Yeni Üyelik
67.
Bölüm

67. Bölüm

@yikim2024

*******
Üzerimdeki deri ceketin cebinden çıkardığım anahtarı kapının deliğine sokup çevirirken Hazan, uğultulu bir ses çıkartarak yerdeki karları havaya savurup küçük çaplı bir toz bulutu oluşturan sert rüzgarla, kollarını kendine sarmıştı. Başını önüne eğmiş, kaçamak bakışlar atarak beni izliyordu. Kapıyı açıp sertçe geriye doğru ittiğimde benden uzaklaşarak bir iki adım gerilediğini gördüm. Sinirliydim ve bu sinirimin tamamı olmasada bir kısmı Hazan'dan kaynaklıydı.

"Geç," dedim sert sayılabilecek bir sesle. Öfkemi kontrol etmeye çalışıyordum. Karşımda başkası olsaydı bu, bu kadar kolay olmazdı ama söz konusu Hazan'ken beynimde fazla ileriye gitmeme engel olan bir mekanizma vardı.

Hazan yerdeki başını yavaşça kaldırıp gözlerime çekingen bir ifadeyle baktı. Alt dudağını ısırırken olduğu yerde durmaya devam ediyordu. Bu hâli sinir katsayımı artırırken neden böyle yaptığını anlayabiliyordum. Kendini ne bana ne de bu eve ait hissetmiyordu. Şu an bulunduğumuz durumun üzerine birkaç bir şey daha eklense yine ayrılmayı, otele gitmeyi falan düşüneceğinden adım kadar emindim. Belki de şimdi bile aklından böyle şeyler geçiriyordu, bunu bilemezdim. Öfkemden korktuğu için böyle bir düşüncesi varsa ve bunu dillendirmiyorsa bu suçunu gözümde hafifletmezdi. Yine de bazen benden korkması iyiydi. Bu korkuysa eğer aklından geçen her şeyi bana söylememesinin nedeni benden korkmaya devam etmeliydi.

Sertçe soluyup biraz aklımdan geçenler yüzünden biraz da Hazan'ın durduk yere dolan gözlerindeki yaşların yüzüne vuran, kapının önündeki sokak lambasının ışığında parlamasından dolayı yükselen sesimle," içeriye geçsene Hazan," dedim. İrkildi. Uzun kıvrımlı kirpiklerinin ucunda duran yaşlar yanaklarına doğru süzülürken başını yeniden önüne eğdi.

Bahar ulu orta bebek olayını herkesin içinde anlattıktan sonra annem çok sinirlenmişti. Oturduğu yerden kalkıp Bahar'ın üzerine yürürken ufak çaplı bir sinir harbi yaşıyor gibiydi. Harun ise anneme nazaran daha sakindi fakat yaşadığı hayal kırıklığı gözlerinden okunuyordu. Bahar annemin üzerine yürümesiyle korkuyla oturduğu yerden ayağa fırlarken Zehra korkan çocukları sakinleştirmeye çalışıyordu. Bahar'a hamile olduğunu bizden sakladığı ve bebeği aldırmak istediği için bende çok kızmıştım ancak o an Sado'yla birlikte Bahar'a vurmaya çalışan annemi durdurmaya çalışıyorduk. Hazan'da Bahar'la annemin arasına girip Bahar'ı arkasına almıştı. Olaylar bu raddeye gelene kadar oturduğu yere çivilenmiş gibi duran Harun da kendine gelebildikten sonra Bahar'a hesap sormaya başlamıştı. Bahar'ın ne hamile olduğundan, ne bebeği aldırmak istediğinden ne de ondan boşanmak gibi bir düşüncesi olduğundan haberi olmadığı bariz bir şekilde ortadaydı. Ardından mevzu bir karı - koca tartışmasına evrilirken Bahar bebeğin kendi karnında olduğunu, isterse aldırıp isterse aldırmayacağını, ikinci bir çocuk istemediğini, Elif'e evlilik dışında hamile kaldığını, o zamanlarda da anne olmak gibi bir plânı olmadığını, Harun'un hem bebeği hem de evlenmeyi kabul etmesi üzerine benden korktuğu için olayların bu noktaya geldiğini, eğer Harun'un tıp konferansı bahanesiyle nereye gittiğini ona mantıklı bir şekilde anlatmazsa ondan boşanacağını söylemişti. O an kan beynime sıçramıştı. Bahar'ın küçüklüğünden beri zorda kalınca tek çözüm yolu olarak gördüğü şey her zaman yalandı. Ama bu kadarını bende beklemiyordum. Evlilik dışı hamile kalması, Elif'in yanında Elif'e hamileyken de anne olmayı istemediğini söyleyişi ve şu an karnındaki bebeği aldırmakta kararlı oluşu, bu tavırları kolay kolay kabul edilecek şeyler değildi. Öyle ki bebek meselesinden önce Ankara'da Hazan'ın yanında kalmak için hem bana hem de Ömer ağayla Sado'ya söylediği organize yalanları bile görmezden gelmeye razıydım. Ama Allah'ın verdiği cana kıymak, evlilik dışı hamile kalmak ne demekti lan? O Harun itine de soracaktım Bahar'ı evlilik dışı hamile bırakmasının hesabını? Bu kız tek başına yememişti ya bu haltı?!

Bahar'ın sözleri olayı tekrar karı - koca tartışmasından aile meselesi seviyesine taşırken annem Bahar'a tokat atmak üzere elini havaya kaldırmıştı. Fakat o an Hazan ben daha ne olduğunu anlamadan kaşla göz arasında tekrar Bahar'la annemin arasına girdiğinde o tokat az kalsın Hazan'a iniyordu. Neyseki son anda annemin elini tutup Hazan'ı arkama alırken buna engel olabilmiştim. Öbür türlü bilerek ya da bilmeyerek annemin karıma vurması beni o an zıvanadan çıkartabilirdi.

Çocukların ağlayışları, annemin bağrışları, Bahar'ın kendini savunmaya çalışırken her şeyi daha da boktan bir hale sokması, Harun'un olayın merkezinde olmasına rağmen sessiz kalması, Zehra'nın hem ağlayan bebeğini hem de Elif'le Yiğit'i susturmak için uğraşmaları, Hazan'ın tek başına Bahar'ı hem fiziksel olarak hem de sözleriyle savunmaya çabalaması ve benim tam olarak nerede duracağımı bilemezken karımı aradan alışım ve o an Bahar'ın bayılıp yere düşmek üzereyken Harun tarafından son anda tutulmasıyla hep beraber hastaneye gidişimiz birkaç dakika içinde gerçekleşmişti.

Hastaneye vardığımızda da Bahar muayene edilirken annem tüm bunları bilip bilmediği konusunda biraz Hazan'ın üzerine gitmişti. Hazan'ın her şeyi bilmesine rağmen susması, Bahar'ın hamile olduğunu bende dahil kimseye söylememesi beni de sinirlendirmişti fakat yinede Hazan'ı yanıma alıp annemin ona kızgın ve sert bir ses tonuyla sorular sormasına müsade etmemiştim. O benim karımdı. Bir hesap sorulacaksa bunu ben yapardım.

Doktor, Bahar'ın stres sebebiyle bayıldığını bebeğin de Bahar'ın da iyi olduğunu söyledikten sonra herkes evlerine dağılmıştı. Hastaneye giderken de hastaneden dönerken de sorduğum ve söylediğim hiçbir şeye sessiz kalmak dışında bir cevap vermeyen Hazan'la öfkeden patlamak üzereydim. Sado'lar gelmeden önce yatak odasında olanlara, Hazan'ın kardeşimin hamile olduğunu, bebeği aldırıp kocasından boşanmak istediğini bana söylememiş olmasına birde bu beni her defasında çileden çıkaran suspus halleri de eklenince sabrım tükenmek üzere gelmişti.

Hazan'ın ona içeriye geçmesini söylememe karşın hâlâ, sanki ona herhangi bir zarar vermemden korkuyormuşcasına bulunduğu yerden hareket etmeyişi ve ağlaması sinirden damarlarımın çekilmesine neden oluyordu.

Sakinleşmek için aldığım derin ve sert nefesi yavaş yavaş dışarıya verirken ellerimle yüzümü sıvazladım. Etrafımda yarım tur dönüp gözlerimi bir iki saat önce, biz hastaneye giderken yağan kara nazaran ince ince atıştıran gökyüzüne çevirdim. Yüzümdeki ellerim hıncımı almak istercesine saçlarımı bulurken Hazan'ın hafifçe burnunu çektiğini ve hıçkırdığını duymuştum.

Yanımda duran, kapının önündeki mermerle döşenmiş alanın üzerini kapatan çatıyı tutan kolona sert bir tekme indirdim. Çıkan tok sesle Hazan sesli bir şekilde irkilirken ani bir hareketle ona döndüm.

Benden iyice uzaklaşıp destek almak için evin duvarına yaslanmıştı. Konuşarak anlaşamayacağımızın farkındaydım. Bu yüzden büyük ve sert adımlarla üzerine doğru yürüyüp Hazan'ı belinden tuttuğum gibi kucağıma aldım. Ona dokunuşumla kasılıp ürpermişti. Bu halini benden korktuğuna değil de onu kucağıma almamı beklemediğine yordum o an. Ya da öyle yormak istedim. Aksi daha çok öfkelenmeme neden olacaktı çünkü.

Ayağımdaki botları topuklarına basıp çıkarttıktan sonra kapının üzerindeki anahtarı alıp kapıyı kapatarak içeriye girdim. Karanlık salonda Hazan'la birlikte birkaç adım ilerleyip ışıkları açtım. Köşe koltuğa doğru yürüyüp Hazan'ı oturttum. Önüne çöküp ayağındaki ayakkabıları çıkarttım. Sakinleşmek için kendime zaman tanımak adına elimdeki ayakkabıları kapının önüne bıraktım.

Salona geri döndüğümde Hazan koltuğa sinmişti. Zaten küçücüktü, mümkünü varmış gibi daha da küçülmeye çalışıyor gibiydi. Sırtımdaki ceketi çıkarıp koltuğun üzerine atarken gözlerim Hazan'daydı. Nereden başlayacağımı düşündüm birkaç saniye. Sonra nereden başlayacağımın çokta bir önemi olmadığına karar verdim. Her türlü sesimin yükseleceğini biliyordum.

Şömineyi arkama, üzerinde öylece duran dolu çay bardaklarının ve kek, poğaça gibi ıvır zıvırın bulunduğu ahşap orta sehpayı da aramıza aldığım bir yerde durdum.

"Niye bana söylemedin?"

Sesim yüksek değildi ama kızgın olduğumu yeterince belli ediyordu. Hazan önüne eğili olan başını bir anlığına kaldırır gibi olsada kaldırmadı. Önüne dökülen saçları yüzünü görmeme engel oluyordu fakat ağladığını çektiği burnundan ve alıp verdiği zar zor duyulan nefeslerinin titreyişinden anlayabiliyordum.

Yine sessiz kalacağını düşünürken,"söyleyemezdim," dedi. Ağladığı için boğuk ve tarazlı çıkan sesi sonlara doğru bir hıçkırıkla çatlamıştı.

Ağlarken ki ses tonu içimi eziyordu. Şu hallerine, benden korkup çekinmelerine katlanamıyordum. Ama diğer türlü bağırıp çağırmadan Hazan'la iletişim kuramıyordum.

"Niye lan?" diye sordum içimde her an her saniye Hazan'a yenilmeye hazır olan yanımı yoķ saymaya çalışarak.

"Bahar söyleme, demişti. "

"Bu yani?! Bahar söyleme dedi sende sustun öyle mi Hazan?! Sen sana söylenilen her şeyi yapıyor musun?! Onca şey söyleyip sayıyorum sana hangi birini dinledin lan şimdiye kadar?! "

"Aynı şey değil," derken ıslak, uzun ve kıvrımlı kirpiklerinin çevrelediği yeşile çalan ateş parçası gözleri yüzümü buldu.

Sinirle başımı salladım. Ona doğru birkaç adım atıp dururken," evet, aynı şey değil," dedim. " Bu sefer ortada bir can var! Ya bu gece gelmeseydiler buraya, ya Bahar birden patlayıp her şeyi ortaya dökmeseydi, ya yarın gidip aldırsaydı o bebeği?! Hı? Nolacaktı lan o zaman?! Bahar bir cana kıymış olacaktı sen de buna sessiz kalmış olacaktın! "

Sözlerimle gözlerinde bir şeyler oldu. Ne olduğunu anlayamadım ama neredeyse söylediklerimden pişman olacaktım.

"Bahar kendi kararlarını kendi verecek yaşta. Değilse bile Bahar'ın kendi kararlarını verebilecek olgunluğa gelmesine engel olan söylediklerine göre senmişsin. Bence Bahar'ı senden korkup sustukları için suçlayamazsın."

Bu söyledikleri bir parça ağrıma gitmiş olsada mesele sözleri değil bunları söyleyenin Hazan olmasıydı. Öte yandan bu tavrı bana başka şeylerde düşündürüyordu. Düşünmek istemeyeceğim, doğru olmasını kabullenemeyeceğim şeyler.

"Öyle mi? Bahar'a çocuğu aldırması konusunda destek oldun yani? Bu söylediklerinden bunu mu anlamalıyım? Yarın öbür gün bir şekilde benden hamile kalsan çocuğu istemeyip aldırabilirsin yani? Bunda bir sorun yok? Öyle mi? Kendi kararlarınızı verebiliyor olmanız kimseye bir halt yerken sormayacağınız anlamına mı geliyor? Bu mu Hazan?"

Bir süre şaşkın olduğunu belli eden bir yüz ifadesiyle gözlerime bakıp oturduğu yerden kalkarken," evet, çok doğru anlamışsın. Öyle," diyerek merdivenlere doğru ilerlemeye başladı. Sorduğum soruların alamadığım cevapları iyice sinirlenmeme neden olurken hızla peşinden gidip kolunu tuttum. Bana dönmesini sağlamaya çalışırken kolunu elimden çekip," bırak beni," diyerek bağırdı. Gözlerinden yanaklarına doğru süzülen yaşlar canımı sıkarken diğer kolunu da kavradım.

"Konuşacağız Hazan. Öyle laf sokup gidemezsin."

Göğsümün altına zar zor gelen boyuyla başını geriye atıp yüzüme bakmaya çalışırken," ben mi laf sokuyorum? Sen bana ne söylediğinin farkında mısın?" dedi titreyen sesiyle.

"Sen ne söylediğinin farkında mısın peki? Bahar kendi kararlarını kendi verecek yaşta, ne demek lan? O kararların arasında bir bebeğin canına kıymak yok Hazan! Olamaz! "

Kollarını elimden çekti. Bu sefer bende canı yanmasın diye bıraktım.

"O kararların arasında hangi kıyafeti giyeceğine karar vermekte yok, hangi şehirde okuyacağına karar vermekte yok ama."

Tersime tersime konuşup damarıma basıyordu. Bu kelimeler Hazan'a ait değildi. Öyle oturmuyordu ki ağzına. Benim karım bir bebeğin canına kıyılmasını savunmazdı, benim yavrum anlardı tek derdimin Bahar'ı korumak olduğunu. Niye böyle yapıyordu bu kız?

"Hazan!"

"Ne?!

"Sana da karışıyorum kıyafet konusunda! Bahar'a özgü bir şey değil bu! Üniversiteyi başka şehirde okumasını istememekte de haklıymışım, birkaç saat önce duydum ben duyacağımı!"

" Bahar'a özgü bir şey demedim ben zaten. Bana karışıyor olmanı ben sorun etmiyorum. Sen kocamsın benim ama Bahar'ın da bir kocası bir hayatı var. Üniversite meselesinde de seni haklı çıkartacak hiçbir şey yoktu. "

Bana her, kocam, dediğinde içimde yanan ateşi görmezden gelmeye çalışırken bilinçsizce üzerine doğru birkaç adım attım.

"Ne demek yok anasını satayım?! Ev sahibi pavyoncu, komşuların biri tekelci öbürü sikik sikik şeylerle uğraşıyor! Ev arkadaşınız olacak kız ayyaş, her gün eve başka başka erkekler girip çıkıyor!! Sen astım hastasısın, Bahar daha yeni...! " Bir anlığına o kelimeyi ağzıma alamayıp duraksadıktan sonra devam ettim.

"Bir de yetmezmiş gibi evlilik dışı hamile kalmış! Birde geçmiş karşıma senden korktum, Harun bebeği de evlenmeyi de kabul etmese ben zaten anne olmak istemiyordun, diyor! Sen bana neyi savunuyorsun Hazan?! "

Dudaklarını büzüp gözlerini gözlerimden kaçırırken," bebek konusunda haklısın," dedi. "Ben Bahar'a bebeği aldırmamasını söyledim. Hatta sen doğur ver bana ben bakarım, bile dedim. Ama bir yerden sonra nasıl engel olacağımı bilemedim. Çok kararlıydı. "

Başı önüne eğik olduğu için gülümsedim. Bu benim Hazan'ımdı işte. Yaşına başına bakmadan başkaları için kendini ortaya atıyordu. Bahar'ın çocuğuna bakmayı teklif etmesi hem şaşırmama neden olmuştu hem de o kadar Hazan'ın söyleyebileceği bir şey gibi gelmişti ki gülümsemeden edememiştim.

Hazan başını yerden kaldırır gibi olurken yüzümdeki gülümsemeyi yok edip," bana gelecektin Hazan," dedim. "Ortada senin yapman gereken bir şey yoktu. Bana söyleyecektin ben yapacaktım."

"Bağırıp çağırarak mı? Bugün Canan teyzeden sana fırsat kalmadı ama senin yapacağın da Canan teyzenin yaptığından farklı olmayacaktı. "

"Hak etti Hazan. Sakladığı ya da sakladığınız şey, geçmişte yaşananlar ve bugün olanlar öyle yenilir yutulur şeyler değildi. Yaptığı yanlışın farkına varması gerekiyordu. "

Kaşları çatılırken gözlerime söylediklerime inanamıyormuş gibi baktı.

"Ne yani hak ettiği şey Canan teyzenin ona vurması mıydı? Hamile olduğunu bile bile?"

"Hayır, Hazan. Böyle bir şeyi bizden, bizi geçtim kocasından saklaması yanlıştı. Ona birinin bunu anlayacağı dilden söylemesi gerekiyordu. Annemin ona vurmasına zaten engel olduk. Ve ben bu zamana kadar ne Bahar'a, ne emirimde çalışan tek bir kadın askere ne de herhangi bir kadına küçücük bir fiske bile vurmadım, vurdurtmadım da. Şiddet yanlısı şerefsiz herifin tekiymişim gibi konuşma benimle. "

Söylediğim şeylerden çok farklı bir şey düşünüyormuş gibi gözlerini evin içinde gezdirirken," kadın olduğu için," dedi. Sonra gözleri yüzümü buldu.

"Bahar'a kızdığınız şey için Harun'a kızmadınız. Evlilik dışı hamile kalması sadece Bahar'ın suçu mu? Az önce bana bir şekilde...senden...hamile kalsaydım bebeği aldırıp aldırmayacağımı sordun. O zaman bende sana şunu sorayım; evli olmadan senden hamile kalsaydım bunun tek sorumlusu ben mi olacaktım?"

Ne diyordu lan bu kız? Daha bu sabah yatak odasında kucağımda oturup babaannesiyle ilgili konuşurken söylemiştim, öyle bir şey olsa ben seni asla bırakmam, diye. Şimdi kime neyi soruyordu?

Ellerimi belime koyup başımı tavana doğru kaldırırken bıkkınca içimi çektim. Sonra gözlerimi Hazan'a çevirdim.

" Önce uçkuruma sahip çıkardım Hazan. Ne olacağımızı bilmediğim kıza dokunmazdım. Şimdi bile karımsın ama ben sen istemediğin sürece sana dokunmamak için elimden geleni yapıyorum. Sana dokunmama izin versen bile ben seni ikimizde oturup birlikte karar vermeden hamile bırakmam. Kaldı ki ben Bahar konusunda, Harun'un suçu yok, demedim. Ona da sorulacak bunun hesabı ama şu an kapatalım bu konuyu çünkü Bahar kardeşim benim ve bu konu canımı sıkıyor, tamam?"

Başını aşağı yukarı sallayıp," tamam," dedi. Başka da bir şey söylemezken üzerindeki montun fermuarını açıp çıkardı. Montu kapının yanındaki vestiyere asıp önümden geçerek orta sehpanın üstündeki içinde kek ve poğaça bulunan iki tabağı alıp mutfağa yöneldi.

Bir süre sonra elinde bir tepsiyle geri dönüp çay bardaklarını topladı. Yeniden mutfağa giderken onu böyle izlemenin nedenini anlayamadığım bir şekilde hoşuma gittiğini fark ettim. Burası bizim evimizdi, o benim karım, yuvamdı. Minicik ayaklarıyla evin içinde yürümesi, küçücük boyuyla bu evi doldurması, mutfaktaki masanın üstünde duran tokası, yere düşen birkaç saç teli, yatak odasındaki kıyafetleri, banyodaki diş fırçası, üzerime, yatağıma sinen kokusu, gece koynumda uyurken alıp verdiği nefesleri kısacası varlığı şükür sebebimdi.

İçimi çekip Hazan salona geri girerken masadan sigara böreği ve patlamış mısır tabağını alıp mutfağa gittim. Tabakları yemek masasının üzerine bırakttığımda Hazan elindeki altı adet boş servis tabağıyla yanıma gelip elindekileri masaya koydu. Ardından tezgaha yönelip eline yeşil bir bez aldı. Üzerine biraz deterjan döküp suyun altında yıkarken gözlerim yine ince beline dağılan saçlarında ve kalçalarında geziniyordu. Üzerindeki kazağın açıkta bıraktığı beline sarılmak istiyordum. Ama şu ayrılık meselesi, Hazan'ın her çıkmaza girdiğimizde bunu öne sürmesi konuşulması gereken bir konuydu. Bu yüzden en azından ondan uzak duruşumdan bir şeyleri hâlâ tamamen affetmediğimi hissetmesini istiyordum.

O sırada pantolonumun cebinde çalan telefonla gözlerimi, yıkayıp sıktığı bezle mutfaktan çıkan Hazan'dan çektim. Telefonu cebimden alıp kimin aradığına baktım. Cihan'dı. Bu saatte neden aradığını düşünürken aramayı yanıtladım.

"Alo?"

"Hazan nerede?"

Telefonu açar açmaz sorduğu bu soruyla kaşlarım çatıldı. Ses tonu kızgın gibiydi.

"Niye sordun?"

"Kaçtır arıyorum bakmıyor telefona. İyi mi?"

"Yanında ben varım birader, sence?"

Derin bir nefesi rahatlamış gibi dışarıya verirken," telefonu ona verebilir misin?" diye sordu.

Hazan'a biraz fazla düşkün gibi hissederken bundan duyduğum rahatsızlığı içimde bastırıp," veririz," dedim.

Salona geçip yere çökmüş sehpayı silen karıma doğru ilerleyip koltuğa oturdum. Telefonu Hazan'a uzattığımda gözleri elimdeki telefonu buldu.

"Cihan abin," dedim düz bir sesle.

Dudaklarını birbirine bastırıp telefonu elimden aldı.

"Alo?"

Cihan'ın," neredesin abicim sen?" diyen sesini duyabiliyordum. Tonu biraz yüksekti ama derdinin Hazan'a bağırmak olmadığını bildiğimden bu duruma sadece kaşlarımı çatmakla yetindim.

Hazan çöktüğü yere otururken konuşmak için benden uzaklaşmaması hoşuma gitmişti.

"Nerede olduğumu biliyorsun abi. Evin etrafındaki kameraların ağına sızdığını söylemiştin. Ayrıca kulağımdaki küpenin içinde GPS var. "

"Ne?!"

Hazan'ın, evin etrafındaki kameraların ağına sızdığını söylemiştin, derken yüzümü bulan gözleri hâlâ gözlerimi tararken verdiğim tepkiyle alt dudağını dişlemeye başladı.

"Bu evden mi bahsediyorsun Hazan?!"

Başını salladı yavaşça.

"Ve ben bunu şimdi öğreniyorum, öyle mi?!"

Hazan telefonu kulağından çekip hoparlöre alırken sehpanın üzerine koydu.

"Tek seferlik bir şeydi yüzbaşı. İlk defa telefonda konuştuğumuzda sana evin etrafını, karşıdaki boş araziyi falan tarif etmiştim, hatırlarsın. Yaptığım o küçük çaplı şov için gerekliydi. Bir daha çok zorda kalmadığım sürece yapmayacağımdan emin olabilirsin. "

Sertçe soludum. Evliydim lan ben! Mahrem diye bir şey vardı amınakoyayım! Ne biçim bir örgüttü bu?!

"Eminim bir daha olmaz. Olursa görüşürüz."

"Kusura bakma."

Hazan oturduğu yerde hareketlenip bana yaklaşırken dizimin dibine oturmuştu. Gözleri gözlerimde üzgün bir ifadeyle gezinirken bunun nedenini anlayamamıştım.

"Neyse asıl meselemize gelelim. Sende dinle yüzbaşı. VASÖ Şırnak 'ta bir şube açmak istiyor. Diğer büyük şehirlerdeki gibi büyük ve çok kapsamlı bir yapı olmayacak ama Hazan'ın şehirdeki ajanları herhangi bir konu üzerinde toplantı yapmak üzere toplayabileceği, üstlerin bölge ziyaretlerinde gelip kalabileceği, bilgilerin toplanabileceği bir yer olacak. Yarından itibaren VASÖ'den birkaç ajan şube için uygun bir yer bulmaya Şırnak'a keşfe gelecekler. Yeri bulduğumuzda şubeyi bir iki ay içinde inşaa ederiz. Ve asıl mesele şubenin başında kim olacağı? Üstler seni düşünüyor Asena."

"Neden?"

Hazan'ın sesi memnuniyetsizdi.

"Ne neden? Sen o şehirdeki bütün ajanların üstüsün. Onlar senin emrindeler. Şırnak'ta bir şube açılacaksa başta elbetteki sen olacaksın."

"Sizce de bu anlattıklarınızda eksik bir şeyler yok mu?"

"Siz, olduk? Asena'yla konuşuyorum belliki. Ne gibi eksikler bunlar?"

Hazan belli belirsiz gülümsedi. Belki de Cihan'ın dediği gibi Asena'ydı bu gülümseyen. Çünkü Hazan'ın sıcacık gülüşünden çok farklıydı bu gülüş. Ve ben bundan hoşlanmamıştım.

"Ben eğitimini henüz tamamlamamış, üstlerin ve senin, babamın VASÖ'nün kurucularından biri olmasından dolayı, torpil geçtiğiniz bir ajanım. Eğitmenim Aslı Kodan'ın da söylediği gibi duygusal bir zekâya sahibim ve ajanlar arasında en kolay kontrolü kaybeden kişiyim. Benim yaptığım şu öz eleştirinin yüzde ellisini siz yapsanız anlardınız koca bir şubeyi yönetmek için ne kadar yetersiz olduğumu."

"Sana eğitimini tamamlamadan doğu görevine gitmemen gerektiğini söylemiştim. Bir iki sene daha burada kalmalıydın. Şu saatten sonra yapılacak bir şey yok Asena. Ayrıca kendi eksiklerini görüp dillendirebilen biri, eksiklerini görüp düzelterek koca bir şubeyi de pekâlâ yönetebilir. Ki eğitiminin tamamlanması konusunda Bozkurt sana yardımcı olacak. Sen bize güven biz sana zaten güveniyoruz. "

Hazan, Cihan "Bozkurt" dediğinde bana dönmüştü. Benim gözüm zaten onun üzerindeydi. O güzel dudaklarından küçük bir tebessüm gelip geçerken telefona döndü.

" O zaman Kim Chin'i yardımcım olarak istiyorum."

"İlla bir bir yardımcı istiyorsan yanına daha donanımlı birini verebiliriz. Mesela Yağız olabilir."

"Olmaz!"

O itin adını duyduğum an öfke bütün vücudumu ele geçirmişti. Hazan'a karşı duyduğu sikik hisleri zaten yeterince canımı sıkıyordu. Birde karıma yakın olmasını kaldıramazdım. Şu hâlde o çekiğe bile razıydım.

Sert çikan sesimle Hazan'ın gözleri beni bulmuştu. Bu tepkime şaşırmış gibi görünüyordu.

"Neden?"

Gözlerimi telefona çevirdim.

" İstemiyorum çünkü. "

"Bu bir neden değil?"

"Karmın kiminle iş yapıp yapmayacağına karar vermek için sana bir neden sunmak zorunda değilim."

" Doğru, bana bir neden sunmak zorunda değilsin ama üstlerine sunmak zorundasın. Bu durumda ben de senin bir üstün olduğuma göre bana da bir neden sunmak zorundasın. Önce Hazan'dan başla istersen."

Sert bir nefesi alıp verirken kurallarla yönetilen hiçbir kurum için duyguların bir önemi olmadığını biliyordum. O itin Hazan'a karşı olan duyguları, benim kıskançlığım, o herifi nerede gördüğümü bir türlü hatırlayamadığım için içimdeki şüphe ve bu şüpheden kaynaklı olarak meselenin sadece Hazan'ı kıskanmamdan ibaret olmayışı VASÖ için bir neden olmayabilirdi. Hazan'a da bu durumu anlatamazdım.

"Ben de Yağız'ı istemiyorum. "

Hazan'ın sözleriyle telefondaki gözlerimi ona çevirdim. O itin adını ağzına alması bir yana aynı cümlenin içinde istemek mistemek gibi kelimeler kullanması bütün vücudumun gerilip sinirden kasılmasına neden olurken aklımda iki soru vardı. Birincisi o ibneyi yardımcısı olarak kabul etmemesinin sebebi benim istemeyişim miydi? Yoksa o herifin Hazan'a karşı ters bir hareketi mi olmuştu? İlk sorunun cevabının evet, olmasını istedim o an. Öbür türlü katil olurdum çünkü.

" Bir şey mi oldu?"

Hazan sorduğum bu soruyla gözlerime bakarken başını sağa sola sallayıp, "hayır, olmadı," dedi. Doğruyu söyleyip söylemediğini anlamak için gözlerinin içine baktım.

"Yalan yok?"

"Yok," dedi.

Dilimi ağzımın içinde gezdirip başımı yavaşça aşağı yukarı sallarken," konuşacağız," dedim. Yalan söylemiyordu ama bu yinede bir şey olmadığı anlamına gelmezdi. Ortada sadece benim düşündüğüm gibi bir şey olmadığı anlamına gelirdi.

"Anlaşıldı. Yüzbaşı kıskanıyor belli. Peki senin sorunun ne Hazan Yağız'la?"

"Bir sorunum yok. Güvenmiyorum."

"Yüzbaşıyla arandaki ilişkiyi bize söylediği için mi?"

"Hayır."

"O zaman ne?"

"Bir his sadece. Ayrıca aradığım kişi donanımlı biri değil, en ufak bir şüphe duymadan güvenebileceğim biri. O kişi de Kim Chin. Seçeneklere açık değilim."

Cihan bir süre sessiz kaldı. Bense Hazan'ın o ite neden güvenmediğini sorguluyordum. Elbette güvenmeyecekti. Birine güvenmesi gerekiyorsa burada kocası vardı. Anlamaya çalıştığım şey mesleki açıdan neden güvenmediğiydi. Benim de askeriyede insan olarak haz etmediğim çok insan vardı ama söz konusu işimiz olduğunda hepimiz birbirimize canımızı emanet etmekten çekinmezdik.

"Bir yanlışını mı gördün? Araştırılması gereken bir durum varsa söyle."

"Hayır, bir yanlışını görmedim. Ayrıca bu konu uzun uzadıya konuşulması gereken bir konu değil. Sadece Kim Chin'le çalışmak istiyorum. Tabii o da isterse."

"Peki, tamam. Ben konuşurum onunla. Bu arada bu sabah VASÖ'nün doğudaki köy okullarına ve sağlık ocaklarına yardım götürmek için havalanan yardım helikopteri yarın orada olur. Helikopter askeriyenin pistine inecek. Albayla konuştum VASÖ'ye bağlı askerler dışında kimse helikopterin indiği saatlerde orada olmayacak. Bir araç tahsis edilecek size. O araca okullar için gelen yardımları doldurup Kim Chin'le birlikte sınırlardaki köy okullarına gideceksiniz. Gittiğiniz okullara devlete bağlı bir vakıf tarafından gönderildiğinizi söyleyeceksiniz. Okullarda eksik gedik başka bir şeyler varsa gözünüze çarpan ya da öğretmenlerin söylediği not edin ayarlarız. Çocuklarla da konuşun. Bir dertleri, aile içi sorunları, ihtiyaçları vesaire varsa elimizden geleni yaparız. Köy muhtarlarına uğramayı da unutmayın. Güvenliğinizi sağlamak için tek seferlik, yolları görün, ortamı bir tanıyın diye yüzbaşı, Anıl ve Emir sizinle gelecek. Sonrasında yalnızsınız. Sorun var mı?"

"Yok."

"Var."

"Dinliyorum."

En büyük sorun bu durumun kendisiydi. Sınır köylerinde yaşayan insanlar ister istemez hayatta kalmak için dağdaki çakal sürüleriyle iyi geçinmek zorundaydı. Bazıları da iyi geçinmekten daha çok onlara köstebeklik yapıyordu. Hazan'ın o köylere, okullara yardım götürdüğünü piçin biri dağdaki itlere haber verirse savunmasız oldukları bir anda başlarına üşüşürlerdi. Özellikle de okullar, çocukların eğitim - öğretim görmesi, öğretmenler en büyük düşmanıydı o şerefsizlerin. Çocukların dağa çıkıp kendi ülkesinin askerine, vatandaşına kurşun sıkmaktan başka bir hayal kurmalarını, geleceğin topta tüfekte değil kitapta kalemde olduğunu görmelerini istemiyorlardı çünkü.

VASÖ'nün yaptığı bu yardımı destekliyordum ve desteklerdim de. Gerekirse kendi ellerimle gider okul okul gezip tek başıma dağıtırdım da o yardımları. Ama Hazan'ı gidip o tehlikenin içine kendi ellerimle bırakamazdım. Üstelik bunun tek seferlik bir şey olduğunu, bir sonraki gidişlerinde yalnız olacaklarını söylüyordu. Kafayı yerdim lan! O okulların birkaç kilometre ötesinde bombalar patlıyordu. Hazan'a bir şey olursa ölürdüm.

"Sınırın, oraya giden yolların, özellikle de şu an ne kadar tehlikeli olduğunu sabah da söyledim. Hadi yarın ki mesele neyse ama sonrasında oraya hiçbir önlem almadan gitmeleri göz göre göre ölüme yürümek olur. "

"Yüzbaşı Hazan'da Kim Chin'de bu konuda eğitimliler. Endişelerini anlıyorum ama yapabileceğim bir şey yok. Üstlerin emri bu yönde. Sınırın ne kadar tehlikeli olduğunu en az senin kadar bizde biliyoruz ama..."

"Bilmekle yaşamak aynı şey değil. Sen bir haber duyarsın ordan burdan, Şırnak'ın Silopi ilçesinde derler, Cizre'nin sınır köylerinden birinde derler, Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde derler, Hakkari Çukurca' da derler bir köy bombalandı, bir yolcu otobüsü PKK'lı teröristler tarafından kaçırıldı, bir okul içindeki öğrencilerle birlikte ateşe verildi, çocuklar kaçırıldı, annelerin gözleri yaşlı, bir öğretmen öldürüldü derler, duyarsın bunları. Birkaç kamera görüntüsü, fotoğraf, ses kaydı, akşam haberlerinde bir iki dakikalık anonslar. Tüm bunları görünce bir şeyleri bilmiş mi oluyorsunuz? Hiç, bir çocuğun kopmuş kolunun parçasını topladınız mı bir yerden? Yanan ettin kokusunun nasıl olduğunu biliyor musunuz? Hiç şerefsizlerin elinden kurtardığınız bir öğretmen uğradığı...tecavüzler yüzünden kendini uçurumdan attı mı gözünüzün önünde? Bir otobüs dolusu insanın, bu insanların içinde iki üç aylık bebekler de var, infazını izlediniz mi? Tüm bunlar hiç tanımadığım insanların başına geldi ve benim hâlâ bunları dile getirirken bile içim acıyor. Bu olanlardan biri sizin şu sikik ceza verme zırvalıklarınız yüzünden benim karımın başına gelirse sana ve o üstlerine bildiğinizi sandığınız her şeyi teker teker öğretirim, anladın?"

Bir iki saniyelik bir sessizlik oldu. Gerçekler bildiklerini zannettikleri şeylerden daha ağır gelmiş olmalıydı. İşin kötü yanı bu anlattıklarım daha hiçbir şeydi. Ortada extra bir kahramanlık yoksa medya birçok şeyi görmezdi ama detaylarda ne acılar gizliydi bu ülkede. Ne yaparsan yap, kaç kişiyi kurtarırsan kurtar, insanoğlunun elinden gelen en büyük şeydir bir şeyler uğruna ölmek, öl istersen her zaman geride kalan biri olur, bir şeyler gözden kaçar ve sen kurtardıklarının kahramanı olmayı değil geride kalanların yasını tutmayı seçersin. Bazen yasını tuttuğun şey kanlı canlı bir insan olur, bazen de silah arkadaşının bulamadığın şehadet parmağı.

"Tamam, yüzbaşı. Üstlerle bu güvenlik meselesini konuşacağım. Yinede ikna olmazlarsa elimden bir şey gelmez. "

Telefon kapandı. Onların elinden bir şey gelmezse ben karımı her türlü korur kollardım. Derdim bu ceza meselesinin ortadan tamamen kalkmasıydı.

Sıkıntıyla içimi çektim. Ellerimle yüzümü sertçe sıvazlarken geriye doğru yaslanıp başımı arkaya attım. Dizimde Hazan'ın elini hissederken gözlerim onu buldu. Tutunduğu dizimden destek alıp ayağa kalkan Hazan yanıma oturdu. Bacaklarını yukarıya çekip gözlerime anlamlandıramadığım bir ifadeyle bakarken başını göğsüme koydu. Bir kolunu karnımın üstünden belime sararken iyice sokuldu bana.

Hâlâ kızgındım ona ama yinede kollarımı, benim yanımda küçücük kalan, bedenine sımsıkı sarıp saçlarını kokusunu içime çekerek öptüm. Gözlerim ciğerlerime dolan tatlı kokusuyla kapanırken yorgundum. Altı ay dağlarda doğru düzgün uyku uyumadan yaşayan bir askerdim ben. Ama şu son iki günün yanında o altı ay hiçbir şeydi sanki. Ankara'da olanlar, geçmişin her geçen gün omuzlarımda ağırlaşan yükü, Hazan, dedemin üç gün sonra buraya gelecek oluşu, Hazan'dan sakladığım şeyler, Bahar, Haydar'la açılan aram, Hazan'a benim yüzümden verilen ceza ve belki de unuttuğum birçok ufak tefek şey kafamı allak bullak etmişti. İki geçedir gözümü bir saniye olsun kapatmamıştım. Yemek yedikten sonra planım Hazan'ı biraz sevip sonrada kokusunu içime çeke çeke sarılıp uyumaktı. Nitekim olmamıştı. Şimdiden sonra da şu ayrılık meselesini doğru düzgün, son kez konuşup kapatmadan da olmayacaktı.

Gözlerimi açıp saçlarındaki dudaklarımı alnına indirirken," konuşalım mı?" dedim. Kollarımdaki bedeni gerildi. Yutkunup," olur," dediğinde ondan ayrıldım. Hazan'da kendini benden geri çekerken gözlerime baktı.

"Ne konuşacağımızı biliyorsun?"

Başını beni onaylarcasına salladı.

"Yeni bir konu değil bu. Dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyoruz. Benim söyleyecek yeni bir şeyim yok Hazan. Senin var mı?"

Alt dudağını ısırıp başını önüne eğdi. Kendini ne zaman suçlu hissetse böyle yapıyordu. Ve her seferinde de bir şekilde kendini suçlu hissedecek bir şeyler bulduğu için o başı yerden bir türlü kalmıyordu. Zaman zaman bu durumdan ötürü kendimi kötü hissediyordum. Hazan bu şehre geldiğinde böyle değildi. Ayakları yere daha bir sağlam basıyordu sanki. Başı bu kadar çok eğilmiyordu yere. Ben miydim bunun suçlusu? O da bunun farkındaydı da o yüzden mi sürekli ayrılmak istiyordu benden? Tamam, bu şehre geldiği günden beri yaşadıkları kolay şeyler değildi. Yeğeni ve eniştesi ölmüştü, Oğuz' u tutuklamak zorunda kalmıştı, vurulmuştu. Ama sorun bir yerde bendim. Düzeliriz, hallederiz, diyordum ama Hazan bir şeyleri düzeltip halletmeye pek yanaşmıyordu. Tek başıma daha ne yapabilirdim, bilmiyorum. O yüzden, konuşalım mı, demiştim ama konuşmasını istediğim Hazan'dı.

Kucağındaki elleriyle oynuyordu. Kirpiklerinin titrediğini gördüm. Nefes alışverişleri çok sakin ve sessizdi. Öyle ki duymakta bile zorlanıyordum. Bu sebepsizce rahatsız etmişti beni. Hazan varken sessizliği sevmiyordum.

"Yok," dedi cılız bir sesle.

Ne demekti bu? Yok. Ne yoktu mesela? Bu durumun bir çözümü mü yoktu? Benim yanımda olmak mı istemiyordu? Ona, "yok Fırat," diye bağırmıştım yukarıda, şimdi Hazan'da mı yoktu? Biz mi yoktuk? Neydi lan? Yok ne demekti?

Sertçe yutkunup," yok?" dedim sorar gibi. "Ne yok Hazan?"

Sesim derinlerden bir yerlerden titriyordu. Bunu fark etmemesini umdum.

Gözleri yüzümü buldu. Dizleri bacağıma değerken dip dibeydik ama biraz daha yaklaştı bana. Bir elimi ellerinin arasına alıp usul usul dolan gözleriyle gözlerimin içine içine bakarken bunu bugün çok sık yaptığını fark ettim. Bir günlük ayrılığımızdan dolayı beni özlediği içindi belki, belki de başka bir sebebi vardı.

" Öyle birden çıktı ağzımdan. Bile isteye söylemedim. Senden ayrılmak falan istemiyorum ki ben. Ya da senin başka biriyle olmanı. Dayanamam ki zaten. "

Gözünden bir damla yaş süzülürken duraksadı. Minik burnunu çekip," sen benim kocamsın," dedi. "Başkasının olamazsın."

Ağladığı için sesi titriyor, zaten tatlı olan sesini daha da inceltip içimde onu yeme isteği uyandırıyordu. Burnunun ucu kızarmış, yanakları masum bir pembeliğe bürünürken dudakları iyice kıpkırmızı bir hâl alıp tam öpmelik olmuştu. Sözleri, bana kocam deyişi aklımla oynarken yüz ifademi korudum.

"Lan madem öyle ne diye, başka biri, diyip duruyorsun Hazan? Delirtmeye mi çalışıyorsun sen beni?"

" Hayır, ben başka bir şey söyleyecektim aslında sana. Ama sen ben susunca yanlış anladın. Sonra da bana öyle bağırıp çağırınca birden çıktı ağzımdan. Yemin ederim. "

Kaşlarım çatıldı. Bu muydu yani? Saçma sapan sikik bir yanlış anlaşılma yüzünden mi bu hâle gelmiştik biz?

" Niye söylemedin o zaman? Niye sustun Hazan bu saatte kadar? Hadi yukarda sinirliydim, konuşmana fırsat vermedim, bağırdım çağırdım ama mutfakta geldim yanına. O zaman özür dileyeceğine, yanlış anladın Fırat, deseydin ya? Ne hâle geldim lan ben? Kafayı yiyordum Hazan!"

Gözlerinden peş peşe dökülen yaşlarla dizlerinin üzerinde doğrulup kollarını boynuma sardı.

"Yapamadım işte. Saadettin abiler gidince konuşuruz diye düşündüm. Özür dilerim. "

Bir gün harbi harbi kafayı yiyecektim bu kız yüzünden. Her şeyiyle, güzelliğiyle, sesiyle, bakmaya doyamadığım o ateş parçası gözleriyle, şu ağzıma sıçıp sıçıp özür dilemeleriyle hem aklıma hem kalbime zarardı.

Belinden tutup kucağıma aldım onu. Başını boynumdan kaldırıp gözlerime baktı.

"Fırat..."

Cümlesinin devamını getirmesine fırsat vermeden dudaklarına kapandım. Isıra ısıra öptüm yumuşacık ıslak dudaklarını. Canı yandığı için inleyip dururken dudaklarını dudaklarımdan kurtarmaya çalışıyordu. Bu öpücükler cezaydı o siktiğimin kelimelerini birden bire söyleyip canıma okutan ağzına. Yine de kollarımda çırpınıp canı yandığı için inlemelerine kıyamayıp bıraktım dudaklarını.

Kaşları çatılmıştı. Gözlerime kızgın kızgın bakarken kazağının koluyla yanaklarındaki ıslaklığı silip bir elini de şişen dudaklarına götürmüştü.

"Of Fırat."

"Hı?"

"Ne, hı? Canımı acıttın. "

Küçük bir kız çocuğu gibi nazlı nazlı konuşuyordu. Canının çok yanmadığını biliyordum. Sadece her zamankinden daha sert öpüp biraz ısırmıştım. Bundan fazla da kıyamazdım zaten ona.

Belindeki ellerimle karımı iyice kendime çekip burun buruna gelmemizi sağladım. Bir elimi yanağına çıkarıp alt dudağını başparmağımla severken," ödeşmiş olduk. Sen de benim canımı yaktın bugün," dedim. " Bu da ders olsun sana. Bir daha öyle birden bire, bilip istemeden ağzından öyle şeyler çıkmayacak. Anlaştık mı?"

Dudaklarını büzüp," anlaştık," dedi. Yeniden kapandım dudaklarına. Ama bu sefer bir öncekinin acısını almak ister gibi yavaş yavaş öptüm. O da karşılık verdi. Yanağındaki elimi saçlarına daldırdım. Hazan'ı biraz daha kendime çekip bastırırken onu öpmeyi özlediğimi fark ettim. Dudaklarının tadını çok seviyordum. Öpüşürken saçlarımda, ensemde ve yüzümde gezinen elleri beni rahatlatıyordu. Dudaklarının dudaklarımı emişi, burnuma dolan kokusu, sıcaklığı ruhumun şifasıydı.

Dudaklarımız ayrıldığında Hazan'ı üstüme yatırıp koltuğa uzandım. Bana asıl söylemek istediği şey neydi de yerine, başka biri, lafını ağzına almıştı, soracaktım ama nefeslerinin düzene girmesini bekliyordum. Birde konuşulması gereken Yağız iti meselesi vardı.

Bir elim yumuşacık çıplak belini okşarken parmaklarım bel oyuğundaki, yerini ezbere bildiğim, ard arda dizilmiş olan benlerde geziniyordu. Diğer elimle saçlarını seviyordum. Dudaklarım alnındaydı. Tavanda asılı duran üç ampullü avizenin ışığı gözlerimi kamaştırırken yüzümü Hazan'ın saçlarına gömdüm. Kollarını boynuma sarmış, parmaklarını ensemde gezdiriyor, boynumdaki künyenin zinciriyle oynuyordu. O an ona verdiğim künyeyi ne yaptığını düşündüm. Boynundan çıkarmamasını söylediğim hâlde bir kez olsun boynunda görmemiştim o künyeyi. Apartmanda bırakmış olduğundan adım gibi emindim.

Nefeslerinin düzene girdiğini fark ettiğimde lafı dolandırmadan konuya girdim.

"Ne söyleyecektin bana?"

Üzerimde hafifçe kımıldanıp başını biraz geriye atarak yüzüme bakmaya çalışırken buna müsade ettim. Gözleri gözlerimle buluştuğunda birkaç saniye sessiz kalsada," şimdi ben seninle birlikte olmaktan korkuyorum ya," dedi. Başımı devam etmesi için olumlu anlamda salladım.

"Belki bunun psikolojik bir sebebi olabilir diye birlikte bir...ilişki terapistine falan mı gitsek diyecektim. "

"Bunu söyleyemeyip gidip beni en çok kızdaracak şeyi mi söyledin Hazan? "

"Ne bileyim söyleyemedim işte."

İçimde bir şeyler sıkışıp beni patlama noktasına getirmek üzereyken uzandığım yerden doğrulma ihtiyacı hissettim. Sanki Hazan'la birlikte, çocukluğumun hatırlayabildiğim büyük bir kısmının geçtiği, kömürlükte mahsur kalmıştık ve hiçbir çıkış yolumuz yoktu. Daha önce hayatım boyunca tek bir insana bile kendimi açıklama, bir şeyleri anlatma ihtiyacı hissetmemiştim. İnsanlar ne düşünüp nasıl hissettiklerini umursadığım varlıklar değildi. O yüzdendir ki kendimi ilk defa birine anlatmaya çalışıyor bunu başaramadıkça da delirecek gibi oluyordum.

Uzandığım yerden Hazan'la birlikte doğruldum. Onu kucağımdan indirip koltuğa oturturken ayağa kalktım. Sakin olmalıydım. Hazan'a birkaç adım uzağında durup tepeden bakarken," neden söyleyemedin?" diye sordum. "Ne olacağından korktun da söyleyemedin? "

Gözlerime huzursuz bir ifadeyle baktı.

"Bir şey olacağından korkmadım. Söyleyemedim işte."

Yalan söylüyordu. Korkmuştu. Az önce kapıda eve girmekte tereddüt etmesine neden olan şey neyse ilişki terapisti denilen şeye gitme fikrini söylemesine engel olan şey de oydu.

"Bana yalan söyleme. Benden korkuyorsun. Niye olduğunu bir türlü anlayamıyorum ama benden çekiniyorsun Hazan. Az önce bu eve bile girmek istemedin sen kapıda. Niye lan? Ne yapabilirim ben sana? En fazla bağırıp çağırıyorum, o da bir damla gözyaşını görene kadar sürüyor zaten. Noluyor sana? Sürekli ağlıyorsun, içine kapanıyorsun, ben bir şeyleri yoluna koymaya çalıştıkça sen aksi gibi kendini benden geri çekiyorsun. Benim yüzümden mi? Bilmeden istemeden bir şey mi yapıyorum?"

Ellerini koltuğa koymuş, tırnaklarını koltuğun kumaşına geçirirken başını yine önüne eğmişti. Dudaklarından kopan bir hıçkırık bana derin bir iç çektirirken Hazan'a doğru yaklaştım. Orta sehpayı kenara ittip önüne çöktüm. Koltuğu sımsıkı tutan ellerinin üzerine ellerimi koyup saçlarını öptüm.

"Yavrum."

Alnını buldu dudaklarım.

"Gülüm."

Ellerinin üzerini okşayıp severken başımı iyice yüzüne doğru eğip yanağından süzülen yaşları öptüm.

"Karım."

Boynuna gömdüm yüzümü. Kokusunu içime çekerken bu kokuyu son kez doya doya solumadan ölmemeyi diledim.

"Nefesim."

Ellerimin altındaki ellerini çekip benden uzaklaşacağını düşünürken boynuma sarıldı. Enseme kondurduğu öpücük yüreğimi titretirken yutkundum. Koltukta duran ellerimi beline sarıp," bir şeyleri çözelim artık," dedim sakin ve fısıltılı sayılabilecek bir sesle. "Ben çok seviyorum seni. Hayatımın içine de etsen, her gün ağzıma da sıçsan benim senden başka bir yolum yok, olamaz. Bir ömür sana mahkumum ben. Biliyorsun seni de bırakmam. Konuşalım ve çözelim. Ama bu sefer bir öncekiler gibi olmasın. Gerekiyorsa o ilişki terapisti denilen şeye de gideriz. Sen kendini iyi hissedene kadar...ayrı odalarda bile uyuruz. Elimi bile sürmem sana istiyorsan. Ben senin için senden ayrı düşmeye bile razıyım ama yapma şöyle. "

Yarınlar yokmuş gibi konuştuğumun farkındaydım. Bir şeyleri bir şekilde düzeltsek bile düzelen ne varsa Hazan ondan sakladıklarımı, ona söylediğim yalanları öğrendiğinde yerle bir olacaktı. Birkaç gün sonra Ömer ağa buraya gelecekti. Hazan'a ablamı anlatmam gerekiyordu ama bu durumda Ömer ağanın neden Türkoğlu aşiretinden nefret ettiğini de söylemeliydim. Hazan dedesi hakkında gerçekleri öğrenirse nasıl bir tepki verir bilmiyordum. Olayı araştırmaya kalkabilirdi. Dedesi olacak o ite hesap sorabilirdi. Bana inanmama ihtimali de vardı. Yaşayacağı çöküşü düşünmek bile istemiyordum. Belki de biraz daha beklemeliydim. Ablamı Hazan'a anlatmak yerine Ömer ağaya Hazan'ı anlatabilirdim. Hazan'a Mahsun Türkoğlu'yla ilgili bir şey söylerse, karımı üzecek herhangi bir harekette bulunursa aramızdaki bütün bağın kopacağını söyleyebilirdim. Bir şekilde Ömer ağayı sustururdum. Ama şu halde Hazan'a onu üzecek, bizi yeni bir çıkmaza daha sürükleyecek tek kelime edemezdim.

"Çok seviyorum seni."

"Bana bilmediğim bir şey söyle Hazan. "

Burnunu çekip bana daha sıkı sarıldı.

"Sana bugün yemekten önce burada otururken anlattığım şeyler gerçek hislerimdi. Bana doymandan, bir gün beni bugünkü gibi sevmemenden korkuyorum. Tek sorun bunlar değil ama bunlarda o sorunların içinde. Senin olmak istiyorum. Aşık olduğum kocamla birlikte olmak, sevişmek nasıl bir şey, nasıl bir his merak ediyorum." Duraksadı. Yüzünü boynuma gömüp birkaç saniye öylece dururken teni sıcacık olmuştu. Son sözleri uyarılmama neden olurken böyle bir anda bile sertleştiğimi hissettim. Korkmasa, her seferinde beni durdurmasa bu merakını giderebilirdim. Çok güzel şeyler yaşatırdım karıma.

" Ama bir yerden sonra olmuyor. "

Boynunu öptüm.

"Bu aramızdaki en küçük sayılabilecek sorun Hazan. Benden neden korkuyorsun, bana onu söyle."

Geri çekilip gözlerime baktı.

"Korkmuyorum ki."

Ellerimi bel oyuğuna koyup tenini okşarken,"korkmuyorsun?" dedim bu söylediğine inanmadığımı belli eden sesimle.

"Korkmuyorum," dedi gözlerini gözlerimden kaçırmadan. "Sadece sen sinirlendiğinde ne yapacağımı bilemiyorum. Genelde sen bana kızdığında ben hep suçlu oluyorum, o yüzden de söyleyecek bir şeyim olmadığı için susuyorum. İlişki terapistine gitme fikrimi de söyleyemedim çünkü..."

Sesi o kadar tatlıydı ki o konuşurken büyüleniyordum. Söylediği şeyleri kaçırmamak için yüzünde nereye odaklanırsam odaklanayım güzelliği bitiriyordu beni. Yinede kendimi zar zor toparlayıp," çünkü," dedim sorarcasına devam etmesi için.

Gözlerini sağa sola kaçırıp," çünkü," dedi yine. "Kabul etmeyeceğini düşündüm. Burası küçük bir yer. Hemen hemen herkes tanıyor seni. Koskoca adamsın böyle elimi tutup benimle terapi almaya geleceğin fikrini oturtamadım kafamda. Ayrıca neredeyse birlikte olduğumuz günden beri benim yüzümden hastaneden çıkmıyoruz." Gözleri yüzümde gezinirken bir anlığına sustu. Sol gözüm seğirip yüz hatlarım gerilirken alnımda yine derin çizgiler belirdi.

Hazan oturduğu yerde biraz geriye gidip cümlelerinin sonunu kısık bir sesle," öyle işte," diyerek getirirken dişlerimi istemsizce sıkıyordum.

" Kabul etmeyeceğimi düşündün, kafanda oturtamadın öyle mi? Ulan kimim Hazan ben?! Neyinim lan senin?"

Sessiz kalıp iyice koltuğa sinerken," cevap ver bana," dedim sert bir sesle.

"Ko - kocamsın."

Başımı aşağı yukarı sallayıp," kocanım," dedim üzerine basa basa. " Senin kimin var lan bu dünyada benden başka?!"

Göz bebekleri titreyip alt dudağı ağlayacakmış gibi aşağı doğru sarkarken sorduğum sorudan pişman olmuştum ama lâf ağızdan çıkmıştı bir kere.

"Kimsem yok," derken de gözleri dolu doluydu.

Belindeki ellerimle karımı kendime çekip alnımı alnına dayadım.

"O zaman ben ilgilenmeyeceğimde kim ilgilenecek seninle? İyi olacaksan, az önce de söyledim, gideriz o terapist denen şeye. Kimin kimi tanıdığının ne önemi var Hazan? N'olacak tanısalar? Karımsın sen benim. O güzel, minik ellerini tutup ben her yere giderim seninle. Deli mi derler, desinler. Yalan değil. Benim altı yıldır aklım başımda değil zaten. Koskoca adam değilim ben, senin kocanım, senin koca adamınım. İyi ol, yüzün gülsün ben itin köpeğin olurum senin. Ne istersen yaparım. "

Omuzlarıma tutunan elleri yüzümü buldu. Dudaklarında küçük bir tebessüm belirirken," Fırat," dedi. Adım o güzel ağzından her döküldüğünde içim eriyordu.

"Yavrum."

"Çok seviyorum seni."

"Ben ölüyorum sana. "

Alnımı öperken," ben de ölürüm sana ama sen izin vermezsin," dedi.

Boynunu öptüm.

" Afferin, en azından bunu öğretebilmişiz."

Güldü. Yüzümü boynundan kaldırıp burnumu öperken belini sıkıca sardım. Başparmaklarıyla yüzümü severken burnumdaki dudaklarını tenime sürterek dudaklarıma indirdi. Üst dudağımı yumuşacık ıslak dudaklarıyla ısırarak öpmeye başlarken az önceki öpücüğün rövanşını almak istediği belliydi. Ama onun aksine ben bundan fazlasıyla haz alıyordum.

Alt dudağını dudaklarımla kavrayıp karşılık verdiğimde Hazan koltuktan iyice kayıp kendini üzerime bıraktı. Ayaklarımın üzerine çöktüğüm için dengem hafif şaşsada kendimi toparladım. Hazan'ı kucağımda havalandırıp bacakları iki yanıma gelecek şekilde kucağıma oturttuğumda beni küçücük bedeniyle geriye doğru itmeye çalışıyordu.

Kucağımda yükselip omuzlarımdan itmek için debelenirken denge konusunda çok iyi olduğumu bilmiyordu. Beni yere düşürmeye çalışıp beceremedikçe dudaklarımı daha sert ısırıp öpüyordu. Bu hâli beni gülümsetirken belini tek kolumla sarıp diğer elimi destek almak için yere koydum. Karıma istediğini vermek için kontrollü bir şekilde yere uzandım.

Küçük iniltiler çıkartarak beni öpmeye devam ederken omuzlarımdaki ellerini üzerimdeki tişörtün eteklerine indirdi. Tişörtü yukarıya doğru sıyırırken elleri karın kaslarımda ve yaralarımda geziniyordu. Dokunuşları kasılmama neden olurken iyice sertleşmiştim. Bana alışmayı deniyor, ilk defa ben ona gitmeden o bana geliyordu. İşin sonunda yine taş gibi olmuş bir halde ortada kalacağımı biliyordum ama beni böyle öpmesi bile her şeye değerdi.

Evimizde, salonun ortasında, halının üzerine uzanmıştım ve karım, altı yıldır cayır cayır yanıp uğruna ablamın intikamından vazgeçtiğim kız, hayalim, nefesim üstümde uzanmış benimle öpüşüyordu. Bundan fazlasını istemeye hakkım yoktu belki de.

Dudaklarını dudaklarımdan çekip nefes nefese gözlerime baktı. Elleri göğsüme kadar sıyırdığı tişortteydi. Ne istediğini biliyordum, bu yüzden uzandığım yerde Hazan'ı tek kolumla tutarak doğruldum.

Tişörtü tutup başımdan çıkarırken karımı bir anlığına bırakmak zorunda kalmıştım ve Hazan dengesini kaybedip geriye doğru düşerken penisimin üzerine oturmuştu. İnlememek için dişlerimi sıkıp elimdeki tişörtü bir kenara attım.

Hazan penisime nazaran oldukça yumuşak olan kalçalarının acısıyla ya da tahrik olduğu için inlerken belini tutup kendime çektim küçük kızımı. O güzel yüzünde hem canı yandığı için acı çektiğini belli eden bir ifade hem de onu çok tatlı gösteren bir şaşkınlık vardı.

"Gel buraya. Kurban olurum sana, gel."

Kollarını boynuma sarıp bana sokulurken yanağını öptüm. Aniden sertliğimi hissettiği için durgunlaşmıştı. Sırtını sakinleşmesi için aşağı yukarı sıvazladım. Teni ateş gibi olmuştu. Başını omzuma koyup birkaç saniye öylece durdu.

Sonra kendini geri çekip gözlerime bakarken yutkunup," uzan sen," dedi. Bir yandan utanıp çekiniyor bir yandan da devam etmek istiyordu. Bu hâli hafifçe gülümsememe neden oldu.

Dediğini yapıp ikiletmeden yere uzandım. Ellerim hemen kalçalarının biraz üstündeyken belini tutuyordum. Hazan üzerimde biraz ileri gelip tam karnımın üzerine bütün ağırlığını bırakmamaya çalışarak otururken," canın acıyor mu?" diye sordu. Karnımın üzerindeki ağırlığından bahsediyordu. Hissetmiyordum bile. Bir kelebek konsa yine aynı etkiyi yaratırdı. Ama penisimdeki ağrı ve acıyı soruyor olsaydı işte orada hissettiğim şeye acı demek yetersiz kalırdı.

"Acımıyor yavrum. Otur," dedim.

Alt dudağını ısırıp ağırlığını yavaşça tamamen üzerime bırakırken ellerini göğsüme koydu. Vücudumda hissettiğim elleri kasılıp yutkunmama neden olurken bir süre hiç kımıldamadan durdu. Ardından elleri göğsümde gezinmeye başladığında üzerime doğru eğilip dudaklarımı öptü. Öpüşüne karşılık verirken belindeki ellerimi kalçalarına indirdim. Avuçlarımdaki dolgunlukları sıkıp yoğururken kalçalarını saran kot pantolonundan hoşlanmamıştım. Yumuşaklığını hissetmeme engel oluyordu. Yinede Hazan ne kadarına izin verirse her şey o kadar olurdu.

Bir kez daha dudaklarımdan ayrılıp üstümde doğrulurken elleri kazağının eteklerine gitti. Gözümün önünde kendini soyma ihtimali bile aklımla oynarken sertçe yutkundum. Hazan kazağı yukarıya doğru sıyırıp başından çıkarırken gözlerimin önünde, sabah valizde gördüğüm, kırmızı sütyeninin içindeki büyük ve dolgun göğüsleri vardı. Beyaz tenine öyle bir yakışmıştı ki bu renk nutkum tutulmuştu.

Hazan beni mahvetmeye, ağrıdan acıdan öldürmeye yemin etmiş gibi dururken elindeki kazağı, arkasına dönüp, koltuğun üzerine attı. Kalçalarına kadar uzanan dalgalı saçları beyaz teniyle buluşup ince beline dağılırken gözleri yeniden beni buldu. Bebek gibiydi lan. Çok güzeldi anasını satayım. Nasıl dayanılırdı lan bu kıza?

Üstümde dikleşip zaten kum saati gibi olan belini iyice kavislendirip beni deli etmeye çalışırcasına göğüslerini öne doğru çıkartırken başını sağa sola sallayarak saçlarını savurdu. Kalçalarındaki ellerimi tutup beni çekmeye çabalarken," gel," dedi. Hayatımda aldığım en güzel davet olabilirdi.

"Emrin olur," derken ellerimdeki elleriyle karımı kendime çekip üzerime düşmesini sağladım. Kollarımı beline sarıp onunla birlikte doğrulurken mızmızlanmaları doluyordu kulaklarıma.

"Ya of Fırat!"

"Şşş kocaya of denmez."

Kollarım karımın belini sımsıkı sararken göz gözeydik. Minik burnu burnuma değerken nefeslerime karışan nefesleriyle yükselip alçalan göğüsleri bedenime sürtünüyordu.

"Dersem nolur?"

Elleri boynumdaki künyenin zincirinde gezinirken ses tonu meydan okur gibiydi. Gözleri oldukça davetkâr bir ifadeyle gözlerime bakıyordu. Oynuyordu benimle ve bundan zevk alıyordu. Biraz ileriye gitsem hemen kendini kapatacağını biliyordum. Bu yüzden ipleri Hazan'ın eline vermiştim. Beni tahrik ediyordu, penisimdeki ağrıyı dayanılması zor bir hâle getiriyordu bu halleri ama bana alışması için böyle olması gerekiyorsa ben her şeye razıydım.

Yüzüne doğru yaklaşıp dudağının kenarına dudaklarımı sürterken," yerim o güzel ağzını," dedim.

Yutkundu. Kollarını boynuma sarıp beni aramızda olmayan mesafeleri kapatmak istercesine kendine çekerken," korkmadım," dedi. Sesinden güldüğünü anlayabiliyordum. Bu durum, benimle böyle olmak, benim hoşuma gittiği gibi, onunda hoşuna gidiyordu. Onu böyle gülerken görmek her şeye bedeldi. Canı benimle oynayıp eğlenmek istiyorsa ve o güzel gülüşünü görebileceksem yüzünde, az önce de söylediğim gibi, iti köpeği olurdum onun.

Bir elimi saçlarına çıkartıp boynunu açarken, "ye diyorsun yani?" dedim.

"Hayır, korkmadım diyorum sadece. "

Yüzümü boynuna gömüp kokusunu içime çektim. Ellerimi sırtında rahatsız olmasından korktuğum için sabit tutarken boynuna birkaç öpücük kondurdum.

"Hı?"

"Hı hı."

Aramızda yine birkaç saniyelik bir sessizlik oldu. Bu sessizliğe gözlerimi kapatıp karımın tenime değen tenini daha iyi hissetmek istedim. Kırmızı sütyeninden taşan göğüslerini, alıp verdiği nefeslerle, göğsümde hissedebiliyordum. İnce kolları boynuma sarılı olduğundan omuzlarımdaydı. Sırtına sardığım kollarımla ince belini kavramak bile Hazan'ı açıklanamaz bir arzuyla istememe neden oluyordu. Bu an dünden beri bana yaşattıklarını unutmam için yeterliydi.

Hazan bana iyice sokulup vücudunu bedenime sürterken dudaklarını boynumda hissettim. Kollarını boynumdan çözüp ellerini sırtımda gezdirirken etime dişlerini geçirerek küçük küçük ısırıklarla öpüyordu. Bir süredir içimde yaktığı ateşi harlamaya devam edişi beni her anlamda oldukça zorlarken böyle pasif kalmak her şeyi daha da katlanılamaz bir hâle getiriyordu. Ne hâlde olduğumdan, beni ne kadar etkilediğinden haberi olmadığının farkındaydım. O da benden etkileniyor, beni istiyordu ama onun derdi benim aksime sevişmek değildi, deniyordu. Kendi isteğiyle bana gelmeyi, kontrolü elde tutan taraf olmayı, bana alışmayı, bu işlerin nasıl olduğunu anlamayı deniyordu. Kısaca beni içindeki cinsel dürtüleri anlamak için, korkularını yenmek için bir denek olarak kullanıyordu. Ve ben Hazan'ın bu konular hakkında hiçbir fikri olmadığını bariz bir şekilde ortaya seren becereksizce dokunuşlarından kafayı yemek üzereydim. Bu hâlleri oldukça hoşuma gidiyordu. Beni nasıl isterse öyle kullanabilirdi. Yeter ki yanımda yakınlarımda olsundu.

Sırtımdaki ellerini çekip boynumun diğer tarafını öpmeye başlarken beline sarılı olan kollarımı tutup çözdü. Küçük ellerini tenimde aşağı doğru indirerek tuttuğu ellerimi koltuk altlarının biraz aşağısına, göğüslerinin yanına koyduğunda yutkundum. İçim titriyordu. Kapalı olan gözlerimi aralayıp burnumu kulağının altına sürterken derin ama titrek bir nefes aldım. Hazan da boynumu öpmeleri arasında kesik kesik nefesler alıp verirken ellerimi bırakıp yeniden belime sarıldı. Tırnaklarını tenime sürterken bir iki saniye öylece durdum. Göğüslerini ellememi istediğini anlamıştım ama bir yerden sonra kendime hakim olamamaktan korkuyordum. Yine Hazan'la onun ağlayarak benden uzaklaştığı bir senaryoyu yaşamak istemiyordum.

O yüzden," yavrum," dedim güçsüz çıkan bir ses tonuyla. Evet, şu an kendimi en güçsüz hissettiğim andaydım. Hazan'a karşı koymak, o, ona dokunmamı isterken bile sevdiğim kıza dokunmakta tereddüt etmek, canım bu kadar yanarken direnmek bana fazlasıyla güçsüz hissettiriyordu.

Dudaklarını boynumdan ayırıp nefes nefes," kocam," dedi inler gibi. Offff lan! Hazan'la bu cinsel konularda daha farklı bir konumda olsaydık bu ses tonuyla bana kocam deyişi onu saatlerce yataktan hiç çıkartmadan, çığlık çığlığa becermeme neden olurdu.

"Offf Hazan offf!"

Başını biraz geri çekip yanağımı gözleri gibi bir ateş parçasını andıran sıcacık ve ıslak dudaklarıyla öptü.

"Ne?"

Sesinde eğlenir gibi bir tını vardı.

"Biliyorsun sen ne olduğunu."

Heyecandan, karıma karşı duyduğum istek ve arzudan ötürü sesim titriyordu anasını satayım.

Dudaklarını tenimden ayrıp gözlerime baktı. Sırtımdaki ellerini boynumun iki yanına koyup öpüp ısırdığı yerleri okşarken," damarların şişmiş," dedi. "Kendini neden bu kadar sıkıyorsun ki?"

Dalga mı geçiyordu? Beni nasıl bir yangının ortasına attığından bu kadar mı habersizdi gerçekten?

"Sence neden?" diye sordum. Sesim bile acı çektiğimi belli ediyordu. Ve aksi gibi bu acıdan zevk aldığımı da.

Gözlerini gözlerimden kaçırıp," çok mu acıyor?" dedi. Göğüslerinin yanında duran ellerimi bel oyuğuna indirip tenini istemsizce okşarken," hayal bile edemezsin," dedim.

"Özür dilerim."

Gülümsetti bu özrü beni. Genelde benden özür dilediğinde sinirlenirdim.

"Bu kadar güzel olduğun için mi?

Dudaklarını büzdü. Boynumdaki ellerini göğsüme koyup," abartma. Bence o kadar güzel değilim," dedi.

Doğru, o kadar güzel değildi. Kusursuzdu. Kendinin farkında olmayacak kadar hem de.

"Saçmalama," dedim sadece. Ve karımı kendime çekip alnını öptüm.

"Değilim," dedi yine. " Boyum kısa bir kere. Senin yanında çocuk gibi kalıyorum. Ayrıca gamzelerim de yok. Göğüslerim de çok büyük. Zayıf olduğum için de çok göze batıyorlar. "

Başını önüne eğmiş göğüslerine hoşnutsuz bakışlar atarken neden onda en çok sevdiğim şeyleri kusur olarak saydığını düşünüyordum. Hele de göğüsleri her seferinde ağzımı sulandırıyordu. Kısa boyu, yanımda küçücük kalışı onu gözümde nasıl tatlı yapıyordu farkında değildi belliki. Tamam, göğüslerinin baş başa değilsek fazla göze batmasından bende hoşlanmıyordum ama neyse ki Hazan açık saçık giyinmemesi konusunda yaptığım uyarıları dikkate alıyordu. O an aklıma onu...istemeye gelen Yakup itinin karşısında giydiği o kırmızı elbise geldi. İçimde harlanan öfke ateşini yok saymaya çalıştım. O elbiseyi de zaten Ankara'ya gitmek için havaalanına giderken bulduğum ilk çöp konteynırına atmıştım. Hazan elbisenin yokluğunu fark etmemiş olmalı ki şimdiye kadar sormamıştı.

"Konuyu mu dağıtmaya çalışıyorsun yoksa bu söylediklerini ciddiye alayım mı?"

"İkisi de," dedi.

Dudaklarını sıkıca öpüp alnımı alnına dayadım.

"Göğüslerin çok güzel. Avucumu dondurmalarını seviyorum. Boyunda sorun değil. Bana yetiyorsun. Gülüşünün de gamzelere ihtiyacı yok, dudağının kenarındaki çukur yetiyor aklımı başımdan almana. Senin o kusur sandığın şeylere eriyip bitiyorum ben."

Gözleri gözlerimde gezinirken güldü.

" Sana yetmesem kısa olmam sorun olurdu yani?"

Söylediğim o kadar şeyin içinde takıldığı şey ve sorduğu soru beni de hafifçe güldürürken," olmazdı," dedim. "Denk getirebildiğimiz sürece sorun yok."

Birkaç saniye söylediğim şeyi anlamamış gibi gözlerime bakarken neyden bahsettiğimi anladığında kaşları çatıldı. Omzuma vururken," ya Fırat!" dedi kızgın bir sesle. Kızınca, eğer kavga etmiyorsak, çok tatlı oluyordu. Kavga ederken de çok tatlıydı ama söylediği şeyler ve kavganın sebebi her neyse tatlılığına odaklanmama engel oluyordu.

Yüzümdeki gülümseme genişlerken çenesini öptüm.

"Ne bebeğim?"

"Utandım," dedi naz yapmakla mızmızlanmak arası bir sesle.

Boynunun altını öpüp,"şşş," dedim uyarıcı bir sesle. " Ne var lan utanılacak? Kocanım ben senin."

"Kocam olduğun için utanıyorum zaten."

Kaşlarım sinirle çatıldı.

"Başkası sana böyle bir şey söyleyemez zaten! Katil olurum! "

Yüzü gerilirken,"öyle bir şey kastetmedim ki ben," dedi beni sakinleştirmek ister gibi bana daha çok sokulurken.

"Düşünmemiş olabilirsin ama bazen söylediğin şeyler sen fark etmesende çok yanlış yerlere gidiyor Hazan."

"Ne demek bu?"

"Boş ver. Yeri gelmişken şu Yağız iti meselesini de konuşalım. Bir şey mi oldu? Bir şey mi dedi, bir şey mi yaptı sana?"

"Yeri gelmedi ki."

"Hazan."

"Of tamam. Bir şey olmadı. Cihan abiye ne söylediysem o."

Gözlerinin içine bakıp," inanayım mı?" dedim.

"İnan. Hem ne olabilir ki? Ne yapabilir bana?"

"Bir şey olamaz. Sen benden bir şey saklamadığın sürece hiç kimse, hiçbir şey yapamaz sana."

Dudaklarını büzüp bir iki saniye gözlerime baktıktan sonra konuştu.

"Sen niye istemedin Yağ....onu?"

O piçin adını son anda ağzına almaktan vazgeçmese yine kavga etmeye başlayacaktık çünkü ben buna katlanamıyordum. Neyse ki Hazan bir şeyleri öğreniyordu artık.

Sertçe soluyup," benim bir nedene ihtiyacım yok. Kıskanıyorum sadece," dedim.

" Bir şey soracağım," dedi yine gözlerimin içine içine bakarken. Gözlerine bakmakla yetindim.

"Seninle ayrıldığımız günün akşamı askeriyeye giden yolun üzerindeki benzinlikte ben marketteyken onunla bir şeyler konuştunuz. Tartışıyor gibiydiniz. Hatta sen ona vuracaktın sanki. Noldu o gün orada?"

"Bir şey olmadı. "

"Oldu Fırat. Yanlış mı gördüm ben? Uyduruyor muyum yani?"

"Tamam, o zaman şöyle söyleyeyim senin bilmen gereken bir şey olmadı, oldu mu şimdi?"

O gün baştan sona benim için boktan bir gündü. Hazan benden ayrılmıştı ve ben ona yaklaşmaya, kendimi affettirmeye çalışırken birde itin birinin...ona karşı hissettiği sikik hislerini öğrenmiştim. Aklıma geldikçe damarlarımdaki kan kızgın bir lava dönüşüp bütün vücudumu öfkeden ateşe veriyordu. Bu sert tepkilerim Hazan'a değildi ama o, bakışlarından anladığım kadarıyla öyle sanmıştı.

"Olmadı," dedi inatla. Sonra duraksayıp, "Ya da oldu," dedi. " İlışkimizdeki her şeyi bu söylediğin şeye uyarlarsak ben senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum ve buna göre sen baştan sona beni ilgilendirmiyorsun. O zaman ne yapalım biliyor musun? Dedemler gidince ben kendi evime döneyim, sen bir gün beni ilgilendirmeye karar verirsen gelir oradan alırsın beni. "

Kucağımdan kalmak için meyil ettiğinde belindeki kollarımı sıkılaştırdım. Sözleri beni sinirlendirmişti. Özellikle de o apartman dairesine, evim, demesi iyice canımı sıkmıştı. Öte yandan bu sözleri de bir çeşit ayrılık imasıydı. Nedense birden gözümün önüne yatak odasında öylece duran bavulu geldi. Neden içindekileri dolaba yerleştirmemişti? Yoksa gerçekten dedesi olacak o it Antep'e dönünce bu evden gidebileceğini mi sanıyordu?

"Yine ayrılık diyorsun yani. İyi ki Hacı dayı sorunca boşanma hakkını kendi üzerime almışım. Yoksa sen şimdiye kadar çoktan bırakır giderdin beni."

"Öyle bir şey demiyorum. Bana kızmak için yer arama. Çünkü ortadaki tabloya bakacak olursak benim sana kızmaya daha çok hakkım var. Hiç tanımadığım bir adamla her gece aynı yatağa giriyorum ben. "

"O adam dediğin senin kocan! Doğru konuş! "

"Evet, kocam. Hakkında sadece asker olduğunu, yaşını, adını, annesini, kardeşini ve birde zeytinli poğaça sevdiğini bildiğim kocam. Bence bir evlilik yürütmek için yeterli bilgiler bunlar. Fazlasına gerek yok."

Bana kızgınlık ve kırgınlık arasında bir ifadeyle bakan gözlerinde takılı kalırken bir şey diyemedim. Haklıydı anasını satayım. Daha ne kadar oyalayabilirdim ki Hazan'ı? İstese hakkımdaki her şeyi öğrenirdi ama benden duymak istiyordu. Bana saygı duyuyordu. Hakkımda Bir şeyler öğrenmek için beni sıkboğaz etmiyordu. Ve ben ondan onun hayatıyla ilgili olan şeyleri bile saklıyordum.

Sımsıkı sarıldım ona. Boynunu öperken," bir şeyi atladın," dedim.

"Neyi?" dedi bana hâlâ kızgın olduğunu belli eden sesiyle.

Dudaklarımı boynundan çekip çene kemiğini öptüm.

"Birde seni çok sevdiğimi biliyorsun. Sensiz kalırsam kafayı yiyeceğimi, sensiz uyuyamadığımı, altı yıldır sana cayır cayır yandığımı biliyorsun. Nefesimsin sen benim. Ben altı yıldır sen varsın diye yaşıyorum Hazan. Seni benden alırsan benden geriye hiçbir şey kalmaz. "

Kalmazdı. Şimdi alakasızdı belki ama bunu bilmesi gerekiyordu. Benden giderse geride mahvolmuş bir adam bırakacağını bilmeliydi.

Geride onu mahveden bir adam bırakacağını bilmeliydi...

O bensiz yapardı belki ama ben onsuz ölürdüm. Gözlerimin içinin yandığını hissettim. Ben Hazan hayatıma girdiğinden beridir en son ablasının öldüğü gün ağlamış bir adamdım. En yüksek ateş altında bile, en çıkmaz anlarda dahi sinirleri çelik gibi olan, her zaman, her yerde, herkes için en iyi planla en az riski alan bir askerdim. Kimse bana boyun eğdiremezdi, ama şimdi başım yere eğik değilken bile Hazan'ın karşında hep yerdeydi.

Göğsümdeki ellerini omuzlarıma çıkarıp boynuma sarıldı.

"Korkuyorum," dedi.

Sol gözümden süzülen bir damla yaşı Hazan'ın boynuna düşmeden elimin tersiyle silip yutkundum. Bu kelimeyi Hazan'ın ağzından duymak hoşuma gitmemişti. Ben varken hiçbir şey ve hiç kimse benim karımı korkutamazdı. Ama bu korkunun sebebi bendim. Ve bu canımı daha fazla yaktı.

"Neden?" diye sordum düz tutmaya çalıştığım sesimle.

"Bilmem. Korkuyorum işte."

Kendimi toparlamak için gözlerimi kapatıp açtım. Yüzümü boynundan kaldırıp göz göze geldiğimizde alınımı alnına dayadım. Bir elimi yanağına koyup yumuşak tenini severken," korkma," dedim. "Ben varken korkma. Ben hep yanında olacağım senin. Sen bir gün...olmamı istemesen bile hep yanında olacağım. Sen beni sevdiğin sürece bu hep böyle olacak."

Yanağındaki elimi tutup başını yaslarken," ben seni hep isterim ki yanımda," dedi.

Dudaklarını öptüm. Karşılık verdi. Bir gün beni yanında istemeyecekti. O gün geldiğinde bir şekilde düzeltirim her şeyi, gitmek istese de bırakmam, gerekirse zorla tutarım yanımda, diyordum ama tamamen kaybedebilirdim de onu. O bunu bilmeden öptü beni, bense bunu bilerek bir daha hiç öpemeyecekmişim gibi nefesini içime çeke çeke öptüm nefesimi.

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Loading...
0%