Yeni Üyelik
60.
Bölüm

60. Bölüm

@yikim2024

O kelimeler dudaklarımdan döküldüğünde aramızda sert bir rüzgar esmişti sanki. Bir kasırga yavaş yavaş yaklaşıyor gibiydi ve ben toz duman olmaya saatler önceden hazırdım. O kasırgaya göğüs gerebilecek gücü kendimde bulabilmek için başımı eğdiğim yerden kaldırıp dikleştirdim. Sevdiğim adamın yine o çok sevdiğim kara gözlerine baktım.

Öylece duruyordu karşımda. Şaşkındı belki , bir parçada kızgın. Ama birbirimizi öpüp koklamıyorsak ve ben Fırat'ın kucağında değilsem yüzünde her zaman hakim olan tek bir ifade oluyordu o da öfke. Her şeye çoğu zaman tek bir tepkisi vardı onun.

Aramızdaki sessizlikte geçen bir iki saniyenin ardından Fırat, "Ayrılmak istiyorsun, " dedi teyit etmek ister gibi ve her bir kelime ağzından tükürürcesine çıkarken.

Yutkundum. Başımı tereddüt ederek olumlu anlamda sallarken, "Evet, " dedim içime kaçmış gibi çıkan sesimle.

O ise gözlerini kapattı. Yüzü acı çekiliyormuşcasına buruşurken kaşları daha derinden çatıldı. Yutkunup dişlerini sıkarak çene kaslarını oynatırken arkasını döndü bana. Elleriyle yüzünü sıvazlarken sakin olmaya çalışıyor gibiydi.

Yüzündeki ellerini başına çıkardığında sırt kaslarının gerildiğini, askeri üniformasının üzerinden bile görebiliyordum. Elleri kar taneleriyle ıslanan kömür karası saçlarını dağıttı. Ardından, "Ooofffff" dedi aldığı nefesi dışarıya verirken. Sonra art arda elleriyle başına vurduğunda, "Of of of!!!" Diyerek gürlemişti. Bir öfke nöbetinin, bir sinir krizinin eşiğindeydi.

Gür ve kaba sesi bulunduğum yerde irkilmeme neden olurken başına o kadar sert vurmuştu ki benim canım yanmıştı sanki. Ona doğru bir adım atıp ,"Fırat, " dedim korkudan, soğuktan ve bir parçada ağladığım için titreyen sesimle.

Fırat ona seslenişimle hızla bana döndüğünde alnında ve boynunda belirginleşen damarları görmüştüm. Alnındaki damarlar kendini sıkmaktan o kadar belirgin bir hâl almıştı ki beyni patlayacaktı sanki. Üzerime doğru yeri döven adımlarıyla gelirken birkaç adım geriledim. O ise aramızdaki mesafeyi kapatıp kolumu tuttu. Beni sertçe çekiştirerek kapısı açık olan evin içine soktu. Işığı açıp kapıyı kırarcasına kapatırken arkamdaki konsola yaslanıp tutundum.

Fırat karşımda durup ateş saçan kara gözlerini ona ürkek bir şekilde bakan gözlerime dikti.

"Derdin ne lan senin?!!!"

Sesi evin içini inletirken, "Bir derdim yok," dedim. Onun sesinin yanında sesim oldukça cılız ve güçsüz çıkmıştı. "Olmuyor işte. "

Fırat öfkeyle birkaç adım atıp üzerime gelirken bir elini "hayırdır " der gibi havaya kaldırdı. "Olmayan ne lan?!! " dediğinde alıp verdiği sert soluklar yüzüme vuruyordu. "Niye böyle yapıyorsun Hazan?!!! Sabah olanlar yüzünden mi?!! Tamam , haklısın!! Allah belâmı versin benim!!! Tamam!!! Sikik herifin, eşek herifin tekiyim tamam!!!! Tamam , her şeye tamam!!!!! Ama yeter artık!!!! Anladın mı yeter lan yeter!!!!!!"

Duraksadı . Gözlerimden peş peşe yaşlar düşerken kalbim göğüs kafesimde korkuyla çırpınıyordu. Gözleri yanaklarıma doğru süzülen yaşlarda gezinirken derin derin sert nefesler alıp verdi. Arkasını döndü yine ama hızla yeniden üzerime geldiğinde tırnaklarımı tutunduğum konsola geçirdim.

"Her seferinde aynı şeyi yapıyorsun!! Görmüyorsun!!! Seni nasıl sevdiğimi, beni görmüyorsun!!! O ayrılık kelimesi hep kafanın içinde senin!! Bir türlü ne yaparsam yapayım, seni ne kadar çok seversem seveyim atamıyorum o ihtimali kafandan!!!!! Üstüne gitmeyeyim diyorum, bağırmayayım, çağırmayayım diyorum!!!! Yoruldum, diyorsun bana!!! Ulan ben görmüyor muyum ?!!!! İçimsin , canımsın lan sen benim!!!! Niye böyle yapıyorsun?!!!! Neden lan?!!!"

Dudaklarımdan bir hıçkırık koparken yaslandığım konsoldan ayrılıp bir iki adım ötemdeki Fırat'a doğru adımladım. Islak kirpiklerimin çevrelediği kehribar rengi gözlerimi gözlerinde gezdirirken, "Özür dilerim," dedim ağladığım için sesim çatlamıştı. "Ben...iyi değilim Fırat. Sana da iyi gelmiyorum. "

"Ulan ben çok mu iyiyim?!!!! Lan 31 yaşında adamım ben!!! Sikik, boktan bir hayatın içinde yıllardır debelenip durdum. Saçma sapan onlarca şey yaşadım!!!!! Hiç kimseyi almadım hayatıma!!! Sevmedim!!! Tek bir kadına bile elimi sürmedim!!! Bir sesinle , sadece birkaç saniye duyduğum o sesinle 6 yıl boyunca deli ettin beni kendine!!! Bir fotoğrafı yıllarca sakladım ben!! Hayatımda bir kez olsun kendim için hiçbir şey istemiş, hiçbir şeyin hayalini kurmamışken sadece seni istedim!!! Onca yıl sana dokunacağım, seni koklayıp öpeceğim anı bekledim!!! O siktiğimin nezarhanesinden çıkıp sana kavuşacağım diye bugün ben..." derken bütün öfkesini yutarcasına dişlerini birbirine kenetleyip sustu. VASÖ ajanı olmayı kabul ettiğini söylemek üzereydi sanırım. Benim için mi kabul etmişti? Bana gelmek için mi?

Arkasını döndü hızla. Benden birkaç adım uzaklaşırken benim de bir VASÖ üyesi olduğumu bilmediğini anladım. Elleriyle yüzünü sıvazlarken yine sıkıntılıydı. Yorgun, bitkin ve bunalmış görünüyordu. Bir köşeye sıkışıp kalmış en çokta kendi içine hapsolmuş gibiydi. Yıllarca bana kavuşmayı beklediğini söylüyordu. Bir kere bile karşıma çıkmamıştı oysa ki. Madem bu kadar seviyordu gelip bulsaydı ya beni. Belki o zaman bugün ben bu kadar yorgun olmazdım . Ya da çoktan aşmış olurduk tüm bunları.

Usulca burnumu çekip, "O zaman niye yıllar önce bulmadın beni?" Diye sordum. "Madem bu kadar çok seviyordun, madem onca yıl beni bekledin niye daha önce çıkmadın karşıma? "

Fırat sorularımla bana döndü. Bir süre gözlerime bakıp, "Çıkamazdım, " dedi.

  "Neden?"

Gözlerini gözlerimden kaçırıp, "Çıkamazdım işte. Bir nedeni yok," dediğinde, "Ya başka birini sevseydim," dedim sorar gibi. "Sen öylece bir köşede beni beklerken ya başka biri..." derken sert sesiyle,"Sevemezdin!" Diyerek sözümü kesti.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ki?"

Üzerime doğru gelip aramızdaki mesafeyi sıfıra indirgedi. Kolları belimi bulup beni koca gövdesine yaslarken, "Çünkü sen benimsin, hep öyleydin, " dedi üzerine basa basa , her bir kelimeyi aklıma kazımak ister gibi.

Gözlerine baktım. Yüz ifadesi ketum bir sertliğe bürünmüştü.

"Benden bir şeyler saklıyorsun," dedim.

Büyük ve kaba elleri kırmızı elbisemin saten kumaşının üzerinden belimi okşarken gözlerimin içine bakıp, "Seni çok seviyorum, " dedi. "Bilmen gereken tek şey bu."

"Hani bana hiç yalan söylememiştin?"

Bu cümlemle zaten sinirden kasılıp duran bedeni gerilirken, "Söylemedim," dedi kesin bir dille.

"O zaman benden bir şey saklamadığını söyle. "

Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, "Aynı şey değil, " dedi.

"Farkı ne?"

"Hazan," dedi uyarıcı bir sesle.

Öylece iki yanımda duran ellerimi geniş göğsüne koyup onu kendimden itmeye çalışırken, "Ya ne?!" Diye çıkıştım yükselen sesimle. "Beni kandırıyorsun, bana yalanlar söylüyorsun! Kendinle ilgili hiçbir şey anlatmıyorsun!! Öpüyorsun, kokluyorsun, dokunuyorsun, evlenelim diyorsun ama ben seni doğru düzgün tanımıyorum bile!! Dedemle aranızdaki sorunu bile anlatmadın bana! Herkes benden bir şeyler saklıyor! Ben artık güvenmiyorum sana! Beni gerçekten sevdiğine de inanmıyorum!!"

Fırat belime sarılı olan kollarını sıkılaştırırken son sözlerimle öfkeden deliye dönmüştü. Gözlerinde bir şimşek çakarken ,"Ben seni sevmiyorum, " dedi anlamaya çalışır gibi. "Sevmiyorum seni ben?!" Dişlerini kırarcasına sıkarken koca bedeni kaskatı kesilmiş yüzü seğiriyordu.

Birden beni tuttuğu belimden omzuna atıp merdivenlere yönelirken ne olduğunu anlayamamıştım.

"Fırat!" Dedim şaşkınlığımı ortaya seren sesimle.

"Yok Fırat!" Dediğinde kaba sesi fazla sertti. "Göstereceğim sana kim sevmiyormuş seni!!"

Uzun bacaklarıyla ahşap merdivenleri birkaç adımda, ikişer üçer çıkarak arşınladığında ikinci kattaki, bir önceki gelişimizden yatak odası olduğunu bildiğim odaya girdi. Bir korku bedenimi sararken gerilmiştim. Niye buraya gelmiştik ki?

Sıkıca askeri üniformasına tutunup tırnaklarımı sırtına geçirdim. O ise ışığı yakmadan yatağa doğru ilerleyip beni yatağa bıraktı. Elbisemin açıkta bıraktığı tenim serin ve yumuşak olan gri battaniyeyle buluşurken öyle bir sarılmıştım ki sırtına benden uzaklaşamamıştı.

"Bırak, " dedi emredici sesiyle.

"Fırat...yapma nolur?" Dediğimde yalvarıyordum ona. Neyi yapmasından korktuğumu bilmiyordum ama "yapma" diyordum işte.

Fırat kendini benden sertçe çekip üniformasına tutunan ellerimden kurtulurken komodinin üzerindeki abajuru yaktı. Ardından üzerime çıktığında ellerimi göğsüne koydum. Çatık kaşları arasında alev alev yanan kara gözleri gözlerimde gezinirken yüzüme doğru yaklaşıp yaralı olmayan üst dudağımı dudaklarının arasına alıp sertçe birkaç kez çekiştirerek öptü. Başımı sağa sola sallayıp dudaklarımızı ayırırken, "Fırat, " dedim ağlamaklı bir hâl alan sesimle.

O ise dudaklarını yanağıma bastırıp kulağıma doğru, "Ben mi sevmiyorum seni?" Dedi fısıltılı sesiyle tıslar gibi. "Şimdi burada, bu yatakta dokunsam sana,"derken dudakları boynumu bulmuştu. Sıcak nefesi tenimi yalayıp geçiyor, değdiği yeri ateşe veriyordu. "İçine gömülsem, " Bir elini elbisemin yırtmacından açıkta kalan bacağımda hissettim o an. Sert bir deriye sahip olan büyük ve kaba eliyle tenimi okşarken yukarıya doğru çıkıyordu. Dokunduğu her zerrem uyuşup karıncalanıyordu ve ben korku, heyecan, gerginlik derken böyle bir ana eşlik edebilecek her türlü duyguyu yaşıyordum.

"Seni inlete inlete sik..."

Hızla göğsündeki ellerimi çekip kollarımı boynuna sararken ona sımsıkı sarıldım. "Fırat...sus...nolur..." dedim yalvarırcasına çıkan sesimle.

Boynumda derin bir nefes alıp tenimi öptü.

"Karşı koyabilir misin bana? " Sesi tüm bunları söylerken bile sertti. "En az üç katınım senin. Altımda kayboluyorsun, kucağımda küçücük kalıyorsun. Çok güzelsin. Yüzün, o kocaman gözlerin, " başını boynumdan kaldırdı. Gözleri yüzümü bulduğunda utançtan yüzüne bakamadığımda başımı başka tarafa çevirmiştim. Bacağımı okşayan elli yüzümü buldu. Parmaklarının tersini onun kaba eline nazaran yumuşak tenimde gezdirdi. " Dudakların, o minicik burnun, küçük çenen, sana her böyle yaklaştığımda kızaran yanakların, kaşların, o güzel göğüslerin, incecik belin, " derken duraksadı. Belime sarılı koluyla beni kendine çekip hafifçe yataktan kaldırırken yüzümdeki eli kalçalarımı buldu. Saten elbisemin üzerinden okşayıp sıkarken devam etti.

"Kalçaların, bacakların, o upuzun saçlarının ince beline dağılışı , teninin yumuşaklığı, sesin, ulan o küçük omuzların bile her zerren sanki benim için yaratılmış gibi. " Yanağımı öptü sıkıca. Burnunu tenime sürterken, "Kolay mı sanıyorsun?" Dedi genizden gelen kaba sesi boğuktu. " Sen bu kadar güzelken sana dokunmamak kolay mı? Kaç gece koynumda uyuttum seni, üzerimde yatırdım, kucağıma oturdum. Nasıl sertleştiğimi hiç mi hissetmedin?

"Fırat," dedim güçsüz bir sesle. Hiç iyi değildim. Ne dokunuşları ne de sözleri iyi gelmiyordu. Kalbim çok hızlı atıyor, nefeslerim sıklaşıyordu. Dursun, sussun istiyordum artık.

"Nasıl yanıyorum sana hiç mi farkında değilsin? Nasıl istiyorum seni?"

Derince yutkundum. Fırat yüzünü yüzüme doğru yaklaştırıp dudaklarımı öptüğünde gözlerimi sıkıca yumdum. Beni duymazdan geliyor, az önce ona " beni sevmiyorsun " diyişimin intikamını alıyordu. Kalçalarımı yoğurup sıkan eliyle, dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan, boynuna sarılı olan kollarımdan birini tuttu. Boynundan çözüp elimi avucuna aldı. Belinden aşağı götürdüğü elimi sertliğinin üzerinde hissettiğimde gözlerim şokla açılırken nefesimi tutmuştum.

Fırat ise elimi erkekliğinin üzerinde hareketlendirdiğinde daha da sertleşmeye başlarken taş gibi olmuştu. Bedeni kasılırken nefesleri sıklaşıp kesik kesik bir hâl aldığında, "Hissediyor musun?" Dedi. Dişlerini sıkıyordu. "Nasıl acı veriyor biliyor musun?"

Başımı bu seferde diğer tarafa çevirip dudaklarımızı ayırırken elimi geri çekmek için bir hamlede bulundum. Ama Fırat buna izin vermezken dudakları boynumu bulmuştu. "Her gün bu haldeyim, " dediğinde sesi zorlandığını fazlasıyla belli ediyordu. "Seninle uyurken, sana sarılırken, seni öperken, kucağımda oturturken, seni düşünürken bile bu haldeyim. Dermanım da sensin. Madem sevmiyorum seni niye böyle acı çekerken dokunmuyorum lan sana? Ne durduruyor beni? Sen durdurabilir misim? Gücün yeter mi? "

"Fırat yapma nolur?" Dedim dudaklarımdan küçük bir hıçkırık koparken. "Özür dilerim, tamam. Lütfen. "

Derin bir nefes aldı. Elimi bırakıp beni kollarını belime sararak göğsüne çekerken yatakta yan bir şekilde uzanmamızı sağlamıştı. Dudakları alnımı bulurken, "Bu durduruyor işte beni ," dedi. "Sesin titriyor, ürküyorsun ya benden kıyamıyorum sana. Seni sevmesem umrumda olur mu bu halin? Aklı sikinde olan bir adam olsam hiç şansın var mı Hazan? "

Yüzümü bağrına gömüp ona iyice sokuldum. "Özür dilerim. " dedim yine.

Saçlarımı öptü. Elleri sırtımı aşağı yukarı, beni sakinleştirmek ister gibi, sıvazlarken, "Çok seviyorum seni," dedi. "Bak o kadar açık seçik giyinmeyeceksin dememe rağmen bugün bu kıyafeti giyip onca adamın karşısına çıkmışsın, bu görücü mevzusunu bile söylemedin bana. Belli ki sadece bugünlük bir şey değil bu. Benim sevdiğimi, gelinim olacak kızı istemeye geldiler bugün. Nasıl ağrıma gitti seni öyle o adamların karşısında görmek haberin var mı? Başka zaman olsa o çiçekle çikolatayı yuturmaz mıydım o Yakup denilen ibneye, dümdüz etmez miydim orayı. Niye yuttum ben tüm bu olanları? Senin için."

Gözlerim sözleriyle usul usul dolarken aramızda duran ellerimi beline sardım. "Fırat," dedim üzgün bir sesle ama o sözümü kesip,"Fırat değil, Fırat'ın, " dedi. "Seninim ben. Sana aittim. Benim bu hayattan istediğim sen dışında hiçbir şey yok Hazan. Bak ağzıma sıçıyorsun, beni deli ediyorsun, kafayı yedirtiyorsun. Bir yerden sonra sesim çıkıyor mu sana? Bana güvenmiyorum diyorsun, ayrılalım diyorsun, beni sevmiyorsun diyorsun lan mümkünü varmış gibi. Ölürüm Hazan. Sen beni terk edersen, sen bana güvenmezsen, sen benim seni köpek gibi sevdiğime inanmazsan ben ölürüm. "

Ona biraz daha sokulup, "Sinirle söyledim, " dedim.

"Ayrılalım, derken sinirli değildin. "

Dudaklarımdan birkaç kuru öksürük dökülüp Fırat'ın göğsünde boğuk bir hâl alırken bedenime sarılı kollar beni daha sıkı sarmıştı.

"Sana zarar veriyorum. Sabah seni tutuklamak zorunda kaldım. Belki başka bir gün daha kötüsü olacak. Hem bu aşiret mevzusu kafamı çok karıştırdı benim. Sana söylemeyecektim ama belli ki biliyorsun Saadetin abi de istemiyor beni. Deden de istemezmiş. Birlikte olmamamız için bir sürü sebep var Fırat. Görmezden gelme."

Fırat bir elini saçlarıma çıkarıp severken, "Senin o "sebep " dediklerinin biri bile sikimde değil benim." Dedi. "Daha önce konuştuk bu iş mevzusunu. " Bir gün değil bin gün yatayım içeride ben yine sen diye ölürüm, " dedim bak emniyetten çıkar çıkmaz sana geldim. Benim sabah ki olay için sana kızıp darılmaya yerim yok. Haklıydın. Sen ne dersen de kabulüm. Ama ayrılamam senden. Gel böyle koyun koyunayken oku canıma. Olmaz mı? Hı bebeğim?"

Niye böyle konuşuyordu ki? Ona karşı olan bütün gardım düşüyordu. Az önce boğulacakmış gibi hissederken şimdi göğsünde kokusunu soluyordum. Yine her zerrem "çok seviyorum " diye naralar atıyordu. Kalbim yine ona çarpıyordu.

Derin bir nefes alıp yutkunurken, "Peki ya diğer söylediklerim? Hadi Sadettin abi neyse ya deden?" Dedim sorar gibi.

Fırat alnımı içini çekerek öperken, "Ben istemişim kızım seni dedeme ne?" Dedi. " Kime ne? Sen sımsıkı tut benim elimi, ikide bir ayrılalım diye tutturma ben gerekirse herkesi alırım karşıma."

" Bende bunu istemiyorum ya Fırat. Bak ben az önce kimsesiz kaldım. Sende benim yüzümden ailenden uzaklaş istemiyorum. Birlikte olmak için birilerini karşımıza almamız gerekiyorsa birlikte olmamalıyız işte. "

Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken beni mümkünü varmışcasına daha sıkı sardı."Ne demek kimsesiz kaldım? Ben neciyim burada? Ben varken başka kime ihtiyacın var senin? Bir daha böyle bir şey duymayacağım. Tamam?"

Bir şey söylemedim. Dile getirmeyecek olsam bile hep bunu düşünecektim. Bu bir gerçek olarak hayatımn önemli bir kısmını işgal edecekti. Babam ölmüştü, Ali yoktu, annem hiç olmamıştı , Berrak ölmüştü, Ecrin'le eniştem ölmüştü, Oğuz'u kendi ellerimle tutuklatmıştım ve bugünde dedemle olan tüm bağlarım kopmuştu. Damarlarımda aynı kanı taşıdığım kimse beni sevmiyordu. Benim hiç bir ailem olmamıştı ama ne bileyim böylesi de bir garipti işte.

Gözlerim hafifçe dolduğunda yüzümü Fırat'ın göğsüne iyice gömdüm. Acaba beni istesem şu koca bağrına hapseder miydi? Orada öylece bir ömür hiç bıkmadan taşır mıydı beni?

  "Hazan."

Fırat'ın uyarıcı sesi kulaklarıma dolarken burnumu çektim usulca. "Tamam," dedim.

O ise bedenime sardığı kollarını çözüp beni belimden tutarak yatakta yukarıya doğru çekerken aynı hizaya gelmemizi sağladı. Yüzünü boynuma gömüp bir bacağını üzerime atarak kaslı ve kalın kollarıyla bana sımsıkı sarılırken koca gövdesine hapsetmişti ona göre fazlasıyla küçük olan bedenimi. Tenimi derince koklayıp öperken, "Az önce de söyledim sana 31 yaşında adamım ben. Bu yaştan sonra anaya ataya ihtiyacım yok benim. Sana ihtiyacım var."

Duraksadı. Boynumda derin bir nefes daha alırken, "Hazan," dedi.

"Hı?" Diye bir mırıltı çıkardım dudaklarımın arasından.

Beni daha çok kendine çekip omzumu öperken, "Yavrum, " dedi.

"Hı?"

"Bebeğim."

"Ne?"

"Küçük kızım. "

"Fırat."

"Canımın içi. "

"Ya ne?"

"Fındığım. "

"Fırat sıkıldım. "

Dudaklarından erkeksi bir kıkırtı dökülürken yatakta sırt üstü uzanıp beni üzerine aldı. Belimden tutup yukarıya doğru kaldırırken ona tepeden bakmama neden olmuştu. Saçlarım önüme dökülüp Fırat'ın yüzüne dağılırken kokladı onları. Başını yastıktan kaldırıp boynumu peş peşe ses çıkartarak öperken, "Sevgilim desene bana, " dedi. "Sev beni biraz. Olmaz mı?"

Nasıl olmaz diyebilirdim ki şu halde? Yine aklımı karıştırmıştı.

Omzuna tutunan ellerimi kaldırıp kollarımı boynuna sardım.

"Olur ama bırak beni. "

Fırat başını yastığa koyup beni üzerine bıraktığında onun yüzü benim göğüslerime denk gelmişti. Çenem Fırat'ın kömür karası saçlarına dayalıyken belime sardığı kollarıyla beni iyice kendine çekip göğüslerimi öpüp koklamaya başlamıştı. Bir şey demeden izin verdim. Başımı biraz geri çekip saçlarını öperken, "Sevgilim, " dedim hafif fısıltılı bir sesle. "Fırat'ım," derken de bir elimi saçlarına çıkarmış seviyordum. "Kara gözlüm. Koca adamım. "

Son söylediğim şeyle Fırat'ın göğüslerime kondurduğu öpücükler dururken, "Koca adamın?" Dedi sorar gibi. Sesi güldüğünü belli ediyordu. Sıcak nefesi göğüs oluğuma vururken alt dudağımı dişleyip yüzümü saçlarının arasına gömdüm.

Biraz utansam da ona bazen içimden böyle diyordum. Çok büyüktü. Dev gibiydi işte .

"Ne? Sen bana "küçük kızım" diyorsun ama. Ben diyemez miyim?"

Fırat yattığı yerde hareketlenip beni yeniden altına alırken, "Dersin lan tabii, " dedi dişlerini sıkarak coşkulu bir sesle. "Koca adamın yesin seni. "

Boynumu yine öpücüklere boğarken aklıma takılan bir soruyu sormak için dudaklarımı araladım.

"Fırat."

"Hazan'ım."

"Az önce dedin ya "31 yaşında adamım ben " diye. "

"Hı?" Dedi başını boynuma gömmüş öylece dururken.

"Sen 30 yaşında değil miydin? Ne zaman 31 oldun ki?"

"İki gün önce yavrum."

Gözlerim şaşkınlıkla hafifçe büyürken kendimi Fırat'tan geri çekip yüz yüze gelmeye çalıştım. O da başını boynumdan kaldırıp buna müsade ederken bir elini yatağa dağılan saçlarıma çıkardı. Gözleri yüzümü izlerken, "Nasıl yani ?" Dedim. "İki gün önce senin doğum günün müydü?"

Fırat'ın gözleri ben konuşurken dudaklarımda geziniyordu. Cümlemin sonuna geldiğimde ise eğilip koklayarak öpmüştü. Kendini geri çekmeden alnını alnıma dayarken, "Bir daha o güzel dudaklarına sürme şöyle şeyler. Dudaklarının tadını alamıyorum, " dedi.

Kaşlarımı çatıp, "Fırat soruma cevap ver? Madem doğum günündü niye söylemedin ki bana?" Dedim. Üzülmüştüm bu duruma. Keşke bilseydim, bir şeyler yapardık.

Fırat alnını alnımdan ayırıp çattığım kaşlarımın ortasını öptü. Ardından yeniden göz göze gelmemizi sağladı. Saçlarımdaki elini alnıma çıkarıp sol kaşımın üzerini okşarken, "Çatma kaşlarını ey nazlı Hilâl, " dediğinde gözlerim bana derin derin bakan gözlerinde takılı kalmıştı. İlk kez "Hilâl" demişti bana. Babamdan sonra ilk defa biri bana Hilâl demişti ve ben bundan rahatsızlık duymamıştım. Gözlerim birden , her zaman olduğu gibi, zamansızca dolarken aksine birilerinin bana Hilâl demesini özlediğimi fark ettim. Garipti ama içimde ölen bir şeyler yeniden can bulmaya başlamıştı sanki.

Fırat'ın gözleri gözlerimde gezinirken kaşları sorgulayıcı bir şekilde çatılmıştı.

"Hazan noldu? Niye doldu gözlerin? Sana Hilâl dedim diye mi kızdın? Üzdüm mü seni?"

Hafifçe burnumu çekip kollarımı boynuna sardım. Başımı yataktan kaldırıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Fırat hemen karşılık verirken kendimi geri çekip güldüm.

"Sadece öpüp geri çekilecektim Fırat, " dedim gülüşüm hâlâ yüzümdeyken. "Karşılık vermene gerek yoktu. "

O çok sevdiğim kara gözler gülüşümde gezinirken Fırat, "Sen beni öperken ben seni öpmeden durabilir miyim? Senin aklın alıyor mu?" Dedi.

Dudaklarımdan yine küçük bir kıkırtı dökülürken başımı yatağa bırakıp sağa sola salladım. "Almıyor, " dedim. Fırat üzerime eğilip boynumun altını öperken, "Gülmek ne de güzel yakışıyor benim kızıma, " dediğinde hafifçe içimi çektim.

"Bana arada Hilâl de olur mu? Her zaman deme ama arada , hiç beklemediğim anlarda söyle. "

Fırat gözlerime bakarken, "Derim , yeter ki sen iste. " dedi. Bunu söylerken o ismin içimde nelere dokunduğunu az çok biliyor gibiydi .

Gülümsemekle yetinirken, "Neden doğum gününü bana söylemedin?" Diye sordum yeniden.

Fırat hafifçe içini çekip, "Söylesem ne olacaktı?" Dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Ne demek ne olacaktı? Yanında olurdum. Tabii yanında olmamı isteseydin söylerdin, orası ayrı. "

Bu sözlerimle Fırat'ın da kaşları çatılırken ," Hazan," dedi uyarıcı bir sesle.

"Ne?"

"Az önce bana kapıda "ayrılalım" dediğini unuttun herhalde sen. Kim kimi yanında istemiyor acaba? Senin bana böyle bir şey söylemeye yerin var mı?"

Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Yoktu. Her seferinde bir şeyler tam yoluna girer gibi olurken bir maraz çıkartan hep ben oluyordum. Fırat bizim için değişmeye çalışıyor, ilişkimizi bir düzene sokmak istiyordu ama ben her şeyi yokuşa sürüyordum. Hâl böyleyken belki benden biraz uzak durup nefes almak için doğum gününde beni yanında istemediyse ona hak vermeliydim. Zaten babam öldüğünden beridir doğum günü pastası görmeye katlanamıyordum. Midem ağzıma geliyor, kulaklarım çınlarken babamın yanan arabasının görüntüsü zihnimde dönüp duruyordu. Kısaca Fırat'ın yanında olmamam benim içinde bir yerde iyi olmuştu. Sonuçta pastasız doğum günü kutlanmazdı. Ama benim olup olmamam önemli değildi.

"Niye buna bu kadar kırılmıştım ki?"

Hafifçe yutkunup yanağımın içini ısırırken gözlerimi tavanda gezdirdim.

"Haklısın, " dedim öylesine.

Fırat'ın sesli bir şekilde iç çekişi kulaklarıma doldu o an. Sonra da o çok sevdiğim sesi.

"İki gün önce dedenler geliyordu Hazan. Sen Oğuz'un mahkemesiyle uğraşıyordun. Ki bende doğum günü gibi saçma sapan şeylere önem veren biri değilim. Kaç yaşında adamım, sana gelip "benim bugün doğum günüm " mü diyecektim? Başka türlü benim seni yanımda istememem mümkün mü? "

Tavanda gezinen gözlerimi Fırat'ın yüzüne indirdim.

"Kutladınız mı bari?" Diye sordum sebepsizce.

Fırat birkaç saniye gözlerime bakıp, "Bahar kendince hazırlamış bir şeyler. Timdeki çocuklarda pasta masta almış öyle," dediğinde başımı salladım. İyi bari. Öyle hiçbir şey yapmadan geçiştirmemişlerdi.

Başka zaman olsa Bahar bana böyle bir şeyi haber vermeden durmazdı. Neden hiçbir şey söylememişti ki? Benim bunu bilmeye hakkım yok muydu?

"Neden kendimi dışlanmış gibi hissediyordum?"

"Bahar'a sana haber vermemesini ben söyledim. "

"Tamam," dedim konuyu kapatmak için. Nasıl ne düşündüğümü hemen anlayabiliyordu ki?

Fırat sert bir nefesi alıp verirken, "Tamam falan değil. Asma şu yüzünü, " dedi emredici bir sesle.

Boynundaki kollarımı çözüp ellerimi yatağa koyup destek alırken altından kalmaya çalıştım.

"Asmıyorum. Kalk üstümden." Dediğimde Fırat ağırlığını iyice üzerime vermişti.

"Hazan," derken de sesi kızgındı.

Ellerimi göğsüne koyup onu kendimden itmeye çalışırken, "Ya bıraksana, " dedim sinirle. Biraz daha böyle durursak ağlardım. İstemiyordum.

Fırat kollarını sırtımın altından geçirip bana sarılırken, "Yapma şöyle. Çok istiyorsan alırız bir pasta birlikte de kutlarız. Delirtme beni," dedi. Mesele pasta değildi ki ben sevdiğim adamın doğum gününü bile bilmiyordum. Evet, o gün dedemler geliyordu ama bir önceki gece koyun koyuna yatarken söyleyebilirdi.

Yeniden kollarından kurtulup altından kalkmaya meyil ederken, "Ben pasta sevmem," dedim. O ise bedenime sardığı kollarıyla beni yataktan kaldırıp kucağına almıştı. Bacaklarım iki yanında yer alırken elbisemin yırtmacı sonuna kadar açılmıştı ve ben bundan rahatsızlık duymuştum. Lakin kapatmak gibi bir girişimde bulunmadım.

Fırat beni iyice kendine çekip başını boynuma gömüp kokumu soluyarak tenimi öperken, "Biliyorum," dedi. Bir yandan da saçlarımı seviyordu. "Babanı doğum gününde kaybetmişsin yavrum. Sana o günü hatırlatırım diye korktum. Üzülursün diye kıyamadım sana. Yoksa elimden gelse dibinden ayrılmayacakken ne demek seni yanımda istememek? Var mı böyle bir şeyin ihtimali? "

Yutkundum. Gözlerimden birkaç damla yaş peş peşe süzülürken aramızda duran ellerimi Fırat'ın boynuna sardım. Ona iyice sokukurken,"Yok mu?" Dedim öylesine.

Bana daha sıkı sarılırken, "Yok lan tabii," dedi. " Ben her şeyden herkesten fazla seni istiyorum yanımda. "

Sessiz kaldım. Bende onun yanında olmak istiyordum ama içimden bir ses ya da içimde bir şey bunu doğru bulmuyordu. Fırat beni böyle güzel severken ona acı çektirmekte istemiyordum. Üstelik aramızda daha konuşulmamış meselelerde vardı. Ne Ali'yi ne de uğradığım tacizleri ve uğramak üzere olduğum tecavüz olayını dile getirmemiştik. Öte yandan Fırat bana hâlâ kendiyle ilgili hiçbir şey anlatmamıştı. Az önce söylediğim gibi ona güvenmiyor değildim ancak Fırat'a dair kafamda bir sürü soru işareti vardı. İyi bir hâlde olmadığını bildiğim ruhumda ayrı bir meseleydi tabii.

Fırat boynumu koklayarak tenime bir öpücük daha kondururken, "İyi miyiz?" Diye sordu. Islak kirpiklerimi kehribar rengi harelerimin üzerine örtüp gözlerimi, birkaç damla yaş hâlâ yanaklarımda süzülürken, kapattım. Yüzümü Fırat'ın boynuna gömüp hafifçe burnumu çekerken bir şey söylemedim. Değildik galiba. En azından ben değildim.

Bu sessizliğim Fırat'ın sıkıntılı bir şekilde içini çekmesine neden olmuştu. Başını boynumda kaldırıp saçlarımı öptü. Ardından da kendini geri çekip benden ayrılmaya meyil ettiğinde, kollarımı boynundan çözüp ellerimin tersiyle gözümden akan yaşları silerken yüz yüze geldik.

Fırat belimdeki ellerinden birini yüzüme çıkarıp önüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken bende ellerimi askeri üniformasının sardığı geniş omuzlarına koydum.

Bir müddet gözleri gözlerimde gezindi. Sanki birazdan söyleyeceği şeyleri tartıyor önünü arkasını düşünüyordu. Ve nihayet bugün defalarca kez söylediği gibi, "Çok seviyorum seni, " derken konuştu.

Usulca içimi çekip, "Bende," dedim.

Hafifçe gülümser gibi olsa da, "Ama benimde sabrımın bir sınırı var,"diyerek konuşmaya devam etti. "Bak bu son olsun Hazan. Eğer ayrılmakta kararlıysan da yanımda kalacaksan da bu son olsun. Bana bir daha ayrılalım dersen geri dönüşü olmaz. Anladın mı beni?"

Ciddiyetle çatılan kaşları, kesin bir dille söylediği bu sözler gözlerimi gözlerinden ayırmama neden olmuştu. Başımı önüme eğdim. Ne demeliydim? Kendime hiç güvenim yoktu. Şimdi Fırat'a "Tamam , ayrılmayalım " dersem her şeye tamam, demiş olurdum. Onunla evlenmeye de, onun karısı olmaya da , bu evde kalmaya da her şeye evet , demiş olurdum. Geri dönüşü olmazdı. "Ayrılalım " desem de geri dönüşü olmayacaktı. Fırat'ı mutsuz etmek, onu üzmek istemiyordum ama her iki seçenekte de bu kaçınılmaz bir olasılıktı. Bu hikâye bizi nereye götürecek hiç bilmiyordum.

O sırada saçlarımın arasına kondurulan öpücükle Fırat beni göğsüne çekti.

"Bir şey söyle Hazan. Şöyle sus pus olup damarıma basma benim," dediğinde sinirlenmeye başladığının farkındaydım.

"Biraz düşünsem?" Dedim çekinerek. Fırat sert bir nefesi alırken, "Ulan neyi düşüneceksin?" Dedi. "Seviyorsun işte beni daha ne? Dün sana adliyenin önünde sinirle " istersen ayrılalım " dedim diye ağladın karşımda. Gözlerindeki korkuyu gördüm ben. Şimdi ne değişti? "

"Hiç bir şey. Sadece daha çok seviyorum seni."

Fırat bıkkınca içini çekip beni daha sıkı sarıp sarmalarken, "Yavrum, bir tanem benim o zaman sorun ne? " dedi. "Kafayı yiyeceğim, derdin ne ?"

"Bilmiyorum, aklım çok karışık Fırat. Biraz kendi kendime kalıp düşüneyim, ne olur? Bırak beni bir otele gideyim. Sonra konuşalım olmaz mı?"

Fırat öfkeyle solurken, "Ne oteli lan gece gece?! Hiç bir yere gidemezsin! Bugün bu evde ayrılsak bile o amınakoduğumun kapısından çıkıp giden ben olurum! Burası senin evin. Şimdi ben duş almak için banyoya gireceğim. Ben çıkana kadar düşün ne düşünüyorsan. " dediğinde sabrını zorlandığımı biliyordum.

Beni belimden tutup yatağa bıraktı. Yanımdan kalkıp büyük ahşap dolaba yönelip kiyafetlerini aldığında başka bir şey söylemeden odadaki banyoya girmişti. Gözlerim bir süre banyonun kapısında gezinirken önüme döndüm. Aslında kendi içimde Fırat'tan ayrılmak için bir sürü sebebim vardı ama o beni boyle severken hiçbiri mantıklı gelmiyordu. Benden bir şeyler saklıyordu. Sorduğumda "saklamıyorum" diyemiyordu. Bana yalan söylemediğini söylüyordu ama bir şeyleri saklamak demek o şeyleri saklamak için yalan söylemek demekti. Kendimden biliyordum. Öte yandan dedemle olan husumetleri yüzünden Fırat'ın ailesi beni istemeyecekti. Fırat benim yüzümden ailesini karşısına almak zorunda kalacaktı. Ve birde ben vardım. Kendi içimde kaybolup duruyordum. O kadar çok şey vardı ki bir yerden sonra aslında hiçbir şey yokmuş gibi bir boşluk sarıyordu her yeri. Nasıl anlatılır bilmiyordum.

Usulca içimi çektim. Elimin tersiyle burnumu silip yataktan kalktım. Odadan çıkıp merdivenleri indim yavaşça. Dış kapının önünde duran bavulumla çantamı alıp yeniden merdivenleri çıkıp odaya girdim. Bavulu yere yatırıp açarken içinden siyah ince askılı yarım atletimi ve siyah , penye şortumu aldım. Ardından banyonun kapısını gözlerimle kontrol ederek üzerimdeki elbiseyi ve topuklu ayakkabılarımı çıkarıp bavuldan aldıklarımı hızlıca giydim.

Çıkardıklarımı da makyaj masasının pudra pembesi pufunun üzerine koyup bavulu dolabın yanına bıraktım. Ardından da sırt çantamdan ıslak mendil paketini alıp alt kattaki banyoya girdim. Yüzümü yıkayıp gözlerimdeki rimeli ve dudaklarımdaki ruju temizleyip işimi hallettikten sonra odaya geri çıktım. Islak mendili makyaj masasına bırakıp yatağa uzandım.

Sırtım banyonun kapısına dönükken yerden tavana kadar uzanan pencerenin açık olan perdelerinden dışarıda, hız kesmeden, palan palan yağan karı izledim.

Bacaklarımı karnıma doğru çekip cenin pozisyonu aldım. Yumuşak battaniyenin tenimde bıraktığı his o kadar hoştu ki usulca gözlerimi kapattım. Hiçbir şey düşünmedim o an. Ne kadar düşünürsem düşüneyim bir yere varamayacağımı biliyordum. Fırat'a da belki bir umut beni yalnız bırakır da kendi kendime kalırım diye düşünmek istediğimi söylemiştim. Sadece hiçbir şey yapmadan, düşünmeden, tek bir insan sesi bile kulaklarıma dolmadan bir yerde öylece durmak istiyordum.

O an uykum olduğunu hissettim. Sanki biraz böyle durursam uyurmuşum gibi. Yatağa iyice yerleşip başımı yastığa gömerken öylece durdum bir süre. Uykunun yavaş yavaş bedenimi sardığını hissettiğimdeyse dudaklarımda küçük bir tebessüm belirmişti.

*******
Boynuma ve sırtıma kondurulan öpücüklerle uykum açılırken dudaklarımın arasından birkaç küçük homurtu dökülmüştü. Yattığım yerde ellerimi saçlarıma daldırıp sırt üstü dönerken burnuma yoğun bir naneli şampuan kokusu doldu. Yarım atletimin açıkta bıraktığı belimde hissettiğim güçlü kol hareketlenişimle gevşemişti.

"Şşşş"

Kulaklarıma dolan bu sesle gözlerimi gayriihtiyari bir şekilde hafifçe aralayıp geri kapatmıştım. Üzerime ne zaman örtüldüğünü bilmediğim yorganın beni fazlasıyla sıcaklattığını hissettiğimde kaşlarım çatılmıştı. Sırt üstü uzandığım yerde diğer tarafa dönerken yorganı ayaklarımla tekmeleyerek üzerimden ittiğimde saçlarıma geçirdiğim ellerimi başımın altına koyup bir bacağımı ileriye doğru atmıştım.

Bacağım sert bir şeye denk gelirken canım yanmıştı. Dudaklarımdan küçük bir inilti dökülürken yüzüm acıyla buruşmuştu. Bacağımı kendime doğru çekmek için yeniden hareketlenirken tenimde büyük bir el hissetmiştim. Bacağımı kendine doğru çekip okşarken, "Şşş bir şey yok , tamam," diyen ses Fırat'a aitti.

Uykum biraz daha açılırken bacağımı Fırat'ın üzerine attığımı anlamam uzun sürmemişti. Yattığım yerde ona doğru yaklaşıp başımı bağrın koydum. Gözlerimi açmadan burnumu göğsüne sürterken alnım sıcak tenine değiyordu. Kokusunu derince içime çektiğimde kasıldığını hissettim. Bir eliyle bacağımı okşamaya devam ederken diğer kolunu belimin altından geçirip beni kendine çekmişti.

"Fırat, " dedim uykulu ve fısıltılı bir sesle.

Alnımı bulan dudakları bulunduğu yeri öperken, "Hı?" Demişti. Sesinin tınısı, o davudi tonu , kısık ve genizden gelişi içimi bir hoş ederken daha çok sokuldum ona. Yüzümü bağrına bastırıp çıplak ve sıcak tenine küçük bir öpücük kondururken, "Biz neden anlaşamıyoruz biliyor musun?" Dedim. Sesimin de belli ettiği gibi çok uykum vardı ama benimde bilmediğim bir nedenden ötürü konuşmak istiyordum.

Fırat bu halime iç geçirip, "Nedenmiş?" Dediğinde söylediklerimi ya da söyleyeceklerimi pek umursamıyor gibiydi.

"Çünkü sen oğlak burcusun. Ben de koç. Bizim hiç aşk uyumumuz yok ki," dedim. Saçmalıyordum ama belki de gerçekten bu yüzdendi.

"Hım?" Dedi. Sanki çok ciddi bir şey anlatıyordum da o da beni dinliyordu. "O yüzden miymiş? "

Göğsümde birleştirdiğim ellerimi kaldırıp boynuna sararken onu kendime çektim. Boynunu öpüp kendimi ona iyice bastırırken kollarım çıplak omuzlarına değiyordu. Teni tenime değdikçe bedenim cayır cayır yanıyor , ona sokuldukça sokulmak, sarıldıkça sarılmak istiyordum.

Ona bu denli temas edişimle Fırat sertçe kasılıp dururken bacağımı okşayan eli tenimi seve seve kalçalarıma çıkmış oradan da belime sarılmıştı. Beni , sanki ben aramızda kapatılabilecek bir mesafe bırakmışım gibi, iyice kendine çekerken yüzünü boynuma gömdü.

"Hıhı, " dedim bir fısıltıyı andıran sesimle.

Fırat belimdeki ellerinden biriyle saçlarımı severken, "Sen o yüzden mi bu kadar inatçısın?" Dediğinde dudaklarımdan küçük bir kıkırtı döküldü. "Çok mu inatçıyım?" Diye sordum masum bir sesle.

"Çok, " dedi tenimi koklayıp öperken.

Ona biraz daha sokulup üzerindeki bacağım ve boynuna sarılı olan kollarımla koca bedenini kendime biraz daha çekmeye çalışırken ayağım çıplak tenine değmişti.

"Fırat, " dedim yine.

Kulağımın altını öpüp kokumu içine çekerken, "Söyle, " dedi. Sesi beni ürkütmek istemiyormuşcasına fısıltılı ve sakindi.

"Kardeşimin bir terörist olduğunu duyduğunda ne düşündün?"

  Bilmek istiyordum.

Bedenimi daha bir sıkı sararken, "Hiçbir şey, " dedi teklemeden.

"Nasıl yani? Şaşırmadın mı?"

"Hayır. "

"Neden?"

Birkaç saniye duraksadı. Sırtımı aşağı yukarı sıvazlayarak beni severken sıkıntılı bir şekilde içini çekti.

"Biliyordum çünkü. " dediğinde kaşlarım çatılırken kapalı olan gözlerim aralanmıştı. Kendimi ondan geri çekmek isterken Fırat buna müsade etmedi. Boynuna sarılı olan kollarımı çözüp çıplak omuzlarına koyarken üzerinde hiçbir şey olmadığını fark etsem de şu halde bunu umursayacak durumda değildim. Ne demek biliyordu? Nasıl? Ben onca zaman boşuna mı ondan bunu saklıyorum diye üzülmüştüm? Sırlarım var diye kahrolmuştum? Nasıl biliyordu?

"Fırat, " dedim sinirle.

O ise bana sımsıkı sarılıp, "Şşş," dedi. "Sakin ol, çekme kendini benden. Kal öyle. "

Sinirle kolları arasında çırpınırken, "Ya ne demek sakin ol?" Dedim öfkeyle. "Nasıl biliyordun ya?! Madem biliyordun bana niye söylemedin?! Ya sen...Ya sen kimsin ya?!" Derken gözlerim dolmuştu.

"Hazan, sakin ol," dedi tekrar. "Bak sana yalan söylemek istemediğim için doğruyu söyledim . Yapma şöyle. "

Sinirle gülerken, "Ah sağol ya! Ne kadar iyisin!" Dedim. Bir yandan da kollarından kurtulmaya çalışıyordum. "Sen taşşak mı geçiyorsun benimle?!! İstersen bir de yalan söyleseydin!!! Sana olan güvenimi yerle bir etmen bu kadar kolay olmazdı en azından!"

Fırat'ın bedenî sertçe kasılırken, "Doğru konuş! Sözlerine dikkat et, " dedi uyarıcı bir sesle.

Öfke bütün bedenimi sararken ondan kurtulmaya gücümün yetmiyor oluşu daha da sinirlerimi bozuyordu. Çırpınıp durmaktan kaburgalarım ve karnımdaki yara acımaya başlarken ani bir kararla Fırat'ın üzerindeki bacağımı kendime doğru çekip dizimi sertçe bacak arasına geçirmiştim. Bedenime sarılı kollar gevşerken Fırat, "Lan!!!" Diyerek bir eliyle erkekliğini tutmuştu.

Kendimi hızla ondan geri çekip dizlerimin üzerinde doğrularak uzaklaşırken yatağın bir ucuna gitmiştim. Fırat iki büklüm olduğu yerde dişlerini acıyla sıkarken alnında ve boynundaki damarlar şişmişti. Patlayacakmış gibi dururken canının bu kadar yanacağını tahmin etmemiştim ama aniden verip uygulamaya soktuğum bir karar olduğundan tahmin edecek vaktim de yoktu.

"Ne zamandır biliyordun?!" Diye sordum.

Fırat acıyla tuttuğu nefesini dışarıya verirken gözlerime sert bir ifadeyle bakmıştı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan yatakta oturur pozisyona gelirken, "Bu bugün iki oldu. İyi alıştın sen bana böyle vurmaya, "dedi. Sesi kendini sıktığını belli ederken canı hâlâ yanıyor gibiydi.

"Sende fark ettirmeden iyi yalanlar söyleyip kandırmışsın beni," dedim. Sesim hem kırgın hem de kızgındı.

"Hazan, saçmalama. Yalan falan söylemedim sana ben. Sen bu şehre gelmeden önce biliyordum ben bunu zaten," Derken sesi oldukça kesin ve netti.

Sorgulayıcı gözlerle baktım Fırat'ın gözlerine.

"Nasıl?"

Fırat nemli gözlerime sıkıntılı bir hâl içerisinde bakarken bir elini bana uzatıp, "Yanıma gel," dedi.

Başımı olumsuzca sağa sola sallarken,"İstemiyorum, soruma cevap ver, " dedim.

O ise elini indirmeden, "Vereceğim ama önce tut şu elimi, yanıma gel," dedi.

Birkaç saniye gözlerine bakıp dizlerimin üzerinde ilerleyerek elini tuttum. Fırat tuttuğum elinden beni kendine çekip tek koluyla belimi kavrarken yanına aldı. Beni çıplak göğsüne çekip alnımı öperken,"Ben bordo bereli bir özel harekat timinin komutanıyım, " dedi. "O yüzden, bir terör savcısı olarak sende bilirsin ki, bizde görev gizliliği esastır. Detayları eş, dost akraba ya da yoldan geçen herhangi biriyle paylaşamazsın. Ama sen istisnasın. Bizim askeriyenin savcısı olman bir yana canımsın benim. Yine de her şeyi bir yere kadar anlatabilirim yavrum. Anlatacaklarımdan fazlası için beni zorlamayacaksın. Tamam?"

Ne demeye çalıştığını anlamıyordum ya da Ali'nin Fırat'ın göreviyle ne ilgisi vardı bilmiyordum ama bir huzursuzluk sarmıştı içimi. Ne kadar kızgın olsam da Fırat beni kolunun altına almış sararken biraz daha sokuldum ona. O da beni iyice kendine çekerken,"Tamam," dedim.

Derin ve sıkıntılı bir nefesi içine çekti.

"Ali, örgüt içinde bilinen diğer adıyla Ensar El- Mahmudi. Yaklaşık iki yıldır sınırın güneydoğusunda bir terör kampında. Hakkında pek bir bilgi yok. Ama istihbarattan gelen bilgilere göre örgütün göz bebeği. Üst düzey şerefsizler tarafından özel olarak yetiştirilmiş. Diğer militanlardan daha el üstünde tutuluyor. İran'da oldukça korunaklı bir evi olduğunu tespit ettik. O ev ve bu...Ali örgütün kara kutusu gibi bir şey. Teknoljiden bu bilgisayar gibi ıvır zıvır işlerden çok iyi anlıyor. Örgütün bütün ağ bağlantılarını, itlerin birbirleriyle iletişim kurmak için kullandıkları özel kriptolu cihazların güvenliğini, yurt dışından gelen son savunma teknolojisi silahların ve daha birçok şeyin kontrolü de yönetimi de bu...adamda. Tabii bir de terör örgütlerinin en büyük para kaynaklarından biri olan şu uyuşturucu belası var. İstanbul, Bursa, Kocaeli ya da bunun gibi büyük şehirlerde kısaca ülkenin batısında daha çok olur bu batağa düşen. Ama buralarda , muhafazakar yetişmiş dinine bağlı doğu kültürlerinde pek sık rastlanan bir şey değildir. Değildi. Şu son birkaç yıldır ve giderek artmaya başladı. BM'nin 2021 yılı için açıkladığı rapora göre dünya da en çok uyuşturucu kullanılan Iran'dan sonra ikinci ülkeyiz. Türkiye'ye uyuşturucu İran'dan geliyor zaten. Yani yavrum Bu Ali Türkiye'ye ithal edilen uyuşturucunun da başında. O İran'daki evi patlatabilmek için yaklaşık bir buçuk yıl önce ben ve timim görevlendirildik. Başımıza da çok iyi bir askerdir diye bu Kenan Karadağlı denilen ibneyi görevlendirdiler. Ardından da bu örgütle bağlantılı olduğu ortaya çıkan savcı geldi. Sonra da ne zaman elimize bir ip ucu bir fırsat geçse her seferinde bir şey çıktı, bomboş döndük. Birkaç kez pusuya düştük. İki askerimi üç hafta arayla toprağa verdim. Biri evliydi. İki tane aslan gibi oğlu vardı. Yetim kaldı. Diğeri nişanlıydı. Düğününü yapacaktık geçen yaz , nasip olmadı. Sen bana o görüntüleri izletince ben duramadım. Hakkı 'nın nasıl kollarımda can verdiği geldi aklıma. Son nefesini verirken, "Komutanım anneme söylemeyin, dayanamaz ," diyişi geldi gözümün önüne . İbrahim'in cenazede hiçbir şeyden haberi olmayan iki yaşındaki oğlu. Ne bileyim yavrum. 10 yıldır bu vatanın neferlerinden biriyim ben. Barut kokusunu, kan kokusunu, ceset kokusunu, sağda solda yanan insan etinin kokusunu çok iyi bilirim. Acıyı bilirim, gözyaşını, feryadı, umudu bilirim, yeri gelir çaresizliğin en babasını da. Gitmeyi bilirim, gittiğin yerde ölmek pahasına değil ölümün ta kendisi için aylarca kar tipi demeden kalmayı da. Dönmeyi bilmem. O telsizi elime alıp, "Görev tamamlandı komutanım, karargaha intikal ediyoruz, " demeyi bilirim. Ölüm bize masal gelir. Yüzyıllardır bu topraklarda şehit olan onlarca askere de öyleydi . Ama işin kötü yanı birimizi şehit edince zafer kazandık sanıyor ya bu dallamalar o ağrıma gidiyor. Kim bilir benim askerlerim şehit olurken nasıl mutlu oldu o piç?! Kim bilir nasıl zafer kazandık zannetti?! Evime alıp soframa oturttum ben o iti! Annemin , kız kardeşimin, yeğenimin yanına soktum! Askeriyede köstebek olduğu ihtimali ortaya atılınca kendi ifşa etti o savcıyı. Ocak başına geldi bizimle. Şehitlerimin cenazesine katıldı! Her birinin mezarına toprak attı! Öyle bir kan beynime sıçradı ki sabah bıraksaydın beni öldürürdüm o iti. Tek pişmanlığım da sensiz geçireceğim yıllar olurdu. Durup keşke bile demezdim. "

Öylece dinliyordum Fırat'ı. Gözümden süzülen yaşlarla dinliyordum, dudaklarımı birbirine bastırıp yuttuğum hıçkırıklarımla. Onca yıl içimde ufacıkta olsa bir umut vardı. Ali'nin bile isteye terörist olmadığına dair küçücük bir umut. Bu şehre onu bulmaya gelirken bile bir aptal gibi umut etmiştim ben. Yapmaz demiştim. Yapmamıştır. O bir karıncayı bile incitemezdi ki. Bugün daha kaç kere yanılacaktım?

Buraya gelirken Ali'nin örgüt için bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum. Ben bilmiyordum ama Cihan abi kesin biliyordu. Fırat " bir buçuk yıldır " diyordu. Öyleyse Cihan abinin tüm bunlardan bir buçuk yıldır haberi vardı. TSK 'nın ve devletin kasasına giren her türlü bilginin en küçük detayına kadar VASÖ'nün haberi olurdu. Cihan abinin beni buraya göndermek istememesi, her seferinde geri dön demesi, Fırat'la olan ilişkime haddinden fazla karşı çıkması ve Fırat'ı birden VASÖ'ye almaya kalkışmaları her şey Ali'yle ilgiliydi.

Ali...onlarca belki de yüzlerce askerin şehit olmasına, çocuklarının yetim kalmasına sebep olmuştu öyle mi? Berrak...kollarımda can çekişerek ölen arkadaşımın kanında gezinen zehrin ithalatcısı da oydu. Onlarca gencin ölümüne sebep olan da.

Bu nasıl bir şeydi? Damarlarında gezinen kandan tiksinir mi bir insan? Tiksiniyordum. Cenazelerine gittiğim, morg kapılarında aileleriyle birlikte naaşlarını beklediğim, İstanbul'un ücra sokaklarından cansız bedenlerini gün aşırı topladığım onlarca çocuğun, gencin hatta Berrak'ın bile kanı benim ellerimdeydi sanki.

Ve işin kötü yanı Fırat, "anlatacaklarımdan fazlası için beni zorlamayacaksın," demişti. Yani tüm bu anlattıklarından daha fazlası da vardı.

Tırnaklarımı avuçlarımın içine geçirdim. Dişleyip durduğum dudaklarımın arasından bir hıçkırık firar ederken,"Özür dilerim, " dedim.

Fırat başıma yasladığı başını kaldırıp yüzünü yüzüme doğru eğerken bir elini yanağıma koydu. Baş parmağıyla gözümden süzülen yaşları silerken, "Şşş şşş şşş ağlama yavrum," dedi telaşla. Sesi kıyamıyormuş bu halime dayanamıyormuş gibi çıkıyordu.

Dudaklarımdan bir hıçkırık daha koparken, "Fırat...Özür dilerim..." dedim yine, ağladığım için boğuk çıkıp çatlayan sesimle. "Her şey için özür dilerim. "

Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken beni belimden tutup kucağına yan bir şekilde oturttu. Alnımı öpüp bana sımsıkı sarılırken, "Ne özrü lan ne özrü? Senin ne suçun var Hazan?" Dedi. "Ağlama nolur. Bak ateşin yükseliyor yapma kurban olurum sana."

Yüzümü Fırat'ın göğsüne gömdüm. Bedenim hıçkırıklarımla kolları arasında sarsılırken ona sarılmayı hak görmedim kendime. Ellerimi göğsümde birleştirip içimi çeke çeke değil de içim çekile çekile ağladım.

Vatanı için savaşan bir askerin kollarında terörist kardeşimin yaptıkları için...

Fırat saçlarımı öperken oturduğu yerde hareketlendi. Başımı çıplak göğsünden kaldırmadığımdan ne yaptığını göremesem de kulağıma bir çekmecenin açılıp kapanma sesi dolmuştu. Ardından yeniden bedenime sardığı ellerinden birinde benim kullandığım astım spreyinden görmüştüm. Sırtımı aşağı yukarı sıvazlarken, "Canımın içi, " dedi derinden gelen ve içinde bir parça da hüzün barındıran sesiyle. Ama her ne söyleyecekse devamı gelmemişti. Belki de bir şey söylemeyecekti. Bu aralar belki de üzerimden geçen yüzlerce medeniyettin her birinde yüzyıllarca yanılıp durmuştum.

Bir süre hıçkırıklarıma karışan iç çekişlerim inletirken bu odayı nefeslerim kesilmeye başlamıştı. Havasız kalan ciğerlerim canımı yakarken derin derin almaya çalıştığım nefeslerim garip sesler halinde dolarken kulaklarıma Fırat hemen elindeki astım spreyini dudaklarıma dayadı. Bir koluyla sımsıkı sararken belimi dudakları alnımdaydı.

Spreydeki havadan üç dört nefes çekip Fırat'ın elini tutarak ittim. O ise kolunu belime sarıp ben derin derin nefesler alıp verirken yatakta aşağı kayıp benimle birlikte uzanmıştı. Yorganı üzerimize örtüp beni sarıp sarmalarken ağladığım için ısınan bedenimle bu sıcaktan rahatsız olmuştum. Fırat'ın üzerinde sadece siyah bir eşofman altı vardı ve üstü çıplakken vücudunun bütün sıcaklığını hissedebiliyordum.

Onu ilk defa böyle görüyordum. İlk defa aynı yatağa o böyle yarı çıplakken giriyorduk. Vücudu fazlasıyla kaslı ve oldukça sertti. Ama ona bakınca ilk dikkatini çeken bu olmuyordu insanın. Göğsündeki ve karnının belirli bölgelerindeki yaralar oluyordu. Böyle bakınca dün gece benim için aldığı o sıyrık gerçekten de hiçbir şeydi. Lâkin o kadar yaraya rağmen en kral mankene bile taş çıkarırdı benim sevgilim.

  Benim sevgilim...

İçim sıcacık olurken usulca burnumu çekip yutkundum. Islak kirpiklerim Fırat'ın tenine sürtünürken başımı geriye atıp yüzüne baktım. Canı sıkkın gibiydi. Benim yüzümden olduğunu bilmek benim de canımı sıkarken yüzünü yüzüme doğru eğip gözlerime baktı. Bir eli yanağımı bulurken gözyaşlarımın bıraktığı ıslaklığı sildi tenimi severcesine.

"Fırat, " dedim usulca.

Alnını alnıma yaslayıp gözlerime bakarken, "Hazan," dedi.

Aklıma takılan bir soruyu soracaktım ve bu yüzden tereddüt ederken gözlerimi kaçırdım. Dilimin ucuyla alt dudağımı nemlendirip yutkunurken ,"Sen..." diyerek duraksadım. Fırat ise yüzümdeki eliyle çenemi tutup başımı biraz daha geriye atmama neden olurken dudaklarıma kapanmıştı. Üst dudağımı dudaklarıyla kavrarken alt dudağı dudaklarımın arasındaydı ve ben karşılık verip vermemek konusunda kararsızdım. Fakat ya dayanamadığımdan ya da onun beni böyle ihtiyaçla öpüşüne kıyamadığımdan yüzünü avuçlarımın içine alıp karşılık verdim.

Belime sarılı olan koluyla beni iyice kendine çekerken uzun zamandır öpüşmediğimizden Fırat'ın elti ve dolgun dudaklarının tadını özlediğimi fark etmiştim. Çok güzeldi. Çenemdeki eli saçlarımı buldu. Sevdi onları. Derin derin nefesler alırken içine çekti dudaklarımı. Benim açık olan gözlerime nazaran onun gözleri kapalıydı. Kaşları hafifçe çatık.

Bir süre öylece öptü beni. Bende yetişebildiğimce onu öpmüştüm. Dudaklarımız ayrıldığında Fırat nefes nefeseydi. Hızla yükselip alçalan göğsü göğüslerimi ezerken canım yanıyordu. Umursamadım. Gözlerimi kapatıp nefeslerimi düzene sokarken Fırat yanağımı öpmüştü.

"Böyle öpe koklaya saracağım tüm yaralarını, " dediğinde nefes nefese çıkan erkeksi sesi fısıltılı bir hâl içerisindeyken boğuktu. "Saçlarını seveceğim böyle. Koynuma alacağım seni. Canıma saracağım. İyi değilim, yoruldum , dedin bana. Sorun buysa tek çözümü ayrılık değil. Sen iyi olmayınca ben iyi olur muyum sanıyorsun? Sen yorulmuşken ben dinlenebilir miyim? Bu evi senin için aldım ben. Senin için dayayıp döşedim. Sen olmasan ne önemi var Hazan? Lojmandaki tek göz oda neyime yetmiyor benim? Asker adamım. Bir taş bulur dibine de yatarım. " Yüzünü boynuma gömdü. Kokumu sesli bir nefes alarak içine çekti derince. "Şimdi bu Ali mevzusu yüzünden yine bir ayrılık sebebi çıkarma nolur? İnan bana sikimde bile değil. Sakın sorma bana " bir teröristin kardeşi olduğumu bile bile beni nasıl sevdin " diye. Sakın " benden hiç mi şüphelenmedin " deme. "

Nereden biliyordu? Tam da bunları soracaktım az önce.

"Ben...merak ediyorum. Hiç mi..." derken sözümü kesti.

"Hiç, " dedi kesin bir dille. "Sen Türk bayrağına nasıl baktığını biliyor musun Hazan? "Ben cumhuriyet savcısı Hazan Hilâl Türkoğlu " derken sesindeki gururu hiç benim duyduğum gibi duydun mu? O gün şerefsizlerin elinden o iki küçük çocuğu alıp geldiğimizde cebinden çıkarıp o çocuklara uzattığın çikolatanın ne anlama geldiğini biliyor musun sen? Oğuz'un mahkemesinde o hakime söylediklerini söylemeye kimin yüreği yeter kızım bu devirde? Ben sana seni sevdiğimi söylediğim gün boşuna mı kucağıma alıp kalbini öptüm? Boşuna mı "yüreğine ölürüm senin " dedim sana? Bu şehre geldin ve oyunlarını bozdun o şerefsizlerin. Şimdi de kuyruğuna basılmış it gibi ne yapacaklarını şaşırdılar sana saldırıyorlar dört koldan. Ben nasıl o ibnelerle aynı kefeye koyayım seni? Nasıl bunun ihtimalini aklıma getireyim? "

Başını boynumdan kaldırıp boynundaki ellerimden birini tutup öperken, "Ulan ben daha senin bu minik ellerinle nasıl silah tuttuğunu bile anlayamıyorum," dedi. Elimi göğsüne koyup alev alev yanan kara gözlerini yüzümde gezdirdi. O kadar güzel bakıyordu ki bir an bana baktığından şüphe ettim. Acaba bana bakınca gördüğü şey neydi?

" Bu güzellikle bu narinlikle nasıl terör savcısı olduğunu bile aklımda bir yere oturtamıyorum. Nasıl tutupta seni onca pisliğin içine yakıştırırım Hazan? "

Duraksadı. Gözlerinden tam adını koyamadığım bazı duygular gelip geçti.

"İnsan ailesini seçemiyor, " dedi. "Senin ne suçun olabilir ki bunda?"

Dolan gözlerime inat gülümsedim. Ben ne güzel bir adam sevmiştim.

İçini çekip alnımı öptü.

"Doldurma şu gözlerini. Ağlama da. Sen ağladıkça benim içim sökülüyor. Sen nefes alamadıkça ben ölüyorum. Yapma. "

Sağ göğsüne koyduğu elimin altındaki kurşun yarasında uzun , ince parmaklarımı gezdirdim. Başımı yastıktan kaldırıp dudaklarımı yaranın üzerine bastırıp öptüm. Fırat onu öpüşümle kasılırken dudaklarımı teninden ayırıp yanağımı öptüğüm yaranın üzerine koydum.

"Fırat, " dedim usulca. Adını söylerken sesimin tınısı değişiyordu. O kadar çok seviyordum ki ismini sokağa çıkıp tüm dünyaya adını naralar atarak duyurabilirdim. Belki de buna gerek bile yoktu. Benim dünyam oydu ve bir nefes uzağımdayken fısıldasam bile beni duyardı. Şu an da olduğu gibi.

Başımı tutup göğsüne bastırırken, "Söyle bebeğim, " dedi.

"Az önce ve asansörde sana vurduğum için özür dilerim," dedim üzgün bir sesle. "Sinirle oldu. "

Fırat saçlarımı öperken, "Bir şey olmaz," dedi umursamazca. "Senin vurduğun yerde gül biter lan."
Hafifçe gülümsedim.

"Az önce acıyla inlerken pek gül bitiyormuş gibi durmuyordu. "

  "Hım?" Dedi.

"Hıhı, " diyerek onayladım onu.

Beni koltuk altlarımdan tutup sırt üstü uzanırken üzerine almıştı. Ellerimi geniş ve çıplak omuzlarına koyup tutunurken sevdiğim adamla göz gözeydim. Abajurdan yayılan sarı loş ışıkta esmere çalan buğday teni oldukça hoş ve öpülesi dururken yutkunmuştum. İnce askılı yarım atletim göğüslerimin altına kadar sıyrılmışken göbeğim Fırat'ın sert karın kaslarının üzerindeydi. Bu hâl Fırat'a dokunma isteğimi daha da artırıyorken içimde varlığından hiç haberdar olmadığım duygular yeşeriyordu.

Fırat'ın gözleri yüzümde çapkın bir ifadeyle gezinirken başını yastıktan kaldırıp dudaklarımı öptü.

Burnunu dudağımın kenarına sürterken, "Olmadı bir gün öpersin geçer, " diyen fısıltılı ve boğuk sesi kasılmama neden olmuştu. Bedenimi bir ateş basarken böyle bir günün ardından bile nasıl böyle aklımı dağıtabildiğini anlamıyordum. Dudakları boynumu bulurken içime birkaç titrek nefes çekerken, "Fırat , " dedim öylesine. Sesim çok güçsüz çıkmıştı.

Boynumdaki dudaklar çenemin altını bulurken,"Ne ,Fırat ölsün sana ne?" Dediğinde sesi bile içimde depremlere neden oluyordu. Yutkundum yine. Bu seferde yutkunuşumla boğazımı öperken, "Öpmez misin?" Dedi. Öperdim. Ama şimdi değil kocam olduğunda belki.

Kollarımı boynuna sarıp ona sokuldum. Kokusunu derince içime çektiğimde eli kadar olan belimi okşarken bir eliyle de saçlarımı seviyordu.

"Öperim, " dedim utana sıkıla. "Ama kocam olduğunda. " Sesim son sözlerimi söylerken içime kaçmış bir fısıltıdan farksız çıkmıştı. Fırat'ın belimi okşayan eli durmuş başı yastığa düşmüştü. Bende yüzümü boynuna gömdüm. Altımdaki koca beden kasılırken bir süre öylece durduk. Derince yutkunduğunu duyduğum da tek bir cümlemle geldiği bu hâl beni gülümsetti.

" Eğer bana böyle bir şey söylemişken bir daha o siktiğim ayrılık kelimesini ağzına alırsan bu gece elimde kalırsın Hazan," dediğinde sesi tehditkârdı.

Sessiz kaldım. Bir daha değil bu gece bundan sonra ömrüm boyunca Fırat'la geçirdiğim hiçbir gece de o kelime bu dudaklardan dökülmeyecekti. Ben bir savcıysam ve bu dünyada adalet diye bir şey varsa bizim ayrılmamız en büyük haksızlık olurdu. Ne kendime ne Fırat'a bu haksızlığı yapmayacaktım.

Fırat , "Hazan bir şey söyle, " dedi.

Başımı boynuna gömüp tenini öperken kollarımı sıkılaştırıp, "Seni istiyorum, " dedim utana sıkıla. "Koca adamımı istiyorum. "

Fırat birkaç saniye sessiz kalıp hafif bir kahkaha atarken gülüşünün sesi bile ruhuma şifaydı.

"Yok," dedi hâlâ gülerken. "Yok sen beni delirtmek istiyorsun. " Duraksadı. Gülüşünü bastırmak için derin bir nefesi alıp yavaşça verirken, "Ayrılık yok," dedi teyit etmek ister gibi. "Bitti? Bir daha ayrılalım diye tutturmayacaksın? " Emin olmak istiyordu.

"Tutturmayacağım," dedim. "Söz."

Fırat hızla yattığı yerde hareketlenip beni altına alırken sıkıca dudaklarımı öpmüştü. Neye uğradığımı şaşırken gözlerim büyüdü.

Dudaklarımı peş peşe ses çıkartarak öperken hızlanan nefesleriyle alnını alnıma dayayıp, "Şu an öyle çok dokunmak istiyorum ki sana, "dedi. Dişlerini sıkıyordu. " Bir şey söyle...bir şey söyle durdur beni Hazan."

   Ne söyleyebilirdim ki?

Alt dudağımı ısırırken, "Evlenelim, " dedim birden. Fazla mı olmuştu?

Fırat bu yakınlıkta gözlerimin içine bakıp, "Durdur, dedim yavrum azdır değil, " dediğinde utanmıştım. Gözlerimi kaçırdım. O ise başını boynuma gömüp hep yaptığı gibi derin bir nefes alırken, "Evleneceğiz zaten," dedi. "Sado'yla konuştum yarın bir imam bulup gelecek . Nikâh kıyacağız. Sonra da şu soruşturma kapansın Urfa'ya götüreceğim seni. Dedemle tanıştıracağım. Orada da resmî nikâhı kıyarız."

Duraksadı. Yüz yüze gelmemizi sağlayıp gözlerime bakarken, "Evlenme teklifi yapayım mı sana?" Diye sordu birden. Kaşlarım anlık bir çatılırken güldüm.

"Ne?"

"Evlenme teklifi yavrum işte. Önüne diz çökmeli falan. İster misin? "

Dudaklarımdan küçük bir kıkırtı dökülürken ne çok gülmüştüm bu akşam.

" Bana mı soruyorsun Fırat bunu?" Dedim.

Dudaklarımı öpüp, "Kime sorayım kızım karım olacak sensin, " dedi.

"Onu mu diyorum Fırat? Böyle bir şey ister misin diye sorulmaz ki. İçinden geliyorsa yaparsın. Ayrıca ben senin benim önümde diz çökeceğini pek sanmıyorum. O yüzden beni beklentiye sokma, " dedim.

Fırat'ın kaşları sözlerimle çatılırken, "Niye çökmez mişim?" Diye sordu. "Sen günün sonunda benim olacaksan ben ayaklarına bile kapanırım senin. Söz konusu sensen bende limit yok Hazan."

Dudaklarıma küçük bir tebessüm gelip otururken sevdiğim adamın gözlerine baktım. Ne güzel seviyordu beni. Az önce ayrılmayı konuşurken şimdi şu halimiz içimde nelere değerdi. Korkmuyordum artık. Ne Fırat'la evlenmekten ne de bu işin sonrasından hiçbir çekincem yoktu. Fırat bana o kadar güzel şeyler söylemişti ki bir şeyler sütliman olmuştu içimde. Bir fırtına durulmuştu ruhumda. Bir sakinlik, huzurlu bir dimginlik hakimdi içime. Fırat'ın Ali'yi biliyor oluşu omuzlarımdan koca bir yükü alıp götürmüştü sanki. O koca sırla bir başıma değildim artık bu şehirde. Beni anlayan benden 7 yaş büyük bir adamım vardı benim. Koca adamım. Benim her şeyim...

"İstemiyorum, " dedim. "Zaten neredeyse her gün bana evlenme teklifi ediyorsun. Gerek yok. Hem sevmem ben öyle şeyleri. "

"Emin misin?"

Başımı olumlu anlamda sallayıp ,"Eminim ," dedim. "Sadece..." derken duraksamıştım.

Fırat gözlerime sorgulayıcı bir şekilde hafifçe çatılan kaşlarıyla bakarken, "Sadece ne?" Dedi.

Dudaklarımı büzüp gözlerimi sağa sola kaçırırken kollarımı Fırat'ın boynundan çözdüm. Sol elimin yüzük parmağıyla oynarken,"Ben..." dedim söyleyip söylememekte kararsızdım.

"Yavrum söyle, ne?"

"Yüzük istiyorum, " dedim tek seferde.

Aslında şimdi karar vermiştim istediğime. Sabah otobüsteki teyze parmaklarıma bakıp durmuştu. Her fırına girdiğimde Musa amca da bakıyordu. Fırat'ın dayısı Memduh beyde ,"sözlüm diyorsun ama kızın parmakları boştur, " demişti. Öte yandan Necla hanım babaannemin karşısına çıkıp Fırat'la Filiz'in sözlü olduklarını söyleyip benim aralarını bozduğum iftirasını atmıştı üzerime. Oysaki Fırat'ın sevdiği kadın hep bendim. O benimdi. Onun bu hayatta benden başka sözlüsü de eşi de olamazdı. Yüzük istiyordum işte.

Gözlerim tepkisini ölçmek ister gibi yüzünde gezinirken Fırat o çok sevdiğim çarpık gülüşünü ortaya sererken gülümsemişti. Ama öyle güzel gülümsemişti ki sanki ona bu hayatta duymak istediği tek şeyi söylemiştim.

"Alırız, " dedi. Belimdeki kollarıyla beni kendine çekip alnımı öptü. Bende kollarımı yeniden boynuna sarıp ona sokuldum. "Benim kızım ilk defa benden bir şey istemiş, almaz mıyım hiç?"

Gülümsedim. Sesi çok huzurlu ve sakindi. Sıcak bir yaz günü, akşam üzeri, hafif bir meltem eserken ve güneş kaybolurken ufuktan bir ağacın gölgesinde gözlerini kapatıp kuş cıvıltılarını dinlemek gibi.

"Bir şey daha istiyorum," dedim.

Ensemi öpüp kokumu içine çekerken, "Emret," dedi.

Hafifçe içimi çekip kokusu dolarken burnuma, "Beni hep böyle seçeceğine söz vermeni istiyorum," dedim usulca. "Ne olursa olsun, üzerimizden kaç yıl geçerse geçsin beni hep böyle seveceksin, söz mü?"

Başını biraz geriye çekip boynumu öptü. "O Allah'ın emri artık. Ben seni bir ömür böyle koynuma alıp sevmek için karım olarak istiyorum. Hiçbir şey yapmadan bu yatakta öylece dur ve ben gelip gidip hep seveyim seni. "

İçim usul usul Fırat'a akarken saçlarının arasına kokusunu derince içime çekerek bir öpücük kondurdum .

"Sende benden bir şey iste, " dedim.

Fırat boynumu emmekle öpmek arasında talan ederken,"Ne isteyeyim?" Dedi boğuk ve genizden gelen sesiyle.

"Bilmem. İste işte bir şey, " dedim.

Öptüğü yerlere burnunu sürtüp hafifçe içini çekti. Dudakları kulağımın arkasını bulurken sıcak nefesi tenimi ateşe veriyordu.

"Öyle önünü arkasını düşünmeden açık çek sunma bana. Benim isteklerim senin ki kadar masum olmaz," dediğinde neyi kasettiğini anlamak zor değildi. Bedenimden bir ürperti geçerken yüzümü boynuna gömdüm. Bedenime sarılı olan kolları sıkılaşırken, "Şşş ," dedi. "Hem korkuyorsun hem de ateşle oynuyorsun. "

Yutkundum. Ona daha sıkı sarılırken, "Benim suçum mu?" Dedim. "Her şeyi bir şekilde hep oraya çekiyorsun. Ben masum bir niyetle sormuştum o soruyu. "

Çene kemiğimi öptü.

"Altımdasın Hazan," dedi. "Yataktayız. Yarı çıplağız. Sen çok güzelsin. Bu halde seni böyle deli gibi seven bir adam başka ne ister lan?"

Dudaklarımı büzdüm. Haklıydı. Derin bir nefes aldım. Hem konuyu değiştirmek hem de aramızda konuşulmamış bugüne dair tek bir şey dahi bırakmamak adına, "Fırat, " dedim çekindiğimi ve tereddüt ettiğimi belli eden sesimle.

Yeniden boynuma gömülüp tenimi öpücüklere boğarken,"Kurban olsun Fırat sana , söyle, " dedi.

"Bir şey soracağım ama kızma," dedim.

Boynumdaki öpücükler dururken sıkıntılı bir nefesi alıp verdi.

"Hazan, bozma şu anı, nolur?" Dedi. "Boktan bir gün geçirdik bugün. Az kalsın seni kaybediyordum. Kafayı yiyecektim. Senin yanına gelene kadar aldığım nefes nefes değildi. Yeni yeni kendime geliyorum. N'olur şu anı bozacak bir şey söyleme. Bugün susalım, sonra konuşuruz. "

Sesi öyle bir haldeydi ki korkuyordu sanki. Yalvarıyordu bana bu anı bozmamam için. Nasıl kıyardım ki ona? Uğradığım tacizleri ve uğramak üzere olduğum tecavüz olayını duyduğunda ne hissettiğini merak etmiştim, sormasam da olurdu.

Gözlerimi beyaz tavanda gezdirdim.

"Bugün sabah otobüse bindim , biliyor musun?" Dedim öylesine.

Fırat rahatlamış gibi nefesini dışarıya verirken başını boynuma bırakıp, "Hım?" Diye bir mırıltı çıkardı dudaklarının arasından.

"Hıhı, " dedim tatlı bir sesle. "Bir teyze oturuyordu yanımda. Böyle tonton bir teyzeydi. Boncuk gibi mavi gözleri vardı. Parnaklarıma bakıp duruyordu. Sonra bana torununun fotoğrafını gösterdi. 26 yaşında öğretmenmiş. Pek efendi, dedi. "

Anlattıklarımla Fırat'ın koca cüssesi gerilirken başını boynumdan kaldırdı. Boynuna sarılı olan kollarımı gevşetip buna müsade ettiğimde yüz yüze gelmiştik. Kaşları çatık, kara gözleri öfkeyle parlarken gözlerime bakıp, "Sen çıldırtmaya mı çalışıyorsun beni? Ne öğretmeni, ne fotografı Hazan? " dediğinde sesi serti.

"Yooo. Öyle bir derdim yok," dedim nazlı bir sesle. " Sadece bil diye söylüyorum. Bak bir gün nezarethaneye girdin iki tane talibim çıktı. Bir daha girme diye söylüyorum. Sende diyorsun ya çok güzelim. Bence beni tek başıma başı boş bırakıp hapislere düşmeden önce bundan sonra iki kez düşün. "

Fırat sinirden köpürürken ben çok eğleniyordum. Burnundan soluyordu. Alnındaki damarlar yine patlayacakmış gibi şişerken,"Biri rahatsız mı etti seni ?" Diye sorduğunda anlattıklarımla ne alakası olduğunu sorgularken ,"Ne alakası var?" Dedim.

Fırat sert bir nefesi alıp verirken, "Soruma cevap ver. O yüzden mi yüzük istedin benden? Bir şey mi oldu otobüste?" Dedi. Çok sinirliydi. Bu kadar kızacağını, böyle şeyler düşüneceğini tahmin etmemiştim. Niyetim konuyu dağıtıp biraz eğlenmekti.

"Hayır olmadı, " dedim.

"Doğruyu söyle bana. "

"Doğruyu söylüyorum Fırat olmadı. "

Fırat birkaç saniye öylece gözlerime baktı. Ardından üzerimden kalkıp yatağa otururken sırtını bana dönmüştü. Birden ne olduğunu anlamadan geldiğimiz bu hâl canımı sıkarken uzandığım yerden doğruldum. Yatağa oturup gözlerimi Fırat'ın çıplak , oldukça geniş ve kaslı olan sırtında gezdirdim. Sırtı gibi geniş olan omuzlarını, subay tıraşı olan kömür karası saçlarını, kalın ensesini izledim. Sırtında da karnında ve göğsünde olduğu gibi birçok kurşun yarası vardı. İçim titredi o an. Bedenimden bir ürperti geçti. Derince yutkundum. Bir kadın bir adamın yaralarına da aşık olurmuş, gözlerim doldu. O pürüssüz esmer teninde o yaralar hem o kadar yersiz hem de öyle bir yerli yerindeydi ki her birini öpüp koklayıp sevmek istedim.

Neden benden böyle uzaklaştığını anlamıyordum. Acaba bilerek mi yaptığımı düşünmüştü? "Bozma bu anı" demişti bana. İnadına yaptığımı mı sanmıştı?

Fırat dirseklerini dizlerine dayamış, yüzünü ellerinin arasına alıp hafif öne doğru eğilmiş bir vaziyette öylece dururken oturduğum yerde dizlerimin üzerinde doğrularak ona doğru ilerledim. Ellerimi sırtına koyup arkasına otururken omzundaki yarayı öptüm. Tenini okşayıp yanağımı sırtına yaslarken, "Fırat bilerek yapmadım, " dedim üzgün bir sesle. "Sadece konuyu değiştirmeye çalışıyordum. "

Ona dokunup öpüşümle kasılan koca bedeni hareketlenirken oturduğu yerde yan bir şekilde bana dönüp kollarımın altından tutarak beni kucağına aldı. Bacaklarım iki yanını bulurken şu hâlde bile oldukça sert olan erkekliği kalçalarımın altındaydı.

Kalın ve kaslı kollarını, onun kollarında fazlasıyla küçük kalan, bedenime sardı. Alnımı öpüp çenesini başıma yaslarken, "Benim korumam lazım seni ," dedi durgun bir sesle. "Senin saçının teline bile zarar gelmemesi lazım. 6 yıl önce çıkıp karşına koruyamadım seni. Başına onca şey gelirken yanında yoktum. Korktuğunda , ağladığında, yalnız kaldığında yanında olmam lazımdı. Nasıl pişmanım biliyor musun? Sana...dokunmaya kalkan, sana dil uzatan o picleri yanında olup yerin dibine gömemediğim için nasıl kızgınım kendime? " Beni sımsıkı saran kolları git gide sıkılaşırken canımı yakıyordu. Sesi kendine kızgın olduğunu fazlasıyla belli ederken koca gövdesi kasılıp duruyordu.

Çenesinin altındaki başımı hareketlendirip bağrını öptüm.

"Olma," dedim usulca. "Kendine kızgın olma Fırat. Senin suçun değildi. Bir kere sesini duyup fotoğrafını gördüğün bir kızı ne kadar sevebilirsin ki? Yanımda olmak zorunda değildin. İşini gücünü bırakıp benim peşime düşmen saçma olurdu zaten. O kadar mesafeyle ilişki de yürütemezdik. Aklımız birbirimizde kalırdı. Böylesi daha iyi oldu. "

Ne dediğimi bilmiyordum. Sadece Fırat'ın başıma gelen şeyler için bir yerde kendini suçladığını hissetmiştim ve bu beni üzmüştü. Başıma gelenler için kendini suçlu hissetmesi gereken hiç kimse şimdiye kadar değil bir suçluluk duygusu ufacıkta olsa bir rahatsızlık bile duymamışken Fırat'ın kendine haksızlık ettiğini söyleyebilirdim. O vatanını koruyan bir askerdi. Bende dahil olmak üzere bu ülkenin her bir karış toprağında yaşayan tüm insanların minnet duyması, saygı göstermesi gereken biriydi. Hepimizin üzerinde hakkı vardı onun. O elinde silah dağlarda çatışırken ben daha liseye gidiyordum. Köpeğini gezdirdiğim pedofili adam tarafından taciz edildiğimde 14 yaşındaydım. Tecavüze uğramak üzere olduğumda ise 20. Fırat'tan oldukça küçüktüm işte. Birlikte olmamız saçma olurdu. Anlaşamazdık. Fırat mesleğini eline almış, koskoca bir savcıyken bile üzerime bu kadar düşüyorken o yaşlarda birlikte olsaydık aramızdaki ilişki baba - kız ya da abi - kardeş ilişkisinden hallice olurdu.

Fırat başımın arkasını öpüp kokumu solurken sözlerimle duraksadı.

" Sana olan sevgimi mi sorguluyorsun sen?" Dedi sert bir sesle. "Haddine mi Hazan? Ben biliyorum ne çektiğimi. Bahar'ın yanından gidip kaydını İstanbul'a aldırdığını öğrendiğimde ben biliyorum nasıl kafayı yediğimi? O sesini nasıl özlediğimi ben biliyorum? Senin o " bir fotoğraf " dediğin şey operasyondan döner dönmez ilk baktığım şeydi benim. Ulan bir pusuya düşeriz, milyarda bir ihtimal olsa bile şerefsizlerin elinde esir alınırız da resmin o itlerden birinin eline geçer diye göreve giderken yanıma bile almaya kıyamıyordum ben o resmini. Ben senin resmine kıyamazken, ben seni gözümden sakınırken sen neler yaşıyor muşsun? "

Sesi sinirden titreyip bedeni kasılırken, "Fırat, " dedim üzgün bir sesle ona daha çok sokulurken. Ben konu buraya gelmesin diye onu dinleyip susmuştum ama yine de buraya gelmiştik. Bana olan sevgisi o kadar büyüktü ki dayanamıyordum ona.

"Yok Fırat, " dedi hiçbir şey kaybetmediği öfkesiyle beni kollarıyla mengene gibi sararken. "Kaldı ki ben o zamanlar karşına çıksaydım, sen beni sevseydin, gözlerime bugün baktığın gibi baksaydın bir kere ben o mesafeleri sikip atmaz mıydım? Tutar alırdım seni yanıma. Burada okurdun. Gözümün önünde olurdun. Ne taksiye çıkmak zorunda kalırdın, ne garsonluk yapardın ne de o siktiğim, pezevenk kaynayan barlara gitmek zorunda kalırdın. Ben bakardım sana. Küçücük bir şeysin lan! Koca aşirette nereye sığdıramadılar seni anlamıyorum ki. "

Yüzümü iyice göğsüne gömdüm. Gülümsedim burukca. Böyle anlatınca öyle bir hayatı hayal etmiştim ve...garip gelmişti.

"Ama yaşım sana göre çok küçük olurdu. Anlaşamazdık. Hem ne olursa olsun kendi paramı kazanmak isterdim. Sonra sen kızardın. Her gün tartışırdık. Olmazdı ki." Dedim öylesine .

"Şimdi de bana göre çok küçüksün Hazan. Değişen ne? Yine tartışıp duruyoruz. Sen yine kızdırıyorsun beni. Bizim olurumuz bu demek ki."

Hafifçe güldüm. Evet, olurumuz buydu.

Fırat saçlarımı ensemden geri itip koklayarak tenimi öperken sessiz kaldım. Bugün bile onlarca sorunumuz varken geçmiş için tartışmak istemiyordum.

"Gülüşünü yerim senin. "

Aramızda duran ellerimi beline sardım. Sırtını ve yaralarını okşarken sırt kaslarına dokunmak çok güzeldi. Bugün niye böyleydim bilmiyordum ama her zerrem Fırat'ı istiyordu. Kendimi onunla bir bütün olmak istercesine ona bastırıp duruyordum. O koca bedenine dokunup hissetmek istiyordum. Sanki aramızdaki bütün engeller kalkmış gibiydi. Fırat hâlâ benden bir şeyler saklıyordu. Dedemle aralarındaki sorunu da bilmiyordum ama Fırat'ın bana zarar verecek hiçbir şey yapmayacağını biliyordum. Ondan uzak olduğumda kafam allak bullak oluyordu. Doğruyla yanlışı ayırt edemiyordum. Fakat o yanıma gelince her şey birden önemsizleşiyordu. Bütün dertlerim onun birkaç öpücüğüyle son buluyordu. Korkularım o kadar da elzem gelmiyordu. Bu hayattaki tek gayem Fırat'ı sevmekmiş onun tarafından sevilmekmiş gibiydi. Huzuru soluyordum sanki bağrında. Dünyada nefes alacak daha güzel bir yer, solumaya değer daha hoş bir koku var mıydı ki?

  "Hazan."

Ve bundan daha hoş bir ses.

"Hım?" Diye bir mırıltı döküldü dudaklarımdan. Mırıldanışım bile huzurluydu. Çıplak bedeninden yayılan sıcaktan mayışmıştım. İnce askılı yarım atletimin açıkta bıraktığı sırtımda gezinen el yine uykumu getiriyordu. Başım kasları yüzünden oldukça sert olan göğsüne yaslıyken bir süredir gözlerim kapalıydı. Uzun bir süreden sonra ilk kez bu odada uyuyabilmiştim ve yine uyumak istiyordum.

Fırat sıkıntılı bir iç geçirip göğsündeki başımın hareketlenmesine neden olurken,"Az önce yaptığım şey için özür dilerim," dedi. Sesi alıp verdiği nefesler gibi sıkıntılı ve şu halde hoşuma gitmeyecek kadar ciddiydi.

"Ne yaptın ki?" Diye sordum başımı göğsüne iyice yerleştirirken.

Bana mümkünü varmışcasına daha sıkı sarıldı. Omzumu kokumu içine çekerek öperken, "Alt kattan seni omzuma atıp buraya getirip yatağa attım ya. Dokundum sana. Sonra o söylediklerim. Eğer bir kere bile sana o şerefsiz orospu çocukları gibi hissettirdiysem..." duraksadı. Sert bir şekilde soludu. "Durma terk et beni. Sen öyle "beni sevmiyorsun " diyince ben bilemedim naptığımı. Affet. "

Beline sarılı kollarımı sıkılaştırıp başımın yaslı olduğu sol göğsünü öptüm gözlerimi açmadan.

"Hissettirmedin, " dedim hafif fısıltılı çıkan sesimle. "Sen bana dokununca ben bazen korkuyorum. Ürküyorum, heyecanlanıyorum. İçim içime sığmıyor bazen. Dahasını istiyorum. Ama tiksinmiyorum Fırat. 14 yaşındayken ben öyle pisliklerden korktum evet. Ama büyüdüğümde sadece tiksindim onlardan. Ben istemediğim sürece kimse bana dokunamazdı çünkü. Şimdi sen varsın. Artık bana senden başka kimse dokunamaz. Seninim ben. Senin olacağım. "

Fırat başını boynuma gömüp, "Ayarlarımla oynuyorsun, " dedi boğuk sesiyle. Kalçalarımın altında git gide sertleşen erkekliğini hissederken neyden bahsettiğini anlamak zor değildi.

"Niye , ne yaptım ki?" Dedim masum bir sesle.

Güldü.

"Niye böylesin sen bu gece?" Dedi sitem eder gibi. "Fazla zorluyorsun beni. "

Göğsündeki dudaklarımı tenini öpe koklaya boynuna çıkardım. Sırtındaki ellerimden birini belimi saran kaslı ve damarlı koluna koyup okşarken, " Sen başlattın, " dedim. Sesim git gide kısık ve dişil bir hâl alıyordu. Fırat sesli bir şekilde yutkunurken nefesleri dokunuşlarımla hızlanmıştı. "Yanıma böyle gelip yatmak zorunda değildin. Beni yaralarına aşık etmek zorunda da değildin. Ya da bu kadar yakışıklı olmasaydın mesela ikimiz içinde her şey daha kolay olurdu. "

Fırat'ın teni ateş gibi olurken belimi okşayan elleri durmuştu. Hızlanan nefesleri kesik kesik bir hâl alırken yüzü boynuma gömülü öylece duruyordu. Bense onu sevip okşamaya devam ediyor boynuna küçük küçük öpücükler konduruyordum.

"Hazan," dedi nefes nefese çıkan sesiyle inler gibi.

"Aşkım," dedim halihazırda ince olan sesimi daha da incelterek dolu dolu.

Fırat beni iyice kendine çekip sımsıkı sarılırken,"Offf," dedi. Acı çekiyordu sanki. "Offf Hazan yapma. Baş edemem seninle böyle yapma. " Her ne hissediyorsa dişlerini sıkıp bastırarak söylediği bu sözlerin içinde o kaba ve davudi sesini titretiyordu. Bende böyle yapmak istemiyordum ama Fırat'a karşı içimde bir şey cayır cayır yanıyordu. Öpmek,, dokunmak, yaralarını sevmek istiyordum. Yine de ne kadar zorlandığını altımda taş gibi olan erkekliğinden anlayabiliyorken daha fazla ileriye gitmeden,"Uykum var," dedim.

Fırat boynumda derin bir nefes alıp yutkundu. Birkaç saniye sessiz kalıp sıklaşan nefeslerini düzene sokarken, "Önce bir şeyler yedireyim sana ilaçlarını iç. Saati geliyor zaten. Sonra uyursun," dedi.

Başımı omzuna koyup kolundaki elimle dünkü kurşun yarasını kapatan büyük beyaz yarabandının üzerini okşarken, "Aç değilim." Dedim uykulu bir sesle. " Hem ilaçlarımı dün gece Saadettin abilerin evinde unuttum. Uyumak istiyorum. Ama sen bir şeyler ye olur mu? Dünden beri hiçbir şey yemedin. Hep benim yanımdaydın. Bu kadar uykum olmasa ben hazırlardım ama çok uykum var. Sonra da yanıma gelip sarıl bana. Tamam mı?"

Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, "Niye söylemedin bana bu ilaç işini? Buraya gelmeden önce gider alırdık," dedi azarlar bir tonu olan sesiyle.

Hafifçe içimi çekip, "Aklıma gelmedi. Hem kendimi iyi hissediyorum. İlaç içmekten sıkılmıştım artık. İyi oldu," dedim umursamaz bir sesle.

Fırat bu seferde sert bir nefesi alıp verirken, "Ne iyi oldu Hazan? " demişti. Sesi kızgındı. "Durumunun ne kadar ciddi olduğunu biliyor musun sen? Karaciğerin kendini tamamlamazsa yeni bir ciğer bulmak belki aylar belki yıllar sürecek. Sabahki randevuya da gitmemişsin. Niye sağlığın söz konusu olduğunda bu kadar sorumsuzca davranıyorsun?! Derdin ne kızım senin?!"

Yükselen sesi kapalı olan gözlerimi açmama neden olmuştu. Kaşlarım sözleriyle çatılırken yarasını seven elim durmuştu. Kendimi ondan geri çekip sinirle gerilen yüzüne ve çatılan kaşlarına bakarken, "Bağırma bana," dedim.

Sinirle solurken, "Bağırtma o zaman sende kendine!" Dediğinde hâlâ bağırıyordu. "Ne demek kendi kafana göre ilaç bırakmak?! Bende yoktum yanında lan ya bir şey olsaydı!"

"Olmadı ama," dedim. Neye bu kadar kızdığını anlamıyordum.

" Ne yani Hazan sevinelim mi şimdi buna?! Ateşin var, elin ayağın buz gibi. Evin ısısını eliye çıkardım hâlâ ısınmıyorsun. Belki de oluyor bir şeyler farkında değilsin! Niye böyle yapıyorsun?! "

Az önceki halimizden sonra bul hâl canımı sıkarken gözlerim dolmuştu. Ellerim ayaklarım soğuktu çünkü kansızlığım vardı. Ayrıca sıcaktan patlıyordum. Ateşim vardı evet ama hissetmiyordum. Yaram da acımıyordu, ciğerimde. İyiydim işte. Niye kızıyordu ki bu kadar?

Gözlerinin içine bakıp, "Abartıyorsun," dedim. " Her şeyi abarttığın gibi bunu da abartıyorsun. Bana bağırmak için yer arıyorsun. "

Sözlerimle birkaç saniye gözlerime bakıp gözlerini kapattı. Sakinleşmek ister gibi derin bir nefesi alıp verirken başını başka tarafa çevirmişti. Sakinleşmeye çalışıyordu.

Ardından o çok sevdiğim kara gözler gözlerimi yeniden bulurken,"Dün ufacık bir sıyrık için hasteneye gidelim diye ağlayan kız mı söylüyor bunu?" Diye sormuştu.

Gözlerimi kaçırdım. Tamam onun sağlığı söz konusu olunca bende abartıyordum bir şeyleri ama aynı şey değildi.

"Aynı şey değil, " dedim.

"Öyle olsun bakalım," dedi. Hâlâ soğuk yapıyordu. Bende bir şey söylemedim. O ise oturduğu yerden benimle birlikte kalkıp beni yavaşça yatağa bırakmıştı. Tekmeleyip bir kısmını yere düşürdüğüm yorganı yatağın üzerine atıp dolaba doğru yöneldi. Uzun boyu, kalın ve adaleli bacaklarını saran siyah eşofman altı, çıplak üstü derken sırtımı yatak başlığına yaslayıp iç geçirdim. Her ne kadar tartışsakta o benimdi.

Dolaptan beyaz bir tişört alıp üzerine geçirdi. Bir insan tişört giyerken bile bu kadar yakışıklı olmamalıydı. Eline aldığı siyah deri ceketle kaşlarım çatılırken, "Nereye?" Dedim sorgulayıcı bir sesle.

Fırat ceketini giyip yatağın ayak ucunda dururken hâlâ düzelmeyen çatık kaşları ve sert yüz ifadesiyle,"İlaçlarını alıp geleceğim, " dedi düz bir sesle. Bulunduğu yerde hareketlenip makyaj masasının üzerindeki telefonunu almıştı .

"Yarım saatte dönerim. "

Arkasını dönüp kapıya doğru yürürken bir şey demedim. Odadan çıkıp evden giderken de sessizdim. Ne gerek vardı ki şimdi bu saatte?

Offf Fırat of.

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Loading...
0%