Yeni Üyelik
62.
Bölüm

62. Bölüm

@yikim2024

Bahar'la Hazan'ın sarılması bittiğinde nihayet yalnız kalabilmiştik. Elindeki kapıyı tutup kapattığım da gözleri beni buldu. Çok özlemiştim. Saatlerdir gözümün önündeydi. Yanımda yöremdeydi. Elimi uzatsam tutardım ama insanların içinde ona dokunup sarılamadıkça, kokusunu içime çekemedikçe kafayı yemiştim. Yetmiyordu lan işte. Üzerindeki elbiseyle salınıp durmuştu gözümün önünde. Bahar'la bir şeyler konuşup güldükçe zor tutmuştum kendimi dudaklarına yapışmamak için.

Karımdı artık. Benimdi. Aramızdaki mesafeyi kapatıp kucağıma aldım onu. Kollarını boynuma sarıp bana sokulurken başımı boynuna gömdüm. Saatlerdir hasret kaldığım kokusunu içime çekerken salona doğru yürüdüm.

"Çok özledim lan."

Güldü.

"Abartma Fırat. Hep yan yanaydık."

Koltuğa otururken tenini öptüm.

"Yetiyor mu lan sanki? Ne kadar yakınımda olursan ol kucağımda değilsen ölüyorum hasretinden."

Başını omzuma yaslayıp içini çekti. Huzurlu bir iç çekişti bu.

"Çok yoruldum, " dediğinde kaşlarım çatıldı. Nikahtan sonra Ayhan ve Orhan , Hacı amcayı alıp gitmişti. Hazan annemlerle birlikte yemek hazırlamış bizde Sado'yla yeni açılacak olan restorantın eksiklerini konuşmuştuk. Sonra yemekler yenmiş Hazan'la Bahar sofrayı toplamıştı. Çaylar içilmiş ve sonunda herkes gitmişti. Ama gözüm hep üstünde olmasına rağmen Hazan'ın yorulduğunu fark etmemiştim. Aksine mutlu gibi duruyordu. Hele de Bahar'la telefonda her neye bakıyorlarsa baya eğlenmişlerdi.

Sırtını sıvazlayıp saçlarını öptüm.

"Fark etmedim," dedim. "Yoksa izin verir miydim o kadar şeyi yapmana."

Yorulduğunu duymak canımı sıkmıştı.

"Hayır, " dedi. "Öyle değil. Gülmekten yoruldum. "Belindeki elimi karnının üzerine koydu. "Karnım ağrıdı hatta. Bahar'la vakit geçirmeyi özlemişim. "

Derin bir nefes alıp verdim. Karnındaki elimle göbeğini okşadım.

"Baya eğlendiniz. "

"Hıhı."

Başımı geri çekip alnını öptüm.

"Neye güldün o kadar? Deli ettin beni."

Boynuma sarılı olan elleri üzerimdeki gömleğin açık olan üç dört düğmesinden göğsümü buldu. Sağ taraftaki kurşun yarasını okşarken başını boynumun altına koydu. Dudakları tenimi bulduğunda kasıldım. Dünden beri ondan beklemediğim bir şekilde fazlaca sokulup sırnaşıyordu bana. Ne kadar zorlasa da beni bu halleri hoşuma gidiyordu. İyice kendime çektim karımı. İstediği kadar dokunup öpsündü. Kocasıydım ben onun.

" Bahar birkaç video izletti. Onlara gülüyordum. Kızdın mı?"

Kaşlarım çatılırken anlamamıştım. Neye kızacaktım lan?

"Neye kızdım mı?"

Göğsümde küçücük kalan yüzünü tenime sürtüp kokumu solurken, "Güldüm diye. Deli ettin beni, dedin ya," dediğinde sıkıntılı bir iç geçirdim. Niye her şeyi tersten anlıyordu bu kız? Nasıl kızardım lan ben ona güldü diye? Küçücük bir tebessümü için neler yapar, nelerden vazgeçerdim bilmiyor muydu? Nasıl seviyordum onu görmüyor muydu lan?

"Güldün diye değil gülüşüne deli oldum Hazan. Seni o güzel gülüşünden öpemedim diye kafayı yedim. Ulan ne demek güldün diye kızmak? Öyle bir adam mıyım ben?"

Boynumu öptü.

"Değilsin. Ama ne bileyim öyle düşündüm işte. "

"Yanlış düşünmüşsün."

Kizdırıyordu beni. Söylediklerimden en olmadık , en kastetmediğim anlamı çıkarıp böyle masum masum sorular soruyordu. Bu halleri deli ediyordu beni. Bana ne sebeple olursa olsun kırılsın , benim yüzümden üzülsün istemiyordum.

"Özür dilerim. "

Birde bu yerli yersiz özürleri vardı. Çıldırtıyordu beni. Böyle yaptığında kendini suçlu hissettiğini biliyordum. Sesim ona karşı azıcık sert bir hâl alsa hemen kırılıyordu. Kendini geri çekip özür dilemeye başlıyordu böyle.

"Dileme. "

"Peki."

Fısıltılı sesi kulaklarıma dolarken uykusu var gibiydi. Saat daha yeni akşam üzeri altıyı bulmuştu. Bu saatte uyur muydu ki?

"Uykun mu var senin?"

Bu sefer de boynumun diğer tarafını öperken, "Biraz," dedi.

Sıkıntılı bir iç geçirdim. Ya çok fazla uyuyordu ya da hiç uyumuyordu. Dünden beri çok yüksek olmasa da ateşi vardı. Ara ara öksürüp duruyordu. Dünkü hastane randevusuna da gitmemişti. Ters bir durum mu vardı acaba? Yeni bir randevu alıp onu en kısa zamanda hastaneye götürmeliydim.

Daha sıkı sardım küçük kızımı. Boynumdaki küçük yüzünü tutup yanağını öptüm.

"İyi misin," diye sordum. "İlaçlarını aldın mı sabah?"

Yüzünü elimden çekip gömleğin açık yakasına gömdü yine. Başını bulunduğu yerde aşağı yukarı sallarken,"İçtim," dedi. Sesi git gide daha kısık bir hâl alıyordu.

"Odaya çıkarıp yatırayım mı seni?"

Derin bir nefes alıp bana biraz daha sokulurken, "Üzerimi değiştirmem lazım. Sonra duş almak istiyorum. Uyumak istemiyorum Fırat. Seninle vakit geçirmek istiyorum," dediğinde içim gitti şu haline. Sesi çok fazla uykulu ve yorgundu. Gülmekten yoruldum, demişti ama şu hâli hiç öyle durmuyordu.

Saçlarını öpüp,"Tamam yavrum," dedim. "Yukarıya çıkartayım seni, değiştirirsin üstünü. Duşunu da alırsın. Sonra yanıma gelirsin ne istersen onu yaparız, Tamam?"

Kollarını boynuma sarıp, "Tamam," dedi. Uyudu uyuyacaktı sanki.

Bir kolumu beline sarıp diğer kolumu da bacaklarının altından geçirirken oturduğum yerden kalkıp üst katın merdivenlerine yöneldim. Birkaç büyük adımla merdivenleri arşınlayıp yatak odamızın önüne geldiğimde aralık olan kapıyı ayağımla iterek açtım. Yatağa ilerleyip Hazan'ı üzerine bıraktığımda gözleri kapalıydı. Üzerine eğilip alnını öptüm. Saçlarını severken,"Yavrum bak geldik odaya. Uyan hadi," dedim. Sesim oldukça alçaktı. Öyle güzel, öyle masum uyuyordu ki uyandırmaya kıyamıyordum. Ama duydu beni. Kirpiklerini aralayıp o ateş parçası gözlerini yüzümde gezdirirken gülümsedi. Başını yataktan kaldırıp boynuma sarılı olan kollarını sıkılaştırırken o öldüğüm dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Böyle gelip kendi isteğiyle öpüyordu ya beni deli oluyordum. O küçük dudakları dudaklarıma değince mahvediyordu beni.

Karşılık vermeme fırsat vermeden geri çekti kendini. Başı yatağa düşerken kollarını boynumdan çözüp ellerini başının iki yanına koyup gözlerini kapattı.

"Fırat, " dediğinde sesi yüreğimle oynuyordu.

Boynuna gömülüp kokusunu içime çekerek öperken, "Söyle karım, " dedim. Küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarından.

"Ayakkabılarımı çıkarsana."

O güzel kokusunu bir kere daha içime çekip üzerinden kalktım. Ayak ucuna geçip küçük ayaklarından birini elime alıp topuklu ayakkabısını çıkardım. Öyle küçüktü ki ayağı , elim kadar bile yoktu lan. Nasıl yürüyordu bu kız bu küçücük şeylerle? Ayağının üstünü bembeyaz tenini koklayarak öptüm. Mis gibi de kokuyordu. Ayakkabısının diğer tekini de çıkarıp yere koyduğumda bu ayağının da altını öptüm. Kasıldı. Ayağını geri çekerken, "Fırat,"dedi uzatarak. Sesi hem uykulu hemde mızmız bir haldeydi. Ayağını geri çekişiyle eteği dizlerine kadar sıyrılmıştı. Bacakları gözümün önüne serilirken yutkundum. Bu kadar güzel olmak zorunda değildi.

Öpmek, dokunmak , o güzel bacaklarını emip okşamak istiyordum. Ayak ucundan kalkıp yatağa tek dizimi koyarak üzerine eğildim. Gözleri hâlâ kapalıyken kaşlarının ortası çatıktı. Yanağını öpüp burnumu kulağının altına sürterken, "Hazan," dedim.

Başını hareketlendirip bana dönerken dudakları tenime değiyordu.

"Hı?"

Çok sertleşmiştim. Ona dokunmak istiyordum. Ama sesinin bu uykulu hâli kendimi geri çekmeme neden oldu.

"Yok bir şey yavrum. Uyu sen."

Yavaşça kucağıma alıp yataktan kalktım. Yorganı açıp Hazan'ı yatağa yatırırken üzerini örttüm. Üstünü değiştirmeyi düşündüm ama rahatsız olur diye düşündüğümden kendi üzerimi değiştirip odadan çıktım. Merdivenleri indiğimde salonda çalan telefonun sesini duydum. Masanın üzerinden telefonu aldığımda yine o Cihan denilen herifin aradığını gördüm.

Sertçe soluyup evin anahtarlarını alarak dışarıya çıktım. Aramayı yanıtlayıp arka bahçeye doğru ilerledim.

"Ne var lan?"

"Ne olsun o billûr sesini duymak için aradım. Bugün yok mu şöyle yeni küfürler? Kulağımız şenlensin."

Kömürlüğe girip birkaç kütüğü dışarıya atarken sinirle soludum.

"Siktirtme lan bana şimdi kulağını. Derdin neyse söyle kapat telefonu. "

"Bu kadarı da yeter. Neyse. Yarın için uçak biletini sabah saat yediye aldım. Uçağın sekiz gibi Ankara Esenboğa havalimanına iniş yapacak. Seni çıkışta "06 EH 56" plakalı bir siyah volswagen minibüs bekliyor olacak. O minibüse bineceksin. Gözlerini bağlayacaklar. Ne olur ne olmaz diye de ellerini. Karşı koymasan iyi olur. En az senin kadar güçlüdür bizim çocuklarda. Bunu neden yaptığımıza gelecek olursak dünde söylediğim gibi henüz resmi olarak bir VASÖ ajanı değilsin. İmzaladığın sözleşme sadece bir ön prosedürdü. Yarın geldiğinde esas anlaşmayı imzalayacaksın. Sanmıyorum ama eğer anlaşamazsak ana binanın bulunduğu gizli üstün nerede olduğunu bilmemen senin için hayırlı olur. Bir sorun ya da etmek istediğin bir küfür varsa buyur."

Elimdeki baltayı sertçe önümdeki kütüğe sapladım.

"Ne istiyorsunuz benden?"

"Ajanımız olmanı. Açık ve net değil mi?"

"Neden?"

" Dertlerimiz aynı çünkü. Vatan , bayrak, millet."

Kafamda oturmayan şeyler vardı. Bir şeyler rahatsız ediyordu beni bu herifle ilgili.

"Nereden buldunuz beni?"

"VASÖ'nün bir sloganı vardır yüzbaşı: mevzu bahis vatan olduğunda her Türk bir askerdir. Bizim 30 milyonu aşkın ajanımız var bu ülkenin topraklarında. Kimi Türk oğlu Türk kimileri de kardeş ülkelerden bütün dünyaya karşı olan bu onurlu ve şanlı savaşımızda yanımızda olmak isteyen yoldaşlarımız. İçlerinde hakimi, savcısı, öğretmeni, polisi, doktoru, askeri, jandarması, valisi, milletvekili, kaymakamı, muhtarı, ev hanımı, manavı, bakkalı, sokakta kağıt toplayan evsizi kim ararsan , her mevkiden ve makamdan insan var. Kadın, erkek, yaşlı, genç farketmeksizin. 81 şehirde, bize düşmanlık besleyen her ülkede. Neredeyse 11 yıldır ayakta ve hayatta olan bir örgüt VASÖ. Kimse bizi bilmez ama herkes bizi tanır bu ülkede. Biz yani VASÖ ise herkesi bilir ve tanırız. O yüzden yanlış soruları soruyorsun. Nereden buldunuz beni, değil doğru soru; bunca yıl elinizin altındaydım neden almadınız, diye sormalısın. "

Kaşlarım çatıldı. Belli ki bu VASÖ denilen zımbırtı sağlam bir örgüttü. İyi niyetli oldukları da kesindi. Zaten benim canımı sıkan da o örgüt değil bu Cihan denilen ibneydi.

" Hazan? Onu nereden tanıyorsunuz?"

Bir süre sessiz kaldı.

"Nereden tanıdığımı biliyorsun."

"Sen nereden tanıyorsun diye sormadım. Siz yani şu VASÖ mü ne ? Her ne sikimse onlar nereden tanıyorlar? Benimle olan ilişkisini bilip beni onunla tehdit edecek kadar ileriye gidebiliyorlar? Dahası az önce "hakimi , savcısı" dedin. Hazan bu işin içinde mi?"

İhtimal vermiyordum bu sorduğum soruya. Hazan küçücük bir kızdı. Böyle ajanlık majanlık gibi saçma sapan şeylerle işi olmazdı onun. Ama onunla ilgili bazı şeyler aklımı kurcalıyordu. Şüphe gibi değildi ama normal bir savcı olmadığını hissediyordum. Buraya ilk geldiği günden beri yaşanan şeylerde bu hissiyatımı destekleyecek birçok şey bulabilirdim ama Hazan'ı kafamda yanlış bir yere koymak istemiyordum.

"Hayır, yok. Hazan sadece kardeşim benim. O ajanlara da ben söyledim sizin ilişkinizi. Seni ikna edemezlerse ellerinde bir kozları olsun diye. Ayrıca memlekette tek savcı Hazan mı? "

"Neden yalan söylediğini düşünüyorum?"

"Çünkü doğruyu söylüyorum ve sen benden hoşlanmıyorsun yüzbaşı. Elbette beynin bana inanmaman gerektiğini söyleyecek. Yiyorsa Hazan'a sor."

Gözlerimi yukarıya kaldırıp yatak odasının camına baktım. Soramazdım. Eğer yanılıyorsam aramız bozulurdu. Daha yeni evlenmiştik. Ve ben ondan onlarca şey saklarken benden bir şey saklayıp saklamadığını sorma hakkını kendimde bulamazdım.

"Korktun galiba. "

Gözlerimi önümdeki kütüklere indirdim.

" Korktum. Söz konusu Hazan'ken iyi biliyorsun beni nasıl korkutabileceğini. 4 yıl önce de korkutmuştun, hatırlarsın."

"Hazan'ı korumam gerekiyordu. "

Öfkelendiriyordu beni. 4 yıl önce de söylemişti aynı şeyi. O hastane bahçesinde ağzını yüzünü dağıttığımda bir süredir Hazan'ın peşindeki adamlarımı fark ettiğini söylemişti. Bana kim olduğumu , Hazan'la ne derdim olduğunu sormuştu. Adamlarımı da benden önce bir köşeye çekip sorgulamıştı. Ona her şeyi anlattığımda bana Hazan'dan uzak durmam gerektiğine dair üstü kapalı birkaç bir şey söylemişti. Adamlarımı geri çekmemi, bu yaptığımın Hazan'ı tehlikeye attığını, her gün bana Hazan'dan haber yollayacağını söylemişti. Ve bana "seni sandığından daha fazla tanıyorum " demişti. Adımı öğrendiğinde gözlerindeki şaşkınlığı ve tedirginliği hatırlıyordum.

"Neyden lan neyden?! Ulan amınakoduğum 4 yıl boyunca ne çektim lan ben senin yüzünden?! O hastane bahçesinde saçma sapan anlattığın şeyler yüzünden ben yıllarca ne çektim lan?! Korumam gerekiyordu, diyorsun ben koruyamaz mıydım?! Ne olduğunu anlatsaydın ben koruyamaz mıydım?! Ulan hadi lan madem korudun, madem Hazan zarar görmesin diye uğraştın, madem babası öldüğünden beridir peşinden ayrılmadın o zaman bu kızın çektiği şeylere niye ses çıkarmadın lan?! Hadi...hadi tecavüz olayında kurtardın eyvallah! Ya bu kızın uğradığı tacizler, o küçücük yaşında boyundan büyük uğraştığı şeyler, o işler lan niye hiçbirine ses çıkarmadın?! Yanında olmadın?!"

"Yapamazdım. Hep uzaktan izledim onu. Ona dokunan , dokunmaya kalkan herkes ya ölü ya da VASÖ'nün hücresel cezaevlerinde bilmem kaçıncı yıllarını kutluyorlar. Merak etme herkes layığını yaşıyor. Sana gelince " bir gün yine karşılaşacağız " demiştim hatırlıyor musun? Böyle olmasını inan bende beklemiyordum. Hazan'ın Şırnak'a tayini çıktığından beri hep tedirgindim. Seninle karşılaşması kaçınılmazdı ama seni sevmesini hiç beklemiyordum. "

Sustu. Sonra devam etti.

"Yarın geldiğinde konuşuruz bunları. Bol bol vaktimiz olacak. Ha unutmadan imam nikâhınız hayırlı olsun. Üzme kardeşimi. Görüşürüz yüzbaşı. "

Kapanan telefonu kulağımdan çekip cebime koydum. Önümdeki kütükleri teker teker parçalara ayırırken tek bir duygu hissediyordum: öfke. Her şey bu kadar sikik bir hâl almak zorunda değildi. Hazan'sız geçirdiğim yılların hesabını o herife soracaktım. Karımı bir daha benden hiç kimse alamayacaktı.

*******
Elimdeki odunu yanan ateşe atıp şöminenin camını indirdim. Hazan'dan uzun zamandır ses gelmiyordu. Biraz uyusun diye yanına gitmemiştim ama burnumda tütüyordu. Yarın Ankara'ya gidecektim. Onunla biraz vakit geçirmek istiyordum. Tabii gideceğimi de söylemem gerekiyordu. Durumu açıklayamayacağım için bir...yalan uydurmak lazımdı. Ankara'da birkaç restorant zincirimiz vardı. Belki onlarla ilgilenmem gerektiğini söyleyebilirdim. Hay Amınakoyayım lan ben böyle işin!

İçimi çekip çöktüğüm yerden doğruldum. Merdivenlere yönelip üst kata çıktım. Odanın önüne geldiğimde kapının kolunu tutup yavaşça aşağı indirdim. İçeriye girdiğimde Hazan uyuyordu. Odanın içini kokusu buram buram sarmıştı. Derin bir nefes alıp yatağa doğru ilerledim.

Sırtı bana dönüktü. Yorgana sımsıkı sarılmış öylece uyuyordu. Yatağa oturup üzerine doğru eğilirken alnını öptüm. Ateş gibiydi. Kaşlarım çatılırken kendimi geri çektim. Avuç içimi alnına bastırdığımda cayır cayır yanıyordu.

Önce bir ne yapacağımı bilemedim. Sonra üzerindeki yorganı çekip Hazan'ı kendime çevirdim. Yatağın yanındaki lambayı açtığımda titrediğini gördüm. Yüzüne yapışan saçlarını geriye iterken yutkundu. Dudaklarından birkaç mırıltı döküldüğünde önce ne dediğini anlayamadım ama sonra adımı sayıkladığını duydum.

Boynunu öpüp, "Şşş tamam...tamam bebeğim burdayım, " dedim. Su gibi olmuştu. Beynimi sikeyim! Ateşi olan kızı üstünde elbiseyle üzerini örtüp ne halt yemeye siktir olup gidersin ki ?!

"Ü-üşüyorum."

Ağlamaklı çıkan sesi çok güçsüzdü.

"Şşş tamam. Geçecek tamam. "

Kollarını tutup kendime doğru çektim Hazan'ı. Birkaç mırıltı döküldü dudaklarından. Yataktan kaldırıp tuttuğum kollarını boynuma sardım. Onu iyice kendime çekip sararken bir elimle elbisesinin fermuarını tutup aşağı çekerek açtım. Çok terlemişti. Bütün vücudu ateş gibiydi.

Fermuarını açtığım elbiseyi Hazan'ı kendimden ayırıp omuzlarından aşağı indirdim. Bedenini yavaşça yatağa bırakıp kollarını elbiseden çıkardım. Ardından da önce kalçalarından sonrada bacaklarından sıyırdığım elbiseyi odanın bir köşesine sertçe fırlattım. Yatakta sütyeni ve kiloduyla kalmıştı. Büyük ve dolgun göğüsleri siyah sütyeninden taşıyordu. Süt beyazı teni , boynu , gerdanı, o güzel incecik beline dağılan saçları içimi titretiyordu.

Başka zaman olsa öper, koklar dokunurdum ona ama şu hâl bunun yeri değildi. Yataktan kalkıp dolabın yanındaki bavulunu alıp açtım. Elime ilk geçen şortu ve atleti alıp yatağa geri döndüm. Kollarından tutup yeniden kendime çektim küçük kızımı. Mızmızlandı ağlamaklı bir sesle.

Onu bedenime yaslayıp sütyenini açtım. Kollarından sıyırıp çıkardığımda kendini benden geri çekip başını yastığa bıraktı. Son anda belini tuttuğumda göğüsleri gözümün önündeydi. Kendimi tutup bakmadım ama sol göğsünde kahverengi bir şey dikkatimi çekti. Önce yara sandım ama hilâli andıran bir doğum lekesiydi.

Nedensizce gülümsetti bu beni. Dayanamayıp kokusunu içime çekerek öptüm doğum lekesini. Çok yumuşaktı. Öyle güzel kokuyordu, öyle tatlı bir tadı vardı ki teninin şu halde olmasa öpüp emerdim göğüslerini.

Dudaklarından birkaç mırıltı dökülürken ne ara kapandığını fark etmediğim gözlerimi açıp uzaklaştım göğsünden. Tuttuğum belinden karımı yeniden kendime çekip atleti başından geçirdim. Kollarını ince askılardan sokup giydirirken yavaşça yatağa geri bıraktım.

Şortu da bacaklarından sokup kalçalarından geçirdiğimde karnındaki yarası ve sağ kaburgalarındaki morluklar içimi eziyordu. Üzerine eğilip öptüm yaralarını. Nasıl dayanırdı bu küçük bedeni bu yaralara?

Yataktan kalkıp banyoya girdim. İlk yardım dolabını açıp ateş ölçeri aldım. Odaya dönüp aleti Hazan'ın alnına tuttum.

39°C

Çok yüksekti lan. Cebimdeki telefonu çıkarıp Bahar'ı aradım.

"Alo?"

"Bahar Hazan'ın çok ateşi var. Yarı baygın...uyanmıyor. Napacağım?"

"Dur...dur abi. Kaç derece ateşi?"

"39."

"Ne zamandır böyle? "

"Bilmiyorum...Allah belamı versin benim bilmiyorum Bahar! Soru sorup durma bana ne yapacağımı söyle!"

"Ta-tamam abi. Önce bir sakin ol. Yine soru soracağım ama nefes alışverişleri nasıl?"

"İyi. "

"Tamam. Alnına ve koltuk altına soğuk kompres yapman lazım. Biliyorsun dimi nasıl bir şey olduğunu?"

"Biliyorum Bahar. Başka bir şey? Hastaneye götürmek gerekir mi?"

"Önce bir evde düşürmeyi deneyelim. Üstü kalınsa ince giydir. "

"Giydirdim."

"Yarım saat soğuk kompres yap. Baktın düşmüyor ılık suyla duş aldırırsın. Nefeslerini ara ara kontrol et abi. Astımı var biliyorsun. Öksürüyor mu?"

"Arada. Çok değil. "

"Tamam. Dediklerimi yap. Bir şey olursa ara beni. "

Telefonu bir şey söylemeden kapattım. Yüzüne doğru eğilip nefeslerini dinledim. Bir sorun yoktu. Dudaklarını öpüp odadan çıktım.

Mutfakta büyük bir kase bulup içine su doldurdum. Buzluktan suya birkaç tane buz parçası atıp üst kata çıkıp odaya girdim. Kaseyi yatağın yanındaki küçük masaya bırakıp banyoya geçtim. Çekmecelerden üç tane havlu bulup odaya döndüğümde yatağa oturdum. Havluları suda ıslatıp sıktım. İki havluyu koltuk altlarına koydum. İrkildi. Kaşları çatılıp yüzü ağlamaklı bir hâl alırken, "Fırat...Fırat...üşüyorum...çok üşüyorum," dediğinde dayanamıyordum şu haline. Elimden bir şeyde gelmiyordu anasını satayım.

Alnını öpüp, "Tamam...tamam güzel kızım benim. Geçecek. Dur, dur geçecek," dedim. Beni duymuyordu. Gözlerini açmıyor, inleyip dururken adımı sayıklıyordu. O güzel dudaklarından adım döküldükçe içim eziliyordu.

Diğer havluyu da alnına koydum. Dudaklarından bir hıçkırık dökülürken başını sağa sola sallayıp havluyu düşürdü. Kollarını bedenine sarıp bacaklarını kendine doğru çekerken bana sırtını döndü.

"Ç-çok soğuk...Çok ü-üşüyorum," derken ağlıyordu. Yastığa düşen havluyu elime alıp yanına uzandım. Kolumu beline sarıp elimdeki havluyu alnına koydum. İrkildi yine. Havludan kurtulmak için uğraşırken elimle tuttum. Hazan'ı iyice kendime çekip saçlarını öptüm.

"Şşş geçecek yavrum. Bir şey yok , geçecek."

"Fı-Fırat..."

"Buradayım, kurban olduğum burdayım. Duy beni Hazan. "

"Fı-Fırat..."

Adımı sayıklayarak ağlıyordu. Küçük bedeni kollarımda sarsılıp dururken sarabildiğim kadar sardım onu. Saçlarını öptüm yine koklaya koklaya. Ne dersem diyeyim duymuyordu beni. Şu hâli, o öldüğüm sesi , yardım istercesine "Fırat " diyişleri işkence gibiydi.

*******
Yarım saatin ardından ateşi hâlâ düşmemişti. Elimdeki havluları masanın üzerine sertçe attım. Hazan hâlâ inleyip duruyor , adımı sayıklıyordu. Banyoya girip suyu açtım. Çok sıcak değildi ama çok soğuk olsun da istemiyordum. Yine de suyu ılık denemeyecek kadar soğuk bir dercede ayarlayıp odaya girdim.

Hazan'ı kucağıma alıp kıyafetleriyle birlikte suyun altına soktum. Ürperdi. Kollarını boynuma sarıp, "Fırat...Fırat, " derken yavaşça yere oturup sımsıkı sardım onu.

"Şşş şşş şşş"

Başka bir şey diyemedim. Dakikalardır adımı sayıklamasını dinliyordum. Hıçkırıkları, ağlamaları mahvetmişti beni. Ne dersem diyeyim kendimi duyuramamıştım. Benden yardım isterken elimden hiçbir sik gelmemişti.

İyice göğsüme sığınıp başını bağrıma koyarken artık sadece ağlıyordu . Kollarımda tir tir titriyordu. Gözlerimi kapatıp başımı arkamdaki fanyasa vurdum. Eğer sabah iyileşmez yine böyle olursa Ankara'ya falan gitmezdim. O Cihan denilen itte "kardeşim, kardeşim " diyip duruyordu , anlardı herhalde halden.

Ne kadar süre durmamız gerektiğini bilmediğim suyun altında bir süre öylece durduk. Hazan'ın ağlamaları yavaş yavaş dinsede hâlâ titriyordu. Başımı yüzüne eğdim. Öyle güzel, öyle masumdu ki içimde bir şey yıllardır cayır cayır yanıyordu ona. Öyle bir yangındı ki içimdeki bazen derin derin nefesler aldırıyor, bazen de nefesimi kesiyordu.

Öylece izledim onu. Sırılsıklam olan saçlarını, upuzun kıvrımlı kirpiklerini, minik burnunu , dudaklarını, su damlalarının akıp gittiği tenini, göğüslerini, bacaklarını, kucağımda küçücük kalışını, üzerimdeki ıslak tişörte tutunan küçük ellerini, parmağındaki yüzüğü; karımı izledim. Benimdi. Korktuğunda, canı yandığında, hasta olduğunda dudaklarından dökülen isim bendim.

Yüzüne doğru eğilip burnunun ucunu öptüm.

"Karım."

Yüzümü yanağına yaslayıp kokusunu soludum. Vücut ısısı düşmüştü sanki biraz. Başımı geri çekip alnını öptüm. Az da olsa düşmüştü ateşi.

"Hazan duyuyor musun yavrum beni?"

Kucağımda hareketlenip başını geriye atarken kirpiklerini araladı. O ateş parçası gözleri gözlerime değdiği an derin bir nefes aldım. Bir elimi yanağına çıkarıp yüzüne yapışan ıslak saçlarını geriye ittim.

"Fırat..." dedi yine.

"Canımın içi. "

Üzerimize akan suya bakıp gözlerini kısarken yüzünü göğsüme gömdü.

"Niye burdayız Fırat? Çok soğuk. Üşüdüm."

Saçlarını öpüp sımsıkı sardım onu.

"Tamam bebeğim. Biraz daha duralım burada, ateşin düşsün çıkarız. Tamam?"

Biraz daha sokuldu bana. Kolları boynuma sarılırken, "Sende üşümüşsün. Su çok soğuk Fırat. Hasta oluruz. Şimdi çıkalım, " dedi.

Ensesindeki saçlarını geriye çekip boynunu öptüm. Kokusunu soludum. Elimi sırtında gezdirip onu bir parçada olsa ısıtmaya çalışırken ıslak tenini öpüp koklamak başka bir şeydi.

"Ben zaten hastayım. "

Başını göğsümden geri çekip gözlerime baktı. Boynumdaki elini yüzüme koyup severken,"Nasıl...nasıl hastasın Fırat, " diye sorduğunda sesi çok güçsüzdü. Titriyordu hâlâ.

Tenine düşüp dudaklarının arasına doğru akıp giden suyla yutkundu. İçim eriyordu ona. Alnımı alnına dayayıp gözlerine baktım.

"Sana hastayım. "

"Fırat..."

Kızmıştı. Ama o kadar yorgundu ki sesi bile zar zor çıkıyorken fazla bir şey söylemedi. Yüzümdeki elini çektiğinde tutup dudaklarıma götürüp öptüm.

"Fırat ölsün sana. "

Boynumun altına sokuldu. Başımı başına yaslayıp elini göğsüme koydum. Daha sıkı sardım küçük bedenini.

"Ü-üşüyorum. "

"Biliyorum yavrum. İki dakika daha duralım çıkartacağım seni, söz."

İçimden yüzyirmiye kadar saydım. Çocukluktan kalma bir alışkanlık olsa gerekti. Hayatı boyunca saniyelerin bile büyük önem taşıdığı bir adamdım.

İki dakika sona erdiğinde Hazan'ı belinden tutup kucağımda havalandırırken bacaklarını belime sarmasını sağladım. Duvara tutunup yavaşça ayağa kalkarken suyu kapatıp banyodan çıktım. Odaya girdiğimizde yavaşça yatağa bıraktım Hazan'ı. Banyodan bir havlu alıp yatağa atarken valizinden yine bir atlet, şort ve kilot çıkardım.

Yatağa dönüp belinden tutarak kucağıma oturttum. Üzerindeki sırılsıklam olmuş atleti çıkarmak için eteklerinden tuttuğumda boynuma sarıldı.

"Yapma..."

Küçük omzunu öpüp, "Yavrum kıyafetlerin sırılsıklam. Değiştirmemiz lazım, " dedim. Kendini benden saklamaya çalışıyordu ama geç kalmıştı biraz. O güzel göğüslerini görmüş, doğum lekesini öpmüştüm. Ve o güzelliği aklımdan çıkarmam mümkün değildi artık.

"Ben yaparım. Sen git."

Daha gözlerini bile doğru düzgün açamıyorken nasıl yapacaktı acaba?

"Hazan hastasın. Kolunu kaldıracak halin yok. Seni böyle bırakıp gitmem. İnat etme. Kaldır kollarını. "

Boynuma daha sıkı sarılıp, "Tamam ama bakma," dedi.

Kulağının altını öptüm. Kokusunu ciğerlerime hapsederken," Biraz geç kaldın yavrum," dedim. "Ben göreceğimi gördüm." Kasıldı. Kendini geri çekip gözlerime bakarken minik burnu burnuma değiyor, nefesi yüzüme vuruyordu. Baygın bakışları içime işlerken yutkundu.

"Nasıl?"

Atletinin eteklerini bırakıp ince beline sarıldım. Burnunun ucunu öpüp, "Ateşin çok yüksekti. Üzerini çıkarmam gerekiyordu," dediğimde alnını yüzüme dayayıp, "Ne kadar gördün? Bilerek mi baktın," diye sordu. Şu hâlde derdi bu muydu? Kocasıydım lan ben onun. Baksam, görsem ne olurdu?

Belindeki elimi sol göğsünün altına koyup okşarken, "Sol göğsünde, meme ucunun iki üç santim ilerisinde, koltuk altına yakın bir yerde hilal şeklinde bir doğum leken olduğunu görüp öpecek kadar baktım yavrum. Bir sorun mu var? Karıma bakamaz mıyım?"

Gerildi. Ellerini omuzlarıma koyarken yüzünü boynuma gömdü. Nefesleri kesik kesikti. Yine kaldırmıştı beni. Şöyle bir zamanda bile, o bu kadar hastayken, kollarımda böyle güçsüz ve masumken bile sertleşmeme neden olabiliyordu. Göğüsleri nefes alışverişleriyle bedenime sürtünürken boynunu öptüm. Göğsünün altındaki elimi atletinden içeriye soktum. Avucuma aldım memesini. Okşadım yavaşça. Offf! Hay sikeyim! Çok güzeldi lan!

Kasıldı. Kendini geri çekmek isterken izin vermedim.

"Fı-fırat..."

"Fırat değil. Kocanım ben senin. O güzel göğüslerinde, sende, senin her zerrende benim. Kime ait olanı kimden saklıyorsun sen? "

Yutkundu. Başını boynuma iyice gömüp omzuma tutunan ellerinden birini göğsünü okşayan elimin üzerine koyup ,"Fırat...yapma..." dedi. Kulağının altını öpüp kulak memesini dudaklarımın arasına alıp birkaç kez emip bıraktım.

"A-ah."

Buradan tahrik oluyordu. Elimi biraz daha atletinin içine sokup göğsünü kavradım. Sıkıp yoğururken yüzümü boynuna bıraktım.

"Fırat daha neler yapacak sana. "

Nefeslerim sıklaşmıştı. Aletim taş gibi olurken dişlerimi kırarcasına sıkıyordum. Kollarımdaki küçük bedeni kasılıp dururken baş parmağımla memesinin ucuyla oynadım. Kaparmıştı. Göğüsleri iyice dikleşmişti.

"Offff!"

"Ah ah...Fı-fırat..."

Nefes nefese inlemeleri beni deli ederken göğsündeki elimi daha sıkı tuttu. Elimi memesinden çekmeden ayağa kalkıp yatağa yatırdım karımı. Üzerine çıkıp altıma aldığımda gözleri gözlerimi bulmuştu. Dudaklarına kapandım. Üst dudağını emerken dudakları dudaklarımın arasında titriyordu. Kıyamıyordum ona ama içimdeki isteğe karşı da koyamıyordum.

Göğsünü yoğurup sıkarken kalbi avucumda atıyordu. Titreyen ve bana karşılık vermeyen dudaklarını bırakıp geri çekildim. Göz göze gelmek istedim ama başını çevirdi. Üzerinde doğrulup o hâlâ bacaklarımın arasında ve altımdayken göğsündeki elimi çektim. Atletinin eteklerini tutup başından çıkardığımda karşı koymadı. Memeleri yine gözümün önüne serilirken üzerine eğilip alnını öptüm. Ateşi iyice düşmüştü. Biraz sevip bırakacaktım. Niye bu kadar gerilip korkuyordu anlamıyordum ki? Onu kendime alıştırmam lazımdı ama o böyle yaptıkça kendimi sikik herifiin teki gibi hissediyordum. Bir ileri iki geri gidiyorduk Hazan'la bu konuda. Önce bir kendi isteğiyle dokunup sırnaşıyordu bana sonra da böyle kapatıyordu kendini. Onu bu konuda biraz zorlamak zorunda kalacaktım. Başka türlü kendi gelip altıma yatmayacaktı çünkü.

Alnındaki dudaklarımı burnuna bastırdım. Dudaklarını es geçip yanağını öptüm emercesine. Yataktaki elimi ıslak saçlarına götürüp boynunu açtım. Kendimi biraz geri çekip parmaklarımın tersini şakağından boynuna kadar gezdirdim. Gözlerini kapatmış, kaşları hafif çatıkken kirpiklerine kadar titriyordu. Sıkıntılı bir iç geçirip açtığım boynuna gömüldüm. Kokusunu içime çekerken burnumu tenine sürttüm. Ürperdi. Derince yutkunduğunda öptüm onu. Yumuşacık etini eme eme öptüm. Teni ateş gibiydi ama bu sefer benden etkilendiği için olduğunu biliyordum. Bir kulağım düzensiz nefeslerindeydi. Şu anlık bir sıkıntı yoktu.

Dudaklarımı boynunun altına yönlendirdim. Etini emerken canını yakmadan ısırıyordum. Başını hareketlendirip geriye atarken bana yer açmıştı. İstiyordu. Beni istiyordu ama korkuyordu işte. Nefes verir gibi varla yok arası inlerken sesi beni iyice çıldırtıyordu.

Birde "beni sevmiyorsun " diyordu bana. Ulan sevmesem içim titrer miydi ona böyle? Sevmesem acıdan ağrıdan geberirken kendimi tutar mıydım? Günün her saati içinde olsam, o küçücük kadınlığı sımsıkı sarıp içine boşaltsa beni yine de ona doyamayacağımı bilirken niye böyle sabırla bekleyip, banyo köşelerinde otuzbir çekip kendime eziyet çektiriyordum lan?!

Boynunun altından diğer tarafına geçip kendimi dizginlemeye çalışsamda sertçe emip öptüm. Sadece iniltili nefes alışverişlerini duyabiliyordum. Ama yetmiyordu. Bağıra bağıra adımı sayıklasın, bana "kocam" desin istiyordum. Kollarını göğüslerine sarmıştı. Ancak ben o küçük elleri bedenimde gezinsin, bana dokunsun istiyordum.

Boynundaki dudaklarımı yüzüne çıkarıp yanağını ısırarak emdim. Alt dudağını ısırıp iniltilerini bastırıyordu. Başını diğer tarafa çevirip altımda kıvranırken yüzünü tutup kendime çevirdim. Yüzü avcumun içinde kayboluyordu. Çok küçüktü lan. Fındındığım diyordum ya ona fındık kadardı işte.

Gözlerini daha sıkı yumdu. Dudaklarını kokladım. Ağzını ağzımın içine alıp çenesiyle birlikte ısıra ısıra emip öptüm. Ağzımın içine inlerken dilimi dudaklarında gezdirdim. O da beni öpsün dokunsun istiyordum ama öylece duruyordu.

Bir süre yarasına dikkat ederek ısırıp emerken öptüm ağzını. Kendimi geri çekip burnum burnuna değerken dudaklarını izledim. Kızarıp şişmişti. Baş parmağımı üzerinde gezdirip severken kenarını öptüm.

"Yavrrruumm."

Yutkundu. Yatakta hafifçe doğrulup gözlerini açmadan yüzünü boynuma gömdü. Sığınıyordu bana. Benden korkuyordu ama yine bana geliyordu. Sarıldım ona. Saçlarını sevip sırtını öptüm.

"Şşş. Hazan korkma. Kocanım yavrum ben senin. Bunlar olacak. Dahası da olacak. Yapma şöyle. "

Yüzünü boynuma bastırıp, "Korkuyorum," dediğinde sesini zar zor duymuştum. O bana her defasında sıkıntılı nefesler aldırmaktan bıkmamıştı ama ben bir sıkıntılı nefesi daha ciğerlerime çekerken yorulmuştum.

"Neyden korkuyorsun Hazan? Benden mi? Sana zarar verecek, canını yakacak, senin istemediğin bir şeyi yapar mıyım sana sence? Dün konuştuk bunu. Elini tuttuğum ilk andan beri de konuşuyoruz. Hiç mi güvenmiyorsun kızım sen bana? "

"Gü-güveniyorum."

Gözlerimi kapatıp sertçe soludum.

"O yüzden mi böyle titriyorsun? Alıp verdiğin nefes bile titriyor Hazan."

"Fırat..."

Devamını getiremeyip sustu. O sustukça ben daha çok delirdim.

"Ne Fırat lan ne Fırat?! Alt tarafı dokunup seveceğim seni! Biliyorsun, milyon kez söyledim sen istemeden fazlası olmaz diye! Biraz bana alışmayı deneyip dokunup sevsen olmuyor mu Hazan?! Dün gece iyiydik noldu şimdi?!"

Yutkundu yine. Kollarımın arasında kasılıp gerilirken bana daha çok sokuldu. Kızıp sinirleniyordum ama itemiyordum ki kendimden. O bana sokuldukça daha sıkı sarıldım ona.

"İmam nikâhımız kıyıldı ya bizim," derken tereddüt eden sesi benim duyabileceğim kadar kısıktı. Kaşlarım daha derinden çatılırken, "Eee?" Dedim.

"Hani sonra biz yemek yedik, sofrayı toplayıp siz içerdeyken çay yaptık ya..."

Sustu yine.

"Eee yavrum?"

"Bahar'la Zehra bana bir şeyler anlattılar."

"Ne anlatılar?"

"Sen...çok büyüksün ya," öyle tatlı konuşuyordu ki gülümsemeden edemedim.

"Evet, koca adamınım senin."

"Fırat..."

Mızmız sesi utandığını belli ederken boynunu öptüm.

"Tamam, demedik bir şey. Devam et."

"Bende sana göre küçüğüm ya..."

Küçük değildi fazla küçüktü.

"Hı."

"Ben şimdi karın oldum ya senin..."

"İyi farkındasın karım olduğunun. "

Bir süredir karım değilmiş ben onun kocası değilmişim gibi davranıyordu.

"Senin...bazı...şeylerin varmış..."

Çıldırtacaktı beni şimdi. Bu kadar güzel, bu kadar tatlı, bu kadar masum konuşmak zorunda mıydı?

"Neylerim varmış benim," derken ona olan sevgim sesimden taşıyordu.

"Şey işte...o şeyleri benim...karşılamam gerekiyormuş."

Ne demeye çalıştığını anlıyordum. Bahar'la Zehra'nın Hazan'la böyle bir şey konuşmaları üzerlerine vazife değildi. Bahar neyse Zehra'da oydu benim için ama ikisininde yerini bilmesi gerekiyordu. Bahar zaten yaşına ve bir çocuğu olmasına rağmen kendisi bir çocukmuş gibi davranıyordu. Hazan'ı biraz korkutmak istemişti belli ki. Benim karım çok uzaktı böyle şeylere. Her ne dedilerse inanmış gibi duruyordu. Onca zaman ona dil dökmeme rağmen bana değil gidip onlara inanmıştı.

"Eeee?"

Uzun kirpikleri tenime sürtünüp ıslak dudakları boynuma temas ederken,"Sen şimdi...benimle...şey yapmak istiyorsun ya..." dediğinde şu an onu sadece yemek istiyordum.

"Ne yapmak istiyor muşum ben seninle?"

"Fırat biliyorsun neyden bahsettiğimi."

Kızıyordu bana onunla oynuyorum diye ama bu kadar tatlı olması benim suçum değildi. Dudaklarımı kulağının altına bastırıp öperken, "Biliyorum," dedim. "Sevişmek istiyorum ben karımla, beni içine alsın istiyorum, karımı inlete inlete becer..."

"Fırat, " diyerek sözümü kesti. Duymaktan bile korkuyordu.

"Tamam. Sustum. "

"Anlatmayacağım. "

Bıkkınca bir nefesi alıp verdim. İnadı tutmuştu yine. Şu an altımda göğüsleri sereserpe açıkken yatıyordu ve ben onun anlattıklarını dinliyordum. Köpek gibi seviyordum lan işte.

"Anlat tamam demeyeceğim bir şey."

Omzunu aşağı yukarı hareketlendirip, "Banane," derken küçük omzunu ısırıp öptüm.

"Ya Fırat, " derken omzunu kendine çekip benden kaçırmaya çalışsada ısıra ısıra birkaç öpücük kondurdum tenine.

"Ya dur." Sesi az önceye nazaran daha güçlü çıkıyordu. Biraz daha iyiydi belli ki. Ellerimi çıplak ve nemli sırtında gezdirip yanağını öptüm sıkıca.

"Tamam, anlat hadi yavrum. Sonra üzerini giydirip aşağı götüreceğim seni. Şömineyi yaktım. Sönmüştür şimdiye ama yeniden yakarız. Sana ıhlamur yaparım, mısır patlatırım istersen. Film açarım kızıma. Hı? İlaç saatin de yaklaşıyor. Hadi."

Yanan ateşi izlemeyi sevdiğini biliyordum. Hasta olduğunda ıhlamur içmeyi sevdiğini de. Onu birkaç kez sinemaya giderken izlemiştim. O bilmese de birkaç koltuk arkasında aynı filmi izlemiştik. Her gittiğinde iki üç kutu patlamış mısır alırdı. Hepsini de yerdi film boyunca. Bir kere korku filmine gitmiştik beraber. Benim pek işim olmazdı film milm gibi şeylerle. Hazan'ı izliyordum. Yanında bir arkadaşı vardı. Zorla getirmiş. Hazan film boyunca çıkıp gitmek istemişti. Yanındaki kız bırakmamıştı. Film boyunca koltukta yan dönüp korkudan ağladığını hatırlıyorum. Dayanamayıp filmi oynatan adamla konuşup yayını yarıda kestirmiştim. Bir korku filmini bile izleyemeyen kız terör savcısı olmuştu. Dünyada gerçeklerden daha korkunç ne olabilir ki?

"Patlamış mısır yapar mısın gerçekten?"

"Yaparım lan tabii. Sen iste yeter."

Göğüslerini saran kollarını çözüp boynuma sarıldı. Başını geri çekip gözlerime baktığında alnını alnıma dayayıp, "İstiyorum," dedi. Sesi aklımı bulandırıyordu. Dudaklarını öpüp, "Bende seni istiyorum, " dedim.

Gözlerini gözlerimde gezdirip alt dudağını ısırdı. "Ben...bende seni...istiyorum Fırat. Ama korkuyorum işte. " Belindeki elimi dudaklarına götürüp parmaklarımın tersini üzerinde gezdirip sevdim. Yumuşacık ve nemliydi. Yutkundum.

"Ne güzel "istiyorum " diyorsun sen öyle?"

Gülümsedi. O kocaman gözleri kısıldı. İçi ışıl ışıl parlarken dudağının kenarındaki çukur tam öpmelikti. Dudaklarındaki elimi tutup avuç içimi öptü. Yanağını elime yaslayıp gözlerini yüzümde gezdirirken güzelliğine içim gitti. Derin bir nefes alıp alnını öptüm. Ateşi normale dönüyordu.

"Hadi anlatta giydireyim üstünü. "

Başını yeniden boynuma gömdü. Bir süre sessiz kaldı.

"İşte senin o istediğin şey olurken...sen benim..."

Böyle çok zordu.

"İçine gireceğim, " diyerek tamamladım onu.

Kasılıp gerildi yine. Defalarca kez olduğu gibi yutkundu.

"İşte o öyle olmayabilirmiş. "

Kaşlarım çatıldı.

"Nasıl olmayabilirmiş?"

"Sen büyüksün, ben küçüğüm ya işte sen benim..."

" İçine giremez miymişim? "

Tamam, Hazan'a göre her şeyimle fazla büyüktüm ama o işler öyle olmuyordu. Ne güzel kandırmışlardı kızımı.

"Ben korkup kendimi kasarsam, sen de...acele edersen olmazmış . "

Bu doğruydu. O yüzden Hazan tam anlamıyla hazır olmadan onu hiçbir şeye zorlamayacaktım.

İçimi çekip saçlarını öptüm. Üzerinden kalkmak için hareketlendiğimde kollarını boynumdan çözüp göğüslerine sardı. Bacaklarımın arasındayken dizlerimin üzerinde doğrulup üzerimdeki ıslak tişörtü çıkartıp yatağın üstüne attım. Beni izliyordu. Kaslarım ilgisini çekiyordu. Belinden tutup onu altımdan kaldırdım. Israrla göğüslerini tutarken kollarını çözdüm. Biraz zorla olmuştu ama karımdı o benim.

"Fırat..."

"Şşş!"

Yeniden belini tutup dizlerinin üzerine kaldırdım onu. Şortunu lastiklerinden tutup aşağı indirirken boynuma sarıldı hızla.

"Fırat...lütfen...ben giyinirim, " dedi.

"Hazan rahat dur."

"Hani ben istemeden bana dokunmayacaktın?"

"Sen istemeden sana dokunmayacağım, derken bir birleşme olmayacak demeye çalışıyordum. Bu sabaha kadar neyse ama bu saatten sonra kendini bana eleteceksin Hazan. Resmî nikah ne zaman olur şu an kestiremiyorum. Her ne zaman olacaksa o zamana kadar nasıl tutarım kendimi bilmiyorum. O zamana kadar uzak duramam senden. Dokunmak , ellemek isterim seni. Bir şeyleri aşmamız lazım. O yüzden seni ben giydireceğim. Giydirirken de gözlerimi kapatmayacağım, tamam?"

"Fırat..."

Ellerimi göğüslerinin yanına koyup yumuşacık tenini okşarken boynunu öptüm. Kasıldı yine. Elleri ellerimin üzerini bulup tutarken korkuyordu hâlâ.

"Karım. "

"Ta-tamam. Ama çok dokunma olur mu?"

Tenini okşaya okşaya şortunun lastiklerine indirdim. Elleri ellerimi bırakmazken gözümün önünde yavaş yavaş sallanan memeleri aklımla oynuyordu. Başımı biraz aşağı eğip iyice dikleşip kabarmış olan sol göğsünün ucunu dudaklarımın arasına aldım.

"A-ah Fırat!"

Ellerimi bırakıp başımı tutarak kendinden itmeye çalışırken geri çekildi. Kollarımı beline sarıp uzaklaşmasına izin vermedim. Çok güzeldi lan! Tadı, dokusu , kokusu o kadar güzeldi ki canının yanmayacağını bilsem ısıra ısıra yerdim göğsünü.

Kollarımdan kurtulmaya çalışırken tenini koklaya koklaya emdim memesinin ucunu. Başımı tutan elleri hâlâ beni iterken üzerine doğru eğilip yeniden yatağa yatırdım onu. Ağzımın içindeki memesinin ucuyla dilimle oynarken sesli sesli inleyip duruyor, adımı sayıklıyordu.

Ayaklarıyla bacaklarımın arasında çırpınırken altımda kıvranıyor, kalkmak için debeleniyordu.

"Fırat...Fırat dur....dur nolur...çok sızlıyor..."

Bir de benim ne çektiğimi bilse ya yıllardır. O minicik etekleriyle, şortlarıyla, üstünde elbise demeye bin şahit isteyen kıyafetlerle sokakta gezerken kıskançlıktan, güzelliğinden nasıl deliye döndüğümü bilse ya? Bugün biraz da o günlerin hıncını alırcasına kıskanıp seviyordum onu. O zaman karşısına çıkıp karışamamıştım ona ama bugün üzerinde söz söylemeye hakkım vardı ve ne dersem diyeyim beni dinleyip bana itaat etsin istiyordum. O kadar uysal bir kız değildi. Sabrımı her türlü zorlamaktan geri durmuyordu. Ama karımdı artık benim. O isteyene kadar ona dokunmayacak olsam da bir yerden sonra bana kendini açmak zorundaydı.

Yine de meme ucunu bırakıp doğum lekesinin üzerine bastırdım dudaklarımı.

"Hilâl...Hilâl'im..."

Çırpınışları duruldu. Yutkunuşunu duydum. Alnını başıma yasladı.

"Fırat..."

Hoşuna gitmişti ona böyle seslenmem. Adına aşıktım ben bu kızın. Her ikisine de.

Göğsünün her yerini emerek öptüm.

"Karım. "

Başımı tutan elleri omuzlarımı buldu. Kesik kesik inlemeleri hâlâ kulaklarımdayken tenimi okşadı. Sırtıma doğru ilerleyen elleri sırt kaslarımda gezinirken tırnaklarını etime geçiriyordu. Karşı koymayı bırakıp kendini bana teslim ettiğini hissettim o an.

Gergin bedeni kollarımın arasında gevşerken saçlarımı öptü. Ona Hilâl dediğimde sakinleşip rahatladığını anladım. Bunu öğrendiğim iyi olmuştu.

Yüzümü göğüslerinin arasına gömüp gözlerimi kapattım. O minik ellerinin tenime dokunuşunu duyumsamak istiyordum. Rahatlatıyordu. Bunca yılın yorgunluğunu, omuzlarımdaki yükü, sırtımda yıllardır taşıdığım o cesedin ağırlığını hafifletiyordu sanki. Elleri ruhuma, bedenime açılan tüm yaraların ilacı; teni şifamdı.

Ellerinden biri saçlarımı buldu. Çocukluktan beri saçlarıma dokunulmasından hoşlanmazdım ama Hazan dokununca beynim uyuşuyor, başka bir dünyaya geçiyordum sanki.

Parmakları saç diplerime masaj yapar gibi gezinirken başımı gömdüğüm yeri öptüm. Dudaklarından birkaç öksürük dökülürken bedeni sarsıldı. Tenimde ve saçlarımda gezinen elleri dururken yine öksürdü. Üzerinden kalkıp yüzüne baktım. Eliyle ağzını kapatmıştı. Öksürükleri şiddetlenirken yataktan kalktı.

Kendimi geri çekip, "Hazan, " dedim. O kadar şiddetli öksürüyordu ki o öksürdükçe benim canım yanıyordu. Bir kolumu beline sarıp kendime çektim onu. Yatağın yanındaki masanın çekmecesinden astım ilacını alıp öksürüklerinin durulmasını bekledim. Kötü üşütmüştü.

Bir kolunu göğüslerine sardı. Şu hâlde bile.

Başını tutup göğsüme yasladım. Saçlarını öptüm. Ne diyeceğimi bilemedim. Bir şey söylemek gerekir miydi ki?

Bir süre öylece öksürüp durdu. Sonra nefesi kesilmiş bir hâlde durulurken astım ilacını dudaklarına dayayıp birkaç kez sıktım. İçim acıyordu şu haline. O her astım atağı geçirdiğinde içimden bir şeyler sökülüyordu lan sanki.

Dudaklarını spreyden geri çekip derin derin nefesler alırken sarıldım ona. Alıp göğsüme saklamak istiyordum yavrumu. O an pişman oldum az önce o bu haldeyken ona dokunduğum için. Ulan hastaydı zaten. Ne halt yemeye kızı çırılçıplak, üstü başı sırılsıklamken altına alıp dokunursun ki?! Hay iradesizliğimin amınakoyayım!

Yanımda duran havluyu alıp sırtına sardım. Teni kurumuştu ama saçları hâlâ ıslaktı. Saçlarını öpüp ayrıldım ondan. Aynalı masanın çekmecesinden saç kurutma makinasını alıp yatağın yanındaki prize taktım. Makinayı çalıştırıp saçlarını havlunun içinden çıkardım. Bana yaklaşıp sırtını göğsüme yaslarken eğilip boynunu öptüm.

"Geri çekil yavrum biraz. Saçlarını kurutalım. "

Söz dinleyip sırtını göğsümden ayırdı. Saçlarını seve seve kuruttum. Çok güzel saçları vardı. Upuzun, ipek gibi yumuşacık, ışıl ışıldı. O güzel saçlarının her bir teline ayrı ayrı ölürdüm ben.

Makinayı kapatıp bir köşeye koydum. Sırtındaki havluyu yatağın üzerine atıp atletini aldım elime. Göğüslerini görürsem aklım yeniden bulanır diye arkadan giydirdim. Saçlarını içinden çıkarıp önüne geçtim.

Kilotunu elime aldığımda, "Fırat, " dedi çekingen bir sesle.

"Yavrum. "

"Ben kendim giysem onu? Sen odadan çıksan olmaz mı? "

Kaşlarım çatıldı.

"Niye?"

Gözlerini kaçırdı. Dizlerinin üzerinde doğrulup bana doğru gelirken kollarını boynuma sardı. Hemen kollarımın arasına aldım onu. Söyleyeceği şey her neyse utanıyordu.

" Ben...biraz..." derken sustu. Anlamıştım. İncecik kolunu öpüp, "Islandın mı," dedim. Küçük bedeni kasılırken bana daha sıkı sarılıdı.

"Hıhı."

Sesini zar zor duymuştum. O küçük şeyi benim için sırılsıklam olmuşken görmek istiyordum. O ıslaklığı kana kana emip içmek için cayır cayır yanıyordum. Ama Hazan'ı bu gece daha fazla zorlamayacaktım.

Sırtını sıvazlayıp, "Tamam yavrum," dedim. Ondan ayrılıp yataktan kalkarak odadan çıktım. Alt kata inip mutfağa girdim. Ihlamuru ocağa koyup salona geçtim. Şömine sönmek üzereydi. Önüne çöküp cam kapağını açtım. Demir çubukla içindeki korları karıştırıp içinde odun bulunan demir kovadan kolay tutuşabilecek birkaç odun parçası alıp korların üzerine koydum. Bir çıra alıp çakmakla tutuştururken üst katta Hazan'ın ayak sesleri doluyordu kulaklarıma. Bir adam bir kadının ayak seslerine bile aşık olurmuş.

Odunlar tutuşurken kapağı kapatıp ayağa kalktım. Pencerelerin perdelerini çektiğimde ayak sesleri daha yakından geliyordu. Arkamı döndüğümde elinde bir battaniyeyle Hazan'ı gördüm. Küçük bir kız çocuğu gibi battaniyenin yarısını yerde sürüyerek merdivenlerden iniyordu. Sonra birden merdivenlerin yarısında duraksadı olduğu yerde. Gözlerini kapatıp duvara tutulduğunda hızlı adımlarla merdivenlerle yöneldim.

"Hazan."

"Fırat başım dönüyor. "

"Tamam, kal orada."

Adımlarımı iyice hızlandırıp merdivenlere ulaştım. Birkaç adımda basamakları çıkıp kucağıma aldım onu. Yüzünü boynuma gömüp bir koluyla bana sarılırken diğer eliylede battaniyesini tutuyordu. Boynunu öptüm. Merdivenleri inip onu koltuğa yatırdım. Elindeki battaniyeyi alıp üstüne örttüm. Gözleri yanan şöminede geziniyordu. Alnını öpüp, "Hazan," dediğimde bana döndü.

"Hı?"

"Yat burada böyle. Benim üst katta kısa bir işim var. Sonra geleceğim yanına. Tamam?"

Başını sallayıp, "Tamam," dedi.

Üst kata çıktım. Odaya girip altımdaki ıslak eşofmanı çıkardım. Yeni eşofman altı giyip üzerime bir tişört geçirirken Hazan'ın bir köşeye koyduğu kıyafetlerinin üzerine koydum elimdekini. Yataktaki havluyu banyoya götürüp ıslak çarşafları değiştirdim. Yorganı ve yastıkları koltuğun üstüne koyup misafir odasındaki yorganı ve yastıkları yatağa serdim.

Dolabın üzerinden küçük bir el çantası alıp içine birkaç parça eşya , bir adet silah ve askeri kimliğimi koydum. Bu çantaya ihtiyacım yoktu aslında ama şu Cihan denilen ibnenin bahsettiği sorgu her neyse kaç gün süreceği söylediğine göre belli değildi ve iş için gidiyorum diye Hazan'a yalan söylerken kaç gün süreceğini bilmediğimi de söylemem gerekiyordu. Bu yüzden bu çanta gerekliydi.

Çantayı odanın bir köşesine koyup bilgisayarı ve ilaç poşetini alıp alt kata indim. Hazan koltukta gözleri kapalı öylece yatıyordu. Koltuğun yanına diz çöküp elimdekileri orta sehpanın üzerine koydum.

Saçlarını sevip, "Hazan, " dediğimde gözlerini açtı. Beni görünce gülümsedi.

"Fırat..." derken sesi uykuluydu yine. Dudaklarını öpmek için üzerine eğildiğimde başını diğer tarafa çevirip engel oldu. Kaşlarım çatılırken yanağını öptüm. Tenini koklayıp kokusunu solurken,"Noldu yavrum? Niye çektin kendini?" Diye sordum.

Bana dönmeden ,"Hastayım ben," dedi. "Sana da bulaşır. Öpme beni. "

Ne güzel kolayca "öpme beni" diyordu? Nefes alma , demek gibi bir şeydi bu.

Yüzünü tutup kendime çevirirken dudaklarına kapandım. Başını sağa sola sallayıp benden kurtulmaya çalışırken üst dudağını emip öptüm. Küçük elleriyle omuzlarımı tutup iterken birkaç santim geri çekilip gözlerine baktım.

"Fırat, " dedi kızgın bir sesle.

Bir kez daha öptüm dudaklarını. Kaşları çatıldı.

"Ne Fırat lan? Az önce ağzını yedim kızım ben senin yukarıda. Dudaklarının kokusunu içime çektim, nefesinle nefeslendim Hazan. Senden bulaşan hastalıktan nolucak? Zehir olsa o durakların yine de kana kana içerim. Sakın bir daha şöyle şeyler söyleyip delirtme beni. "

Gözlerime bir garip bakıp yattığı yerde arkasını döndü. Fazla mı sert konuşmuştum? Noluyordu şimdi?

"Hazan."

Koltuğa iyice sinip battaniyeye sarılırken ses vermedi. Bir şeye kırılıp kızmıştı yine. Neye kırıldığını anlamaya çalışsamda anlayamayacağını biliyordum. Hazan söz konusu olduğunda hiçbir şeyden hiçbir sik anlamıyordum ki zaten.

Saçlarını sevip ensesini öptüm.

"Yavrum."

Kendini benden çekebilmek için koltukta gidebildiği kadar ileriye gitti. Sıkıntılı bir iç geçirdim. Sırtını öptüm.

"Karım, güzel karım noldu? Yine naptım bilmeden? "

Bir şey söylemedi yine. Sessizliğiyle cezalandırıyordu beni. İnat etmişti. Kendi isteyene kadar ağzını açmazdı. Bıkkınca bir nefesi alıp verirken çöktüğüm yerden kalkıp yanağını öptüm.

"Patlamış mısır istiyor musun hâlâ?"

Upuzun kıvrımlı kirpiklerini kırpıştırıp ateş parçası gözlerini yuvalarında sağa sola hareket ettirirken alt dudağını ısırıyordu. Öyle tatlıydı ki şu hâli "istiyorum " diyemiyor ama içi içini yiyordu.

Şakağını öpüp çekildim üstünden. Mutfağa geçip ıhlamuru kontrol ettim. Demlenmesine vardı daha. Patlamış mısırı yapmaya başladım.

********
Elimdeki mısır kasesi, demlik ve bardakla salona girdim. Hazan bıraktığım gibi yatıyordu. Hastayken daha bir nazlı olduğunu fark etmiştim. Olsundu. Her halini sever, her halini eyvallah der çekerdim. İşim neydi lan sanki?

Elimdekileri orta sehpanın üzerine bırakıp Hazan'ın üzerine eğilerek yüzüne baktım. Gözleri kapalıydı. Alt dudağı hafifçe sarkmışken öyle güzel görünüyordu ki dayanamayıp alt dudağını dudaklarımın arasına alarak birkaç kez emip bıraktım. Mızmızlandı. Uykusunun arasında, "Fırat..." derken yattığı yerde sırt üstü uzandı. Yere çöküp boynunu öptüm.

Başka zaman olsa bırakırdım uyusun diye ama konuşmamız gerekiyordu. İlaçlarını içecekti daha.

Elleriyle yüzümü iterken ,"Ya git," dedi. Böyle olmayacaktı. Çöktüğüm yerden kalkıp Hazan'ı kucağıma aldım. Korkuyla, "Fırat!" Diyerek çığlık atarken gözlerini açmıştı. Alnını öpüp, "Şşş şşş korkma , burdayım, benim yavrum," dedim. Gözleri dolmuştu. Kollarını boynuma sarıp, "korktum," dedi. Bu kadar korkacağını tahmin edememiştim.

"Özür dilerim, " dedim boynunu öperken.

Bana daha sıkı sarılıp ,"tamam, indir beni ," dedi. Bırakmadım. Koltuğa yarı uzanır bir hâlde oturup Hazan'ı bacaklarımın arasına oturttum. Başının arkasını öpüp,"iyi misin, " diye sordum. Beklemediğim bir şekilde fazlaca korkmuştu.

Bana cevap vermezken gözleri patlamış mısır kasesinde geziniyordu. Gülümseyip yanağını öptüm. Ardından da oturduğum yerde uzanıp orta sehpayı koltuğa doğru çektim. Patlamış mısırı Hazan'ın kucağına koydum.

"Bana mı yaptın?" Dediğinde sesi bir garipti. Biraz üzgün ama mutlu gibiydi. Kolunu öptüm tenini koklayarak. Ne kadar öpersem öpeyim doyamıyordum teninin tadına.

"Sana yaptım. Ihlamurda demledim sana. Barıştık mı?"

Omzunun üstünden bana dönüp o öldüğüm gülümsemesiyle gözlerime bakarken yanağımı öptü. Geri çekilirken, "Teşekkür ederim, " dedi. Şu küçücük öpücüğü bile nasıl ateşe veriyordu içimi? Of ulan of!

Bir kolumu beline sarıp sehpadan bilgisayarı alıp Hazan'ın önüne bıraktım. Bardağa ıhlamur doldurup elime aldım. Hazan bilgisayarı yanına koyup battaniyeyi üzerine çekerken sırtını bana yasladı. Bilgisayarı bacaklarının üzerine koyarken tek eliyle açmakta zorlanıyordu.

"Fırat," dediğinde yardım ettim ona. Bütün gün Fırat diyip durmuştu. Ama sesinin tınısının azıcık değişmesinden bile ne demek istediğini anlıyordum.

Kendince bir şeyler açıp izlemeye başlarken bilgisayarı biraz uzağına koyup elinde tuttuğu mısır kasesini kucağına bıraktı. Ihlamuru ona uzattım. Gözlerini bilgisayardaki çizgi filme benzeyen şeyden ayırmadan elimdeki bardağı almaya çalışırken elini tutup bardağı verdim.

"Dikkat et yavrum çok sıcak. "

Ağzına bir mısır atarken,"Tamam," dedi öylesine. Pek beni dinliyormuş gibi durmuyordu.

Kolumu beline sarıp arkama yaslandım. Biraz zaman geçsin gideceğimi söylerdim. Söylemesine de ondan nasıl ayrı kalacaktım onca zaman bilmiyordum. Hele de bugün onu öyle koklayıp, dokunup öpmüşken , daha bugün evlenmişken karımı ardımda bırakıp o amınakoyduğumun kapısından nasıl çıkıp gidecektim? Çok özlüyordum lan! Gözümün önündeyken bile it gibi özlüyordum.

Omzunu öptüm. Bir tane mısır alıp bana uzattı. Pek haz etmezdim böyle şeylerden. Hazan seviyor diye yapmıştım. Olurda bir gün ona mısır patlatırım diye mısır patlatmayı öğrendiğim gibi.

Kendimi geri çekip, " ye yavrum sen," dedim. Gözlerini izlediği şeyden çekip bana döndü. Orta sehpaya bakıp gözlerini gözlerimde gezdirirken kaşları çatılmıştı.

"Neden yemiyorsun? Ihlamur da içmiyorsun."

Alnını öpüp, "sana yaptım onları ben. Ye yavrum sen," dedim.

"Filmi de izlemiyorsun. Sana sormadım gerçi ne izlemeyi seversin diye. İstersen değiştirelim."

Dudaklarını öptüm. Birkaç kelimeden fazla konuşunca güzelliğinden ne söylediğine odaklanamıyordum.

Kendini geri çekip, "Fırat," derken yanağını öptüm bu sefer de.

"Ben seni izlemeyi seviyorum, " dedim burnumu yanağına sürterken. "Seni yemek istiyorum." Dudağının kenarını kokusunu içime çekerek öptüm. "Senin dudaklarını kana kana içmek istiyorum. "

Yüzünü yüzüme yasladı.

"Tamam ama sonra öpersin olur mu? Bu gece biraz dur Fırat, lütfen. "

Kaşlarım çatıldı. Rahatsız mı olmuştu yoksa yine hasta olduğu için beni kendinden uzak tutmaya mı çalışıyordu?

Yüzümü yüzünden ayırıp gözlerine baktım.

"Sen rahatsız mı oldun benden?"

"Hayır Fırat. Fazla geldi sadece."

Sıkıntılı bir hâl içinde gözlerine baktım.

"Hazan."

"Hı?" Dedi alnını alnıma dayarken. Burnumu o minik burnuna sürtüp,"Seni zorladığımın farķındayım," dedim. "Ama beni de anla yavrum. Çok istiyorum seni. Karımı çok istiyorum. "

Dudaklarını büzdü. Gözlerini gözlerimden kaçırırken alnını alnımdan çekip önüne döndü. İyice bana yaklaşıp sırtını göğsüme yaslarken penisim beline değiyordu. Kasıldım. Dişlerimi sıkıp beline sarılı olan kollarımı sıkılaştırırken onu biraz daha kendime çekip bastırdım. Başını omzuma bırakıp filmini izlemeye devam etti.

Yüzümü boynuna gömdüm. Çıplak göbeğini okşadım. Yumuşacık teni öyle güzeldi ki dokundukça dokunasım geliyordu. Kaburgalarını sevdim sonra. Kurşun yarasında parmaklarımı gezdirdim. Ilhamurundan bir yudum alırken yutkundu. Nefesleri düzensizleşiyordu.

"Fırat. "

"Hı?"

"Ihlamur çok güzel."

Ensesini öptüm.

"Sende çok güzelsin. "

Bir şey söylemedi. Yüzümü saçlarının arasına gömdüm. Niye bu kadar güzel kokuyordu bu kız? Çiçek gibi kokuyordu. Ama bu çiçek böcek işlerinden pek anlamadığımdan hangi çiçek olduğunu çıkartamıyordum. Böyle tatlı bir kokusu vardı. Soludukça solumak istiyordum kokusunu.

Bir elimi atletinden içeriye sokup göğüslerinin altında parmaklarımı gezdirdiğimde ürperdi. Kollarımda kasıldığını hissettim. Fazla dokunmayacaktım. Sadece biraz sevmek istiyordum onu. Patlamış mısırını yerken beni durdurmaya çalışmadı. Boynunu öptüm emerek. Az önce bana "bu gece biraz dur Fırat " demişti ama yapamıyordum. O bu kadar güzelken çok zordu lan işte.

Elimi biraz daha içeriye sokup sütyensiz göğüslerinin arasını okşadım. Boynunu emip öpmeye devam ederken başını bıraktığı omzuma bastırdı. Sertliğimi beline doğru ittim. Sessizdi. Sol memesini avucuma aldım. Doğum lekesinin üzerini okşadım. Ucuyla oynarken sıkıp yoğurdum. Diğer elimle göbeğini okşamaya devam ederken parmaklarım şortunun lastiğinde geziniyordu. O küçük şeyi avuçlamak istiyordum. Kim bilir nasıl yumuşacık nasıl sırılsıklamdı şimdi? Off!!

Göbeğindeki elimi biraz daha aşağıya indirdim. Kadınlığına dokunmadan şortunun üstünden kasıklarında gezdirdim. Sol göğsü avucumda kabarıp dikleşirken belini hareket ettirip kıvrandı. Bu hareketiyle penisimde hissettiğim acıyla dişlerimi kırarcasına sıkarken, "Dur," dedim. Sesim sert çıkmıştı.

"Fırat..."

"Şşş bir şey yok, dur."

Tek kolumla belini daha sıkı sarıp göğsündeki elimi çektim. Elindeki bardağı alıp masaya koydum. Patlamış mısırı ve bilgisayarı da alıp bir kenara kaldırırken Hazan'ı belinden tutup kendime çevirdim. Battaniyeyi beline kadar çektim. Öyle ürkek bakıyordu ki içim gidiyordu ona ama bende karısına it gibi aşık bir adamdım.

Minik elleri göğsümü bulurken penisim kadınlığına denk geliyordu. Belinden çekip onu sertçe kendime bastırdım. Alnını dudaklarıma dayayıp inledi.

"A-ah Fı-Fırat!"

Çenesinin altından tutup dudaklarına yapıştım. Bu sefer karşılık verdi. Bir elimle atletinin içine sokup sırtını okşadım. Küçük omuzlarını sevdim. Diğer elim kalçalarını buldu. Okşayıp sıktım o dolgunlukları. Her yeri ulan her şeyi çok güzeldi. Ve benimdi. Benim karımdı. Kalbinde ben vardım.

Göğsümdeki ellerini boynuma sardı. Bana iyice sokulup kendini bastırırken inledim. Dilimi ağzının içine itip gezdirirken küçük dudakları karşılık vermeyi bıraktı. Kendini benden çekmeye çalışırken ensesini kavradım. Dilimle sevdim o güzel ağzının içini. Dilini dudaklarımın arasına alıp emdim. Kollarımda çırpınırken ağzımın içine inledi. Elleriyle omuzlarımdan iterken nefesi kesilir diye dudaklarını bıraktım. Gözlerimi açıp gözlerine bakmak istedim ama yüzünü göğsüme gömdü. Onu böyle öpmek ne güzeldi. Ağzının, dudaklarının ne güzel bir tadı vardı öyle. Bir ömür ağzının içinde yaşasam ya.

Saçlarını öpüp kokusunu içime çektim yine. Düzensiz nefes alışverişlerini dinledim. Sımsıkı sardım onu. Sonra dudaklarından bir hıçkırık kopup kulaklarımda çınladı. Küçük bedeni kollarımın arasında sarsılırken kaşlarım çatıldı. Garip bir his sardı bütün benliğimi. Dayanamamak, kıyamamak gibi ama daha ağır bir his. İçinde bir parça pişmanlık ve öfke bulunan bana kendimi suçlu hissettiren bir histi bu.

Kalçlarındaki elimi çektim önce. Sonra atletinin içindeki elim saçlarını buldu. Onu kucağımda biraz yukarıya çekip kadınlığının penisimle olan temasını kestim. İncecik kollarını boynuma sardı. İlk defa öyle öpmüştüm onu. Korkmuştu besbelli. Hazan'ı kendime alıştırmak fazlaca sancılı olacaktı belli ki.

"Hazan..."

O minik burnunu çekti. Yüzünü boynuma gömdü. Benden uzaklaşmaması şu halde iyi olan tek şeydi. Bana sığınıyorsa düzelirdik.

"Yavrum. "

Saçlarındaki elimi boynuyla yüzü arasında bir yere koyup onu kendimden ayırmaya çalışırken yüz yüze gelmekti niyetim.

"Fındığım hadi bir bak bana. "

Boynuma iyice sokulurken çok fazla ağlamıyordu. Ama şu hâli kendimden nefret etmeme neden oluyordu. Öfkeleniyordum.

Kolunu öptüm.

"Canımın yarısı yapma şöyle. Böyle korkacağını bilsem öper miydim lan seni öyle? Hadi bir bak bana. O ateş parçası gözlerin bir gözlerime değsin. Düşman etme beni kendime , hadi. "

Bakmadı. Daha sıkı sarıldı. Gözlerinden birkaç damla yaş boynuma düşüp cayır cayır yaktı beni. Islak burnu ve o küçük dudaklarıyla tenimi öptü. O öptü ben öldüm. Bir müddet kendi haline bıraktım onu. Saçlarını öptüm defarca. Sırtını sıvazladım.

Zaman geçiyor olmalıydı. Ama benim dünyam Hazan yeniden gözlerime bakana kadar dönmeyi bırakmıştı. Derin bir nefesi alıp verdim. Sıkıntılı bir nefesti bu. Böyle sessizken şu Ankara mevzusunu açmaya karar verdim. Belki gideceğimi duyarsa bakardı yüzüme.

"Karım," diyerek duraksadım. Bir kez olsun kocam dememişti bana bugün. Üstelik defalarca ona karım demiştim içim yana yana.

Bir şey söylemedi. Durdu öylece. İç geçirip, "Yarın sabah Ankara'ya gidiyorum," dedim. Hafifçe kımıldadı kollarımda. Ama bana verdiği cevap yine koca bir sessizlikti. "Orada birkaç restorant zincirimiz var. Küçük bir aksaklık çıkmış. Sabah saat yedide uçağım kalkacak."

Başını biraz geri çeker gibi oldu ama durdu sonra.

"Sen uyurken gitmiş olurum."

Belki kıyamaz da bakar yüzüme diye böyle söylemiştim. Yoksa öbür türlü Hazan'ı öpüp koklamadan hiçbir yere gitmezdim.

Yutkundu. Kendini yavaşça geri çekip gözlerime baktı. O ıslak kirpikleri ağlayınca ufaktan yeşile çalan kocaman ateş parçası gözleri gözlerime değdiği an içim titredi. Zaman kaldığı yerden akmaya devam ederken ,"Ne zaman geri döneceksin, " diye sordu o masum sesiyle. Beynim yeniden uyuşurken az önce hissettiğim bütün duygular yerle bir oldu.

Ellerimi yanaklarına koyup yumuşak tenindeki ıslaklığı silerken,"Belli değil, " dedim. "Belki akşama geri dönerim belki de bir iki gün sürer. "

"Gitmesen olmaz mı?"

Dudaklarının konuşurken hareketlenişi aklımla oynuyordu. Su içerken, bir şeyler yerken gözlerimi o güzel ağzından alamıyordum.

"Şşş sakin lan...sakin oğlum."

Gözlerimi güç bela gözlerine çıkardım.

"Olsa karımı bırakıp gider miyim hiç?"

Minik burnunu çekti. Gözleri yüzümde gezinirken, "Tamam o zaman. Ama çabuk dön olur mu," dediğinde öyle tatlıydı ki.

"Özler misin beni?"

Boynuma sarılı kollarıyla üzerimde yükselip alnımı öptü. Yanağını başıma yaslarken, "Özlerim tabii Fırat, " dedi. "Çok seviyorum seni ben. "

Dudaklarıma denk gelen boynunun altını öptüm. Beni sevdiğini duymak iyi gelmişti. Ona dokunduğumda kendini benden geri çektikçe bana olan sevgisi azalıyormuş gibi hissedip it gibi korkuyordum çünkü.

"İyi miyiz?"

Saçlarımı öptü.

"İyiyiz ama bu gece yatakta bana dokunmayacağına söz ver. "

Çenesinin altını öperken, "Hazan," dedim. Söz vermek mesele değildi de nasıl tutardım bilmiyordum. Çok güzeldi lan. Yavrum diyordum ya ona tam bir yavruydu işte. Şu hâlde bile gözümün önündeki göğüsleri aklımı bulandırıyordu. Kollarımı sardığım incecik beli mahvediyordu beni. O güzel dolgun ve beline göre geniş kalçalarını saran minicik şortu kafayı yedirtiyordu. Gece boyunca koynumda, aynı yatakta, yanımda benim karım olarak yatarken nasıl dokunup okşamadan, elemeden dururdum onu? Nefes alış verişinden bile tahrik oluyordum. Hele geceleri öyle dağınık yatıyordu ki, kollarımda öyle dönüp duruyor, bana öyle çok sokuluyordu ki...çok zordu lan.

Kendini geri çekip gözlerime tepeden bakarken,"Fırat, " dedi cümlemin devamını getirmeme fırsat vermeden. Göğüslerinde gezinen gözlerimi yüzüne çıkardım.

"Az önce de bana dokunmayacaksın dedim dokundun. Bir şey söylemedim ama bu seferde dinlemezsen..."

Kaşlarım çatıldı. Ona sertçe baktım. Yine beni kendisiyle tehdit etme yoluna gidiyordu. Beni başka türlü durduramayacağını biliyordu. Ama bu yaptığı damarıma basıyordu.

"Dinlemezsem ne?"

Gözlerime birkaç saniye baktı.

"Dinlemezsen ben burada yatarım sende yukarıda yatarsın. Uyumam seninle. "

Var mıydı lan öyle bir dünya?! Yatak ayırmak ne demekti lan?! Ben ona yarın gidiyorum diyordum o bana ayrı yatalım diyordu? Amınakordum lan ben öyle işin!

Sinirle dilimi ağzımda gezdirdim.

"Ayrı yatalım diyorsun yani?"

"Dokunacak mısın bana?"

Onu kucağımda havalandırıp bacaklarını belime sardım. Kadınlığı karnıma değerken kucağımda küçücük kalmıştı. Sinirli olmasam öpe koklaya yerdim onu burada ama tersime tersime konuşuyordu.

"Dokunacağım lan tabii. Karımsın sen benim. "

Küçük elleri göğsümdeyken kaşlarını çattı.

"Fırat korkutuyorsun beni, " dedi. "Ayrı yatalım. Bu gece bari. "

Sertçe kendime çekip burun buruna geldim onunla. Korktuğunu biliyordum. Az önce onu öyle öptüm diye ağlayışı mahvetmişti beni ama "dokunma, öpme, ayrı yatalım " demek başkaydı. Duramazdım. Zorla da dokunamazdım. Bir şekilde bu konuda anlaşmamız gerekiyordu. Öfkesi dışında başka bir yol bilmeyen bir adamın anlaşması da en fazla böyle olurdu. Ona böyle davranırken içim gidiyordu ama ne bu gece ne de bundan sonraki hiçbir gece onsuz uyumaya niyetim yoktu benim. Ya güzellikle olurdu ya da alır altıma öyle uyuturdum.

" Neden korkuyorsun Hazan?! Dokunmayacağım, içine girmeyeceğim diyorum sana! Dilimde tüy bitti lan! Neden, neyden korkuyorsun amınakoyayım?! Zorla siktirteceksin kendini bana !"

Sabrımı zorluyordu. Tamam, korktuğunu biliyorduk, eyvallah ama neden korkuyordu? İlerisi olmayacak dememe rağmen neyden korkuyordu? Fazla mızmızlanıyordu. Naz yapmıyordu. Gerçekten korkuyordu ama delirtiyordu beni şu ürkek halleri.

Gözleri doldu.

"Bı-bırak ," dedi beni kendinden iterken. Bırakmadım. Ağır olmuştu biraz tamam ama çözerdik. Çözmeliydik.

"Bırak beni!"

"Hazan!"

"Bırak!"

Kollarımda debelenip duruyordu.

"Hazan dur!"

"Bırak! Ya bırak beni!"

"Delirtme beni dur!"

Göğsümü sertçe itip duruyordu. Canımı yakmıyordu. Fazla küçüktü yakamazdı da zaten ama bu bugün kaçıncı tartışmamız olmuştu sayamıyordum artık. Suçlu kim onu da bilmiyordum. Hazan küçüktü daha. Korkması normaldi belki. Bende benden korkmasın, azıcık kendi isteğiyle gelip sevsin beni istiyordum. Bir öpücüğü bile nelere değiyordu içimde bilmiyor muydu? Ulan bir kere bile "kocam " dememişti lan! Pervane oluyordum peşinde. Mutlu olsun, gülsün diye elimden geleni yapıyordum. Fazla mı sıkıştırmıştım acaba? Of ulan of!!

"Bırak! Ya bıraksana!"

"Hazan Tamam dur!"

Gözlerinden yaşlar peş peşe dökülüyordu. İçim acıdı. Zaten sabah üzgündü yanında ailesinden kimse yok diye. Az önce ateşler içinde yanıyordu . Hâlâ biraz da olsa ateşi vardı. Hastaydı. Annem sabah "o senden küçük ona karşı anlayışlı ol , o sana emanet " demişti. Kendi sikik isteklerim yüzünden ne hâle getirmiştim karımı. Ağlayınca ateşi çıkıyordu birde.

Gücümü biraz artırıp göğsüme çekmek istedim onu.

"Yavrum dur tamam, " derken yediğim tokat beklediğim bir şey değildi. Başım sağıma düşerken sinirden beynim zonkluyordu. Gözlerimi kapattım. Dişlerimi kırarcasına birbirine geçirirken Hazan artık çırpınmıyordu.

"Sakin...sakin"

"Fı-Fırat," diyen sesi doldu kulaklarıma bir fısıltı gibi. Ardından da dudaklarından kaçan hıçkırık. Boynuma sarıldı hızla.

"Ö-özür dilerim Fırat...çok özür dilerim ."

Gözlerimi açtım. Sinirle sert nefesler alıp verirken belki de haklıydı. Biraz ayrı kalsak iyi olurdu. Kollarımı belinden çözüp , "Tamam, git," dedim öylesine bir sesle. Konuşarak bir yere varamayacaktık. Bana vurması sorun değildi. Asiydi biraz. Olurdu öyle. Bugün pek sevilecek gibi değildi belki ya da ben fazla üzerine gitmiştim.

Sıkıca sarıldı boynuma.

"Fırat..." derken sesi canımı yakıyordu ama şu an gitmesi lazımdı.

"Hazan tamam, git hadi. İlaçlarını al yukarıya çık. Gelmeyeceğim gece yanına, tamam?"

Bir süre durdu öylece. Sonra ne düşündü bilmiyorum kucağımdan kalkıp ilaçlarını alarak üst kata çıktı. Koltuktan kalkıp bilgisayarda hâlâ oynayan filmi kapattım. Mısır kasesini , ıhlamuru falan toplayıp mutfağa götürdüm. Mutfaktaki masa da çalan telefonu elime aldım. Sado arıyordu. Açtım. Yarın ve belki de birkaç gün buralarda olmayacağımı ona da söylemek lazımdı.

Biraz hava almak için mutfaktaki kapıyı açıp terlikleri ayağıma geçirirken arka bahçeye çıktım.

"Alo?"

" Müsait misin lan?"

"Ne var Sado?"

"Şu restorant işini konuşacaktım da sen iyi misin oğlum?"

"Nolmuş restoranta?"

"Siktir et lan şimdi restorantı. Bir şey mi oldu kızla?"

"Tartıştık biraz. Bir sik olduğu yok."

"Naptın oğlum kıza?"

"Ne demek naptın Sado?! Napıcam lan ben karıma?!"

"Sen yine olmuşsun. Böyle bağırdığına göre iş kötü."

"Sado adam gibi bir şey söyleyeceksen söyle yoksa siktir git , anladın?"

"Adam gibi konuştuğun mu var ki adam gibi bir şey söyleyeyim lan? Yarrak kürek konuşup duruyorsun. Kızla da böyle konuştuysan senin işin zor."

"Sado bilip bilmeden sikik sikik konuşma. Niye aradığını söyleyecek misin?"

"Yok. Ayhan'ı ararım o halleder. Sende git al kızın gönlünü. Böyle keleş mermisi gibi delip geçme bizi. "

"Noldu dün bırak şu kızın peşini diye adamlara beni tutturmaya çalışıyordun?"

"O zaman başkaydı. Kız artık karın oğlum senin. Gerçi senin ateşini o da söndürmeye yetmemiş. "

"Sado !"

"Ne var lan? Hazan , Hazan diye tutturup yıllarca beynimi siktin. Aldık evine koyduk kızı şimdi de kavga edip duruyorsun."

Haklıydı. Üstüne fazla gitmiştim. Patlamış mısırını bile yiyememişti. İlacını al yukarıya çık, demiştim ama aç mı diye bile sormamıştım. Belki de açtı. Şimdi kesin ağlıyordu yukarıda. Ateşi de çıkmıştır. Astım atağı geçiriyordu belki de.

" Haklısın....haklısın Allah belâmı versin benim."

"Vermediğini mi sanıyorsun lan? Senin için o kıza aşık olmaktan daha büyük belâmı vardı bu dünyada?"

Yine haklıydı. Ama köpek gibi seviyordum ben o belayı.

Derin bir nefes aldım. Hazan'ın kokusu dolmuyorken burnuma bu aldığıma nefes demek doğru olur muydu? Doğruyu yanlışı yıllar önce şaşırmış bir adamdım ben.

"Çok seviyorum be Sado. Kafayı yiyeceğim lan çok seviyorum."

"Sakin ol lan. Bana değil ona söyle bunu."

Söylüyordum da duymak istemeyince duymuyordu ki benim yavrum.

"Neyse. Şeyi soracağım sana ben şu geçen konuştuğumuz konu ne oldu? Adam hakkında bir şey bulabildin mi?"

"Fatih Aydın denilen iti mi soruyorsun?"

"Evet.

"O it bu şehirde bir yerlerde Sado. Şimdilik elimde bir şey yok ama bulacağım onu. Bulmak zorundayım. Ben o iti bulamadan o it Hazan'a bir şey yaparsa sıkarım kafama."

"Sana geçende de söyledim Hazan'a söyle kız tetikte olsun diye. Koskoca terör savcısı bu kız illaki kendini emniyete alacak bir şeyler yapar. "

"Söyleyemem. Dünde gördün söz konusu işi olduğu zaman Hazan haktan hukuktan şaşmaz. Hazan'a söylemek demek gidip karakola ihbar etmekle aynı şey. Benim o adamla görülecek bir hesabım var. Ayrıca biliyorsun durumu. "

"Üç yıl önce burada delirip Hazan'ı yanıma alacağım diye İstanbul'a gittiğinde o evin kapısında gördüğün adamın bu Fatih Aydın denilen adam olduğundan emin misin peki?"

"Eminim Sado. Kaç yıldır araştırıyorum. "

"Peki adamın Hazan'ın annesiyle olan bağlantısı ne? Nereden tanışıyor olabilirler? Kaldı ki Dicle'nin dosyasında adı geçen Fatih Aydın'la bu adamın aynı kişi olduğu ne malûm lan? 21 yıl oldu oğlum. Kaç tane Fatih Aydın vardır bu memlekette? "

"Bilmiyorum Sado. Ama memlekette açığa alınan Fatih Aydın adında tek bir savcı olduğundan eminim."

Mutfaktan gelen seslerle ardıma döndüm. Hazan dolaptan bardak alıyordu. Aramızdaki mesafe fazla olduğundan beni duyma olasılığı oldukça düşüktü. Bu içimi rahatlattı.

"Tamam Sado sonra konuşuruz. Bu arada ben bir iki günlüğüne Ankara'ya gideceğim. Haberin olsun. Hazan sana emanet. Gözün üstünde olsun. Birkaç adam tak peşine. Fark ettirmeden korusunlar. "

"Tamam da ne işin var Ankara'da?"

Hassiktir! Bir yalan daha mı uyduracaktık şimdi? Sado'ya restorant zinciri yalanını söyleyemezdim. Bir sorun çıkmış olsaydı onunda haberi olurdu.

"Hazan'a restorant zincirlerinde bir sorun çıktı dedim. Konusu açılırsa bozma Sado. Şu Fatih Aydın'ın birlikte görev yaptığı birkaç adamla görüşeceğim. "

"Bugünü mü buldun? Daha yeni evlendin oğlum. Karını bırakıp nereye gidiyorsun lan?"

"Böyle olması gerekiyor Sado. Sonra konuşuruz. "

Telefonu kapatıp mutfağa girdiğimde Hazan mutfaktan çıkıyordu. Üzerine uzun bir hırka giymişti. Üşüyor muydu?

Peşinden gitmekle olduğum yerde kalmak arasında kararsızdım. Duramadım. Yarın, bir gün belki de bir iki gün ayrı kalacaktık, onda yara açabilecek bir şeyler saklıyordum Hazan'dan. Önemli ya da önemsiz sırlar belki de bir çeşit "geçmişteki suçlu kim" oyunuydu bu. Bir cinayet varsa ortada bir , iki hadi zorlayalım üç tane zanlı olabilirdi. Üçten fazla zanlısı olan bir cinayet. Geçmişte yaşayan bir katil, bugün yeni bir cinayet işlemek istediyse onu kim durdurabilir? Geçmişteki cinayeti açığa çıkaran 14 yaşındaki Fırat Demir Korkmaz belki. Belki de katilin yeni kurbanı terör savcısı Hazan Hilâl Türkoğlu. Hayır. Dicle için çocukluğumu yakmıştım. Bir çocukluğum olmadığı için oldukça kolay olmuştu. Hazan içinse her şeyimi yakardım. Kendimde dahil üniformam da bir seçenekti. Katilin aradığı da Hazan değil bendim. Babam olacak o şerefsiz kapı da , bütün köyün önünde, 14 yaşındaki Fırat'a polisler tarafından tutuklanıp götürülürken ne demişti;

Bir gün geri dönüp elindeki en değerli şeyi alacağım! Babanı polislere ihbar etmek neymiş göreceksin!

Kolunu tuttum Hazan'ın. Kan çanağına dönmüş gözleri beni buldu. En değerli şeyim bu kızdı benim.

Elinde su dolu bir bardak vardı. Belli ki ilaçlarını içmek için su almaya gelmişti buraya. Gözlerini benden kaçırdı. Ona nasıl yaklaşacağımı bilemedim.

"Aç mısın?"

Bu en oluruydu belki.

Başını sağa sola salladı. Gözleri yerdeydi. Yüzünü benden saklamak istediği her an yaptığı gibi o güzel saçlarını önüne döküp kendini gizliyordu. O küçük burnunu çekti. Başını diğer tarafa çevirip evin içinde gezdirirken tuttuğum kolunu bıraktım. Gitmek için hareketlendi. Elindeki bardağı alırken durdurdum onu.

Şaşırdı ama yüzüme bakmadı. Bir kolumu kalçalarının altından sarıp kucağıma aldım. Minik elleriyle omzuma tutundu. Sağ omzumdaki yüzüklü eline kaydı gözlerim. Üzerindeki uzun hırkası o bembeyaz güzel ellerinin yarısını örtüyordu. Kokusunu içime çekerek öptüm elini.

Mutlaktan çıkıp merdivenlere doğru yürüdüm. Birkaç adımda merdivenleri arşınlayıp yatak odasına girdim. Yatağa ilerleyip bardağı küçük masanın üzerine bıraktım. Yatağa oturup Hazan'ı da kucağıma yan bir şekilde oturturken boynuna gömdüm yüzümü. Kokusunu soludum derin derin. İşte şimdi gerçekten nefes alıyordum.

Bir süre öylece durduk. İtmedi beni kendinden. Bende onu koklamaktan fazlasını yapmadım. Burnunu sesli sesli çekişlerinden ağladığını anlayabiliyordum. Asker adamdım lan ben. Onlarca zorlu, işkence gibi eğitimler almıştım. Ama hiçbiri Hazan'ın ağlamasını görmek kadar canımı yakmamış , beni dermansız bırakmamıştı. Hele de benim yüzümden ağladığını bilmek öldürüyordu beni.

İyice sokuldum ona.

"Ağlama. "

Burnunu çekti yine.

"İlaçlarımı içeceğim, bıraksana, " dedi kucağımdan kalkmaya çalışırken. Sesi konuşurken çatlıyordu. İçim ezildi. Zorlamadan bıraktım onu. Yine kucağımda çırpınsın, bağırıp dursun istemiyordum.

Kucağımdan kalkıp yanıma oturdu. Yanaklarından süzülen yaşları hırkasının koluyla sildi. Yatağın yanındaki küçük masanın üzerinden poşeti alıp içinden ilaçlarını çıkardı. Kutularından çıkardığı hapları suyla birlikte teker teker yuttu. Her hareketini izledim. Öyle güzeldi ki , öyle masum, öyle tatlı; o kadar küçüktü ki onu üzdüğüm için kendimden nefret ettim.

Bazı duygularda hiç değişmez mi hayatta? Yedisinde neyse bir insanın kendisine karşı hissettiği yetmişinde de o mu olur?

Poşeti de bardağı da masaya geri bıraktı. Yanımdan kalkıp yatağın etrafından dolanıp diğer tarafa geçti. Yorganı geriye itip içine girdi. Hırkasıyla birlikte bana sırtını dönüp yattığında üşüdüğünü düşündüm. Az önce başımı boynuna gömdüğümde teni sıcaktı ama ateşi yoktu. Evde sıcaktı. Niye üşüyordu bu kız?

Sıkıntılı bir iç geçirdim. Üzerimdeki dışarıda yağan karda ıslanan tişörtü çıkarıp bir kenara atarken Hazan'ın yanına uzandım. Saçlarını öptüm. Kendini geri çekmedi. Bu tepkisizliği iyi mi kötü mü anlayamıyordum.

"Üşüyor musun?"

Başını yavaşça sağa sola salladı. O zaman geriye tek bir seçenek kalıyordu: kendini benden saklamaya çalışıyordu. Belki karımı öyle yarı çıplak görmezsem arzulamam diye düşünüyordu belli ki.

Gözlerimi yumdum sıkıca. O kadar mı korkmuştu?

"Kendini benden saklamaya mı çalışıyorsun? "

Yine başını sağa sola salladı. O zaman neydi lan? Derdi neydi? Beni gebertmeye mi çalışıyordu?

"Niye hırkanla yatıyorsun o zaman?"

Yattığı yerde hareketlenip bana döndü. Kollarını boynuma sardı birden. Ürperdim, kasıldım, içim titredi. Gözlerim doldu aksi gibi. Yutkundum. Hemen sardım küçük bedenini sıkıca.

Az önce tokat attığı yanağımı öptü.

"Özür dilerim, " dedi hıçkırıklara boğulmadan birkaç saniye önce. O ağladıkça benimde dolan gözlerimden, çok değil, bir-iki belki de iki-üç damla yaş düştü.

Boynunu öpüp bir elimle saçlarını sevip diğer elimle de sırtını sıvazlarken, "Şşş ağlama," dedim. "Yok bir şey yavrum ağlama. "

Yüzünü boynuma gömdü. Hıçkırıkları arasında o öldüğüm sesiyle," bilerek yapmadım...yemin ederim istemeden oldu," derken katıla katıla ağlıyordu.

Saçlarını öptüm.

"Tamam yavrum , Tamam canımın yarısı. Ağlama şöyle. Öldürme beni , hadi."

Astım atağı geçirecekti. Ondan ayrılıp yataktan kalkmak istedim ama bırakmadı. Yüzümdeki yaşları silip kucağıma aldım Hazan'ı. Çekmeceden astım ilacını alıp sırtımı yatak başlığına dayayıp oturdum. Başı hâlâ boynuma gömülü hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kızgın demirle göğsümü dağlıyorlardı sanki. Öyle bir acı belki de yanına bile yaklaşamazdı.

Hazan'ı öpe koklaya, saçlarını seve seve bu acının dinmesini bekledim. Bütün acılar bir gün diner dimi?

Belki de bazıları sonsuza dek sürer.

Nefes alışverişleri iyice düzensizleşirken ağlamaları durulmuş astım atağı tutmuştu. Belinden tutup boynumdan ayırdım onu. Spreyi dudaklarına dayayıp birkaç kez peş peşe ağzına sıktım. Yüzü gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu.

Dudaklarını spreyden geri çektiğinde ilacı yatağın üzerinde öylesine bir yere attım. Küçük yüzünü avuçlarımın içine alıp yanaklarındaki ıslaklığı sildim. O kocaman ateş parçası gözleri, sırılsıklam olmuş upuzun kıvrım kıvrım kirpikleriyle öyle masum, öyle özür dilercesine, öyle güzel bakıyordu ki bana içim gitti.

Ne sanıyordu lan? Onca yıl onsuzluktan çektiğim acının yanında şu minicik elleriyle attığı tokata devrilip gönül mü koyacaktım? Hissetmemiştim bile. Sadece o anlık bir öfke sarmıştı bedenimi. O da geçmişti.

Alnını öptüm. Sonra o güzel gözlerinin kenarını. Göğsüme çektim onu. Bana tokat attığı elini tutup avuç içini öptüm. Elleri bile pamuk gibiydi lan. Şu küçücük elleri için bile ölürdüm.

Elini tutan elime sarıldı ince parmakları. Saçlarını öptüm.

"Senin attığın tokattan nolucak lan? Dünde söyledim sana. Senin vurduğun yerde gül biter. Vur, kır, parçala. Sesim çıkarsa namerdim. "

Yüzünü göğsüme gömdü. Parmakları elimi sıkıca kavrarken,"Kızdın ama. "Git" dedin bana," dedi.

"O anlık bir sinirlendim yavrum. Daha kötü olmasın diye uzaklaştırmak istedim seni kendimden. "

"Çok mu sinirlendin? Benimle...evlendiğine...pişman oldun mu?"

Yine neler kurmuştu o güzel kafasında.

"Saçmalama Hazan. Ne pişmanlığı lan? Benim tek pişmanlığım seni daha önce yanıma alamamış olmak. Daha önceden bulmalıydım çok daha fazla sevebilmeliydim seni. Nefesimsin kızım sen benim. Canımın yarısı, canımın içi, canımın ta kendisisin. Pişmanlıkta neymiş? Bir daha duymayacağım. "

Bir şey söylemedi. Göğsüme iyice sinerken burnunu çekti. Ağlıyordu yine. Başımı arkamdaki yatak başlığına vurdum. Kafayı yiyecektim.

"Hazan ağlayıp durma artık. Çıldırtma beni. "

"Dur-duramıyorum."

Elimi elinden çekip başını ellerimin arasına alarak kaldırdım göğsümden. Göz göze geldik. Hıçkırdı. Dudaklarına kapandım. Öptüm üst dudağını yavaş yavaş. Hıçkırıkları arasında karşılık vermeye çalıştı bana. Saçlarını yüzünden geriye iterek sevdim.

Alnımı alnına dayayıp geri çekildim.

"Sevmiyor musun kızım sen beni?"

Göğsümdeki ellerini boynuma sarıp bana sokulurken gözlerini gözlerimde gezdiriyordu.

"O nasıl soru Fırat...seviyorum...Çok seviyorum..." dedi.

Yanaklarındaki yaşları ellerimle silerken,"O zaman ağlayıp durma," dedim. "Çektirtme artık şu işkenceyi bana."

O minik burnunu çekti yine. Yutkundu.

"Tamam...ağlamayacağım, " derken bastırmaya çalıştığı hıçkırıkları yüzünden sesi titriyordu. Alnını alnımdan ayırıp boynuma gömdü yüzünü. Islak dudaklarıyla tenimi öptü içimde neleri ateşe verdiğini bilmeden.

Durdu öylece. Sarıp sarmaladım onu. Boynunu öptüm. Kokusunu içime çektim. Duruldu sonra. Nefes alışverişleri düzene girdi. Rahatladım. Ellerini çıplak sırtımda gezdirmeye başladığında iyi olduğunu anladım. Sonra birden,"Fırat, " dedi.

Ensesini öptüm.

"Yavrum."

"Bu evde niye televizyon yok?"

Bu sorusu şöyle bir anda gülümsetti beni. Konuyu dağıtmaya çalışıyordu.

"Sen istemezsin diye almadım. "

"Neden istemeyeyim ki?"

Babasının, eniştesinin, yeğeninin kaza ve ölüm haberini almıştı televizyondan. Ne bileyim istemez diye düşünmüştüm. Hazan söz konusu olduğunda bazen fazla sığ bazen de fazla sık eleyip ince dokuyan bir adam oluyordum.

"O gün...eniştenle yeğeninin kaza haberini televizyondan almıştın. Ben haber izliyordum. Astım krizi geçirdin. Ne bileyim yavrum işte. Baban falan. İstersen alırım sana bir televizyon "

Sırtımdaki yaralarda gezinen elleri durdu. Başımı öptü. Bir şey söylemedi önce. Sonra bana daha çok sokulurken ,"sen o gün öptün beni," dedi nazlı nazlı.

"Nasıl öptüm, " dedim işi anlamamazlığa vurarak.

"Öptün işte Fırat. Ben astım krizi geçirirken beni kucağına alıp asansöre bindiğimizde öptün. Sonra arabada da öptün. "

"Hı? Hiç farkında değilim yavrum. Öpmüş müyüm?"

Kendini geri çekip gözlerime kızgın kızgın bakarken, "Öptün, " dedi. "Asansörde "nefes al güzelim " diyip boynumu öptün. Arabada da yoldaki arabalara küfrederken beni göğsüne çekip alnımı öptün. O an her şey hayal meyaldi ama sonra sonra...daha doğrusu şimdi hatırladım. Beni öpmemeliydin Fırat. "

Şu güzelliğine, tatlılığına bakıp içimi çektim. O gün o kollarımda nefessiz kalırken ne yaptığımı mı biliyordum ben. Her gördüğümde, yanımda gözümün önündeyken ona dokunamıyorum diye deli oluyordum zaten. Birkaç dakika , birkaç saatte olsa onu göreceğim diye ayda yılda bir geldiğim apartmanın kapısından ayrılmaz olmuştum. Onca zaman beni sevmesini beklemiştim. Gözlerinde bir kıvılcım gördüğüm an tutmuştum elini.

"Tam olarak nereni öptüğümü anlayamadım ben," dedim boynuna doğru yaklaşırken. "Burası mıydı?" Dudaklarımı boynuna bastırdığımda güldü.

"Yaaa Fırat. "

Yatağa yatırıp üzerine eğildim. Altıma almamıştım, almayacaktım da. Bu gece ona öyle yaklaşmayacaktım. Biraz öpecektim böyle. Korkup gerildiğini hissettiğim an geri çekilirdim.

Emmeden sadece öptüm boynunu. Ellerim iki yanında dururken hiçbir yerine dokunmadım. Zordu. Ama onu bu gece bir kez daha üzüp ağlatmak istemiyordum. İşkence gibiydi lan işte.

Kollarını başıma sarıp beni iyice kendine çekti. Saçlarımı öptü. Sonra öksürdü birkaç kez. Başımı boynundan kaldırıp yüzüne baktım. İyi gibiydi.

"İyi misin?"

Başını salladı.

"İyiyim. Hırkanın tüyleri boğazıma kaçtı herhalde. "

Kaşlarım çatıldı.

"Çıkar şunu üzerinden."

Kollarını boynumdan çözüp üzerindeki hırkaya sarıldı.

"İstemiyorum. Fatma teyze ördü bunu bana. Rengini de ben seçtim. Lila. Çok güzel dimi?"

İçindeki daha güzeldi.

"Güzel yavrum da bununla yatamazsın. Hastasın zaten. Ateşin yükselir. Sabah gideceğim aklım sende kalmasın, hadi. Üşümüyorsan ve kendini benden saklamaya çalışmıyorsan çıkar şunu. "

Dudaklarını büzdü. Gözlerini gözlerimden kaçırırken, "üşümüyorum ama..." derken sustu.

"Ama ne Hazan?"

Alt dudağını ısırıp,"Karnım ağrıyor, " dedi. Utana sıkıla söylemişti. Belli ki şu kadınsal hastalıkla ilgiliydi. Belli olmuştu bugün niye bu kadar asi olduğu.

"Tamam , çıkar şunu. Ben ısıtırım seni."

"Tamam," dedi.

Yataktan kalkmadan üzerindeki hırkanın dizlerine kadar uzanan düğmelerini açmaya başladı. Göbeğine kadar açıp gözlerime baktı.

"Bundan sonrasını sen aç, " dedi.

Ne yapmaya çalışıyordu? Zaten iyi değildim.

"Tamam," dedim. Üzerinden doğrulup düğmeleri açtım teker teker. Ortaya çıkan bacaklarına bakmadan düğmeleri açtığımda yatakta doğrulup hırkayı omuzlarında sıyırıp bana uzattı. Yatağa sırt üst geri uzanırken hırkayı alıp aynalı masanın önündeki küçük tabureye koydum.

Geri döndüğümde üzerinde yarısı olmayan bir atlet ve minicik bir şort vardı. Çok güzeldi ama bana yasaktı. Yanına uzanıp yorganı göğüslerine kadar örttüm. Yorganın üzerinden belini tutup kendime çektim. Dirseğimi yastığa dayayıp başımı elime yasladım. Bana iyice yaklaşıp sokulurken göğsümü öptü o küçük dudaklarıyla. Kasıldım yine. Burnunu tenime sürttü. Sertleşiyordum.

Göğsümü öpmeye devam ederken bu az önce "korkuyorum " diyen kız değildi. Belki de hasta olduğu için içine girme ihtimalimin olmadığını düşünüp rahatlamıştı. O kadar güvenmesindi hastalığına. Kendimi tutmasam beni hiçbir şey durduramazdı.

"Hazan," dedim uyarıcı bir sesle. Gözleri yüzümü buldu. Gülümsedi tatlı tatlı.

"Hı?"

"Rahat dur. Madem kendine dokundurtmuyorsun o zaman oynama benimle. Zorlama, tamam?"

Yorganın üzerinden karnını okşayan elimi tuttu. Gözlerimin içine bakarak yorganın içine sokup çıplak karnına koydu. Sonra kollarını boynuma sarıp kendine çekerken beni yatakta yukarıya doğru kaydı. Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurup geri çekildi. Kendince bir şeyler yapıp bir şeyleri düzeltmeye çalışıyordu.

İçimi çekip başımı yasladığım kolumu Hazan'ın başının altına koyup kendime çekerken alnını öptüm.

Karnındaki elimi hareket ettirmeden, "zorlama kendini, " dedim.

Yüzünü göğsüme gömdü.

"Çok mu üzdüm seni?"

Saçlarını öptüm.

"Hayır. Ben fazla zorladım. Çok güzelsin Hazan. Onca yıl seni beklemiş, her Allah'ın günü senden kilometrelerce uzakta sana cayır cayır yanmış bir adamın dayanamayacağı kadar güzelsin. Karımsın benim. Yatağımda, koynumdasın. Deli oluyorum sana. İçim gidiyor lan sana her baktığımda. Kendimi tutmam çok zor ama sen istemiyorsan dokunmam sana. Sarılır uyuruz. İstemiyorsan o da olmaz. Bir daha öyle ağlama yeter."

Başını göğsümden geriye çekip gözlerime baktı.

"Çok mu acıyor canın," diye sorduğunda gülümsedim. Burnunun ucunu öptüm.

"Sen ağlarken acıdığı kadar acımıyor ."

Gözleri doldu ufaktan. Bıkkınca bir nefesi alıp verdim.

"Hazan."

"Ağlamayacağım," dedi. Gözlerini kaçırdı sonra. Yüzünü göğsüme gömdü. Derin derin nefesler aldı. Saçlarını sevip karnındaki elimi sırtına sardım. Durdu öylece. Üzülüyordu lan işte. Dokunsam korkuyor, dokunmasam üzülüyordu. Ne yapacağımı, ona nasıl yaklaşmam gerektiğini bilmiyordum. Zordu. Hazan çok zor bir kızdı.

"Küfrettin bana," diyen sesini duyduğumda başımı yüzüne doğru eğdim. Ne zaman etmiştim lan?

Yüzünü göğsümden ayırıp gözlerime baktı.

"Özür dile benden," dediğinde çatık kaşlarımla ona bakıyordum.

"Özür dilerim yavrum da ne zaman küfür ettim sana ben?"

"Az önce salonda ettin ya Fırat."

Olanları döndürdüm kafamda.

"Neden , neyden korkuyorsun amınakoyayım?! Zorla siktirteceksin kendini bana!"

Gözlerimi yumdum. Allah benim belâmı versin!

Alnımı alnına dayadım.

"Hazan...bir anlık sinirle söyledim öyle. Yoksa ben zorla...öyle bir şey yapar mıyım sana? Sana öyle bağırıp küfür eden ses tellerimi sikim tamam mı? Allah benim bin türlü belâmı versin. Özür dilerim. "

Elimden bundan fazlası gelmiyordu. Sikik, hiçbir boka yaramayan bir kelimeden fazlası gelmiyordu.

Boynuma sarılı kollarını sıkılaştırıp alnını alnımdan ayırırken başımı öptü. Sonra göğsüne çekti beni.

"Öyle deme Fırat. Kıyamam ki sana ben. "

Yatakta aşağı kayıp başımı göğsüne koydum. Kokusunu soludum atletinin üstünden. Sımsıkı sardım onu.

"Bugün böyle olmamalıydı. Bu kadar üzmemeliydim seni. "

Elleri saçlarımda gezinirken alnımı öptü.

"Bizim hiçbir günümüz olması gerektiği gibi olmuyor ki zaten. Sende dün dedin ya : bizim olurumuz bu. "

Bir şey söylemedim. Boynuma sardığı ince kolunu öptüm önce. Ensemdeki elini tutup yüzüklü parmağını öptüm. Elime hapsettim sonra elini. Avucumda kayboldu. Boynunu öptüm kokusunu içime çeke çeke. Küçük elini yüzüme bıraktım.

"Karım."

Bir eli saçlarımda gezinmeye devam ederken yüzümdeki eli de yanağımı seviyordu. Alnımı öptü yine.

"Kocam," dediğinde gözlerimi kapattım. Şurada böyle ölsem ya...

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Loading...
0%