Yeni Üyelik
61.
Bölüm

61. Bölüm

@yikim2024

   &&&

Elimde ilaç poşetiyle girdiğim odada burnuma dolan kokuyla olduğum yerde birkaç saniye duraksadım. Gözlerim geniş yatağın ortasında yarı çıplak yatan kızda gezinirken şu manzarayı görebilmek için karşıma aldığım şeyleri düşündüm. Vazgeçtiğim ve vazgeçebileceğim onlarca şeyi. Eğer hayatınızın ipleri bir yerde elinizden kaymışsa önce bir tedirginlik sarar içinizi. Biraz yüreği zayıf biriyseniz belki korkarsınız. Ama sonra müthiş bir rahatlama duyarsınız. Bu bir mayına basmak ve sonrasında o mayından kurtulmak gibi bir şeydir. Benim hayatımın ipleri yıllar önce elimden kayıp gitmişti. O zamanlar bir çocuktum. Erkek adamın erkek oğlu ya da Urfa'nın en büyük aşiretlerinden biri olan Korkmaz aşiretinin ağası Ömer Korkmaz'ın ikinci erkek torunuydum.

Bu belki bir mayına basmanın ta kendisiydi. Belki de onunla eş değer bir şey. Biraz acımasızca ama ben o mayına küçücük bir bebekken basmıştım. Bir ayağım hâlâ üzerinde ve ben 31 yıldır aynı yerdeydim.

Yavaşça odaya girip kapıyı kapattım. Elimdeki ilaç poşetini masanın üzerine bırakıp yatağa doğru ilerledim. Hazan bir yastığı bacaklarının arasına almış, her zamanki gibi üzerini örtmemişken, yüz üstü yatıyordu. O öldüğüm, dokunmaya kıyamadığım upuzun saçları ince belinden yuvarlak ve dolgun kalçalarına kadar dağılmıştı. Düzenli nefes alış verişleri kulaklarıma doluyordu. Küçük ayakları üzerine örtmesi gereken yorganın üzerindeyken derince içimi çektim.

Evden çıktığımda aramız biraz bozuktu. Bana ona bağırmak için yer aradığımı söylemişti. Her şeyi abarttığım gibi bunu da abartıyormuşum. Fazla masumdu. Beni daha tanımadığı için neleri ne kadar abartabileceğimi de bilmiyordu. Hayatının ipleri yıllar önce elinden kaymış, bir ayağı yıllanmış bir mayının üzerinde yaşayan bir adam daha neleri abartabilir bilmiyordu.

Kıyamıyordum ona. Ne o bu kadar güzelken dokunmaya kıyabiliyordum ne de onu böyle it gibi severken bırakıp gitmeye. "Ayrılalım " dediğinde nasıl atmıştı tepem. Nasıl canımı yakmıştı. Her defasında gitmek istiyordu. Normal bir konuşmanın ortasında bile ayrılık imalarında bulunuyordu. Aklından bir türlü atamadığım o ihtimal canımı sıkıyordu. Az önce bu yatakta üzerimde yatarken ayrılmayacağımıza dair söz vermişti bana. Tıpkı onun evinde koltukta yine üzerimde yatarken söz verdiği gibi yine vermişti.

Ayak ucuna oturup gözlerimi süt beyazı teninde gezdirdim. Beyaz çarşafların arasında kaybolacaktı sanki teni. Fazla küçüktü. Hem bu yatağa göre hem de bana göre. Elimi ayaklarının üzerine koyup okşadım. Soğuktu. Sıkıntılı bir iç geçirip ayaklarına doğru eğildim. Kokusunu içime çekerek öptüğümde bedenim ürperdi. Ona her dokunduğumda böyle oluyordu. Kasılıyordum, sertleşiyordum. Kaç operasyona gitmiş, kaç mermi yemiş, kaç bombaya basıp kurtulmuş adamdım ben. Bir kızın tek bir saçının telinin bile beni böyle ürpertmesi fazla geliyordu.

Geri çekilip ayaklarıyla bir köşeye ittiği yorganı üzerine örttüm. İlaç içmesi için onu uyandırmam lazımdı ama bir süre daha uyusun istedim. Günlerdir doğru düzgün uyumuyordu. Üzerimdeki çeketi çıkarıp bir köşeye attım. Yiyecek bir şeyler hazırlamadan önce kokusunu solumak istiyordum. Ona sarılmak, kollarımda küçücük kalışını izlemek, tenine dokunmak, sıcaklığını hissetmek iyi geliyordu. Bağımlılık gibi bir şeydi benim için. Birkaç saat ayrı kalsam bile deli gibi özlüyordum.

Oturduğum yerden kalkıp yavaşça yanına uzandım. Kolumu başının üstünden geçirip saçlarını öptüm. Diğer kolumu da beline sardığımda hafifçe kımıldadı. Sonra birkaç homurtu döküldü dudaklarından. Arada uyurken yapıyordu bunu. Bir şeylerden rahatsız olmuş gibi ya da onu huzursuz eden bir rüya görüyormuş gibi. Bu sefer sebep bendim.

  "Şşş "

Göbeğini okşadım yavaşça. Teni yumuşacıktı. Dokundukça dokunasım öptükçe öpesim geliyordu. Dudaklarım hâlâ saçlarındayken kokusunu içime çektim. Rahatlatıyordu. Kokusu içimi titretiyordu. Daha çok solumak için yüzüne dağılan saçlarını omzundan geriye çekip başımı boynuna gömdüm. Her fırsatta öptüğüm, yüzümü gömdüğüm nefeslendiğim yerdi burası. Ama en çok göğüslerinin arasını seviyordum. Teninin yumuşaklığını, sıcaklığını , kalp atışlarını duymak beni deli ediyordu.

  "Yavrum"

Gözlerimi kapattım. Onu daha çok kendime çektim. Ne kadar dokunup sararsam sarayım yetmeyecekti. Dahasını istediğimi biliyordum. Birkaç saat önce onu bu yatakta altıma almıştım. Dokunsam dokunurdum. Küçücük bir şeydi. Bana asla gücü yetmezdi. Ona yaklaştığım an zaten titremeye başlıyordu hemen. Onu öperken biraz ileri gittiğimde ürküyordu. Hemen "dur Fırat, yapma Fırat " diyordu. Ne söylediğinin bir önemi yoktu. Beni durduran sesiydi. Duyduğum an beynim uyuşuyordu. Ne söylese yapardım sanki. "Bir ömür bana dokunma ama ben hep yanında olup sarılayım sana" dese mesela kabulümdü. Çok istiyordum onu. Bir kız daha nasıl sevilir, nasıl arzu edilir bilmiyordum. Onu isterken mesele penisimin bir kadının içine girmesi değildi. Eğer öyle olsa şu an ikimizde bu yatakta çırılçıplak olurduk. O benim şimdi kızımdı ama o zaman kadınım olurdu.

Bana "beni sevmiyorsun " demişti. Dediği gibi sinirle söylemişti ama beni delirtmeye yetmişti. Onu omzuma atıp yatakta altıma alana kadar ne yaptığımı bilmiyordum ama sonrası kontrolümün altındaydı. Çünkü biliyordum: onu kaybetmemek için çırpınırken o an yanlış bir şey yapsam, tek bir saniye öfkeme kapılıp yaptığım şeyin devamını getirsem Hazan'ı kaybederdim. Bugün dedesinin yüzüne baktığı gibi nefret ve öfkeyle bir kere baksa gözlerime ölürdüm. Uğradığı tacizleri Allah belâmı versin ki bilmiyordum ama o...tecavüz olayından haberim vardı. Hemde o gün...o olayı yaşadığı gün öğrenmiştim. Peşine taktığım adamlar defalarca aramış olmasına rağmen eğitimdeydim. Yanımda telefonum yoktu. Lojmandaki odama dönüp telefonu elime aldığımda aramaları görüp geri dönmüştüm. Adamlar durumu anlatınca nasıl kafayı yediğimi hatırlıyordum. Sonra o Cihan denilen herifin benim sevdiğim kızı kurtardığını duyduğumda hissettiğim kıskançlığı. Ama her şeyden önce o herife duyduğum minneti ve kendime duyduğum öfkeyi kafamda nereye koyacağımı bilememiştim.

Ankara'dan İstanbul'a döndüğü andan sonra hep bir elim , bir gözüm, bir kulağım onun üstündeydi. Çalıştığı her işte, yaptığı her şeyde daha fazla para almasını sağlamıştım. Ara ara İstanbul'a gelip onu bir parkta yürürken, bir kafede arkadaşlarıyla otururken, spor salonunda spor yaparken izlemiştim. Onunla konuşurken yaşadığı şeylerden ya da yaptığı işlerden haberim yokmuş gibi konuşuyordum. Böyle olmak zorundaydı. O barlarda şarkı söylerken onu dinlediğimi, onu dinlerken bir ayyaş gibi içip içip sarhoş olduğumu, kıskançlıktan, öfkeden kafayı yesem de karşısına çıkamadığımı, çıkmamam gerektiğini bilmemeliydi. Bunca yıl onsuzluktan nasıl öldüğümü bilmemeliydi.

Ona "sana hiç yalan söylemedim" diyordum. Bir sebepten inanmıyordu bana. Haklıydı. Söylemiştim. Hem de defalarca. Ama hiç yalan söylemediğimi söylediğim her an aslında "yalan söylemek istemiyorum " diyordum. "Çok yoruldum " diyordum. "Sana yalan söylemekten çok yoruldum." Bana inanmayan gözlerle bakarken sanki buna inanmıyordu. Onu çok sevdiğime ve bunca yıl yorulmaktan bile yorulmuşken bir tek onun koynunda dinlenebildiğime inanmıyordu.

8 yaşından beri nasıl bir kaderle nasıl bir hayatın içine doğduğumu düşünüp dururum. Bu yaş böyle ağır bir soruyu sormak için biraz küçük, eyvallah. Ama hiçbir şeyi tam vaktinde yaşayamamış bir adam olarak belki biraz geç bile kaldım. Daha erken düşünebilseydim eğer bir şeyler farklı olurdu. Ablam...bugün bana , Hazan'ın yanında değilsem, zehir olan her nefesten bir parça çekerdi ciğerlerine. Böyle ağır bir yükün altında, her gece görmemek için uyumaya bile cesaret edemediğim bir kabusla bunca yılı devirmek zorunda kalmazdım belki.

Cesaret...bu kelimenin kim olduğunla bir ilgisi yok; kim olmak istemediğinle bir ilgisi var. Ben çocukluğum boyunca tanıdığım, damarlarımda kanını taşıdığım, sofrasına oturduğum, yemeğini yediğim, evinde, bir göz odasında yer kapladığım kimse gibi olmak istemedim. Hazan'a karşı duyduğum sevgide her zaman bir parça korkaktım, kabul. Karşısına çıkamadım, yanında olamadım, uzaktan sevdim derken takvimde yıllar benden ise bir ömür geçti. Geç kaldım belki de olması gereken buydu. Ama hayatımın geri kalanında cesur bir adam olduğumu söyleyebilirdim. Belki de şimdi ona ve onun tanıdığı kimseye benzemediğim için dedemin, koskoca Ömer Korkmaz'ın gözbebeğiyim. Koca aşirette karşısına almak istemeyeceği tek kişiydim. Bana saygı duyardı. O yüzden can düşmanı olan Türkoğlu aşiretinden bir kızı sevip karım olarak istememe ses çıkartamazdı.

Çıkartsa bile umrumda olmazdı. Hayatım boyunca kendim için hiçbir şey istememiştim. Ne kurban olduğum Allah'tan ne de Ömer ağadan. Hazan'ı istiyordum. Kokusu, teni, varlığı, sesi, nefesi her şeyi benim olsun istiyordum. Karım olsun , o güzel isminin sonu benim soyadımla bitsin istiyordum. Bunca yıl bu vatan uğruna savaşmak dışında boktan bir hayatın içinde debelenip durmuştum. Annem...bir yerden sonra "anne " demeye dilimin varmadığı o kadın bana yüz yüze geldiğimiz nadir anlarda hep "evlen. Seninde bir yuvan , bir düzenin olsun oğlum " der dururdu. Acı. O kadar acı ki, onun da benim bir yuvam, bir düzenim olmadığının farkında olupta bir kere karşıma geçip "oğlum hayatının, çocukluğunun içine ettik , kusura bakma " dememesi o kadar acı ki. En yakınınız olması gereken insanın size bir el gibi davranması, acı çektiğinizi gören birinin sizi görmezden gelmesi o kadar ağır ki. Gördüğünüz kabuslardan uyandığınızda yanınızda birinin olmaması, attığınız çığlıkları duyup bir elin o siktiğim odanın kapısını açmaması kaç yaşında olursa olsun hüngür hüngür ağlatıyor insanı. Ama darılmıyorsun. Niye darılasın ki? Zaten o kabuslar hiç görülmedi, o çığlıklar hiç atılmadı, o kapının ardı zaten boş, beklemek aptallık, sen koskoca bir adamsın.

Büyümek böyle bir şey olmamalıydı. Babamın beni kilitlediği o karanlık kömürlükte büyüyüp kocaman bir adam olacağımı hayal ederken kafamdaki adam bu değildi. Büyüdüğümde her şeye gücümün yeteceğini sanırdım. Kötü adamları döverdim. Benim gibi babası tarafından dövülüp kömürlüğe kitlenen çocukları kurtarırdım. O kömürlüğün kapısı açılıp babam o siyah deri kemeriyle içeriye girmeden önce, bedenimdeki yaralar her ne kadar sızlasa da, kurduğum hayaller, o hayallerde kurtardığım çocuklar gülümsetirrdi beni. Sonra yine açılan kapıdan gözümü kamaştırıp acıtan bir ışık yayılırdı içeri. Yine o el tutardı cılız kolumu, o kemer tam sırtımda şaklardı. Bir dahaki hayale kadar ben yine güçsüz bir çocuk olurdum. Annem o sırada mutfakta yemek yapardı. Ablam kömürlüğün birkaç metre uzağındaki elma ağacının altında, elleri kulaklarına kapanmış bir hâlde ben çığlık attıkça ağlardı. O elma ağacı bir gün benim mezarım olur diye düşünürdüm. Babam evde olmadığında ve yine hiç farkında olmadan bir suç işleyip kömürlüğe kapatılmamışsam tepesinden hiç inmezdim çünkü . Defalarca düşüp oramı buramı kırmıştım. Evet, o elma ağacı benim mezarım oldu. Ama dibine gömülen beden benim değil, ruhu ise bana ait.

Kollarımdaki kıza biraz daha sokuldum. Boynunu öptüm kokusunu içime çeke çeke. Her zaman sağa sola tekmeler savurarak uyur, en ufak bir dokunuşumu hissedip gözlerini açmadan uykusunun arasında "Fırat " diyerek mızmızlanırdı ama bugün uykusu çok derindi. Yorgundu belli ki. Sıkıntılı bir iç geçirdim. İnce beline sarılı olan kolumla onu iyice kendime çekip yorganı omuzuna kadar çektim. Uyandırmayacaktım. Zaten ilaç saati geçeli de epey olmuştu.

Üzerimdeki eşofmanın cebinde titreyen telefonla küfür etmemek için kendimi tutarken yavaşça Hazan'dan ayrıldım. Telefonu, beni bu saatte kimin aramaya cesaret edebileceğini düşünerek cebimden çıkardım. Garip bir numaraydı. Bir çocuğun kafasına göre tuşlayıp aradığı saçma sapan bir numara. Ama galiba neyle ilgili olduğunu biliyordum. Sinirle soludum. Yataktan yavaşça kalkıp yorganı düzeltirken odadan çıkıp alt kata indim. Kapıyı açıp dışarıya çıkarken aramayı yanıtladım.

"Kimsin?"

"Size de "alo" yüzbaşım. Cihan Güney ben. VASÖ'nün 256 numaralı ajanıyım. Sizinle üstünüz olarak konuşuyorum. "

Kaşlarım çatıldı. Bu herif Hazan'ı o tefecilerin elinden kurtaran, o gün hastanede gördüğüm, Hazan'ın sevgilisi sanıp hastanenin bahçesinde saldırdığım , Hazan'ın havaalanında sarıldığı herifti. O günden sonra iyice araştırıp öylesine bir savcı olduğunu öğrenmiştim. Ne oluyordu? Bu herifin Hazan'la bağlantısı neydi? Ya da bu herifin bugün o amınakoduğumun nezarthanesinde başıma gelenlerle ilgisi neydi? O an Hazan'a kavuşacağım diye ne yaptığımı , karşımdaki heriflerin kim olduğunu, beni nasıl bir şeyin içine çektiklerini pek sorgulamamıştım ama Hazan'a sarılıp kokusunu soluduktan sonra yavaş yavaş kendime geldiğimde kafamda bir şeyler yerine oturmuştu. Nasıl bir şeyin içine düştüğümü anlamam gerekiyordu.

"Benim kendimi tanıtmama gerek yok herhalde. "

"Yok yüzbaşım. Yüz yüze olsaydık benimde kendimi tanıtmama gerek olmazdı ama bakma prosedür böyle. "

Bir şey söylemeden devam etmesini bekledim. Yavşak herifin teki olduğu belliydi. Canımı sıkıyordu. Ne kadar az ve kısa konuşursak sabretmesi o kadar kolay olurdu.

"Devam ediyorum. İki gün içinde Ankara'ya gelmen gerekiyor. Resmî olarak VASÖ ajanı olman için birkaç küçük prosedür daha var. Sonrasında sana görevin, kaç numaralı ajan olduğun, yetkilerin ve VASÖ'nün teknoloji birimi tarafından tasarlanılan senin üzerine zimmetli olacak bilgisayar, telefon ve bir adet silah verilecek. Üst düzey ajanlar tarafından zorlu bir sorguya alınacaksın. Ne kadar kolay çözüleceğine bağlı olarak bu sorgu bir saatte sürebilir birkaç gün de. Ona göre hazırlıklı ol. Bugün olanları ve bundan sonra olacakları eş dost, hısım akraba, sevgili, ne bileyim Urfa'da bir aşiret dedesi ya da hapiste bir baba kimseyle paylaşamazsın. Biraz havalı ve ürkütücü bir şekilde söylemek gerekirse "söylediğin an öldüğün andır" diyebiliriz. Tabii bu bir parçada abartı olur. Her neyse bir sorun var mı?"

Kimdi bu ibne? Dedemi, babamı nereden biliyordu? Benimle taşşak mı geçiyordu yoksa kafamı buluyordu?

"Bir sorun var! Benimle konuşurken haddini bil! Üst müst dinlemem alt üst ederim seni!! Duydun mu lan beni?!!"

"Şşş yüzbaşım sakin. Bağırma bak üst katta uyuyan sevgilin uyanacak. Sonra ona ne dersin? Yazık kızcağızın nasıl biriyle beraber olduğundan da haberi yok. Öğrensin istiyorsan bağır biraz daha. Etrafta başka ev falanda yok. Rahat rahat bağır. Gerçi neydi sizin şu inşaat şirketinin adı? Neyi düşünüyorsam? Herkes bir şeylere soy adını vermeye pek meraklı. "Korkmaz inşaat " öyle değil mi? Doldurun bak karşıdaki araziyi. Değerlenir oralar. Ha yatırım tavsiyesi değildir ona göre ."

Etrafta gözlerimi gezdirdim. Bu herifin buradan ulan her şeyi geçtim Hazan'ın yukarıda uyduğundan nasıl haberi olabilirdi? Nasıl amınakoyayım nasıl lan?!

"Ulan amınakoduğumun piçi kimsin lan sen?!!! Kimsiniz oğlum siz?!!! "

"Şşş sakin dedikçe iyice azdın he! Ufaktan ufaktan işi anama getiriyorsun farkında değilim sanma. Basma benim damarıma. Ankara'dan döndüğünde o kızı aynı yerde bulamayabilirsin. Biliyorsun abisiyim. Babasının emaneti o kız bana. Hastanenin önünde de 4 yıl önce anlatmıştım. Benden de kıskanma artık oğlum."

"Doğru konuş. Ecdadın gelse topunu sikerim kimse alamaz Hazan'ı benden. Duydun mu beni?!"

"Şanslıyım ki bir ecdadım yok. Varsa bile büyüdüğüm yetimhanenin müdürü benimle bu bilgiyi paylaşmadı. Bulup sikebilirsen bana da haber et sen şey yapmadan önce bir yüzlerine tüküreyim. Her neyse vermem gereken bilgileri verdim. Ankara'da görüşeceğiz zaten. O zaman bol bol konuşur hasret gideririz. Hazan'ı da öp benim yerime."

"Lan!!!!!"

Telefonun kapanma sesi kulaklarıma dolarken yanımda duran arabaya bir tekme savurdum. Kimdi bu herif? Kimdi lan bu it? Hazan...bu işin neresindeydi? Bu piçin kim olduğunu tam olarak biliyor muydu?

"Fırat. "

Arkamda kalan eve döndüğümde Hazan'ı gördüm. Üzerindeki incecik şeylerle yarı çıplak kapıda durmuş uykulu gözleriyle bana bakıyordu. Küçük bir kız çocuğu gibi göründü gözüme. Hemen kollarıma alıp sarmak istedim. Derin bir nefes alıp daha sakin olmaya çalışırken birkaç adımda yanına gidip ayağımdaki ayakkabıları çıkardım. İçeriye girip onu kucağıma alırken kapıyı kapattım.

Kocaman ateş parçası gözleri yüzümde gezinirken, "Napıyordun bu saatte dışarıda?" Diye sordu. Sesi yine beynimi uyuştururken az önceki öfkemin yavaş yavaş yerle bir olduğunu hissettim.

"Sado'yla konuşuyordum. "

"Sana yalan söylemekten çok yoruldum."

Gözleri gözlerimin içine içine bakarken yine bana inanmıyor gibiydi.

"Saadettin abiye mi bağırıyordun öyle? "Hazan'ı benden kimse alamaz" diye?"

Niye bu kadar güzel, niye bu kadar tatlısın lan sen?

Alnını öptüm.

"Ne zaman uyandın sen?"

Elinin tersiyle sol gözünü ovuştururken, "Arabaya tekme attığını görecek kadar önce," dedi.

Sesindeki mahmurluk, yüzündeki yastık izi, hafif kabarmış saçları, kucağımdaki küçücük bedeninden yayılan sıcaklık derken başımı boynuna gömdüm. Kokusunu içime çekerken üst katın merdivenlerine yöneldim.

"Sado'yla pek anlaşamıyoruz biz, biliyorsun. Delirtti yine beni. Aşiret, seninle evlenmemiz falan. Saçmaladı işte."

Hazan fazla zeki bir kızdı. Bazen hatta çoğu zaman bir şeyleri baştan anlasa da sessiz kalmayı tercih ediyordu. Ya bir zaman bekliyor ya da umursamıyordu ama yine de etrafında olup biten çoğu şeyin farkındaydı. Birkaç saat önce bana ona yalan söylediğimi söylerken de "beni neden daha önce bulmadın " diye sorarken de bir şeylerden şüphelendiğinin bilincindeydim. Ben emniyetteyken biri bir şey söyleyip aklını karıştırmış gibiydi. O şerefsiz dedesi değildi, emindim. Babaannesi belki. Hazan'ın neyi ne kadar bildiğini de bilmiyordum. Ama bizim için sorun teşkil edecek kadar bir şey bilmediği kesindi. Yoksa kucağımda bu kadar uysal ve sakin bir kız görmeyeceğimden emindim. Şu küçücük bedeniyle sinirlenince nasıl yeri göğü inletebildiğine hâlâ akıl sır erdiremiyordum. Bana sinirlenip bağırdığında çatlayıp kısılan sesi , çatılan kaşları, o ateş parçası gözlerinin çok fazla sinirlendiğinde hafiften doluşu beni mahvediyordu. Küçücük boyuyla başını geriye atıp bana bakmaya çalışırken gözüme nasıl tatlı göründüğünü bilmiyordu. O haldeyken onunla kavga etmekle onu kollarımın arasına alıp sevmek arasında kendimle nasıl büyük bir savaş verdiğimi bilmiyordu. Her seferinde ona nasıl yenildiğimi de bilmiyordu. Ben bordo bereli bir askerdim. Yenilmek nedir bilmezdim. Tek sevdam al yıldızlı bayrağım; namusum bu vatanın topraklarıydı.

Şimdiye kadar tek bir kadına bile elimi sürmemiştim. Dahası böyle bir istek ya da arzu içimde hiç olmamıştı. Kendi yağımda kavruluyordum. Öyle şeylere değil vakit ayırmak düşünmek için bile zamanım yoktu. Ki açıkcası midem bile almıyordu. Kaç arkadaşım eşleri, nişanlıları tarafından terk edilmiş, gazi oldu diye sevdikleri tarafından yarı yolda bırakılmıştı. Doğduğunuz ailede bir sike benzemeyince böyle şeylerden pek haz etmiyordunuz. İki kişinin evlenip hayatını mahvetmesi ve ardından bu rezilliği süslemek için ortaya bilinçsizce birkaç çocuk atıp siktir olup kendi köşelerine çekilmeleri hayal edilecek bir şey değildi benim için. O yüzden ne dedemin ne annemin bana bulduğu hiçbir kızı istememeniştim. Şans eseri karşıma çıkanlar da bir yerden sonra asabımı bozmaya başlamıştı. Sorun eminim ki bendeydi. Cümlede geçen "şans" kelimesiyle uzaktan yakından bir alakam yoktu çünkü.

Tabii Hazan'ı tanıdığımda dengeler değişmişti. Bir erkek bir kadına karşı ne hissedebilirse ruhum, bedenim her şeyi beş katıyla çarpmıştı sanki. Nasıl anlatılır? Ya da orası da bende kalsın.

Eminim şimdi de söylediğim bu şeyin yalan olduğunu anlamıştı. Küçüktü falan ama kucağımda bir savcı taşıyordum. Benim kızım bir savcıydı.

"Emin misin Sadettin abiyle konuştuğuna? Mantıksız geliyor. "Hazan'ı benden kimse alamaz" dedin Fırat. Ki bu cümlenin öncesinde ettiğin küfürü söylemeye dilim varmıyor. Sen Sadettin abiye öyle küfür etmezsin ki. "

İnanmıyordu işte. Beni bu kadar iyi tanımasını, ne yapıp yapmayacağımı bilmesini seviyordum. İkide bir ayrılalım diye tuttursa da bu kız beni bu hayatta seven ve beni anlayan tek kişiydi. Anlatsam, anlatabilsem içimdeki her şeyi anlardı. Bunu bilmek beni ona daha çok bağlıyordu. Daha ne kadar bağlanacaksam? O upuzun, kıvrım kıvrım kirpiklerinin hareketlenişinden bile halleniyordum.

Yatak odamıza girerken kapıyı ayağımla ittirip,"Yalan mı lan?" Dedim boynunun altını öperken. "Kim alabilir kızım seni benden? Sen bile alamazsın kendini benden. "

Kafasını karıştırmaya çalışıyordum. Onu böyle öpüp koklayıp sevdiğimde çoğu zaman afallıyor, aklı bulanıyordu. Kendimi şu halde sikik bir adam gibi hissediyordun ama bu VASÖ denilen zımbırtının, Cihan denilen o itin, Hazan'ın bu adamla olan...bağlantısının ne olduğunu iyice bir öğrenmeden Hazan'a hiçbir şey söyleyemezdim. Gittiği yere kadar gidecekti artık.

Hazan'ı kucağımdan indirmeden yatağa oturdum. Başımı boynundan kaldırıp o güzel yüzüne baktığımda kalbim tekledi. Gözleri gözlerime değince içimin titrediğini hissettim yine. Nefesimdi bu kız benim. Hiç yaşamadığım hayatım, bir kez olsun benim için dönmeyen dünyamdı. Kaybedemezdim.

" Kendimi senden gerçketen almak isteseydim beni durduramazdın. O kadar güvenme kendine ."

Yine başlamıştı boyundan büyük laflar etmeye. Onu yanımda tutmak için neler yapabileceğimi, bu yer yüzünde benim için ondan daha değerli hiçbir şey olmadığını bilmiyordu. Nelere güç yetirebileceğimin farkında değildi. Benim suçumdu ama kendini bana bu kadar çok sevdirmemeliydi.

"Asıl sen o kadar güvenme kendine. Benimsin dedim benimsin bitti. "

Bir süre gözlerime baksa da başını önüne eğip kucağımdan kalkmak için hareketlendi. Yine bir şeylere kızmıştı. Çoğu zaman neye kızdığını anlayamıyor ve yine çoğu zaman onunla ne için olduğunu anlayamadığım tartışmalara giriyordum. Her seferinde bir şeylere kızıp benden uzaklaşmaya çalışması canımı sıkıyordu. Nazına niyazına kurban olurdum, bir ömür çekerdim de ama bazen kafam kaldırmıyordu. İlk defa bir kızı seviyordum ama dahası Bahar ve annem dışında hiçbir kadınla muhatap olmadığım için Sado'nun da dediği gibi belki de şu "kadın ruhu" denilen şeyden anlamıyordum.

"Hazan."

Beline sardığım kollarımı sıkılaştırıp onu durdurmuştum. Gözleri gözlerimi bulduğunda çattığım kaşlarıma memnuniyetsiz bakışlar atıyordu. Alt dudağını hafifçe sarkıtmıştı yine. Dayanamadım. Yarasına dikkat edip dudaklarımın arasına aldım alt dudağını. Emdim birkaç kez. Sertleşiyordum yine. Hep serttim ama daha bir canım yanıyordu.

Çok güzeldi dudakları. Emdikçe emesim, ağzının içini yiyesim geliyordu. Doyamıyordum, kıyamıyordum, dayanamıyordum. Nasıl seviyordum bir bilse belki de bu kadar çok okumazdı canıma.

Karşılık vermedi. Beklemiyordum da zaten. Kendini geri çekti. İzin verdim. Göz göze geldik.

"Uyumak istiyorum, " dedi mızmız bir sesle.

Böyle yaparsa üzerine gitmeyeceğimi biliyordu. Parmağının ucunda oynuyordu benimle. Dünden razıydım ona, her hâline. Böyle çok sevmemeliydim belki. Bu kadar çok seviyorum diye her şey bu kadar zorlaşıyordu. Ama elimden onu daha az sevmek gelmiyordu. Gelmesindi de zaten. Ona verdiğim sevginin her bir zerresini hak ettiğini biliyordum. Ben onu ne kadar seviyorsam onun da beni sevdiğini biliyordum. Ayrılmak isterken içten içe benim onu bırakıp bırakmayacağımı test ediyordu ya da benim onu bırakmayacağımdan emin olduğu için gün aşırı ağzıma sıçıyordu. Hele de bugün çok fazla basmıştı damarıma. Ama sorunu ben değildim, biliyordum. Derdi kendiyleydi. Yaşadığı onca acının, zorluğun hıncını birinden almak istiyor kimseye güç yetiremeyince de gelip gidip bana çatıyordu. Kimsenin umrunda olmadığının, kimsenin o üzülüyor diye üzülmediğinin, hayatında ben dışında kimsenin nazını çekmeyeceğinin farkındaydı ve bunu kendine yediremediğinden etrafındaki insanların yaptığı şeylerden onlarla birlikte beni de suçlu tutuyordu. Azıcık sesimi yükseltsem hemem ağlamaya başlıyor, hoşuna gitmeyen ama haklı olduğumu bildiği şeyler söylediğimde susayım diye özür diliyordu. Derdi kendiyleydi işte. Kendi benliğinde nefes alamıyordu. Yaşadığı şeylerin bir suçlusu olması gerekiyordu ama yoktu. Ortada bir suç varken suçlu nasıl olmaz anlayamıyordu. Belki de bunu anlamak için hukuk okumuştu. Halbuki o kanunların hiçbiri insan ilişkileri için konulmamıştı ki. Adaletin derdi adalet sağlamak değildi. Ortada bir suç varsa kimse onu sahiplenmezdi. Herkes haklıydı, peki ya haksız olan kim , derken kafayı yerdiniz. Kanunlar da bunun için konulur zaten. Kim önce kafayı yerse o haksız sayılır sinirleri daha kuvvetli olan davayı kazanırdı. Kanunlar insan çıkarları, daha doğru bir tabirle, güçlü insanların çıkarları için konulurdu. Hazan'ın mahkeme salonunda dediği gibi "adalet mülkün temeliydi." Oradaki mülk kelimesi "devlet" anlamında kullanılıyordu fakat teşbihte hata olmaz. Belki de bu devirde devlet bile birilerinin malıydı. Çıkar ilişkileri her ülkede "devlet" adı verilerek yüceltilir, bir takım ilüzyonlar ise sözde adalet , hak, hukuk derken mazlumu ezer zalimi alim ederdi. Yüzyıllarca bu böyleydi.

İnsanlarda aynı bokun laciverti işte. Hele de eski topraklar daha iyi bilirdi onca şeyi yapıp işin içinden sıyrılmayı. Hazan tüm bunları kendine yediremiyor kendine yedirse içindeki küçük kıza yutturamıyordu. Zalimler karşısında alim oluyordu. Bugün o yüzden dedesine "ben zalimi de alimi de gözünden tanırım " demişti. Yaşı küçüktü daha. Neyle nasıl baş edeceğini bilmiyordu. Öfkesini kime kusacağını da bilmiyordu. Git gide cazgır bir kıza dönüşüyordu. Şımarıyordu, agrasifleşiyordu, her şeye ağlayıp duruyordu. Bugün bana "yoruldum" derken kendinden bahsediyordu. Benimde ondan yorulacağımı düşünüyordu. Yalan yok. Bazen sabrımı çok zorluyordu. Ne kadar uzaklaşabilirim bilmiyordum ama kapıyı çarpıp çıkıp gidesim geliyordu. Birkaç gün bensiz kalsa peşimden gelir mi, o minik burnu yere düşse eğilip alır mı bir görmek istiyordum. Gelmezdi. "Fırat gitti, beni bıraktı " diye beni suçlu tutar, kendi suçunu da görür ama "gitmek istiyorsa onu zorla yanımda tutamam ki" der oturduğu yerde oturur ikimizi de öldürürdü. Aramızdaki farkta buydu: o zorla tutamazdı ama ben gerekirse onu da yapardım.

Velhasıl kelam ondan gelen, gelecek olan her şeye razıydım. Ama bir doktora götürmek istiyordum onu. İyi değildi. Yaşadığı şeyler kolay da değildi ama böyle...kıyamıyordum. Evlendikten sonra konuşacaktım Hazan'la bu konuyu. Şimdi konuşsam yanlış anlardı. Şu sıralar yorulmuştum onunla çakışıp durmaktan. Koynuma alıp yatmak istiyordum sadece.

Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, "Aç mısın?" Diye sordum. "Bir şeyler hazırlayayım mı sana?"

"İstemiyorum."

İstese şaşardım zaten. Vurulduğundan beri doğru düzgün hiçbir şey yemiyordu. Hap kadar kalmıştı iyice. Canımı sıkıyordu bu hali. Biraz beni yormamak için istemiyordu, biliyordum. İçinde bir yerlerde bana yük olduğunu da düşünüyordu kesin. Çoğu da ilaçlar yüzündendi ama bazen inada bindiriyordu. Bunu hissettiğimde sinirleniyordum. Bu sefer de inat ediyordu.

"Hazan," dedim. Sesim her ne kadar sakin tutmaya çalışsam da bir parça sert çıkmıştı.

"Ne?" Dedi. Gözlerime yine ne yaptığının farkında olmadığı için masum masum bakıyordu.

  İçimi çektim.

"Son kez soruyorum. Bir şeyler yemek istiyor musun?"

"İstemiyorum. "

"Tamam."

Yine kucağımdan kalkmak için hareketlendiğinde onu bıraktım. Yatağa çıkıp dizlerinin üzerinde küçük bir çocuk gibi diğer uca giderken ince belinden dolgun kalçalarına kadar uzanan saçlarının salınışı, bacakları, o küçük ayakları, sütyensiz, büyük göğüslerinin yatağa oturuşuyla hareketlenişi, yatağa, benim yatağıma girişi şu ana ve ona ait her şey beni mahvediyordu. Yarın imam nikahlı karım olacaktı. Deli gibi dokunmak istesem de resmi nikah kıyılana kadar ona elimi sürmeyecektim. Hazır da değildi zaten. Onu biraz kendime alıştırmak istiyordum. Bugün yanına üstüme bir şey giymeden yattığımda pek rahatsız olmamıştı aslında. Hatta ondan beklemediğim bir şekilde dokunup öpmüştü beni. O an rahatlamıştım. Onu altıma alıp dokunurken tepkilerini izliyordum. Ürkmüştü. Heyecan ve korku da duymuştu. Ama beni istiyordu. Bir yerden sonra beni kendinden itmek yerine kollarını boynuma sarıp bana sokulmuştu. Yarı çıplak yanına yattığımda da şaşırmış ama tedirgin olmamıştı. Yani onu altıma aldığımda kendini kötü hissetmemişti. Bana yavaş yavaş alışıyordu.

Elimdeki telefonu yatağın yanındaki küçük masanın üzerine bırakıp gece lambasını kapattım. Yatağa uzanıp bana arkası dönük olan sevdiğim kızı belinden tutup kollarımın arasına aldım.

"Ya Fırat, " diyerek mızmızlanmıştı. Umursamadım. Kollarımın arasında onu kendime çevirip dudaklarına kapandım. Üst dudağını emerken yorganı üzerimize çektiğimde birkaç kez çırpındı. Ayaklarıyla tepinirken bacaklarını bacaklarımın arasına alıp sıkıştırdım. Kendini benden geri çekmek istese de izin vermedim. Biliyordum istiyordu. Her seferinde illaki baştan bir karşı koyacaktı.

Duruldu. Göğsümdeki minik ellerini boynuma sarıp onu öpüşüme karşılık vermeye başladı. Beni kendine çekti. Bedenine sımsıkı sardığım kollarımı gevşetip bir elimi kalçalarına indirdim. Offff. Çok güzeldi lan. Yumuşacık ve dolgunudu. Tam avucuma oturuyordu. Canını yakmamaya dikkat ederek okşayıp sıktım.

Bedenime değen göğüsleri aklımı bulandırırken onu biraz daha kendime çekip bastırdım. Dudaklarımın arasındaki dudaklarından birkaç küçük mırıltı döküldü. İnliyordu. Sesi beni daha da sertleştirirken çektiğim ağrı da acı da had safhadaydı. Dayanırdım. Bunca yıl onsuzluğa dayanmıştım ulan bu neydi ki?

Cayır cayır yanıyordum. Dudaklarının yumuşaklığı, sıcaklığı , tadı, ıslaklığı, iniltileri deli ediyordu beni.

Boynumdaki ellerinden biri omzumu buldu. Yavaş yavaş okşayarak koluma dokunurken bana biraz daha yaklaştı. Aramızda milim mesafe yokken onu biraz daha kendime çektim. O da bana doyamıyordu. Ne kadar yakınında olsam da yetmiyordu. Bunu bilmek onu öperken derin bir nefes almama neden olmuştu.

Bir süre öylece öptüm onu. Öptüm diyordum çünkü benimle başa çıkamıyordu. Dudaklarımızı ayırmak istediğinde bu sefer izin verdim. Nefesi kesilirse ölürdüm. Onu her öptüğüm de buna dikkat ediyordum. Her şey söz konusu Hazan'ken kontrolüm altındaydı.

Alnımı alnına dayadım. Düzensiz nefeslerini dinledim. Sakindi. Astım atağı geçirmiyordu. Kendi nefeslerimi toparlamaya çalışırken derince yutkundum. Dudaklarının tadı dilimdeydi.

  "Fı-Fırat. "

Sesine öldüğüm.

"Yavrum."

Birkaç saniye sessiz kaldı. Bir şey söyleyecekti ama tereddüt ediyordu. Alnımı alnından ayırıp boynunu öptüm. Başını geriye atıp bana yer açarken, "Söyle bebeğim," dedim. "Bir şey mi istiyorsun , söyle. Sen iste ben yapayım söyle. "

Yapardım. Ne istiyorsa yapardım. Canımı istese verirdim. Ağzıma sıçsa, hayatımı sikse eyvallah derdim. Beni bir kere öpecekse, tenime dokunacaksa , koynumda olacaksa bütün sınırlarımı siker atardım. O benim olsun yeterdi.

Kolumdaki ve boynumdaki elleri vücudumu okşayarak üzerimdeki tişörtün eteklerini bulduğunda kasıldım.

Dudakları boynumu öperken, "Tişörtünü çıkarsana, " dediğinde sesi , istediği bu şey beni alt üst etmişti. Derdi neydi? Bu gece niye böyleydi? Sabrımı zorluyordu.

"Sana dokunmak istiyorum. "

Kulağının altını öpüp kulak memesini emdim. Bu küçük bir uyarıydı. Kollarımdaki küçük bedeni kasılırken, "Ah Fırat," diyen sesi nefeslerimi sıkılaştırmıştı. Penisimdeki ağrı dişlerimi sıkmama neden olurken,"Derdin ne yavrum senin?" Dedim nefes nefese. "Seni şuracıkta altıma alıp..."

"Fırat," diyerek beni susturdu. Kollarımdan kurtulmak için kendini benden geri çekerken, "Öyle bir şey istemediğimi biliyorsun, " dedi. Utanmıştı. Beni azdırıp azdırıp kendini geri çekiyordu. Farkında olmadan oynuyordu benimle.

Benden uzaklaşmasına izin vermeden yanağını emercesine öptüm.

"Sende benim ne istediğimi biliyorsun."

Biliyordu. Ama buna rağmen sabrımı zorlamaktan da geri durmuyordu. Yaptığı şeylerin ne anlama geldiğinin farkında değildi. Bu konulara bu kadar uzak olması hoşuma gidiyordu. Ona her şeyi ben öğretecektim. Karım, kadınım olacaktı.

Yine başaramayacağını bile bile benden uzaklaşmaya çalışıyordu.

"Bırak , " dedi. Sinirlenmişti. Utandığı içindi bu hâli. Benden üzerimi çıkarmamı isterken ne düşüneceğimi bekliyordu ki? Kaç yıldır hayalini kuruyordum onun. 6 yıl belki de asırlardır.

"Şşş tamam," dedim çene kemiğini öperken. "Çıkartacağım üstünü, tamam. "

Çıkartacaktım. Ne isterse yaparım demiştim , yapardım. Ne istiyorsa yapsındı bama. Dokunsundu, öpsündü. Ne demişti? Onun "koca adamı"ydım ben.

  "İstemiyorum. "

İnadı tutmuştu yine.

"Hazan," dedim uyarıcı bir sesle. Çok fazla çırpınıyordu. Canını yakacaktı. Dahası nefesleri düzensizleşiyordu. Onu astım atağı geçirirken görmeye dayanamıyordum.

"Ya istemiyorum, dedim bırak! "

"Hazan , bağırma. "

Sabrımı zorluyordu. Çok fazla sabırlı bir adam da değildim zaten. Hele de o benden uzaklaşmak isterken öfkemi kontrol etmek benim için oldukça zor bir hâl alıyordu.

"Bağırtma o zaman sende!"

Onu sertçe kendime çekip bedenime sabitledim. Alnımı alnına yaslayıp, "Sen bir karım ol benim ben o zaman göstereceğim sana bağırtmayı!" Dedim sinirle. Damarıma basıyordu.

"Göster, " dediğinde sesi meydan okuyordu. "Zaten her söylediğimi oraya çekiyorsun. Sen bana dokunuyorsun ama ben sana dokunuca konuyu hep o tarafa çekiyorsun. Ne yani benim duygularım yok mu Fırat? Sen bana dokununca ben hiçbir şey hissetmiyor muyum? Ben sadece yaralarını sevmek istemiştim. Göster sende rahatla bende rahatlayayım!"

Ne dediğini bilmiyordu yine. Ona dokunduğumda etkilendiğini biliyordum ama hissettiği şeyler benim hissettiklerimin milyonda biri bile olamazdı. Nasıl tahrik olduğumu tahmin bile edemezdi. Yaralarımı sevmek istemesi de onu alıp içime sokma isteğimi uyandırıyordu. Alıp göğsüme saklamak istiyordum bu küçük şeyi.

Alnımı alnından ayırıp dudaklarını öptüm yine. Teni tenimden ayrılsın istemiyordum.

"Tamam...tamam özür dilerim. Çıkartırım şimdi üstümü ne istiyorsan yaparsın tamam?"

"İstemiyorum," dedi inatla. "Bırak beni. Seninle yatmak istemiyorum. "

"Hazan! Sabrımı zorluyorsun!"

Sesim yükselmişti. Ona bağırmak istemiyordum ama ne demekti lan "seninle yatmak istemiyorum"? Ben onu böyle severken nasıl uzaklaşabilirdi benden? Müsade eder miydim buna?

" Sende benim! İstemiyorum işte. Niye zorluyorsun ki?"

Dudak dudağaydık. O öldüğüm nefesi yüzüme vuruyordu. Gözlerim göğüslerine kaydı. Çok güzellerdi. Beni ne kadar zorlandığının farkında değildi. Böyle koyun koyuna kavga ederken ateşim daha da yükseliyordu.

  Hızla altıma aldım onu.

"Fırat!" Dedi. Korkmuştu.

Küçük bedenini bacaklarımın arasına sıķıştırıp üzerimdeki tişörtü eteklerinden tutup çıkardım. Odanın bir köşesine atıp üzerine eğildim. Ellerini göğsünde birleştirmiş öylece duruyordu. Ürkmüştü.

Alnını öptüm. Yutkundu. Minik burnunu öptüm. Sonra dudaklarına kapandım. Ellerim iki yanında üzerinde yarı şınav pozisyonu almıştım. Birkaç küçük öpücük kondurdum dudaklarına. Hiçbir tepki vermedi. Aşağı doğru kayıp boynuna gömüldüm. Yumuşak ve etli boynunu emdim. Teninin tadı beni mahvediyordu. Kokusu başımı döndürüyordu.

"Fırat," dedi. İnce sesi güçsüzdü. Titremeye başlamıştı yine. Her seferinde böyle olursa ona nasıl dokunurdum ki?

"Şşş, bir şey yok," diyerek yatıştırmaya çalıştım küçük kızımı. Göğsündeki avuçlarımda kaybolan ellerini tutup göğsüme koydum. "Dokunmak istiyordun dokun yavrum. Alış bana. İlerisi olmayacak , tamam? Korkma."

Olmayacaktı. Ağrıdan acıdan ölsem burada ona kıyamazdım. Belki evlendiğimizde bile böyle korkarsa yine dokunmazdım ona. Açıkçası bende korkuyordum. Çok küçüktü. Ben 1.98 boyunda 110 kilo adamdım. Aletimde normale göre biraz büyüktü. Bu kadar küçük bir kızın beni içine alması çok zordu. Böyle kasılıp, titreyip, korkarsa benden her şey daha da zorlaşırdı.

Sıkıntılı bir nefesi içime çektim. Bedenimdeki küçük elleri göğsümde hareketlenip omuzlarımı oradan da sırtımı bulurken güldüm. Bir tek onun yanında gülüyordum. Bir tek onun karşısında onun için ağlıyordum. Çok seviyordum lan. Allah belâmı versin ki çok seviyordum.

"Neden güldün ki?"

Offff o masum sesi...

Boynuna iyice gömüldüm.

"Yaralarımı sevmek istiyordun yavrum ama sırt kaslarımda dikkatini çekiyor belli ki."

Çekiyordu. Yaralarımla birlikte kaslarımı okşuyordu. Sözlerimle elleri dururken,"Ellemeyeyim mi?" Dedi. İnkâr etmiyordu.

"Elle yavrum. Dokun. Ne istiyorsan onu yap."

Minik elleri sırtımda yeniden hareketlenirken bana daha çok sokuldu. Başını yastıktan kaldırıp boynumu öptü.

"Fırat, " dedi yine. Ne güzel "Fırat " diyordu.

"Söyle, " dedim küçük omzunu öperken.

"Yarın...imam nikâhımız kıyılacak ya..."

Ne düşündüğünü anlıyordum. Yine de ,"Hı?" Dedim. Bu konuları benimle rahat rahat konuşmayı öğrenmesi gerekiyordu.

"Ben...senin...karın olacağım ya..."

Gülümsedim.

"İnşallah. "

Yutkundu.

"Sen...bana...yani yarın... akşam...do - dokunacak mısın?"

Nasıl da titriyordu sesi. Ulan nasıl kıyardım lan ben bu kıza?

Kendimi geri çekip yanağını öperken, "Akşam değil öğlen de kıyılacak nikâhımız, " dedim.

"Gü- gündüz mü do- dokunacaksın yani?"

Gülmemek için kendimi tutarken,"İster misin?" Dedim. "Dokunayım mı?"

Birkaç saniye sessiz kaldı. Yüzünü boynuma gömüp bana sarılırken iki yanında duran ellerimi beline sardım. Saçlarını öptüm.

"Korkuyorum," dedi tek sefer de.

Saçlarının kokusunu içime çekip yatakta sırt üstü uzanırken onu da üzerime yatırdım. Yorganı üstümüze örtüp sırtını aşağı yukarı sıvazlarken,"Korkma bir tanem," dedim. "Sen istemediğin sürece olmaz. Kıyar mıyım sana ben? Uyu hadi. "

Hafifçe kımıldayıp üzerime yerleşirken başını göğsüme koydu.

"Fırat çok seviyorum seni, " dediğinde hayatımda bundan daha güzel hiçbir şey duymadığımı biliyordum.

"Bende seni çok seviyorum yavrum."

                                 *******

Masanın üzerinde titreyen telefonumla başımı sağıma çevirdim. Geceden beri hiç üzerimden inmemiş olan Hazan'ı uyandırmamaya gayret ederek telefonu elime aldım. Albay arıyordu. Dün olanlardan sonra komutanlarıma da ifade vermek zorundaydım.

Hazan'ı yavaşça üzerimden alıp yatağa yatırdım. Üstünü örtüp odadan çıkarken telefonu açmıştım.

"Emredin komutanım. "

"2 saat içinde askeriye de ol asker!"

"Emredersiniz."

Telefon kapandı. Odaya geri dönüp dolabı açtım. Üzerime bir şeyler geçirip deri ceketi giyerken saate baktım.

08. 12

Yatağa doğru ilerleyip küçük kızımın saçlarını öptüm. Yüzümü boynuna gömüp kokusunu içime çekerken, "Yavrum, " diyerek seslendim ona. Gideceğimi haber verecektim. Uyanınca beni yanında göremezse arardı. Bir süre telefona bakamayacağımı biliyordum.

Hafifçe hareket ederken mızmızlandı yine. Yanağını öptüm bu sefer de.

"Hazan."

Elleri göğsümü buldu. Beni kendinden itmeye çalışırken yüzünü dudaklarımdan kaçırmıştı. Kaşlarının ortası çatılırken o bembeyaz pürüzsüz teni, minicik burnu, ateş parçası gözlerini örten upuzun kıvrımlı kirpikleri, gül kurusu dudakları, kalemle çizilmiş gibi kaşları, yastığa dağılan o mis kokulu saçları, boynu , göğüsleri...öyle güzeldi ki. Bakmaya doyamıyordum.

Çenesini öptüm.

"Canımın içi. Aç hadi o güzel gözlerini. Hadi yavrum. Bir bak bana hadi. "

Küçük elleri yüzümü bulurken başını yastıkta geriye atıp ,"Yaaaa....yaaaa offf...git," diyerek mızmızlanırken sesi ağlamaklı bir haldeydi. Yüzümü iterken bir yandan da kollarımın arasında benden kaçmaya çalışıyordu.

İlk defa uykusuna bu kadar düşkün olduğunu görüyordum. Neredeyse dün akşam dokuzdan beri uyuyordu. Böyle çok uyursa başı ağrırdı. Adliyeye falan gitmesi gerekmiyor olacak ki uyanmıyordu da.

Hafifçe içimi çekip dudaklarını öptüm.

"Küçük kızım benim, hadi bir bak yüzüme, hadi."

Yüzümdeki ellerini çekip kendi yüzüne kapatırken, "Yaaaa uyumak istiyorum, " dedi.

"Tamam bir tanem uyursun. İki dakika bak bir bana. "

Derin bir nefes alıp ellerini yüzünden çekerken gözlerini araladı. Gözlerime bakarken pencereden yayılan ışığın o güzel gözlerine yansıması içimi titretti. Ne güzel bir manzaraydı bu böyle.

"Baktım , ne?"

Uykulu sesi çok tatlıydı lan. Burnunun ucunu öpüp, "benim çıkmam gerekiyor. Askeriyeye gideceğim. Haberin olsun , tamam?" Dedim.

Gözlerime bakıp içini çekerken kollarını boynuma sarıp yanağımı öpmüştü.

" Tamam," dedi. O küçük dudakları tenime değince gözlerim kapanmıştı. Ne güzel öpüyordu.

Geri çekildiğinde yüzünü izledim bir süre. Alnını öpüp kokusunu solurken, "Evde her şey var. Dolap ağzına kadar dolu. Kendine bir şey hazırlayıp ye. Sonrada ilaçlarını iç, tamam?" Dedim. Dünden beri hiçbir şey yememişti. Başını salladı.

Yüzümü bu seferde yastığa dağılan saçlarına gömüp koklayarak öptüm. Ardından da üzerinden kalkıp kapıya doğru yöneldim.

"Fırat!"

Hazan'ın telaşlı sesi hızla ona dönmeme neden olurken yatakta dizlerinin üzerinde doğrulduğunu görmüştüm. Yanına geri dönerken, "Yavrum noldu?" Diye sordum.

Ellerini bana doğru uzatırken tuttum. Yatakta ayağa kalkıp benimle hemen hemen aynı boya gelirken telaşlı bir yüzü vardı.

"Fırat benim elbisem yok."

Kaşlarım çatıldı.

"Nasıl yok yavrum? Bavulla geldin ya buraya. "

"Yaa öyle değil. Nikahta giyecek elbisem yok. "

Gözleri mi dolmuştu? Buna da ağlamazdı dimi?

Kollarımı beline sarıp onu kendime çektim.

"Tamam yavrum ne var bunda? Bahar'da gelecek. Onu ararsın bir şeyler getirir sana. Olmadı erken dönebilirsem alışverişe götürürüm seni. Ne istersen alırım. Tamam?"

Gözlerime bakıp kollarını boynuma sararken, "Tamam ," dedi. Boynunu öpüp, "Başka bir şey yoksa gidiyorum, " dedim.

"Beni de götür. "

"Nereye götüreyim yavrum?"

"Aşağıya ineceksin ya beni de götür işte. "

Saçlarını öpüp bir elimle kalçalarını tutarak onu kucağıma alırken, "Gel bakalım ," dedim. Çok hafifti.

Odadan çıkıp merdivenleri indik. Kapının yanına gelince yere indirdim onu. Girişteki masanın üzerinden arabanın anahtarlarını alıp Hazan'a döndüm.

"Yavrum sen adliyeye gitmeyecek misin?"

Yüzü sıkıntılı bir hâl almıştı.

" Gitmeyeceğim. Başsavcı bir süre hiçbir davaya bakmamamın daha iyi olacağını söyledi. Belki nikahtan sonra Emine teyzenin yanına giderim. "

Üzgündü. Bu anlattıklarının fazlası vardı. Benim yüzümden olmuştu. O görüntüleri benimle paylaştı, bende gidip o şerefsizin ağzını burnunu dağıttım diye üzerine soruşturma açmışlardı belli ki.

"Hakkında soruşturma mı açtılar yine?"

Başını sağa sola salladı.

"Öyle bir şey değil. İki kere soruşturma altına girdim zaten. Bir kere daha girersem bu sefer açığa alırlar. Elimdeki davaları aldılar sadece. Biraz karışık bir durum. Birkaç güne her şey yoluna girer . Merak etme. "

Bu ağrıma gidiyordu işte. Herkesten, her şeyden korumak istediğim kız için hiçbir şey yapamıyor olmak, ona gelen zararın sebebi olmak canımı sıkıyordu. Onu böyle üzgün görmek nevrimi döndürüyordu.

Sıkıntılı bir iç geçirip sarıldım küçük kızıma. Oda bana sarılırken kolları sırtımda birbirine bağlanmıyordu. Saçlarını öptüm.

"Üzülme fazla. Yoluna girer diyorsan yoluna girer. Girmezse de bir şekilde sokarız. Bugün benim gelinim olacaksın sen. Üzgün görmek istemiyorum."

"Tamam," dediğinde ayrıldık. Son kez gözlerine bakıp evden çıktım. Kapı arkamdan kapandığında arabaya bindim.

*******
Lojmandaki odada üniformamı giyerken kapı çalmıştı.

"Gir!"

Açılan kapıdan içeriye Akrep girmişti. Kapıda öylece dikilip yüzüme bakarken aramızda dün yaşanan sürtüşmeyi hatırlamıştım.

"Girsene lan içeri. Neyi bekliyorsun?"

Kapıyı kapatırken, "Ne bileyim oğlum bir yumrukta bana sallarsın diye düşünmüştüm. Temkinli olayım dedim," dediğinde postallarımın ipini bağlayıp oturduğum yatağın üzerinden kalktım.

"İyi etmişsin. Belli de olmaz şimdi. "

"Maytap mı geçiyorsun lan?"

"Ciddi olsaydım şu an karşımda hâlâ dimdik duruyor olmazdın kardeşim ."

Güldü. Sinirli gibiydi. Zehrini akıtacak yer arıyordu. Boşuna "Akrep" demiyorduk.

"İyi . Kardeş olduğumuzu hatırlamana sevindim. "

  "Hep aklımdaydı."

"Dün pek öyle görünmüyordu. Silah arkadaşlarına, kendi timindeki askerlere gâvura vurur gibi vurup küfür ederken karşında kardeşlerin değil düşmanların vardı sanki. "

"Sinirliydim."

"Bu mu açıklaman?"

"Akrep canımı sıkıyorsun, sıkma."

Hızla üzerime yürüyüp üniformamın yakalarına yapıştı.

"Canını sikerim lan senin!! Dün akşam sınırda iki tane askerimiz şehit oldu bizim!!! Kan gövdeyi götürüyor lan birkaç kilometre uzağımızda!!! Biz hâlâ paşamızın sevdiği kızı vurmuşlar onun peşine düşüyoruz sabahın köründe!!! Sonra sevdiği kızda gelip efendimizi tutuklayıp hapislere atıyor!!!! Askeriz oğlumuz biz!!! Delik deşik lan bizim gövdemiz!!! Bizim layığımız bu!!! Olmamız gereken yer cephe!!! Sevdamız al yıldızlı bayrak!!! Müdaafa etmemiz gereken şey bu vatanın toprakları!!! Az kalsın üniformanı kaybediyordun lan!!! Değer miydi?!!!! Söyle değer miydi?!!!"

   "Akrep!!!!!!!!"

Yakamdaki ellerini tutup ittim.

"Bak çocuklukk arkadaşımsın kırmayayım kalbini!!!"

Odanın kapısı açıldı. Timdeki çocuklar odaya girdi.

"Komutanım, " diyen ses Kadir'e aitti.

Akrep, "Kır lan kır!!!! Benim kalbim zaten paramparça!!!!!! " derken aynı kırıkların bir benzerini benimde içimde taşıdığımı unutuyordu.

Aramızdaki bir iki adımlık mesafeyi kapatıp ellerimi omuzlarına koydum.

"Haydar yapma lan. Sen bari yapma. Ulan bir kızı sevdi diye bir adamın üzerine koca Urfa gelir mi lan?"

Ellerimi omuzlarından hırsla itti.

" Bir adamın sevdiği kızı daha çocuk yaşta mezara koyarlarsa sonra o adamın kardeşi tutupta o kızın mezara girme sebeplerinden biri olan aşiretin torunuyla evlenmeye kalkarsa kusura bakma Fırat ağa yedi cihanı alır üstüne gelirim!"

"O kız benim ablamdı Haydar! Elimmiş gibi, hiç umurumda değilmiş gibi konuşma!"

"Umurunda olsa o savcı kızı sevmezdin!!!!"

"Kadir!!! Al şunu götür gözümün önünden!!!! Elimden bir kaza çıkacak!! Götür!!!"

"Emredersiniz komutanım. "

Kadir , Akrep'in kolundan tutup,"Gel Haydar abi," derken Akrep kolunu ondan çekip gözlerimin içine baktı.

"Ömer ağanın bu olanlardan haberi yoktur , dimi?"

"Haydar sakın! Bak bunca yıllık dostluğumuzu siker atarsın, sakın!"

Mesele dedeme söylemesi değildi. Ben her şeyi çoktan göze almıştım. Mesele 25 yıllık dostumun beni arkadan bıçaklamaya kalkışmasıydı.

"O dostluğu sen çoktan sikip attın Bozkurt! Bundan sonra başına gelecek her şeyden beni sorumlu tutabilirsin! Dar edeceğim sana bu şehri! O kıza da..."

Yakasına yapıştım sertçe.

"Eğer sevdiğim kıza zarar verecek bir şey yaparsan bu devlet seni dışarıda bırakmaz ama önce ben ödetirim sana bunun hesabını!! Can dostum demem alırım canını!! Bunu böyle bil ne yapacaksan öyle yap!!"

Tuttuğum yakalarından itip odadan çıktım. Beynim zonkluyordu. Yürüdüğüm yol gözümün önünde tepetaklak olurken sırtında bir cesetle yıllarını geçirmiş bir adam gibiydim. O cesedi taşımak dert değildi de herkesin bir suçlu ararken en suçsuz olana saldırmaları meseleydi işte. Ulan benim yavrum ablam öldüğünde 3 yaşındaydı be! Dünyadan haberi olmayan el kadar bebekti. Onu nasıl ablamın ölümünden suçlardım? Türkoğlu aşiretiyle bu olayın bir bağlantısı olduğunu daha 5 yıl önce öğrenmişken Hazan'a karşı olan bu amınakoduğumun nefreti neydi? O benim ablamdı lan! Yaralarımı saran küçük meleğimdi. O üç göz evin içinde yaşadığımız sefaleti onca yıl görmezden gelen bu dallamaların canı on yaşında ablasının ölümünü izleyen benden daha çok mu yanıyordu?! Ben Hazan'ı isteyip gönlüme koymuşsam kime neydi? İlk defa lan...ilk defa amınakoyayım kendim için bir şey istemiştim! Koca bir cehennemin içine sıkışmak üzereydim. Sabrım taşıyordu. Hazan'a bir şey olursa yakardım bu memleketi. Her şeyin, herkesin amına koyar arkamı dönüp bir kez olsun bakmazdım.

Birkaç bina ötedeki ana binaya doğru ilerlerken Hazan'ı özlediğimi hissettim. Daha ayrılalı bir buçuk saat bile olmamıştı. Kokusu hâlâ burnumdaydı. Sıcaklığını özlemiştim. Sesini, dudaklarını, o minik ellerini , küçük bedenini. Boynunda derin bir nefes almak istiyordum şimdi. Şu an ciğerlerime çektiğim bu soğuk hava hava değil zehirdi sanki. Gece boyunca nasılda hiç kımıldamadan öylece uyumuştu göğsümde. Tenime vuran nefesleri bile beni deli etmeye yetmişti.

Dün yüzük istemişti benden. Şuradan erken çıkabilirsem eve gitmeden bir kuyumcuya uğrayıp alacaktım. Evlenme teklifi istemediğini söylemişti ama içinde bir şey kalsın istemiyordum. Her şeyin en güzelini yapacaktım ona.

Binaya girip ikinci katın merdivenlerine yöneldim. Albayın odasının önüne geldiğimde kapıyı çaldım. İçeriden gelen "gir" emriyle kapıyı açıp içeriye girdim. Odada Hazan'ın yerine gelen savcıda vardı.

Esas duruş alıp, "Rahat !" Komutuyla duruşumu bozdum.

"Kapıyı kapatıp otur şöyle. "

Kapıyı kapatıp masanın önündeki koltuklardan birine, savcının karşısına, oturdum. Hâlit albay her zaman ki o sert bakışlarıyla yüzüme bakarken,"Dün sabah olanlar senin gibi bir askere hiç yakışmadı evlat," dedi.

"Diğer türlüsü de yakışmazdı komutanım. "

"Pişman değilim diyorsun yani?"

"Yaptığım şeyin doğru olmadığını biliyorum. "

"Ama pişman değilsin?".

"Değilim komutanım. Üstlerime de her türlü açıklamayı yapmaya hazırım. "

Halit albay önündeki masada bulunan iki adet siyah dosyayı önüme itip,"Üstlerine gereken açıklamalar yapıldı. Savcılığa gitmesi için önündeki dosyada bulunan ifadeni imzala," dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Ne ifadesi komutanım? Ben kimseye ifade vermedim ki. "

"VASÖ'den aldığım emirler doğrultusunda ifadenizi ben hazırladım Fırat bey. İmzalayın lütfen."

Savcının sözleriyle ona döndüm. Bu adamın o örgütten nasıl haberi vardı? Halit albayda biliyor gibiydi. Nasıl gizli örgüttü lan bu böyle? Elleri kolları da baya uzundu belli ki.

Dosyayı elime aldım. Sözde ifademde göz gezdirdim. Hazan'ın elindeki deliller ve tutuklama kararıyla Binbaşı denilen iti tutuklamaya gittiği , binbaşının Hazan'a ve beraberinde gelen polislere ateş açtığı bizimde destek kuvvet olarak gittiğimiz yazılıydı. Sonrasında Binbaşı şerefsizi Hazan'ı rehin almış , bende onu kurtarmıştım. Ama binbaşı direnmeye devam edince biraz hırpalamak zorunda kalmıştım.

Dosyadaki gözlerimi karşımda oturan savcıya çevirdim.

"Burada yazılanların hepsi yalan. Olay böyle gerçekleşmedi. Ayrıca kimse tek kişilik bir saldırgan için onlarca askeri , hele de bir soruşturma altında olan onlarca askeri bir evin bahçesine yığmaz. Üstelik Şırnak'taki bir olaya Silopi'deki bir askeriyeden askeri birlik çağrılmaz. Bu memleketin polisi jandarması varken olay yerine bizim gitmiş olmamızda ayrı bir tutarsızlık. "

"Olayın nasıl gerçekleştiğini en az sizin kadar iyi biliyorum Fırat bey. Hangi güvenlik kolunun hangi durumlarda nereye çağırılıp çağırılmayacağını da öyle. Önemli olan orada ne yazdığı değil sizin altına atacağınız imza. Lütfen imzalayın. "

"Benim içinde önemli olan altına atacağım imza zaten sayın savcım. Ben vatanı için savaşan, onuru gururu için yaşayan bir türk subayıyım. Bir olsun bin olsun ben dün orada o ite karşı vatanımı, şehit verdiğim silah arkadaşlarımı müdafaa ediyordum. Yaptığım şeyden ne bir pişmanlık ne de bir utanç duymuyorken bu yalan yanlış ifadenin altına imzamı atmam. Madem burada ne yazdığının bir önemi yok o zaman gerçekleri yazalım. "

Elimdeki dosyayı masanın üzerine bıraktığımda savcı albaya kısa bir bakış atıp bana döndü.

" Emin olun dün orada ne için bulunduğunuzu da çok iyi biliyorum Fırat bey. Vatanına, bayrağına düşkün bir asker olduğunuz da muhakkak. Aksi olsa bugün karşımda değil hapishanede olurdunuz ki VASÖ sizi kurtarmak gibi bir girişimde bulunmazdı. Fakat taktir edersiniz ki bende bir emir kuluyum ve bana ne denilirse onu yapmakla mükellefim. Kaldı ki o bahsettiğiniz gerçekler Hazan hanımı zora sokar. Bunu istemezsiniz diye düşünüyorum. Yanlış mıyım?"

Haklıydı. Allah kahretsin ki haklıydı. Hazan'a bu kadar zarar vermişken dahasını vermeyi göze alamazdım. Bugün burada , böyle saçma sapan bir hâle bile onun için katlanıyordum. Ondan uzak kalmamak için her şeyi yapardım. İşin kötüsü bunu bu karşımdaki savcı da o VASÖ denilen örgütün itleri de çok iyi biliyordu. Dün sorgu odasında eğer bir şeyleri kabul etmemekte direnirsem Hazan'ın zora düşeceğini söylemişlerdi bana. Bir nevi tehditti işte. Hazan'ı bildiklerini duyduktan sonra zaten kafam gitmişti. Ne yaptığımı, ne dediğimi, o itlerin ne söylediğini tam olarak dinlememiştim bile. Sonra o Cihan denilen ibne de biliyordu Hazan'ı. 4 yıl önce bana Hazan'ın abisi olduğunu, Hazan'ın babası Mehmet beyin ona bunca yıl sahip çıktığını, ölmeden önce telefonda konuşurken aracın frenlerinin tutmadığını fark ettiğinde can havliyle Hazan'ı ona emanet ettiğini söylemişti. Neyse neydi! Söz konusu Hazan'ken havada uçan erkek sineğe bile güvenmezdim. O yüzdendir ki bu herifin sevdiğim kızın adını ağzına alması bile beni bir parça da olsa sinirlendirmeye yetmişti.

Savcının gözlerine dik dik bakıp, "Nereyi imzalayacağım?" Diye sordum. Kendime engel olmaya çalışsam da dişlerimi sıkıyordum. Sesim sert çıkmıştı.

Savcı oturduğu yerden kalkıp masaya bıraktığım dosyayı aldı. Ardından kalktığı yere geri oturup aramızdaki küçük sehpaya dosyayı açarak koyup bana imzalamam gereken yeri gösterdi. Albayın uzattığı kalemi alıp imzaladım.

"Tamamdır. Bundan sonrası bende sizin için bu dava kapanmıştır yüzbaşım. "

Albaya döndü.

"Ben çıkıyorum. Sizde yavaş yavaş eski düzeninizi oturabilirsiniz albayım. Soruşturma bitmek üzere. İçimizdeki vatan hainlerini temizledik nihayet."

Albay ayağa kalkıp savcıya elini uzattı. Bende ayaklandım.

Albaydan sonra savcıyla el sıkıştığımda odada albayla ikimiz kalmıştık.

Önümdeki ikinci dosyayı bana yeniden uzatan albay,"Şu dosyaya da bak bir. Senin timi büyütüyoruz ," dediğinde , "Anlamadım komutanım, " dedim. Normalde algıları fazla açık bir adamdım ama dünden beridir bir şeyleri anlamakta epey güçlük çekiyordum.

"Al şu dosyayı evlat. "

Dosyayı elime alıp açtım. İlk sayfasında Emir Kılıç adında bir asker vardı. Ağır tahrip uzmanı olduğu yazılıydı. Askeri CV 'si uzun uzun anlatılmıştı. İkinci sayfada da yine üniformalı bir asker vardı. Anıl Alparslan. Keskin nişancı.

"Ne diyorsun? Aslan gibiler dimi?"

Öylelerdi. Hepsi çakı gibiydi Maaşallah.

"Öyleler komutanım da nereden çıktı bunlar?"

"Bu aslanlar VASÖ'nün özel yetiştirdiği askerler. Yeni tayinleri çıkmış buraya. Sınır ötesindeki operasyonlar için eğitilmişler. Askeriyede en çok sınır ötesi operasyonlara giden tim senin timin. Bu aslanları da senin timine vermeyi uygun gördük. Tabii senin içinde uygunsa. "

"Uygundur komutanım. "

"Peki ,öyleyse. Yarın burada olurlar. Tanışırsınız. Çıkabilirsin."

"Komutanım. "

"Söyle evlat."

"Bana bugünlük ve yarın için bir izin ayarlayabilir miyiz?"

"He şu mesele. Ankara'ya gitmen gerekiyor değil mi? Gidebilirsin. Savcının da üstlerimizin de durumdan haberi var. Ama bugünlük buralarda olsan iyi olurdu."

" Öglenden sonra yine gelirim komutanım. Çok önemli bir işim var da gitmem lazım. "

Albay birkaç saniye sessiz kalıp, "Tamam , evlat çıkabilirsin. Öğleden sonra gelmene de gerek yok," dedi.

Oturduğum yerden kalkıp esas duruş alırken, "Emredersiniz komutanım, " diyerek odadan çıktım. Merdivenleri inip binadan ayrılırken lojmana yöneldim. Üzerimi değiştirip çıkacaktım. Hazan'a bir yüzük alıp oradan da eve geçmeyi planlıyordum.

                             *******

Arabadan inip kapıyı kapatırken ceketimin iç cebine koyduğum yüzüğü son bir kez kontrol edip eve doğru ilerledim. İçimde Hazan'ı göreceğim için bir heyecan vardı. Bu bana da tuhaf geliyordu ama 6 yıldır hissettiğim birçok duygu 6 yıl önceki Fırat'a nereden baksam o kadar uzaktı ki artık hislerimi kurcalayıp anlamaya çalışmıyordum bir süredir.

Zile bastım. O kapının ardında sevdiğim kızın olduğunu bilmenin verdiği his, benim gibi 31 yıllık ömrünü oldukça az bir kelime taburuyla geçirmiş bir adamın anlatabileceği bir şey değildi.

Nitekim kapı açıldı ve ben karşımda Bahar'ı buldum.

"Hoşgeldin abi, gelsene. "

Botlarımı çıkarıp içeriye girerken, "Hazan..." dedim ama Bahar sözümü kesip, "Hazan çok güzel oldu abi. Görünce bir daha, bir daha aşık olacaksın, " demişti.

Olmuyorduk sanki?

"Nerede o?" Diye sordum salonda oynayan Yiğit ve Elif'te gözlerimi gezdirirken. Belli ki Zehra' da buradaydı.

"Üst katta. Yatak odasında. "

Merdivenlere yöneldim. Sabırsızdım biraz. Yüzüğü beğenip beğenmeyeceğini merak ediyordum. Pek anlamazdım böyle şeylerden. Almıştık işte bir şey. İnşallah parmağına olurdu. Ölçüsünü almadan gitmiştim evden. Ölçüsü en küçük yüzüklerden birini alıp gelmiştim. Elleri çok küçük, parmakları uzun ve inceydi benim kızımın. Aldığım yüzük olurdu herhalde. Olmadı küçültürdük. Beğenmezse yenisini alırdım.

Üst kata çıkıp yatak odasına girerken Bahar'da peşimden geliyordu. Odada Zehra, annem ve tanımadığım bir kadın daha vardı. Ama benim gözlerim tek bir kişiye odaklanmıştı. Aynanın karşısında beyaz bir elbisenin içinde upuzun, dümdüz saçları beline kadar uzanan ve bir kuğuyu andıran sevdiğim kıza. Çok...çok...güzeldi. Ateş parçası gözleri beni buldu. Önce bir şaşırdı sonra odadakilere bakıp utanır gibi oldu. Küçük bir tebessüm belirdi dudağının kenarında. O ince belini tutup yapışsam ya dudaklarına.

Kapının ağzında öylece durduğumu fark ettiğimde Hazan'a doğru ilerledim.

"Anne, Zehra, Gülsüm abla hadi biz aşağı inelim."

Bahar bizi odada yalnız bırakmaya çalışıyordu ki isabet olurdu. Öpmesem kafayı yerdim o dudakları. O kokuyu solumasam ölürdüm. Sarmazsam o ince belini delirirdim lan sanki. İhtiyacım vardı. Bu kızın her bir zerresine ihtiyacım vardı.

Aramızdaki mesafeleri kapattığımda arkamda kalan kapının kapanma sesi odada duyuldu. Hazan karşımda, küçücük boyuyla dururken gözlerini benden kaçırıyordu. Utanıyordu yine benden. Nasıl bakıyorsam ona gözleri gözlerimi bulmuyordu.

Bir müddet izledim onu. Bu kadar güzel oluşunu izledim. Belki de izlemekten fazlası tutulup kalmıştım ona. 6 yıldır değişen hiçbir şey yoktu kısaca.

Alt dudağını dişliyordu. Gergindi besbelli. Karşımda duran su gibi güzelliğinde bir parçada hüzün hissettim o an. Gözlerimden kaçırdığı gözlerinde görmemi istemediği bir şey canımı sıktı.

Kaşlarım çatılırken böyle durmanın saçma olduğunu fark edip kollarımı beline sarıp kendime çektim küçük kızımı. Başı göğsümü bile bulmuyorken saçlarını öptüm. Kokusu ciğerlerime nefes olurken gözlerim kapandı. İçim titredi yine ve bir ömür bu kıza her dokunduğumda olacağı gibi.

Başını bulunduğu yere gömüp kokumu içine çekerken ince kollarını belime sardı.

"Erken geldin," dedi. Sesi kulaklarıma dolup beni rahatlatırken bir süredir gergin olan sinirlerimin gevşediğini hissettim. Derin bir nefes alıp, "Özledim," dedim sadece. Başıma ne gelirse gelsin Hazan'a sarıldığım da tek bir derdim vardı benim: onu özlemek.

"Bende," dedi. Özlemişti belliydi ama tek derdi bu değildi.

Onu kendimden ayırıp yüz yüze gelmek istedim ama başını önünden kaldırmadı. Saçları yüzünü kapatıyordu. Yüzünü ya da gözlerini görmemi istemediğinde hep o güzel saçlarıyla yüzünü gizliyordu. Sevmiyordum bu hâllerini. Kendini bana kapattığı hiçbir halini sevmiyordum.

Küçük çenesini tutup yere eğdiği başını kaldırdım. Gözleri sinirlenmeme neden olan bir inatla gözlerimi bulmazken, "Hazan," dedim. Sesim sert çıkmıştı.

  "Ne?"

Sesinde bile derinlerden gelen hüzünlü bir tını vardı. Bir salise bile duysam sesini ne hissettiğini anlardım. Onca zaman sadece sesini duyarak sevmiştim ben onu. Söylediği hüzünlü şarkıları dinlemiştim lan kimden neyi saklamaya çalışıyordu?

İçimde bir şeyler ezilir gibi olurken yine o his sardı içimi. Öfke. Her şeye, herkese karşı yakıcı bir öfke. Bunca yıl öfkesiyle var olmuş, olabilmiş bir adamdım ben. Dışarıdan tedavi edilmesi gereken bir ruh hastası gibi görünsem de bu analizde bir şeyler yanlıştı. Her insan gibi benim de ruhum bir parça hastaydı, kabul ama meselenin geri kalanında öfkem olmadan bir ruhumun da olamayacağını söylemem gerekirdi.

"Yüzüme bak."

Tereddüt etti. Gözlerini sağa sola kaçırıp sert bir nefesi alıp verişimle gözlerime baktı.

Hafif dolmuştu sanki o ateş parçası gözleri. Avuçlarımda kaybolan küçük yüzünü ellerimin arasına aldım. Tenini sevdim yavaşça. O kadar yumuşak o kadar narindi ki canını yakarım diye korktum. Bedenim ürperdi.

"Bir şey mi oldu?"

Gözlerini yüzümde gezdirdi. Ulan bir insan bir kızın sadece ona bakmasından bile kendini özel hisseder mi, hissediyordum. Oğuz'un nişanının olduğu gün nasıl ki o güzel gözleri koca bir gün boyunca bir kez olsun yüzüme değmedi diye delirdiysem bugün, bir önceki günler de olduğu gibi, bana bakıyor, beni seviyor diye içim ısınıyordu.

Gülümsedi. Gülüşü her defasında mahvediyordu beni. Kısılan ve içi ışıl ışıl parlayan gözleri, dudağının kenarındaki o varla yok arası çukur, ona ait her şey öyle bir işliyordu ki içime kıyamıyordum onu üzgün görmeye.

Kollarını belimden çözüp benden birkaç adım uzaklaşırken ,"Oldu," dedi.

"Noldu?"

Hâlâ o öldüğüm gülümsemesi yüzündeyken ellerini yüzüne kapatıp etrafında döndü. Elbisesinin etekleri uçuşurken saçları savruluyordu. O kadar güzel o kadar tatlıydı ki. Ama üzgündü işte.

Durdu. Ellerini yüzünden çekip dibime kadar girip çenesini zar zor yetişebildiği göğsümün altına dayayıp, "Ben çok güzel oldum," dedi.

Kaşlarım hâlâ çatıktı. Bakışlarım sert. Ne kadar istesem de sarılmadım ona. Eyvallah, çok güzeldi. Ama yalancı bir güzel. Aklımı karıştırıp konuyu dağıtmaya çalışıyordu. O üzgünken benim gözüm onun güzelliğini bile görmezdi ki.

Benden bir tepki alamayınca birkaç adım gerileyip dudaklarını büzerek, "Olmamış mıyım?" Dedi nazlı nazlı.

Üzerine doğru yürüyüp elini tuttum. Yatağa oturup onu da tek dizime oturtarak kucağıma aldığımda gözlerine baktım ciddi bir ifadeyle.

"Hazan bak son kez soruyorum noldu? Doğru düzgün cevap vermezsen aşağıya iner evdekilere sorarım. Olmadı o dedeni bulurum yakasına yapışırım, noldu?"

Konunun işiyle bir ilgisi olmadığını anlayabiliyordum bu yüzden o seçeneği kafamdan çoktan elemiştim.

Yutkundu. Korkmuştu. Demek ki üzgün olmasının sebebi bu saydıklarımdan biriydi.

"Bir şey olm..."

"Hazan!"

Telaşla kollarını boynuma sararken beni kendine çekip, "Fırat bağırma nolur?" Dediğinde çıldırmanın eşiğindeydim. Ulan bir kerede canımı ağzıma getirmeden bana her şeyi anlatsa olmuyor muydu? Er ya da geç anlatmak zorunda kalacaktı zaten neyin inadıydı lan bu amınakoyduğum?

Burnum boynuna değerken şu hâlde bu kadar sinirliyken bile kokusunu soludum. Kollarımı beline sarıp küçük kulağının altını öptüm. Nasıl güzeldi onu öpmek? Teni ruhumun mabediydi sanki. Günahlarımı unutup sevaplarımla değiştiğim kadındı.

"Hazan...bak konuş. Birazdan karım olacaksın, bağırmak istemiyorum sana. Söyle biri bir şey mi dedi? "

Bana daha çok sokuldu. Sokulmak değildi belki de bu. Sığınıyordu. Ve bunu hissetmek daha da öfkelendiriyordu beni. Benim sevdiğim kızı kimse üzemezdi. Kimseye bu hakkı da bu fırsatı da vermezdim. Onu bir tek ben üzebilirdim sonra da it gibi pişman olur, hayatımda ilk defa bu sene tanıştığım o "özür " kelimesini ağzıma alır, af diler, yetmezse ayaklarına kapanırdım. Ama onu benden başka kimsenin üzmesine müsade etmezdim.

"Kimse bir şey demedi. Aksine herkes geldiğinden beri bana iltifat edip duruyor. Özellikle de Canan teyze. Elbisemi o giydirdi biliyor musun? Dün Bahar'la birlikte çıkıp almışlar. Biraz abartılı sanki ama çok beğendim ben. "

Kendini benden çekip elbisesinin eteğini tuttu. Bir ayağını havaya kaldırıp eteğini geriye doğru çekerken, "Bak ayakkabılarım da çok güzel, " dedi. Bense bacaklarını izliyordum. Bembeyaz , süt gibiydi. Küçücük ayakları vardı. O ayakları neler düşündürüyordu bana.

Bacağını tutup dizime koydum. Okşadım.

"Yavrum madem kimse bir şey demedi ne bu halin? Delirtmeye mi çalışıyorsun sen beni?"

Küçük bir kız çocuğu gibi bana elbisesini ve ayakkabılarını gösteriyordu. Gözüme çok tatlı görünüyordu ama derdini öğrenmezsem kafayı yerdim.

Gözlerime baktı. Gözleri doldu. Yutkunup eteğini bırakıp boynuma sarılırken, "Ben kendi kendime üzüldüm, " dedi. Sesi titriyordu lan. "Ben hiç bir gün evlenirim diye düşünmemiştim. Birini sevmek ne bileyim evlenmek falan çok uzak şeylerdi. Hayalini bile kurmadım hiç. Gelinlik , düğün, isteme , nişan, kına gecesi bunlar gelecek planlarım arasında yoktu. Şimdi böyle bir garip oldu içim. Yanımda...ailemden kimse yok. Hiçbir zaman olamadılar tamam ama bari...bugün..." O cümlenin devamını getirmedi.

"Böyle bir şey için üzülmem saçma mı sence? Hani olur ya kızların böyle saçma sapan ağlayıp zırladığı şeyler onlar gibi bir şey mi? Çocukca mı?"

Değildi. Nasıl hissettiğini anlıyorum diyemezdim. Çünkü ben Hazan yanımdayken hiç kimseye ihtiyacım yokmuş gibi hissediyordum. Bütün dünyayla savaşır herkese güç yetirirdim. Ama o küçüktü daha. Savunmasızdı. Sevdiği insanlardan darbe yesede hâlâ onları sevmeye devam ediyordu. Hiç ailesi olmayan bir çocuğun bir aile istemesi nasıl saçma bir şey olabilirdi ki? Ben ona aile olurdum. Nasıl istiyorsa öyle görsündü beni. Bazen babası, bazen abisi, bazen annesi belki ama en çokta kocası olacaktım ben onun. O benim yüreğimin yarısıydı lan. Canımın içiydi. Nefes alma sebebimdi.

Saçlarını öptüm.

" Ben varım Hazan. Yetmez mi? "

Daha sıkı sarıldı boynuma.

"Yeter," dedi.

Kendimi ondan geri çekip yüz yüze gelmeye çalıştım. Başını boynumdan kaldırıp gözlerime baktığında üzgündü hâlâ ama ağlamamıştı.

Boynumdaki ellerinden birini tutup, "Gel bir kere daha dön bakayım şöyle bir sana ," dedim. Gülümseyip kucağımdan kalktı. Etrafında eteklerini tutup döndüğünde uzun saçları yüzüme vuruyordu. Kokusu, güzelliği, gülüşü başımı döndürürken durdu.

"Güzel olmuş muyum?"

Karşımda durup gözlerime bakarken baştan aşağı süzdüm onu. Ne kadar bakarsam bakayım doyamıyordum. Bebek gibiydi.

"Çok, " dedim. "Çok güzel olmuşsun."

O da benim gibi elbisesini süzüp, "İmam nikahı için biraz abartılı olmamış mı sence? Gelinlik gibi. Ama çok güzel," dediğinde kadın giysisinden pek anlamıyordum. Hepsi aynıydı işte. Beni içindeki ilgilendiriyordu. Çuval giyip gelse yine tutulur kalırdım ona böyle.

Elini tutup kendime çektim onu. Korkuyla, "Fırat, " derken bacaklarımın arasındaydı. Kollarımı kalçalarının üzerinden sarıp elbisesinin üstünden belini öptüm. Kollarını başıma sararken güldü. Ah o gülüşünün sesi...içinde kuşların cıvıltılarını taşıyordu sanki. Öyle çocuksu öyle cıvıl cıvıl bir tınısı vardı. Bir ömür böyle gülse ya. Ben hep onun sesini dinlesem.

Belini peş peşe defalarca kez kokusunu içime çeke çeke öptüm. Ben öptükçe o gülüyordu; o güldükçe benim onu daha çok öpesim geliyordu.

"Fırat dur," dedi gülüşlerinin arasında.

"Ne dur Fırat, ne dur? Küçük gelinim benim. "

  "Yaaaaa."

"Gülüşüne kurban olduğum. "

Göbeğini öptüm. Belinin diğer tarafını da. Başımı yüzüne kaldırıp gözlerine baktım sonra.

"Fıraaat," dedi uzatarak. Sesinin bu halini sevmiştim. Huzurluydu. Benim yanımda, benim kollarımda olduğu için.

Dizime oturtup dudaklarına kapandım. Üst dudağını emip içime çekerken minik elleriyle yüzümü avuçlarının arasına alıp karşılık verdi bana. Yavaş yavaş öptüm bu sefer. Onu zorlamadan, yormadan, severcesine öptüm. Dudaklarını öpmek kana kana su içmek gibiydi ama bir türlü ona olan susuzluğum dinmiyordu. Dinmeyecekti de. Dinmesindi de.

Hazan birden kollarımdan kurtulmaya çalışırken afalladım. Canını mı yakmıştım? Dudaklarının dudaklarımdan ayrılmasına izin verirken,"Yavrum noldu , canını mı yaktım?" Diye sordum.

"Fırat duymuyor musun kapı çaldı. "

Odanın kapısı çalınırken Hazan kucağımdan kalktı. Duymamıştım. Ulan özel harekat askeriydim ben. Düşmanın o leş nefesinin sesini gece karanlığında yüz metre öteden duyardım. Hazan'ı öperken nasıl kaybediyordum kendimi? Nasıl tüm seslere sağır, Hazan dışında her şeye kör olabiliyordum?

Hazan boğazını temizler gibi bir ses çıkarıp kapıya doğru ilerledi. Ne güzel yürüyordu lan? Onun yürüdüğü yola ömrümü sererdim ben.

Kapıyı açıp, "Gelsene Canan teyze ," diyerek geriye çekildi. Annem içeriye girip bana kısa bir bakış attı. Hazan kapıyı kapatıp annemin peşinden gelirken yanakları al al olmuştu. İçimi çektim. Annemse umrumda değildi. Bunca yıl ne o kurcalamıştı geçmişi ne de ben. Onca şey yaşanmamış gibi yaşayıp bugünlere gelmiştik. İçimde ne bir öfke ne de bir nefret yoktu ona karşı . İyi kadındı aslında. Öyleydi de işte...neyse. Bir adamın annesinden "iyi kadındı" diye bahsetmesinden de anlaşılacağı üzere bizim için söylenecek pek fazla bir şey kalmamıştı.

Annem aynalı masanın önündeki küçük tabureye oturdu. Hazan ayakta dikilirken, "Geç güzel kızım şöyle, " dedi. Hazan hafifçe gülümseyip yanıma otururken elini tuttum. Çekmeye çalışsa da izin vermedim.

"Size birkaç bir şey söylemek istiyorum. Müsaadeniz olursa. Oğlum?"

Müsaadem olurdu olmasına da söyleyecekleri umrumda olur muydu bilemedim.

"Buyur. "

"Bakın evlilik biraz garip bir şeydir. Bazen birbirini sevmeyen iki insanın birbirini sevmeyi öğrendiği, bazen yine birbirini sevmeyen iki insanın birbirinden nefret ederek geçirdiği , bazen birbirini seven iki insanın birbirini sevmemeyi öğrendiği, bazen de yine birbirini seven iki insanın bu sevgiyle bir ömür sürdüğü garip, tuhaf bir yolculuktur. Gözlerinizden görüyorum ki siz birbirini seven iki insansınız. İnşallah bu sevgiyle bir ömür sürersiniz. Birinizin ak dediğine diğeri kara der. Bazen birinizin al dediğine diğeri kırmızı derken bile anlaşamayabilirsiniz. Birbirinize karşı sabırlı olun. Hele de oğlum sen. Hazan kızıma karşı sabırlı ol. O senden hem yaşca hem de tecrübe olarak küçük. Allah kadınları bu dünyaya erkeklere emanet ederek göndermiştir. Kadınlar eşlerinin emanetidir. Anasından atasından önce o sana Allah'ın bir emaneti. İmam nikahı da bunun nişanesidir. Yatağa küs girmeyin. Birbirinize ağır söz söylemeyin. Gönül bu elbet kırılır ama kırık vardır kırık vardır. Saramayacağın yarayı açmayacaksın. Birbirinizde saramayacağınız yaralar açmayın. Dilin kemiği yoktur derler. Yüreğinde sevdası olanın dilinin kemiği de olur. Sevdiğini kırmamak için yeri gelir lafını da yutarsın öfkeni de. Aşk karın doyurmaz derler. Aşk, sevgi bunlar ruhunu doyurur insanın. Ruhu aç olanın karnı tok sırtı pek olsa ne çıkar? Hayat bu bollukta olur darlıkta. Denize düşen yılana sarılırsa sevdaya düşen sevdiğine sarılır. Birbirinizin elini hep böyle sımsıkı tutun. "

Hazan'a baktı.

"Sen benim kızımsın bundan sonra. Baktın benim bu çam yarması oğlum üzüyor seni çık gel yanıma. Tamam mı güzel kızım?"

Ne diyeyim? İyi kadındı işte.

Hazan'ın gözleri dolmuştu.

"Tamam Canan teyze. "

"Ne teyzesi kızım anne de bana artık."

Hazan gerilmişti. Şu an bu anne , baba mevzularını konuşmanın yeri değildi. Elimdeki eliyle onu iyice kendime çekip kolumu beline sardım. Gözleri beni buldu.

"İstediği zaman der. Zorlama."

Durumu anlamış gibi başını sallayıp oturduğu yerden kalkarken,"Tamam oğlum, gelinim nasıl isterse öyle olsun," dedi. Hazan'da benden ayrılıp ayağa kalkarken bende kalktım.

Hazan'la sarıldılar. Bende elini öptüm. Sırtımı sıvazladı. Gözlerime gururla baktı bir an.

"Aslan oğlum benim ," dedi.

İçimde tek bir duygu , ufacık bir his , bir şey bile hareket etmedi. Önceleri duygusuz sikik herifin teki olduğumu düşünürdüm. Ama yanımda minik elini tuttuğum küçük kız bana duyguları oldukça yoğun olan bir adam olduğumu öğretmişti. Dahası aşkı sevdayı bilmeyenin bu vatanı sevemeyeceğini bilirdim ben. Neyse ki birini sevmek için gönlünüzde o kişiden bir parça taşımanız gerektiğini de biliyordum. O parçayı oraya karşınızdaki insanın koyup yine onun alabileceğini de. Annem bendeki parçasını yıllar önce almıştı. Yine de...iyi kadındı işte.

"Saadettin aradı az önce. İmam efendiyi almış geliyorlarmış. Sizde inin peşimden hemen."

"Tamam Canan teyze. "

Annem odadan çıkarken kapıyı çekmişti. Hazan aynada kendine bakıp elbisesini ve saçlarını düzeltirken, "Hadi çıkalım, " dedi.

"Yavrum."

"Hı?"

Aynadaki gözleri beni buldu. Arkasına geçip cebimdeki yüzüğün kutusunu çıkardım. Evlenme teklifi yapacaktım ama şu sıralar biraz zaman alacak gibi duruyordu. Benden yüzük istemişti. Yarın Ankara'ya gidecektim. Parmağı ben yokken ve o benim imam nikahlı karımken boş kalsın istemiyordum. Olmadı geri dönünce bir yüzük daha alır evlenme teklifi ederdim ama şu an yüzüğü parmağına takmak istiyordum.

Kollarımı beline sarıp boynunu öptüm. Kokusunu içime çekip, "Hazan'ım," dedim. Ne güzel adı vardı?

"Fırat'ım. "

Ağzını yediğim.

Elimdeki kutuyu ona doğru çevirip açtım. Gözleri kutuyu ve içindeki kar tanesi şeklinde pırlantası olan yüzüğü buldu.

Ateş parçası gözleri büyürken, "Fırat bu ne?" Dediğinde yüzüğü kutusundan çıkardım.

"Benim yavrum dün benden yüzük istemedi mi aldım işte. "

Kutuyu masanın üzerine atıp sol elini tuttum.

"Parmağının ölçüsünü almayı unutmuşum sabah. Göz kararı aldım öyle. Bakalım olacak mı?"

Yüzüğü parmağına geçirdiğim de tam olmuştu.

"Tam oldu," dedi parmağındaki yüzüğe bakarken.

Çokta güzel olmuştu. Her zerresi öyle bir ezberim olmuştu ki yüzüğü bile göz kararı alabilmiştim. İçimi çektim. O süt beyazı minik elinde ve narin parmaklarındaki yüzüğün duruşu şu hâlde bile aklımı karıştırıyordu. Alıp verdiği nefesten bile tahrik oluyordum.

Elimdeki küçük elini dudaklarıma götürüp öptüm. Üstünü, içini, parmaklarını. Vakit olsa her bir zerresini oturur teker teker öperdim de. Evlenince öpecektim. Ne hayallerim vardı bu küçük kızla ilgili. Bilse belki korkar kaçardı benden. Ama artık öyle bir şansı yoktu. O yüzük o parmağa girmişti bir kere.

"Beğendin mi? Ben pek anlamam yavrum böyle şeylerden. Kafama göre aldım öyle ama beğenmediysen değiştiririz. "

Elini elimden çekip yüzüğe bakarken bana döndü. Gözleri dolmuştu yine.

"Çok güzel ," dedi. "Çok beğendim. Ne alırsan al beğenirdim zaten. Sadece bir yüzük istiyordum. "

Biliyordum. Hazan'ın öyle parayla pulla , gösterişle işi yoktu . Ama her şeyin en güzeline layıktı gözümde.

"Aldım işte. Artık benimsin Hazan. Bu saatten sonra benden bir adım öteye gidemezsin. Benden ayrılamazsın. Tek bir gece dahi bensiz uyuyamazsın. Birazdan karım olacaksın. Aramızda ne geçerse geçsin, ne olursa olsun bir daha o siktiğim ayrılık kelimesi aramızda geçmeyecek. Bu yüzük bu parmaktan çıkmayacak. Tamam?"

Başını bedenime yaslayıp ellerini göğsüme koyarken, "Tamam," dedi. "Dün gece söz verdim ya sevgilim söz işte."

Sevgilim....

"Sevgilin ölsün sana. "

Benim küçük kızımın sözlerine pek güven olmuyordu ama bu sefer karım olacaktı kaçış şansı yoktu.

Kendini benden geri çekip başını geriye atarak yüzüme bakarken, "Çıkalım mı?" Dedi.

Yüzüne doğru eğilip boynunun altını öptüm. Tenini koklarken,"Ben bir üstümü değiştireceğim. Sen böyle güzelken bizde bir takım elbise çekelim," dedim.

Kollarını boynuma sarıp, "Sen her halinle çok yakışıklısın ki. Bence gerek yok," dedi.

    "Hım?"

   "Hıhı."

Boynuna bir öpücük daha kondurduğumda kendini geri çekip, "O zaman ben önden ineyim. Hem şu şalımı takmam lazım," derken onu iyice kendime çektim. Ayrılmak istemiyordum.

"Burada kal. Birlikte ineriz. "

"Olmaz Fırat. Üzerini değiştireceksin ya."

"Ne olmuş yavrum? Görmediğin görmeyeceğin şey mi? Otur izle işte beni şurada."

"Fıraaat ," dedi uzatarak mızmız bir sesle. Utanmıştı yine.

"Yavrum."

Kollarımdan kurtulmaya çalışırken, "Sen iyice arsız bir adam oldun. Konuşma benimle şöyle, " dedi. Bir bilse ona gösterdiğim şeyler hissettiklerimin ve istediklerimin yarısı bile değildi. Yanıyordum lan. Cayır cayır yanıyordum.

Derin bir nefes alıp kokusunu hapsettim ciğerlerime. Kollarımı gevşetip benden uzaklaşmasına izin verdiğimde gözlerime ters ters bakıp aynaya döndü. Elbisesini ve saçlarını düzeltip önümden geçerken yatağın etrafından dolaşıp diğer tarafa geçti. Öyle güzel, öyle nazlı, öyle edalı, öyle endamlı yürüyordu ki içim titredi. Kızdığında daha bir güzel oluyordu. Ağlarken ayrı bir tatlı. Gülerken dünyanın tek harikası gibiydi. Koltuğun üzerindeki beyaz, şal dediği şeyi alıp yerlerde sürünen eteğini tutarak salına salına odadan çıkıp gitti.

Derince içimi çektim yine. Odaya kokusu sinmişti. Gözlerimi kapatıp burun kemerimi sıktım. Delirecektim lan! Aşkından, sevdasından kafayı yiyecektim.

Dolaba yönelip siyah bir takım elbise alıp giydim. Ardından odadan çıkıp alt kata indiğimde Bahar Hazan'ın şalını takıyordu.

"Öyle tam takmaya gerek yok bence. Dimi anne ? Şöyle saçlarının üstüne atsak yeter. Zaten fön çektik saçlarına. "

"Olur mu kızım öyle? Çekil şuradan. Gel güzel kızım. Bahar sende bir toka bul. Kız gülsüm sende vardır. Kuaför diye geldin buraya. "

"Var bacım var. Geldik de ne oldu sanki gelin hanımın makyaja alerjisi var diye bir işe yaradık mı? Al bacım. Bir fön çekebildik ama o bile yetti. Çok güzel kız Maşallah. "

"Öyledir ben arkadaşım."

"Teşekkür ederim. O sizin güzelliğiniz."

"Ay pekte mütevazi. "

"Anne çok sıkma. Canını acıtacaksın. "

"Sus sen! Geçende Elif'in saçını yolluyordun tarayacağım derken. Apartman inledi çocuğun ağlamalarından. Senden akıl mı alacağım?"

"Ya anne Allah aşkına benim ne suçum var? Püsür olmuştu saçları biraz zorladım çözülsün diye."

"Olur tabii. Çocuğun saçlarını ayda yılda bir tararsan püsürde olur bitte."

"Ayh anne el insaf be! Bu kadar da uydurulmaz yani. Hazan vallaha bak öyle bir şey yok. "

"Bahar tamam gel. Ağlama. "

Bahar Hazan'ın yanına oturup ona sarıldı.

"Ama gerçekten uyduruyor. Bir insanın üzerine bu kadar gelinmez yani. Zaten duygusalım. Hormon..."

Hazan boğazını temizler gibi bir ses çıkartırken Bahar susmuştu. Bir şey saklıyorlarmış gibi hissettim.

"Ne hormonu kız? Sen loğusallığı geçireli çok oldu. "

Bahar gözlerini sağa sola kaçırıp Hazan'a bakarken Hazan,"Özel gününde o bugün. Ondan bahsediyor Canan teyze, " dedi.

Ne de güzel yalan söylüyordu benim sevdiğim. Sesinin tonu daha bir inceliyordu yalan söylerken. Önce bir yutkunuyor sonra o ateş parçası gözlerini yuvalarında bir tur döndürüyordu. Onu bu kadar iyi tanımasam beni bile kandırırdı bu tatlılıkla ama her hâli ezberimdi.

Kapı çaldı. Açtım. Saadettin , Orhan, Ayhan ve Hacı amca gelmişti. Geri çekilip yol verdim.

"Ulan insan bir hoşgeldin der. Evine geldik burada. Bari Hacı amcaya saygın olsun."

Sado'ya ters bir baķış atıp Hacı amcanın elini sıktım.

"Selamünaleyküm Hacı amca."

"Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berakatü evlâdım."

"Buyrun. Masaya geçin."

Hazan ve diğerleri de ayağa kalkıp masaya doğru geçerken başını örtmekte çok yakışmıştı yavruma. Her hali çok güzeldi. Melek gibiydi.

Heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Bende heyecanlıydım galiba biraz. Ne bileyim lan işte benim oluyordu. Hayalim hayatım oluyordu. Ötesi var mıdır ki bunun? Olmasın. Ömrümün hiçbir anı Hazan'dan bir milim ötede olmasın.

Masaya oturduk. Hazan yanımdaydı. Orhan ve Ayhan şahitlerimizdi.

Hacı amca,"Allah'ın emri peygamber efendimizin sünnetiyle nikah akdine başlıyorum. Bismillahirrahmanirrahim." Dediğinde Zehra'nın bebeği ağlamaya başlamıştı. Zehra bebeği alıp üst kata çıkarken Hacı amca devam etti.

"Gelin kızım adın ve baba adın nedir?"

"Adım Hazan. Babamın adı Mehmet."

"Oğlum adın ve baba adın nedir?"

"Fırat," derken duraksadım. O herifin adını ağzıma almak ucu kor bir demirin boğazımdan aşağı sokulması gibi bir şeydi. Kaç yıl olmuştu adını ağzıma almayalı, yüzünü aklıma getirmeye tövbe edeli.

Bacağımın üzerindeki elimde küçük bir el hissettim o an. Hazan elimi tutmuştu. O iti bilmiyordu ama beni biliyordu. Elini avucuma aldım. Tek bir kere, söyle ve kurtul.

"Feyyaz."

"Şahitlerin adları ve baba adları?"

"Orhan. Ramazan.

"Ayhan. Tefik."

"Mehri kararlaştırdınız mı?"

Karşımda oturan Sado'yla göz göze geldik. Başını olumlu anlamda bir kere aşağı doğru eğdi.

"Ben bir şey istemiyorum. "

Hazan'a döndüm.

"Hazan, "dedim ama konuşmama izin vermedi.

"İstemiyorum. "

"Kızım bu farzdır. Boşanma durumunda kadının bir maddi güvencesi olsun diyedir. Öyle istemiyorum diyerek olmaz ama istersen kocana bağışlayabilirsin ."

"Yok öyle Hacı amca. Mehir senedini hazırladık biz. 150 gram altın, bu ev ve Şırnak 'ta bir kebap restoranını mehir olarak veriyoruz. "

"Fırat..."

Elimdeki elini daha sıkı tutup, "Sus, " dedim. Ne derse desin değişen bir şey olmayacaktı.

"Peki tamam. Mehmet'ten olma Hazan , Feyyaz'dan olma Fırat'ı Ayhan ve Orhan'ın şahitliği huzurunda bir ev, bir restorant ve 150 gr altın mehri muaccel ve mehri müeccel ile Allah'ın izni, peygamberin sünneti ve İmam-ı Azam'ın iştihadı ile kocalığa ve helalliğe kabul etin mi?"

"Ettim."

"Ettin mi?"

"Ettim."

"Ettin mi?"

"Ettim."

"Sizler de şahitlik ettiniz mi?"

"Ettik."

"Feyyaz'dan olma Fırat sende Mehmet'ten olma Hazan'ı şahitlerin huzurunda, Allah'ın izni , peygamberin sünneti, İmam-ı Azam'ın iştihadı ile zevceliğe ve helalliğe kabul ettin mi?"

"Ettim."

"Ettin mi?"

"Ettim."

"Ettin mi?

"Ettim."

"Bende nikah akdini gerçekleştirdim. Allah yuvanızın birliğini, dirliğini, huzurunu bozmasın. "

Amin...

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Loading...
0%