@yikim2024
|
******** Misafir odasındaki yatakta uzanıyordum. Eve geleli belki bir saat olmuştu. Hazan'ın yanına uğramadan bir ağrı kesici içmiş, misafir odasındaki banyoda kısa bir duş almış ve biraz uyumak için gözlerimi kapatmıştım. Yorgundum. Hazan'la, geçmişte annemle olduğu gibi, bir köşe kapmacanın içindeydik sanki. Benim derdim köşeler değil, oydu, ama o köşeleri bana tercih ediyorsa kendimi geri çekmek dışında ne yapabilirdim ki? Sevsem olmuyordu, bağırıp çağırsam olmuyordu, koruyup kollasam yaranamıyordum, öylece durmayı da ben beceremiyordum. Ne yapacaktım lan ben bu kızla? İçimdeki bu sevgiyle nasıl başa çıkacaktım? Hemen yan odamdaydı. Geldiğimden beri evin içinde en ufak bir ses bile duymamıştım ama evde olduğunu biliyordum. Odada olduğunu, geldiğimi bildiğini ve buna rağmen beni yok saymaya devam ettiğini biliyordum. Ve bundan müthiş bir acı duyuyordum. Sanki dün yıllardır içimde en derinlere gömdüğüm, bir daha hiçbir şey, hiç kimse bana böyle hissettiremez, diyerek kendimi güçlü bir adam olmaya zorlarken görmezden geldiğim tüm duygular gömüldüğü yerden birkaç yabancı tarafından çıkarılmıştı. Ve Hazan, sevdiğim kadın, karım...ona ne kadar ihtiyacım olduğunu bildiği hâlde, onu ne kadar sevdiğimi bildiği hâlde, ne yaparsam yapayım önceliğimin her zaman o olduğunu bildiği hâlde ya da bilmesi gerekirken beni tüm bunlarla baş başa bırakıyordu. Annem gibi belki...Ama nasıl hissettiğimi, geçmişimi bilmiyordu ki. Dün orada ben ne yaşadım bilmiyordu ki. Onu suçlayabilir miydim? En azından bir kez olsun yüzüme bakabilirdi. Baksa görürdü. Bakmasa bile onu ne kadar çok sevdiğimi biliyordu. Her hoşuna gitmeyen bir şey yaptığımda aramıza böyle mesafeler koyup sikip atacak mıydı beni? Hep giden, barışmak için çabalayan taraf ben mi olacaktım? Of Hazan of! Nasıl zorluyordu beni yanına gitmemek için direnmek? Ondan uzak durmak, kokusunu solumamak, sesini duymamak ne kadar zordu lan? Neyi bekliyordum ki amınakoyayım? Gelmeyecekti. Yine ben gidecektim. Özür dileyecektim. Yapma, etme, diyecektim. Yan odanın kapısının açıldığını duydum o an. Sonra ayak seslerini. Merdivenleri indi. Gözlerimi açıp yutkundum. Buraya gelmemişti. Dedim ya ne bekliyordum ki? Gözlerimi kapattım tekrar. Uyumayı denedim. Zaman geçsin diye değil, ilk defa Hazan'la tartışmaktan kaçıyordum. Çünkü konuşulacak o kadar çok şey vardı ki eğer tartışacaksak bu oldukça uzun bir tartışma olacaktı. Ve sinirlerim, uykusuzluk ve başımdaki ağrı yüzünden bu kadar gerginken Hazan'la konuşmaya çalışırsam onu haddinden fazla kırıp üzebilirdim. Her şey daha içinden çıkılmaz bir hâl alırdı. Geri dönüşü olmazdı bazı şeylerin. ******** Hazan'dı. Yatağa, yanıma oturmuş elindeki pamukla yüzümdeki yaraları temizliyordu. Uyandığımı görünce gözlerini gözlerimden kaçırıp ilk yardım çantasını toplayarak yataktan kalkmak için hareketlendi. Niye yaptım bilmiyordum ama kolunu tutup üzerime çektim onu. Belki de hiç gelmemesindense bu kadar gelişi bile benim için yeterliydi. Bir adım atmıştı, şimdi koşma sırası bendeydi. Üstüme düştü. Dudak dudağaydık. Gözleri gözlerimdeydi. Önüne dökülen saçları yüzüme değerken kokusunu çektim içime. Beline sarıldım sımsıkı. Başı boynumu buldu. Yüzümü saçlarının arasına gömdüm. Saçlarında aldığım nefes içimi titretti. Gözlerim kapandı. Öyle çok seviyordum ki, belki ben bile ne kadar çok sevdiğimi bilmiyordum. Gözlerimin içi cayır cayır yanmaya başladı. Bir şeyler...ne bileyim lan...bir şey oldu. Yüzümde hissettiğim ıslaklıkla ağladığımı anladım. Hazan'ın yanında daha önce de ağlamıştım ama birkaç damladan fazlası değildi. Bu başkaydı. İçimde patlamaya hazır bir şey vardı. Eğer bu patlamaya müsade edersem toparlayamazdım. Hazan'ın benim göğsümde ağladığı gibi ağlamak istiyordum. Başımı Hazan'ın saçlarından kaldırıp yüzümdeki yaşları sildim. Burnumu çekip yeniden sımsıkı sarıldım Hazan'a. Başını boynumdan kaldırmak istedi. Müsade etmedim. Gitsin istemiyordum. Küçük ellerini göğsüme koydu. İtecekti beni kendinden. "Yapma, " dedim. "Nolur çırpınma. Dur böyle biraz. Sonra istemezsen bırakırım seni yine gidersin. Nolur Hazan." Cümlenin sonunda...hıçkırdım. Bunun... olmaması gerekiyordu. "Fırat?" Benim gibi o da şaşkındı. Ne diyeceğimi bilemedim. Başımı iyice saçlarına gömdüm. Beline sarılı kollarımı sıkılaştırdım. Çok özlemiştim, belki ondandı. Ya da dünden beri bir şeylere direnmekten yorulmuştum. Hep yok sayılan, görmezden gelinen olmak sandığımdan fazla ağrıma gitmişti belki. Yüzleştiğimi zannettiğim şeyler belki de göz ardı ettiğim şeylerdi. Hazan gibi bende bir şeylerle nasıl baş edileceğini hâlâ bilmiyordum. Büyümek, yaş almak, 31 yaşında bir adam olmak hiçbir sike yaramıyordu. En ihtiyacım olmadığını sandığım şeye ihtiyacım vardı...ben...sevilmek istiyordum. Sadece ben seversem olur sanmıştım. Hazan öylece yanımda dursa yeterdi. Yetmiyordu ama. Tek bir güzel sözüne bile muhtaçtım. Ona arada "sevsene beni " diyordum. Sarıl bana, diyordum. Sevgilim desene, diyordum. Anneme diyememiştim. Bahar'ı severken " beni de sevsene" diyememiştim. Anne bak karnemi aldım, liseden mezun oldum, üniversite kazandım, bak bu bu benim subay üniformam, ben artık bir Türk subayıyım, diyememiştim. Oğlum de anne bana, diyememiştim. Bir önemi yoktu da. Belki de vardı. Sadece yokmuş gibi davranmıştım. Olmamalıydı ya da. Hazan'ı Cihan'ın dediği gibi annemin, onun bunun yerine koymuyordum. Ama Hazan'da beni annem gibi sevmese de olur diyordum. En azından benim onu sevdiğim kadar çok sevmese kabulümdü. Şırnak'a görev için geldikten sonra annemle Bahar'ı buraya yanıma almıştım. Onlara bir ev tutmuş, ihtiyaçlarını karşılamıştım. Karşılığında hiçbir şey beklememiştim. Kendim lojmanda kalmıştım. Arada bir uğramak dışında o evle bir ilişikim yoktu. Ama bir gün karnımdan iki kurşun yedim. İlk vuruluşum değildi ama annemin bildiği ilkti. Bir oda hazırlayıp eve getirmişlerdi beni. Annem etrafımda dönüp duruyordu. Oğlum, diyordu. İyi misin annem, aç mısın, ağrın sızın var mı oğlum, yastığı sırtına koyayım mı, böyle iyi mi....değildi. O saatten sonra ne önemi vardı ki lan? Koca adamdım. Beni görmesi için, bir evlâdı daha olduğunu hatırlaması için illa ölmem mi gerekiyordu amınakoyayım?! Keşke geberseydim! Daha çok acı çekseydi, pişman olsaydı. Ve bitseydi her şey. Bazen yarım kalan bazı şeyler tamlanmamalı, unuttuğunu yeniden hatırlamamalı insan. Kendi vicdan yükünü başka birinin üzerine yüklememeli. Bir hata yaptıysa o gün pişman olmalı, 16 yıl sonra değil. Seni için belki o kadar zaman geçmesi gerekiyor bir şeylerin farkına varmak için, ama ya karşındaki? Ya sen beklerken o başka bir hayat kuruyorsa senin yıkıp paramparça ettiklerinin üzerine? Ya sen beklerken onun için her şey değişiyorsa, değişmek zorunda kalıyorsa ve sen o değişimin olmasını zorunlu kılan kişiysen? Bir anne olsan dahi bu bencilliğe hakkın olabilir mi lan? İçimden sana dair her şeyi aldıysan ya da ben her şeyi söküp attıysam, bende sana dair hiçbir şey kalmadıysa kim suçlu? Ben mi yoksa o on yaşındaki çocuk mu? "Yeter! Yeter dokunma bana! Çık odadan! " "Oğlum? Oğlum niye böyle yapıyorsun? Senin iyliğin için uğraşıyorum?" Bende. Bende bunca zaman onun ve Bahar'ın iyiliği için uğraşmıştım. Ama bir kez olsun onların bunu görmesini istemedim. Neden böyle yapıyorsunuz, niye beni de sevmiyorsunuz, demedim. Çünkü birinin iyiliği için uğraşmak öyle bir şey değildi. Annem kendini affettirmek istiyordu. 16 yıl sonra. On yaşındaki oğlu yirmialtı olduktan sonra. Demek ki ben küçücük bir çocukken iyiliğimi düşünmemişti. İyi olup olmamamın o zamanlar bir önemi yoktu demek ki. Ben onca yıl hissettiklerimde yanılmamıştım. Onun iyiliğini düşündüğü tek kişi Bahar'dı. Hazan'ın göğsümdeki elleri boynumu buldu. Sarıldı bana. Kollarımdan kurtulmak için direnen bedeni gevşedi. Kendini bana bıraktı. "Fırat, " dedi yine. "Söyle, kurban olurum sana söyle. " "Ağlama. " Burnumla birlikte içimi de çektim. "Ağlamıyorum yavrum. " "Ağlıyorsun. Benim yüzümden mi?" Bu benim Hazan'ımdı. Asena değildi. Bunca zaman benim görüp tanıdığım, koynumda uyuttuğum, göğsümde avuttuğum kız gerçekti. Bir kandırmaca değil. En çok bundan korkmuştum. Kim olduğunu saklamak için başka biri gibi davranıp davranmadığını düşünmüştüm içten içe. Artık bir şeyleri saklamak zorunda değildi ve bir şeylerin, bize dair bir şeylerin değişmesinden ölesiye korkuyordum. Hayır, diyemedim. Evet de diyemezdim. Yattığım yerde yan dönüp bacaklarını bacaklarımın arasına alırken başımı boynuna gömdüm. Saçlarını sevdim. Yumuşacık, ipek gibiydi. Elimde bıraktığı his öyle güzeldi ki yutkundum. "Çok özledim, " dedim sadece. Yalan değildi. Özlemiştim. Onu böyle çok seven bir adam özlemden de ağlardı. Ama başka sebeplerde vardı ve Hazan'a şimdilik bunlardan bahsetmek istemiyordum. Kafam çok dağınıktı. Kelimeleri toparlayamazdım belki. Yanlış bir şey söylerdim, olmazdı. Fakat operasyona gitmeden önce Hazan'a geçmişimi anlatmaya karar verdim. Boynumdaki ellerinden biri saçlarımı buldu. Parmakları saç diplerimde gezinirken beynim uyuşuyordu. Gözlerimden sicim gibi akan yaşlar Hazan'ın boynuna düşüyordu. "Bende seni özledim, " dedi. Gerçekten mi? Ben özledim demesem beni özlediğini söylemeyecekti. Ben seviyorum demesem beni sevdiğini söylemeyecekti. Yaptığı tek şey ben söylediğimde bunu tekrarlamaktı. Nasıl inanayım be yavrum? Beni o kadar görmezden geldikten sonra nasıl diyeyim benim karım beni özlemiş? Sessiz kaldım. Hazan'a ne düşündüğümü, aklımdan geçenleri söyleyemezdim. Kendini benden geri çeker, ona sarılmama izin vermezdi. Bunu istemiyordum. Başımı boynundan kaldırıp yüzümdeki yaşları sildim. Sonra başımı tekrar boynuna gömdüm. Hazan derin bir nefes aldı. "Yüzündeki yaralar nasıl oldu?" "Önemli bir şey değil. " "Cihan abiyle mi kavga ettiniz?" "Öyle oldu. " "Benim yüzümden mi?" "Hayır. " "Neden o zaman?" "Bilmiyorum. " Kendini geri çekip yüz yüze gelmemizi sağladı. O ateş parçası gözleri yüzümde gezinirken bir süre öylece beni izledi. Gözlerinin değdiği her yer ateşe değmiş gibi cayır cayır yanıyordu. Yutkundum. Gözlerim dudaklarına düştü. Paramparça ediyordu beni. Kırıp döküyordu. Ağzıma sıçıyordu. Ama yine de gönül koyamıyordum ona. Daha ne kadar yaşayacağım lan sanki? Onsuzluk bunca yıl yiyip bitirmişken beni bundan sonra iyi gelir miydi? Bunca yıl Hazan yoktu, peki güzel olan ne vardı ki? Onunla geçirdiğim en kötü an bile onsuz geçireceğim en iyi ana bedeldi. Kaşlarım çatıldı. Gözlerimden birer damla yaş aynı anda süzülürken alnımı Hazan'ın alnına dayadım. Elleri yüzümü avuçlarının arasına aldı. Yaşları silerken, "Fırat, Fırat'ım ağlama," dedi. İçim ezildi. Yanağını öptüm. Sonra durdum öylece. "Çok seviyorum seni." Gözümün altını öperken " bende seni çok seviyorum, " dedi ya da yine tekrarladı beni. "Seviyor musun gerçekten," diye sordum bu sefer. Bir şey söylesin, içimdeki bu kırgınlığı alsın istiyordum. Tenimdeki dudakları geri çekildi. Hiçbir şey söylemedi bir süre. O sustukça içimi bir korku sardı. Sadece birkaç saniyeydi geçen ama benim için asırlarla yarışırdı. Niye susuyordu lan? Sevmiyor muydu yoksa? Benden ayrı kalınca mı fark etmişti? Yine bir ayrılık konuşması mı hazırlıyordu kendince? Sessizliği öldürüyordu beni. Kollarımdan çıkmak istedi. Bıraktım. Yatakta bağdaş kurup oturdu. Başı önüne eğilmişti. Saçları yüzüne dökülürken kucağındaki elleriyle oynuyordu. Bende uzandığım yerden kalkıp oturdum. Aslında üzerime çöken ağırlıkla nefes alamamış, doğrulma ihtiyacı hissetmiştim. Hazan derin bir nefes aldı. Yüzüme bakmadan konuşmaya başladı. "O gün...bana araba çarptığı gün hastaneden eve döndüğümüzde konuşmuştuk bunu," dedi. " Sana, sen benim içimsin Fırat, demiştim. Niye inanmıyorsun bana?" Gözleri cümlesinin sonunda gözlerimi buldu. Ağlıyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Kırılmıştı. Üzmüştüm onu. Kendi kırgınlığım geçsin diye onu kırmıştım. "Hazan..." "Biliyorum niye böyle düşündüğünü. Telefonlarına bakmadım, seni sabah görmezden geldim diye böyle yapıyorsun. Kızgındım sadece. Benim sana kızmaya hakkım yok mu?" "Saçmalama. Var tabii." "O zaman niye sırf sana kızgınım diye seni sevmiyor oluyorum? Sende bana kızıyorsun Fırat. Hemde neredeyse her gün. Bağırıyorsun, çağırıyorsun ama ben Fırat beni sevmiyor diye düşünmüyorum. Sen kızdığında esip gürlüyorsun, ben susuyorum. Olan bu." Çenesi titriyordu. Gözünden akan yaşlar canımı yakarken çıplak belini tutup kucağıma aldım onu. Sarıldım. Boynuna gömülüp yumuşacık tenini öptüm. " Sen susunca ben kafayı yiyorum ama. Sen yüzüme bakmayınca ben ölüyorum Hazan. Benden uzaklaşıyormuşsun gibi geliyor. Yapamıyorum. Biri kalbimi avucuna alıp sıkıyormuş gibi hissediyorum. Biliyorsun seni nasıl sevdiğimi. Sensizliğe katlanamadığımı biliyorsun. " Omzuma tutunan ellerini boynuma sardı. İyice sokuldu bana. "Kocamsın sen benim. Ben senden nereye kadar uzaklaşabilirim ki Fırat? Seni sevmesem seninle evlenmeyi kabul eder miydim? Seni özlemesem dün gece senin tişörtüne sarılıp uyur muydum? Ben seni sevmiyor değilim, sadece senden bana fırsat kalmıyor. " Başımı boynuna bıraktım. Gözlerim kapandı. Sımsıkı sardım küçük kızımı. İçim cayır cayır yanıyordu. Tenini öptüm peş peşe. "Senin o kocam diyen ağzını yerim lan ben!" Delirecektim. İçim içime sığmıyordu lan! Tek bir sözü, tek bir hareketiyle paramparça ettiğini yine tek bir sözü, tek bir hareketiyle yeniden birleştiriyordu. Tişörtüme sarılıp uyumuştu demek? Ulan...lan ne yapsaydım, nasıl sevip içime soksaydım şimdi ben bu kızı?! Oturduğum yerden hareketlenip Hazan'ı yatağa yatırdım. Çıplak bacakları belime sarılıyken üzerine eğilip boynunu öpücüklere boğdum. "Fırat dur." Ellerim iki yanındaydı. O gece olanlardan sonra Hazan istemedikçe dokunmayacaktım ona öyle. "Karrrrımmm!" Başını sağa sola çevirip dururken yüzünün neresine denk gelirse orasını öptüm. Minik elleri yüzümü itmeye çalışsada bana gücünün yetmeyeceğini o da biliyordu. "Fıraaaat." Çenesini öptüm. "Yavrrrrummm." Güldü. Offff! Dünden beri mahvolmuştum. Geçmişte olanlar, Hazan hakkında öğrendiklerim, kendime dair sorguladığım şeyler ve Hazan'ın yokluğu, telefonlarıma çıkmayışı da tüm bunlara eklenince kafayı yeme noktasına gelmiştim. Sabah beni görmezden gelişi, Cihan neyse de gözümün önünde o Bora denilen herife sarılıp gülüşü delirtmişti beni. Hâlâ o anı hatırlayınca nevrim dönüyordu ama şimdi Hazan'ın gece benim tişörtüme sarılıp uyuduğunu biliyordum. Şu an bana gülüyordu böyle tatlı tatlı. Onu bir tek ben böyle yarı çıplak görebilir, altıma alıp onu bir tek ben böyle öpebilirdim. Benimdi. Benim olmak istediği sürece benim karımdı. Kocasıydım lan ben onun! Dudaklarına kapandım. Ard arda öpücükler kondurdum o gül kurusu dudaklarına. "Gülüşüne ölürüm senin. " Yüzümü itmeyi bırakıp minik ellerinin arasına aldı. Dudaklarını çekip gözlerime baktı. Elleri yüzümdeki yaraları, saçlarımı sevdi. Yutkundum. Ruhumu okşuyordu sanki. Annemin sevmediği çocuğu seviyordu elleri. Bakışları içime işliyordu. "Sana öyle davrandım diye mi ağladın Fırat?" Belinden tutup yatakta sırt üstü uzanırken üzerime aldım onu. Elimde küçücük kalan başını tutup göğsüme koydum. Alnını öptüm kokusunu içime çeke çeke. Sırtını sıvazladım. " Çok özledim dedim ya yavrum. " Bir iki saniye bir şey söylemedi. Sonra sıkıntılı bir şekilde içini çekti. Boynumdaki kollarını sıkılaştırdı. "Noldu Fırat orada? " Saçlarını öptüm bu seferde. " Sensiz kaldım. " Orada olanların Hazan yanımda olsaydı, dün telefonlarıma baksaydı, sesini duymama, yüzünü görmeme izin verseydi bu kadar canımı yakmayacağını biliyordum. Ama Hazan öyle yaptıkça kafamın içindeki düşüncelerle iyiden iyiye dibe vurmuştum. Orada da geçmişte unuttuğum birçok kötü anı üzerime çullanmıştı. Cihan'ın söyledikleri kafamı allak bullak etmişti. Hazan açsaydı o siktiğimin telefonunu ona tutunur çıkardım o dipten. Açmamıştı. O yüzden kısaca dün olanları Hazan'a, sensiz kaldım, diyerek açıklayabilirdim. "Fırat doğruyu söyle. " "Doğruyu söylüyorum." Başını göğsümden kaldırıp yüzüme baktı. Kaşlarının ortası çatılmış, kızgın kızgın bakıyordu yüzüme. Yüzüne doğru yaklaşıp minik burnunu canını yakmadan ısırıp öptüm. Kendini geri çekip ellerini göğsüme koydu. "Hiç değişmeyecek, dimi Fırat," dedi. "Bana kendinle ilgili hiçbir şey anlatmayacaksın. Ne kendinle ilgili ne de babaannemi dün Bahar'a bu evden kovdurtacak kadar dedeme duyduğun öfkenin sebebini anlatmayacaksın. Öylece bekleyip sana saygı duymamın senin için hiçbir anlamı yok, dimi?" Bu sefer sıkıntıyla içini çeken ben oldum. "Anlatacağım Hazan, " dedim, yüzünü ellerimin arasına alıp saçlarını severken. "Söz veriyorum, tamam mı? Ben görüyorum senin bana duyduğun saygıyı. Şu olanları bir konuşalım, biraz zaman geçsin, hem kendimizi hem de evliliğimizi bir toparlayalım bir yere kadar her şeyi anlatacağım, tamam?" Gözleri yüzümde gezindi. "Babaannemi sana kızacağımı, beni üzeceğini bile bile neden evden kovdurduğunu şimdi anlatmanı istiyorum." Belini tutup yatakta doğruldum. Sırtımı yatak başlığına dayayıp Hazan'ı tek dizime oturttum. Küçük ayaklarını bacaklarımın arasına sokmasını sağlarken o güzel gözlerine baktım. Babaannesinin Hazan'a söyledikleri aklıma geldiğinden biraz sinirlenmiştim. "Hazan sen benim karımsın. Olmasan kaç yazar köpek gibi seviyorum seni ben. Babaannenle bir derdim yok. Hazan benim senin dedenle de bir derdim yok. Daha doğrusu var ama ben bunca yıl dokunmadım onlara. Sen varsın diye. Bundan sonra da dokunmam. Ama seni üzdükleri zaman kaldıramıyorum. Bir buçuk aydır birlikteyiz. Senden ayrı nefes bile almıyorum ben. Alamıyorum. Seni sevmekten, iyi olmanı istemekten başka bir derdim yok benim. İşte bu yüzden benim senin üzerinde dedenden ya da babaannenden daha fazla söz söylemeye hakkım var. Sen öyle olduğuna inanmasan da var. Kocan olmasam bile var. Kendi ağzınla söyledin, bu kadın annen seni düşürmeye çalışırken babanın o kadar çağırmasına rağmen kalkıp gelmemiş. " O ateş parçası gözleri doldu. Üzülüyordu, ama bir seçim yapması gerekiyordu. O aşiretten kimseyle görüşemezsin, diyemezdim. Bir şekilde karşı tarafı seçse aramızda değişen bir şey de olmazdı, ama şu an içimde dizginlemeye çalıştığım öyle bir öfke vardı ki dedesi olacak o ite karşı şimdi kapımda olsa gebertirdim. Ve bu öfke hiç geçmeyecekti. O yüzden Hazan beni isteyerek ya da istemeyerek bir şekilde o şerefsizle yüz yüze getirirse hiç iyi şeyler olmazdı. Ne düşündüğümü bilsin istiyordum. "Dedem göndermemişti. Babanneme kalsa o gelirdi, " dedi, gözlerini gözlerimden kaçırırken. Hâlâ o kadını savunuyordu. Fazla masumdu. Asena'da olsa, bugün o adamın saydığı şeylerin hepsini yapmışta olsa o hâlâ benim küçük kızımdı. Beline sarılı kolumla onu iyice kendime çekip alnını öptüm. Başını omzuma koydu. " Ya sonrası peki Hazan? Baban şehit olduktan sonrası? Babaannen suçlu, demiyorum. Ama sen o gün onlara söyleyeceğini söyledin, ama buna rağmen yine de nasılsın, diye soracaklarına, senden özür dileyeceklerine benden hamile mi kaldın, onun peşine düşüyorlar. Kalsan nolacak? Onlara ne? Bunca zaman umursamamışken seni, başına ne geldiğini, lan koskaca İstanbul gibi bir şehirde neler olabileceğini hiç umursamamışken bugün seni böyle it gibi seven, gözünden sakınan, öyle bir şey olsa seni bırakmayacak adamdan rahatsız olup senden hesap sormaya geliyorlar. " Duraksadım. Söyleyeceğim şeyleri düşünüp daha sıkı sararken kollarımda küçücük kalan bedenini devam ettim. " Dertleri sen misin sence? Öyle olsaydı bu kapıya hamile misin diye sormak için mi dayanırlardı? Kendilerini düşünüyorlar Hazan. Bizim aşirete kız verdiklerinin duyulmasını istemiyorlar. Senin benim yanımda olman dertleri. Seni benden almak istiyorlar. Ve ben buna tahammül edemiyorum. Senin yerin benim yanım. Senin namusunda bir tek beni ilgilendirir. Onları değil. Onlar sana hiçbir şeyin hesabını soramazlar. Sordurtmam. " Küçük burnunu çekti. Ağlıyordu. Daha sıkı sardım onu. Böyle konuşup onu üzdüğüm için kendimden nefret ediyordum ama ne düşündüğümü bilmesini istemiştim. "Babaannemi kapıda gördüğümde mutlu olmuştum. Mesele iyi olup olmadığımı sorması ya da benden özür dilemesi değildi. Gelmişti işte. Benim için, beni düşündüğü için gelmişti. Yani ben öyle sanıyordum. Daha önce de birçok kez bana...seninle birlikte olup olmadığımı sormuştu. Asker adammışsın, düşkün olurmuşsun böyle şeylere. " Sesindeki hüzün canımı sıkarken içimdeki öfke git gide harlanıyordu. Nasıl insanlardı lan bunlar böyle? Hazan'ı bu kadar üzüp kırma hakkını nereden buluyorlardı? Ulan insan azıcık utanır amınakoyayım! Bunca yıl bir başına bıraktık küçücük kızı , bizim ona hesap sormaya hakkımız var mı diye insan olan bir kendine sorar lan! Öfkemi içimde bastırıp yüzüne doğru eğildim. Dudaklarını koklayarak öptüm. "Ben bir tek sana düşkünüm. " Gülümsedi. Patlayan dudağımın kenarını öpüp, " biliyorum," dedi gülüşüne meftun olduğum. "Ama ona böyle diyemedim. Fırat bana ben istemediğim sürece asla dokunmaz, o beni çok seviyor babaanne, diyemedim. Desem de anlamayacaktı. O da dedemden ne gördüyse öyle sanıyor her şeyi. Dedem onu çok üzmüş evlilikleri boyunca. 16 yaşında evlenmiş biliyor musun?" Burnunun ucunu öptüm. Bana böyle güvenmesi, ona duyduğum sevgiden bu kadar emin oluşu hoşuma gitmişti. "Hı?" "Hıhı. Okumak istiyormuş aslında. Dedemi seviyormuş ama evlenmek istemiyormuş. En azından o yaşta. Ama dedemler ailesine haber verince ailesi zorla evlendirmiş babaannemi. Haliyle okuyamamış da." Duraksadı. Derin ve sıkıntılı bir iç geçirdi. Üzülüyordu babaannesine belliki. "Ne kadar acımasızca kadınların hayallerinin erkekler tarafından katledilmesi. Buna hakları yok oysa ki. Hiç kimsenin buna hakkı olmamalı. Benim babaannem kötü biri değil. Sadece dedemin boyunduruğu altında olduğu için öyle davranıyor. Ona karşı gelse gidecek hiçbir yeri yok çünkü. Dün buraya dedemin ağzıyla gelmişti Fırat. Gözlerinde gördüm. Yoksa babaannem bana vurmazdı...." Sustu birden. Ağzından kaçırmıştı. Sinirle soludum. "Vurdu mu sana?!" Başını omzumdan kaldırıp endişeyle yüzüme baktı. "Fırat..." "Ne Fırat Hazan?! Ne Fırat?! Hâlâ bana babaanneni savunuyorsun! Nasıl vurur lan sana?! " "İsteyerek yapmadı. Fırat..." " O aşiretten kimseyle görüşmeyeceksin, bitti!" Bunu söylemek istemiyordum. Hazan'ı böyle bir ikilemde bırakmak istemiyordum ama bu bardağı taşıran son damlaydı. Benim gözümden sakındığım, üstüne titrediğim, dokunmaya kıyamadığım kıza kimse dokunamazdı. Hele de o Türkoğlu aşiretinden biri asla. O kadın illaki biliyordur kocasının nasıl bir şerefsiz olduğunu. Bunu bile bile hâlâ Hazan'a böyle davranabiliyorsa bitmişti bu iş. Yüzündeki endişe yerini şaşkınlığa bıraktı. Kaşları çatıldı. "Ne?" "Duydun, bitti Hazan. Bundan sonra senin ailen benim. Sözümden dışarı çıkmıyorsun." Öylece gözlerime baktı. Bakışları boşluğa düştü bir an. Yutkundu. Benden böyle bir şey beklemiyordu. Gözlerini gözlerimden çekti. Ne düşündü, bilmiyordum ama yeniden gözleri gözlerimi bulurken, "Oğuz'la da mı görüşmeyeyim," diye sordu. Kabul edeceğini, en azından bir tartışma olmadan kabul edeceğini sanmıyordum. Sesi, güzelliği, masumluğu içime işledi. Öyle tatlıydı ki kendime çekip dudaklarını öptüm. Alnımı alnına dayadım. Nefesiyle nefeslendim. "Oğuz'la görüşürsün, ama başkası olmaz. Sana zarar verecek, seni üzecek kimse olmaz." Dudaklarını büzüp,"tamam," dedi. "Zaten babaannem dünden sonra bir daha gelmez buraya. Bende gidemem. " Üzülüyordu. Keşke dedesi doğru düzgün bir adam olsaydı da Hazan'a bugün böyle bir şart koşmak zorunda kalmasaydım. Yüzünü avuçlarımın içine alıp,"nereye vurdu," dedim. O öldüğüm gözleri gözlerimi buldu. Yüzünü ellerimden çekip başını göğsüme koydu. Kollarını belime sararken iyice sokuldu bana. O an anladım. Yan yanaysak her şeyi çözerdik. Hazan yan yanayken daha kolay, daha baş edilebilir bir kızdı. Onu dizimin dibinden ayırmamalıydım. Sımsıkı sardım yavrumu. Saçlarını öptüm. "Hazan söyle nerene vurdu?" "Yanağıma vurdu." "Hangisine?" "Sol." Sıkıntılı ve sert bir nefesi alıp verirken yüzüne dağılan saçlarını geriye çektim. Eğilip sol yanağını öptüm. Her yerini. Canını yakmaktan korka korka öptüm. Bir şey yoktu. Kızarmamıştı da. Bir şey olsa anlardım zaten. Beyaz teni en ufak bir şeyde kızarıp morarıyor, hemen kendini belli ediyordu. Biraz daha sokuldu bana. Göğsümü öptü. Kokumu içine çekti. "Fırat, " dedi, bir şey sormak ister gibi. Ensesini öperken, "söyle bebeğim," dedim. "Şu...VASÖ olayını konuşalım mı?" Bende konuşmak istiyordum. Ama bu olayda beni sinirlendiren yerler vardı. Hazan'la daha yeni barışıp böyle yakınlaşmışken yeniden tartışıp kavga etmek istemiyordum. Yine de ertelemenin bir anlamı yoktu. "Konuşalım. " Başını iyice göğsüme yerleştirip belime sardığı ellerini birbirine kavuşturmaya çalışırken, "böyle konuşsak olur mu? Kucağından inmek istemiyorum, "dedi. Bu hâli, bana böyle yakın olmak isteyişi hoşuma gidiyordu. Saçlarını öptüm. "Soru mu lan bu? Olur tabii. " "Tamam. O zaman sen sor ben cevaplayayım. Benim sorum yok zaten. Olsa bile sen cevap vermezsin." Yine bir taş yemiştik. Merak ettiği sorguda ne olduğuydu. Onu anlatamazdım. En azından şimdilik. "Tamam, öyle yapalım. Beni tutuklattıktan sonra bu VASÖ denilen örgüte beni kurtarmaları için sen mi haber verdin?" Hazan başını göğsümden kaldırıp gözlerime baktı. "Hayır. Zaten daha önceden, yani ben buraya gelmeden önce de seni örgüte almak gibi bir düşünceleri varmış. O gün de ellerinde seni buna zorlayacak bir kozları vardı. Fırsattan istifade ettiler. Bir yerde benim yüzümden oldu, ama engel olmak istedim. Cihan abi üstlerin beni dinlemeyeceğini söyledi. Sonra bende içeride bir yıl yatıp çıktığında da üniformandan olmandansa VASÖ'ye girmenin daha iyi olacağını düşündüm. Hem de senden ayrı kalmak istemedim." Niye bu kadar güzel konuşuyordu bu kız? Niye bu kadar tatlıydı lan? " Sonra da aynı günün akşamı, ayrılalım Fırat, diye ağzıma sıçtın. " Alt dudağını ısırıp gözlerini kaçırdı. Boynuma sarılırken, "kızgındım," dedi. "Kafam karışıktı. Ayrıca sende bana o günden bir önceki gün emniyetin önünde, ben beni senden ayrı düşürecek hiçbir şey yapmam, demiştin. Ama az kalsın senin yüzünden ayrı kalıyorduk. " Haklıydı. Yemiştik bir halt işte. O güne dair tek pişmanlığım Hazan'ı öyle bir durumda bırakmaktı. Şu hayatta korktuğum tek şeyi yapıp kendi ellerimle sonumu getiriyordum. Hazan'sız tek bir gün geçirince bile kafayı sıyırma noktasına geliyordum. Bir daha ölsem öyle bir şey yapmazdım. Almıştım boyumun ölçüsünü. "Kalmadık ama. Bak ben yine sana geldim. Hep de sana geleceğim." "Keşke bana gelmen için gitmen gerekmese." Operasyonlardan bahsediyordu. Askeriyedeki soruşturma kalkmıştı. Savcılıktan operasyon kararı gelmese bile askeri üstler tarafından sınır ötesindeki operasyona gönderilecektik. Bugün albayla da konuşmuştuk bunu. En fazla bir hafta sonra sınırdaki mehmetçiklere desteğe gidecektik. Hazan'dan ayrı kalmak, onu ardımda bir başına bırakıp gidecek olmak canımı sıkıyordu. Şimdiden özlüyordum ama görev başkaydı. "Yavrum yapma. " Saçlarımı öptü. Daha sıkı sarıldı boynuma. "Tamam. Sor hadi." İçimi çektim. "Beni seninle tehdit ettiklerinden haberin var mıydı?" "Hayır. Bilmiyordum Fırat. " Doğruyu söylüyordu. Gözlerine bakınca içini görüyordum. "Peki. Ne zaman girdin bu örgüte?" "4 yıl önce." Yani yirmi yaşındayken. Lan çok küçüktü. O yaşta Hazan gibi hassas, kırılgan bir kız niye kendini böyle bir tehlikenin içine atardı ki amınakoyayım?! Derdi neydi lan?! Kendiyle derdi neydi?! Sinirlenmeye başlamıştım. Kaşlarım çatıldı. "Neden Hazan? Zorun neydi? Derdin neydi lan? Kendini nasıl böyle bir tehlikenin içine atarsın? " Boynumdaki kollarını çözüp gözlerini odanın içinde gezdirdi. Bir şeyler düşünüyordu. Kafasında bir hesap dönüyordu. Sonra bana döndü tekrar. Alt dudağını dişlerken gergindi. Çenesini tutup alt dudağını dişlerinin arasından çekerken, "ısırma şu dudağını, " dedim. Yarasını kanatacaktı. Çenesindeki elimi ellerini arasına aldı. İki eliyle tutmasına rağmen elleri yine de elime göre fazlasıyla küçüktü. Avucumun içindeki elini tuttum. Diğer elinin uzun, ince parmaklarını elimin üzerinde gezdirirken parmağındaki yüzük içimi ateşe veriyordu. Yutkundu. "Ben...4 yıl önce...intihar etmeye kalkıştım," dedi. Ateş parçası gözleri yüzümü bulurken tepkimi ölçmek istiyordu. Belindeki kolumla onu kendime çekip başını öptüm. İçime sokmak ister gibi sardım onu. Bir süre aramızda süregelen sessizlikte ikimizde konuşmadık. Cihan bana bunu söylemişti. Bilmiyormuş gibi davranmak istemedim. "Bir şey söylemeyecek misin?" Sıkıntılı bir iç geçirdim. "Ne diyeyim Hazan?" " Şaşırmadın mı?" "Hayır, dün Cihan abin anlattı bunu bana. Ve ben o zamanda şaşırmadım, ama canım yandı Hazan. O kadar çok yandı ki afalladım. Nasıl yaptın lan bunu kendine? Niye yaptın Hazan? " Bana iyice sokulup tuttuğu elimi göğsüne koyarken boynumun altına kıvrıldı. " O zamanlar her şey çok kötüydü," dedi. "Yaşamak için hiçbir amacım kalmamıştı sanki. Ali terörist olmuştu, annem her gün bu yüzden beni suçluyordu. Kimseyle konuşamıyordum. Her gün git gide yalnızlaşıyordum. Ölürsem her şey son bulur diye düşündüm. Bulurdu da, ama olmadı işte. " Nasıl konuşuyordu lan böyle? O zaman ona bir şey olsaydı ben kendimi yaşatır mıydım? Bir gün kavuşurum belki, diye hayalini kurduğum kızın...ölüm haberini alsaydım nolurdum lan ben? Asıl ona bir şey olsaydı benim yaşamak için hiçbir sebebim kalmazdı. Dedesi olacak o ite, babaannesine ve annesine, kim varsa Hazan'ı yapayalnız bırakıp ölümü tek kurtuluş olarak görmesine neden olan hepsine karşı içimde yakıcı bir öfke vardı. Ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun Hazan'ı uzak tutacaktım o insanlardan. Kırıp dökmelerine, canını yakmalarına, onu ağlatıp üzmelerine müsade etmeyecektim. Bitmişti artık. " Doğru konuş. Bir daha aklından nolursa olsun öyle şeyler geçirmeyeceksin. O zaman ben yoktum yanında, keşke olsaydım ama Allah belâmı versin yoktum. Bu saatten sonra ben varım. Benim için yaşamak zorundasın. İkimizi birden mezara sokmak istemiyorsan yaşamak zorundasın. Duydun mu beni?" Başını geriye atıp boynumu öptü. Başını omzuma yaslayıp gözlerime bakarken güzelliği içimi titretiyordu. "O zaman sen olsaydın her şey daha zor olurdu. Bir teröristin kardeşi olduğum için kendimi çok kötü hissediyordum çünkü. Ne zaman bir şehit haberi görsem, acaba Ali mi yaptı, diye düşünüyordum. Baş edemediğim bir suçluluk hissediyordum. Belki de annem haklı, hepsi benim suçum, diyordum. Ali Hakkari' de üniversite kazanınca gitmek istememişti. Bir sene daha hazırlık yapmayı düşünüyordu. Ama annem okumasını istemiyordu nedense. Ve bir sene daha evde kalsaydı bir daha okula falan gidemeyecekti. Öyle olsun istemedim. Yatay geçişle Ankara'ya gelirsin, şimdilik git Hakkari'ye demiştim. O da kabul etmişti. Sonra da böyle oldu. Eğer o zaman karşıma çıkmış olsaydın aynı suçluluk duygusuyla sana yaklaşamazdım. O zamanda şimdiki gibi aşık olurdum sana ama böyle olamazdık. Bence böyle daha iyi oldu." Yüzüne eğilip dudaklarını öptüm. "Senin suçun değildi Hazan. Bu senin gibi güzel bir şeyin suçu olamayacak kadar kötü bir şey. " Alnını çeneme dayayıp, "biliyorum, " dedi. "O zaman bilmiyordum sadece, ama şimdi biliyorum. Neyse. O gün Cihan abi kurtardı beni. Hastaneye götürdü. Uyandığımda yanımda o vardı. Konuştu benimle. Uzun zamandır içimde olanları, Ali'yi kimseye, en yakın arkadaşlarıma bile anlatamamıştım. Hiç tanımadığım bir yabancıya anlatmanın iyi olacağını düşündüm. Her şeyi anlattım ona. Bana VASÖ'den bahsetti. Bende kabul ettim. Yani VASÖ'ye böyle girdim. " "Neden girdin Hazan? Amacın neydi?" "Bir amacım yoktu. Bir amacım olsun diye girdim." Yalan söylüyordu. Başka bir şey vardı. "Hukuk okuyordun Hazan. Bir amacın, en azından bu örgütün amacına benzer bir amacın zaten vardı. Neden bu örgüte girdin? Bana doğruyu söyle." Göğsünde tuttuğu elimi bırakıp belime sarıldı. Boşta kalan elimi sırtına sardım. Birkaç dakika sessiz kaldı. Üzerine fazla gitmeden, bağırıp çağırmadan konuşmaya çalışıyordum onunla. Sabrımı zorluyordu. İçten içe sinirleniyordum ama içimde hâlâ dinmeyen bir özlem vardı Hazan'a karşı. Daha doyamamıştım ona. O gece olanlardan sonra pek fazla dokunup sevemiyordum onu ve şu an yapabildiğim tek şey ona sarılmakken bunu da kaybetmek istemiyordum. Çok güzeldi. Üstünde gri minicik bir şort, sadece göğüslerini kapatan bir bez parçası ve bir de gri kapşonu vardı. Büyük göğüsleri üzerindeki bez parçasından taşarken öyle güzel bir manzara sunuyordu ki arada bir aklım bulanıyordu. Süt beyazı bacakları, teni, güzelliği başımı döndürüyordu. Çok zorluyordu beni ama dayanmak zorundaydım. Hazan kendini bana ne zaman açar, ne zaman ona dokunduğumda korkup kendini geri çekmez bilmiyordum. Bilmediğim o zaman gelene kadar bekleyecektim. Saçlarını severken içini çekti. "Ali'yi bulup onunla yüzleşmek için girdim VASÖ'ye. " Saçlarını seven elim durdu. "Ne?" Daha sıkı sarılırken bana, "amacım buydu," dedi. Sakin olmak için gözlerimi yumarken sertçe soludum. Kendine garezi mi vardı lan bu kızın?! Bir teröristle yüzleşmek, onunla görüşmek istemek ne demekti?! Bu VASÖ olayı patlamasaydı benim bundan haberim olmayacaktı! Hazan başı boş kaldığı, etrafında olmadığım her saniye başını belaya sokmaya, kendini tehlikeye atmaya devam edecekti ve bende bostan korkuluğu gibi öylece durduğum yerde duracaktım! Hazmedemiyordum bunu. Kendime yediremiyordum. O Çekik'le birlikte bir işler karıştırdıklarını nasıl anlamamıştım lan?! Her gece koynumda uyutup, öpüp kokladığım, gözlerinin içine baktığım kızın bir haltlar karıştırdığını nasıl anlamamıştım amınakoyayım?! Bu kız bana, kendine ne yapmaya çalışıyordu?! Bu Ali denilen itle hesaplaşma mevzusu tek taraflı bir şey değildi. Sabah o adam " terörist kardeşinin yolladığı evrakları, CD'leri" diye bir şey söylemişti. Bu Ali piçi Hazan'a yardım mı ediyordu yoksa başka bir oyun mu dönüyordu? O şerefsizlere güven olmazdı. Bir şekilde terörle iş birliği içinde olduğuna dair söylentiler çıkarıp Hazan'ın başına iş açabilirlerdi. Nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyordu lan?! Kardeşinin terörist olduğu devlet tarafından bilinmiyordu belliki ve bu iş patlarsa Hazan'ı nasıl korurdum, bilmiyordum. İçimde büyüyen öfkeyle oturduğum yerden kalkma ihtiyacı hissettim. Hazan'ı kendimden ayırıp yatağın üzerine bırakırken ayağa kalktım. Karşı koymadı. Bir şey de söylemedi. Suçlu olduğunu biliyordu tabii. Ellerimle sertçe yüzümü sıvazlayıp Hazan'a baktım. Yatağın ortasında küçücük kalmış öylece duruyordu. Kıyamıyordum. Belliki çok acı çekmişti şimdiye kadar. Ben yanında yokken birçok şeyle savaşmıştı. Bir şeyleri en azından kendi içinde bitirmek istiyordu. Kendince haklıydı ama bu öyle olacak iş değildi. Ben bu kadar anlayışlı biri değildim. Hazan'a karşı bile. Noluyordu lan böyle? Susmamalıydım. Bu yaptıklarına sessiz kalıp göz yumarsam aynı şeyleri yapmaya devam edecekti. Yutkundum. Gözlerimi pencereden yağan karda gezdirirken ona, beni mahveden şu güzelliğine bakmamaya çalışıyordum. "Niye yapıyorsun bunu? Kendinle derdin ne kızım senin?" Gözlerinin yüzümde gezindiğini hissettim. Burnunu çektiğini duydum. Ağlıyordu. Offff! "Kendimle bir derdim yok. Benim bu hayata dair hiçbir şeyle derdim yoktu. Ben o gün VASÖ'ye girdiğimde ölmekten vazgeçmemiştim ki. Sadece Ali'yle yüzleşene kadar ertelemiştim. Bu şehre de Ali için gelmiştim. Ama sonra sen çıktık karşıma ve her şey değişti. " "Değişmesin mi isterdin?!" Sesimin sert çıkmasına engel olmamıştım. Kurduğu her cümle, ağzından çıkan her kelime nevrimi döndürüyordu. Yüzümdeki gözlerini çekip önüne eğdi başını. "Başta seni sevmem verdiğim karardan geri döneceğim anlamına gelmiyordu. Kendimce geleceğe dair hiçbir beklentim olmadığı için seni ne kadar seversem seveyim mutlu olamayacağımıza inanıyordum. Senin beni bu kadar çok sevmen gerçekci gelmiyordu. Bu şehre ne için geldiysem, VASÖ'ye neden girdiysem aynı amaç için bildiğim yoldan devam edecektim. " Ne diyordu lan?! Ben onu köpek gibi severken, onun üzerine bir hayat kurarken o, Ali itiyle hesaplaşıp kendini...öldürmeyi mi düşünüyordu?! Bu muydu lan?! Ben umrunda bile değil miydim onca zaman?! "Ne söylediğinin farkında mısın Hazan? Ulan hiç mi beni düşünmedin?! Hiç mi ben gidersem bu adam nolur demedin?! Geceleri koynumda uyurken, ben seni öpüp koklarken, sana evlen benimle derken sen...sen kendini öldürmeyi mi düşünüyordun?!" Hıçkırdı. Yaşlı gözleri beni buldu. "Tam bir düşünce değildi. Sadece onca zaman öyle düşünüp ona göre yaşayınca birden çıkamadım o psikolojiden. Ama şimdi öyle değil Fırat. Yemin ederim öyle değil. " Öylece baktım gözlerine. Bir kız, 24 yaşında küçücük bir kız nasıl bu hâle gelirdi? Nasıl böyle körü körüne ölüme tutunurdu? Ya biraz daha geç kalsaydım ona? Ya bu şehir bizi birleştirmeseydi, ya Hazan'ın kalbi beni sevmeyi seçmeseydi, nolacaktı o zaman? Bana tutunuyordu. Bunu gözlerinde ilk defa görmüyordum belki ama ilk kez bu kadar netti her şey. Sabah beni öyle görmezden geldiği, koca bir gün boyunca sesini duyup yüzünü görmeme izin vermediği için yaşadığım akıl tutulmasıyla bir an beni çok fazla sevmediğini düşünmüştüm. Ama hayır, seviyordu. Benden başka kimsesi olmadığını biliyordu. Belki de az önce o yüzden o kadar çabuk kabul etmişti Türkoğlu aşiretiyle görüşmesini istemeyişimi. Beni seviyordu ama onca yıl böyle bir düşünceyle yaşamışken ne benim Kollarını boynuma sarmış kaşımdaki yarayı öpüyordu. Küçük bedeni sanki onu en son kucağıma alışımdan beri daha da hafiflemişti. Yatak odamıza girerken," sen dün bir şey yedin mi," diye sordum. Kapıyı kapatıp yatağa otururken yanağımı öptü. "Bir tabak çorba içtim. Akşamda Bahar'la abur cubur yedik." "Başka?" "Bu kadar. Doymuştum ben." Yine kızdırmıştı beni. Yüz yüze gelip, "dün mideni yıkadılar ve sen aynı gün içinde o yağlı saçma sapan şeyleri mi yedin Hazan? Bir tabakta çorba, öyle mi? Bahar neredeydi tüm bunlar olurken," derken dudaklarımı öptü. Üst dudağımı yumuşacık ıslak dudaklarıyla öperken karşı koyamayıp karşılık vermeden önce geri çekilip, " cevap ver bana," dedim. Dudaklarımızın arasına azıcık bir mesafe koyarak dudakları dudaklarıma sürtünüp nefesi nefesime karışırken, "Bahar'ın bir suçu yok. Ben daha fazla yemek istemedim. Canım abur cubur istiyordu. Film izlerken yedim işte biraz," dedi ve yeniden beni öpmeye başladı. Dudaklarının tadı, kokusu aklımı başımdan alıyordu. Ruh hâli nasıl bu kadar çabuk değişiyor, beni nasıl böyle parmağında oynatabiliyor bilmiyordum. Beni böyle öptükçe ona dokunmamak için direnmek daha zor bir hâl alıyordu. Geri çekilip alnımı alnına dayadım. "Şşş rahat dur. Oynama benimle böyle. Şimdi ileri gideceğim yine durduracaksın beni. Yapma. Ayrıca daha konuşulacak şeyler var. Aklımı bulandırma şimdi. " Daha dün kendi kendime, bu sefer kokusuna, gülüşüne, sesine ya da güzelliğine tav olmadan hesap soracağım ondan, diyordum. Ulan şimdi şu halime bak lan! Hesap sormak böyle öpüşe koklaşa yapılan bir şey değildi. Yapamıyordum. Zaman geçtikçe Hazan'a doymam, ona karşı bir eşik geliştirmem gerekirken içimdeki sevgi beni ona karşı daha güçsüz bir hâle getiriyordu. Şikâyetçi değildim bu durumdan. Onu böyle çok seviyor oluşum hoşuma gidiyordu. Karıma karşı böyle kul köle olmaktan gurur duyuyordum. Kaşlarını çatıp, "karşılık vermeseydin o zaman, " dedi. Burnumu burnuna sürttüm. "Oluyor mu öyle? Sen beni öperken ben sana karşı koyabiliyor muyum lan?" Güldü. Yeniden dudaklarıma kapanmadan önce, "koyma o zaman," dedi. O beni öperken derin bir nefes aldım. Özlemişti beni. Gözlerim kapandı. Oturduğum yerden kalkıp yatağa uzandım. Hazan dudaklarımdan ayrılmadan beni öpüyordu. İzin verdim. Ne istiyorsa yapsındı. Küçük elleri yüzümü avuçlarının içine alırken bedenini bedenime sürtüyordu. Kadınlığı karnıma denk gelirken onu hissetmek kendimden geçiriyordu beni. Onu altıma almak yerine üstüme almam iyi olmuştu. Avucumda bir ateş tutuyordum ben. Cayır cayır yanmak istiyordum o ateşte, ama ateşin beni yakmaya gönlü yoktu. Öpücüklerine karşılık verirken belini okşayıp saçlarını seviyordum sadece. Dahasını istesemde yapmadım. Bir süre öylece öpüştük. Zorlamadım onu. Dilimi ağzının içine itmedim. O ne kadar isterse o kadar oldu her şey. Kendini geri çekti. Yüzünü boynuma gömüp nefeslerini düzenlemeye çalışırken sarıldım ona. Saçlarını öpüp kokusunu soludum. Boynumu öptü. "Fırat seni çok özledim, " dedi. Sesi de beni böyle öpüşü de özlediğini gösteriyordu, ama madem bu kadar çok özlemişti o kadar aramama rağmen neden açılmamıştı lan o amınakoduğumun telefonu? "Niye bakmadın o zaman dün telefonlarıma? Onca aramaya rağmen neden açılmadı o telefon?" "Kızgındım sana. " "Bahane mi Hazan bu? İlk defa ayrı kaldık o kadar, gece ateşler içinde yanıyordun, ilaçlardan zehirleniyormuşsun ve ben bunu fark etmedim. Mideni yıkamışlar. Aklım sendeydi, biliyordun. En azından açıp telefonu, iyiyim Fırat, diyebilirdin. Beni cezalandırmak istedin. Çokta güzel başardın. Gece boyunca tek bir saniye olsun uyumadan seni arayıp durdum. Kafayı yedirtin bana." Yanağımı öpüp, "özür dilerim, " dedi. Sıkıntıyla içimi çektim. "En geç bir hafta sonra sınırdaki operasyona desteğe gideceğiz. Yine ayrı kalacağız. İstediğim her an arayamam seni. O zaman da böyle yapma Hazan. Aradığımda aç o telefonu. Kendine iyi bak. Yemeğini ye. Aklım hep sende kalıyor benim. Ayrı odalarda olsak bile aklım sende kalıyor. Benim senden daha değerli, daha önemli hiçbir şeyim yok bu hayatta. Benim senden başka kimsem yok Hazan. Bugün o adamın söylediği şeyler iyice korkuttu beni. Niye başını bu kadar derde, belaya sokuyorsun bilmiyorum. Beni seviyorsun, eyvallah ama böyle, sen bu kadar sorumsuzca davranıp sadece yaptığın şeyleri düşünürken nasıl olacak bilmiyorum Hazan. Seni korumam lazım, seni sevmem lazım, seni üzmemem lazım, sana kocalık yapmam lazım, seni mutlu etmem lazım...hangi birine yetişeceğim? İşleri bu kadar sikik bir hâle getirmesen olmaz mı?" Başını geri çekip gözlerime baktı. "Çok mu kızdın bana?" Böyle o güzel sesiyle, şu masum güzelliğine karışan tatlılığıyla bana o ateş parçası gözleriyle bakarken, üzerimde uzanıp bana bu kadar yakın dururken, ona duyduğum özlem içimi kavurup, içimdeki sevgi doğru düzgün nefes bile aldırmazken kızamıyordum ki. Bu anın böyle olmaması, bu konunun bu kadar sakin konuşulmaması gerekiyordu. Ama başka türlüsü elimden gelmiyordu şu an. İçimi çekip elimi babaannesinin vurduğu yanağına koyup yumuşacık tenini sevdim. "Kızdım. Çok kızdım. Ne demek adliyedeki savcının odasına verici yerleştirmek, ne demek arabasının altına GPS takmak, ne demek odasına sahte belge yerleştirmek, ne demek adam kaçırıp işkence etmek Hazan?! El kadar kızsın, nasıl yaptın lan onca şeyi?! Hiç mi korkmadın kızım?! Hep gözümün önündeydin, ben nasıl fark etmedim bunu amınakoyayım?!" "Küfretme bana!" "Sana etmiyorum!" "Kime ediyorsun?!" "Hazan!" "Ne?!" Duraksayıp gözlerinin içine baktım. "Konuyu saptırma. Hesap ver bana. Onca zaman ne güzel kandırmışsın beni?" "Kandırmadım. Sadece söylemedim hepsi bu. Ayrıca o adam savcı falan değildi. Şerefsiz herifin tekiydi. Odasına yerleştirdiğim belgelerde sahte değildi. Odamdan çalınan evrakların kopyalarıydı. O evrakları çalanda Hakan Çınar'dı zaten. Sadece çaldığı belgeleri odasında saklayacak kadar salak olmadığı için ona iftira attığımı kimse söyleyemez. Odasına koyduğum vericiyi de kendi kafama göre koymadım oraya. VASÖ öyle yapmamı söyledi. Arabasının altına taktığım GPS de benim kafama göre yaptığım bir şey değildi. Baran, ormanda cesedini bulduğumuz kızın babası Cafer Kadıoğlu ve Hakan Çınar bir gece ormanda buluşacaklardı. Askeriyenin kuzeyinde kalan dağın ardındaki bir ormandı. Cihan abi Hakan Çınar'ı takip edip ne konuştuklarını öğrenmemi söyledi. O yüzden yaptım." Hazan'ı nasıl böyle tehlikeli işlerin içine atabiliyorlardı lan? Ya yakalansaydı amınakoyayım o zaman nolacaktı?! "Ya yakalansaydın Hazan? Ya bir şey olsaydı sana?" Üzerimden kalkıp yanıma oturdu. Yattığım yerden doğruldum. Elimi tuttu. Bacaklarının üzerine koyup parmaklarımla oynarken, "her şeyi anlatacağım. Senden hiçbir şey saklamak istemiyorum artık, " dedi. O an kendi sakladıklarımla yüzleştim birden. Bende yavrumdan hiçbir sik saklamak istemiyordum. Bu işe bir çözüm bulmak lazımdı. Hazan'ı kaybetme korkusuyla hep bir diken üstünde yaşayamazdım. "VASÖ bana senin baktığın gibi bakmaz Fırat. Orada kimseye öyle bakılmıyor. Ayrıca ben bunun eğitimini aldım. Bu işi yaparken heyecan duyuyorum. Yaşadığımı hissettiriyor. Bir şeyler yaptığımı, yapabildiğimi. Eminim sende operasyondeyken böyle hissediyorsundur. " "Hazan sen savcısın. Bir şeyler yapabildiğini görmek için bu örgüte de bu saçma sapan işlere de gerek yok. Yoktu." "Savcılık öyle bir şey değil. En azından benim yaptığım ve yapmak istediğim savcılık savcılığın gerektirdiği şekilde bir şey değil. Ben adalete inanmıyorum. Bundan belki yüzyıllar önce yaşamış insanların uydurduğu kurallar benim için bir şey ifade etmiyor. O Baran şerefsizi Zeynep'i taciz etti. Eğer Zeynep'i ve Ayşe teyzeyi alıp karakola götürmüş olsaydım Zeynep korkacaktı. Evdeki hallerini hatırla. Sen ona yaklaştığında nasıl korkup bağırdığını hatırla. Ayşe teyzenin hiçbir şeyden haberi yoktu zaten. Belki Zeynep korktuğu için o adamın ona yaptıklarını nasıl annesine anlatamadıysa polislere de anlatamayacaktı. Anlatsa bile delil yok, diyeceklerdi belki. Ya da Zeynep çocuk olduğu için 6 ay hadi en fazla 3 yıl hapis cezası alacaktı tacizden. Yeterli mi sence? Zeynep'in bir babası yok. Abisi canlı bomba eylemcisiydi. Annesi evlere temizliğe giderek üç beş kuruş kazanan bir kadın. Araba çarptığı için tekerlekli sandalyeye mahkûm bir kız. Okula gidemeyen, yaşıtları gibi oyunlar oynayamayan 12 yaşında bir kız. Kendi içinde yaşadıklarını kimse bilemez. Belki bir gün sırf o pislik yüzünden hayatının aşkını elinin tersiyle itecek. Belki o adam her kimse senin beni sevdiğin gibi sevecek onu ama Zeynep sırf o itin ona yaşattığı o şeyler yüzünden böyle güzel sevilmekten mahrum kalacak. Bir çocuğa bunları yaşatmanın bedeli 3 yıl mı olmalı? O adam ölmeliydi. Öldü de. Ama ben öldürmeliydim. Ona yaptığım şeyler için pişman olmamı mı bekliyorsunuz? Cihan abi , sen ,üstlerim? Olmadım. Olmayacağım da. " Gözünden süzülen yaşlar yanaklarına doğru yol alırken o güzel sesi çatlıyordu. Kucağıma aldım. Ağladığı için sıcacık olan bedenini sararken alnını öptüm. Ne güzel bir şeydi bu kız böyle. "Olma ," dedim. "Pişman falan olma, tamam, ağlama. " Burnunu çekti. Gözlerime baktı. O konuşurken bende o öpülesi yanaklarına doğru akan yaşları sildim. " Hüseyin denilen adam da adliyenin güvenlik kamera sistemlerine bakan bir şirketin çalışanıydı. Hakan Çınar'ın odasına verici yerleştirdiğim gün adliyeye girebilmek için üçüncü katın kameralarını devre dışı bırakmam gerekiyordu. Bende kameraları hackledim. Ama sadece üçüncü katın kameralarını. Diğerlerine gerek yoktu. Çünkü aynı gün askeriyeye gelmeden önce adliyeye uğrayıp binayı kontrol etmiştim. Binanın arka cephesinde yangın merdivenleri vardı ve kamera yoktu. Tek sorun binaya nasıl gireceğimdi. Adliyenin etrafını saran iki metrelik duvarı aşmam gerekiyordu. Üçüncü katın kameralarını hackledikten sonra bir şekilde duvarı aştım. Kömür çuvallarının üzerinden aşağı inip yangın merdivenlerinden üçüncü kata çıktım. Vericiyi yerleştirip çıktığımda kömür çuvallarının üzerinden geçmem gerekiyordu. Tam inerken çuvallardan biri yere düştü. Güvenliğin sesini duydum. Sonra telâşlanıp duvarın üstünden bodoslama yere atladım. Ayağımı da orada çatlatmıştım. " Alnımı alnına dayadım. Ya yakalansaydı, diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Ya daha kötü bir şey olsaydı? Nelerle uğraşıyordu lan bu örgüt? Nasıl bir şeydi bu amınakoduğum? "Bana evde merdivenlerden düştüğünü söylemiştin." Güldü. "Gerçeği söyleyemezdim." Çatlayan ayağını tutup öptüm. Ayakları buz gibiydi. Çorap giyme alışkanlığı yoktu. Belinden tutup kucağımdan kaldırırken ayaklarını bacaklarımın arasına sokup kucağıma geri oturttum. "Fıraaaat . " Dudaklarına kapandım bu sefer de. "Kurban olduğum." Gözlerime baktı bir süre. Sonra devam etti kaldığı yerden. "Neyse işte sonra benim Hakan Çınar'ın odasına verici yerleştirdiğim günün üzerinden yaklaşık dört hafta geçtikten sonra adliyedeki bütün güvenlik kameralarını değiştirmek için Hüseyin'in de içinde bulunduğu ekip adliyeye geliyor. Tabii ben tüm bunlar olurken hastanedeydim. Hakan Çınar Hüseyin'le anlaşıp benim odamdaki delilleri ona çaldırıyor. Tabii o sırada bütün güvenlik kameraları devre dışı olduğu için herhangi bir delil yok ve bunu benden başka kimse bilmiyor. " "Sen nasıl biliyorsun peki?" "Benim odamda gizli bir kamera vardı çünkü. Hakan Çınar'a güvenmediğim için kendim yerleştirmiştim. Hüseyin belgeleri çalarken o kameraya yakalanmıştı. " Zehir gibiydi. Beni bunca zaman kandırıp kendini benden saklayabilmesine şaşırmamalıydım. " Sonra sana Emine teyzenin yanına giderken yolda anlattığım olay vardı ya Emine teyzeyi evine kadar takıp etmiştim, Emine teyzeyi kocası dövüyor demiştim, hatırlıyor musun?" "Hatırlıyorum." "İşte kocası Hüseyin'di. Adamı o gün yakalayıp Anıl'la birlikte bir depoya götürdük. Bir gece Kim Chin'le birlikte orada kaldırlar. Ertesi gün de zorla konuşturup odamdan delileri çalmak için kimden emir aldığını öğrendim. Hakan Çınar'dan emir almış ama belgeleri Kenan Karadağlı'ya vermiş. " "Sonra da adamı emniyete gidip yalan ifade vermesi için zorladın, öyle mi?" "Öyle. Oğuz'u kurtarmam gerekiyordu. Bunu da öyle kanunlarla yapamazdım. Elime yine de hiçbir şey geçmedi ama en azından denedim. Öylece duramazdım. Yanlış bir şey yapmadım ben Fırat. " Alnını öptüm. "Yavrum ben sana yanlış bir şey yapmışsın demiyorum ki zaten. Ama bu senin benim doğrum. Ben sana kızıyorum, böyle anlatınca hakta veriyorum bir yere kadar ama sen ne kadar inanmasanda o kanunlar var ve bu ülke o kanunlara göre yönetiliyor. Tehlikeli işler yapıyorsun. Başına her türlü şey gelebilir. Ben ne yaparım Hazan sana bir şey olursa? Hı? Kafayı yerim. O yüzden bir daha böyle şeyler yapmak yok. Attığın her adımdan, aldığın her nefesten haberim olacak bundan sonra. Görevden döndüğümde ben yokken ne yaptığını dakikası dakikasına anlatacaksın bana. Zaten peşine koruma takacağımı biliyorsun, tek bir yalanını yakalarsam kötü olur. Anlaştık mı?" Gözlerini kaçırdı. Dudaklarını büzüp tavana bakarken tuttuğum belinden yavaşça sarstım. "Şşt bana bak bana. Anlaştık mı?" Bana döndü. "Tamam," dedi boynuma sarılırken. Boynunu öptüm kokusunu içime çeke çeke. "Hazan bak karımsın sen benim. Sana sesimi yükseltmekten, seni ağlatıp üzmekten nefret ediyorum. Seninle kavga etmemek için huyuna gitmeye çalışıyorum. Sende biraz dene bunu olur mu? Diklenip durma bana. Sözümü dinle azıcık. Sana bir şeyi yapma dediğimde yapma. Ankara'ya gideceğim günün gecesinde hiç uyumadım ben. Sabaha kadar seni izledim. Öyle derin öyle sakin uyuyordun ki korktum. Bir gün bu evde sensiz yapayalnız kalırsam nasıl yaşarım diye korktum. Ödüm koptu. Yapamam Hazan. Ya kafayı yerim ya kafama sıkarım, ben sensiz yapamam. Söz veriyorum bundan sonra asla o günkü gibi beni senden ayrı düşürme ihtimali olan hiçbir şeyi yapmayacağım. Sende bana söz ver, beni sensiz bırakmayacaksın. " Geri çekilip gözlerime baktı. "Fırat..." "Söz ver," dedim. "Söz. Bırakmayacağım seni. " "Nolursa olsun?" Yatağa uzanıp kollarımın arasına aldım yavrumu. Bu sözü birazda ondan sakladıklarımı öğrendiğinde beni bırakamasın diye almıştım ondan. O kadar acizdim işte. Omsuz kalmaktan, onu yanımda tutamamaktan köpek gibi korkuyordum. Bir söz yeter miydi yanımda kalmasına bilmiyordum ama bir umuttu işte. Çok sevsin beni istiyordum. Benden gidemeyecek kadar çok sevsin. Saçlarını derin derin nefesler alarak öptüm. Bacaklarını bacaklarımın arasına alıp sımsıkı sararken küçük bedenini yüzü göğsüme hapsolmuştu. İçime sokmak istiyordum onu. "Fıraaaat, " boğuk sesi kulaklarıma dolarken kıyafetinin üzerinden omzunu öptüm. "Hı?" "Çok sıkı sarsılıyorsun. Canım yanıyor, " dedi kollarımdan kurtulmaya çalışırken. Canının yandığını duyunca hemen kollarımı gevşetip yüzüme baktım. "Çok mu acıttım?" Başını sağa sola salladı. Güldü hafifçe. "Hayır, çok acıtmadın. " Aldığım nefesi dışarıya verdim. Yanağını öptüm sıkıca. "Özür dilerim. " Yine güldü. Ama bu sefer kahkaha atıyordu ve o güldükçe benim içim titriyordu. Boynuna gömüldüm. Peş peşe öptüm tenini. Öyle yumuşak öyle tatlıydı ki teni ısıra ısıra sevip öpmek istiyordum her yerini . "Noldu yavrum? Neye gülüyorsun öyle?" "Cihan abi aradı az önce. Sen bana dövüş eğitimi verecekmişsin. " "Eee?" "Ama sen benim canımı azıcık yakınca bile özür diliyorsun ki nasıl olacak?" Ona kıyamıyor oluşumla eğleniyordu. Gözlerine bakıp çenesini tuttum. Dudaklarını öptüm sıkıca. "Aşk başka, iş başka." Yüzüme baktı birkaç saniye. "Yani vuracak mısın bana?" Kaşlarım çatıldı. Ciddî ciddi soruyor muydu bunu gerçketen? Değil vurmak elimi bile kaldırmazdım. Sadece birkaç küçük yönlendirme olurdu o kadar. Kıyabilir miydim lan ben yavruma. " Saçma sapan konuşma. Ne vurması lan? Sen bana vuracaksın. Daha vakti var ayrıca o işin. Hemen olmaz. Çok zayıfsın. Daha yeni iyileştin. Sen bu haldeyken olmaz. " Göğsüme sokuldu. "Fırat çok seviyorum seni, " dedi. "İyi ki VASÖ'ye aldılar seni. İyi ki her şeyi anlatabildim sana. O kadar çok üzülüyordum ki sana yalan söylerken. İstediğim gibi yaklaşamıyordum bile sana. Çok korkuyordum benim hakkımda her şeyi öğrendiğinde aramız bozulur diye. Sana söylediğim tüm yalanlar için özür dilerim. " İçimi çektim. Bu kadar masum olmak zorunda mıydı? Bu kadar tatlı, bu kadar güzel olmak zorunda mıydı? O böyle yaptıkça benim içim eziliyordu. Ondan, o bana böyle içini dökerken bir şeyler saklıyor olmayı kaldıramıyordum. "Bende seni çok seviyorum bebeğim. " Başka bir şey söyleyemedim. Yüreğimdeki ağırlık kelimelerimi ezip paramparça ediyordu sanki. "Aç mısın Fırat?" "Hı?" "Aç mısın? Cihan abi ne dün ne de bugün hiçbir şey yemediğini söyledi. Poğaça hamuru yoğurdum. Zeytinli poğaça yapacağım sana. Köfte harcı da yoğurdum. Patates soydum. Pirinçleri yıkadım. Köftenin yanına pilav yaparım diye. Ama istemezsen başka bir şey de yapabilirim. " İçime işliyordu şu halleri. Beni sevmiyor diye kafayı yemişken şimdi beni böyle düşünüyor oluşu mahvediyordu. Başını geriye atmış gözlerime bakarken cevabımı bekliyordu. "Açım, " dedim. Kollarımdan çıkmak için hareketlenirken elimi tuttu. "Hadi aşağı inelim o zaman. Bende acıktım. " Tuttuğu elimle kendime çektim karımı. Sırt üstü yanıma düşerken çığlık attı. Umursamayıp yanağını ısırdım. "Sana açım ben, sana." Yüzünü benden çekmeye çalışırken, "yaaa Fırat, " diyerek mızmızlandı. Boynunu öptüm derin bir nefes alarak. "Fırat kurban olur sana." "Yaa bırak beni, aşağıya inelim. " Boynunun altını öpüp, "Tamam," dedim. Yataktan kalkıp kucağıma aldım Hazan'ı. Çıplak ayakları gözüme takılırken, "Çorap almadın mı yanına sen ," diye sordum. "Aldım, " dedi. Çatılan kaşlarımla gözlerine baktım. "Niye giymiyorsun yavrum o zaman? Ayakların üşür, hasta olursun. Nerede çorapların?" "Giymek istemiyorum, ev çok sıcak. " Dolabın yanındaki valizine doğru ilerledim. "Ayakların buz gibi ama. " Valizin yanına kucağımda Hazan'la birlikte çöktüm. Fermuarını açtım. En üste kırmızı sütyeni vardı. Bir an üstünde, o büyük göğüslerinde ve bembeyaz teninde hayal etmekten kendimi alamadım. Kırmızı çok yakışıyordu benim kızıma. "Fırat," derken sütyenini saklamak için kucağımda debelendi ama bacakları belime sarılı olduğundan arkasına dönemiyordu. Beline sarılı olan kolumu sıkılaştırıp yanağını öperken başını başka tarafa çevirmesini sağladım. Valizin köşesindeki sarı civcivli çorabı alıp kapağını kapatırken çöktüğüm yerden ayağa kalktım. Hazan'ı yatağa oturtup önüne diz çöktüm. İç içe olan çorapları ayırıp ayaklarına geçirdim. Öylece beni izliyordu. Kucağıma almak için belini tuttum. Kendini geri çekip yataktan kalkarken kapıya doğru gitti. Odadan çıkarken ne olduğunu, yine ne olduğunu, anlamamış olsamda peşinden gittim. Sütyen olayına mı kızmıştı? Göğüslerini avuçlayıp emmiştim, derdi bu muydu gerçekten? Merdivenin başında yakalayıp kucağıma aldım Hazan'ı. Bir şey söylemedi. Alt kata inerken," nolduk yavrum şimdi, " dedim. Yüzüme ters ters baktı. "Sütyenime dokundun, " dedi. "Dokunmadım." "Ama baktın." " Valizi açar açmaz karışıma çıktı yavrum, ne yapsaydım?" "Bakmayabilirdin." Hazan'ın bu tavrıyla bir şeyleri aşamayacak olmamız canımı sıktı. Az önce dakikalarca öpmüştü beni, ama sütyenine bakmış olmamı bile sorun ediyordu. Ne yapacaktım ben bu kızla böyle? Belki de benim suçumdu. Yavaş yavaş ilerlemek yerine o gece üzrine o kadar çok gitmeseydim kendini bana karşı böyle kapatmazdı belki. Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken mutfağa girdim. "Bakmam bir daha, tamam?" "Yere indir beni. " Dediğini yapıp yere bıraktım onu. Peteğin yanına gidip yerdeki kabın içindeki hamuru kontrol etti. Sonra üzerini örtüp mutfak tezgahına yöneldi. Çam bir kabın içindeki köfte harcını eliyle kontrol edip alt dolaplardan birinden bir tencere çıkardı. Masaya yaslanıp öylece izledim onu. Ne güzel yakışıyordu bu evin her yerine. O küçücük varlığı ne güzel dolduruyordu dört bir yanımı. Nasıl aşıktım ben bu kıza? Kurban olurdum ona ben. Benim yuvamdı bu küçük şey. Ömrümdü benim. Fazla uzak duramadım. Gidip beline sarıldım karımın. Önce bir irkildi ama itmedi beni kendinden. Tencereye koyduğu yağı eritirken başını geriye atıp bana baktı . "Başka bir şey ister miydin?" Alnını öptüm. " İstemem. Senin o güzel ellerinden zehir olsa yerim ben." Önüne döndü. "Biliyorsun tabii seni zehirlemeyeceğimi, böyle konuşmak kolay tabii. " Gülümsetti bu cevabı beni. "Bir gün denersin bakarız. " Birkaç saniye sessiz kaldı. "Tamam, konuşmayalım böyle şeyler. " Rahatsız olmuş gibiydi. Daha sıkı sardım küçük kızımı. Saçlarını öpüp koklarken, "tamam, konuşmayalım, " dedim. Kendini benden geri çekip, "Sen bunu karıştır. Bende köfteleri yuvarlayayım," dedi. Her ne kadar ondan ayrılmak istemesem de kaşığı elinden alıp tenceredeki yağı eriyene kadar karıştırdım. ******* Hazan tabaktaki kızarmış patateslerden bir tane alıp yerken bir tane de bana uzattı. Uzattığı patatesi ağzıma alırken Hazan'a sormam gereken birkaç şey daha vardı ve zaman kolluyordum. Ali mevzusu kafamda net bir yere oturmamıştı henüz. Hazan'ın o Ali itiyle konuşup konuşmadığını ya da aralarında bir görüşme olup olmadığını öğrenmem lazımdı. O belgeler ve CD tek taraflı bir şey miydi? Sadece Ali mi Hazan'la iletişime geçmeye çalışıyordu, bilmeliydim. Hazan'ın yanlış bir şey yapmadığından emindim, ama o itle bir temas içinde olup olmadığı önemli bir konuydu. Şu ceza olayını da konuşmamız gerekiyordu. Harun meselesi vardı birde. Bahar'a bunca zaman yalan söylemişti. Hazan'ın bana yaptığının aynısını yapıyordu Bahar'a, ama bizim için durum farklıydı. Ama Bahar için bu durumu kabullenemezdim. O it verecekti bunun hesabını. Bu işe bir çözüm bulması gerekiyordu. Bahar'ı böyle üzmesine göz yumamazdım. En olmadı Bahar'la boşanırlardı. Böylesi ikisi için de daha iyi olurdu belki. Tavadaki köfteleri çevirirken bir yandan da masaya tabakları yerleştiren Hazan'ı izliyordum. Üzerindeki kapşonu çıkarmıştı. Varla yok arası minicik şortunun ve göğüsleri dışında her yerini açıkta bırakan üstündeki bez parçasının açıkta bıraktığı süt beyazı teni aklımı başımdan alıyordu. Upuzun, kalçalarına kadar uzanan dalgalı saçlarının sırtından incecik beline dağılışı kafayı yedirtiyordu. Gözümün önünde mutfakta sağa sola koşturup salınırken ne hâle geldiğimden habersizdi. Yanıma geldi. Elimdeki maşayı alıp köfteleri kontrol ederken göğsümün altına anca gelen küçücük boyunu izliyordum. Saçlarını, upuzun kıvrım kıvrım kirpiklerini, kocaman ateş parçası gözlerini, o güzel dudaklarını içim giderek izlerken belini tutup kendime çektim küçük kızımı. Çıplak omzunu öpüp koklarken hafiften terlediği için nemli olan yumuşak teni aklımı bulandırıyordu. Omzunu kendine doğru çekip, "Fıraaat," diyerek mızmızlandı. Saçlarını geriye doğru itip ensesini öptüm. Dudaklarım biraz aşağı inip sırtını bulurken kendimden geçiyordum. Taş gibi olmuştum. Nasıl dayanacaktım lan ben buna? Çıplak belini sımsıkı saran kolumdan kurtulmak için kendini geri çekmeye çalışırken, "Fırat dur," dedi. "Olmuş bu köfteler hadi. " Ondan ayrılmadan ocağı kapatıp elindeki maşayı alarak tezgaha koydum. Hazan'ı kucağıma alıp boynuna gömüldüm. Etli, yumuşacık tenini emip öperken beni durdurana kadar ne kadar seversem kârdır diye düşünüyordum. Aslında şimdi de durdurmaya çalışıyordu fakat iş daha ciddiye binmemişti. Şansımı zorluyordum belki ama güzelliğine dayanamıyordum ki. Ellerini omuzlarıma koyup kendini geriye doğru çekerken dudaklarımı boynunun altından göğüslerine yönelttim. Nemli tenini kokusunu içime çeke çeke öpüp emerken beynim uyuşuyordu. "Fırat dur." Belindeki ellerimden birini sırtına koyup onu kendime çekerek aramıza açtığı mesafeyi kapattım. Üzerindeki bez parçasından taşan göğüslerini canını yakmadan küçük küçük ısırarak emip öpüyordum. Minik elleri aramızdaki mesafenin azalmasıyla göğsümü bulurken beni kendinden itmeye çalışıyordu. Kapıya doğru yönelip mutfaktan çıktım. Çok çabuk fikir değiştiriyordum belki ya da Hazan ayarlarımla oynuyordu, bilmiyordum ama bu yatak mevzularını konuşmamız gerekiyordu. Daha nereye kadar böyle gidebilirdik ki? Yakında göreve gidecektim, gitmeden önce de döndükten sonra da karıma dokunmak isterdim. Tam bir birleşme olmazdı ama en azından bir yere kadar tatmin olurdum. İçimdeki ateş bir parça sönerdi belki. Resmî nikâhımıza çok yoktu, en azından ben çok fazla beklemek istemiyordum. O zamana kadar bana alışması gerekiyordu. Salona geçip Hazan'ın itiraz edip mızmızlanmaları arasında karımı koltuğa yatırıp altıma aldım. Göğüslerinden ayrılıp gözlerine baktım. Çok güzeldi. Elimi saçlarına çıkarıp severken alnını öptüm. Sonra burnunun ucunu ve yanaklarını. Ardından dudaklarına kapandım. Üst dudağını dudaklarımın arasına alıp kokusunu içime çekerek öptüm onu. Karşılık vermiyordu. Eğer verirse beni durduramayacağından korkuyordu belki. Hazan'a onlarca kez, sen istemeden ilerisi olmaz, dememe rağmen bu hâli sinirlenmeme neden oluyordu. Ulan bir şey yapacak olsam zaten şimdiye kadar yapardım. Yukarıda beni öperken fazla davetkârdı, bir şey yapacak olsam orada cesaret bulur yapardım. O beni öperken sorun yoktu, ben öpünce mi korkuyordu? Derdi neydi lan? Sıkıntıyla içimi çektim. Dudaklarını bırakıp alnımı alnına dayarken Hazan'ı belinden tutup kucağıma alarak koltuğa oturdum. Omuzlarıma tutunup fazlasıyla sert olan penisim kalçalarının altına denk gelirken üzerimde havalanıp kendini geri çekti. Sakin olmaya çalıştım. Ama kollarımın sarılı olduğu belinden onu aşağı doğru çekip penisimin üzerine sertçe oturturken pekte sakin kalabildiğim söylenemezdi. "Ah Fırat!" Sertliğimdeki ağrı ve acıyla dişlerimi sıkarken öfkeyle yüzüne baktım. Yutkunup gözlerini gözlerimden kaçırdı. Çenesini tutup bana bakmasını sağladım. Gözleri gözlerimi bulmasada yüz yüzeydik. "Yüzüme bak!" Tuttuğum çenesinden yüzünü yukarıya doğru kaldırdım. " Hazan!" İrkildi. Çekinerek yüzüme bakarken şu hâli daha çok kızdırıyordu beni. Ulan ne yapabilirdim ona! Niye ürküyordu lan benden bu kadar?! Küçük bedeni kollarımda kasılıp dururken kafayı yemek üzereydim. Yanlış bir şey söylememek için gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sonra yeniden baktım o güzel gözlerine. "Noluyor?" dedim daha sakin bir sesle. Çenesini tutan elim bilinçsizce tenini okşuyordu. Kıyamıyordum lan işte. Gözleri dolmuştu. Bir iki saniye gözlerime bakıp yüzüme doğru yaklaştı. Patlayan dudağımdaki yarayı öptüğünde delirecektim. Başımı geri çekip, "yapma şunu!" dedim sinirle. "Fırat..." "Ne Fırat lan?! Ne Fırat?! Ben seni öpünce karşılık vermek yok, dokunmak yok, ama kendin gelip öpünce bir şey olmuyor! Yukarıda da öptün beni! Seni buraya getirdiğim gece de yaklaştın bana! Tişörtünü çıkar, dedin lan yatakta! Seni istiyorum, dedin! Senin olacağım, dedin! O gece bir şey oldu sana! Nikâhımızın kıyıldığı gün bir şey oldu! Evlenmeden önce daha çok yaklaşıyordun bana. Sana dokunmama izin veriyordun. Hadi ben değiştim, diyeceğim ama ben daha önce de böyle yaklaşıp dokunuyordum sana. Biliyordun seni istediğimi. Başka türlü davranmadım ki lan ben sana. Şimdi niye böyle yapıyorsun? " Ağlıyordu. O upuzun kıvrımlı kirpiklerinin çevrelediği kocaman ateş parçası gözleri hafiften yeşile çalarken yanakları masum bir pembeliğe bürünmüştü. Küçük burnunun ucu kızarmış, dudakları daha kırmızı bir hâl alırken alt dudağı aşağı doğru sarkmıştı. İçim eriyordu. Dayanamıyordum. Sesim git gide sertliğini kaybederken duraksamıştım. İçimi çekip alnımı alnına dayadım. Çenesindeki elim yanağını buldu. "Yavrum...canımın yarısı noluyor? Bak bir şey varsa anlat, çözelim. Sorun benimle ilgiliyse söyle. Sevmiyorsun beni diyeceğim..." "Seviyorum. " Burnunun ucunu öptüm. "Biliyorum. Sorunun ne olduğunu bulmaya çalışıyorum. Sana dokunmadan duramıyorum. Yanımda, gözümün önünde, yatağımda böyle güzel bir şey varken çok zor Hazan. Fazlasında şimdilik gözüm yok ama sarılmakta yetmiyor. Hissediyorsun ne halde olduğumu. Bir şey söyle. " Minik burnunu çekti. "Korkuyorum. " "Hazan kaç defa söyledim, ilerisi olmayacak, diye. Güvenmiyor musun bana?" "Ondan korkmuyorum ki. " Kaşlarım çatıldı. Geri çekilip gözlerine baktım. "Neden korkuyorsun?" Küçük ellerinin tersiyle yanaklarındaki yaşları silip önüne gelen saçlarını omzumdan geriye itti. Fazla güzeldi lan. Gözlerime baktı. "Ben...senin bana doymandan korkuyorum. Ya bana istediğin gibi dokunmana izin verdiğimde bir süre sonra sıkılırsan benden? Ya alışırsan bana sonra da beni o kadar güzel bulmazsan? " Ne saçmalıyordu lan? Ben içimde her gün, her saniye Hazan'a karşı büyüyen bir sevgiyle baş etmeye çalışıyordum. Onu severken, ona kıyamazken kendimi tanıyamıyordum. Ben Hazan'dan önce böyle bir adam değildim ki. Yıllarca içimde ablamın öldüğü gün yanıp bir daha da hiç sönmemiş bir ateş taşıyordum ben. Benim öfkem hiçbir zaman bir kıvılcım ya da bir saman alevi olmamıştı. Çoğu zaman kendi yaktığım ateşi kendim bile söndüremiyordum ben. Ama Hazan'ın karşısında yanıp yanıp sönüyordum. Bir anım bir anımı tutmuyordu. Yıllarca içimdeki öfkeye tutunup ayakta kalmışken şimdi öfkem bile ayakta duramıyordu. Bana ne yaptığının, onu içimde nereye koyup nasıl sevdiğimin farkında değil miydi? Öylece gözlerine baktım bir süre. Bir yerden sonra gözlerini gözlerimden kaçırıp pencereden yağan kara baktı. Arada bir kaçak göcek bakışlar atıp yüzüme bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden bakmaya devam ettim. Yavaş yavaş yaklaşıp hâlâ gözleri pencereden dışarıdayken başını göğsüme koydu. Kollarını belime sararken, "ya niye öyle bakıyorsun?" dedi. Bedenine sarılı kollarımı sıkılaştırıp saçlarını sevip öptüm. "Nasıl bakıyorum?" "Ne bileyim Fırat? Çok sevdiğin bir şeyi izler gibi sanki. Ya da çok güzel bir manzaraya bakıyormuşsun gibi." "Gibi'si fazla Hazan. Tam da öyle bakıyorum sana ben. Senin farkında olmadığın anlarda bile. Nasıl doyarım kızım ben sana? Her gün, bir önceki günden daha fazla seviyorum seni ben. Değişiyorum Hazan, görmüyor musun? Bugün benim yeri göğü inletmem lazımdı. O gözümün önünde sarıldığın iti gebertmem lazımdı. Sırf bana inat olsun diye o herife sınırdaki köy okullarına gitmeyi istediğini söylediğinde benim bunun hesabını sana bağıra çağıra sormam lazımdı. Bunların hiçbirini yapmadım ben. Benim sana karşı hissettiğim şey sevgi ya da aşk değil. Adını koyamıyorum ama fazlası olduğunu biliyorum. O yüzden benim sana doymam, senden sıkılmam, sana alışmam, seni güzel bulmamam imkansız. " Onu kendimden ayrıp göz göze gelmemizi sağladım. Alnını öptüm. Sonra yanağını. Dudaklarım tenine sürtünürken devam ettim. "Sen her gece benim olsan, o küçük şeyin içine alsan beni..." "Fıraaat..." "Altımda inlesen, bir değil bin kez içine girip çıksam bir gece de ben yine de doyamam sana. Uyuşturucu gibi bir şeysin Hazan. Bağımlın olurum, ama sensiz olamam. Şöyle saçma sapan şeyler düşünüp, o düşündüklerine inanıp gelip ağzıma sıçma benim. " Nefesleri düzensizleşmişti. Teni ateş gibi olurken yüzünü dudaklarımdan çekip boynuma gömdü. "Bir şey daha var," dedi. Küçük omzunu öpüp, " söyle fındığım," dedim. "Hep böyle mi olacak?" "Ne?" " Hep böyle...cinsel bir duyguyla mı yaklaşacaksın bana? Az önce mutfakta gözlerin hep göğüslerimde, kalçalarımda, bacaklarımda gezinip durdu. Bana dokunmana bir şey demediğimde hemen arsızlaşıyorsun Fırat. Beni sevip istediğini biliyorum ama fazla geliyor. Ayrıca hiç başka bir şey konuşmuyoruz, yapmıyoruz. Ya kavga ediyoruz ya da hep kucak kucağa oturuyoruz. Bana kendinle ilgili hiçbir şey anlatmıyorsun. Sadece geçmişinden bahsetmiyorum. Mesela az önce odada sana zeytinli poğaça yapacağımı söyledim, ama bana zeytinli poğaça sevdiğini sen söylemedin. Musa amcadan öğrendim. Biz birbirimizi hiç tanımıyoruz ki. Hiçbir şey paylaşmıyoruz. Korkuyorum. Bana dokunmana izin verirsem, yani ben buna karşı koymazsam...durdurmam seni. Her ne olacaksa olmasına izin veririm. Senin olurum işte. Zaten kocamsın benim. Bundan sonra nolur bilmiyorum ama nolursa olsun benim hayatımda sen dışında kimse olmaz. Ben sadece senin olmak istiyorum. İster sonsuza kadar birlikte olalım, ister olmayalım. Resmî nikah çokta önemli değil. Ama ya birlikte olduktan sonra bana hep o gözle bakarsan? Beni böyle bazen kucağına alıp bir kız çocuğu gibi seviyorsun ya ben o anları çok seviyorum. O anlar bozulmasın, aramızdaki o...masum şey her neyse hep öyle kalsın istiyorum. Ya bir kere...seviştikten sonra hep istersen? Ya başka bir şey konuşmaz hâle gelirsek? Korkuyorum işte." Söyledikleri beni mahvetmişti. Haklıydı. Ben halimden memnundum aslında. Hazan'la kavga etmiyorsak kucak kucağa oturuyor olmak hoşuma gidiyordu. O beni tanımıyordu ama ben bademe alerjisi olduğunu, babasından sonra ağzına bir kez olsun pasta sürmediğini, bitter çikolata dışında hiçbir çikolatayı yemediğini, acıya dayanamadığını, en sevdiği kuruyemişin fındık olduğunu ve bu yüzden normal lahmacun yerine adında sadece fındık geçiyor diye fındık lahmacun yemeyi seçtiğini, en sevdiği rengin mor olduğunu ama çoğu zaman siyah giyindiğini, en sevdiği meyvenin yazın çilek, kışın muz olduğunu, kavun yiyince kustuğunu ve dahasını biliyordum. Kocamsın, diyordu bana. Senin olurum, diyordu. Durdurmam, diyordu. Senden...başkası olmaz, diyordu. Olamazdı da lan zaten. Öyle ağzına aldığı, aklından geçirdiği gibi bir ayrılık olmazdı bizimkisi. Yeri göğü birbirine katar, kimseyi Hazan'a yaklaştırmazdım. İstanbul'da üniversite okurken okulda peşinde gezen bir it vardı. Adamların anlattığına göre Hazan ne kadar, rahat bırak beni , dese de piç laftan anlamıyordu. Bunu duyunca deliye dönmüştüm. İstanbul'a gidip çocuğu bulup bir güzel dağıtmıştım ağzını burnunu. Korkağın tekiymiş zaten. Sonra okulunu değiştirmişti. Olamazdı lan işte. O hep benimdi. Ve benim kalacaktı. Başka türlüsü de olmazdı. Mesela Allah nasip eder de bir gün şehit olursam yine de Hazan'ın bir...başkasıyla olmasını istemiyordum. Ona...bir şey olsa ben olmazdım çünkü. Bu bir ihtimal, bir seçenek dahi olamazdı. Mezarda bile deliye dönerdim amınakoyayım! Derin bir nefes alıp kokusunu solurken, "olmaz öyle bir şey, " dedim. "Korkma yavrum. Tamam, köpek gibi istiyorum seni, libidomuz biraz yüksek eyvallah ama bu sadece benim isteğimle olacak bir şey değil. Sen istemiyorsan olmaz. Öyle Bahar'ın ya da Zehra'nın söylediği gibi ortada karşılaman gereken bir ihtiyaç falan yok. Benim önceliğim hep sensin. Sevişirken bile, ne hâlde olursam olayım önce seni boşaltacağım..." "Fıraat..." Boynunu öptüm. Böyle şeyleri artık rahat rahat konuşmamız gerekiyordu. " Aramızdaki ilişki de hep böyle kalacak. Ne olursa olsun sen hep bir yerden sonra benim küçük kızım olarak kalacaksın. Bir kere sevişirsek bir daha istemem, diyemem. İsterim. Hep isterim, ama sen istemediğin sürece bu sadece bir istek olarak kalır. Ben seni arzuladığım için sevmiyorum Hazan, sevdiğim için arzuluyorum. Fazla güzelsin. Sana her baktığımda içimden bunu söylüyorum, çok güzel. Göğüslerin, kalçaların, bacakların dikkatimi çekiyor yalan yok. Bazen sana dokunurken kafam gidiyor, kendimden geçiyorum, eyvallah. Ama bunlar engel olabileceğim şeyler değil benim. Sadece ayarını bilirim. Bir şey yapmak, konuşmak mevzusuna gelecek olursak ne istiyorsan söyle bana Hazan. Sinemaya görür beni, de ne bileyim alışverişe götür, de. Yemeğe çıkarayım seni. Şehri gezdireyim. Ne bekliyorsun bilmiyorum ama ben anlamam öyle şeylerden. Sen iste ben yapayım. Soru sor, cevap vereyim. Yoksa bana yetiyor seninle kucak kucağa oturup öylece durmak. Sen varsan başka bir şeye ihtiyacım yok benim. " Bana iyice sokulup sırnaşırken boynumu öptü. Islak dudakları içimi ateşe verirken, " mutfağa gidelim ," dedi. "Acıktım ben. Hem köftenin yağı donar şimdi, kötü olur." Saçlarını itip sırtını açıp ensesini öperken tenini okşuyordum. "Yemekten sonra sevdireceksim ama bana kendini. Kaçmak, mızmızlanmak, dur Fırat, yapma Fırat, demek yok. Anlaştık mı?" "Tamam ama benim...reglım daha bitmedi." Aklımı bulandırıyordu. Ne yani lan şu kadınsal hastalığı olmasa beni...içine mi alacaktı? Offf lan! Kafayı yerdim. Hayalî, düşüncesi bile yeni yetme ergenlere döndürüyordu beni. Böyle yaparsa kendimi tutamaz, resmî nikahtan önce dokunurdum ona. Sırtını öptüm. "Sorun yok. " Kendini geri çekip gözlerime baktı. Utanıyordu, ama gözlerini kaçırmıyordu. "Hadi mutfağa gidelim. " Oturduğum yerden kalkıp kucağımda Hazan'la birlikte mutfağa geçtim. 💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦
|
0% |