparlayıp konuşmak için dudaklarımı aralarken Zehra'nın, "Ay sorma yengem . Neler olmadı ki ?" Diyen sesi duraksamama neden olmuştu. Hafifçe omzumun üzerinden ardımda kalan Zehra'ya dönsemde gözlerim yeniden Fırat'ı buldu. Kaşları derince çatılmış, yüzü gerilmiş, kara gözlerindeki sorgulayıcı hâl daha da belirginleşmişti. Gözleri Zehra'daydı. Tekrar beni bulduğunda, "Noldu?" Dedi. Sesi gerildiği için sertti. Yine konuşmak için dudaklarımı araladım ancak Zehra yine söze girdi. "Sizden sonra kapı çaldı. Çok sinirlendim. Evde altı aylık, daha sütten kesilmemiş uyuyan bir bebeğim var sonuçta. Söylene söylene, tabi bir yandan da koşturuyorum, aşağı indim. Kapıyı açtım. Birde ne göreyim? Hiçbir şey göremedim çünkü kimse yoktu. Dedim bari içeriye gireyim. Gerçi kapıda dursam saçma olurdu. Neyse içeriye girerken yerde bir zarf buldum. Üzerinde "Savcıya. A.T" yazıyordu. O sırada yukarıdan Hazan geldi. Kimin geldiğini sordu zarfı ona verdim. Birden beti benzi attı. Şuradaki koltuğa çöktü. Sonra zarfı açtı. Tabii bende bir yandan korkuyorum acaba teröristler mi diye. Sonuçta evde iki tane çocuğum var. Evimin direği kocamda yanımda yok. Çocuğuma ya da bana birşey yapmaya kalksalar ne yaparım falan. Tabii üniversitede bir iki kere kendimi sapıklardan korumak için savunma eğitimi almıştım ama yani elin sapık tacizcileriyle dağdan inen ayılar bir olur mu? Ayh neyse sonra Hazan zarftan fotoğraf, birkaç evrak , cd ve bir not çıkardı. " Zehra bunları anlatırken kendimi az önce hissettiğimden daha kötü hissetmeye başlamıştım ancak son kurduğu cümlede nefesimi tuttum. Nottan bahsetmesi bile benim için büyük bir sorundu ve eğer notta ne yazdığını okumuşsa bu olayı şu anki ruh halimle asla çeviremez kimseye hiçbir şey açıklayamazdım. "İnşallah notu okumamıştır. Allah'ım lütfen." "Notta ne yazdığını okuyamadım. Ters duruyordu. Hem o an onunla uğraşacak psikolojide değildim. Gözlerim Hazan'ın yüzündeydi. Önce bir gözleri doldu , sonra daha da bir beyazladı teni. Zaten bembeyaz süt gibi bir teni var. Çokta güzel maşallah yengem. Tebrik ederim. Neyse neyi tebrik ettiğimi bende anlamadım. İşte o kadar beyazlayınca dedim kız hayaletlere karıştı. İyi misin diye sordum. İyi olduğunu söyledi. Bilgisayar olup olmadığını sordu. Var dedim . Yatak odasına çıktım. Bilgisayar baş ucumdaki çekmecedeydi en son. Hüzünlü bir aşk filmi izlemiştim. Ayh sen ben bir ağla bir ağla. Sonra bilgisayarı orada bulamadım. Makyaj masamın üzerindeymiş Aldım indim aşağı. Sonra Hazan bilgisayara gelen cd'yi taktı. Kamera görüntüleri ve ses kayıtları vardı. Hazan'ın vurulduğu anı ve onu vuran adamı falan gösterdi. Çok korktum. Dedim bu kız bunlara nasıl dayandı ya da bir insan böyle bir mesleği niye seçer? Yani saçma değil mi bir insanın para kazanmak için kendi canını ortaya koyması? Bana saçma geliyor. Bu yüzden oğlum ya da kızım böyle bir meslek seçmek isterse onlara izin vermeyeceğim. Neyse sonra..." derken Sadettin abinin ,"Zehra tamam yeter. Bırak gerisini Hazan Fırat'a özel olarak anlatsın. " diyen uyarıcı ve kızgın olduğunu belli eden sesi kulaklarıma doldu. Bense Zehra'nın notu okumamış olmasının verdiği rahatlığı yaşıyordum. Bu halde ne kadar yaşayabilirsem. O sırada Fırat önümde birleştirdiğim ellerimden birini tutup beni merdivenlere doğru çekiştirmeye başladığında afallamıştım. Adımları sertti ve kolumu tutuşu canımı yakmıyor olsa da sıkıydı. Merdivenlere geldiğimizde beni önüne alıp elimi tutmaya devam ederken üst kata çıktık. Fırat misafir odasının yolunu bildiğini belli eder bir şekilde az önce çıktığım odaya girerken elimi bırakıp kolunu belime sardı. Kapıyı ardımızdan kapatırken biraz sertti ve kapı gürültüyle kapanmıştı. Beni kolları arasında kendine çevirdiğinde korkuyordum. Ne yapacağımı, Fırat'a durumu, zarfı ve o notu nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Gergindim. Kavga edeceksek, sevdiğim adam bana bağırıp çağıracak esip gürleyecekse bu burada olsun istemiyordum. İnsanlara daha fazla rahatsızlık ve huzursuluk vermek kendimi berbat hissetmeme neden oluyordu. Hafiften dolan gözlerimi zar zorda olsa Fırat'ın kara gözlerine çıkardığımda çok sinirli görünüyordu. Alnında ve boynunda, ne zaman sinirlense olduğu gibi , damarlar belirginleşmişti. Öylece durduğunda bile sert görünen yüz hatları ürkütücü bir şekilde daha da sertleşmişti. Birer ateş topunu andıran gözleri yüzümde değdiği yeri ateşe verirken ilk konuşan ben olmak istedim. Ona burada kavga etmek istemediğimi, herşeyi açıklayacağımı söylemek istiyordum. Bu yüzden hafifçe yutkunmaya çalışıp başaramadığımda, "Fırat..." Dedim . Sesimde hissedilebilir bir tedirginlik vardı. Lakin cümlemin devamını getiremeden Fırat beni yatağa doğru ilerletip kendisi yatağa otururken beni de tek dizine oturttu. Bu hâl, bu halimiz daha da şaşırama neden olurken Fırat başını boynuma gömüp derin bir nefes almış aldığı nefesi ciğerlerine hapsetmeden durmuştu. Geri çekilip hiçbir şey söylemeden üzerimdeki hırkanın düğmelerini açıp kollarımdan sıyırırken kasılıp duran bedenini hissedebiliyordum . Esip gürlemesini, bağırıp çağırmasını, bana o zarfı ve içindekileri sormasını beklerken hem bu kadar sinirli görünüp hem de bu kadar sakin olması kafamı karıştırıyordu. Fırat ne zaman neye, ne kadar tepki vereceğini, neye kızıp sinirleneceğini kestiremediğim bir adamdı. Kollarımı hırkadan çıkarıp Fırat'ın hırkayı yatağın üzerine doğru alelade bir şekilde atışını izledim. Ardından yine bana dönüp bu sefer boynuma değil saçlarımın arasına gömmüştü yüzünü. Kolları bedenimi sımsıkı sararken, " Biraz sakinleşeyim evimize götüreceğim seni. Orda konuşuruz. Sen bana herşeyi anlatırsın , tamam?" Dediğinde kucağımda duran ellerimi Fırat'ın boynuna sarıp, "Benim yüzümden çok yoruldun. Zaten sabah oluyor. İstersen burada kalalım. Daha fazla yorulma." Dedim üzgün ve durgun bir sesle. Bende burada kalmak istemiyordum ama Fırat'ı yormak, uğraştırıp durmak canımı sıkıyordu. Fırat saçlarımı, boynumu, köprücük kemiğimi ve üzerimdeki pijama takımının ince askılı üst kısmının açıkta bıraktığı göğüs oluğumu öperken, " senin için birşey yaparken yorulur muyum ben hiç?" Dedi. Yüzünü iyice göğsüme gömüp sırtımı okşarken, "Çok özledim. " dediğinde göğüs oluğuma vuran sıcak nefesi içimi bir hoş ediyordu. Midem heyecandan kasılıp cayır cayır yanarken Fırat'ın burnuma değen kömür karası saçlarını öptüm. Boynuna sardığım kollarımı sıkılaştırıp bir yandanda ince uzun parmaklarımla saçlarını severken az önce ondan ayrılmayı nasıl düşünebildiğimi, tek bir bakışıyla yüreğimi titreten , bir anlık gülüşüyle dünyamı aydınlatan, Onun yarısı kadar bile olmayan, kollarında küçücük kalan bedenime sığınıp başını göğsüme gömen bu koca adamı nasıl başkasına layık gördüğümü sorguladım. Ondan vazgeçebilmeyi nasıl düşünmüştüm? O beni böyle severken ben Onu nasıl yarı yolda bırakmayı geçirebilmiştim aklımdan? İçten içe kendimden ve düşüncelerimden utanırken Fırat'ın bu sevgisinin altında ezildiğimi hissettim. Yüzümü iyice saçlarının arasına gömüp dolan gözlerimi kırpıştırırken, "Bende seni çok özledim sevgilim." Dedim. Fırat beni daha sıkı sarıp göğüslerimi öperken, "Hım?" Dedi erkeksi bir mırıltıyla. Burukca gülümseyip, "Hıhı" diye bir mırıltı çıkardım dudaklarımın arasından. Özlemiştim. Özlerdim de . Ama Fırat'ı terk etmeyi düşündükten sonra buna hakkım var mıydı? Bilmiyordum. Sevdiğim adam başını göğsümde hareketlendirip göğsüme, tam kalbimin üzerine başını koyarken,"Oğuz'la görüştüm" dedi. Fırat geldiğinden beri sormak istediğim şey buydu ancak doğru zamanı bulamamıştım. "Nasıldı? Ne olmuş? Niye kavga etmiş? İyi miydi?" Diye sorularımı sıraladım. Fırat kolumu öpüp, "İyiydi. Sadece kaşı yarılmış, dudağı patlamış. Kavga ettiği it daha kötü durumda. Ne olduğunu, kavganın nereden çıktığını Oğuz da, koğuştakilerde tam olarak anlamamışlar. Şerefsiz durduk yere saldırmış Oğuz'a. Elinde şiş varmış. Oğuz kendini koruyunca ne olduğunu anlamadan şiş o itin koluna saplanmış. Koğuştakiler Oğuz'un lehine şahitlik etmişler. O şerefsizi başka koğuşa gönderecekler. " dediğinde yüreğim ağzıma gelmişti. Ya o şiş Oğuz'a saplansaydı? Ya birşey olsaydı kardeşime? Ne yapardım ben o zaman? Nasıl kalkardım bunun altından? Gözümden süzülen bir damla yaşla dudaklarımın arasından bir hıçkırık koparken Fırat kollarını sıkılaştırıp başını göğsümden kaldırırken, "Yavrum ağlama " dedi. Beni göğsüne çekip sarıldığında yüzümü bağrına gömdüm. Dudaklarımdan bir hıçkırık daha koptuğunda Fırat saçlarımı öpüp beni sarıp sarmalarken, "Şiş mevzusunu anlatmayacaktım sana " dedi kendine kızar gibi. "Ona onu çok sevdiğimi söyledin mi?" Diye sordum ağladığım için küçük bir kız çocuğu gibi çıkan sesimle. Fırat defalarca yaptığı gibi saçlarımı öperken, "Söyledim " dedi. "Onu kurtaracağımı da söyledin mi?" Fırat sıkıntılı bir şekilde içini çekip, "Söyledim " dedi. Başımı göğsünden kaldırıp bana güzel haberler vermesi için büyük bir ihtiyaçla , uzun, ıslak kirpiklerimin çevrelediği kehribar rengi gözlerimi Fırat'ın kara gözlerine diktim. "Ne dedi peki?" Diye sordum usulca. Fırat bir elini yüzüme çıkarıp yanaklarıma doğru süzülen yaşları silerken, " Birşey söylemedi " dedi. Gözlerimi gözlerinde gezdirip, "Yalan söylemiyorsun dimi?" Dedim. Sesimdeki hayal kırıklığı elle tutulur bir haldeydi. "Kötü birşey söylediyse bile söyle Fırat." Fırat gözlerime içi gidiyormuş, bana kıyamıyormuş gibi bakarken yüzümü kendine çekip alnımı öperek, "İnsan nasıl kıyar lan sana?" Dedi kendi kendine konuşur gibi. Ardından da beni göğsüne çekip sırtımı aşağı yukarı sıvazlarken, "Sana ne söylediğini söylemeyeceğim yavrum. İçeride, suçsuz yere yatan bir askerin içinde bulunduğu psikolojiyle söyledi her ne söylediyse. Ordan çıkınca konuşursunuz. Tamam? Kurban olurum sana. Üzülme. " dediğinde Oğuz'la aramızdaki uçurumu kapatmanın zor belki de imkansız olduğunu anlamıştım. Oğuz'un bu tavırlarına hak vermekle birlikte beni şu hayatta en iyi tanıyan insanlardan birinin o oluşu ya da yıllardır büyük bir yanılgıyla benim öyle zannedişim, tüm bunlara rağmen Oğuz'un beni anlamayışı , benden nefret edişi hayal kırıklığımı artırıyor, kalbimi kırıyor, Fırat "üzülme" desede üzülmeme neden oluyordu. Kendimi birden kimsesiz ve yapayalnız hissetmiştim. Bir soğukluk sararken bedenimi ürpermiştim. Ailemdeki kimseyle aile gibi değildim. Herkes bir yerden sonra beni sevmeyi bırakıyor, bana düşman kesiliyordu. Ben bunca yanlışı nerde yapmış , insanları nasıl bu kadar benden nefret edecek hale getirmiştim? Belki de Oğuz'u kurtarıp çekip gitmeliydim bu şehirden. Ülkenin, dünyanın bir ucuna gitmeliydim. Bir daha da kimseyi rahatsız etmemeli, varlığımı herkese unutturmalı ve kasvetli bir evin en ücra köşesinde, boş bir sokak ortasında, bir trafik kazasında belki de kör bir kurşunla ölüp gitmeliydim. Fakat kimse bilmemeliydi nasıl öldüğümü. Kimsenin aklında ölümümle küçücük bir yeri bile işgal etmemeliydim. Varla yok arası bir yerdeydim ya aralardan sıyrılıp yok olmalıydım. Hak ettiğim zannımca böyle kimsesiz ve sefil bir ölümdü. Fırat beni iyice göğsüne çektiğinde, "Nefret ediyor dimi benden?" Diye sordum ağladığım için tarazlı ve boğuk çıkan sesimle. O ise alnımı öpüp sıkıntılı bir nefesi içine çekerken, "Etmiyor yavrum. Olur mu öyle şey?" Dedi. "Kızgın sadece biraz. Zamanla geçer. Yapma şöyle . Ağlama. " Geçmezdi. Zamanla hiçbir şey geçmezdi. Sadece alışırdı insan birşeylere. Ama ben alışmak istemiyordum. Sevgisizliğe, insanların bana olan nefretine alışmak istemiyordum. Ben iyileşmek istiyordum. Normal biri olmak, her insan gibi hayal kurmak, sevdiğim adamla gelecek planları yapmak istiyordum. Ama ne zaman azıcık kendimi iyi hissetsem bütün dünya birden başıma yıkılıyordu. Bir kere gülsem bin kere ağlatmadan, o bir kereliğine mahsus gülüşümün diyetini ödetmeden bırakmıyordu hayat yakamı. Yoksa bir insanın başına bir gün içinde bu kadar çok şey gelip, kalbi bu kadar çok kırılır mıydı? Aklımdan geçen onca şeyin birini bile dile getirmeden sustum öylece. Gözlerimi kapattım. Herşey karanlığa gömüldü. Yaşlar uzun kıvrımlı kirpiklerimin arasından süzülüp yanaklarıma doğru yol alırken bu saatten sonra bir şeyi çok iyi anlamıştım; Oğuz benden nefret ediyor, bile isteye yapmadığımı bildiği birşey yüzünden bana mesafe koyuyordu. Tamam kızgındı, kırgındı, haklıydı ancak her ne kadar bende kendimi suçlayıp hatalı olduğumu bilsem de Oğuz'un verdiği bu tepkileri bütünüyle hak etmediğimi biliyordum. Onu oradan kurtardığımda ondan özür dileyecektim. Gerekirse ayaklarına da kapanırdım. Kendi içimde Oğuz'dan yeterince özür dilediğime kanaat getirene kadar özür dilerdim. Ama ondan asla eskisi gibi olmayı istemeyecektim. Bu saatten sonra , Onu ne kadar sevdiğimi bilmesine rağmen, benden nefret eden birine ne diyebilirdim ki? Madem sevmiyordu beni, belki de hiç sevmemişti ne ben Onun "dayısının kızı " olurdum ne de O benim "halamın oğlu ". Gerçi sanırım benim artık bir halam bile yoktu. Ben Onun gözünde annemin kızıydım. Nankördüm. Bencildim. En büyük bedduaları hak gördüğü biriydim. Olsundu. Bu saatten sonra sevilmedigim , istenmediğim, nefret edildiğim hiçbir yerde durmazdım. Fırat alnımdaki dudaklarını çekip, yüzünü yüzüme doğru eğerek, önce burnumu sonra da dudaklarımı öperken gözlerimi araladım. Sevdiğim adam öylece dudakları dudaklarımda durduğunda boynuna sarılı olan kollarımı çözüp yüzünü ellerimin arasına alıp başımı hafifçe geriye çekerken dudaklarımızı ayırmış sonra da küçük küçük öpücüklerle yeniden birleştirmiştim. Bir yandan da baş parmaklarımla usul usul seviyordum koca adamımın tenini. O an az önceki düşüncelerimden dolayı onu öpmeye hakkım olup olmadığını sorgulamadım. Fırat'ı öpmek o an iyi geliyordu. Hem bana hem de Ona. Küçük küçük aceleci olmayan öpücükler konduruyordum etli ve dolgun dudaklarına. Onu her öptüğümde O da beni öpüyordu. Dudağımın kenarındaki yara yüzünden dudaklarımı tam olarak kavramıyor, bizi yoğun bir öpüşme halinin içine sokmuyordu. Ellerimin altındaki esmere çalan buğday teni cayır cayır yanıyor, tek dizine oturmuş olmama rağmen sertliği bacağıma değiyordu. Onu , sevdiğim adamı çok net hissedebiliyordum. Amacım Ona benim için yaptığı bunca şey için, beni böyle sevdiği için, yanımda olduğu için birkaç masum öpücük vermek , kuru kuru bir teşekkür yerine Onu mutlu edecek birşeyler yapmaktı. Fırat'ı bir kere öpüşümün Onun için ne kadar değerli olduğunu biliyordum. En azından Onu her öptüğümde bunu hissedebiliyordum. Ancak birkaç masum öpücükten Fırat'ın bu raddeye gelişi, büyük ve avuçlarında ateş tutuyormuş gibi sıcak olan ellerini üzerimdeki pijamanın içine sokup çıplak ve sütyensiz sırtımı okşayışı, dudaklarıma ses çıkartarak kondurduğu öpücüklerin arasından homurdanırcasıma hafif hafif inleyişi, sıklaşan ve kesik kesik bir hâl alan nefesleri beklediğim ya da istediğim şeyler değildi. Herşeyden önce başkasının evindeydik. Aşağıda, yatıp uyumak için bizim gitmemizi ya da burada kalmaya karar verdiğimizi söylememizi bekleyen insanlar vardı. Sonra konuşmamız gereken şeyler, o zarf , içindekiler, Fırat'ın üzerimden çıkarıp yatağın üzerine attığı hırkanın cebindeki not vardı. Üstelik bu hâle gelmeden önce konuştuğumuz konu hiçte bu halimize uygun değildi. Fırat'ın üzerindeki etkim , birkaç küçük öpücüğümle geldiği bu hâl garipti. Öte yandan cinsel açıdan bende Fırat'a çekiliyordum. Birkaç saniye önce ağlıyordum, üzgündüm, aslında hâlâ öyleydim ama Fırat'ı öpmek, Onun tarafından öpülmek, sevilmek şu an dışındaki herşeyi önemsiz kılıyordu. Bu halimizin doğru olmadığını bilsem de kendimi onu öpmekten alıkoyamıyordum. Nemli ve yumuşak dudakları çok güzeldi. Beni öpüşleri , sımsıkı sarışları, çıplak sırtımı okşayışları içimi darmaduman ediyor, kadınlığımı sızlatıyor, daha fazlasını istememe neden oluyordu. Onu istiyordum. Az önce terk etmeyi aklımdan geçirdiğim, başkasına layık gördüğüm, başka biriyle mutlu olacağına inandığım adamı istiyordum. Bu düşünceyle Fırat'ı böyle öpmeye hakkım olmadığını, onca şeyi , dile getirmemiş olsam bile, ciddi ciddi düşündükten sonra Fırat'ın beni böyle öpüp sevmesini hak ermediğimi fark ettim. Bu fark ediş kendimi Fırat'tan geri çekmeme ve dudaklarımızı ayırmama neden olurken başımı soluma doğru çevirip sevdiğim adamın kor gibi yanan dudaklarının yanağımı bulmasına neden oldum. Kendimi geri çekişim ve bu hareketim Fırat'ı durdurmazken dudakları yanağımdan boynuma doğru indi. Belimdeki ellerinden birini bacaklarımın altından geçirip beni tamamen kucağına alırken dudakları çenemin altını öpüyordu. Yüzünü iyice oraya yerleştirip başımı geriye atmama neden olurken boynumun her yerini öpücüklere boğuyordu. Ancak kokumu hiç içine çekmiyordu. Sanki burada duş aldığım için üzerime sinen yabancı kokudan hoşlanmamıştı. Boynumdan aşağıya doğru inip gerdanımı öperken yüzündeki ellerimi çekip kollarımı yeniden boynuna sardım. Benim onu öpmeye kendi içimde hakkım yoktu ancak O beni dilediği kadar öpebilirdi. Ben bu öpüşleri her ne kadar hak etmediğimi bilsem de bir süre daha durdurmadım Fırat'ı. Ta ki üzerimdeki bana büyük gelen pijamanın ince askısı omuzlarımdan düşüp sol göğsümün üst kısmını fazlaca açığa çıkartana kadar. Fırat'ın dudakları da oralarda geziniyordu ve başkasına ait olan bir evde sevdiğim adamın gögüslerimi görmesi ya da öpmesi doğru olmazdı. Hem utanırdım. Geriye düşen başımı büyük ve dolgun göğüslerime doğru eğip göğsümün ne kadar açıldığına baktım. Hissettiğim kadar çok değildi ancak Fırat belimdeki ellerinden birini koltuk altımdan beri göğsümün altına yerleştirip usul usul okşamaya başladığında dudakları da öpe öpe pijamanın üzerinden göğüs ucumu bulmuştu. Göğüslerim sertleşip uçları dikleşirken derince yutkunup kasılan bedenimle, "Fırat..." dedim. Sesim boğuk, fısıltılı ve inler gibi çıkmıştı. Fırat dudaklarını göğüs ucumdan çekip başını kaldırırken alev alev yanan ve siyahın, yer yüzünde bürünebileceği, en koyu tonuna bürünen gözleriyle gözlerime baktığında bakışlarındaki yoğunluğu kaldıramayıp, içinde bulunduğum utançla gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Boynuna sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp başımı göğsüne gömerken, "Eve gideceksek gidelim . Burada kalacaksak da Sadettin abiyle Zehra'ya haber verelim. Başkalarının evinde bu hâlde olmamız doğru değil. " dedim utana sıkıla. Fırat omzumdan düşen askıyı yukarıya doğru çekip bana içine sokmak ister gibi sımsıkı sarılırken, "Ben sana dokunurken biliyor muyum lan nerde ne halde olduğumu? " dedi erkeksi bir edayla. "Aklımı başımdan alıyorsun, beni benden ediyorsun be kızım. " Sözleri içimi bir hoş ederken sıcacık olmuştum. Fırat bu eve gelmeden önce üşüyüp titreyen bedenim şimdi ateşe atılmış gibi yanıyordu. Sevdiğim adamın üzerindeki bu etkim yüzümde belli belirsiz bir gülümsemenin belirmesine neden olurken,"Belli" dedim normal bir sesle. "Zarfı bile sormadın. " Ateşe yürüdüğümü biliyordum. Ancak o zarfı göz ardı etmek istemiyordum. Eğer o zarfı ve notu gördüğünde Fırat benden şüphelenecekse şüphelensindi. Bende Ona VASÖ'nün kurallarını ihlâl edip VASÖ'den atılmak pahasına herşeyi anlatırdım. Evet. Gözüm bu kadar kararmıştı. Çünkü yorulmuştum beni bu dünyada gerçekten seven tek insana yalan söyleyip durmaktan, sırlarımdan , Ondan birşeyler saklayıp Fırat'a her şeyimle kendimi açamamaktan yorulmuştum. Öyle ki ne olacaksa olsun diyecek raddeye gelmiştim. Artık gerçekten de ne olacaksa olsundu. Fırat sözlerimle kasılırken bedenime sardığı kollarını mümkünü varmış gibi daha da sıkılaştırdığında kaburgalarım acımıştı. Ama dayanamayacağım birşey olmadığından sesimi çıkarmamıştım ancak Fırat kollarını gevşetip belimden yukarıya doğru kaydırırken sarılışına kaburgalarımın üzerinden devam etmişti. Dudaklarını kulağımın altına yerleştirip, "Zarfı sormuyorum Hazan çünkü o zarfı gördüğümde deliye döneceğimi biliyorum. " dedi. Ciddileşen ve hafiften sert bir hâl alan sesiyle. " Sende biliyorsun. Sana burada sesimi yükseltmek istemiyorum. Sana herhangi bir yerde sesimi yükseltmek istemiyorum. Evimizde konuşacağız. " "Tamam." Dedim usulca. "Konuşalım ama. Ben senden hiçbir şey saklamak istemiyorum. " Fırat kulağımın altını öpüp, "Konuşacağız tabi yavrum. Ben sana o kurşunları sıkan iti bulup gebertmek için uğraşıyorum kaç gündür. Kim olduğunu öğreneyim amınakoyacağım o oruspu çocuğunun. " dediğinde dişlerini öfkesini bastırmak ister gibi sıkarken söylediği bu sözler korkumu biraz daha artmıştı. Acaba burada mı konuşsaydık? Ben tek başıma durdurabilir miydim Fırat'ı? Yanımızda Sadettin abi olsa daha iyi olmaz mıydı? Fırat başını geri çekip hâlâ çıplak sırtımda olan ellerini pijamanın üzerine çıkarıp sırtımı birkaç kez aşağı yukarı sıvazlayıp, "Kıyafetlerin nerede senin?" Diye sordu. Göğsündeki başımı kaldırıp yüzümü boynuna gömerken, "Banyoda " dedim. Fırat oturduğu yerden kalkıp odanın içinde banyoya doğru uzun boyu ve koca cüssesiyle ilerlerken, "Sen üzerini değiş. Bende Sado'yla konuşayım. " dedi. Ardından da beni kapısını açıp içine girdiği banyoda indirirken, "Başın dönüyorsa söyle ben giydireyim " diye de ekledi. Ellerim göğsündeyken başımı uzun boyu yüzünden geriye atıp kara gözlerine bakarak, "Dönmüyor. Kendim giyinirim ama sen böyle araba kullanabilecek misin?" Dedim. Fırat hafifçe kaşlarını çatıp yüzüme dökülen perçemlerimi geriye doğru itip yüzümü açarken, "Böyle " derken yavrum? "Dedi. Üzgün gözlerle yüzüne bakıp, "Yorgunsun " dedim. "Benim yüzümden. Ben olmasaydım şimdi ne güzel evinde uyuyor olurdun." Fırat'ın kaşları bu sözlerimle daha derinden çatılırken, "Sen olmasaydın ben ölürdüm. " dedi üzerine basa basa. Oysa ki unutmuştu daha birkaç saat önce ben varım diye vurulduğunu. "Ama bir yerde haklısın yavrum; senin yüzünden yorgunum çünkü dün gece yatağımda sen yoktun ve ben senin yüzünden, sensizlikten uyuyamadım. Şimdi geç şuraya değiştir üstünü. Bir daha da seni nasıl sevdiğimi bilmiyormuş gibi saçma sapan konuşma. " Evet , biliyordum beni nasıl sevdiğini ama bazen çok fazla geliyordu. Üstelikte ben her olumsuz ve kötü birşeyde her an gitmeye meyilli , ayrılığı, Fırat'ı bu kadar çok severken her ne kadar imkansız görünsede , düşünmeye başlayan biriyken bu sevgiyi hak etmiyordum. İçimdeki o zayıf ve güçsüz Hazan beni bile oldukça yormuştu. Düşünerek var olduğunu söyleyen bir filozofun gelip geçtiği bu dünyada düşünerek yok olacaktım. Yine zihnimden geçen bu düşüncelerin birini bile dillendirmeden sevgisinden ayakları yere basmayan bir kız olmayı seçip , belime sarılı olan kollarını banyodan çıkmak için çözen, Fırat'ı kollarımı boynuna sararak durdurdum. Çatık kaşlarının çevrelediği kara gözleri gözlerimi bulurken hafifçe gülümsedim. Sevdiğim adamın gözleri gülüşümde gezinirken parmak uçlarımda Onu öpmek için yükseldim lakin aramızda kapatılması gereken oldukça büyük bir mesafe olduğundan yetişemedim. Fırat bu halime belli belirsiz gülümserken bana doğru eğilip belime sarılı olan kollarını sıkılaştırdı. Bende dudaklarımı koca adamımın dudaklarına bastırıp az önceki gibi birkaç küçük öpücüğü ses çıkartarak peş peşe kondurdum. Ardından da dudaklarımı önce yanağına sonra da boynuna bastırırken kokusunu içime çektim. Fırat ise Onu böyle öpüşümle başını boynuma gömüp iyice bana doğru eğilirken, "Hem gel öp beni böyle, azdır beni, ayarlarımla oyna hem de "dur Fırat, burası yeri değil Fırat " de. En sonunda kafayı yiyecek bu Fırat. Sonum olacaksın lan "dediğinde sesi erkeksi bir hâl içerisinde coşkuluydu. Bense dudaklarımı Fırat'ın boynundan çekip yüzümü göğsüne gömerken utanmıştım. Özellikle de "azdır beni " deyişi vücudumdaki bütün kanın yanaklarıma toplanmasına neden olmuştu. Keşke durdurup öpmeseydim, diye düşünürken Fırat boynumu sıkıca öpüp geri çekildi. Niyeti benimle yüz yüze gelmekti ancak ben Onunla yüz yüze gelmek istemiyordum. Sarsıcı bir utanç içindeydim şu an. Fırat başımı göğsünden kaldırmayışımla saçlarımı öperken, "Utandık mı şimdi de?" Dedi hafiften güldüğünü belli eden sesiyle. Yanaklarımın daha fazla cayır cayır yandığını hissederken boynundaki kollarımı çözüp beline sardım. "Sadece seni öpmek istemiştim. Niye öyle şeyler söyledin ki bana?" Dedim mızmız bir sesle. Belimdeki ellerinden biri saçlarımı bulup severken,"Ne söyledim ki yavrum?" Dedi. Sesi normal ve ciddi bir soru soruyormuş gibi çıkıyordu fakat dalga geçtiğini anlayabiliyordum. "Az önce şey dedin ya Fırat." Derken sesim bu tavrına bir parça sinirli çıkmıştı. Elleri saçlarımı severken bir yandan da pijamanın ince askılı üstünün açıkta bıraktığı tenimde geziniyordu. " Ne dedim canımın içi?" Bu halden, banyoda olan bu saçma sapan halimizden, beni böyle utandırmaktan keyif alıyordu. Başımı göğsünden kaldırıp gözlerine çattığım kaşlarımla sinirli bir şekilde bakarken, "Dalga mı geçiyorsun sen benimle?!" Diye sordum. Sesim biraz yüksek çıkmıştı ve niye sinirlendiğimi anlamamıştım lakin genelde utandığımda bir yerden sonra sinirleniyordum. Ve Fırat'ın bu tavrı beni sinirlendirmişti . Fırat gözlerini kızaran yanaklarımda gezdirirken, "Şşş sakin" dedi. Gözlerim kara gözlerine sabitliyken, "Dalga geçme o zaman benimle. " dedim. Utancımı unutmuştum. "Dalga geçmiyorum. Gel ısırayım şu yanaklarını gel" derken beni kendine çekip yüzüme doğru eğildi. Kendimi geri çekip, "İstemiyorum , bırak. " dedim. Fırat Ondan uzaklaşmama izin vermezken beni koltuk altlarımdan tutup aniden havaya kaldırdığında dudaklarımdan "hih" diye korku dolu bir nida dökülmüş ellerim hızla Fırat'ın fazlasıyla geniş olan omzuna tutunmuştu. Fırat dişlerini yanağıma geçirip küçük küçük, canımı yakmadan, ısırırken, "Sinirini yerim lan senin " dedi. Sesi beni severken hep coşkulu bir hâlde olduğundan yine öyleydi. Küçük bir kız çocuğu gibi koltuk altlarımdan tutup kaldırdığı yerde Fırat'tan yukarıda duruyordum ve başım dönüyordu. Bir anlığına midem ağzıma gelirken kendimi zar zor toparlamıştım. "İndir beni " dedim boşlukta savrulan ayaklarımı sallarken. Kaşlarımı da çatmıştım. Bir öpeyim demiştim ne hâle gelmiştik? Fırat dişlerini bu seferde diğer yanağıma geçirip ısırırken lezzetli birşey yemiş gibi "hmmm" diye bir mırıltı çıkarmıştı. "Offfff ne tatlı birşeysin lan sen böyle? Hı? Canımın içi. " derken de kalın ve kaba sesindeki erkeksi eda, beni içi içine sığmıyormuş gibi sevişi sinirimi yok etmişti ancak beni biraz daha böyle hırpalarsa bütün bu romantik sayılabilecek anın içine kusarak edebilirdim. "Ya bırak " dedim mızmız bir sesle. Bir yandan da üniformasının yıldızları omzuna tutunan ellerime batıp canımı yakarken Onu itmeye çalışıyordum. Fırat ısırdığı yanaklarımı ses çıkartarak öpüp beni biraz aşağı indirip alnını alnıma dayarken, "Bırakacağım ama şimdilik. Birazdan koynumda olacaksın. Bakalım o zaman nasıl kurtulacaksın benden. " dedi. Ondan kurtulmak isteyen kimdi ki? Şahsen ben istemiyordum. "İndir beni. Hemen" dedim sadece. Fırat bu yakınlıkta gözlerime bakıp dudaklarımı sıkıca öpüp, "Emrin olur " dedi ve beni yere indirdi. Ayaklarım yerle buluşunca hafiften başım dönerken sendeledim. Fırat beni daha tam olarak bırakmadığından hemen tutmuş ve bedenine yaslamıştı. Endişeli sesiyle,"Yavrum?" Derken "iyiyim. Başım döndü sadece" dedim. Fırat, "Az önce dönmediğini söylemiştin. " dediğinde Ona yalan söylediğimi düşündüğü için kızmıştı. Yerdeki gözlerimi gözlerine çevirip çatılan kaşlarına ve sertleşen yüz hatlarına bakarken ,"O zaman dönmüyordu. Beni havaya kaldırıp oyuncak gibi hırpalayıp durduğun için döndü. " dedim. Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp beni kendine çekerken ,"Özür dilerim yavrum. Yapmam bir daha." Dedi. Sesi kendine kızar gibiydi ve üzgün olduğunu belli ediyordu. Ona böyle kendini kötü hissettirdiğim için bende üzülmüştüm. "Yap." Dedim usulca."İstediğin gibi sev beni. Hem hep bu ilaçları kullanacak değilim ya? Sen beni severken hep böyle olmam." Fırat sözlerimi es geçip, "Ben giydireyim mi seni?" Diye sordu. İstemiyordum. Yaşadığım baş dönmesi anlık birşeydi ve geçmişti. "Gerek yok . Kendim giyinirim " dedim. Sevdiğim adam,"Kıyafetlerini al odada yatağa oturarak giyin o zaman. Ben aşağı ineceğim zaten. Giyinince çağır beni alırım seni. Tek başına merdivenleri inmeye kalkma." Dediğinde abarttığını düşündüm. Yine de ters birşey söylemeden, "Tamam" demekle yetindim. Ardından da kıyafetlerimi alıp, Fırat aşağı inerken , üzerimdekileri çıkarıp giyindim. Çıkardıklarımı katlayıp, hırkanın cebindeki notu unutmadan aldığımda etrafı son kez düzeltip zarfı da alarak odadan çıktım. Merdivenlere yönelip ahşap trabzanlara tutunarak temkinli ve yavaş adımlarla aşağı inmeye başladığımda görüş açıma giren salonda Fırat ve Sadettin abi vardı. Beni henüz fark etmemişlerdi. Gözlerim etrafta Zehra'yı ararken görünürlerde yoktu. Sadettin abinin, "Oğlum emin misin?" Diyen sesi kulaklarıma dolarken bilinçsizce duraksadım. Ne konuştuklarına ister istemez kulak kesilirken Fırat, "Eminim o. " dedi kalın ve kaba sesi oldukça sertti. "Yengem biliyor mu?" Diye soran Sadettin abiyle kaşlarım çatılırken neyden bahsettiklerini anlamıyor ancak merak ediyordum. Fırat, "Bilmiyor. " dedi. Sesi sıkıntılı bir hâle bürünmüştü. Sadettin abi ,"Fırat anlat " dediğinde konunun Fırat'ın benden sakladıklarıyla ve ailesiyle ilgili olduğunu düşündüm. "Evleneceğim, evleneceğim diyip duruyorsun. Yıllardır bu kız yüzünden dedemin sana Urfa' da bulduğu bütün kızları reddetmişsin. Elinde bir resminden başka hiçbir şeyi olmayan kız yüzünden mecnun oldun lan kaç senedir başımıza. Eğer şimdi Ondan sakladıkların yüzünden terk ederse seni hiç başıma gelip ağlama. " Sadettin abinin bu sözleri başı yere eğik olan Fırat'ın başını yerden kaldırmasına neden olurken Sadettin abinin gözlerine baktı. "Doğru konuş lan. Ağzından çıkanı kulağın duysun Sado! Ayrılmaz o benden. Çok seviyor beni. Ben Onu nasıl seviyorsam o da beni öyle seviyor. Ben boşuna tutmadım o kızın elini. Boşuna sevdiğim demedim. Gitmez o benden gidemez. Giderse sıkarım kafama. Sende bunu böyle bil. " Sadettin abi oturduğu yerde öne doğru eğilirken, "Asıl sen doğru konuş lan! Bir kız için ne demek "sıkarım kafama " ? Balona mı sıkıyorsun? Anlı şanlı askersin oğlum sen. Herşeyi öğrendiğinde giderse gider. Zaten öyle gidecekse hiç olmasın hayatında daha iyi." Demişti. O sırada bir yerden bir tıkırtı duyarken kendime gelip merdivenleri, Fırat'lar burada öylece durup konuşmalarını dinlediğimi fark etmeden, inmeye başladım. Konuşulanlardan hiçbir şey anlamamıştım ancak Fırat'ın benden sakladığı şeyin tahmin edebileceğimden daha büyük olduğunu anlayabilmiştim. Tabi birde bana olan sevgisinin hissettiğimden ya da hissetirdiğinden fazlası olduğunu. "Ayrılmaz o benden. Çok seviyor beni " derken ne kadar emindi kendinden. Peki benim Fırat gelmeden önce misafir odasında ayrılığı düşünüşüm ne olacaktı? Ben sanırım gerçekten hak etmiyordum Fırat'ı da bana olan sevgisini de. Fırat beni fark ettiğinde oturduğu yerden kalkıp büyük adımlarla yanıma gelirken merdivenlerin son birkaç basamağında elimi tutmuştu. Gözleri yüzümde az önce konuşulanları duyup duymadığımı merak edercesine gezinirken yüzümü ifadesiz tutmaya çalışıyordum. Başarılı olmalıyım ki Fırat yüzümü incelemeyi bırakmış, merdivenleri tamamen indiğimde elimi bırakıp bir koluyla belimi sarmıştı. Sadettin abi oturduğu yerden kalkıp yanımıza gelirken, mutfak olduğunu düşündüğüm bir kapıdan Zehra çıkmıştı. Yüzü asık, morali bozulmuş gibiydi. Bu halinin sebebini merak ederken yanımıza gelen Sadettin abinin yüzüne bakmadığını, Ondan olabildiğince uzak durduğunu fark ettim. Benim yüzümden tartışmış olabilirler miydi? Fırat beni tuttuğu belimden kapıya doğru yönlendirirken Sadettin abi ,"Sabah oluyor zaten lan. Niye gidiyorsunuz burada kalın. " dedi. Fırat'ın gözleri saniyelik bir Zehra'yı bulurken,"Gerek yok. Biz gidelim. " dediğinde Sadettin abinin gözleri de anlık bir Zehra'yı bulmuş sonra da, "Peki koçum. " demişti. Sanırım sorun Zehra'nın az önce zarf mevzusunu anlatırken kurduğu cümlelerdi. Tamam bazen söylediği şeyleri ölçüp biçmeden konuştuğunu anlamıştım. Beni bir parça zor duruma düşürmüş, kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu ancak kötü bir niyeti olmadığını bildiğimden Ona kızmıyordum. Öte yandan bir anne olarak haklıydı da. Zehra'ya boşuna endişelendiğini söyleyemezdim. Kapıya doğru ilerlerken Zehra sessizdi. Üzgün bir hâli vardı ve çocuksu bir küskünlük içerisindeydi. Esmer tenine çok yakışan siyah kıvırcık saçları Onu çok tatlı gösteriyordu. Kahverenginin açık tonlarındaki gözleri buğulanmış , başı hafiften önüne eğikti. Fırat kapıyı açıp beni öne doğru botlarımı giymem için yönlendirirken belime sarılı olan kolundan sıyrılıp Zehra'ya doğru ilerledim. Karşısında durduğumda yerdeki gözleri beni buldu. Hafifçe gülümseyip, "Sana sarılabilir miyim?" Diye sordum usulca. Zehra birkaç saniye gözlerime bakıp benim gibi gülümserken kollarını iki yana açıp başını olumlu anlamda salladığında kollarımı bedenine sardım. O da bana sarılırken, "Herşey için çok teşekkür ederim. Nane limon çok lezzetliydi. " dediğimde Zehra, "Afiyet olsun. Eğer seni üzecek yanlış birşey söylemediysem yine gel ben yine yaparım. Çok güzel çay tarifleri biliyorum. Hem çocuklarımı da görürsün." dedi. "Söylemedin " dedim. Ve bir daha gelmek konusunda emin olamasam da "Gelirim" diye de ekledim. Sonra da birbirimizden ayrılığımızda son kez gülümseyip kapıya doğru ilerledim. Botlarımı giyip dışarıya çıktığımda Fırat'ta botlarını giymiş Sadettin abiyle vedalaşıp nereden çıktığını bilmediğim siyah bir Mercedes'e binmiştik. Fırat motoru çalıştırıp ısıtıcıyı açarken bahçe kapısının yüksek sürgülü demir kapısının açılmasıyla yola koyulduk. ******* Saat dörde gelirken Fırat'ın evine varmış araçtan inip eve girmiştik. Fırat ışıkları açtığında ilk gözüme çarpan evden çıkarken açık unuttuğumuz ayaklı abajur ve sönmüş olan şömineydi. Bu eve dair en sevdiğim şeyde o şömine olmuştu. Tabii gri köşe koltuğun ardında kalan ahşap yemek masasının bulunduğu duvardaki büyük kitaplığı saymazsak. Bir gün belki içindeki bütün kitapları incelemek için fırsatım olurdu. Gözlerim kütüphanede gezinirken belime sarılan kolla irkildim. Fırat sıkıca yanağımı öperken, "Beğendin mi?" Diye sordu. Kitap olan her yeri severdim. Başımı olumlu anlamda sallayıp, "Çok güzeller " dedim. Kitaplar her rafa renklerine göre dizilmişti ve çok hoş duruyorlardı. Fırat bu seferde boynumu öpüp, "O zaman sana daha çok beğeneceğin bir şey daha göstereyim. " diyerek beni birden kucağına aldığında üst kata çıkan açık renk ahşap tonlarındaki merdivenlere yöneldi. Beni aniden kucağına alışının şaşkınlığiyla kollarımı Fırat'ın boynuna sararken bana ne göstereceğini merak ediyordum. Üst kata çıktığımızda koridor boyunca dört kapı olduğunu görmüştüm. Fırat koridorun en sonundaki gri kapıya doğru ilerleyip açtığında duvardaki tuşa basıp odanın aydınlanmasını sağladı. Gözlerimi odanın içinde gezdirdiğimde odanın güzelliği göz bebeklerimin büyümesine neden olmuştu. Fırat odanın ortasına doğru ilerlerken tam olarak nereye bırakacağımı şaşırmıştım. Odanın üç duvarında da beyaz , büyük kitaplıklar vardı. Kitaplıklardan birinin önünde açık ahşap tonlarında L şeklinde büyük bir çalışma masası, masanın üzerinde siyah bir diz üstü bilgisayar, masa lambası ,L kısmında da yazıcı ve fotokobi makinası vardı. Masanın arkasındaki kitaplık tamamen hukuk kitaplarıyla ve ansiklopedilerle doluydu. Diğer kitaplıklar ise okuma kitaplarına ayrılmıştı. Odanın ortasında beyaz üzerine çapraz siyah şeritleri olan büyük bir halı vardı ve gri parkeyle uyumu güzeldi. Kitaplıklardan birinin önüne koyulmuş gri perjerin ayak uzatmak için berjerle aynı renk bir pufu vardı. Yanında da ahşap çalışma masasıyla uyum sağlayan başlığı hardal sarısı tonlarında olan bir ayaklı abajur yer alıyordu. Odayı aydınlatan yerden tavana kadar uzanan , önünde bir Fransız balkonunun bulunduğu camı kalın, hardal sarısının birkaç ton açığı olan bir perde yarıya kadar kapatıyordu. Odada en çok dikkatimi çeken şey ise camın önündeki orta boy piyanoydu. Küçüklüğümden beri çok istediğim birşeydi. Babam birkaç kez almak istese de annem istememiş , çok gürültü yaparım diye aldırmamıştı. Babam da beni piyano kursuna göndermişti. Hafta sonlarını evde annemle geçirmemek için ideal bir bahaneydi. Bir iki ay sonra da gittiğim piyano kursu kapanmış bende başka bir tanesine gitmek istememiştim. Ama büyüyünce evim olursa bir piyano almayı hep hayal ederdim. Piyanonun siyah beyaz tuşlarında gezinen gözlerim usul usul dolarken Fırat'ın bu piyanoyu almayı nasıl düşündüğünü sorguladım . Ona hiç piyano çalmayı çok sevdiğimden bahsetmemiştim. Hemen gidip tuşlarına dokunmak için can attığım piyanodan gözlerimi çekip beni izleyen sevdiğim adama döndüğümde birden dudaklarıma kapandı. Birkaç kez üst dudağımı emip bırakırken alnını alnıma dayayıp, "Beğendin mi?" Diye sordu. Hafifçe gülümseyip,"Çok güzel ama piyanoyu neden aldın ki?" Dedim. Fırat, "Bu odayı yaparken Bahar söyledi. Üniversite de müzik odasına gidip gidip çalarmışsın. Ben operasyona gittiğimde çoğu zaman bu evde yalnız kalacaksın. Sıkılırsın diye bu evin her yerini senin sevdiğin şeylerle dolduracağım. " dedi. Bir kere daha beni böyle sevişinin altında ezilirken, "Böyle büyük ve pahalı şeylere gerek yok Fırat. " dedim. Benim için yaptıklarının hem maddi hemde manevi olarak değeri çok büyüktü. Özellikle de annemin yarım milyon tl 'lik borcunu ödetikten sonra bunları istemiyordum. Ayrıca evlenmeden bu evde kalmayacaktım. Ki evlilik şu an, en azından benim için, uzak bir ihtimal olarak görünüyorken niyetim bugün eve dönmekti. Dedemden kaçarak neyi çözebilirdim ki? Konuşmamız gerekiyordu. Hoş bu saate kadar bir kere olsun arayıp nerede olduğumu merak etmediğine göre Onun benimle görüşüp konuşmak gibi bir derdi yoktu. Fırat'la aramdaki ilişkiden ya da Fırat'ın dedeme ilişkimizi söylerken ki tavrından hoşlanmamıştı. İkinci seçenek daha olasıydı ancak ilk seçeneği de bütünüyle yok sayamazdım. Çünkü babaannemin söylediğine göre dedem bana Antep'ten bir talip bulmuştu, ki söz konusu dedemken bulduğu kişinin büyük bir aşiretin oğlu olduğunu anlamak zor değildi , şu anki durumu onlara nasıl açıklayacağını, kendi kafasına göre kurduğu işi nasıl bozacağını bilmediği için kızgın olması olasıydı. Bu talip olayından Fırat'a bahsetmeyecektim ancak burada kalmayacağımı, kendi evime döneceğimi söylemem gerekiyordu. Birde şu elimdeki zarf vardı tabii. Fırat'ın kaşları sözlerim canını sıktığı için çatılırken, "Gerek olup olmamasına karar verecek kişi benim. Sen oralara takılma. " dedi sert ve baskın sesiyle. Birkaç saniye gözlerine baksam da birşey söylemedim. Fırat ise alnını alnımdan ayırıp ışığı kapatarak odadan çıkarken canını sıktığımı biliyordum. Her güzel şeyi mahvetmek konusunda üstüme yoktu. Üzgün gözlerle yakışıklı yüzünü, çatık kaşlarını ve sıkıntılı bir hâle bürünen kara gözlerini izlerken boynuna sarılı olan kollarımı sıķılaştırıp yanağını öptüm. Alnımı şakağına dayayıp hafifçe içimi çekerek kokusunu soludum. Lakin ne söyleyeceğimi bilemediğimden sessiz kaldım. Fırat Onu öpüşümle başını boynuma gömüp tenimi öperken koridorun diğer ucundaki beyaz kapılı odaya girdi. Kapıyı kapatıp ışığı açtığında büyük bir yatak odasında olduğumuzu gördüm. Çift kişilik, başlığı evdeki birçok şey gibi, açık ahşap renginde olan oldukça büyük olan yatak çok rahat görünüyordu. Beyaz nevresim takımının üzerine gri yumuş yumuş görünen bir battaniye serilmişti. Yatağın sol tarafında beyaz , ayakları oymalı bir makyaj masası, masanın önünde pudra pembesi bir puf vardı. Yerde beyaz desenli bir halı göze çarpıyordu. Yatağın iki yanında yatakla takım olan komodinler bulunuyorken ayak ucundada bütün duvarı kaplayan , yine açık ahşap tonlarında, bir gardırop bulunuyordu. Yerden tavana kadar uzanan cam yatağın sağında kalırken önündeki Fransız balkonu çalışma odasındaki gibi dikkat çekiyordu. Camın beyaz tül perdesi kapalıydı ancak kalın, mat gri tonlardaki camın iki yanında, kelebek gibi duran perdeler açıktı. Camın önünde biri beyaz diğeri gri olan iki berjer , ortalarında ahşap bir zigon sehpa, gri tonlarındaki berjerin yanındaki duvarda yine açık ahşap , küçük bir kitaplık vardı. Odada ebeveyn banyosu olduğunu düşündüğüm ahşap tonlarında bir kapıda mevcuttu ve makyaj masasının hemen yanındaydı. Ben böyle odayı incelerken Fırat yatağa doğru yaklaşıp beni yavaşça yatağa yatırdı. Ne olduğunu anlamazken öylece Fırat'ı izliyordum. Tek dizini yatağa koyup ellerini iki yanıma yerleştirirken dudaklarımı öpüp geri çekildi. Komidinin üzerindeki gece lambasını yakıp ışığı söndürürken oda loş bir ışığa ev sahipliği yapmaya başlamıştı ve benim kalbim ağzımda atıyordu. Fırat yeniden yanıma gelip yatağın yanında dururken beni tepeden tırnağa incelediğinde gözlerinin değdiği her yere elleriyle dokunuyormuş gibi hissetmiştim. Midem heyecandan ve utançtan kasılıp dururken yutkunup gözlerimi ondan çektim. Başımı camın olduğu tarafa doğru çevirirken yataktan doğrulmak için hareketlendiğimde Fırat birden üzerime çıkıp beni altına almıştı. Kalkmaya çalıştığım yatağa gömülürken gözlerim şaşkınlıkla aralanmış ve Fırat'ın gözlerini bulmuştu. Alev alev yanan kara gözleri bedenimi ateşe verirken bakışlarından ürkmüştüm. Elimdeki zarfı yatağın üzerine bırakıp kendimi korumak ister gibi ancak bilinçsizce ellerimi Fırat'ın göğsüne koydum. Niyetim sanırım aramıza mesafe koymaktı. Bana istemediğim birşeyi yapmayacağını biliyordum ama tedirgin olmaktan da kendimi alamıyordum. Bir süre gözlerini yüzümde gezdirip ellerinden birini önce yatağa dağılan saçlarıma çıkardı. Parmaklarının arasında saçlarımı severken gözleri oraya kaymıştı. Ardından parmaklarının tersi yüzümde gezinmeye başladığında ürpermiştim. Tüy gibi hafif olan dokunuşları içimi darmaduman ediyor beni korktuğum şeyi arzulamaya itiyordu. Onun olmak istiyordum. Aklım bulanıyordu. Gözlerim saniyelik bir kapanır gibi olurken kendimi toparlayıp durması için, "Fırat " dedim fısıltılı ve , hissettiğim duygu yoğunluğundan ötürü, hafiften titreyen sesimle. Fırat'ın gözleri gözlerimi bulurken elini yüzümden çekip yanıma koyarken yüzüme doğru yaklaşıp yanağımı öptü. "Hazan" dediğinde sesi fazla boğuktu. "Dur" dedim yalvarır gibi. Yanağımdaki kor gibi yanan dudaklar boynumu bulurken Fırat,"Burası yatak odamız bizim " dedi boğuk ve genizden gelen erkeksi sesi fısıltılı bir haldeydi. "Allah nasip ederse ben ilk burada dokunacağım sana. Sen karım olacaksın benim. Her gece senin inlemelerine şahit olacak bu duvarlar. Senin kokuna bulanacak bu yatak. Ben her gece burada gömüleceğim senin içine. Ölüp ölüp dirileceğim seni severken. Şu güzelliğin sonum olacak benim bu odada. " Sözleri içimde zelzelelere neden olurken duraksadı. Başını her cümlesine nokta koyar gibi öpücükler kondurduğu boynumdan kaldırırken göz göze geldik ancak bu saniyelik birşeydi. Çünkü ben hızla başımı başka tarafa çevirmiş ve ondan gözlerimi kaçırmıştım. Fırat bu hareketimle Ona dönen yanağımı emercesine öpüp alnını şakağıma dayarken, "Evlenelim Hazan." Dedi ihtiyacı olan tek şey buymuş gibi. "Çok zor... Sana bu kadar yakın olup dokunamamak çok zor. Cayır cayır yanıyorum be yavrum. " Kesik kesik aldığı nefeslerin arasından, boğuk ve fısıltılı çıkan erkeksi sesiyle yalvarırcasına söylediği bu sözler, yüzümden boynuma vuran sıcak nefesleri, odaya hakim olan loş ışık eğer düşünme yetimi tamamen kaybetmiş olsaydım bizi çok yanlış yerlere götürebilirdi. Kapattığım gözlerimi aralayıp derince yutkunurken düzensiz bir hâl alan nefeslerimi toparlamaya çalışırken,"Fı-Fırat dur." Dedim zar zor. Dudaklarını ve burnunu yüzüme sürtüyor, küçük küçük öpüyordu. Altında tabiri caizse yok olmuştum ve içimi saran heyecan, kasılıp duran bedenim, ağzımda atan kalbim , vücudumu saran ateş, Fırat'ın evlilik konusunu açışıyla zihnimde beliren soru işaretleri ve düşünceler, böyle öpülmek herşey beni o an çok bunaltmıştı. Çelik gibi sert olan göğsündeki ellerimle Onu itmeye çalışırken, "Fırat lütfen " dedim. "Lütfen bırak. Hem daha zarfı konuşmadık. Sırası mı şimdi bunları konuşmanın. " Fırat nihayet beni öpmeyi bırakırken gözleri yüzümü buldu. Bende utancımı bir kenara bırakıp gözlerine baktığımda çatılan kaşları ve sertleşen yüz hatlarıyla karşılaştım. Yine birşeylere kızmıştı. Yine de birşey söylemeden üzerimden kalkıp yanıma, yatağa otururken bende doğruldum. Zarfı elime aldığımda Fırat komidinin çekmecesini açıp içinden bir laptop çıkardı. Bense neye kızdığını sorguluyordum. Bir tahminim vardı ancak üzerine o an düşünmedim . Fırat elini uzatıp ,"Ver CD'yi " dediğinde sesi sert ve ciddi bir haldeydi. Dediğini yapıp zarfın içinden çıkardığım CD'yi Fırat'a uzattım. CD'yi alıp bilgisayara taktığında dosyayı açtı. Vereceği tepki beni ürkütüyordu. Belki başka biri olsa büyük bir tepki vermez , birkaç küfür savurup durulurdu ancak ekranda, yer yer emir aldığı, belki askeriyede aynı sofraya oturduğu, üstü olduğu için saygı gösterdiği Kenan Karadağlı'yı gördüğünde vereceği tepkiyle, öfkesiyle başa çıkamayacağımı biliyordum. Fırat ekranda beliren videoyla oynat tuşuna basmak üzereyken oturduğum yerden kalkıp geniş ve kaslı omuzlarına tutunarak koca adamımın kucağına yan bir şekilde oturdum. Hem böylelikle aramıza açılan mesafeyi kapatmış ve bana olan kızgınlığını ya da kırgınlığını yok etmiş olacaktım hem de geçireceği öfke nöbetine müdahele edip Onu sakinleştirebilecektim. Kucağına oturuşum videoyu oynatmasına engel olurken sevdiğim adamın gözleri yüzümü buldu. Kalçalarımın altında bariz bir şekilde hissettiğim sertliğinin tam üzerine oturduğum için kasılmıştı. Umursamadan kollarımı boynuna sarıp dudaklarını öptüm ve bilgisayara dönüp videoyu başlattım. O sırada Fırat'ın kolları ince belime sarılmıştı. Video önce polisin elinde olan görüntülerden başlarken Fırat hareketlenip benimle birlikte yatağın ortasına oturup bağdaş kurdu. Ciddiyetle çatılan kaşlarıyla görüntüleri izlerken başımı göğsüne koydum. Hızlı kalp atışları rahatlatıcı bir melodi gibi kulağıma dolarken bir gözüm bilgisayardaydı. Video vurulup yere düştüğüm anı gösterirken Fırat'ın belime sarılı kolları sıkılaşmış , koca bedeni kasılırken dudakları alnımı bulmuştu. Bende görüntülerin bundan sonra Kenan Karadağlı'yı göstereceğini bildiğimden daha da sokuldum Fırat'a. Kenan Karadağlı'nın ben Fırat'ın aracına binerken düğün salonunun karşısındaki boş binaya girdiği an ekranda belirirken Fırat bilgisayara doğru eğilip ekrana daha yakından baktı. Boynuna sarılı kollarımı çözüp beline sarılırken ellerimi birbirine kenetlemeye çalıştım ancak geniş sırtı buna olanak vermiyordu. Fırat bilgisayarı eline aldığında görüntü yine değişti. Ekranın sol üst köşesinde bulunan saat göstergesi hızla ilerlerken vurulduğum an yeniden ekranda belirdi. Sonrasında Feyzullah'ın aracına bindirilip hastaneye götürülmek üzere düğün salonunun önünden ayrılığımızda Kenan Karadağlı'nın binadan çıkıp aracına bindiğini gördük. Fırat'ın sert sert alıp verdiği nefesler, öfkeyle kasılıp duran bedeni, bilgisayarı tutan elinin bembeyaz olan parmak boğumları, belime sarılı olan kolunun gittikçe sıkılaşarak canımı yakması beklediğim öfke nöbetinin çok uzak olmadığını gösteriyordu. Görüntüler bittiğinde ses kayıtları başladı. "Evet başkan binayı kontrol ettim boş. Bir aksilik çıkmazsa savcıyı bu akşam indireceğim. " "Dediğiniz gibi savcıyı yaraladım. Merak etmeyin ölmez ama yaşamak istiyorsa biraz fazla çaba sarfetmesi gerekecek." Video son bulduğunda birden Fırat'ın, "Lan!!!!!!" Diye gürleyerek bilgisayarı odanın bir köşesine fırlatmasıyla irkilmiştim. Korktuğum için Fırat'a biraz daha sokulup sarılırken gözlerim gri parkenin üzerinde parçalara ayrılan bilgisayardaydı. İçimden CD 'ye zarar gelmemiş olmasını dilerken Fırat sinirle yataktan kalkmak için hareketlendiğinde başımı göğsünden kaldırıp Fırat'ın gözlerine baktım. " Fırat dur, nolur?" Dedim yalvararak telaşlı bir sesle. Fırat ateş saçan gözlerini gözlerime sabitleyip kaskatı kesilen çenesiyle, "Bırak!" Dedi dişlerini sıkarak. Kendini kontrol etmekte zorlanıyor gibiydi. Öyleki bedenime sarılı olan kollarını bile çözmüş dizlerinin üzerine koyarak yumruklarını sıkmıştı. "Bırak gebereceğim o iti!! "Fırat hayır. Bak çok sinirlisin, dur." Dediğimde belimden tutup beni kendinden ayırmaya çalışırken bırakmadım Onu. Sinirliydi ancak yine de beni kendinden ayırmaya çalışırken bütün gücünü kullanmıyordu. Eğer aksi olsaydı Ona , bu koca bedenine asla karşı koyamazdım. "Ne dur lan ne dur?!!! Nereye durayım Hazan?!!!! Lan bu amınakoduğum üstüm lan benim!!! Ben o şerefsizden emir alıyorum lan!!!! Saygı gösteriyorum ben o piçe!!!! Lan...ulan nasıl durayım?!!!! Geberteceğim O iti!!! " Birden ne olduğunu anlamadan bana karşı koymaya fırsatı bile vermeden yatağa fırlatırcasına bıraktığında odadan fırlayıp dışarıya çıkmıştı. Hızla kendimi toparlayıp odadan çıktığımda merdivenleri ikişer üçer inmeme rağmen Fırat çoktan evin kapısını bulup bahçeye varmıştı. "Fırat!!!" Diye seslenerek merdivenleri bitirdiğimde hiçbir şeyi umursamadan yalın ayak evden çıktım. Fırat araca binmek üzereydi. Kar taneleri laciverte çalan gökyüzünden palan palan yağmaya devam ederken esen rüzgarın üşüttüğü bedenimi yok sayarak hızımı artırıp Fırat'ın kolunu araca binmeden kavramıştım. "Fırat dur. Yalvarırım dur" dedim araçla arasına girmeye çalışırken. Fırat kolunu elimden çekip, "Hazan bırak!!! Bak elimden bir kaza çıkacak bırak!!!" Diye kükredi. "Çıkarsa çıksın. Gidemezsin. " dedim öfkeyle parlayan gözlerine bakarken. Fırat bir iki saniye gözlerime bakıp, "Son kez uyarıyorum bırak!" Dediğinde öfkesinden bu sefer beni bile görmeyeceğini anlamıştım. Ama yine de ,"Bırakmayacağım. Gidemezsin izin vermiyorum " dedim. Fırat aniden iki kolumu birden kavrayıp ," İznini sikerim lan şimdi!!" Diyerek beni yere ittiğinde soğuk taşın üzerindeki karların içine düşüp yere kapaklanmıştım. Saçlarım yüzüme dağılırken sertçe kapatılan araç kapısının sesi kulaklarıma doldu. Ardından da motor sesi duyulurken Fırat'ın aracı açılan yüksek demir sürgülü kapıdan çıkıp gitmişti. Birkaç saniye gözümden süzülen yaşlar ve dudaklarımdan dökülen hıçkırıklarla düştüğüm yerde öylece kalırken bir yerden sonra cebimdeki telefonumu çıkardım. Önce kimi arayacağımı bedenim soğuktan titrerken bilemedim. Sadettin abinin numarası olsa onu arardım ancak yoktu. Aramam gereken kişi Binbaşının nerede olduğunu bilen ve Fırat'a engel olabilecek biriydi. Rehberin en başlarında gördüğüm "Albay Halit Karaca" ideal kişiydi yani. Hızla arayıp telefonu, düştüğüm yerden kalkmaya çalışırken, kulağıma götürdüm. Ancak daha önceden çatlayan ayağımın acısıyla azıcık doğrulabildiğim yere yeniden kapaklanırken dudaklarımdan bir hıçkırık kopmuştu. Boştaki elim beyaz uzun çoraplarımın sardığı sol ayağımı bulduğunda acıyan yeri biraz sıktım. Canım daha fazla yanarken acıyla inlemiştim . Ayağımın burkulduğunu anladığımda bunu hak ettiğimi düşündüm. Neden o CD'yi izletirmiştim ki Fırat'a? İşlerin buraya geleceğini tahmin etmiştim. Tamam , beni böyle yere itip gideceğini düşünmemiştim. Biraz yalvarırsam durur diye düşünmüştüm. Yanılmış olmak canımı bir parça yakıyordu ancak tüm bu olanların suçlusu bendim. Üç dört çalışta açılan telefondan albayın,"Savcım?" Diyen uykulu sesi duyulurken, "Albayım kusura bakmayın bu saatte rahatsız ettim ama yardımınıza ihtiyacım var. " dedim ağladığım için tarazlı çıkan ve çatlayan sesimle. Albay ,"Savcım ağlıyor musunuz siz? Noldu? " Diye sorduğunda sesi endişeli bir hal almıştı. Dudaklarımdan dökülmek üzere olan hıçkırığı bastırıp, " İki saat önce elime bir zarf ulaştı. Zarfın içinde de bir CD vardı. CD'de vurulduğum gecenin görüntüleri vardı ve beni vuran kişi yani Binbaşı Kenan Karadağlı görüntülerde net bir şekilde görünüyordu. Fırat o görüntüleri gördü. Birilikte olduğumuzu biliyorsunuz zaten. Deliye döndü. Çıkıp gitti. Binbaşıyı öldüreceğini söyledi. Durdurmaya çalıştım ama olmadı albayım. Birşey yapın nolur? Binbaşı lojmanda mı kalıyor?" Diyerek hem durumu açıkladım hem de eğer binbaşı lojmanda kalıyorsa birşeyler yapabilmek için ne kadar zamanımız olduğunu hesaplamaya çalıştım ancak albay, "Binbaşı Şırnak merkezde kalıyor. Ben çocuklara haber veririm şimdi. Siz merak etmeyin savcım. " dediğinde çok az bir zamanımız olduğunu anlamıştım. " Bana binbaşının evinin adresini atabilir misiniz?" Diye sordum. Albay atacağını söyleyip telefonu kapattığında yanımda duran aracıma baktım. Anahtarı evimdeydi. Yedek anahtarı da Fırat'taydı. Beni binbaşının evine götürecek birine ihtiyacım vardı. Kim Chin'i aradım. Bir yandan da arabama doğru sürünüp ondan destek alarak düştüğüm yerden doğruldum. Sırılsıklam olan üstümle eve girip mutfaktaki çantamdan silahımı alıp belime taktım. Beşinci çalışta açılan telefondan Kim Chin'in, "Efendim savcı?" Diyen bıkkın ve uykulu sesi kulaklarıma dolduğunda aksayan ayağımla üst katın merdivenlerine yöneldim. "Sana göndereceğim adrese gelip beni alman gerekiyor. Lütfen Kim Chin. Hemen." Dedim. Kim Chin,"Ağlıyor musun sen? Birşey mi oldu? " Diye sorduğunda sesindeki uykulu hâl dağılmış ve ciddileşmişti. Durumu kısaca anlatıp Kim Chin'in Fırat'a ve binbaşıya ettiği küfürleri arasında telefonu kapatıp evin konumunu attım. Üst kata varmıştım. Yatak odasına girip yerdeki parçalara ayrılan bilgisayardan CD'yi çıkartıp yatağın üzerindeki zarfı aldım. Yeniden alt kata indiğimde tekrar mutfağa girdim. Çantamı alıp botlarımı giydikten sonra kapıyı çekip bahçeden çıktım. Demir sürgülü kapının önünde Kim Chin'i beklerken binbaşının adresi mesaj olarak gelmişti. Sırtımı bahçe duvarına yaslayıp başımı gökyüzüne çevirdim. Kar taneleri yüzüme düşüp kirpiklerimde takılı kalırken önümde kocaman bomboş bir arazi uzanıyordu. Yakınlarda başka bir ev olmadığınaysa neredeyse emindim. Ana yol yakınlardaydı çünkü kulağıma ara ara araba sesleri doluyordu. Uzaklardan gelen köpek sesleri sabaha kavuşmak için sadece birkaç saati olan geceyi , yalnızlığımla birleştiğinde daha da ürkütücü bir hâle getiriyordu. Boş arazinin ilerisinde görünen şehrin ışıkları beni biraz olsun rahatlatırken burada böyle soğuktan titreyip korkmak yerine Kim Chin'i evde de bekleyebileceğimi ve bunun şu halde daha mantıklı olacağını biliyordum. Ama o evde nedense birkaç dakika daha fazladan kalmak istememiştim. İstediğim hiçbir şey olmuyorken en azından istemediklerime karşı koyabilmeliydim, öyle değil mi? 💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦 |
0% |