@yikim2024
|
Fırat..." Şaşkındı. Bunu sesinden anlayabiliyordum. Boştaki elimle patlayan dudağımdan çeneme doğru sızan kanı sildim. "Söyle." Sesim Hazan'a karşı oldukça mesafeliydi. Bilerek yapmıyordum, içimden öyle geliyordu. Nazı niyazı ya da bu zamana kadar yaptığı diğer şeyler mesele değildi ama bu başkaydı. Şırnak'a döndüğümde konuşacaktık. Ve bu konu öylece kapanmayacaktı. Bu sefer kokusuna, gülüşüne , sesine ya da güzelliğine tav olmadan hesap soracaktım ondan. Zaten sadece bir terör savcısıyken bile yeterince tehlikedeydi. Nasıl olurdu da önünü arkasını düşünmeden, boyuna posuna, yaşına başına bakmadan bu amınakoduğumun örgütüne girerdi?! Hazan'ın örgütteki görevi ne ya da bu örgütün çalışma disiplini ne bilmiyordum. Ama tehlikeli işlerle uğraştıkları aşikârdı. Hakan Çınar denilen picin mahkeme salonunda Hazan hakkında söyledikleri doğruysa belalı işlerle uğraştığını anlamak zor değildi. Baran itine işkence ettiğini söylemişti. Odasına verici yerleştirdiğini, arabasının altına GPS taktığını iddia etmişti. Hazan'a Asena derken doğruyu söylüyordu. Belki diğer söyledikleri de doğruydu. Şırnak'a ilk geldiği zamanlarda bir gece eve sabaha karşı dönmüştü. O gece nerede ne yapıyor diye düşünmekten kafayı yemiştim. Bir işler karıştırdığı belliydi ama sevdiğim kız diye kafamda yanlış bir yere koymak istemediğimden görmezden gelmiştim. Beytüşşebap'taki canlı bomba olayında onlarca insanın içinde canlı bombayı nasıl farkettiğini, Bahar'ı çarşının dışına yollayıp bizi aramasını söylerken nasıl bu kadar soğuk kanlı olabildiğini, canlı bombayı vururken nasıl hiç tereddüt etmediğini, Ayşe hanımın peşinden koşup kadını kurtardığı anı kafamda bir yere oturtamamıştım. Tamam, Hazan bir terör savcısıydı. Ama terör savcılarına ne silah ne de kendini savunma alanında bir eğitim verilmiyordu. Onlara devlet tarafından verilen silahı bile doğrudan bir tehdit altında kalmadıkları sürece kullanma yetkileri yoktu. Kısaca en başından beri Hazan'ın bazı konularda eğitim aldığı belliydi. Oğuz olayından sonra hâlâ görevinin başında oluşunu da hesaba katarsak arkasında birileri olduğunu düşünmek olasıydı. Hazan şu ana kadar o kadar çok kafamı karşıtırmıştı ki şimdi her şey yerine oturuyorken yanlış bir şey yapmadığını bilmek içimi rahatlatmıyordu. Zaten terör savcısı oluşu her an diken üstünde olmama neden oluyorken birde bu siktiğim örgüt işi canımı ağzıma getirmişti artık. Hazan, uzun bir sessizlikten sonra telefonun diğer ucundan tedirgin olduğunu belli eden kesik kesik birkaç nefes alıp yutkunurken, "İyi misin?" diye sorduğunda sakin olmaya çalıştım. Ne iyiliğinden bahsediyordu lan?! Kafamın içinde onlarca şey dönüp dururken nasıl iyi olabilirdim?! Karım sandığımdan daha büyük bir tehlikenin içindeyken nasıl iyi olabilirdim?! Dahası beni o gün tutuklatıp polislere teslim ettikten sonra beni kurtarmaları için bu VASÖ denilen örgütten yardım isteyip istemediğini, beni bu işe bulaştıranın Hazan olup olmadığını düşünürken nasıl iyi olabilirdim amınakoyayım?! Sertçe soludum. "Değilim, " dedim. Kızgındım. Az önce o odada anlattığım şeyleri Hazan biliyor muydu, diye düşündüm. Beni sorguya alan o piçler benim hakkımda her şeyi biliyordu. Ya Hazan'da biliyorsa? Ve bunca zaman hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davrandıysa? İmam nikâhımız kıyılırken masada babam olacak o şerefsizin adını söylemekte zorlandığımda elimi tutmuştu. Ulan! Sevdiğim, gözümden sakınıp gönlüme koyduğum kız da beni sırtımdan vurursa bunu hazmedemezdim. "Yanıltma. Beni nolur yanıltma Hazan." Başımı ringin iplerine yaslayıp yutkundum. Gözlerim hâlâ kapalıydı. Hazan burnunu çekti. Ağlıyordu. "Kızgın mısın bana?" dedi. Sesi titriyordu. İçim acıdı. "Neden kızayım Hazan? Yanlış bir şey mi yaptın?" Bir süre sessiz kaldı. Ağladığı için düzensiz olan nefes alışverişleri doldu kulaklarıma. Burnunu çekti yine. "Yapmadım, " dedi. Ağlıyordu ama sesi söylediği şeyden emindi. "Ama sen yaptığımı düşünüyorsun." Hayır, yanlış bir şey yaptığını düşünmüyordum. Yanlış yaptığını düşünebilmek için doğru olanın ne olduğunu bilmem gerekirdi, ama bilmiyordum. Kızgındım ve tek bildiğim buydu. Nezarethanede Hazan'la tehdit edilmiştim. Az önce o amınakoduğumun odasında Hazan'a bir şey yaparlar korkusuyla yıllardır kendi kendime bile dile getiremediğim, hatırlamaktan kaçındığım geçmişimi o piçlere anlatmıştın. Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamışlardı ve Hazan her şeyi biliyordu. O da bu işin içindeydi. Burun kemerimi sıktım. Kaşlarım çatıldı. Şakaklarım ağrıyordu. Ve bu sefer Hazan'ın sesi bile derman olmuyordu. "Bilmiyorum," dedim. Onunla ilk kez böyle konuşuyordum. Kötü hissettiriyordu. Elimden başka türlüsü gelmiyordu şu an. Kızdığım şey bu VASÖ mevzusunu benden saklaması değildi, beni düşürdüğü bu hâli hazmedemiyordum. Hayatı zaten yeterince zorken kendini böyle bir tehlikeye atmasını anlayamıyordum. Ne zaman bu siktiğimin örgütüne katıldığını bilmiyordum ama eğer yanında olsaydım, ona bu kadar geç kalmış olmasaydım buna asla izin vermezdim. Hukuk okumasına bile müsade etmezdim belki. Hazan'ı korumam gereken onlarca sorun vardı zaten ve birde bu sikik örgütün başımıza açacağı dertlerle uğraşacaktık. Hazan için her şeyi yapardım. Onu korumak için canımdan bile vazgeçerdim ama en nihayetinde bende bir insandım işte. Ulan ya bir yerde onu korumaya gücüm yetmezse ne bok yiyecektim lan?! Bütün gece savaştığım o düşünceler gerçek olursa, Hazan olmadan, kokusu burnuma, sesi kulaklarıma dolmadan o evde bir başıma bulursam kendimi nasıl nefes alırdım lan?! Elimi saçlarıma daldırıp çekiştirdim. Beynim uyuşuyordu. "Özür dilerim. " Sadece bunu söyledi. Sesi titriyordu ve telefon kapanmadan önce hıçkırdığını duydum. Telefonu kulağımdan çekip yere koydum. Şimdi dakikalarca ağlayacaktı belki. Astım atağı geçirecekti. Üzülmüştü ve onu üzen bendim. Hastaneye gidip gitmediğini bile soramamıştım. Nasıl soracaktım ki? Bir nevi "sana güvenmiyorum " demiştim sevdiğim kıza. Aksini de söyleyemezdim şimdi ama...ne bileyim lan işte ağır olmuştu. İçim ezildi. Geri aramayı düşündüm, ama ne diyeceğimi bilemedim. En iyisi yüzyüze konuşmaktı. O güzel gözlerinin içine bakarak konuşmak istiyordum. Böyle zordu. Oturduğum yerden kalkıp ringden indim. Üstümü değiştirdiğim soyunma odasının içindeki duşa girdim. Hazan aklımdan çıkmıyordu. Sesi, özür dileyişi, telefon kapanmadan önce duyduğum hıçkırığı...kafayı yiyecektim. Dün akşamı düşündüm sonra. O hasta haliyle yarı baygın adımı sayıklayışını döndürdüm kafamın içinde. Üzerini çıkardığım an geldi gözümün önüne. O güzel teni, büyük, dolgun ve yuvarlak göğüsleri, sol memesindeki hilâl şeklindeki doğum lekesi, o lekeyi öpüşüm, kokusu, meme ucunu emişim, iniltileri, bana "kocam" dediği an...bir yolunu bulup bu olanlarıda görmezden gelecektim. Cihan itinin Hazan hakkında anlattıklarını bilirken nasıl karıma sırtımı dönebilirdim ki lan zaten?! Ulan...intihar etmeye kalkacak kadar ne yaşamıştı bu kız?! O Ali picinin terörist olması, annesinin Hazan'ı babası öldükten sonra evden kovması, uğradığı...tacizler ve...tecavüze uğramak üzre oluşu, kumar borçları, eve gelen hacizler, ipotekler, dedesi olacak o şerefsizin onları ortada bırakışı, çalışmak zorunda kaldığı işler... neden böyle bir şey yaptığını anlayabiliyordum ama Hazan'a yakıştıramıyordum. O tüm bunları yaşarken yanında olmayışımı kendime yediremiyordum lan! Yine bir şeyler oluyordu Hazan'a. Az önce telefonda durup dururken ağlamıştı. Tamam, onunla konuşurken sesim sert ve kızgındı ama ağlamasını gerektirecek bir şey söylememiştim ki. İki gün önce onu apartmandan aldığım gece üstündeki her yerini açıkta bırakan o elbiseyle, dışarıya çıkmak için nasıl benim öpmeye, dokunmaya kıyamadığım tenini tırnaklarıyla çizip kendine zarar vermişti. Geceleri rüyasında kabus görüp duruyordu. Kendince bir şeyler mırıldanıyor, bazen ağlıyordu. Arada yanından kalkıp banyoya otuzbir çekmeye gidip geri döndüğümde görüyordum genelde onu böyle. Uyandırmak yerine sarılıp varlığımı hissettirmeye çalışıyordum. Ona sımsıkı sarılıp, "burdayım, korkma," dediğimde sakinleşiyordu. Birkaç gündür sadece sessiz sedasız uyuyordu ama bu seferde gündüzleri sıçıyordu ağzıma. Üstelik çok fazla uyuyordu. O an bir ihtimal düştü aklıma. Ya...ya yine kendine bir şey yapmaya kalkarsa? Yo...yo yapmazdı. Ben vardım lan. Bırakmazdı beni. Kalbim sıkıştı. Saçlarımdaki köpükleri durullayıp duştan çıktım. Dolaplardan birinde bulduğum havluyu belime sardım. Ceketimin cebinden telefonumu alıp Hazan'ı aradım. Telefonu kapalıydı. Gözümün önü karardı birden. Bir yere oturdum. Sakin olmayı denedim. Şarjı bitmiştir, dedim kendi kendime. Ya da bana kızmıştır, burnum sürtsün istiyordur. Naz yapıyordur. Uyumak için kapatmıştır belki. Bahar'ı aradım. Evin önündeki adamlardan birini aramayı düşündüm ama Hazan evde yarı çıplak geziyordu genelde. Olmazdı. Onu o halde benim dışımda kimse göremezdi. "Abi?" "Nerdesin Bahar?" "Hazan'ın yanındayım. " Aldığım nefesi rahatlamış gibi dışarıya verdim. "Nerde o? Aradım telefonu kapalı. " " Babaannesi burada abi. Onunla konuşuyor. Ben sizin odadayım. Telefonu kapanmış. " Kaşlarım iyice çatıldı. Babaannesinin gelmesi sorun değildi. Sorun dedesi olacak o şerefsizin de orada olma ihtimaliydi. "Dedesi de orada mı?" "Hayır abi. Sadece babaannesi gelmiş ama..." "Ama ne?" Bahar birkaç saniye sessiz kaldı. Bir şey söyleyecekti ama tereddüt ediyordu sanki. "Bahar ne söyleyeceksen söyle. Canım ağzımda zaten sabrımı zorlama. " "Bir şey söylemek gibi değil de abi bir şey soracağım ama kızma. " Gözlerimi kapatıp sertçe soludum. "Bahar!" "Tamam, benden günah gitti o zaman. Abi Hazan'ın hamile olma olasılığı yüzde kaç?" "Ne? Ne diyorsun Bahar sen?!" Ne hamileliği lan?! Hazan doğru düzgün dokundurtmuyordu bile kendine. Ne saçmalıyordu bu kız?! "Kızma abi. Hazan'ın babaannesi geldi. Evde bir örgü mü ne bulmuş. Bebek patiği mi ne. Hazan'a onu soruyordu. İmam nikahını duymuş apartmanda. Dün annemle Necla teyze birbirne girdi yine. Annem senin Hazan'la imam nikahı kıydığını, Filiz'in senden umudunu kesmesini söyledi. Hazan'ın babaannesi de o zaman duydu herhalde çünkü bütün mahalle artık yüzbaşı Fırat'ın bir karısı olduğunu biliyor. Kadında bebek patiğinden Hazan'ın hamile olduğunu çıkarmış. Hazan seninle hamile olduğu için birlikteymiş ve o yüzden bu kadar çabuk evlenmişsiniz. Gerçi patik dediği de az bir şey örülmüş bir ip parçası. Bu yaşlı kadınlar fazla paranoyak oluyor. " Ne oluyordu, Bahar ne anlatıyordu amınakoyayım?! Ne patiği ne bebeği lan?! "Hazan iyi mi?" "Babaannesi ağlıyor. O ağladıkça Hazan'da ağlıyor. Durumu açıklamaya çalışıyordu en son. Bende rahat rahat konuşsunlar diye sizin odaya çıktım. " Sıkıntılı bir nefesi alıp verdim. Dertleri neydi lan küçücük kızla?! Hamile değildi ama olsa bile onlara neydi?! O kız karımdı artık benim. Onun bütün sorumluluğu bana aitti. Bunca yıl bir başına bıraktıkları kızın şimdi karşısına geçip ailecilik oynamalarına lüzum yoktu. Çok düşünüyormuş gibi yapıp ne hakla üzüyorlardı Hazan'ı?! Karışmamayı seçtim. Şimdi Bahar'a telefonu aşağı götürmesini söyleyip o kadını kovsam evden Hazan üzülürdü. Zaten yeterince üzgündü. Kendi aralarında çözmeleri gerektiği kanısına vardım. Ama orada olsaydım bu kadar sakin olamayacağımı biliyordum. Türkoğlu aşiretine karşı olan öfkem bugün daha bir harlıydı. "Hazan'ı hastaneye götürdün mü?" "Götürdüm." "Noldu? Ne dedi doktor?" "Kan ve idrar tahlili aldılar önce. Çok fazla kilo kaybı yaşadığı için birçok vitamini eksik çıktı. Karaciğeri kendini tamamlamış. Ama ilacı kullanmaya devam ettiği için ilaçlarında Hazan'ın vücudundaki görevi bittiği ve bu ilaçlar ağır ilaçlar olduğu için ufak çaplı bir zehirleme yapmış. Midesini yıkadılar. " "Ne? Nasıl Bahar?! İyi mi?" "İyi abi iyi. Dediğim gibi ufak çaplı bir zehirlenme. Fazla uyku hali, baş dönmesi, mide bulantısı, kusma, bazen yüksek ateş gibi belirtileri olur. Yorgunluk, halsizlik, yavaş solunum, yer yer denge kaybı gibi küçük şeyler. Merak etme vaktinde gittik hastaneye. Bir şeyi yok. İyileşti. Sadece dinlenmesi, kilo alması ve vitamin değerlerinin yükselmesi gerekiyor. Babaannesi bir salarsa yakasını bakacağım kardeşime ama bir bitmedi ki kadının ağlayıp kocasını savunmaları. İnsan bir nasılsın, diye sorar. Ne namusmuş arkadaş. " Ulan nasıl fark etmedim lan?! Ya bir şey olsaydı?! Ya daha ciddi bir şey olsaydı amınakoyayım?! Ne halt yiyecektim lan?!! Allah benim belâmı versin!!! "O kadını gönder evden Bahar!! Söyle bir daha Türkoğlu aşiretinden kimse Hazan'a yaklaşmayacak!!! Anladın mı beni?!!! Git böyle söyle o kadına!! O aşiretten kimse gelmeyecek bir daha kapıma!!! Kan dökülür, git böyle söyle!! Antep'e rezil ederim onları, kimsenin yüzüne bakacak yüzleri kalmaz, abim böyle diyor de!! Benim karımın namusu beni ilgilendirir!!! Hazan kimseye açıklama yapmak zorunda değil!!! Tamam, git böyle söyle!!" "Tamam abi, memnuniyetle. Zor duruyordum zaten." Telefonu kapatıp ceketin üstüne attım. Tam gelecek zamanı bulmuştum buraya! Şimdi Hazan'ın yanında olmam gerekiyordu. O kadına ağzının payını verinin ben olmam gerekiyordu! O gece Hazan söyleyeceğini söylemişti onlara. Hâlâ neyi anlamamakta ısrar ediyorlardı?! Namussa dertleri yıllar önce niye koca İstanbul 'da tek başına bırakmışlardı Hazan'ı?! Kaldı ki şu an Hazan karımdı benim. Hamileyse bile onlara neydi lan?! Kocasından hamile kalmış oluyordu. Kime neydi?! Kimin haddineydi benim karımı üzmek?! Hastaydı kız zaten. Mide yıkanması basit bir şey değildi ki. Vitaminleri de düşük çıkmıştı. Çok zayıflamış hap kadar kalmıştı. Ulan şimdi yanında olup koynuma alacaktım onu, saçlarını sevip dudaklarını öpecektim. Kesin o da beni istiyordu yanında. Az önce telefonda ona öyle davranmamalıydım. Şimdi Bahar'a babannesini kovdurdum diye bana kızacaktı. Aramız daha kötü olacaktı. Bahar'la da araları bozulacaktı belki. Ama umrumda değildi. Barışırdık bir şekilde ama ne o kadının ne de Türkoğlu aşiretinden herhangi birinin Hazan'ı daha fazla üzmesine müsade etmeyecektim artık. Sırf bu yüzden annesine bile her onbeş günde bir para yolluyordum kumarı ve diğer ihtiyaçları için. Serpil hanımla öyle anlaşmıştık. O Hazan'ı rahat bırakacaktı, bende ona istediği kadar para gönderecektim. Hazan'ın bundan haberi yoktu. Annesinin numarasını telefonumdan sildikten sonra her şeyin bittiğini sanıyordu ama biz baştan anlaşmıştık. Ki benim numaram o kadında vardı. Ben ulaşmasam o ulaşırdı. Hazan bunu bilmemeliydi. Diken üstündeydim. O günden beri her an , her saniye diken üstündeydim. Hazan bir şeyler öğrenecek ve o gün olduğu gibi benden ayrılmak isteyecek diye ödüm kopuyordu. Ama Hazan mutlu olsun istiyordum artık. Hele de para kazanmaya çalışırken başına gelen...o şeyleri öğrendikten sonra yaptığım şeyin yanlış olduğundan da aksi gibi doğru olduğundan da emin olmuştum. O kadar zorluğu çektikten sonra bu yaptığım öğrendiği an gururunu kırar, kırmakla kalmaz paramparça ederdi. Ama diğer yandan da artık sırtını dayanabileceği biri olduğunu, yalnız olmadığını, bir kocası olduğunu o bilmese bile benim bir şekilde hissettirmem, üzerine gölge olmam lazımdı. Bu yaptığımı öğrendiği an siker atardı beni, biliyordum, ama annesi olacak o kadının Hazan'a yaptığı bu psikolojik şiddete sessiz kalamazdım. Dedesi olacak o şerefsiz Hazan'ı yıllarca o kadınla baş başa bırakmıştı ama ben yapamazdım. Yemiştim bir halt işte. Hazan için değerdi. Her şeye... Başım çatlıyordu. Oturduğum yerden kalkıp üstümü giydim. Saçlarımı havluyla kurutup odadan çıktım. Cihan iti ringin kenarına oturmuş duruyordu. Üzerine yürüdüm. Yakasına yapıştım sertçe. "Hop hop ! Noluyor yüzbaşı?!" "Sen söyle! Taşşak mı geçiyorsunuz benimle?! Hazan...o amınakoduğumun odasında konuşulanların ne kadarını biliyor?!! Benim hakkımda bildiklerinizin ne kadarını biliyor?!!! " O sırada odanın kapısı açıldı. Birilerinin ayak seslerini duysam da sırtım kapıya dönüktü. Gözlerim Cihan itinin gözlerine sabitiydi . "Sorun yok , tamam. Çıkın dışarı." Arkadan bir ses," Emin misiniz?" diye sordu. Cihan iti,"eminim çıkın dışarı, " dediğinde gelenler kapıyı çekip gitmişti. Yakasını tutan ellerimi tutup itmeye çalışırken, "bırak yakamı, sakin sakin konuşalım," dedi. "Böyle bir yere varamazsın. " "Bir yere varmak gibi bir derdim yok zaten! Derdim sensin! Derdim Hazan!! Derdim onu bu örgüte nasıl soktuğun!! Hepsinin cevabını teker teker vereceksin bana yoksa Allah yarattı demem öldürürüm seni!! Anladın?!!" "Anladım. Bırak yakamı bende sana bir şeyleri anlatayım yüzbaşı ama şunu bil sabrımı zorluyorsun!" "Sabrını sikerim senin," derken yakasını sertçe bıraktım. "Anlat. Dinliyorum. " Üstünü başını düzeltti. "Az önce odada konuşulanların bir kısmı yani daha doğrusu Türkoğlu aşireti ve Fatih Aydın kısmına kadar olanı Hazan'ın VASÖ'ye bağlı bilgisayarına ses kaydı halinde gitti. Üstün olduğu için senin hakkında bazı bilgilere sahip olması gerekiyor. Gerçi elinde senin ve askeriyedeki bütün askerlerin ve personellerin öz geçmişlerinin içinde bulunduğu bir dosya mevcut. Ama o dosyada babana ve ablana ne olduğu net bir şekilde yazmıyor. Hazan okumadı o dosyayı zaten. Yani okumaz. Muhtemelen o ses kaydını da dinlemeyecek. Sana özgü bir şey değil. Hazan altında çalışan hiçbir ajanın hayat hikayesini kurcalamaz. İzinsiz hiç kimsenin, tabii bu bir suçlu değilse, hayatına burnunu sokmaz. Belki söz konusu sensin diye farklı olacağını düşünüyorsundur ama aksine söz konusu sen olduğun için her şey aynı olacak. Çünkü Hazan eğer senin hakkında bir şeyler öğrenmek isteseydi bunu en başından yapardı ve emin ol en ufak bir zorluk bile çekmezdi." Duraksadı. Bir şey söylememi bekledi ama sessiz kaldım. Haklıydı. Bu örgüt meselesi olmasa bile Hazan bir savcı olarak istese benim hakkımda her şeyi öğrenebilirdi. Ama yapmıyordu. Benim anlatmamı bekliyor, bana saygı duyuyordu. Bir an belki de benim hakkımda hiçbir şeyi kurcalamamasının sebebini zaten her şeyi biliyor oluşuna yormuştum. Cihan iti bilmediğini söylüyordu fakat ona ne kadar güvenebilirdim ki? "Devam et, " dedim sertçe. Bildiğim Hazan dışında VASÖ ajanı olan Hazan'ı merak ediyordum. Güldü sikik sikik. Ve konuşmaya devam etti. "Bu örgütün yarısından fazlası kadın. Hazan'dan önce de milyonlarca kadın ajan vardı. Hatta birçok konu da Hazan'dan daha iyiler, ama hiçbiri "Asena" kod adını alamadı. Neden biliyor musun? Çünkü onlar VASÖ'den korkuyorlar. Bunun için geçerli sayılabilecek sebepleri de var. Gözlerinin önünde idam edilen birkaç ajan gibi mesela. VASÖ 'ye ihanet ettikleri için öldürüldüler. Birkaçı Amerikan asıllıydı. CIA'dan ajan olarak gönderilmişlerdi. Birkaçı da Türk'tü. Söz konusu kahpelik olunca düşmanın nereli olduğu pek bir şey ifade etmiyor. Her neyse. VASÖ'ye ihanet vatana; vatana ihanette VASÖ'ye ihanet etmek demektir. VASÖ de bir ölüm emri verilmişse artık iş hak etti, hak etmedi faslını geçmiştir. Ajanlar o yüzden bir adım atarken her zaman diken üstindedirler. Bilerek ya da bilmeyerek yaptıkları herhangi bir hatanın canlarına mâl olma ihtimaliyle yaşarlar çünkü. Kendi elleriyle, kendi ayaklarına vurdukları bir prangayla her an tetikte olurlar. Zincirlerini kendileri takarlar boyunlarına ve asla kendileri gibi olamazlar. Ölüm korkusu. " Sinsice güldü. "Bu örgütte ajanları diri tutan budur. Çünkü burada "delil yetersizliği" diye bir şey yoktur. "Zaman aşımı " diye bir şey yoktur. "Para cezası" diye bir şey yoktur. "Nefsi müdafa " diye bir şey yoktur. "Af" yoktur yüzbaşı. Makam , mevki yoktur. Burada kadın - erkek yoktur. Irk , din , dil ayrımı yoktur. Kurunun yanında yanan yaş yoktur. Burada siyah ya da beyaz yoktur. Burada birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Suç ve cezası vardır sadece. Devletin içinde bir devlettir VASÖ. Devletin cezalandırmaya gücünün yetmediği insanları cezalandırırız. Ve iyi bir ajan olmak için, adil bir ajan olmak için buradaki çoğu ajanın bildiğinin aksine gereken şey korku değil, vicdandır. Vicdan içinde her zaman bir parça korkuyu da barındırır. Belki de vicdan korkunun diğer adıdır, ama her koşulda sek bir korkudan daha işlevsel olduğunu söyleyebiliriz. " Duraksadı. Odanın içinde gözlerini gezdirip derin bir nefes aldı. "Bize burada en az senin eğitimlerde gördüğün kadar sert psikolojik testler yaparlar. Her ajanın bazı konularda ruhsal ve bedensel dayanıklılığını farklı yöntemlerle test ederler. " Odanın içinde yürümeye başladı. "Hazan'ın psikolojik testi neydi biliyor musun?" Arkamdaydı. Ona döndüm. Yüzüne baktım sadece. Ellerini cebine soktu. "14 yaşında babası şehit olan ve annesi tarafından sokağa atılan bir kız tek başına ne kadar hayatta kalabilir? Hazan'ın testi buydu. Babası Mehmet Türkoğlu bu örgütün kurucularından biriydi. VASÖ'nün %20'lik bir hissesi Mehmet Türkoğlu 'na aitti. Ve Hazan'ın zaten bir VASÖ üyesi olacağı ta o zamandan kesindi. Ne var ki Mehmet Türkoğlu VASÖ kurulduktan iki ay sonra şehit oldu. Ve ben Mehmet Türkoğlu tarafından Hazan'ı korumakla görevlendirildim. Bana neden Hazan'ın başına gelen onca şeye sessiz kaldığımı sormuştun dün. Sessiz kalmadım. Sadece eğitimine müdahele etme hakkım yoktu. Kendi kendini büyüten bir kız Hazan. Onu korumak için peşinde gezerken kendini büyütüşünü izlemek büyük bir keyifti. Dünyada savaşılacak ne kadar çok kötülük olduğunu görmüştüm. Yetimhanede büyümüş biri olarak "aile" denilen şeyin ne kadar önemli bir şey olduğunu anlamıştım. Hazan, başına gelen her şeyle teker teker mücadele ederken tam bir dişi kurttu. Kendi hakkını gözetirken sürünün hakkını da gözetirdi. Sürünün, diyorum. Dikkat et buraya. Sürüsünün, değil. Çünkü Hazan adaleti sadece kendisi ve yanındakiler için istemez. Kendi için sorguladığı bir şeyi başkaları içinde sorgular. Adil olmayan hiçbir şeye tahammül edemez. Bu yüzden üstlerden o kadar çok ikaz aldı ki bir yerden sonra saymayı bıraktım. Onun bir vicdanı var yüzbaşı. Korktuğu şey VASÖ değil, kendi adalet terazisi. Bize burada duygularımızı yok saymayı öğretirler. Yani ajanlar öyle olduğunu sanıyor. Bu dünya da insanlığa aynı şeyi yapmıyor mu? Yoksa onca ölüm, patlayan bombalar, taşa toprağa değil bir insan bedenine sıkılan kurşunlar, Gazze'de annesinin babasının cesedinin başında ağlayan çocuklar, Afrika' da açlıktan ölen bebekler, İsrail'de birilerinin savaş oyunu oynama hevesiyle katlettiği masumlar varken nasıl hiçbiri yokmuş gibi yaşamaya devam edebilirdik ki? Duygularımızı öldürüyolar. Yan odadaki anne - baban belki, belki de hiç tanımadığın bir ülkenin cumhurbaşkanı. Sana, canına gelene kadar önce ruhunu katlediyorlar. Askersin, daha iyi bilirsin. Vicdanı olmayan biri vatanını koruyabilir mi? " Duraksadı. Sessiz kaldım yine. "Koruyamaz. Buradaki birçok ajanın vicdanı yok. Daha doğrusu kendi fikri, kendi doğruları yok. Korkuyla programlanmış bir robot gibi üstler ne derse onu yapıyorlar. Ama VASÖ bunu istemiyor. Burası da insanın hükmettiği bir yer. Ve insan denilen varlığa asla güven olmaz. Belki bir gün bu VASÖ de bir düşman üstü çıkacak. O zaman sadece korktukları için buradaki ajanlarda suçlu sayılacak. Yine korktukları için gördükleri her yanlışı yok sayacak. Ama Hazan öyle değil. Tıpkı bir kurt gibi. Sürüsü olmadan da yaşayabilir. Yeniden kendi doğrularıyla yeni bir sürü kurabilir. Gerektiğinde "kurtlar sofrasını " kurmaktan da çekinmeyecektir. O yüzden, Hazan'ın haberi yok, ama VASÖ onu yönetime almak istiyor. Sadece biraz daha itaatkar birine dönüşmesi ve duygularıyla baş edip kendi gücünün farkına varması lazım. Bunu da sen yapacaksın. " Kaşlarım derince çatılırken anlamıyordum. Anlattığı çoğu şeyden hiçbir sik anlamıyordum. Nasıl bir örgüt kendi kendine bile güvenmemek üzerine bir strateji oluştururdu? Kendi yarattığı korkak insanlardan memnun olmazdı? Bu bir ülke dolusu insanı baskılayıp, tüm özgürlüğünü elinden alıp sonra da o ülkeden bir dahi çıkmasını beklemek gibi bir şey değil miydi? Diğer bir tabirle bir kuşun kanatlarını kesip uçmasını beklemek gibi bir şeydi bu. " Örgütün içinde korkak insanlar olmasını istemeyip Hazan'dan daha "itaatkâr " biri olmasını beklemek mantıklı mı? Kimseyi korkutmadan itaat ettiremezsin. " Güldü. Üzerime doğru gelip karşımda durdu. " Peki sen yüzbaşı? Hazan'dan sana karşı daha "itaatkar" biri olmasını beklemiyor musun? Birini kıskanmak değil belki, ama bir erkeğin bir kadını kıskanması hükmetmek istediğinden başka bir şey değildir. " Yakasına yapıştım sertçe. Başını sağa sola salladı. "Şu an beni de korkutup susturmak istiyorsun mesela. Güç gösterisi ya da daha ilkel bir duygu olan bahçende bitmesini istemediğin, canını sıkan yabanî otu öldürüp yok etme isteği bu gözlerindeki. Babanın annene ve kardeşlerinle sana yaptığı gibi. Neden seni kömürlüğe kitliyordu yüzbaşı?" "Kes sesini!" "Çünkü ona göre bir hata yapıyordun. Belki de başkalarına hükmedemedikçe senin üzerinde güç gösterisi yapıyordu. O da kendine göre haklıydı. Seni kömürlüğe kitleyişini kendine göre gördüğü bir hatayla açıklayabilirdi pekâlâ. Ama sen bunun gerçek bir sebep olmadığını düşünürdün. Yani sence Hazan'ı sevmen bir şeylerin bahanesi olabilir mi? Mesela Hazan annesine para yolladığını öğrendiğinde senin ona duyduğun sevgiyi umursayacak mı?" "Sana, kes sesini , dedim!!" " Peki, ona bunca zaman neden geçmişini anlatmadın? Çünkü ablanın ölümünden senin suçlu olduğunu düşüneceğini düşündün. Küçük, zavallı bir çocuk gibi. Kimse sana " senin suçun değildi" demedi, değil mi? Akrep bile sana suçsuz olduğunu söylemedi. Annende. Aslında kendini suçlu gören sen değildin, onlardı. Bu yalana seni de inandırdılar. Dilleriyle söylemediler belki ama sustular, değil mi? Acı çekerken seni görmezden geldiler, yok saydırlar, değil mi yüzbaşı? Babanın yaptığı her şeyi senin sırtına yüklediler. Sana sormadan seni bununla yaşamaya mahkûm ettiler. Okulda baban yüzünden hep dışlandın. Öğretmenlerin seni " terörist deli Feyyaz'ın oğlu " olarak bildi. Liseyi o yüzden Ankara'da ailenden uzakta okudun. Orada da sırf kürtsün diye herkesten başka baktılar sana. Artık " terörist deli Feyyaz'ın oğlu " değildin ama kürttün işte, değil mi? Ha Pkk ha kürt ne fark ederdi, değil mi yüzbaşı? Bu yüzden Türk vatandaşlığı alıp asker oldun. Seni kürt diye dışlayanların çoğunun yapmadığını yapıp asker oldun. Onların ailelerini de korudun, çocuklarını da. Belki bir parça da baban ve baban gibilerin bu ülkeye yaptıklarını affettirmek istedin. Sen her şeyin bedelini ödedin yüzbaşı. Kimse söylemediyse ben söyleyim. Ablanın ölümü senin suçun değildi. Çok küçüktün daha. Böyle olacağını bilemezdin. Ve bu vatan senin de vatanın. Hiçbir şey için değilse bile bedenindeki sayısız kurşun yaraları için. Bu millet seninle gurur duyuyor ve duyacak. " Dişlerimi birbirine geçirdim. Yakasını daha sert tuttum. Öfkeyle baktım yüzüne. O bir yabancıydı. O hiç kimseydi. Bu piç benim hakkımda her şeyi biliyordu ama hiçbir bok bildiği de yoktu. Benimle böyle konuşamazdı! Bana böyle şeyler söyleyemezdi! O kimdi lan?!! En yakınlarım...ulan annem be! Beni dokuz ay karnında taşıyıp doğuran kadın bile beni görmezden gelmişken...bu it kim oluyordu da...kimsenin görmediğini görüp bana bunları söylüyordu! "Kabul et yüzbaşı. Geçmişini Kabul et. Kendini böyle kabul et. Her çocuk illaki bir parça annesine, bir parça da babasına benzer. İçindeki öfkenin, sıkışıp kaldığın yerlerin tek bir sebebi var. O da baban gibi olmak istememen. Ona benzer hiçbir yanın olsun istemediğin için, her an tetikte olduğun için bu kadar öfkelisin. Babana sadece "babam" diyemiyorsun mesela. İlla bir şerefsiz, it, ibne gibi şeyler koyuyorsun cümlenin bir yerine. Haklısın. O adam başka bir hitap şeklini hak etmiyor, ama sen bu öfkeden, bu öfkenin yarattığı adamdan fazlasını hak ediyorsun. Bu kadar kasma kendini. Sen zaten bir Türk subayı olarak istesende baban gibi olamazsın. Hazan sana diğerleri gibi bakmaz. Anlar o seni. Yok sayıp görmezden geldiğin yaralarını sarar ki bırak sarsın. Onu kaybetmek istemiyorsun belli ki ama kaybetmek için elinden geleni yapıyorsun be yüzbaşı. Bana birini itaat ettirmek için korkutmak gerekir diyorsun ama Hazan senden gitmek istediğinde onu nasıl yanında tutacağını benim bildiğim gibi sende biliyorsun. Bence geçmişi bırak ve bugünkü Fırat'ı sorgula. Derdin Hazan'ı sevmek mi sadece yoksa onu geçmişte koruyamadığın ablanın yerine mi koyuyorsun? Derdin Hazan'ı sevmek mi yoksa onu geçmişte seninle arkadaşlık yapmayan " çocukların " yerine mi koyuyorsun? Ya da seni sevmeyen annenin? "Yoksa" dan sonra cümleye kimi, neyi koyarsan koy yüzbaşı ama kendine dürüst ol. Bu dünya prens ve prenses için yazılmış bir masal değil. Masalları bilirsin. Tek bir kötülük olur, iyiler kazanır, kötüler cezasını bulur ve mutlu son. Dünya böyle bir yer değil. Bu Hazan'la senin masalın değil. Başınıza tek bir kötülük gelmeyecek. Siz ölünce hikaye sona ermeyecek. İyiler değil güçlü olanlar kazanacak. Ve belki de sen kaybeden tarafta olacaksın. Bunu istemem." Dilimi ağzımın içinde gezdirdim. Garip bir his sardı içimi. Bende kimsenin görmediğini görürken sanki geleceği de görüyormuş gibi hissettim. Yutkundum. "Ne demek bu?" "Hiç...hiçbir şey demek değil. Sadece belki de çok zekice kurgulanmış bir oyunun içindeyizdir ve güvenebileceğimiz tek şey bu örgüt ve birbirimizizdir. " Anlamamıştım ama kafam allak bullaktı ve daha fazla kurcalamak istemedim. Ellerimi yakasından çekip birkaç adım geriledim. Cebinden beyaz bir kart çıkarıp bana uzattı. Kartı alırken, "Ne bu?" dedim. "Katlar arası geçişi sağlayan asansörün kartı. Bu olmadan açılmaz ve üzerinde yazan kat numaraları dışında başka katlara çıkamazsın. Kendini toparlayıp üçüncü kata gel. Birlikte yemek yiyelim. Sonra istersen etrafı gezeriz. Ya da ne yapmak istersen onu yaparsın." "Şırnak'a dönmek istiyorum." "Bugün olmaz. Yarın VASÖ'nün özel uçağıyla sizin askeriyeye iniş yapacağız. Bizimle birlikte geleceksin. Hem daha silahının imalatı bitmedi. Sabaha bitmiş olur. Sana vereceğimiz bilgisayar ve telefonun programlanması da henüz bitmedi. Hazan'a da yeni bir silah yapıyorlar. Bir öncekini düşürmüş galiba. Silahın içindeki GPS sistemi bozulmuş. Ayrıca az önce sana kısmen Hazan'ı bazı konularda eğitmen gerektiğini söyledim. Üzerinde durmadın. Yemekte bunu konuşacağız." Arkasını dönüp giderken, "fazla bekletme beni ," dedi. O kapıyı çekip çıkarken yavaşça yere çöküp sırtımı ringe yasladım. Bir süre nereye baktığımı, ne gördüğümü algılamadan odayı izledim. Bir şeyler düşünüyordum sanki ama ne düşündüğümü bilmiyordum. Başım ağrıyordu. "Hazan'ı seviyor musun yoksa...?" Seviyordum..."yoksa" diye bir şey yoktu. ******* "Merhaba efendim. " Nereden çıktığını anlayamadığım bir robot vardı yine karşımda. Bir şey söylemekle söylememek arasında kalsam da nasıl bir tepki vereceğimi bilemediğimden bir şey söylemedim. "Ben Umay256. Cihan beyin asistanıyım. Yemek odasına kadar size eşlik etmek için görevlendirildim. " Önüne dönüp boş koridorda ilerledi. Şu an ne yaptığımı sorgularken robotu takip ettim. Duvardaki gri boya yüzünden karanlık bir görünümü olan koridordan geçiyorduk. Koridorun sol tarafı ful camdı ve karşı da sadece boş araziler ve dağlar görünüyordu. Sanırım tamda tahmin ettiğim gibi tarihi ipek yolunun üzerinde bulunan Nallıhan ilçesinin dört bir yanını saran dağlardan birinin eteklerindeydik. Koridorun sağ tarafı ise kapılarla doluydu. Ama hiçbir yerden en küçük bir ses bile gelmiyordu. Garip bir yerdi. İlerlediğimiz koridordan sağa döndük. Tek bir kapı vardı. Robot kapıyı açtı. "Buyrun efendim. Afiyet olsun. " İçeriye girdim. Uzun ve geniş bir balkondaydım. Etrafı camlarla çevrilmişti. Cihan...üzeri yemeklerle dolu bir masada oturuyordu. Karşısındaki sandalyeyi gösterdi. "Gel otur." Karşısına geçip oturdum. "Doldur tabağını. " "İstemez." Yüzüme baktı. "Sen bilirsin. " Gözlerini camdan dışarıya çevirdi. "Nerede olduğumuzu biliyorsun , değil mi?" İçini çekti. "Nallıhan'dayız. İlçenin sağında kalan dağlardan ikincisinin eteklerindeyiz. Hava bugün -4 derece. İki saat sonra güneş batacak. Bugün de neredeyse bitti yüzbaşı. " Üzgün gibiydi. Tuhaf herifin tekiydi. " Dört gün sonra yılbaşı. " "Üç. " "Ne?" "Dört değil, üç gün sonra yılbaşı. " Afalladı. Gözlerinde dehşete düşmüş gibi bir ifade belirip kayboldu. Yutkundu. Önündeki bardaktan su içerken eli titriyordu. Bardağı masaya bıraktı. Güldü kendi kendine. " İnsan aklına güven olmuyor. Neyse. Hazan. Onu eğitmen gereken konular olduğundan bahsetmiştim. Ne düşünüyorsun?" "Saçma. Hazan'ın üstüm olduğunu söyledin. Bu durumda benden daha iyi olması gerekir. Benim onu değil, onun beni eğitmesi daha mantık alır bir seçenek. Ayrıca madem Hazan bu örgütün bir üyesi o zaman neden Fatih Aydın denilen iti, babasının ölümünün nasıl gerçekleştiğini, Türkoğlu aşiretinin ne kadar şerefsizce şeyler yaptığını ondan saklıyorsunuz? Benden yapmamı istediğiniz şeyleri Hazan'dan da isteyebilirsiniz." Biliyordum. Elbette ki tüm bunları Hazan'ın bilmesini istemiyordum. Fatih Aydın meselesine Hazan'ın bulaşmaması işime gelirdi. Onu alabileceği her türlü zarardan korumak istiyordum. Dedesi olacak o şerefsizin yaptıklarını öğrenirse kaldıramayacağını biliyordum. Babasına çok düşkün bir kızdı Hazan. Nasıl böyle bir örgütün ajanı olabildiğini anlamıyordum ama çok hassas, çok güçlü ama bir o kadar güçsüz küçük bir kız çocuğuydu gözümde. Canı yanarsa ölürdüm. Gözünden dökülen her bir damla yaşta boğuluyordum zaten. Onu bunca kötülükle baş başa bırakmayacaktım. Bu iş benim meselemdi bundan sonra. Şu an sadece bu örgüte güvenmiyordum ve dertlerini anlamaya çalışıyordum. Az önce bu herifin söylediği şeyler de kafamı iyice karıştırmıştı. " Biliyorum. Söylemeye çalıştığım şey bana az önce onu kaybetmek için elinden geleni yaptığımı söyledin ve benden ondan daha büyük bir sır saklamamı istiyorsunuz. Bu benimle ilgili olan kısım. Sizinle ilgili olan kısım da şu: nasıl arkasından iş çevirdiğiniz birini yönetime almayı düşünüyorsunuz? Tüm bunlar ortaya çıktığında Hazan'ın tepkisi ne olacak sanıyorsunuz? Nasıl bir örgütsünüz amınakoyayım kimsenin kimseye güveni yok!" "Bu örgütü yönetenler üstler. Ajanlarsa piyonlar. Önemli olduklarını inkar edemeyiz ama onlar olmadan da oyun devam eder. Piyonlar üstlerin emirlerine ve kendi adalet terazilerine göre hareket ederse sorun yoktur, ama dışarıdan birinden emir almaya kalkarlarsa oyundan çıkarlar. Sana az önce anlattığım şey güvensizlik değildi. Korkudan bahsediyordum sadece. Korku , her zaman güvensizlikten doğmaz. Yine de illa işi oraya yoracaksan şunu söyleyebilirim. Ajanların güvenmediği bu örgüt değil, kendileri. Biz burada kimseyi korkutup güvensizliğe sürüklemiyoruz çünkü. Hazan'a gelecek olursak, onun eğitimi henüz bitmedi. Doğu görevini ertelemesi gerektiğini, daha sahaya çıkmaya hazır olmadığını söylememe rağmen beni dinlemedi. Kendine göre sebepleri vardı ama o şehirde karşılaşacağı şeyler kaldırabileceği şeyler değildi. Kısaca eğitimi tamamlanmamış bir ajana Fatih Aydın gibi önemli bir görevi veremeyiz. Şu an Hazan'ın bu örgüt için taşıdığı önemden dolayı onu korumak üzerine bir strateji izliyoruz. Alabileceği minimum zararı almasını istiyoruz. Hazan şu an senin üstün çünkü bu örgütte senden daha kıdemli. Ve söz konusu kendi hayatı değilse görevinin başındayken kod adının hakkını veriyor. Seninle Hazan arasındaki ilişkiye dair bir şeyler söylemem gerekirse, VASÖ' de iki ajanın birbiriyle ilişki yaşamayası yasaktır. Ajanlar örgütten olmayan birileriyle ilişki yaşayabilirler ama kimliklerini gizli tutmak zorundadırlar. " Gözlerinden garip bir ifade geçti. " VASÖ'den telefon geldiği an nikah masasında olsalar dahi göreve hazır bir şekilde bulundukları şehrin örgüt üstüne ya da VASÖ nereye çağırıyorsa oraya gelmek zorundadırlar. Kurallar çiğnenemez. Kimse istisna değildir. Hazan'la sende bir istisna değilsin. Aranızdaki ilişki VASÖ'nün ilkelerine zarar verdiği an ya Hazan ya da sen kendinizi ülkenin bir ucunda bulursunuz. Ama sen daha çok zarar görürsün çünkü Hazan bağımsız bir ajan. İstediği an örgütten ayrılma hakkına sahip. Bunu için hiçbir bedel ödemez. Bizi tehdit olarak algılarsa kendini geri çeker. Sen yapamazsın çünkü az önceki evrağı imzaladın. " Biliyordum. Kâğıtta yazılanlarda kısaca göz gezdirmiştim. Kurallara uyum sağlamakta zorluk çeken biri değildim. Tabii benim için istisnalar vardı. Hazan'a zarar gelme ihtimali olan her şey bu istisnalara dahildi. " Hazan'ın zarar göreceği bir durum olursa örgütün ilkeleri sikimde bile olmaz. Beni Hazan'dan hiçbir güç ayrı tutamaz. Ben yaş tahtaya basmam. " Gülüp başını salladı. "Peki. Bu konuyu vakti gelince üstlerle görüşürsün. Hazan'ı eğitmen gereken konuları söyleyeyim çünkü kabul ettiğini farzediyorum. " Cevap beklercesine yüzüme baktı. Başımı salladım. "İlk olarak dövüş eğitimi konusunda biraz eksik. Çok değil. Ama sadece teknik dövüşe hakim. Yani kuralcı dövüşüyor. Sonuçta dönüşeceği herkes karate ya da tekvando bilmeyecek öyle değil mi? Sonra psikolojik olarak eğitilmesi gerekiyor. Sakin, uysal ve "itaatkâr " olmasını istiyoruz. Özel harekatta aldığın eğitimleri üzerinde uygulayabilirsin. Bizde burada hemen hemen aynı eğitimi veriyoruz. Hazan silah kullanımında çok iyidir. Örgüt içi keskin nişancı sertifikası var. İstersen test edersin. Bu arada psikolojik eğitimi sana olan duygularıyla ya da senin yanındaki tavırlarıyla kıyaslama. Asena'yla Hazan farklı kişiler. Sana uysal, sakin ve itaatkâr bir şekilde davranıyorsa bu Hazan'ın karakteri, Asena'nın değil. Eğitim sırasında ne demek istediğimi anlayacaksın. Diğer aşamaları daha sonra bildiririm. Sorun var mı?" Hazan...her zaman gördüğümden ve gösterdiğinden fazlası olduğunu biliyordum. O işinin başındayken her şeye hakim olan, yaşından daha olgun davranan, kimseye eyvallahı olmayan, kimseden korkmayan, bende güzelliği dışında her haliyle hayranlık uyandıran o kız demek Asena'ydı. Baş edememekten korktuğum, karanlık bir yanı olduğunu hep sezdiğim, benden her ayrılmak istediğinde "demek bensiz de yapabiliyor" dediğim, öfkemin karşısında susup pusan ama bana mahkum olmadığını, ona ters bir şey yaparsam beni ardında bırakıp gidebilecek kadar gözü kara bir kız olduğunu bir şekilde hep hissettiğim ve hep bir çelişki içinde olan tavrıyla ağzıma sıçan o...savaşçı prenses...demek Asena'ydı. O gün dedesi olacak o ite karşı kendini savunuşunu düşündüm. Dedesinin gözünden kendine yaptığı yakıştırmalar ağrıma gitmiş, öfkelenmeme neden olmuştu ama neyi neden söylediğini bildiğimden karışmamıştım. O an içinden çıkan kız Hazan değildi. Hakan Çınar denilen ite adliye koridorunda, o günden bir gün önce emniyette diklenen, mahkeme salonunda, askeriye de rüzgar gibi esen kız Hazan değildi ama aksi gibi tam da oydu. Daha bir korktum o an. Onunla baş etmek, onu böyle köpek gibi sevmek beni daha çok zorlayacaktı sanki. Cihan...yanılıyordu. Hazan , Asena'dan çokta farklı değildi. "Hazan bunu kabul eder mi?" "Eğer senin üstün olduğu için senden eğitim almak konusunda bir ego savaşına gireceğini düşünüyorsan, hayır. Hazan'ın herhangi birini kendinden aşağı görecek ya da bir şekilde zedelenebilecek bir egosu yok. Keşke biraz olsa, ama yok. O yüzden bu konuda bir sorun olmaz. " Haklıydı. Hazan'la birçok kez kavga etmiştik. Hatta bazen onun işine karıştığım tartışmalarımız olmuştu. Ama karşıma geçip bir kez olsun beni rütbesiyle ezmeye kalkmamıştı. Ona, onu sevdiğimi söylemeden önce birlikte yapabilir miyiz diye çok düşünmüştüm. Yalan yok, bir savcı oluşu biraz gözümü korkutmuştu. Yaşı küçüktü. Savcılık makamının verdiği bir burnu havadalık olabilirdi. Tartışma esnasında bana benden yüksek bir rütbede oluşu, kazandığı para gibi saçma sapan şeylerle üstünlük taslamaya kalkarsa bunu kendime yediremeyeceğimi biliyordum. Öyle bir kız olsaydı yapamazdık. Ama o gün, Helin teğmenin Hazan'a askeriyenin önünde yumruk attığı gün Hazan'ın Helin'e karşı sergilediği tavır, ondan özür dileyişi, sakinliği ve gösterdiği anlayış gözümde de gönlümde de onu çok başka bir yere koymuştu. O gün Helin hatalıydı. Sonra tim komutanı olarak gereken cezayı vermiştim. Ama bir savcı, bir terör savcısı, 24 yaşında genç bir terör savcısı ona yumruk atan, yumruğu geçtim, zarar vermek amacıyla bir askerin ona yaptığı en ufak bir temasa bile asla tolerans göstermezdi. Özür dilemeyi geç, saygı, anlayış göstermeyi geç kolunda kelepçeyle kendini hakim karşısında bulurdu. O gün emin olmuştum Hazan'dan. Ama yine de bazı tartışmalarda öfkesine yenilip ne kadar ileriye gider diye test etmek amacıyla haddinden fazla üstüne gittiğim olmuştu. Ama en fazla sesi yükseliyordu benim yavrumun. Rütbesiyle beni ezmiyor değildi, aklına gelmiyordu. Onun öyle bir anlayışı yoktu. Düşüncesi yoktu. Beni geç, kimseye yapamazdı bunu. Annesinin borcunu öğrendiği gün, onu apartmana bırakıp Sado'nun yanına gidecekken dayanamayıp onu öpmek için beşinci kata çıkmıştım. Necla hanımın kızının Hazan'a söylediklerini duymuştum. Sen Fırat'a yetemezsin, gibi saçma sapan şeyler zırvalıyordu. Hazan ağzını açıp tek kelime etmemişti O an kendini böyle ezdirmesine sinirlenmiştim. Bir savcı olarak, bir de böyle bir örgütün üyesi olarak o kadına her türlü ağzının payını verirdi. Ama susmuştu. O sustukça ben delirmiştim. Bir an beni kıskanmadığını bile düşünmüştüm lan. Dedim ya kimseye yapmazdı bunu. Nasıl bir kızı sevmiştim, bilmiyordum ki? Tüm kusurları bile gözüme kusursuz görünüyordu. İçimi çektim. Köpek gibi özlüyordum. İçim cayır cayır yanıyordu ona. Şimdi yanımda olsa öyle öper koklardım ki onu ,"ya Fırat dur," diye mızmızlanırdı. Çok seviyordum lan!! Çok aşıktım! Bu kadar sevdiğim, nefesim dediğim, kalbimi çıkarıp yerine onu koyduğum kıza telefonda öyle davrandığım için daha bir nefret ettim kendimden. "Bilmiyorum," demiştim. Neyi bilmiyordum amınakoyayım!! Hazan'dı işte. Hata yapsa, yanlış yapsa, beni sırtımdan vursa, yanıltsa beni ne olurdu ki lan?! Ne olacaktı ki?! Yapabilir miydim onsuz?! "Git" diyebilir miydim?! Diyemezdim! Onsuz yapamazdım! Hiçbir sikte olmazdı! Eser gürler durulurdum! Şimdi bile kendim yanıp kendim sönmüştüm. Hazan tek bir kelime etmeden her şey hallolmuştu. Yine de bir konuşurduk. Ona soracağım şeyler vardı. Ama sonuç belliydi lan işte. Sertleştiğimi hissettim. Böyle bir gün de böyle bir haldeyken bile. Of karım of! "Başka bir şey?" "Yok." "Peki. Dinlenmek istersen Umay sana bu katta bir oda gösterir. Hatta sana Hazan'ın odasını verelim. " "Olur." Hazan'ı arayıp konuşmak istiyordum. Yalnız kalmak iyi olurdu. Belki görüntülü aradım. ******* Yanımda Cihan...oturuyordu. Onun yanında da, Hazan'ın Şırnak'a gelirken havaalından sarıldığı, adının Bora olduğu bilgisine sahip olduğum biri ve yine o gün havaalanında Hazan'ın sarıldığı bir kadın vardı. Karşımızdaki koltukta başka bir herif daha oturuyordu. Cihan'ın ve diğerlerinin adama gösterdiği saygıya bakacak olursak adam şu üst dedikleri kişilerden biri olmalıydı. Sol bacağım titreyip dururken sorun Hazan'dı. Dün bütün gece arayıp durmama rağmen telefona bakmamıştı. Bahar'ı aradığımda ise Hazan'la babaannesi yüzünden tartıştıklarını öğrenmiştim. Yine de gece oturup birlikte film izlemişlerdi. Ama Hazan tek kelime bile etmemişti. Bahar'dan telefonu Hazan'a vermesini istemiştim ama Hazan telefonu almamıştı. Anlamıyordum. Ne olursa olsun ne kadar haklı olursam olayım amınakoyayım yine Hazan'ın peşinde koşan, suçlu olan taraf ben oluyordum. Bütün bir gece uyumamıştım. Başımdaki ağrı daha keskin bir hâl almıştı. Helikopterin pilotu iniş uyarısı yaparken emniyet kemerlerini taktık. Bir süre sonra askeriyenin helikopter pistine yaklaştığımızda Hazan'ı gördüm. Yanında Halit albay vardı. Çekik'te oradaydı. Ve arkalarında sivil kıyafetli koca bir kalabalık duruyordu. Kalabalığın içinde gördüğüm Harun'la kaşlarım çatıldı. Bunun ne işi vardı lan burada? Helikopter yerle buluştuğunda gözlerim Hazan'daydı. Üzerinde siyah, askeri üniformaya benzeyen bir kıyafet vardı ama sol kolundaki Türk bayrağının altında büyük, beyaz harflerle "VASÖ " yazıyordu. Üniforma o güzel bedenini öyle sıkı sarmıştı ki ortaya çıkan fiziği içimi titretti. Ellerini arkasında bağlamış, bacaklarını omuz genişliğinde açmıştı. O yuvarlak, dolgun kalçalarına kadar uzanan saçlarını düzleştirmişti. Doğal, dalgalı hali daha çok hoşuma gidiyordu, ama böyle de ayrı bir güzeldi lan. Yere inen helikopterin kapısı açıldı. Önce karşımızda oturan adam indi aşağı. Sonra da örgütün bana verdiği silah, bilgisayar ve telefonun da içinde bulunduğu küçük çantayı alıp ben indim. Peşimden de Cihan...ve diğerleri. Gözlerim yine Harun'u bulurken burada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hazan'ın hemen arkasındaydı. Ulan...ulan yoksa bu itte mi bu örgütün ajanıydı?! Bahar'ı burada bırakıp bırakıp seminere gitme bahanesiyle VASÖ 'yle buluşmaya mı gidiyordu?! Hazan...Hazan bunu da biliyordu. O gün Bahar elinde bilgisayarla ağlayarak Hazan'ın evine geldiğinde bilgisayarın "VASÖ " diye adlandırılmış bir dosyayı açmaya çalışırken o hâle geldiğini söylemişti. Hazan bilgisayarı düzeltirken ne olduğunu biliyordu. Sertçe soludum. Ulan yıllardır olan benim kardeşime oluyordu. Bahar , Harun'un bir VASÖ ajanı olduğunu bilse ne olurdu ki lan?! Bahar'ın neye, kime zararı olurdu?! Hay sikeyim böyle işi! Cihan...koluma dokundu. Ona döndüm. Başıyla bir hareket yapıp, "Hazan'ın yanına geç. Yerin belli olsun," dedi. Bir şey söylemeden Hazan'a doğru ilerledim. Gözlerim yüzündeydi. Gözlerinde geziniyordu fakat göz göze gelmedi benimle. Yanına geçip durdum. Saçlarını savuran rüzgar kokusunu ciğerlerime doldururken derin bir nefes aldım. Üst dedikleri adam bize doğru yaklaştı. Yaklaşık iki metre kala karşımızda durduğunda gözleri Hazan'ın gözlerine sabitiydi. Ve bu durum beni rahatsız ederken öfkemi bastırmak adına derin bir nefes alıp verdim. "Neden burada olduğumu biliyorsun, değil mi Asena?" Hazan arkasında bağlı olan ellerini çözüp adama doğru birkaç adım ilerledi. "Biliyorum. " İt herif Hazan'ın üzerine biraz daha gelip, "güzel , " dedi. " O zaman alacağın cezayı da kabul ediyorsundur?" Hazan bir şey söylemedi. Ne cezasından bahsediyordu bu piç?! "Yaptığın çok yanlıştı Asena. Özel hayatını işine, görevine karıştırmamalıydın. Üstlerinle bile paylaşmaya gerek görmediğin bilgileri sevgiline vermemeliydin. İşler bu raddeye gelene kadar yaptığın birçok hatayı görmezden geldik ama bu bardağı taşıran son damlaydı. " Benim yüzümdendi. Hazan'ın başını bu kadar büyük bir belaya sokacağımı bilseydim ki bir yere kadar ya da bir yerden sonra biliyordum sakin olmayı denerdim....Bahane miydi lan şimdi bu?! Hata yapmıştım. Ve Hazan yine bir kez olsun bana " ben savcıyım" diye başlayan bir cümle kurmamıştı. Bana onu ne kadar sikik bir halin içine düşürdüğüme dair tek kelime etmemişti. O an biraz daha nefret ettim kendimden. Allah benim belâmı versin! "Sorun yok. Ne yaptığımı biliyorum. Buna şimdiye kadar yaptıklarım da dahil. Vereceğiniz cezayı bekliyorum." Bu konuşan Hazan değildi. Sesinin tınısı daha sert daha keskindi. Fazla cesur, fazla gözü kara... "Özür dile. " "Ne?" "Özür dile Asena! " "Ceza bu mu?" Adam sertçe Hazan'a bakarken kısa süreliğine bir sessizlik oldu. "Hayır. " "Ne demek hayır?! Emre karşı mı geliyorsun?!" "Hayır, yani asıl ceza bu değilse evet." "Sorgulamaya hakkın var mı?!" "Bilmeye hakkım var." "Hata yaptın!" "Size göre. " "Asena!" "Tamam. Madem böyle anlaşacağız özür dilemeden önce birkaç bir şey söylemek istiyorum. En azından buna hakkım olmalı. " Nolduğunu anlamıyordum fakat yanıma gelen Cihan kolumu tutup, "dur, sakin ol. Eğer bir müdahelede bulunursan Hazan için her şey daha kötü olur, " demeseydi çoktan yere sermiştim bu herifi. Hazan'a sesini yükseltmesi sinirime dokunuyordu. "Söyle." " O gün gelen o belgeleri Fırat'a gösterdiğim için bir yere kadar hatalı olduğumu kabul ediyorum. Ama bu sabah elime ulaşan belgede yazılanlar benim hatam değil, sizin hatanızdı. Kim olduğumu biliyorsunuz. Böyle biri olmakla övünmüyorum ama Oğuz'u kurtarmak için her türlü şeyi yapabilecek biri olduğumu biliyordunuz. Sistem meselesi neyse ama bu şehre geldiğimden beri işimi kolaylaştırmak için hiçbir şey yapmadınız. Tamam, Hakan Çınar'ın odasına bazı evraklar yerleştirdim. Hüseyin' i kaçırdım, bunu da kabul ediyorum..." "Sadece kaçırmadın. Ellerini yakmışsın adamın! Emniyete gidip yalan ifade vermesi için zorlamışsın! Kim Chin, Anıl, Emir' de bu işin içinde. Eminim Cihan'ın da haberi vardır! Cihan?!" "Bir yere kadar biliyordum. " Gözlerim Hazan'dayken şaşkındım. Nasıl lan?! Hazan mı yapmıştı tüm bunları? "Birde Baran Bekirhan mevzusu var! Adamı kaçırıp delik deşik etmişsin! Tekmeleye tekmeleye hadım etmişsin adamı Asena!! Ve yine Kim Chin'de bu işin içinde! Cihan'ın her şeyden haberi var! Cihan?!" "Biliyordum. " "Hak etmişti! 12 yaşında küçücük bir kız çocuğunu taciz ediyordu! Öylece duramazdım! " "Hüseyin?! O adam ne yaptı da yaktın adamı?!" "Kızını babası yaşındaki adama satacaktı! Karısını dövüyordu!" "Bu ülkede hak hukuk var Asena! Biz toplumun düzenini sağlarız, bu yaptığın bizim amacımızın çok dışında! Fazla ileriye gittin! Üstler her ajanın attığı adımı bilir çünkü diğer ajanlar yaptıklarını üstlere bildirir. Onlar bildirmezse yanındaki diğer ajanlar bildirir. Hadi onlarda bildirmedi üstün üstü bildirir! Ama başta Kim Chin olmak üzere burada herkes senin yaptığın hataları kendileri yapmış gibi saklıyorlar!! Kendinle birlikte onlarıda yakmak mı niyetin?!" "Hayır. " "O zaman ne bu sorumsuzluk?!! Ne bu itaatsizlik?!! Kim olduğunu sanıyorsun?!! Biz buraya seni kuzenini koru, terörist kardeşinden gelen evrakları CD'leri sevgilinle paylaş, taciz edilen, şiddet gören, babası yaşındaki heriflere satılan kızların kadınların intikamını al, ona buna işkence et, yak yık, ona buna iftira at diye mi gönderdik?!!!! " Ulan ses tellerimi siktiğim...!! İleriye doğru bir adım attım. Cihan kolumu tuttu. "Dur, her şey daha kötü olur, dur. " Durdum. Ama neden durdum, bilmiyordum. Adam haklıydı. Çok şaşkındım. Sevdiğim kızı tanıyamıyordum. Bu yaptıkları çok...çok tehlikeli , çok fazlaydı. Hep gözümün önündeyken tüm bunları nasıl yapmıştı lan?! Nasıl cesaret edebilmişti?! Ulan küçücük kızdı. Bebek gibiydi. Çok hassas, çok kırılgandı. Tamam, belki şu Asena, Hazan'ın içindeki başka biriydi ama bu kadarını tahmin edememiştim. Adaleti yanıltmak, adam...şerefsiz kaçırmak, işkence, darp, yaralama...tüm bunları çarp savcı oluşuyla müebbet yerdi. Kime güvenmişti bunları yaparken? Bu örgüte diyecektim ama adamların hiçbir şeyden haberi yoktu. "Hayır. " "Hayır, hayır, hayır ne Asena?!!! Bak şu arkandaki adamlara!! Bunlar sadece bu ilçede, senin emrinde olan ajanlar!! Binlerce daha diğer ilçelerde var!! Senin bu insanlara liderlik etmen gerekiyor!! Hileyle hurdayla kuzenini kurtarmaya çalışman değil!!! Eğer tüm bu yaptıkların devletin kulağına giderse VASÖ seni kurtarmaz!! Duydun mu?!! Biz devletin koyduğu kuralları çiğnemeyiz!! Bu aldığın, alacağın son ikaz! Cezanda şu; savcılık görevinden bir ay boyunca çekiliyorsun. Sınırdaki köy okullarına yardım götürecek, gerektiğinde ilçedeki VASÖ'nün eğittiği özel terör polisleriyle operasyonlara katılacaksın. Oğuz davası da , Mine Kırca davası da bundan sonra VASÖ 'de. Askeriye Tarık Güngör'de. Ayşe hanım ve kızı Zeynep'i de biz koruyacağız. Anlaşılmayan bir şey?" Ne diyordu lan bu it?! Sınırdaki köy okullarının ne kadar tehlikeli bir konumda olduğundan haberi var mıydı? Üstelik sınırda bu kadar yüksek bir ateş hattı varken, okulların birkaç kilometre ötesinde bombalar patlıyorken, yollar hiç tekin değilken Hazan'ı göz göre göre...ölüme göndermek gibi bir şeydi bu! Bir savcıyı, bir polis timinin yanında operasyona göndermekte ayrı bir saçmalıktı. Nasıl bir örgüttü lan bunlar böyle kafalarına göre Hazan'ı bir aylığına görevden alıp saçma sapan işlerin içine sokabiliyorlardı?! Tamam, Hazan'ın yaptıkları yenilir yutulur şeyler değildi, ki tüm bu olanların, yaptıklarının, ben böyle onun üzerine titrerken geceleri koynumda masum masum uyuyup gündüzleri küçük bir şehir eşkiyasına dönmenin hesabını bana da veecekti ama bu cezalar çok tehlikeliydi. " Var!" Adamın Hazan'daki gözleri beni buldu. Bana doğru gelip karşımda dururken, "sana sormadım," dedi. Kolumu tutan Cihan'dan kurtulup adamın üzerine doğru yürüdüm. " Daha deminden beri o sikik ağzını açıp bağırıp çağırdın kadın benim karım! Yani aslında uzun zamandır söylediğin her şeyi bana söylüyorsun. O "terorist kardeşinin yolladığı evrakları CD'leri paylaştığı " sevgilisi benim. " Piç herif öylece gözlerime bakarken devam ettim. "Verdiğiniz cezaya itirazım var. Burası Şırnak. Senin sınır dediğin yer cehennem hattı. Oradaki okullara doğru düzgün öğretmen bile gelmiyor çoğu zaman. Öğrenciler bu mevsimde kardan tipiden okulun yolunu bile bulamıyorlar. Şu dağın arkası it yuvası. Sınırdaki köylere inen minibüslerdeki insanlar kurşunla taranıyor lan burada! Diğer ajanlarınla ne yaparsan yap, benim karım ne köy okuluna ne de o VASÖ'nün özel terör polisleriyle hiç bir yere gitmiyor. Anlaşılmayan bir şey?" İt herif bir iki adım gerileyip beni süzdü. Başını aşağı yukarı sallarken,"Karın hata yaptı yüzbaşı. Eğer bir askerin emirlerine bir değil birçok kez karşı gelmiş olsaydı ne yapardın? Yapılan yanlışı cezalandırman gerekmez miydi?" "Gerekirdi. Ama askerime "git bir ay boyunca askerlik değil çaycılık yap" gibi birşey söyleyemezdim. Askeriyede işler sizin saçma sapan örgütünüzün sikik kuralları gibi şeylerle ilerlemez. Burada her şey nizamidir. " Ellerini cebine koydu. "Peki, ne yapmamızı önerirsin?" "Bir şekilde ucu ölüme dokunmayan bir ceza." Güldü sikik sikik. "Bizim "saçma sapan sikik kuralları " olan örgütümüzde de işler nizamidir. Biz ajanlarımızı her türlü duruma hazır ve nazır bir şekilde eğitiriz. Asena, şu an tek bir emrimle bugün senin timinde bir asker olarak bile göreve başlayabilecek kapasitede yetiştirildi. Buradaki diğer ajanlarda öyle. Eğer karını bir köy okuluna yollarsam ve hasbel kader okulu teröristler basarsa emin ol korkması gereken taraf karın olmayacaktır. Sınırların, köy okullarının ve yolların ne durumda olduğunu biliyorum. En az senin kadar iyi biliyorum. Bende bir zamanlar o okullardan birinde öğrenciydim. Senin için karının canı daha önemli olabilir ama benim için oradaki çocukların umudu daha önemli. Yine de cesur adamsın, sevdim seni. Bu sefer değil belki ama bir gün yine karına ya da bir başka ajana ceza vermek zorunda kalırsam "bir şekilde ucu ölüme dokunmayan " bir ceza bulacağıma söz veriyorum." Öfkeliydim. Kendimi ağzını burnunu dağıtmamak için zor tuttum. Benim umudum da Hazan'dı. Köy okullarındaki çocuklarda önemliydi ama...ne bileyim lan?! Sanırım ne zaman bir ikilemde kalsam hep Hazan'ı seçerdim, diğer seçenek ne olursa olsun. "Ama yine de senin için bir Asena'ya soracağım. Köy okullarına ve operasyonlara gitmek istiyor musun Asena?" Hazan'a baktım. Gözleri yine beni bulmadı. Bir süre düşündü. " İstiyorum. " "Hazan!" Sinirli ve sert sesim yarım yamalak bana bakmasını sağlasa da bu anlık bir şeydi. Bana inat olsun diye kabul etmediyse bende bir sik bilmiyordum amınakoyayım! Adam yeniden Hazan'ın karşısına geçti. "Kim Chin' de seninle aynı cezayı alacak. " "Onun bir suçu yoktu. Benim emirlerimi yerine getiriyordu sadece. Zaten görevi bu değil mi?" "Hayır. Görevi önce VASÖ'ye itaat etmek. Anıl ve Emir ceza almayacak çünkü bir yerden sonra bize olanları haber verme gereği duydular. Hüseyin'i elinizden kaçırmışsınız. " Hazan, omzunun üzerinden arkasındaki kalabalığa döndü. Birilerine baktı. Gözlerini takip ettiğimde baktığı yerde, dün albayın bana verdiği dosyada resimleri olan, iki adamı gördüm. Bizim time katılacak olan askerlerdi bunlar. Hazan önüne döndü. "Yağız'da yüzbaşıyla olan ilişkini haber verdi. En azından hâlâ birileri mantıklı davranabiliyor. " O piç de mi bu örgütün ajanıydı? Kalabalıkta gözlerim onu aradı. Bulduğunda göz göze geldik. Bu iti ben daha önce bir yerlerde görmüştüm. Hazan'la birlikte askeriyeye geldiği ilk gün tam olarak çıkaramamıştım. Sonra Hazan'la aramız bozukken benzinlikte ona, onu nereden tanıyor olabileceğimi sormuştum. Amınakoduğumun piçi bana,"aynı kadını seven iki adam illaki geçmişte bir yerlerde karşılaşmıştır, " demişti. O gün orada gebertecektim o iti! Ama Hazan var diye durmuştum. Aramız o kadar kötüyken benden daha fazla uzaklaşsın istememiştim. Sonra bir yerde buluşup bu konuyu konuşacaktık ama buluşmayı planladığımız yere gelmemişti. Korkak biri olduğunu sanmıyordum. Fakat sonrasında onu birçok kez aramama rağmen karşıma çıkmamıştı. Ta ki binbaşının kapısına dayandığım güne kadar. Anlamıyordum. Hafızası kötü bir adam değildim. Bu piçi bir yerde gördüğümü sanmıyordum, bundan emindim. Kaldı ki o da bunu inkar etmemişti. Ulan niye nerede gördüğümü hatırlamıyordum?! Hay beynimi sikeyim! Yağız iti başıyla selam verip önüne döndü. Üst dedikleri adam kısa bir nutuk çekti. Eğer örgütten habersiz bir şey yapmaya kalkarlarsa alacakları cezalardan, vatan ,millet aşkından bahsetti. Hazan'ın hâlâ bu şehirdeki ajanların başında olduğunu ama bir daha böyle bir durum olursa rütbesinin düşeceğini söyledi. Hazan'ın pek umurundaymış gibi durmuyordu. Ellerini yine arkasında bağlamış, başı önüne eğik bir hâlde ayağıyla yerde bulduğu küçük bir taşla oynuyordu. Mutsuz gibiydi. Üzgün. Bu halinin sebebi bendim. Ya da bu olanlar. Onu üzüp kırmak istediğim son şey bile değilken neden hep bu hâle geliyorduk? İçimi çektim. Çok güzeldi. Alıp içime sokmak istiyordum onu. Esen rüzgarda savrulup aklımı başımdan alan saçlarına dokunmak, burnuma dolup başımı döndüren kokusunu o güzel boynundan solumak istiyordum. Tenini öpmek, ondan tüm bu olanların ve duyduklarımın hesabını öpe koklaya sormak istiyordum. Başım matkapla delinircesine ağrırken beni aklımla oynayan göğüslerine yatırıp saçlarımı sevsin istiyordum. O dokunursa geçerdi, bunca zaman geçmeyen ne varsa hepsi geçerdi. Bu ceza meselesine de artık kendimce bir çözüm bulacaktım. Bir operasyon çıkana kadar nereye giderse onunla birlikte giderdim. Peşine koruma takardım. Sınırdaki köylerde görev yapan komandolarla konuşurdum. Ne bileyim lan işte yapardık bir şeyler. Bu adamın ve Cihan'ın Hazan'a duyduğu sonsuz güveni de anlamıyordum. Tamam, sandığımdan daha güçlü bir yavrum vardı benim, yaptığı şu şeylere bakacak olursak kolay lokma da değildi. Ama yine de içimdeki onu koruyup kollama dürtüsüne engel olamıyordum. Ne zaman onu korumak isterken aşırıya gittiğimi fark etsem ve biraz sakin olmayı denesem vurulduğu o gün geliyordu aklıma. Elini bıraktığım an kafamın içinde dönüp duruyordu. Sonrasında da onu sevmekten çok korumak üzerine bir eğilim göstermiştim. Elimden gelse eve kapatacaktım sanki. Bunu anladığım an kendimi sorgulamıştım. Sorgulanacak daha çok şey vardı dünden beri içimde. Adamın konuşması bitti. Halit albayla kısaca tokalaşıp konuştuktan sonra helikoptere doğru ilerlerken adının Bora olduğunu öğrendiğim adam ve yanındaki kadın buraya doğru geldi. Kadının elinde orta boylarda bir çanta vardı. Cihan'da Hazan'ın yanına giderken bende yaklaştım karıma. Bana bu kadar uzak duruşu canımı sıkıyordu. Cihan bana döndü. "İzninle kardeşime sarılacağım." Yüzüne ters ters baktım. Kötü bir adam değildi. Hazan'a karşı hissetmemesi gereken şeyler hissetmediğini de anlayabiliyordum. Yine de içimde bir yerlerde kendini hissettiren kıskançlığı tamamen yok edemesemde yok sayabilirdim. İçimde bir yerlerde asla dile getiremeyecek olsamda bunca zaman benim gücümün yetmediği, elimin uzanmadığı yerlerde Hazan'ı koruduğu için ona...minnet duyduğumu biliyordum. Hazan'a sarıldı. Tuhaf bir şekilde Cihan'dan Oğuz'dan rahatsız olduğum kadar rahatsız olmadığımı fark ettim. Oysa Oğuz'a duyduğum kıskançlık Hazan'la benden fazla şey paylaştığı, benim yanında olamadığım zamanlarda Hazan'ın yanında oluşuyla ilgiliydi. Belli ki Cihan Hazan'la Oğuz'dan da fazla vakit geçirmişti. Ama yine de Oğuz'a duyduğum öfke başkaydı. O gün Necla hanımın kızıyla Hazan'ın arasında geçen konuşmadan sonra Hazan evden çıkıp gittiğinde Oğuz'da peşinden gitmişti. Hazan'la apartmanın önünde konuşmalarını duymuştum. Oğuz Hazan'a gece...birlikte kalmayı, sarılıp...uyumayı teklif etmişti. O an delirecek gibi olmuştum. Eğer Hazan kabul etseydi ateşe verirdim o gece apartmanı. O günden beri de bir türlü ısınamamıştım Oğuz'a. "Acaba Hazan...bu Cihan itiyle de...birlikte...uyumuş muydu? Gece Hazan'ın odası olduğunu söylediği bir odada kalmıştım. O odada..." Gözümün önü öfkeden kararırken Hazan'ı kolundan tutup ayırdım Cihan'dan. "Yeter bu kadar." Belini tutup kendime çektim karımı. Aşırı bir tepki vermemek için sakin olmaya çalıştım. Kafamda kuruyordum. Yoktu, olamazdı öyle bir şey. Cihan...kaşları çatılırken birkaç saniye gözlerimin içine içine baktı. Rahatsız oluyordum bu herifin bakışlarından. Nefes alsam neden aldığımı biliyordu sanki. Bir şey söylemeden Hazan'a döndü. "Dediğim gibi Hazan; bunu bir ceza olarak görme. İşinden uzaklaşmak sana iyi gelecek, güven bana. " Hazan kendini benden geri çekip Cihan'a sarıldı. Cihan bana bakarken kollarını Hazan'a sardığında bir elimle yüzümü sıvazlayıp başımı başka tarafa çevirdim. Bir kez olsun gelip bana kendi isteğiyle sarılmamıştı. Hep ilk yaklaşan ben oluyordum. İçim yanıyordu lan! Niye böyle hissediyordum? "Özür dilerim abi. " "Sorun yok abim. Sen iyi ol yeter. Oğuz işi bende, merak etme. " Cihan, rahatsız olduğumun farkındaymış gibi kendini geri çekti. Ayrıldılar. "VASÖ'ye ait silahını ver. " Hazan bacağındaki aparata takılı silahı siyah kumaş eldivenlerinin sardığı küçük eliyle çıkarıp Cihan'a verdi. Seviyordu böyle eldivenleri. Yakışıyordu da. Artist. "Noldu, bir sorun mu var?" "Silâhı bir yerde düşürdün herhalde, içindeki GPS sistemi çalışmıyor." Hazan biraz düşünüp,"evet, düşürdüm, " dedi. Cihan, Hazan'a belinden çıkardığı yeni silahı uzattı. Hazan silahı alıp bacağındaki aparata takarken öylece onu izliyordum. Ben yokmuşum gibi davranırken bile gözüme bu kadar tatlı görünmesi adil değildi. Sonra o Bora denilen herif geçti Hazan'ın karşısına. Cebinden bir şey çıkarıp Hazan'a uzattı. Bir ipe bağlı astım ilacıydı galiba. "Bora bu ne?" Neden başka bir adamın adı o güzel sesinden, benim öpüp kokladığım dudaklarından dökülünce bu kadar sinirleniyordum? Nevrim dönüyordu. Sabrımın sınırındaydım. "Astım ilacı. Ama öyle bildiklerin gibi değil. " İpi Hazan'ın boynundan geçirip ilacı boynuna astı. "Şimdi tüpü ağzına koy. " Hazan dediğini yaptığında gözleri büyüdü. İlacı dudaklarından çekip gülerken, "kendi kendine sıkıyor ve vişne gibi kokuyor. Tadı da çok güzel, " dedi. "Bunu deneme amaçlı yaptım. Kendi kendine sıkma kısmı tamam. Bir de boynuna takman için ve bir tuşla ağız seviyene gelmesini sağlayacak bir sistem daha yapacağım. Böylece spor yaparken, dövüşürken ya da bir silahlı çatışmadayken tek bir tuşla astım ilacını kullanabileceksin. " Hazan teşekkür edip...adama sarıldı. Başka zaman olsa tahammül edemezdim ama içimdeki öfke beni bulunduğum yere çivilemişti sanki. Herifin Hazan'a karşı ters bir bakışı yoktu. Olamazdı da zaten. Aksi bana kafayı yedirtirdi. Sonra Hazan kadınla konuşmaya başladı ama ne konuştuklarını dinlemedim. Kulakların uğulduyordu. Kadın elindeki çantayı Hazan'a verdi. Sarıldılar. Hazan çantayla birlikte kalabalığın arasından geçip giderken Çekik, Yağız piçi ve diğer herkes peşinden gidiyordu. Beni bu kadar görmezden gelmesi ağrıma gitti. Kızgındı, eyvallah ama kocasıydım ben onun. Birden bir yabancıymışım gibi davranamazdı. Koluma dokunan elle Albaya döndüm. "Vaktin varsa bir çay içelim evlat." Kalabalığa baktım. Helikopter havalanırken Hazan'ı göremedim. Göğsümde garip bir ağırlık vardı. Sanki...bu hissi ablamın öldüğü gün annem beni görmezden geldiğinde hissetmiştim ilk defa. Kı - kırılmak gibi bir şeydi sanırım adı. Belki paramparça olmakta deniyordur. Bugün bir gariptim. Dünden kalma bir şeydi. Cihan'ın dün söyledikleri kafamı allak bullak etmişti. Toparlayamıyordum. Hazan'a ihtiyacım vardı ama o...Neyse lan iyiydi işte. Dün midesi yıkanmıştı ama iyiydi. Ben hasretinden her şeye rağmen yanmıştım ama o belli ki beni özlememişti. Haklıydı o da. Haklıydı. Albaya döndüm. "Olur komutanım. Bir lojmana gidip üzerimi değiştireyim, odanıza gelirim. " Kendi sesim bile bir uzaktı. Fazla düşünmeden kurmuştum bu cümleleri. Belliki bu sefer Hazan'ın peşinden gidip evde onunla tartışacak, zorla sarılıp kucağıma alacak, onunla savaşacak gücüm yoktu. Çok özlemiştim ama ayaklarım lojmanın yolunu tuttu. Bugün de böyle olsun lan! 💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦 |
0% |