Yeni Üyelik
66.
Bölüm

66. Bölüm

@yikim2024

"Fırat dur."

Kucağımda yan bir şekilde oturan karıma daha sıkı sarılıp boynuna ikinci bir öpücük daha kondurdum. Yumuşak, süt beyazı, pürüzsüz teni, kokusu, kollarımda incecik kalan beli, içimi ateşe veren sıcaklığı aklımı başımdan alıyordu. Ne kadar sarılırsam sarılayım, boynunu kokusunu içime çekerek kaç defa öpersem öpeyim yetmiyordu. Dünden beri ona duyduğum özlem bir türlü dinmiyordu, aksine kollarımın arasındayken bile özlüyordum onu. Bir hafta sonra sınıra gittiğimde ne yapacaktım lan böyle?! Hasretinden kafayı yerdim anasını satayım.

Hazan bilgisayardan film seçmeye çalışırken yerde oturuyorduk. Bu sefer ikimizinde seveceği bir film bulmak istiyordu. Hangi filmi seçerse seçsin kucağımda böyle bir güzellik varken başka bir şeye odaklanamayacağımı bilmiyordu.

"Bu olur mu? Aksiyon filmi. Sever misin?"

Yüzümü saçlarının arasına gömüp kokusunu içime çektim. Çıplak belini okşarken gerçekten ne istediğimi sorup sormadığını düşündüm. Benim derdim film falan değildi şu an. Karımı istiyordum. Yemekten önce bana verdiği sözü tutması gerekiyordu.

Belindeki ellerimden birini, sadece o güzel ve dolgun kalçalarını saran, pembe minicik bir şortun açığa çıkartığı bacaklarına indirdim. Etini canını yakmadan sıkıp okşarken Hazan kollarımda hareketlendi.

"Fırat," dedi yine. Durmamı istiyordu. Bense durmak istemiyordum. Yine de kontrolü elden bırakıp kendimi kaybetmemek için derin bir nefes alırken başımı gömdüğüm saçlarından kaldırdım. Bana dönen ateş parçası gözlerine baktığımda gözlerini kaçırdı. Yüzünü kapatan saçlarını geriye çekip yanağını öptüm. Dudaklarımı teninden ayırmadan kokusunu içime çekerken, "yavrum," dedim. Bir eli bilgisayarın tuşlarında gezinirken boştaki eliyle bacağını okşayan elimi tuttu.

"Dur," dedi kısık bir sesle. Kollarımın arasındaki küçük bedeni kasılıyordu. Korktuğu için değil, heyecanlanıyordu. Bu hâli beni gülümsetirken elindeki elimi çekip yüzünü tutarak kendime çevirdim. Dudakları parmaklarımın arasında büzülürken o kadar tatlıydı ki ateş parçası gözlerinin beyaz teni ve canlı bir pembeliği olan dudaklarıyla uyumu aklımla oynuyordu. Zaman kaybetmeden dudaklarına kapandım. Dayanamıyordum lan! Çok seviyordum amınakoyayım.

Yumuşacık etli ve dolgun dudaklarını kokusunu içime çeke çeke öperken yüzündeki elimi beline sardım. Karımı iyice kendime çekip bastırırken vücudunun her bir kıvrımını hissedebiliyordum ve bu ona duyduğum isteği daha da artırıyordu. Deli oluyordum lan ben bu kıza.

Gözlerim kapalı, kendimden geçmişcesine Hazan'ı öperken bu sefer beni kendinden itmek yerine kollarını boynuma sardığını hissettim. Dudaklarımın arasındaki dudakları da onu öpüşüme karşılık vermek için hareketlenmişti. Ellerimi üzerindeki pembe, yarısı olmayan atletinin açıkta bıraktığı teninde gezdirerek sırtını ve belini okşadım. Boynuma sardığı kollarını sıkılaştırıp bana sokulurken üst dudağını iyice kavradım.

Dudaklarının tadı, kokusu, yumuşaklığı ve ıslaklığı bütün bedenimi cayır cayır yakıyordu. Kulağıma dolan kesik kesik nefes verir gibi çıkardığı iniltiler her geçen saniye daha fazla sertleşememe neden olurken Hazan'ı belinden tutup bacakları iki yanıma gelecek şekilde kucağıma oturttum. Ayrılan dudaklarımızı yeniden birleştirip bir elimi kalçalarına indirdim. Karımı sıkıp yoğurduğum kalçalarından tutarak kucağımda yükseltiğimde kontrolü kaybetmek üzereydim.

Hazan da beni durdurmazken o güzel elleriyle ensemi okşayıp saçlarımı seviyordu ve bu beni iyiden iyiye tahrik ediyordu. Ona karşı oldukça güçsüzdüm. Beni durdurmaya çalışmıyor oluşu hoşuma gidiyordu. Bundan cesaret alıp karımı kalçalarının altından tek kolumla kucağıma sabitleyip oturduğum yerden kalktım. Yavrumu sevmeye nerede devam edeceğimi düşünürken koltukta rahatsız olacağını karar verip yatak odamıza çıkmayı kararlaştırdım. Bir yandan da Hazan'ı öpmeyi bırakmazken çayın altını kapatmak için önce mutfağa girdim.

Hazan'ın dudaklarından birkaç saniyeliğine ayrılırken ocağı kapattım. İkimizin de nefesleri düzensizleşmişti. Astımı tutar diye korkup başımı boynuna gömerken orayı emip öpmeye başladım. Kalçalarını ve sırtını seven ellerimi bir an olsun durdurmadan mutfaktan çıkıp üst katın merdivenlerine yöneldim. Yatak odamıza geldiğimizde karımı yatağa yatırıp altıma aldım.

Hava yeni yeni kararıyorken odanın içi yeterince aydınlıktı. Hazan belime sarılı olan bacaklarını çözüp yatağa bırakırken boynundan ayrılıp alnını öptüm. Sonra o minik burnunun ucunu buldu dudaklarım. Masum bir pembeliğe bürünüp kızaran yanaklarında kokusunu soludum. Dudaklarında bir kez daha nefeslenip gözlerine baktım. Tedirgindi. Bir parça da gerginlik vardı bakışlarında. Küçük elleri üzerimdeki tişörtün yakalarına tutunuyordu. Beyaz çarşafın üzerine dağılan saçları, altımda küçücük kalan bedeni, bu yatakta, bu evde olan varlığı, benim oluşu, karım olmayı kabul edişi, bu dünyada ona sahip olan ve olabilecek tek kişi oluşum içimi ateşe verirken çenesini öptüm.

Ardından çene kemiğini öpe öpe kulağının altına gelip duraksadım. Kokusunu içime çekip kalçalarındaki elimi beline çıkarttım. Ellerim sırtında onu yatıştırıp sakinleştirmek istercesine gezinirken,"korkma," dedim. "Seveceğim sadece seni, biliyorsun. Sen izin vermediğin sürece ilerisi olmaz. Dur, dediğin an dururum. Tamam?"

Göğsümdeki elleri yeniden boynuma sarılırken yutkunuşunu duydum. Kasılıp titreyen bedenini hissedebiliyordum. Kesik kesik aldığı nefesler canımı sıkıyordu. Biraz sakinleşip altımda olmaya alışsın diye bir süre öylece durdum. Yüzümün yanında el kadar kalan küçük yüzünü boynuma gömdü. Beni kendine doğru çekip sarılırken bana sokulup sığındığını biliyordum. O gece ki gibi Hazan'ı ürkütüp korkutmak istemediğim için işi ağırdan almaya karar vermiştim.

O sırada Hazan'ın boynuma küçük küçük kondurduğu öpücüklerle gözlerimi kapattım. Karımı daha sıkı sarıp beni o güzel dudaklarıyla öpmesine müsade ettim. Belki de arada yatakta kontrollü Hazan'ın ellerine vermeliydim. Hem ne demişti bana bugün?

"Ben seni sevmiyor değilim, sadece senden bana fırsat kalmıyor. "

Bir fırsat verelim bakalım, ne kadar ileriye gidebilecekti?

Yumuşak ve ıslak dudaklarıyla bir müddet tenime küçük küçük öpücükler kondurup durdu. Elleri saçlarımda ve sırtımda gezinirken üzerimdeki tişörtün üzerinden sırt kaslarımı ellemek istiyordu. Boynunu öpüp gülümsedim.

"Yavrum."

Boynuma kondurduğu öpücükleri durdurup, "Hı," dedi. Kokusunu içime çektim.

"Tişörtü çıkartayım mı?"

Bir iki saniye sessiz kalıp, " olur," derken sesi o kadar tatlı bir tınıya sahipti ki bana bu ses tonuyla istediği her şeyi yaptırabileceğinin bilincindeydim o an. Bu kız zaafımdı benim.

Yanağını öpüp üzerinden doğruldum. Gözlerimi bacaklarımın arasındaki küçük bedende gezdirirken üstümdeki tişörtü çıkarıp odanın bir köşesine attım. Hazan'ın gözleri de benim vücudumda geziniyordu. Kaçak göcek, utanıp çekinerek bakıyordu ama beni izliyor oluşu, karımın vücudumdan etkilenişi hoşuma gidiyordu.

Üzerinden kalkıp yatağa yanına uzandım. Hazan bana dönüp gözlerime bakarken bunu beklemediği belliydi. Üzerime alacaktım karımı ama belini tutup kendim almak yerine onun gelip üstüme çıkmasını istiyordum. Bana alışması, kendi isteğiyle bana dokunmayı öğrenmesi gerekiyordu. Fakat yine de sadece bu seferliğine elimi uzatıp, "gel," dedim. Öbür türlü Hazan'ın üzerime çıkmayı kendi kendine düşünüp eyleme dökmesini beklersem bu bekleyişin bir sonu olmayacağını biliyordum.

Gözleri elimi buldu. Dudaklarını büzüp anlamayan gözlerle elime bakarken hafifçe içimi çektim.

"Üzerime gel yavrum," dedim. Alt dudağını ısırıp elimi tuttu. Yattığı yerden kalkıp dizlerinin üzerinde yatakta doğrulurken duraksadı. Al al olan yanakları ve büyüyen gözleriyle gözlerime bakarken onu tuttuğum elinden kendime çekmek yerine üstüme kendisinin çıkmasını bekledim. Elimle elini tutarak dengesini sağlaması için destek veriyordum sadece.

Aslında bugün karımı altıma alıp öpüp koklayıp sevmeyi düşünüyordum ama bu hâl daha eğlenceliydi.

Hazan bir süre öylece durup gözlerime bakarken her halinden çekindiği belli oluyordu. Küçük bir kedi yavrusu gibi yüzüme bakıp duruşu nedensizce içimi ezerken neyden bu kadar çekindiğini anlayamıyordum. Benim onu tutup üzerime almamı bekliyordu. Bunu dilendirmiyor oluşu bir yana gelip kendisi üzerime otursa ne olacaktı lan? İtecek miydim onu kendimden? Yanına uzanıp üzerime çıkmasını bekleyen bendim zaten. Neyden utanıp çekiniyordu?

Kaşlarım çatılsada sakin olmayı seçip diğer elimi de uzattım. Tutmasını beklerken,"gelsene bebeğim, " dedim. O güzel gözleri elimi bulurken tuttu. Yutkunup bir bacağını üzerimden diğer tarafa attı. Karnıma oturmasını beklerken üzerimde öylece duruyordu. Gözleri ben hariç her yerde gezinirken sıkıntılı bir nefesi alıp verdim.

"Yavrum otursana."

Gözleri çekingen bir ifadeyle gözlerimi buldu. Tuttuğu ellerimi daha sıkı kavrarken kendini yavaşça üzerime bırakıp karnıma oturdu. Minik elleri ellerimin içinde titriyordu. Bu hâli hoşuma gitmemişti. Onu üzerime alışım ilk değildi. Bir gece boyunca üstümde hiç kımıldamadan uyuşmuşluğu da vardı. Neden üstte olmaktan altımda olduğundan daha fazla rahatsız oluyordu? Bu yatak mevzularında Hazan'ı hiç anlamıyordum. Ne istiyor, neyden hoşlanıyor, bilmiyordum. Onu bu kadar rahatsız eden şey ne, ona dokunmamı gerçekten istiyor mu yoksa ben üzerine fazla gittiğim için kendini mecbur mu hissediyor tüm bunların ayrımını yapamıyordum.

Gözleri yine gözlerimden çekilip odanın içini turlarken ellerimdeki ellerinin üzerini baş parmaklarımla sevdim. Karnımda huzursuz bir şekilde oturuyordu. Rahat edememişti. Bir iki dakika bu hâle alışmasını bekledim.

Bu süre zarfında da karımı izledim öylece. Upuzun dalgalı saçlarının bir kısmı omzunun üzerinden önüne dökülürken bir kısmı da sırtından beline doğru uzanıp tenime değiyordu. Saçlarının uçlarının karnıma değişi tuhaf bir şekilde tahrik olmama neden olurken uzun kıvrımlı kirpiklerinin ateş parçası gözlerini çevreleyişi gözlerine her baktığımda beni mahvediyordu. Minik burnu çok güzeldi. Ağladığında, küçük bir ısırık ya da dokunuşta bile hemen kızarıyordu. Yanakları biraz etliydi. Isırırken ağzımın içini dolduruşu Hazan'a karşı olan açlığımı artırıyordu. Isıra ısıra yemek istiyordum onu. Gözlerim dudaklarını buldu. Alt dudağının kenarında iyileşmeye yüz tutan küçük yarayı görmezden gelmeye çalışarak izledim dudaklarını. Alt dudağı üst dudağına göre daha kalın ve dolgundu. Pembeden kırmızıya çalan bir rengi vardı. Azıcık sert öpsem hemen kıpkırmızı bir renk alıp şişiyordu. Vücudunun her bir zerresi oldukça hassastı. Süt beyazı teni en ufak bir şeyde hemen kızarıyordu. Dudaklarının sol alt köşesinde gülünce beliren çukur her güldüğünde gözlerime mükemmel bir manzara sunuyordu. Boynu çok güzeldi. Kokusunu derin derin nefesler alarak soluduğum yerdi orası. Az önceki emip öpmelerimden dolayı biraz kızarmıştı. Karımın teninde bıraktığım izler aklımla oynuyordu. Biraz alışsa bana içine girmeme izin vermese de neler yapardım ona. İçimde Hazan'ı isterken hayvani bir yan beliriyordu. Ve ben karımla sevişirken oldukça sert olacağımı biliyordum. Tek sorun nasıl kıyacağımdı. Bana göre çok küçüktü. Teni az önce de söylediğim gibi çok hassastı. Bir yerine bilmeden zarar verirsem kendimi affedemezdim.

Sıkıntılı bir nefesi alıp verdim. Hazan alıp verdiğim bu nefesle üzerimde yükselip alçalırken anlık bir bana dönmüştü. Ellerimi daha sıkı tutarken gülümsetti bu hâli beni. Hoş, varlığı bile yeterdi yüzümde bir tebessüm oluşması için. Sonuçta Hazan bu şehre gelene kadar gülmeyi unutmuş bir adamdım ben. Bu küçük kızın koca adamıydım.

Gözlerini camdan dışarıya çevirdi. Öğlenden beri bir an olsun durmadan yağan karı izliyordu. Kirpiklerinin hareketlenişi, küçük burnunun yandan görünüşü, yüzünün bir kısmını kapatan saçlarıyla su gibiydi. Sütyensiz büyük ve dik göğüsleri, incecik beli, beline nazaran dolgun olan kalçaları, bembeyaz, pürüzsüz bacakları, elim kadar bile olmayan minik ayaklarıyla beni cayır cayır yakacak kadar güzeldi. Ellerimin arasındaki küçük elleri, şu an kulaklarıma dolmayan ama beni altı yıl öncesinden beridir kendine tutsak eden sesiyle bu kız benim her şeyimdi. Ölüyordum lan ona.

Karımdan daha fazla uzak duramayacağımı hissederken tuttuğum ellerinden üzerime doğru çektim Hazan'ı. Beklemediği bir şey olduğundan dudaklarından küçük bir çığlık koparken yanağı dudaklarıma denk gelecek şekilde üzerime düştü. Elleri omuzlarımı bulurken kollarımı beline sarıp dudaklarıma denk gelen yanağına peş peşe öpücükler kondurdum. Bir elimle sırtını sakinleşmesi için aşağı yukarı sıvazlarken alnımı şakağına dayadım.

"Şşş bir şey yok, korkma."

Omuzlarımdaki ellerini çekip kollarını boynuma sardı. Yüzünü yüzüme bırakırken,"korkutma o zaman," dedi. Haklıydı. Korkabileceğini hesaba katmadan hareket etmiştim.

Yanağına bir öpücük daha kondurdum.

"Özür dilerim yavrum. "

Bir şey söylemedi. Bacakları iki yanımda öylece duruyordu. Bu şekilde beli ağrırdı.

"Hazan bacaklarını uzat. Belin ağrır böyle. "

"Tamam."

Üzerimde hareketlenip bacaklarını bacaklarımın arasına uzatırken penisime temas etmemek için verdiği çabayı fark etmiştim. Korkuyordu. Bu hâli canımı sıktı. Ne yaparsam alışırdı bana? Hangi yolu denersem aramızdaki bu sikik mesafeleri kapatabilirdim? Ulan karımdı lan benim. Bir buçuk ay olacaktı neredeyse birlikte olalı. Bir insan hiç mi alışmaz amınakoyayım? Şimdiye kadar ayrı uyduğumuz gece sayısı iki elin parmaklarını geçmiyordu lan. O kadar gece birlikte uyuyup, birçok kez yakınlaşmamıza rağmen neden hâlâ alışamıyordu buna?

" Hazan."

Konuşurken dudaklarım yüzüme koyduğu yanağına sürtünüyordu. Kokusu burnuma dolarken içimi çektim. Hazan ise ona seslenişimle yüzünü yüzümden kaldırıp gözlerime baktı.

" Ne?"

Bir iki saniye gözlerine baktım. Onunla tartışmak istemiyordum. Özellikle de bugün. Kıyamıyordum ona. Eve geldiğimden beri bana sokulup duruyordu. Yemekte de, az önce aşağıda otururken de hep gözlerimin içine içine bakıyordu. Açık açık yaklaşmıyordu ama ben anlıyordum. Hazan hiçbir zaman öyle dolu dolu sevgisini gösteren sırnaşık bir kız olmamıştı. O yüzden ne hissettiğini anlamak için gözlerinden gözlerimi ayırmamam gerekiyordu.

Bu yüzden sakin bir sesle, uzlaşmacı bir yol izlemeye karar verirken konuştum.

"Bana yemekten önce salonda anlattığın şeyler dışında bir sorun var mı aramızda?"

Kaşları çatıldı. Gözlerime ne demeye çalıştığımı anlamayan gözlerle bakıyordu. Belindeki ellerimi yüzüne çıkardım. Avuçlarımın arasındaki yumuşak tenini severken, "Hazan benden çekiniyorsun, " dedim. "Tek sorun o söylediğin şeyler olsaydı kendini benden bilinçli bir şekilde çekiyor olurdun ve biz şimdi konuşup bu konuyu halletmiş olurduk. Ama sen sana dokunmamdan korkuyorsun. Bak doğrudan ne hissediyorsan söyle bana. Söyle ki çözeyim. Ama yapma şöyle. Sana her dokunduğumda ürküyorsun. Üzerine gideyim, alışır bana, geçer zamanla, diyorum ama kıyamıyorum sana. Konuş benimle yavrum, hadi. "

Alt dudağını ısırıp gözlerini gözlerimden kaçırırken yüzünü boynuma gömdü. Birkaç saniye sessiz kaldığında salonda anlattığı şeyler dışında başka bir şeyler daha olduğunu düşünmekte haklı olduğumu anladım. Ve bu sinirlenmeme neden oldu. Niye her şeyi taksit taksit anlatıyordu bu kız? Bir şeyler düzelsin, aramızdaki sorunlar bitsin diye ben kendimden taviz verdikçe Hazan aramıza duvarlar örüp duruyordu. Kafayı yedirtecekti bana.

"Bilmiyorum, " dedi üzgün bir sesle.

"Neyi bilmiyorsun Hazan? İnsan neyden neden korktuğunu bilmez mi?"

Sesim biraz sertleşmişti. Sabrımı zorluyordu.

"Ben bilmiyorum işte," derken sesi titriyordu. "Sana dokunmak istiyorum, beni öpmeni, bana dokunmanı istiyorum. Seni mutlu etmek istiyorum ama olmuyor. Kendimi cesaretlendirip sana yaklaşmaya çalışıyorum, tam oluyor diyorum sonra bir şey oluyor yapamıyorum. Bana dokunmandan rahatsız olmuyorum. Eğer...yaşadığım o taciz ve tecavüz olaylarından dolayı böyle olduğunu düşünüyorsan düşünme. Sen bana dokunurken onların hiçbiri aklımın ucuna bile gelmiyor benim. Başka bir şey var. Belki de ilk kez böyle şeyler yaşadığım içindir. Zamanla geçer belki. Üzerinde durmayalım, nolur?"

Lan bunun üzerinde durmayacaksak neyin üzerinde duracaktık? Ben operasyonlar dışında kalan her anımı karımın yanında geçirmek isterken, Hazan'a dokunacağım anı beklerken onun benden böyle nedensizce korkmasını nasıl göz ardı edebilirdim? Benim yaşama sebebimdi bu kız. Ayrıca, seni mutlu etmek istiyorum, demek ne demekti? Birlikte olmamız, sevişmemiz, yakınlaşmamız sadece beni mi mutlu edecekti? Hazan bunu kendine görev mi ediniyordu? Ben niye bir türlü kendimi anlatamıyordum bu kıza?

"Hazan..."

"Fırat nolur konuşmayalım. Kendimi kötü hissediyorum, lütfen."

Gözlerimi kapatıp açarken yutkundum. Haklıydı belki de konuşmamalıydık. Ne kadar konuşursam konuşayım Hazan'a kendimi anlatamıyordum zaten. Kafasının içinde kendi kendine düşünüp inandığı şey her neyse beni anlamasını engelliyordu.

"Tamam, konuşmayalım, ama şunu bil. İstemediğin hiçbir şeyi sözde beni mutlu etmek için yapmak zorunda değilsin. Karımsın, sevdiğim kızsın sen benim. Ben seni hayatıma beni "mutlu" et diye almadım. Zevk aracım değilsin sen benim. Sadece varlığın bile yeter beni mutlu etmeye. Ben altı yıl boyunca senin hayalinle yaşamış bir adamım. "

Boynuma sarılı olan kollarını sıkılaştırıp bana iyice sokuldu. Başını biraz geri çekip yanağımı öperken bende beline sardığım kollarımı sıkılaştırdım. Her ne olursa olsun itemezdim ki onu kendimden.

Hazan başını boynumdan kaldırıp gözlerime baktı. O güzel dudaklarında küçük bir tebessüm vardı. Ateş parçası gözleri yüzümün her zerresinde geziniyordu. Hiçbir şey yapmadan bana öylece bakıyordu ve ben bundan bile tahrik oluyordum. Dolu dolu sevgisini gösteren sırnaşık bir kız değildi ama bir bakışı bile yetiyordu. Seviyordu beni. Bir ömür ona dokunmama izin vermesede bunu bilmek yeterdi.

Yüzüme doğru yaklaşıp alnımı öptü. Sonra burnumun ucunu. Ardından yanaklarımı derken dudaklarıma kapandı dudakları. Beni taklit ediyordu. Bekletmeden karşılık verdim ona. Bir elim belini okşarken diğer elimi saçlarına çıkarttım. Hazan boynumdaki kollarını çözüp ellerini omuzlarıma koydu. Çıplak tenimi avuçlarıyla okşarken kasıldım. Penisim git gide daha da sertleşip canımı yakarken yutkundum. Aslında beni mutlu etmek için çok fazla bir şey yapmasına gerek yoktu. Bir öpücüğüyle, küçücük bir dokunuşuyla bile kendimden geçiyordum zaten. Bir görse ya kocası nasıl meftundu ona.

Omuzlarımdaki elleri tenimi okşaya okşaya kollarımı buldu. Parmakları kollarımda aşağı yukarı gezinirken dokunuşları, usul usul vücuduma sürtünen üzerimdeki küçük bedeni aklımla oynuyordu. Dudaklarımdaki etli ve yumuşak dudaklarının ıslaklığı neler düşündürüyordu bana. Of ulan of!

Hazan dudaklarını dudaklarımdan ayırıp çenemi öptü. Oradan yüzünü boynuma gömüp tenimde dudaklarını gezdirirken etimi dudaklarının arasına alıp emiyordu. Gözlerimi sıkıca yumup sabır diledim o an. Sınırlarımı zorluyordu. Alıp verdiğim nefesler hızlanmıştı. Karım kalbime zarardı.

Boynumdaki dudakları boynumun her yerini öperken çenemin altındaki adem elması denilen kemiği buldu. Tenime vuran nefesi beni cayır cayır yakarken kollarımın arasındaki küçük bedenini daha sıkı sardım. Aklından her ne geçiyorsa yapmamalıydı. Fakat Hazan'ın dişlerini o kemiğe geçirmesiyle bunu dilemekte geciktiğimi anlamıştım. Bu yaptığı beni inletirken Hazan ısırdığı yeri emip öpmeye başlamıştı. İnleyişimle o güzel dudaklarından çıkıp kulaklarıma dolan gülüşü bu halimden zevk aldığını gösteriyordu.

Bu duruma daha fazla dayanamayacağımı anladığımda karımı tuttuğum belinden hızla altıma alıp üzerine çıktım. Beklemediği bu hareketim karşısında şaşkınlıkla açılan gözleri gözlerimde gezinirken yutkundu. Ona nasıl bakıyorsam gözlerindeki şaşkınlığa bir parça da korku karışmıştı. Penisimdeki ağrılı acı katlanılması zor bir hâl almıştı. Dişlerimi kırarcasına birbirine geçirdiğimden yüz hatlarım gerilmişti. Kaşlarımı istemizce çattığımı da göz önünde bulundurursak sinirli ve kızgın bir yüz ifadesine sahip olabilirdim.

Gözlerim Hazan'ın gözlerinden, hızla alıp verdiği, nefeslerle yükselip alçalan göğüslerine kayarken beline sarılı olan kollarımı çözdüm. Ellerimi bel oyuğuna yerleştirip karımı altımda biraz yukarıya çekerken başını yastığa koymasını sağladım. Rahat etmesini istiyordum çünkü bugün bu yataktan her yerini bana öptürtmeden çıkamayacaktı. Dokunulup sevilmedik tek bir zerresini bile bırakmayacaktım.

Ürkek gözleri gözlerime kilitlenmiş öylece dururken omuzlarımdaki ellerini göğsüme indirdi. Korkuyordu yine ama bu defa bu korkunun üzerine gidecektim. Az önce Hazan da o güzel ağzıyla kendisi söylemişti, bu konunun üzerinde durmayalım, diye. Yine de tam anlamıyla kontorlü elden bırakma taraftarı değildim. Hazan, dur, derse dururdum.

Alt dudağı altımdaki küçük bedeni gibi titrerken birdenbire değişen ruh hâli canımı sıksada umursamamaya çalıştım. Belindeki ellerimi çekip göğsümde duran ellerini tuttum. Başının iki yanına, yastığa koyduğum küçük ellerine parmaklarımı kenetlerken titreyen alt dudağını dudaklarımın arasına alıp yarasına dikkat ederek öptüm. Elleri ellerimi sıkıca tutarken bana karşılık verdi. En azından artık onu altıma alıp öptüğümde karşılık veriyordu. Deniyordu en azından. Kurban olurdum ben ona.

Dudaklarını çenesiyle birlikte bir süre emip öptükten sonra boynuna gömüldüm. Kokusunu içime çeke çeke tenini öperken küçük küçük ısırıyordum. Hazan tırnaklarını ellerime geçirirken altımda kıvranıyordu. Alıp verdiği iniltili nefesler aklımı bulandırıyordu. Elimden geldiğince yavaş ve temkinli olmaya çalışıyordum karımı öperken ama asıl istediğim onu çığlık çığlığa inletmekti.

Boynunun her yerini öpücüklere boğup sırılsıklam etmiştim. Nefes alış verişleri oldukça düzensizken dudaklarımı yanağına çıkarıp kokusunu içime çekerek öptüm.

" Karım," dedim nefes nefese. Teninin tadı ağzımda kokusu burnumdayken kelimeleri toparlamak güçtü.

"Hı?"

Zar zor duyabildiğim sesi beni rahatsız ederken gözlerine bakma ihtiyacı hissettim. Dudaklarımı yanağından ayırıp hafifçe aralık olan gözlerine baktım. Alnımı alnına dayayıp burnunun ucunu öperken, "iyi miyiz?" diye sordum. Yutkunup belli belirsiz başını salladı. Astım atağı geçirmiyordu. Sadece benden etkileniyordu.

Alnımı alnından ayrıp köprücük kemiklerinde dudaklarımı gezdirdim. Gerdanını öpüp koklarken göğüslerini kapatan şu ince askılı, yarısı olmayan atletten kurtulmak istiyordum. Ellerimi ellerinden çekip kollarını okşayarak göğüslerinin yanına indirdim. Dokunuşlarımla bedeni ürperip kasılırken atletinin eteklerini tuttum. Dudaklarımı teninden ayrıp gözlerine baktım yeniden. İsteyip istemediğini anlamaya çalışıyordum. Hazan gözlerini gözlerimden kaçırıp yattığı yerde biraz doğruldu. İzin veriyordu.

Atleti tuttuğum eteklerinden yukarıya doğru sıyırıp karımın üzerinden çıkarırken yatağın içinde bir yere attım. Uçları iyice kabarıp dikleşen büyük göğüsleri gözlerimin önüne serilirken sertçe yutkundum. Süt beyazı, pürüzsüz ve yumuşak teni, buram buram burnuma dolan tatlı kokusu beni deli ediyordu. Hazan yatağa geri uzanırken önüne dökülüp göğüslerinin bir kısmını kapatan saçları çok güzeldi.

Üzerine eğilip saçlarını avucumda toplarken her bir telini öpe koklaya geriye doğru ittim. Ardından sol göğsündeki doğum lekesini kokusunu içime çekerek öptüm. Diğer memesini de avucumun içine alıp sıkıp yoğururken elime tam oturmuştu. Hazan altımda kıvranıp dururken inliyordu.

Hilal şeklindeki doğum lekesinden dudaklarımı çekip memesinin ucunu ağzıma aldım. Emip çekiştirirken burnuma değen yumuşak teninden yayılan koku beynimi uyuşturuyordu. Çok güzeldi lan! Bir gün onu kaybedersem bu güzellikten, bu kokudan, bu tenden, kalbimi söküp yerine koyduğum bu kızdan ayrı kalma ihtimalini kaldıramayacağım kadar güzeldi.

"Ah Fırat..."

Dilimi gezdirdiğim meme ucuna burnumu sürtüp koklarken,"yavrrrum," dedim bastıra bastıra. Kollarını başıma sarıp beni iyice kendine çekti.

"Çok..çok sızlıyor, " derken ağlamaklı çıkan sesi canımı sıkmıştı. Kıyamıyordum bu hâline, ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Memesinin ucunu öperken, "ne yapayım yavrum? Söyle," dedim. Bana daha sıkı sarılıp birkaç saniye sessiz kaldı.

Ve sonra, "Daha sert öp, " dedi zar zor duyabildiğim sesiyle. Gözlerim gözlerini buldu. Böyle bir şeyi söylemesini Hazan'dan beklemiyordum. Sert mi seviyordu benim karım? Nasıl kıyacaktım peki ben ona?

Gözlerini gözlerimden kaçırıp odanın içinde gezdirirken gülümsedim. Emmeyi bıraktığım göğüs ucunu yeniden ağzıma alıp az önceye nazaran daha sert ve canını yakmadan ısırarak emdim. Avucumun içindeki diğer memesini de daha sert sıkıp yoğururken iyice kafayı yemek üzereydim. Altındaki şortu kalçalarından sıyırıp içine girmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Offf...Fıraaaat..."

Delirecektim lan! Kafayı yiyecektim anasını satayım!

İçimdeki freni boşalmak üzere olan Fırat'ı dizginlemeye çalışırken göğüsünden ayrılıp onu da diğer memesi gibi avucuma aldım. İkisini birden sıkıp yoğururken dudaklarımı göbeğinde gezdirdim. Her yerini öpücüklere boğarken etini dudaklarımın arasına alıp emiyordum. Göbek deliğinde dilimi gezdirdiğimde Hazan adımı söylerek inlemişti. İnleyişlerinin beni ne hâle getirdiğinden habersizdi. Karımı biraz daha sevdikten sonra banyoya girip otuzbir çekmem gerekecektik. Artık o da pek bir işe yaramıyordu. Penisim her gece Hazan'la uyurken, gündüzleri saymazsak, en az üç dört kere otuzbir çekmekten mosmor bir hâl almıştı. İzin verse, kendime verdiğim sözü siktir edip, içine de girerdim karımın. Yemekten sonra duş alıp yanıma geldiğinde adetinin kesildiğini söylemişti. Kullandığı ilaçlar yüzünden doktoru Arif bey adet döngüsünde bir süre düzensizlik olacağından bahsetmişti zaten.

Kesilmese ne olacaktı lan sanki?! İğrenir miydim ben hiç karımdan?

Hazan ellerini saçlarıma daldırıp çekiştirirken şortunun üzerinden dudaklarımı kasıklarında gezdiriyordum.

"Fırat...Fırat yapma..."

Göğüslerindeki ellerimi çekip tenini okşayarak bacaklarına indirdim. Bacaklarını iki yana açıp o küçük kadınlığını aradaki bez parçasının üzerinden koklayıp öptüm. Of ulan! Of amınakoyayım!

"Fıraaaat!"

"Yavrrrrum, karımmm."

Hazan kadınlığını kapatmak için bacaklarını birbirine bastırmak isterken bir bacağını tutup omzuma aldım. İç bacağını koklaya koklaya emip öperken Hazan kendini geri çekmeye çalışıyordu. Karımı diğer bacağından tutup kendime çekerken buna izin vermedim.

"Fırat...dur."

Bacağını öpe öpe diz kapağına gelirken, "şşş," dedim uyarıcı bir sesle. Yatakta doğrulup oturmaya çalışıyor, elimden kurtulmayı deniyordu. Sadece biraz daha sevip bırakacaktım, ama o an bir şey oldu.

"Fı- Fırat...lütfen...nolur...nolur bırak..."

Kulaklarıma dolan sesi beynime bir bıçak gibi saplanırken dudaklarından kopan hıçkırık nefesimi kesmişti. Sertçe yutkunup bacağını omzumdan indirdim. Dudaklarımı teninden ayırırken üzerinden kalkıp yanına oturdum. Karımı kollarıma alıp sarmak isterken gözlerine baktım ama yatağa yüz üstü uzanıp kollarını göğüslerine sarmış ağlıyordu.

Sıkıntılı bir nefesi alıp verdim. Ne yapacağımı, Hazan'a nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. Ağlanacak ne vardı lan şimdi bunda? Madem ona dokunmamdan rahatsız olmuyordu, madem ona yaklaşıp dokunduğumda o amınakoduğumun piçleri aklına gelmiyordu niye biraz ileri gittim diye ağlıyordu böyle? Tamam, bende, dur, dediği an duracağımı söyleyip durmamıştım ama bizi bu hâle getiren bu değildi. Hazan onu altıma aldığım andan itibaren korkmaya başlamıştı. Belki de söylediğinin aksine ona her dokunduğumda kendini...taciz...ediliyormuş gibi hissediyordu ama farkında değildi. Of hayır lan, hayır amınakoyayım! Bunu kaldıramazdım.

Kafamın içi cayır cayır yanarken ne yapacağımı bilemedim. Şu kapıdan siktir olup gitmeli miydim yoksa Hazan'ı kucağıma alıp sevmeli miydim? Aslında ortada tek bir seçenek vardı. Karımı bırakıp nereye gidiyordum lan?!

İçimi çekip Hazan'ı belinden tutarak yataktan kaldırdım. Bacakları iki yanıma gelecek şekilde kucağıma oturturken kollarını boynuma sardı. Yatakta hareketlenip sırtımı yatak başlığına yasladım. Dudaklarımı alnına bastırıp sımsıkı sarıldım ona. Rahatsız olmasından korkup çıplak sırtını okşayamazken yüzümü saçlarının arasına gömdüm.

"Ne yapacağım lan ben seninle? Hı? Nasıl olacak bu böyle?"

Yüzünü iyice boynuma gömüp bana sokulurken,"özür dilerim, " dedi. Bıkınca bir nefesi alıp verdim. Şu halleri çok yoruyordu beni.

"Neyin özrünü diliyorsun Hazan? Benim derdim sana dokunamıyor olmak değil ki, niye anlatamıyorum ben sana bunu? Benim derdim niye böyle olduğu. Tamam, ilk defa böyle şeyler yaşadığın için belki, zaten aksi mümkün olamaz, orası ayrı, ama sadece bu değil. Korkarsın, çekinirsin eyvallah ama titreyip ağlamak ne demek Hazan? "

Hıçkırdı. Gözünden süzülen yaşlar boynuma düşüp tenimi yakarken bu işi nasıl çözeceğimi gerçekten bilmiyordum.

"Bilmiyorum Fırat. İsteyerek yapmıyorum. "

Hazan'ı iyice kendime çekip sararken saçlarını öptüm.

"Biliyorum yavrum. Ben sana, isteyerek mi yapıyorsun, diyorum? Bu durumu çözmemiz gerekiyor sadece. Bir şey söyle, nasıl rahat edeceksen anlat bana ben de ona göre hareket edeyim. Zorlamayayım seni."

Başını boynumdan kaldırıp benimle yüz yüze gelmek isterken buna izin verdim. Uzun, kıvrımlı kirpikleri sırılsıklam olmuş, ateş parçası gözleri, her ağladığında olduğu gibi, hafiften yeşile çalmaya başlamıştı. Burnunun ucu kızarmış, alt dudağı aşağı doğru sarkmış titriyordu. Öyle masum, öyle tatlıydı ki dayanamıyordum ona.

Bir elimi yanağına çıkarıp yüzündeki yaşları sildim. Hazan ise birkaç kez dudaklarını bir şeyler söylemek için aralayıp kapatırken kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Söyleyeceği şey her neyse tereddüt ediyordu. Benden çekiniyor oluşu, bana düşüncelerini söylemekten tereddüt edişi canımı sıkarken sertçe soludum.

"Ne söylemek istiyorsan söyle Hazan. Kocanım ben senin."

Belki de değildim. Kendi kendime evcilik oynuyordum amınakoyayım!

Hazan gözlerime baktı bir süre. Emin olamıyor gibiydi. Söyleyeceği şey her neyse söylemeyip, "üstümü giyinmek istiyorum, " dedi. Sessiz kaldım. Ağzımı açarsam bağırıp çağıracaktım ve bunu istemiyordum.

Kollarımı belinden çözüp kucağımdan kalkmasına izin verdim. Dizlerinin üzerinde yatağın ayak ucundaki atletine doğru ilerleyip bana dönmeden üzerine geçirdi. Saçlarını atletin içinden çıkarıp ince beline dağılmasını sağlarken ayaklarını yataktan sarkıtarak öylece oturdu.

Sarılmak istedim ona. Ne düşünüyor bilmek istedim. O güzel kafasının içinde ne dönüyor da aramıza her geçen gün, ben birini yıktığıma sevinirken, başka bir duvar örmesine neden oluyor, bilmek istedim. Karımdı bu kız benim. Benden uzaklaşıp durmasına, gözlerinin dolmasına kıyamazken benim yüzümden ağlamasına katlanamıyordum. Niye gelip ne düşünüyorsa bana anlatmıyordu? Kocasıydım lan ben onun. Derdini, korkularını bana anlatmayacaksa kime anlatacaktı?

Duramadım, duramazdım da zaten. Yataktan kalkıp yanına oturdum Hazan'ın. Bir kolumu beline sarıp kendime çektim. Saçlarını öptüm kokusunu ciğerlerime hapsederken. Bu kız olmadan nefes bile alamazdım.

"Ne söyleyecektin yavrum az önce? Söyle içinde kalmasın. "

Burnunu çekişini duydum. Yapamıyordum lan. O böyle boynunu büküp ağlarken bir şeylere sabretmek iyice güçleşiyordu.

"Söylemeyeceğim. Söylersem kavga ederiz. Sen kızarsın bana."

Bu söyledikleri ne söyleyeceğini az çok tahmin etmemi sağlamıştı. Ve ben Hazan aklından geçeni söylememiş olsada sinirlenmiştim.

"Ayrılalım mı diyecektin yine?" diye sordum sert bir sesle. İçten içe yanlış anladığımı düşünmek istiyordum. Hadi bir öncekiler neyse lan ortada bir sebep vardı, ama bu sefer ortada hiçbir şey yoktu. Parmağında benim yüzüğüm vardı, çok değil iki gün önce imam nikahlı karım olmuştu. O yüzüğü parmağına takarken bir daha "ayrılık" kelimesini ağzına almayacağına dair söz vermişti bana. Tamam, o kelimeyi dillendirmemişti ama düşünmek ne demekti lan?! Delirtmeye mi çalışıyordu beni?

Yanlış anladığımı söylemesini beklerken sessiz kaldı. Ve ben cevabımı aldım. İçimde bir şey cayır cayır yanıp nefesimi keserken tüm vücudum öfkeden kaskatı kesildi. Sinirden patlamak üzereyken Hazan'ın beline sardığım kolumu çektim. Oturduğum yerden ayağa kalktım. Gözleri yerde öylece oturan kızda gezdirdim gözlerimi. Nerede hata yaptığımı anlamaya çalışıyordum. Ben bu kıza n'apmıştım da en ufak bir şeyde benden ayrılmayı tek çözüm olarak görüyordu?

Ne diyeceğimi bilemedim o an. Bir öncekilerde bağırıp çağırıyordum ama bu sefer ona bile gücüm yoktu. Kalbimi alıp avucuna verdiğim kız içimi paramparça ederken kafamın içindeki hayal kırıklığının yarattığı öfkeyle baş edemiyordum.

Yine de, "bu sefer n'aptım lan?" diye sordum. Bir şey söylesindi. Suçlasındı beni. Ama böyle durduk yere ayrılalım demesindi bana. Kafayı yerdim.

Başını eğdiği yerden kaldırmadan, "sen bir şey yapmadın. Bu sefer sorun benim, " dedi. Kendimi tutamayıp güldüm alayla.

"Niye lan? Beni "mutlu" edemdin diye mi?"

Gözleri nihayet yüzümü buldu. Kaşları çatılmıştı. Kızmıştı bana.

"Doğru konuş benimle Fırat. Ben seni, mutlu etmek istiyorum, derken sadece onu kastetmedim. Seninle sevişemiyorum diye kendimi kötü hissetmiyorum ben. Sana kendini kötü hissettiriyorum diye üzülüyorum. Neden böyle olduğumu anlayamıyorum. Nasıl çözülecek bu durum bilmiyorum. Seni de yoruyorum. Başka biriyle olsaydın böyle olmazdı. "

Son cümleyi söyleyene kadar yumuşamak üzereydim. Ama son söylediği şeyle kan beynime sıçramıştı. " Ne diyorsun lan sen?!!" derken yükselen sesime engel olamadım. Hazan ona bağırışımla oturduğu yerde korkuyla irkilirken ürkek gözleriyle yüzüme baktı.

"Ne demek başka biri lan?!! Delirtmeye mi çalışıyorsun sen beni?!!! Benim için altı yıldır başka biri diye bir seçenek mi var?!!"

Duraksadım. Dilimin ucuna gelen onca şeyi yutup sustum. Kaç yıl, o bilmeden, peşinde dolanmıştım it gibi? Kaç yıl hasretinden kafayı yeme raddesine gelmiştim? Ona geç kaldığım her anı kendime zehir etmiştim. Her şeyi bırakıp ona tutunmuştum. Niye anlamıyordu derdimin başkaları değil o olduğunu? Neden bir türlü bu dünyada benim için ondan başkasının olamayacağını anlatamıyordum ben bu kıza?

Ellerimle yüzümü sıvazlayıp odanın içinde volta atarken camın önündeki tekli koltuğa sert bir tekme savurdum. Koltuk yanındaki orta sehpaya çarpıp yere devrilirken sehpanın üzerindeki vazo yere düşüp parçalara ayrıldı. Hazan'ın attığı küçük çığlık kulaklarıma dolarken ona döndüm. Saniyelik bir göz göze gelsek de gözlerini hemen kaçırdı benden.

Ona doğru ilerleyip karşısına geçtim tekrar.

"Hep böyle mi yapacaksın Hazan? Hı? En ufak bir şeyde hemen, ayrılalım, mı diyeceksin? Aramızdaki sorunları çözmek yerine hemen başka birini mi düşünmeye başlayacağım? Ya da sen öyle mi yapıyorsun? İstemiyor musun beni? Başkasıyla olsam hoşuna mı gidecek? Ne yapmaya çalışıyorsun?"

Gözlerime baktı. Sol gözünden bir damla yaş süzülürken yutkundu.

"Hayır, " dedi. " Ben seni seviyorum. Senden başka kimseyle olmak istemiyorum. Senin de başkasıyla olmanı istemiyorum ama..."

"Ama ne Hazan?! Ama ne?!! Madem beni seviyorsun, madem başkasına gitmemi istemiyorsun, niye bunu düşünüp birde dilendiriyorsun?! Ulan, başka biri, derken bile midem bulanıyor lan benim! Ben senden habersiz seni severken bile, rahatlamak için dahi olsa, gitmedim lan başkasına! Senin benden haberin bile yoktu! Belki de hiç olmayacaktı! Ama ben yine de yapmadım! İçimdeki sana ihanet etmedim! Şimdi karımsın benim! Ne demek başkası amınakoyayım?!! Ne demek lan?!!!"

"Fırat..."

"Yok Fırat!!! Sen her gün sıç benim ağzıma, oku canıma, kafayı yedirt
bana sonra da böyle Fırat de!! Fırat mı bıraktın lan ortada?! "

Hazan gözlerime yalvarırcasına bakarken alt kattan gelen zil sesiyle odanın yarı aralık kapısına döndüm. Kim gelmişti lan bu saatte? Yerdeki tişörtü alıp başımdan geçirirken odadan çıktım. Merdivenleri inip kapıyı açtım. Karşımda Sado vardı.

Yüzümü görür görmez içeriye girip elini yüzüme doğru uzatırken, "noldu lan sana?!" diye sorduğunda başımı geriye çekip, "bir şey olduğu yok," dedim. Çatılan kaşlarıyla yüzüme endişeyle bakıyordu.

"Nasıl yok lan?! Ne oğlum bu yüzünün hâli?! Kime daldın lan Ankara'da?"

Yüzüne ters ters bakıp, "kimseye daldığım yok Sado. Bir dur, " dedim.

O sırada Zehra'da kucağındaki Ela ve elini tuttuğu Yiğit'le birlikte kapıda belirirken yüzümü görür görmez, "yengem yüzüne noldu?" diyerek içeriye girmişti. İçimden bir sabır çektim. Zaten başımda bir sürü dert vardı birde Sado'yla Zehra'ya uyduracak bir yalan bulmam gerekiyordu.

"İyiyim yenge. Bir şey olduğu yok. Anlatırım sonra. "

Sado gözlerimin içine içine bakıp,"yanlış bir zamanda mı geldik?" Diye sordu

"Yok, buyrun," diyerek kapıdan geri çekildim. Aslında geldikleri iyi olmuştu. Hazan'la yaptığım konuşmanın sonu hiç iyi yerlere gitmeyecekti çünkü. Ayrılık ya da Hazan'ın temenni ettiği gibi başka biri söz konusu bile olamazdı ama eğer kapı çalmasaydı kalbini kıracaktım. Hoş o benimkini paramparça ederken hiç düşünmüyordu ama ben bir yerden sonra kıyamıyordum ona.

Sado ve Zehra ayakkabılarını çıkarıp çocuklarıyla birlikte içeriye girerken Zehra, " yengem eltim yok mu?" diye sordu. Bir iki saniye duraksadım. Hazan'a sormadan içeriye davet etmiştim ama belki rahatsız olurdu. Gerçi şu saatten sonra yapacak bir şeyim yoktu.

"Yukarıda rahatsız biraz. "

Zehra, "nesi var? Bahar, ilaçlardan zehirlenmiş, midesi yıkandı, falan diyordu. İyi mi?" derken Sado Hazan'la aramızda bir şeyler olduğunu anlamış gibi yüzüme bakıyordu. Bir şeyi de anlama anasını satayım.

"İyi," dedim sadece. "Siz içeri geçin, ben geldiğinizi haber vereyim."

Sado, "ver bakalım, " dedi. İyi hoş adamdı da bazen sinirlerimi bozuyordu.

Onlar içeriye geçerken üst kata çıkıp yatak odasına girdim. Hazan bıraktığım yerde öylece oturuyordu. Birkaç adım uzağında durup, "Sado'yla Zehra geldi," dedim düz bir sesle. Gözleri yüzümü buldu. Ağlıyordu. Yutkundum. Boğazıma bir yumru oturdu. Bizi bu hâle getiren oydu ama yine benim canım yanıyordu.

"Zehra seni soruyor. Rahatsız olduğunu söyledim, aşağı inmek istemiyorsan uyuduğunu söyleyebilirim. "

Burnunu çekip ellerinin tersiyle yanaklarına doğru süzülen yaşları sildi.

"Gerek yok, inerim aşağıya. Ayıp olur öyle," derken ağladığı için boğuk ve tarazlı çıkan sesi titriyordu. Oturduğu yerden kalkıp yanımdan geçerken lavaboya doğru ilerledi. Kokusu burnuma dolarken içimi çektim. Niye beni kendine aynı evin içinde karımken, ben onu böyle köpek gibi severken hasret bırakıyordu? Niye canıma okuyordu böyle?

Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken, "Hazan," dedim. Adımlarını durdurup omzunun üzerinden bana döndü.

"Efendim?"

Baştan aşağı süzdüm onu.

"Üzerine doğru düzgün bir şeyler giy. "

Alt dudağını ısırıp başını salladı. Sonrada banyoya girdi. Bugün kaç kez alıp verdiğimi bilmediğim sıkıntılı nefeslere bir yensini daha eklerken odadan çıkıp alt kata indim. Salona geçip Sado'nun yanına otururken,"Hazan geliyor şimdi, " dedim.

Sado, "rahatsızsa rahatsız etmeseydin," dedi. Bir şeyler olduğunu anıldığı için tersime tersime konuşuyordu. Yüzüne sert bir şekilde bakıp kollarını bana uzatmış, "amca," diyen Yiğit'i kucağıma aldım.

"Naber aslan parçası? Nasıl gidiyor abilik?"

Yiğit kaşlarını çatıp kızgın gözlerle Zehra'nın kucağındaki Ela'ya bakarken, "kötü," dedi.

"Niye lan?"

"Fırat lanlı lunlu konuşma şu çocukların yanında. "

Zehra'ya kısa bir bakış atıp Yiğit' e dönerken, "tamam yenge," dedim.

Yiğit, "Ela senin bana aldığın uzaktan kumandalı arabamı kırdı amca," diyerek gözlerini doldururken, "yenisini alırız, " dedim. Gülümseyip,"daha büyüğünü istiyorum ama," dediğinde Zehra,"oğlum öyle denir mi? Rica etsene çocuğum, " dedi uyarıcı bir sesle. Sado yanımda bıkkınca içini çekerken başını geriye doğru atıp gözlerini kapattı. Yorgun görünüyordu. Restorantın bütün işleriyle o uğraşıyordu. Diğer yandan burada ilgilenmesi gereken kendi inşaat şirketi de vardı. Bir süredir yapmam gereken birçok işi Hazan'la ilgilenirken Sado'nun üzerine yıkmıştım. Şimdi de bir hafta sonra sınıra gidiyordum. Bu durumu telafi etmem gerekiyordu. En azından oturup bir konuşsak iyi olurdu.

Gözlerimi kucağımdaki Yiğit'e çevirip, "tamam, daha büyüğünü alırız," dedim. Yiğit'in gözü ise annesindeydi. Zehra, "teşekkür etsene anneciğim," derken uyarıcı bir sesle konuşuyordu. Baskın bir karakteri vardı. Yiğit'in üzerindeki baskınlığı bir yana Sado'ya da kök söktürüyordu. Sado bazen birlikte ocak başına gittiğimizde Zehra'nın bu huyundan şikayet edip dururdu. Evlendikten sonra Zehra'yı mesleğini bırakmaya zorlamıştı. Yengemin de tek meşguliyeti evi olmuştu. Sado'nun da baskıcılık konusunda Zehra'dan pek geri kalır bir yanı yoktu. Fazla kıskanç bir adamdı. Eyvallah, bende öyleydim ama her ne olursa olsun, ne kadar kıskanırsam kıskanayım Hazan'ı bir evin içine hapsetmeyi düşünecek kadar ileriye gitmemeye çalışıyordum. Öte yandan bizim durumumuz onlardan farklıydı. Hazan, Zehra kadar baskın bir karaktere sahip olmasada çok dik başlıydı. Mesleğiyle benim aramda bir seçim yapması gerekse kaybeden taraf ben olurdum. Ki bunu ondan istemezdim de. Ben bir Türk subayıydım. Yarın öbür gün şehit olursam Hazan'ın kendi ayakları üzerinde durabilmesi gerekecekti. Bütün mal varlığımı Hazan'a bırakacaktım ama yine de ayakta kalabilmesi için işine ihtiyacı vardı. İmam nikâhımız kıyılırken bu evi ve bana ait olan restorantı Hazan'a mehir olarak vermiştim. Bir de İstanbul'daki aile şirketinin bana ait olan yüzde yirmilik bir kısmı vardı. Onu da Hazan'a verecektim. Lise için Ankara'ya gittiğimden beridir biriktirmeye başladığım paranın bulunduğu bir banka hesabım mevcuttu. O hesabın kartını da operasyona gitmeden önce Hazan'a bırakacaktım. Biliyordum, içindeki parayı kullanmak istemeyecekti. Ama karımdı benim, bana ait olan ne varsa onundu. Belki o beni benim onu gördüğüm gibi görmüyordu, aramıza sürekli duvarlar örüp duruyordu ama ben yapamazdım.

"Ayyy eltim gelmiş, " diyen yengemin yerinden kalkmasıyla merdivenlere döndüm. Hazan buraya doğru geliyordu. Üzerine buz mavisi, bol paça bir kot pantolon ve pembeli morlu bir örme kazak giymişti. Kazağın açıkta bıraktığı göbeği canımı sıkarken beyaz teni ona dokunma isteğimi arttırıyordu. Kalçalarına kadar uzanan uzun, dalgalalı saçları çıplak ince beline dağılırken gözlerim yüzünü buldu. Küçük burnunun ucu hâlâ kızarıktı. Yanakları tatlı bir pembeliğe ev sahipliği yapıyordu. O öldüğüm ateş parçası gözleri yeşile çalarken sulu suluydu. Bu hâli kaşlarımı çatmama neden olurken benimle göz göze gelmeyişi hoşuma gitmedi.

Önümde Zehra'yla sarılırken kollarını yukarıya kaldırdığı için iyice açılan beli ve göbeği öfkelenmeme neden oluyordu. Burada Sado değil de bir başkası olsaydı bu kadar sakin olamayacağımı biliyordum. Odada üzerine doğru düzgün bir şeyler giymesini söylemiştim ama yine söz dinletememiştim karıma.

"Hoşgeldiniz."

"Hoş bulduk elticiğim. Böyle habersiz geldik ama kusura bakma. Biz sana geçmiş olsun, demeye gelmiştik. İyi misin?"

Hazan Zehra'ya gülümseyip, "ne kusuru, olur mu öyle şey? İyi ki geldiniz. İyiyim, bir şeyim yok, " dedi. Ne güzel gülüyor, ne tatlı konuşuyordu lan öyle? Mahvediyordu beni.

Zehra'dan ayrılıp Sado'ya yöneldi. Elini uzatıp, "hoşgeldin Saadettin abi," derken Sado Hazan'ın uzattığı elini sıkıp, "hoş bulduk, geçmiş olsun" dedi.

"Teşekkür ederim. "

Zehra kalktığı yere geri otururken Hazan anlık bir bana dönse de hemen gözlerini geri çekip, "ben çay demleyeyim size," diyerek mutfağa doğru ilerledi. Mutfağa girip gözden kaybolana kadar izledim onu.

"Ben de eltime yardım edeyim," diyen Zehra kucağındaki Ela'yı Sado'ya verip Hazan'ın peşinden salondan ayrılırken Yiğit de kucağımdan inip annesini takip etti. Sado'ya döndüm.

"Nasıl gidiyor işler?"

Yorgun gözleri yüzümü buldu.

"İyi. Hafta sonu açıyoruz restorantı. "

"Eksik gedik bir şey var mı?"

"Yok."

Başımı salladım.

"Asıl sende nasıl gidiyor işler? Ankara'da noldu?"

Önüme döndüm. Bir iki saniye ne yalan söyleyeceğimi düşündüm. Sado dostum diyebileceğim tek kişiydi. Ablamın cenazesinden sonra o koca konakta kardeş olmuştu bana. Sırf yanımda olabilmek için üniversiteyi Ömer ağanın isteği üzerine Urfa'da okumak yerine Ankara'ya yanıma gelmişti. Ben burada görev yapmaya başlayınca da Zehra'yla evlendikten sonra buraya taşınmıştı. Bir derdim olduğunda, içinden çıkamadığım bir durum olduğunda ilk ona giderdim. Şimdi ona yalan söyleyecek olmak ağrıma gidiyordu.

"Bir şey olmadı. Birkaç kişiyle konuştum öyle ama dişe dokunur bir şey çıkmadı. "

Sado oturduğu yerde öne doğru eğilip yüzüme baktı.

"Kimle kavga ettin peki?"

"Gece kaldığım otele giderken birkaç sarhoş çıktı önüme. Kafam bozuktu zaten. Daldım bende."

"Kafan bozuktu, daldın, öyle mi? Ya ters bir şey olsaydı oğlum? "

"Olmadı Sado. Burdayım işte, abartma."

Alıp verdiği sert nefesi duydum.

"Kıza ne dedin peki? Tartışmışsınız yine belli. Ağlamış kız."

"Bir şey demedim. Sana ne anlattıysam o. Ayrıca konunun ettiğim kavgayla bir ilgisi yok. "

Olabildiğince dürüst olmaya çalışıyordum. Tartıştığımızı zaten anlamıştı, inkar etmeye lüzum yoktu.

"Niye tartıştınız lan o zaman? Evlendiğinizden beri bu iki oldu. Aynı evde duralı bile iki gün olmadı Fırat. "

Haklıydı. Ben hariç herkes haklıydı amınakoyayım. Ne yaparsam yapayım bir şeyleri bir türlü yoluna koyamıyordum Hazan'la. Hep aynı yere takılıp duruyorduk. Başa çıkmaya çalıştığım onlarca sorun varken Hazan tüm o sorunlardan daha fazla canımı sıkıyordu. Aramızdaki en ufak bir şeyi bile çözemezken ondan sakladığım onca şey ortaya çıktığında Hazan'a asla kendimi dinletemezdim. Bu hâlleri birazda bu yüzden korkutuyordu beni.

Ellerimle sertçe yüzümü sıvazladım. Asıl sorunu söyleyemezdim ama birinin bana bir yol göstermesi gerekiyordu.

"Bilmiyorum Sado. Ben daha nolduğunu anlamadan birbirimize giriyoruz. Kafayı yedirtiyor bana. "

Sado kucağında huysuzlanan Ela'nın sırtını sıvazlarken,"kendinden yedi yaş küçük kızı alırsan böyle olur," dedi. Bu sözleri sinirlenmeme neden olmuştu. Bizim Hazan'la aramızdaki sorun yaş farkından kaynaklı bir durum değildi. Kaldı ki Hazan yaşına göre oldukça olgun bir kızdı. Olmasa kaç yazardı lan?! Seviyordum ben onu, her hâliyle de severdim. Ağzıma sıçıyor, canıma okuyor diye kızıyordum ama ona bu izni en başından beri ben vermiştim. Hazan onu böyle koşulsuzca sevmemi kaldıramadığı için bocalıyordu. Geçmişte her ne yaşadıysa ona duyulan sevginin karşılığını ne olursa olsun vermesi gerektiğini düşünüyordu. O yüzden de bana kendini vermeyi istiyor ve bunu yapamadıkça da başka biriyle olmamın onunla olmamdan daha iyi olacağını düşünüyordu. Ben anlıyordum onu. En azından anlamaya çalışıyordum. Beni zıvanadan çıkartan bu işin içinden nasıl çıkacağım, aramızdaki bu sorunu nasıl çözeceğimdi. Hazan bu konuda bana hiç yardımcı olmuyorken Sado'da mevzuya Hazan'dan pek farklı yaklaşmıyordu.

"Ne yapayım Sado? Ayrılayım mı Hazan'dan? "

Ela'daki gözlerini bana çevirdi.

"Saçmalama lan. Onu mu diyorum?"

"Ne diyorsun Sado?"

Sıkıntıyla içini çekti. Ağlamaklı sesler çıkartan Ela'yı omzuna yatırırken, "Ne bileyim oğlum? Ben ne dediğimi mi biliyorum?" dedi. İyi bari boş konuştuğunun farkındaydı. Ben karıma daha dün aşık olmamıştım çünkü. Altı yıldır kendimden yedi yaş küçük bir kızı seviyordum ve Sado bunu çok iyi biliyordu.

"Bu arada hafta sonu restorantın açılışına dedem de geliyor, haberin olsun. "

Öylesine bir şey söylüyormuş gibi ağzından çıkan bu sözler kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Ne demek Ömer ağa buraya geliyordu? Hazan'dan haberi yoktu. Buraya gelirse olacaktı. Hazan'ın Mahsun Türkoğlu'nun torunu olduğunu öğrenirse ortalık karışırdı. Ömer ağanın ne düşündüğü, ne yaptığı umrumda değildi ama bu durumdan Hazan'ın zarar görmesini hazmedemezdim. Dedesi olacak o şerefsiz hakkında Ömer ağadan bir şeyler öğrenirse her şey iyice kötüye giderdi. Hazan'ı bunca şeyden nasıl koruyacaktım?

"Ne demek buraya geliyor Sado? Ne söylediğinin farkında mısın sen?"

"Farkındayım. Kusura bakma koskoca adama, gelme, diyemedim. "

Sado kucağında çığlık çığlığa ağlamaya başlayan Ela'yla oturduğu yerden kalkıp önümde aşağı yukarı yürümeye başladı.

"Babacığım tamam, bir şey yok. Ağlama, şşş."

Ne halt yiyecektim lan ben şimdi? Belki de Ömer ağa gelene kadar Hazan'a her şeyi kendim anlatsam daha iyi olacaktı. Neyi bekliyordum ki zaten? Hazan'la tam anlamıyla düzelmemiz hiçbir zaman mümkün olmayacaktı. Hep böyle bir ileri iki geri gidip duracaktık. Hem benden öğrenirse daha az kırılırdı. Daha az üzülür, bir şeyleri daha çabuk kabullenirdi. Hafta sonuna üç gün vardı. Bir fırsatını bulup Hazan'a ablamdan başlayarak her şeyi anlatacaktım.

"Offf be kızım, altına mı yaptın? Gel anneye gidelim, gel."

Sado salondan çıkıp mutfağa girdi. Birkaç saniye içinde Zehra'yla birlikte mutfaktan çıktılar. Zehra söylenip duruyordu.

"Ya kaç kere gösterdim Saadettin çocuğun altını nasıl temizleyeceğini? Sanki ilk çocuğumuz? "

Sado Zehra'ya karşılık vermezken az önce Zehra'nın oturduğu tekli koltuğun yanındaki çantayı alıp peşlerine takılan Yiğit'le birlikte üst katın merdivenlerine yöneldiler. Gözlerimi onlardan çekip oturduğum yerde arkama yaslandım. Hazan'ı özlemiştim ve yanına gitmek istiyordum ama hâlâ söylediği şeyler yüzünden kızgındım ona. Kısa sürede geçeceğini bildiğim bir kızgınlıktı bu, ama şimdi değildi.

O sırada kulağıma dolan ayak sesleriyle yüzümü sağıma doğru çevirdim. Hazan'la göz göze geldik. Gözlerimi üzerinde gezdirdim. Az önceye göre daha iyiydi. Ellerini önünde birleştirmiş, yüzüme kaçak göcek bakışlar atarken yanıma geliyordu. Attığı her adım içimi titretirken yürüyüşünden bile etkileniyordum. Ne olursa olsun benimdi bu kız, benim karımdı.

Karşımda durup dudaklarını büzerken, "Fırat, " dedi. Sesine kurban olurum lan senin! Fırat ölür lan sana!

"Noldu?"

Alt dudağını ısırıp çekingen gözlerle yüzüme bakarken elini uzattı.

"Gelsene bir."

"Bir şey mi oldu?"

Başını sağa sola sallayıp, "olmadı bir şey. Gel sadece," dedi. Gözlerimi ne olduğunu anlamaya çalışırken yüzünde gezdirdim. Ateş parçası gözleri bana öyle güzel bakıyordu ki bakışları içimi eritiyordu. Canıma okuyup beni sikip atmak yerine hep böyle baksa ya bana. Ben de karımı koynuma alıp sevsem ya.

İçimi çekip uzattığı yüzüklü parmağının olduğu elini tutup oturduğum yerden kalktım. Minik eli avucumda kaybolurken beni arkasından çekiştirerek mutfağa doğru götürüyordu. Gözlerim istemsizce kalçalarında gezinirken saçlarının dağıldığı ince beline sarılmamak, yavrumu kendime çekip bastırmamak için kendimi zor tutuyordum. Deli ediyordu beni.

Mutfağa girdiğimizde elimi bırakmadan bana döndü. Gözlerini gözlerime dikip bana alttan alttan bakarken, "noldu?" diye sordum tekrar.

"Şey..."

"Ney?"

Gözleri arkasında kalan mutfak dolaplarının en üsteki rafını bulurken işaret parmağını oraya doğru uzatıp, "bana şu kabı verir misin?" dedi. Bu muydu lan? En ufak bir şeyi benden isterken bile neden böyle kıvranıp duruyordu?

Bana döndü tekrar. Gözlerini yüzümde gezdirip orada her ne gördüyse yutkundu. Elimdeki elini çekmek için hareketlenirken bırakmadım. Başını önüne eğip benden uzaklaşamayınca bana daha çok yaklaştı.

"Aslında ben kendim alırdım ama boyum yetmedi. Sandalyeye çıkınca da başım döndü biraz," derken beni neden buraya çağırdığını açıklıyordu. Çünkü kocası değildim ben onun, öl, dese bir an düşünmeden öleceğimi bilmiyordu çünkü.

"Çıkma bir daha sandalyeye falan. Çağır bana, gelirim ben," dedim düz bir sesle. Başını salladı.

Sıkıntılı bir şekilde iç geçirip, "hangisini istiyorsun?"dedim. Gözlerime bakıp arkasında kalan tezgaha döndü. Başını geriye atıp en üst rafa bakarken, "şu mor olanı istiyorum," dedi. Gözüme şu halde bile öyle güzel öyle tatlı görünüyordu ki ona dokunup sarılma isteğime karşı koyamıyordum. Bu yüzden tezgahla aramda kalan karıma iyice yaklaşıp tuttuğum elini bıraktım. Kolumu beline sarıp Hazan'ı kendime çekerek sarılırken istediği mor kaba uzandım. Kabı alıp tezgaha koydum. Diğer kolumu da beline sardım. Hazan kollarımın arasında kasılıp dururken yüzümü saçlarının arasına gömüp kokusunu içime çektim. Ellerimi çıplak belinde ve göbeğinde gezdirip yumuşacık tenini severken şu an bu mutfaktan çıkıp gitmem gerektiğini biliyordum. Evde yalnız değildik. Her an biri buraya gelip, bizi böyle görebilirdi. Ama ayrılamıyordum Hazan'dan. Kokusundan, teninden kopamıyordum. Ona duyduğum sevgi aklımı da, mantığımı da, gururumu da sikip atıyordu.

Hazan ellerini ellerimin üzerine koyup parmaklarını parmaklarımın arasına geçirirken, "Fırat, " dedi. Sesi titriyordu. Ona her dokunduğumda heyecanlanıyor ve bu da o güzel sesine yansıyordu.

Yüzümü arkadan beri boynuna gömüp kokusunu soludum yine. Beynim uyuşuyordu.

"Gülüm."

Küçük bedeni ürperirken yutkundu. Bana dönmek için kollarımın arasında hareketlenirken buna izin verdim. Yüz yüze geldiğimizde gözlerime baktı. Gözleri dolmuştu. Daha sıkı sardım kollarımda incecik kalan belini. Minik ellerini göğsüme koydu. Başka zaman olsa, "dur Fırat, yapma Fırat, biri görür Fırat, " derdi ama bu sefer o da bana yakın olmak istiyordu. Söylediği o şeyden pişman olmuştu.

"Özür dilerim, " dedi masum sesiyle. Halbuki bir özürle çözülecek bir mevzu değildi bu. Her seferinde ağzıma sıçıp sonra da bana böyle o güzel gözlerini dondurarak bakıp özür dilemesi yapıp söylediği şeylerin ağırlığını ortadan kaldırmıyordu. Sadece ben kıyamıyordum ona. Kıymalıydım ama. Biraz burnunun sürtmesi gerekiyordu. Ben onu böyle köpek gibi severken o da nasıl olacaksa amınakoyayım?

Bir şey söylemedim. Yüzüne doğru eğilip alnını öptüm. Ardından da boynuna gömdüm yüzümü. Burnumu tenine sürtüp kokusunu içime çekerken birkaç saniye öylece durdum. Öyle güzel kokuyordu ki sırf bu kokuyu solumak için bile affederdim bana yaptığı ve yapacağı her şeyi.

"Fırat."

"Hı?"

Göğsümdeki ellerini omuzlarıma çıkarıp boynuma sarıldı.

"Canan teyzeyle Bahar'ı da çağıralım mı? "

Gülümsetti bu sorusu beni. Kalabalık olmayı seviyordu. En son Bahar'a babaannesi olacak o kadını kovdurduğum için araları bozulmuştu biraz. Ama yine de Bahar'ı burda istiyordu.

" Tamam, çağıralım."

Kollarını boynumdan çözüp kendini benden geri çekti. Son kez kokusunu ciğerlerime hapsedip ayrıldım boynundan. Yüz yüze geldiğimizde gözlerimin içine içine bakıyordu.

"Benim telefonum yatak odasında kaldı. Senden arasak olur mu?"

Ben senin ağzını burnunu ısıra ısıra yesem olur mu?

"Olur. "

Kollarımı belinden çözüp mutfaktan çıktım. Salondaki orta sehpanın üzerinde duran telefonumu alıp Hazan'ın yanına döndüm tekrar. Fırında pişen poğaçaları kontrol ederken beni fark edince yanıma geldi. Elimdeki telefonu ona uzattım. Aldı. İsminin harflerinin bulunduğu sayıları tuşlayıp telefonu açtı. Rehbere girip Bahar'ın adını ararken telefonun ışığının yansıdığı yüzüne takıldı gözlerim. Tutulup kaldım ona öylece.

Bahar'ı arayıp telefonu kulağına götürdü. İkinci çalışta açılan telefondan Bahar'ın,"abi?"diyen sesi duyulurken Hazan gülümsedi. Boğazını temizleyip gözlerini gözlerime çıkartırken sesini kalınlaştırıp, "Bahar," dedi. Beni taklit ediyordu. Hafifçe gülümseyip gözlerine baktım. İyice bana yaklaşıp sokulurken başını zar zor yetişebildiği göğsüme yasladı. Tek kolumla belini sarıp kendime çektim karımı. Göbeğini okşarken telefonun diğer ucundan Bahar'ın gülüşü doldu kulaklarıma.

"İnşallah abim yanında değildir Hazan. Hiç hoşlanmaz taklidinin yapılmasından."

Hazan alt dudağını ısırıp gözlerime bakarken, "yanımda, " dedi. Hazan yapınca en nefret ettiğim şeylere bile aşık oluyordum. Karşımda başkası olsa Hazan'ın şimdiye kadar yaptığı şeylerin yarısına bile tahammül edemezdim, ama bu kız başkaydı işte.

"Torpillisin diyelim o zaman. Senin yaptığını ben yapmış olsaydım şu an Şırnak il sınırına doğru kovalanıyor olurdum. "

Hazan Bahar'ın bu sözleriyle kahkaha atarken bugün aklımı başımdan almaya yemin etmiş gibiydi.

"Ya Bahar," diyerek gülmeye devam ederken dayanamayıp boştaki elimle yanağını tutup dudağının kenarını öptüm. Onu öpüşümle gülüşü durulurken gözleri gözlerimi buldu. Alnımı şakağına dayadım. Dudaklarında küçük bir tebessüm yer edinirken, "şey, " dedi. "Ben seni müsaitsen Canan teyzeyle birlikte bize gelir misin diye sormak için aramıştım."

"Ay olur valla. Zaten evde canım sıkılıyordu. Bugün nöbetim de yok. Harun da fosur fosur uyuyor. Dur anneme sorayım da arayayım seni. O gelmese bile ben gelirim. "

"Tamam. Sen seviyorsun diye üzümlü kek yapacağım. Dikkatli gelin."

"Yaa Hazan! Kaçtır canım çekiyordu biliyor musun? Kimse senin gibi yapamıyor. "

"Ya? Söyleseydin ya Bahar."

"Ne bileyim bu aralar pek yeri ve zamanı değilmiş gibiydi. Neyse gelince konuşuruz. Sana anlatacaklarım var zaten. "

"Tamam, görüşürüz. "

"Görüşürüz ."

Hazan kapanan telefonu kulağından çekip bana uzattı.

"Teşekkür ederim, " dediğinde gözlerim dudaklarındaydı. Şimdi öpmezsem ev boşalana kadar aklımın dudaklarında kalacağını biliyordum. Bu yüzden yanağındaki elimi çenesinin altına yerleştirip başını biraz daha yukarıya kaldırırken dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Yapmamam gerekiyordu. Sürekli, ayrılalım, git başka birini bul, diyen karıma biraz mesafe koymalıydım. Bu kadar çabuk affetmemeliydim onu. Böyle koşulsuzca sevip şımartmamalıydım. Ama olmuyordu. Bir kere kokusunu soluyup gülüşünü duyunca bütün sınırlarım yerle bir oluyordu.

Dudaklarını birkaç kez emip bıraktım. Gözlerim yüzünü turlarken dilimi karımın dudaklarının tadının bulaştığı dudaklarımda gezdirdim. Ateş parçası gözleri dudaklarımı bulurken yutkundu. Bir şey söyleyip ona, tüm bu öpüp koklamalarımın, sarıp sarmalamalarımın üzerine, hâlâ az önce olanlara kızgın olduğumu, o söylediği şeyleri unutup affetmediğimi göstermem lazımdı.

"Telefon sende kalsın. Belki karıştırır, başka biri, var mı diye bakarsın. "

Sözlerimle yüzünün ifadesi değişip gözleri dolarken kolumu belinden çözüp elimi çenesinden çektim. Sonra da mutfaktan çıkıp salona geçtiğimde söylediğim şeyden çoktan pişman olmuştum. Lan daha yeni yeni morali düzeliyordu. Neredeyse birlikte olduğunuz günden beri Hazan'ı ilk defa öyle gülerken görmüştüm. Yanımda, evimizde, benim karımken yüzü gülüyordu ve ben o gülüşü gidip kendi ellerimle soldurmuştum.

Mutfağa geri dönüp özür dilemek istesemde merdivenlerde beliren Sado'yla yapamadım. Peşinden de Zehra çocuklarla birlikte inerken gece karımı koynuma alana kadar bu durumu düzeltemeyeceğimi anlamıştım.

********

Saat 20. 13'ü gösteriyordu. Bahar'lar yaklaşık on dakika önce gelmişti. Hazan, Zehra, Bahar ve annem mutfaktayken Elif 'le Yiğit salonda oynuyordu. Biz de Sado ve Harun'la birlikte oturuyorduk. Aklım Hazan'daydı. Söylediğim o sözlerden sonra bir kez olsun, tek bir salise bile göz göze gelmemişti benimle. Niye sikik ağzımı açıp öyle bir şey söylemiştim ki Hazan'a? Ne yapıyorsa yapsındı lan bana! İsterse ağzıma sıçıp, canıma okusundu. Yakıp yıkıp paramparça etsindi beni. Ama ben onun kalbini kırmamalıydım. Canını yakmamalıydım. Hoş kimin canı daha çok yanmıştı, orası da meçhuldü. Hazan'ın kahkahaları ara ara kulaklarıma dolarken benim burada bir süredir içim içimi yiyordu çünkü.

"Fırat. "

Harun'un sesiyle gözlerim onu buldu. Yüzüne baktım öylece.

"Konuşalım mı?" diye sorduğunda Sado, hayırdır, dercesine göz kırptı. Sado'ya herhangi bir tepki vermeden oturduğum yerden kalktım. Benim de Harun'la konuşacak şeylerim vardı ve sanırım onun konuşmak istediği şey de benim konuşmak istediğim şeyle aynıydı.

Harun peşimden gelirken dış kapıya yönelip kapıyı açarak dışarıya çıktım. Harun vestiyerden ceketini alıp yanıma gelirken kapıyı hafif aralık kalacak şekilde çekti. Evden biraz uzaklaşıp bahçe kapısına yakın bir yerde durduk. Harun'a eskisi kadar tepkili değildim. Bahar'ı bırakıp gitmelerinin mantıklı ve anlaşılabilir sayılabilecek bir sebebi vardı. Bahar'a karşı yanlış bir şey yapmıyordu. Bu yüzden onunla sakin sakin konuşmaya karar verdim.

"Sen sormadan ben her şeyi anlatayım. Gerçi artık biliyorsun VASÖ'yü falan. Ben Bahar'la evlenmeden çok önceden beri bu örgütteyim. Hatta bu örgüt tarafından burslu okutuldum. Çok katı kuralları olan bir örgüt VASÖ. Kim olduğumu, kimlere çalıştığımı anneme babama bile söylememe izin yoktu. Haliyle Bahar'da anlatamadım durumu. Bunca zaman senin de Bahar'ın da hakkımda ne düşündüğünüzü az çok tahmin edebiliyorum. Haksızsınız, diyemem. Kim olsa aynı şeyi düşünürdü. Ama ben Bahar'ı seviyorum Fırat. Ondan ayrılmayı düşünmüyorum. Düşünemem. Sadece içine sıkıştığım bu durumdan bir çıkış yolum yoktu. VASÖ'ye karşı gelemezdim. "

"Tamam, hadi ben seni anladım diyelim Bahar n'olacak? Bu şekilde nereye kadar yürür bir evlilik? Hiç mi bir çözüm yolu yok bunun? "

"Var. Dün Asena'yla konuştuk bu durumu. Yani o gelip bana senin VASÖ'ye alındığını söylediğinde bu konuyu da konuşmak zorunda kaldık. Çünkü ikimizde biliyorduk senin bu durumun üzerine gideceğini. Asena yani Hazan hanım bu konuyu üstlere taşıyacak. Bu sorunu çözerse bir o çözer zaten. Şu an için elimden beklemekten başka bir şey gelmez. "

Asena...Hazan...benim karım. Çözerse bir o çözer. Bizi kör düğüm ediyordu ama başkalarını çözüyordu demek.

"Kabul etmezlerse peki? O zaman nolucak?"

"Asena eğer kabul etmezlerse Bahar'a her şeyi anlatıp sorumluluğu kendi üzerine alacağını söyledi. Zaten VASÖ alışıktır Asena'nın kuralları çiğneyip geçmelerine. Bu sefer benim de başım yanacak ama Bahar için değer."

Kaşlarım çatıldı. Tamam, Bahar'ın üzülmesini istemiyordum ama Hazan'ın kendini tehlikeye atması da kabullenebileceğim bir şey değildi. Bu VASÖ denilen örgütü ve kurallarını tam olarak bilmiyordum. O kurallara uyulmadığı sürece verdikleri cezalara da hakim değildim ama Cihan bazı ajanların idam edildiğini söylemişti. Buradan da örgütün ceza yöntemlerinin fazlasıyla katı ve sert olduğunu pekâlâ çıkartabilirdim.

Hazan bugün, yaptığı hatalardan dolayı yeterince ceza almıştı zaten. Onun bu işe karışmasını istemiyordum. Bu yüzden bu konuyu Cihan'la konuşacaktım. Her ne kadar bunu kabullenmek hoşuma gitmesede Hazan konusunda kendimden sonra en fazla Cihan' a güvenebileceğimi biliyordum.

"Harun hadi içeriye gelin. Çay hazır," diyen Bahar'ın sesiyle bu konuyu burada kapatıp eve geçtik. İçeri girdiğimizde Hazan hariç herkes salondaydı. Karımın yanına gitmek istesemde bu kalabalıkta yapamazdım. Salona geçtim.

Benden sonra Hazan'da gelmişti. Ayakta durup oturacak yer ararken biraz Sado'ya yaklaşıp yanımda yer açtım. Elimi Hazan'a uzatıp," gel yanıma," dediğimde herkes gibi onun da gözleri beni buldu. Bir iki saniye yüzüme baktığında elimi tutmayacağını düşünsemde tuttu. Yerde oturan Yiğit'le Elif'in arkasından geçip yanıma geldiğinde annemle aramıza oturttum yavrumu.

Bahar , Zehra ve çocuklar yerde orta sehpanın etrafında oturuyordu. Sado, ben, Hazan, annem ve Harun koltukta oturuyorduk. Evin içi oldukça kalabalıktı. Hazan yanımda olmasa asla hoşlanmayacağım bir manzaraydı bu.

"Evet, şimdi çaylarımızı içerken, hazır evde televizyon da yok, oyun oynayalım," diyen Bahar dikkatleri üzerine çekmişti.

"Ne oyunu kızım bu yaştan sonra."

"Ayh Saadettin abi! İyi ki söyledin yoksa ben bu tepkiyi abimden bekliyordum. Ne var ya yaşımızda?"

"Bahar bana laf sokup durmasan mı abicim, hı? "

Hazan'ın gözleri yüzümde gezinirken ona döndüm. Gözlerini kaçırıp önüne dönerken annemle aramızda sıkışmıştı ve çenesi omzuma değiyordu. O an annemin Hazan'ın saçlarını sevdiğini fark ettim. Bu nedensizce içimde bir yere dokunurken hoşuma gitmişti.

"Of abi ya! Sana da hiç şaka yapılmıyor. Hazan'a gelince hiç böyle değilsin ama."

Bıkkınca bir nefesi alıp verirken Bahar'a döndüm yeniden. Sert bir ifadeyle gözlerine baktığımda ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp, "aman yüzbaşı abiciğim tamam, demedik bir şey," dediğinde herkes gülmeye başlamıştı ama ben sadece Hazan'ın gülüşünü duyuyordum.

"Ayh tamam, neyse. Ben evden tabu kutu oyunu getirdim. Çocukları saymazsak burada aklı baki olan yedi kişiyiz. İki gruba ayrılarak oynayabiliriz."

"Ya ben de oynayacağım. "

"Senin okuma yazman yok Yiğit'ciğim ama istersen süreyi sen tutabilirsin. "

"Tamam, olur."

"Peki o zaman. Önce grupları belirleyelim. Baştan söyleyeyim Hazan benim. Evet, anne hangi grupta olmak istersin? Bence Hazan'la bana gel."

"Kızım beni karıştırmayın. Ben şurada oturup örgümü öreyim."

"Ya anne?"

Hazan'da anneme dönmüştü.

"Canan teyze lütfen. "

"Kızım ben ne anlarım tabudan tabuttan? Oynayın siz."

"Anne anlamayacak ne var ki? Yasaklı kelimeleri kullanmadan bazı kelimeri anlatmaya çalışacağız, bu kadar basit. "

"Evet, Canan teyze. Bir kere deneyelim en azından. Sonra olmazsa yine oynamazsın. "

"Aynen anne, nolur?"

Annem bir Bahar'a bir Hazan'a bakarken, "ayh tamam be," dedi. Hazan'ı ilk kez böyle görüyordum ve bu hâli çok güzeldi.

"Tamam, annem, ben ve Hazan bir grubuz şu an. Bence kadınlar vs erkekler yapalım. Zehra'da bize gelsin."

"Olur."

"Hop hop! Oynamak istiyor musunuz diye bize fikrimiz sorulmadı ama."

Sado'nun bu tepksine Zehra,"sorulmadı kocacığım çünkü fikrinizin bizim için bir önemi yok," diyerek karşılık verirken Sado, "oylama yapalım. Erkekler çoğunlukta oynamak istemiyorsa fikrimizi önemsemek zorundasınız. Sonuçta demokrasi," dedi.

Harun,"valla ben oynarım," derken Sado bana döndü. Gözlerim Hazan'ı bulurken göz göze geldik. Aslında benimde işim olmazdı böyle oyun moyun gibi saçma sapan şeylerle ama Hazan çok hevesli görünüyordu. Az önce üzmüştüm onu, bir kez daha kıyamazdım karıma.

Gözlerinin içine bakarak,"oynarız," dedim. Yüzünde küçük bir tebessüm belirdi. Bu kız için her şeyi yapardım.

"Allah seni kahretmesin lan! Yaktın oğlum bizi."

Ben de yanıyorum be Sado.

Hazan gözlerini gözlerimden çekerken bir elini dizime koyup bana iyice sokuldu. Zehra küçük bir kahkaha atıp," evet, demokrasinin varlığını kanıtladığımıza göre oyunu başlatabiliriz,"dedi.

"Tamam, önce Hazan anlatsın. Yiğit süreyi tutsun. Rakip takımdan abimde yasaklı kelimeleri kontrol etsin. "

Bahar elindeki kutuyu bana uzattı.

"Bir kart seç abi."

Rastgele bir kart seçip Hazan'a gösterdim. Kartta "yaşam" yazıyordu. Yasaklı kelimeler de, canlı, doğum, hayat, ölüm ve yoldu.

Hazan Bahar ve diğerlerine döndü.

"Hazırım," dedi.

Bahar," süre iki buçuk dakika. Yiğit başlat," dediğinde Yiğit elindeki telefondan süreyi başlattı.

"Şimdi ben neyim?"

"İnsan," diyen Bahar'la Hazan başını salladı.

"Peki ben bir insan olarak napıyorum?" diye sorarken derin derin nefesler alıyordu. O kadar tatlıydı ki gülümsetti bu hâli beni.

"Nefes alıyorsun kızım," diyen annemle Hazan gülerken başını salladı.

"Evet, peki nefes alınca ben napmış oluyorum?"

"Yaşamak, yaşıyorsun."

Hazan heyecanla," evet, at mastar ekini, noluyor?" dedi.

Bahar,"yaşam," derken ellerini birbirine vurdular.

"Bir de bir. Sıradaki kelime. "

Kutudan bir kart daha seçtim. Kelime "etek" ti. Yasaklı kelimeler de; kısa, kız, terzi, giymek ve dekolteydi. Kartı Hazan'a gösterdim. Karta bakmak için başını hafif geriye çektiğinde başı burnuma çarpmıştı. Gözleri yüzümü bulurken kokusunu içime çektim. Hazan yutkunup önüne dönerken saçlarını elleriyle omuzlarından geriye atmıştı. Koltukta, annemle aramızda sıkıştığı yerden biraz öne gelirken, "şimdi," dedi. "Size bir deyim söyleyeceğim ve devamını siz getireceksiniz. Tamam mı? Nokta nokta nokta zil çalmak. Neyi zil çalmak?"

Annem araya girip, "etekleri," dediğinde Hazan iyice anneme dönüp," evet Canan teyze, leri ekini at," derken oyuna kendini fazlasıyla kaptırmıştı.

"Etek," diyen annemle Bahar, "iki de iki," dedi.

Zehra,"sıradaki kelimeyi alalım," derken kutudan üçüncü bir kelime daha çektim. Kelime "öfke"ydi. Biraz manidar bir kelime olduğunu düşündüm. Yasaklı kelimeler; nefret, sinirlenmek, aksi davranmak, dövmek ve aşağılamaktı.

Kartı Hazan'a gösterdim. Ne düşündü bilmiyordum ama gözlerindeki ifadeden aklından benim geçtiğim belliydi. Bu kelimeyi nasıl anlatacağını merak ettim. Benim üzerimden anlatırsa buradaki herkes kolayca kelimenin ne olduğunu anlardı. Çünkü bu masanın etrafındaki herkes, çocuklar bile birebir geçirdiğim öfke nöbetlerine şahitlik etmişti.

Hazan önüne döndü.

" Tamam, bu seferde atasözlerinden gidelim. Keskin sirke küpüne zarardır, nokta noktayla kalkan zararla oturur, atasözlerinde anlatılmak istenen duygu durumu nedir?"

Masadaki herkesin gözü bana dönerken annem," öfkeyle kalkan zararla oturur," dedi. Bahar, "keşke sadece abimin adını söyleyip sussaydın Hazan. Böyle sınav sorusu hazırlar gibi soru hazırlamana gerek yoktu," dediğinde gözlerim Hazan'daydı. Bana bakmıyordu. Gözleri Bahar'daydı.

Birkaç saniye öylece göz göze durdurlar ve Bahar, "tamam, oyuna devam edelim. Süremiz azalıyor," dedi. Hazan bana dönüp kartı göstermemi beklerken kimseyi umursamadan bir kolumu karımın beline sarıp kendime çekerken saçlarını öptüm. Hazan bu hareketimle afallarken hem şaşırmış hem de utanmıştı. Kendini benden geri çekmeye çalışsada annemle aramızda sıkışıp kaldığından kaçacak bir yeri yoktu ki ben de beline sardığım kolumu sıkılaştırarak buna izin vermedim.

Bahar ve Zehra aynı anda," oooooovvvvvv," derken Sado," hanım köylü," diyerek orta sehpanın üzerindeki çayına uzandı. Kimin ne söylediği, ne düşündüğü sikimde bile değildi. Zor duruyordum zaten karıma dokunmamak için, bu da bahanem olmuştu. O da beni benim onu her hâliyle sevdiğim gibi seviyordu. Ona onu sevdiğimi söylediğim ilk an da tanışmıştı öfkemle. Oğuz'un nişanında giydiği o kıyafet, o kadar erkeğin içinde şarkı söylemesi, dudaklarındaki o kırmızı boya, ortaya çıkıp dans edişi kafayı yedirtmişti. Yanına gitmek için zaman kollarken ona bakan erkekleri gördükçe sinirden kudurmuştum. Çok güzel bir karım vardı benim. Dışı ayrı içi ayrı yakıyordu yüreğimi. Her şeyiyle benimdi. Benim olmak istediği, beni sevdiği için bana aitti. O güzel dudaklarından bir kez olsun benimle ilgili bir şikayet dökülmüyordu. Çoğu zaman en sert, en kıskanç, en sinirli hallerime şahit olmuştu. Kalbini kırıp defalarca üzmüştüm yavrumu ama o hâlâ yanımda durup elimi tutuyordu. Aksi mümkün olamazdı zaten. Bu kızın ne içimden ne de hayatımdan bir çıkışı yoktu. Bu can bu bedende durdukça Hazan her zaman benim kalacaktı.

"Abiciğim tamam. Sonra da seversin karını. Oyuna mı dönsek artık. Gözlerinle yedin kızı. "

Hazan'ın yanakları ona olan bakışlarımdan, herkesin gözünün bizim üzerimizde olmasından ve Bahar'ın sözlerinden dolayı al al olurken öfkeli gözlerimin hedefi Bahar olmuştu. Ağzından çıkanı kulağı duymayan, diliyle aklının arasında bir filitre bulunmayan, ne düşünürse anında onu söyleyen bir kardeşe sahiptim.

Bahar," tamam, demedim bir şey. Devam edelim," dedi. Bir iki saniye daha Bahar'a baksam da orta sehpanın üzerinde duran kutudan bir dördüncü kartı seçtim.

Zehra, "bir dakikadan az bir süremiz kaldı," derken Yiğit," ya anne onu ben söyleyecektim," diyerek yüzünü ağlayacakmış gibi buruşturdu. Zehra," özür dilerim anneciğim. Bir dahakine sen söylersin," dediğinde bir kolumla çıplak belini sardığım için sırtı göğsüme yaslı olan karıma kartı gösterdim.

Kartta "hakim" yazıyordu. Yasaklı kelimeler; avukat, mahkeme, suçlu, olay ve karardı. Bu kelimeyi anlatmanın bir savcı olarak Hazan için zor olmayacağını biliyordum.

" Şimdi benim mesleğim ne?"

Zehra," savcısın," dedi. Hazan başını sallayıp, " evet, benim bir üstüm, duruşmalarda yanında oturduğum kişi kim?"diye sordu. Zehra'yla Bahar aynı anda, "hakim," derken Hazan,"doğru, bir kelime daha anlatabilirim," dedi. Kutudan beşinci bir kart daha çektim.

Kelime "şarlatan" dı. Yasaklı kelimeler; yalan, atmak, kandırmak, sallamak, övmekti. Hazan kelimeyi görünce küçük bir kahkaha attı. Gülüşüne ölürüm lan senin!

"Bahar bunu bilmen lazım. Hani bir sabah Ankara'da saat yedi gibi kapımızı çalmışlardı. Üst kattımızda oturan bir adam vardı. Falcıydı. Onu tutuklamak için gelmişlerdi. Adamı karşı komşumuz Halime abla şikayet etmişti. Polisler adamı götürürken balkondan ne diye bağırmıştı? Hatırlıyor musun?"

Bahar da Hazan gibi gülerken," şarlatan," dedi. "Polisler adamı bizim evde kalıyor sanmışlardı. Hatta Cansu bir gece önce eve sarhoş geldiği için ne yaptığını hatırlamıyordu. Bir suç işlediğini falan sanıp arka balkondan yangın merdivenlerine çıkıp evden kaçmıştı."

Hazan Bahar'ın anlattıklarıyla daha fazla gülmeye başlarken ben "adam" kelimesine takılmıştım. Ne adamı lan?! Sabahın o saatinde polislerin benim sevdiğim kızın evinde ne işi vardı amınakoyayım?! İnşallah Hazan o zamanlar da geceleri benim koynumda uyuduğu gibi yarı çıplak uyumuyordur? Neyi düşünüyordum ki anasını satayım?! Sokağa bile yarı çıplak çıkıyordu. Kim bilir kimler bakmıştı Hazan'a? Hangi ecdadını siktiğim gözlerini değdirmişti benim dokunup öpmeye kıyamadığım tenine? Ulan! Lan delirecektim.

Hazan'ı mümkünü varmışcasına iyice kendime çekip bedenime yapıştırdım. Kaşlarım elimde olmadan çatılmıştı. Sertçe alıp verdiğim nefesle karımın gözleri yüzümü buldu. Bu halimi anlamaya çalışır gibi gözlerime bakıyordu. Ona dönmedim. Evde alkol kullanan biriyle kalmaları da ayrı bir meseleydi. Hazan'ın astımı vardı.

"Ayh kızım hep görüyoruz haberlerde, fala inanılır mı hiç? Hepsi şarlatan zaten onların."

"Valla adam tatlı biriydi anne. Hazan'la bende gitmiştik bir iki kez. Evini görmeliydin, filmlerden fırlamış gibiydi. Söyledikleri de çıkıyordu ayrıca, dimi Hazan?"

Hazan gözlerini yüzümden çekip Bahar'a döndü. Birde evine mi gitmişlerdi lan o ibnenin?!

"Evet, söyledikleri çıkıyordu ama Halime abla adamı ona baktığı kahve falında söyledikleri üçüncü kez çıkmadığı için polise ihbar etmiş. Adam baya ticaretini yapıyordu bu işin. Garip garip tarifleri de vardı."

"Ay evet. Adam Halime ablaya kocan üç vakte kadar sana geri dönecek demişti de üç gün sonra kocası apartmana boşanmak istediğini söylemek için gelmişti. Halime ablayı da aldatıyordu. Sonra Halime abla üç gün boyunca apartmandaki herkesin halılarını kapıda yıkamıştı. Çok titiz bir kadındı ya. Başak burcu tabii. Ne günlerdi dimi Hazan? Neredeyse her gece içip içip eve gelen, her gün başka erkeklerle takılan Cansu'yu bile özledim. Her gün saç saça baş başa kavga ediyorduk. Bizi ayırımak için verdiğin savaşları hatırlıyorum. "

Dilimi ağzımın içinde gezdirdim. Alkolik biriyle, her gün başka erkeklerle takılan kızın tekiyle aynı evde mi kalıyorlardı? Ulan arayıp Bahar'a her sorduğumda çok iyi ev arkadaşlarım var, apartmanın sahibi hacı falan diyordu.

Hazan bir şeylere sinirlendiğimin farkındaydı. Bir elini istemsizce titretip durduğum bacağımın üzerine koymuştu. Gözlerimi Bahar'a sabitledim.

"Bana ev arkadaşlarının çok düzgün insanlar olduğunu söylemiştin Bahar. Apartmanın sahibi hacıydı. Üst katınızda polis oturuyordu. Ben de sana inanıp o olaydan sonra Ankara'da okumana müsade etmiştim. Yalan mıydı lan hepsi?!"

Bahar yüzüme tedirgin bir ifadeyle bakarken, "Ha-hayır ," dedi. "Yalan falan değildi abi. Gayet düzgün ev arkadaşlarım vardı. Hatta biri senin karın oldu. Buradan da ne kadar düzgün olduklarını anlayabiliriz. "

Sertçe soluyup," Hazan'dan mı bahsediyorum sence Bahar?! "dedim sinirle. Sesimin tonunu kontrol edemiyorken Hazan'ın belini saran kolumda, bütün vücudum gibi, öfkeden kaskatı kesilmişti.

"Fırat sakin ol. Kaç sene geçti üzerinden," diyen Hazan'la gözlerim gözlerini buldu.

"Sen sus. Seninle sonra hesaplaşacağız."

Bahar'a döndüm tekrar.

"O kızdan bahsediyorum. Üst katta oturan da polis değilmiş. Apartmanın sahibi de hacı değildi, dimi?"

Bahar sessiz kalıp başını önüne eğerken Hazan'da elini bacağımdan çekmişti. Harun," tamam Fırat. Gelmiş geçmiş mesele. Ne önemi var ki?" dedi. Aslında haklıydı ama hem Bahar'ın hem de Hazan'ın başına gelen o siktiğimin olaylarından sonra öyle bir yerde, öyle biriyle aynı evde kalıp, hiç tanımadıkları elin herifinin evine gitmeleri öfkelenmeme neden oluyordu. Üstelik Bahar'ın bana yalan söylemesi kabul edebileceğim bir şey değildi.

"Ne gelmişi ne geçmişi lan?! Dedemle bana da aynı yalanları sıktı bu kız. Biz de Fırat'tan sonra iyi mi, bir ihtiyacı var mı diye bakmaya gitmiştik. Hatta dedem üst katlarındaki polis dedikleri adamla tanışmıştı bile. Utanmadın mı kız yetmiş yaşındaki adama yalan söylemeye?"

Sado'nun sorusuyla Bahar başını eğdiği yerden kaldırıp," dedem o zaman 64 yaşındaydı Saadettin abi," derken Zehra Bahar'ın omzuna vurdu.

"Onu mu diyor sence görümceciğim?"

"Ne dedikleri umrumda değil yenge. Yirmi altı yaşında bir çocuk annesi kadınım ben. Evliyim, ama hâlâ geçmişte yaşanan şeylerin hesabını abime veriyorum. Bugün bile. Dışarıya çıkarken giyeceğim kıyafeti abime göre seçiyorum. Kocama değil abime hesap veriyorum. "

Yutkundu. Gözleri dolmuştu ve ağlıyordu. Bu hâli içimi sızlattı. Adam gibi bir babamız yok diye kardeşime hem babalık hem abilik yapmaya çalışırken biraz kantarın topuzunu kaçırdığımın farkındaydım ama huyum buydu lan işte.

" Evet, yalan söyledim. Cansu içki içen, gece evin yolunu zor bulan, erkek arkadaşlarını eve getiren bir kızdı. Ev sahibi hacı değil pavyon işletmecisiydi. Polis diye tanıştığınız adamın sokağın köşesinde tekel bayisi vardı. Okuldan eve evden okula dediğim Hazan bazı geceler barda şarkı söyleyip bazı geceler taksiye çıkıyordu. Sabaha karşı üçte dörtte dönüyordu eve. Gündüzleri okuldan fırsat buldukça part - time garsonluk yapıyordu. Ama yine de ne Hazan ne de ben kötü yola düşmedik abi. Ev sahibimiz pavyon işletiyor diye pezevenk değildi. Tekel bayisi olan abi polis değil diye bizi apartmanın aşağı sokağındaki tinercilerden korumamazlık etmedi. "

Duraksayıp burnunu çekerken ellerinin tersiyle yanaklarına doğru süzülen yaşları sildi.

"Bak Hazan'a ne kadar güçlü. Çünkü o senin beni koruyup, camdan bir fanusun içinde saklamaya çalıştığın her şeyi yaşadı. Taksiye çıkarken de barda şarkı söylerken de tacize uğradı defalarca. Gelip evde bize anlatmazdı ama kaç gece uykusunda sayıklarken dinledim onu. Eve gelene kadar pencerenin önünde Hazan'ı beklediğimde içeriye giremeyip apartmanın önündeki iki basamaklı merdivene oturup ağlayışlarını izledim. Gözümün önünde sokak serserileriyle kafa kafaya girdiği kavgaları saymıyorum bile. Yine de Hazan bugün koskoca bir cumhurriyet savcısı. Senin gibi biri tarafından seviliyor. Kadın olduğu için her şeyden izole edilmiş biŕ şekilde yaşamadı ama bir kadın olarak her şeyi başardı. Ben de Hazan gibi olmak istedim. O gece beni tecavüzden kurtarıp evine alan kıza hayran olmuştum çünkü. O yüzden Ankara'da kalmak istemiştim. Ama bugün...karnımda neredeyse bir aylık bir bebek var..."

Duraksadı yine. Gözleri Harun'u buldu. Ağzından çıkan her kelime kafamı allak bullak ederken darmadağın oluyordum. Bu hikâyede ne karıma ne de kardeşime kızabilirdim. İki kız çocuğu birbirlerine tutunmuşlardı o şehirde. Ve ben ikisini de korumak isterken buna güç yetirememiştim. Yanımda ağlayan Hazan'ı daha sıkı sardım. Bahar'a da sarılmak istiyordum ama söyleyecekleri daha bitmemişti. Şu sıralar iyi olmadığını biliyordum zaten. Fakat konuşmaya vaktimiz olmamıştı bir türlü.

"Kocamdan boşanmak üzereyim ve bu bebeği aldırmak için yarına hastane randevusu aldım...ama bunu bile Hazan dışında kimseye söyleyemeyecek kadar kendi kararlarımı vermeye hakkım yok benim. "

"Kızım ne diyorsun sen?!"

"Bahar...."

Ne diyordu lan bu kız?

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Loading...
0%