@yikim2024
|
🔞🔞❗❗❗ Bölümde +18 sahneler bulunmaktadır. Yaşı onsekizin altında olanlar ve bu tür cinsel sahnelerden hoşlanmayanlar okumasın 🔞🔞🔞❗❗❗ ****** Ne yaparsan yap öleceğini bildiğinde gözlerini kapatır ve çaresizce bir kabullenişle sessizleşerek ölümü beklersin. En azından VASÖ de şahit olduğum birçok infaz böyle sonuçlanmıştı. Sanırım ben de şu an öyle bir bekleyişteydim. Heja babaanne ve Ömer ağanın bana karşı nasıl bir tepki vereceklerini biliyordum ve bunu kabullenip derin bir sessizliğe gömülmüştüm. Bir an önce ne olacaksa olsun, bir daha da kader beni böyle bedbaht bir halin içerisinde böylesine derin ve ağır bir acizlikle baş başa bırakmasın diye ummak dışında elimden hiçbir şey gelmiyordu. Gözlerimi kapatmak ise beni sadece, en az o idam mahkumu kadar, gerçeklikten uzaklaştırabilirdi. Nitekim ben gerçeklerden uzaklaşmak niyetinde değildim. Bunun bana hiçbir yararı olmayacaktı çünkü. Gerçekler her zaman acı ve güçlüdür. Tahayyüllerimiz gerçeklerle hiçbir zaman ne denk düşebilir ne de baş edebilirdi. Bu teşbihte bir hata varsa o da ölümü bu anla eş değer tutmaktı belki ve belki de değildi. Öyle ya herkes aynı toprağın altına gömülür fakat herkes farklı şekillerde ölürdü. Ölüme tek bir kalıp biçemezdik. O her surete girebilecek kadar ürkütücü ve müphemdi. Heja babaannenin gözleri bu bir iki saniyelik anın içinde hâlâ gözlerime kenetlenmiş bir vaziyette duruyordu. Sağ elim sıcacık, üstü buruş buruş olmuş kınalı ellerinin arasındaydı. İçimde bir yerlere dokunup yüreğime tatlı bir hoşluk saçan gözleri yavaş yavaş solarken midem burkuldu. O bana az önce ılık bir esintiyle bakan siyah, sürmeli gözlerinde sert bir rüzgar esti. Elleri elimi ateşe değmişcesine bırakırken parmak uçlarım o sert rüzgarla üşüdü. Her şeye rağmen içimde beni seveceklerine dair bir beklentiye girmemiş olduğum için kendime minnet duydum. Fakat yinede kalbimin ortasında oluşan küçük bir çatlak vardı ve sızlıyordu. " Fırat bu kız neder?!" Ömer ağanın gür ve sert sesi salonu doldururken yüreğimi ürkütmüştü. Kalbimin yakama yapışan bir suçluluk duygusuyla tekleyip titreyerek attığını hissettim. Kalbim titredikçe vücudum ve ellerim de titriyordu. Buna mâni olmak o kadar güçtü ki sol elimde bulunan yaranın içindeki damarların zonkladığını ve bana, şu anın içinde her ne kadar önemsiz de olsa, acı verdiğini hissettim. Bundan sonrası Heja babaannenin gözlerinde başlayan fırtınanın Ömer ağanın sözleriyle tufana dönüşmesiydi. " Bu kız Türkoğlu aşiretinin soyundandır, hemi yeğenim?" Gözlerimi, Heja babaannenin gözlerindeki sıcacık ifadenin anbean yok oluşunu izledikten sonra Fırat'ın amcasına çevirdim. Sesindeki şaşkınlık ve dehşet, Ömer ağanın sesindeki öfke ve nefretten çok da farklı hissettirmiyordu. Her ikisi de bu durumu kabullenmeyecek olduklarını yüzlerindeki her bir çizginin hareketlenişiyle, gözlerindeki en küçük bir kıvılcımla dahi belli ediyordu. Bu anın bana bu kadar ezikce hissettireceğini hiç düşünmemiştim. Ne acı ki annemin karnına ilk düştüğüm andan beridir sanki mevcudiyetim bunun üzerine kuruluymuş gibi yine bir yerlerde, mütemadiyen olduğu ve belki de olacağı gibi istenmiyordum. Ve inatla neden buna alışamadığım tamamiyle bir muammaydı. Herkesin gözü Fırat'a dönmüştü. Bense çöktüğüm yerde, başım yavaşça önüme eğilirken öylece duruyordum. Ta ki kolumu sert fakat canımı yakmayacak bir şekilde kavrayan el beni tutup ayağa kaldırana kadar bu böyleydi. Sol elimdeki beyaz kabanım aniden ayağa kaldırılışımla yere düşerken Fırat eğilip aldı. Tutuğu kolumdan beni az önce el ele durduğumuz yere götürüp ardına alırken kabanımı köşe koltuğun arkasına rastgele attı. Sanırım ortalığın kızışacağını anladığı için beni korumaya almıştı. Kim olduğumu ondan önce söyleyişime kızıp kızmadığını düşünürken Ömer ağanın, " sana bir soru sorduk Fırat!! O kansızın torununu nikahına alıp karım diye bizim karşımıza mı çıkardın?!!" diyen sesiyle irkildim. Başımı, usulca dolan gözlerimle birlikte Fırat'ın arkasından uzatıp Ömer ağaya baktığımda ayağa kalktığını gördüm. Kaşlarının ortası çatılmıştı ve gözleri yakıcı bir öfkenin tesiri altındayken ürkütücü görünüyordu. Uzun boyu ve Ömer ağa olmanın verdiği görkemle asırlık bir çınar ağacı gibi karşımızda duruyordu. O an Fırat'ın dedesine benzediğinden emin olmuştum. Öfkeleri bile benziyordu. Ve ben bu öfkeyle savaşacak gücüm olmadığını biliyordum. "Ömer ağa!" Fırat'ın uyarıcı ve baskın sesi dedesine sözlerine dikkat etmesi gerektiğini söylüyordu. " Doğrudur! Bu kız Türkoğlu'nun torunudur, bicî?!!" Ömer ağanın ve diğer herkesin cevabını almak istediği tek soru buydu. "Öyledir," dedi Fırat kaba ve kalın sesiyle. Ömer ağa bulunduğu yerden bir adım öne gelirken, " öyledir?" dedi teyit etmek ister gibi. Belki yanlış duymuş ya da yanlış duymak istemişti, fakat bu mesafeden, Fırat'ın sesi bu kadar gür ve keskinken imkansızdı. "Nasıl edersin bunu Fırat?! Mezardaki bacına bunu nasıl edersin?! O kansızların soyunu nasıl gelin diye getirirsin karşıma?!" Fırat avucundaki elimi sımsıkı tutarken Ömer ağanın sözleri zihnimde parçalara bölünüyordu. Benim ya da dedemin Fırat'ın ablasıyla ne gibi bir ilgisi olabilirdi? Hiçbir şey anlayamıyordum. " Sakın!!" diyerek gürleyen Fırat işaret parmağını tehditkar bir şekilde havaya kaldırmıştı. "Sakın ablamı karıştırma bu işe! Bana geçmişin hesabını açtırma! " "Bazen bazı hesapları açmak gerekir yeğenim. Bugün vaktidir ki geçmişin hesabı açılmalı. Belli ki sen bazı şeyleri unutmuşsun. Hatırlatmak icap eder. " "Sen karışma Boran!" diyen Ömer ağa ayağa kalkan ve bize doğru bir iki adım gelen, adının Boran olduğunu öğrendiğim Fırat'ın amcasına, uyarıda bulunmuştu. Boran bey ayağa kalkarken bir elini belindeki gümüş silahın kabzasına koymuştu. Gözdağı vermeye çalıştığı belliydi fakat bunu neden ve kime karşı yaptığını anlamak güçtü. Yinede sanırım hedefte ben vardım. Fırat amcasının bu hareketiyle deliye dönerken elimi bırakmadan Boran beyin üzerine doğru hızlı ve sert adımlarıyla yürüyüp, "napıyorsun lan sen?!!!" diye bağırmıştı. Onunla birlikte ben de yürümek durumunda kalmıştım ve şu an Fırat amcasıyla burun burunaydı. Kadınlarda dahil herkes ayağa kalkarken evin içini bir uğultu sarmıştı. Saadettin abi bizim tarafımıza geçip Fırat'ın göğsüne elini koyarak Boran beyle arasına girmeye çalışırken, " Fırat sakin," dedi. "Ne sakini lan?!! Belinde silahın var diye adam mı sandın kendini?!! Sen kime efeleniyorsun?!!! O silahı alır senin..." "Fırat!!" Ömer ağa, Fırat'la Boran bey arasındaki gerilimi sonlandırmaya çalışan bir sesle yanımıza gelmişti. " Mamonla doğru konuşasan! Sen de çek o tabancadan elini! Destur bilin biraz! " Boran beyin gözleri Fırat'a öfkeyle bakarken," bu bizim kan davamız değildir baba?" dedi. " Yeğenimin yüreği yıllarca intikam ateşiyle kavrulmamıştır? Bu ateş bizim ocağımıza düşeli neredeyse çeyrek asır olmuştur. Beş altı sene öncesine kadar kardeşinin ölümüne sebep olanları teker teker hapse tıkmaya yemin etmiş yeğenime ne olmuştur ki şimdi bir düşman kızı için bizi karşısına alır? Vakit destur bilme vakti değil, kanımıza karşı kan alma vaktidir. Korkmaz aşiretinin bir torununa karşılık, Türkoğlu aşiretinden bir torun. Bu fırsat bir daha nerede elimize geçer?" Boran beyin içi nefret ve kin ateşiyle alev alev yanan gözlerinde gözlerimi gezdirirken söylediği sözlerin belindeki silahtan ateşleyeceği bir kurşundan hiçbir farkı yoktu. Bir mermi beni öldürür fakat bu sözler, bu sözlerin gerçek olma ihtimali başımın üstündeki gökle, ayağımın altındaki yeri birbirine katardı. Dizlerim titriyordu. Kulaklarım uğulduyor, kafamın içinde sanki bir rüzgar esiyor, bir denizin dalgalarını sahile sürüklüyordu. Gözlerim buğulu bir cam gibiydi. Camın ardındaki bütün renkler silik ve soluk; bütün yüzler tüyler ürpertici bir hayaletin olmayan ruhunu taşıyordu. "Allah'ım bu nasıl bir kader?" Fırat amcasının üzerine doğru bir adım daha atarken," çek o silahı!!" dedi. " Çek de göstereyim sana kana karşı kan almayı!!! ÇEK LAN!!!!" Kirpiklerimin ucunda asılı kalan yaşlar ve tuttuğum nefesim Fırat'ın evin içini inleten sesiyle irkilen bedenimle birlikte harekete geçmişti. Yanaklarım gözlerimden süzülen yaşlarla sırılsıklam olurken titrek ve ciğerlerime ulaşamayacak kadar güçsüz bir nefesi içime çektim. Sırtımda bir boşluk, göğsümün tam ortasında asırlardır uyuyup bugün uyanan bir yanardağ vardı. Bir adım gerisi uçurum, bir adım ilerisi cehennemdi. Nereye gidersem gideyim hep bir kayıp hep bir acı, kime tutunursam tutunayım hep bir sarmaşık, hep bir zehirdim. " Çekerim yeğenim! Evelallah sende olmayan yürek bende vardır!" "Boran yeter!!!" "Ne yeteri baba?! Görmüyor musun ablasının katilinin torununu elinden tutup karımdır diye karşımıza getiriyor! Bunun, Dicle'nin yerde kalan kanının hesabı sorulamayacaktır?!" Fırat boştaki eliyle amcasının yakasına yapışmıştı. "Ne yüreği lan?!! Adamlığı olmayanın yüreği mi olurmuş?!! O, davamız, dediğin benim davam! Ölen benim ablam! Ateşin düştüğü ocak benim ocağım!! Ne sen, ne Ömer ağa, ne de bu aşiretteki hiç kimse benim akan kanıma ortak olmaya kalkmasın!! Ölmeden önce ablamı yolda görsen tanımazdın, şimdi yeğenin mi oldu?! O son model arabalarınla bizim köye gelip fakire fukaraya sözde yardım dağıtırken bizi görüp bir bok parçasına bakar gibi bakıp arkanı döner giderdin de şimdi adam mı oldun?! Şimdiye kadar ablamın intikamını almaya çalışırken de, kendi hesaplarımı görürken de kimsenin kafasına ne silah dayadım, ne de kan döktüm! İlk sen olma! Kafana sıktırtma bana!" Boran beyi tuttuğu yakasından sertçe geriye itti. Adam bir iki adım sendeleyerek gerilerken gözlerindeki kin ve Fırat'a karşı bir düşmanlık beslediğini ele veren nefret dolu bakışları yerli yerindeydi. Ve bozguna uğramış gibiydi. Onunla olup olabilecek tek ortak noktamızda buydu. Ben de az önce hazırlıksız yakalandığım bir bozguna uğramıştım. Etkisi hâlâ üzerimdeydi ve her geçen saniye azalmak bir yana dursun ağırlaşıyordu. " Bu kızla ablanın intikamını almak için gönül eğlendirip, namusunu kirletmek için birlikte olmuş olmayasın Fırat?" Bu sözler Berfin'e aitti. Derdi neydi, şu an da böyle bir soruyu sormanın yeri miydi, haklı mıydı, haksız mıydı, düşünülecek ve düşünülmesi gereken onlarca soru vardı belki ama o an bu sözler içime en ufak bir tesirde dahi bulunmadı. Her ne olursa olsun, herkes ve bütün dünya aksini iddia etse bile Fırat'a tüm kalbimle güveniyordum. Öbür türlü o da gönlümde yer verdiğim diğer insanlar gibi bir sanrıdan ibaret çıkarsa her geçen gün içine çekildiğim bu bataklıktan artık ölüm bile kurtulamazdı. "Berfin kes sesini!!!!" Ömer ağa Berfin'i son kez uyarıyor gibiydi. Bir kez daha konuşursa neler olabileceğini ben tahmin edemezdim fakat Berfin dedesinden korktuğunu belli eden bir yüz ifadesine bürünürken kalktığı sandalyeye geri oturdu. "Bak gördün mü Boran ağa? Kızın da senin gibi. Şerefsizlik aklına yuva yapmış. Kafası başka bir şeye çalışmıyor." "Çok fazla ileriye gidiyorsun Fırat! Ben bana yapılan saygısızlığı unutmam, bilesin!" diyen Boran ağa dişlerini sıkarak tehditkâr bir tonda konuşuyordu. " Bak sen," diyen Fırat'ın kaba ve kalın sesi alaycı bir tınıdan oldukça uzaktı fakat yinede sözlerinin oluşturmak istediği etkiyi herkes hissetmişti. " Ben de karıma yapılan saygısızlığı unutmam. Hazmetmem, kimseye de hazmettirmem. Düşmanlık istiyorsan buyur. Tilkiden korkan kurdu çakallar parçalasın!" " Lafınızı sözünüzü bilin! Ben daha ölmedim! Ben yaşadığım sürece bu aşiretin içinde ne küslük ne de düşmanlık olmayacak! Duydunuz mu?!" Fırat gözlerini dedesine çevirdi. " Benim duymamın lüzumu yok Ömer ağa. Karımın kabul görmediği bir aşiretin içinde bulunacak değilim. Nasıl ki yıllar önce benim sizin gibi bir soyum yok, diyip Suvacık'tan arkanı dönüp gittin, bugün de bu kapıdan beni silerek çıkıp git. " Dudaklarımı aralayıp Fırat'a, yapma, demek istedim. Ben buna değmem Fırat yapma... Ama üzerime daha birkaç saat önce yakılmış bir ölünün külleri dökülmüştü sanki. Kendimi öyle kirli, öyle lanetlenmiş hissediyordum. Burnumda çürümüş bir bedenin geniz yakıcı kokusu vardı. Yüzüme, kıyafetlerime ve ellerime bulaşan her bir kül zerreciği ölü bir bedenin, hâlâ buralarda bir yerlerde dolaşıp durduğunu, arada bir enseme ve kulağımın arkasına buz gibi nefesini üflediğini hissederek ürperdiğim bir ruhun varlığından kopan et tanecikleriydi. İçimde karşı konulamaz, katlanılamaz bir temizlenip arınma isteği vardı. Fakat hangi kutsal su arındırırdı beni bu kirin, pasın içinden? Tenime değen ölü küller ruhumu anbean çürütürken içine gömüldüğüm bu zifiri karanlıktan hangi ışığın gücü aydınlığa kavuşturabilirdi beni, bizi? "Hayatım boyunca kendimi hiç bu kadar umutsuz hissetmemiştim." "Sen ne dediğinin farkındasın nevi? Bu kız için..." "Bu kız, dediğin benim sevdiğim Ömer ağa! Önce lafını doğru düzgün seçip öyle konuş. Evet, sevdiğim kız için sizi karşıma alıyorum. Eyvallah, ablam öldü. İşin içinde Türkoğlu aşireti de vardı. Yıllarca, on yaşımdan beri intikam diye diye yedim bitirdim kendimi. Ama bunlar olurken hiçbiriniz yoktunuz. Mesele değil. Seni bunun için bunca zaman bir kez olsun karşına geçip suçlamadım. Ama benim suçlamamış olmam senin suçlu olmadığın anlamına gelmez! Gözlerinde görüyorum çektiğin vicdan azabını. Sen suçunu biliyorsun Ömer ağa. O yüzden o suçun sana haddini de bildirsin. Benim ablamın ölüsü benim sırtımda; kanı senin, babam olacak o şerefsizin, Mahmut Türkoğlu'nun, o bir kamyon dolusu itin, köyün, Mahsun ağanın elinde. Ne ben sırtımdaki ablamı kaldırıp bir köşeye atabilirim, ne de siz elinizdeki kanı yıkayıp bir köşeye çekilebilirsiniz. Ablamın ölümünün suçu hepimizin ama acı sadece benim. Kimse bana bu acıyı nasıl çekeceğimin dersini vermeye kalkmasın. Vazgeçtiysem kendi intikamımdan, kendi davamdan vazgeçtim. Sevdiysem kendi düşmanımın torununu sevdim. Size açıklama yapma gibi bir zorunluluğum yok benim. " Duraksadı. Ablasından bahsederken belli etmemeye çalışsa da titreyen sesi birer damla yaşın gözlerimden firar etmesine neden oldu. Adım atacak halim olsa iyice sokulurdum ona. Ama bir insan hiç ayakta kaskatı kesilerek ölür mü? Eğer ölebiliyorsa ben de onlardan biriydim şu an. "Evime geleni kovmak gibi bir adetim yoktur. En azından evime gelen haddini bildiği müddetçe. Siz çizmeyi çoktan aştınız. Yolu göstermeye gerek var mı?" "Son sözün budur?" "Fazla bile konuştuk." Ömer ağa Fırat'ın bu kesin ve net tavrı karşısında bir müddet sessiz kaldı. Bu kısa fakat aynı zamanda bana oldukça uzun gelen sükunetin içerisinde gözleri bir anlığına beni buldu. Yüzümü inceledi ancak odak noktası gözlerimdi. " Sen," dedi. Yutkundum. Hâlâ kendimi bir adım yana atıp Fırat'ın arkasından çıkacak kadar güçlü hissetmediğimden öylece durduğum yerde durmaya devam ettim. Ömer ağa da başladığı konuşmanın sonunu getirmeye kararlıydı. " Sen Türkoğlu aşiretinin hangi oğlunun kızısın?" Sert bir sesle sormuştu bu soruyu. Yinede Fırat'ın onları evden kovuşuyla çıkıp gitmek yerine benimle konuşmaya çalışması sanırım bir umut ışığıydı. Lakin bu umut ışığı beni gömüldüğüm karanlıktan kurtaracak kadar güçlü değildi. "Ne önemi var bunun baba?" Ömer ağa yanında duran oğluna omzunun üzerinden dönüp, " sen karışma Boran!" dedi. Ve gözleri tekrar yüzümü bulduğunda gözlerime cevap vermemi beklediğini gösteren bir ifadeyle baktı. Fırat koca avucundaki elimi güven vermek istercesine sımsıkı tutarken elimin üstünü okşadı. Kendimi zorlayıp ileriye doğru bir adım attığımda sendeledim. Bacaklarım kasılıyordu. Vücudumda bir güçsüzlük hakimdi. Bilincim yer yer boşluğa düşüyor, gördüğüm ve duyduğum şeyleri algılamakta güçlük çekiyordum. Fırat sendeleldiğim için telâşlanırken hızla bana döndü. Avucundaki elimi diğer eline alıp kolunu belime sararken beni kendine yasladı. "Hazan iyi misin?" Yer ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi hissederken kendimi tamamen Fırat'ın kollarına bıraktım. O an kulağımda tiz bir çınlama peyda oldu. Sargılı elimi sol kulağıma kapattım. Gözlerimi çınlamanın geçmesini beklerken sıkıca yumdum. "Hazan." Fırat'ın endişeli sesi kulağımdaki çınlamanın arasında duyulurken avucundaki elimle elini sıktım. Neyse ki o an da çınlama geçti ve gözlerimi araladım. "İyiyim," dedim. "Başım dönüyor sadece. " "Haberi yoktur?" Heja babaanne uzun süreli sessizliğini bu soruyla bozmuştu. Ancak kimseden cevap alamazken sorduğu soru havada asılı kalmıştı. Haberimin olup olmaması neyi değiştirirdi ki? Ben...Fırat'ın ablasının katillerinin kanını taşıyordum damarlarımda. "Fırat şöyle oturtalım, " diyen Saadettin abiyle Fırat beni az önce onun oturduğu yere oturttu. "Zehra su getir." "Tamam, hemen." Zehra mutfağa giderken Fırat önüme diz çöktü. Elleri ellerimi tutuyor, gözleri yüzümde geziniyordu. Bense o hariç evin her yerinde ve evin içindeki herkeste boş bakışlarımı gezdiriyordum. Birkaç kişiyle göz göze bile gelmiştim. Bazıları kin ve nefretle tiksinir gibi bakıyordu bana. Bazıları da bu halime acıyordu. Keşke şu an onların bana nasıl ve ne hissederek baktıklarını net bir şekilde anlayabildiğim gibi kendi hislerimi de anlayabilseydim. Ne var ki ne hissettiğimi anlamak bir yana dursun, kendime üçüncü bir göz kadar yabancıydım. Fırat Zehra'nın elindeki suyu alıp bana uzattı. Uyuşan ve kasılan parmak uçlarımla bardağı avuçlarımın arasına alıp dudaklarıma götürdüm. Birkaç yudum içip bardağı Fırat'a verdiğimde ağzımdaki suyu yutmakta zorlandım. Zar zor yuttuğum su aniden nefesimi tıkarken birkaç kez öksürdüm. Bir elim üstümdeki beyaz boğazlı kazağımın yakasını bulurken boğuluyormuş gibi derin bir nefes aldım. "Sado kabanın cebindeki spreyi ver, çabuk!" Aldığım hiçbir derin nefes ciğerlerime ulaşmazken başım ağrımaya başlamıştı. Göğüs kafesim hızla kasılıp canımı yakıyordu. O sırada Fırat, Saadettin abinin verdiği spreyi dudaklarıma dayayıp dört beş kez peş peşe ağzıma sıktı. Nefeslerim birkaç saniye içinde düzene girmişti. "İyi misin, sıkayım mı biraz daha?" Başımı olumsuzca salladım. Hâlâ kendimi konuşacak kadar güçlü hissetmiyordum. Fırat bir iki saniye gözlerime bakıp çöktüğü yerden ayağa kalktı. Ömer ağaya dönüp," yeter bu kadar, çıkın gidin evimden," dedi sertçe. "Bence de gidelim baba. Yeğenim belli ki ablasının katillerinin hastalıklı torununa bakmaya pek hevesli. Zavallı yeğenim mezarında ters dönmüştür. " Fırat, amcasının bu sözleriyle hızla üzerine yürüyüp onu durdurmaya çalışan Saadettin abiyi bir kenara iterken Boran beyin yüzüne sert bir yumruk indirdi. Adam aldığı darbeyle geriye doğru sendelerken kendini toparlamasına fırsat kalmadan ikinci yumruğu da yemişti. Boran bey bu ikinci darbeyle yere düşmek üzereyken Fırat adamı yakalarından tuttu. "Senin belanı sikerim lan!!! Gebertirim seni!!! Bir daha ablamı o sikik ağzına alırsan, karıma tek bir kelime daha edersen bir mezar da sana kazarım Urfa' da!! Duydun mu beni?!!!" Sesi öfkeden titriyordu. Uzun boyu ve koca gövdesi Fırat'tan oldukça kısa olan amcasının yüzünün ne halde olduğunu görmeme engeldi. "Bir şey demeyecek misin baba? Torunun oğlunu dövüyor. Duracak mısın böyle?" Konuşan Berfin'in annesiydi. Ömer ağa Fırat'ı durdurmak gibi bir girişimde bulunmadığı gibi onları ayırmaya yeltenen diğer adamlarıda tek bir el hareketiyle durdurmuştu. Fırat'a karşı bir sevgisi ve onu bana rağmen hâlâ bu evde tutan bir saygısı vardı. Öyle sanıyordum ki Boran beyin Fırat'a karşı duyduğu nefret ve kinin sebebi de buydu. Babasının ona duymadığı saygı ve sevgiyi Fırat'a duyuyor oluşuna karşı içinde bir kıskançlık mevcuttu. Böyle insanlar tehlikeli olurdu. Ömer ağa Berfin'in annesine dönüp, " yapacağım, " dedi. " Heja, Saadettin ve Zehra dışında herkes şu an da burayı terk etsin. Hepiniz otele gidiyorsunuz. Fırat sen de bırak mamonun yakasını. Yeter bu kadar rezillik. " Fırat, Boran beyi sertçe iterek bırakırken adam arkasındaki koltuğa düştü. Görebildiğim kadarıyla dudağı patlamış ve burnu kanamıştı. Ona baktığımı fark edince öfke ve nefretin birbirine karıştığı gözleri gözlerimi buldu. " Doğru dedin Ömer ağa! Yeter bu kadar rezillik! Sen de dahil hepiniz defolun gidin evimden!" Fırat'ın sesiyle gözlerimi Boran beyin gözlerinden çekip ona çevirdim. Kaşları çatıktı. Alnının ortasındaki yeşilimsi damar yine ortaya çıkmıştı. Sert ve yakışıklı yüz hatları gergindi. Boynundaki kılcal damarlar bile gözle görülebilir bir haldeydi. Kömür karası, subay tıraşı olan gür saçlarından birkaç asi tutam alnına dökülmüştü. Kara gözleri öfkeyle ateş saçarken her ne kadar ürkütücü görünüyor olsa da sarılmak istedim sevdiğim adama. Kim bilir ne savaşlar vermiş, ne fırtınalar kopmuştu şimdiye kadar içinde? Altı yıldır beni sevip bana gelememesinin nedeni belki de buydu. Bu gerçekleri başka bir zaman duymuş olsaydım bu evden ve Fırat'ın hayatından sonsuza dek çıkıp gitmek isteyeceğimden emindim. Fakat bugün deli gibi sarılmak istiyordum ona. Saçlarını sevmek, yüreğine dokunmak, benim için herkesi, kendini, ablasının intikamını dahi karşısına alan bu koca adamı göğsüme yatırmak istiyordum. " Önce bir sakin ol nevi. Ortada konuşularak çözülecek bir şey varsa oturup bir konuşalım. Bilirsin bütün torunlarımın ve evlatlarımın üstünde tutarım seni. Madem gönül verdin bu kıza bunu oturup bir konuşmak gerek. " "Gerekmez. Sizden icazet almak gibi bir derdim yok benim. " Önümde duran kocamın elini tuttum. Gözleri beni bulurken elini tutan elimi sımsıkı kavradı. "Fırat konuşalım, " dedim. Benim yüzümden ailesini böyle bir çırpıda silip atmasına müsade edemezdim. "Hazan..." " Lütfen, " diyerek sözünü kestim. Gözleri yüzümde gezindi. "İyi değilsin," derken beni düşündüğünün farkındaydım. Ama gereği yoktu. İyi miyim değil miyim bilmiyordum ama bir süre daha dayanabileceğimi biliyordum. Yalnızca kafamın içindeki düşüncelerle baş başa kalmamalıydım. Birileri bu hikayedeki eksik parçaları felaket senaryosu üretmeye meyilli, soluk benizli kehanetler kraliçesi zihnime bırakmamalı, bana her şeyi bütün çıplaklığıyla anlatmalıydı. Fakat o kişi Fırat olmamalıydı. Çünkü o beni seviyordu ve bazı şeyleri eksik ya da yanlış anlatabilirdi. " İyiyim, nolur kalsınlar, konuşalım. " Yüzü sıkıntılı bir ifadeye bürünürken kararsızdı. Aldığı derin bir nefesle göğsünü şişirip nefesini dışarıya verirken, " öyle olsun bakalım, " dedi. Ardından da gözlerini benden çekip Ömer ağaya döndü. "Kalın, konuşalım. " Ömer ağanın gözleri üzerimde geziniyordu. Bakışlarının ağırlığı omuzlarıma çökerken gerilmiştim. Onunla göz göze gelmekten kaçınırken Heja babaanneyle gözlerimiz kesişti. Bana yine kim olduğumu öğrenmeden önce ki sevecen ve sıcacık gözleriyle bakıyordu. Dudağının kenarında küçücük bir tebessüm vardı. O tebessüme tutunmak ve hatta sarılmak istedim. "Az önce saydıklarım dışında herkes otele gidiyor, haydi." Salonu dolduran kalabalık kapıya doğru ilerlerken Berfin ve annesi Boran beyin yanına gidip koltuktan kalkması için yardımcı olmaya yeltendiler fakat adam karısıyla kızının tutmaya çalıştığı kollarını onlardan sertçe çekip ayağa kalktı. Fırat'ın arkası ona dönüktü ancak Ömer ağaya öfkeyle bakıp diğerleri gibi evi terk etti. Saniyeler içerisinde boşalan salonda altı kişi kalmıştık. Ömer ağa kalktığı koltuğa geri oturup Zehra'ya, " bir çay koy bakalım kızım, " dedi. Zehra, " emrin olur dedem," diyerek mutfağa gitti. Hayatım boyunca bir kez olsun kendi dedeme böyle dolu dolu dedem demediğim, diyemediğim gerçeği canımı yaktı bir an, fakat sonra hemen geçti. İyi ki de dememiştim. İyi ki onunla güzel sayılabilecek anılarımız oldukça sayılıydı. "Siz de geçin oturun şöyle." Fırat benim, Saadettin abi de onun yanına oturdu. Elim hâlâ sevdiğim adamın avucundayken ellerimizi ayırmak istedim ancak bırakmadı. Bana olabilecek en yakın mesafede oturuyordu. Gözleri Ömer ağa ve Heja babaanne gibi üzerimdeydi. Ona döndüm. Ve o an hem Fırat'la hem de Saadettin abiyle göz göze geldim. Hızla gözlerimi onlardan çektiğimde Ömer ağa konuştu. " Mehmet'tir senin baban?" Sorunun muhatabı bendim. Gözlerine bakıp başımı sallarken, " evet, " dedim. Gülümser gibi oldu. "Türkoğlu soyundan tek şerefli olan adamın kızı olman büyük nimet. " "Benim babam ölmedi, " dedim sözünü keserek. " Şehit oldu." Bir müddet gözlerime bakıp başını salladı. "Öyle, doğrudur, şehit oldu," dedi. " Şehit olmadan beş altı ay önce tanışmıştım babanla. Dedenin karıştırdığı haltların peşine düşüp bana ulaşmıştı. Birkaç kez görüşüp konuştuk. Dedeni mapusa tıkacak kadar çok delil elde etmiştik birlikte. Nitekim mukadderat. Deden hakkında topladığımız deliller babanla birlikte yanıp yok oldu o arabanın içinde. O günden beridir de o kansız deden torunumun kanının bulaştığı elleriyle kollarını sallaya sallaya gezip duruyor dışarıda." "Benim bundan neden haberim yok?" diye sordu Fırat. Bense babamın son zamanlardaki düşünceli ve durgun hallerini daha yeni yeni anlamanın verdiği ruhsal bir sarsıntıyla kendi içimde baş etmeye çalışıyordum. Bana doğum günümden birkaç gün önce, belki bu yaz Antep' e gitmeyiz. Sizi başka bir yere götürürüm, demişti. Nasıl da üzülmüştüm. Gece' yi görmeden yapamayacağımı söylemiş, onu dedeme şikayet etmekle tehdit etmiştim. Ağlayıp zırlayıp huysuzlanmış ve asileşmiştim. Keşke o zamanlar babamı anlayabilecek bir yaşta olsaydım. Ona varlığımla bile sorun çıkarmak yerine onun için bir şeyler yapıp yanında olabilseydim. Artık çok geç, biliyorum ama pişmanlıklar hep böyle anlarda gelmez mi zaten? İş işten geçer ve sen keşkelerle başlayan onlarca cümle kurarsın. Lâkin seni bu keşkelere getiren şey o pişmanlığın ta kendisidir. Bugünkü aklın o pişmanlık yaşanmasaydı hiç olmayacaktır. Tecrübe böyle böyle oluşur. " Yeni başlamıştın Ankara'daki okula. Birde aklın bunlarla meşgul olsun istemedim. " "Keşke söyleseydin de aklımın neyle meşgul olup olmayacağına ben karar verseydim. " "Yanan delillerin bir kopyası yok muydu?" Ömer ağa dikkatini Fırat'tan alıp bana verdi. Böyle bir soru soracağımı beklemiyor gibiydi. "Yoktu. Varsa bile babanla birlikte sır olup gitmiştir. " Sır olup gitmek diye bir şey hukuk kayıtlarında olmazdı. Bizim işlerde her şeyin en az üç dört kopyası olurdu. Özellikle de babam oldukça garantici bir adamdı. İşini ne olursa olsun emniyete alırdı. Babamın onbir yıl önce ki meslektaşlarına ulaşma olasılığımın ne kadar olduğunu hesaplamaya çalışıyordum. VASÖ yetkilerimi bir an önce geri verip sisteme erişimimi sağlarsa fazlasıyla yüksekti. Sessiz kalıp öylesine başımı sallamakla yetinirken önüme döndüm. Ömer ağa ise derin bir nefesle iç geçirdi. "Ne zaman evlendiniz?" Heja babaannenin sorduğu bu soruyla gözlerim onu buldu. "Bir hafta olmadı. " "İmam nikahı mı kıydınız?" "Evet. " Fırat sorulan sorulara ters ve sert sayılabilecek bir sesle cevap verirken onlara bu konu hakkında söyleyecekleri hiçbir şeyin onun için bir önemi olmadığını belli ediyordu. " Ne zamandan beridir sevdalısın bu kıza?" " Altı yıldır. " Bu cevap Ömer ağayı şaşırtmış, Heja babaanneyi ise güldürmüştü. Biraz utandığımı hissettim. O sırada Zehra elindeki çay dolu tepsiyle mutfaktan çıkıp salona girdi. Ömer ağadan başlayıp hepimize çayları ikram ettikten sonra Saadettin abinin yanına oturdu. Elimdeki cam çay tabağındaki dumanı üstünde tüten çayı yaralı elim yüzünden ne yapacağımı bilemezken Fırat çayı elimden alıp orta sehpanın üzerine koydu. Bunu yaparken bırakmak zorunda kaldığı elimi tekrar tutarken insanların içinde benimle böyle ilgileniyor olması bir yandan hoşuma gitse de rahatsız ediyordu. "Demek altı yıl? O yüzden mi sana bulduğum onca kızı reddedip durdun bunca zaman? Deseydin ya sevdiğim var diye. Onca kızın gönlünü boşa kırdık, gördün mü Heja?" "Ben biliyordum ağam. Kaç kere dedim sana, uğraşma şu oğlanla, onun derdi başkadır, diye. " Gözlerim ayağımdaki bebek mavisi çoraplarımda gezinirken alt dudağımı dişledim. Fırat'ın benden başka biriyle değil evlenmek göz göze gelmesi dahi canımı sıkarken bu " onca kız " meselesi hoşuma gitmemişti. İçimde varlığını sürdüren dedeme karşı duyduğum hayal kırıklığının yanında hiç tanımadığım ve geçmişte kalmış kızlara karşı duyduğum kıskançlık belki de şu an da hissetmemem gereken bir duyguydu. Yinede buna mani olamadım. Öte yandan Fırat'ın babaannesine benden bahsetmiş olması kendimi özel ve değerli hissetmeme neden olurken içimde bir yeri okşamıştı. "Fırat sana Hazan'dan mı bahsetti babaanne? Ayh ne kadar romantik." Zehra'nın bu sorusu Heja babaanneyi güldürdü. "Yok be kızım. Bilmez misin benim aslanımın ağzından selamı sabahı bile zor alırsın. Bir gün Urfa'ya konağa gelmişti üç günlüğüne. Valizindeki kıyafetleri yıkamak için ayırırken gördüm Hazan'ın resmini. O zamanda pek beğenmiştim ama çok küçük görünmüştü gözüme. " "Evet, Hazan küçük gösteriyor. Onsekiz yaşındayım dese inanırım yani. " Konunun benim üzerimden dönmesi hem utanmama hem de bu durumdan rahatsızlık duymama neden oluyordu. Ancak diğer yandan da benden ve Fırat'tan başka konuşulacak konu yoktu. En azından kaç yaşında gösterdiğimden daha ciddi meseleler konuşabilirdik. Neyse ki ben böyle düşünürken Ömer ağa lafa girdi. " Dedenin nasıl bir kansız olduğunu bizden mi öğrendin? Haberin yok muydu bu olanlardan?" "Ömer ağa!" diyen Fırat'ın sert ve uyarıcı sesi dedesinin sorduğu bu sorudan hoşlanmadığını gösterirken aslında derdi bendim. Benim üzülmemi istemiyordu. Ama ben zaten üzülme faslını geçeli çok olmuştu. Bundan sonrası bedel ödetme vaktiydi. Fırat'ın yüzüne bakıp, " Fırat sakin ol lütfen," dedim. "Sorun yok. " Dedesindeki öfkeli gözleri beni bulurken bakışları biraz olsun yumuşamıştı. Ömer ağaya dönüp, "yoktu," dedim. " Onun ve kardeşi Mahmut Türkoğlu'nun terörle bağlantısı olduğunu henüz bu sabah öğrendim. Az önce de bu olanları sizden duydum. Babam öldükten sonra dede...Mahsun Türkoğlu'yla aramızdaki bağ neredeyse tamamen kopmuştu. Sadece yazları görüşüyorduk o da bir haftayı geçmiyordu. İki hafta öncesine kadar altı yıldır bazı sebeplerden ötürü hiç yüz yüze gelmemiştik. Bir faydası olur mu bilmiyorum ama özür dilerim." Gözlerime biriken yaşları geri göndermek için kirpiklerimi kırpıştırdım. Özür dilerim, derken sesim titremişti. Önüme dönüp yutkundum. Fırat elimi bırakıp kolunu belime sararken saçlarımı öpüp, " Şşş," dedi. " Dedenin günahını kendi omuzlarına yüklemeyesin. Biz seni onların günahından mesul tutmuyoruz. Dicle'm öldüğünde sen daha ağzı süt kokan bir bebeymişsin kızım. Hâlâ öyle sayılırsın. Senin suçun değildir bu olanlar. Kimse adına özür dileme bizden. " Heja babaannenin sözleri içime dokunmuştu. Fakat yinede bazı şeyler öyle lafla sözle olacak şeyler değildi. Zaman lazımdı. Birde Fırat'ın beni çok sevmesi. "Nerede büyüdün?" Ömer ağa beni tanımaya çalışıyordu. Ve sanki dedemle aramdaki bağın ne kadar derin olduğunu ölçmekti niyeti. Umarım Mahsun Türkoğlu'yla aramızdaki sözde bağın ne kadar sığ olduğunu görebilirdi. "İstanbul'da." "Annen kimlerden?" " Antep'li o da. Fıstıkçıoğulları soy adını taşıyan eski bir toprak ağasının kızıymış. Zamanla iflas etmişler. " Başını ciddiyetle salladı. Gözleri yüzümde mütemadiyen olduğu gibi gezinen Ömer ağa kafasında beni tartıyor gibiydi. "Kaç kardeşisiniz kızım?" Bu cevap vermesi zor bir soruydu. Babamla annemden olma tek çocuktum. Ablamı sayarsam iki kardeştim. Ali onu şu halde kardeşim olarak saymamı gerektirecek kadar bir yer kaplamıyordu içimde. "İki," dedim önce ama sonra onları kandırmak istemedim. "Aslında üç kardeşiz. Ama..." "Hazan..." Fırat bunu söylemek zorunda olmadığımı söylemek istiyordu ama sözünü kestim. "Söylemek istiyorum, " dedim gözlerine bakarak. Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken bir şey söylemedi. "Benden küçük olan erkek kardeşim dedemle aynı yolu tuttu. " "Vatan haini oldu yani, öyledir?" Başımı salladım. "Mehmet gibi bir adamın çocuğundan beklemezdim. " Babalarımızın farklı olduğunu söylemek istesem de sustum. Bu kadarını bilmeleri kafiydi. Fırat'a bile söyleyememiştim daha annemin babamı aldattığını. Şimdi bu insanlara hiç diyemezdim. "Sen peki? Ne iş yapar ne ekmek tutarsın? Yolun buraya nasıl düştü?" "Ben savcıyım," dedim. "Zorunlu doğu görevim buraya çıktı. " Savcı olduğumu duyunca Heja babaannenin gözleri parlamıştı. Ömer ağa ise bana karşı biraz daha yumuşamış gibi göründü. Ama bundan emin olamadım. Belki de ben öyle olmasını istediğim için zihnim bana küçük bir oyun oynamıştı. "Demek savcısın? Ne savcısı?" "Terörle mücadele." Ömer ağa bir parça şaşırmıştı. Kalın, gür ve kırlaşmış kaşları, öyle mi, der gibi havalandı. "Belli," dedi. " O deden olacak soysuz gibi değilsin. O yüzden karşına oturup konuştum seninle. Fırat belli çok seviyor seni. Dedim benim torunumun bir bildiği vardır. Bir kız için bizi karşısına alıyorsa bu kız öyle alelade biri olamaz. Mehmet'in kızı olmanda mühim tabii. Madem torunum seni ister o zaman bu saatten sonra sen de Zehra gibi benim bir kızım, bir gelinimsin. " Sağ elindeki tesbihi sol eline alıp elini uzattı. "Diğer meseleler konuşulur halledilir. Ama ilk ve en önemli şart Türkoğlu adını unutacaksın. Tez vakitte Fırat'ın resmi nikahlı karısı olup bizim soy adımızı alacaksın. Yarın öbür gün karşımıza geçip, yok ben anamı, babamı, köyümü özlerim, demek yok. Anlaştık ise gel elimi öp." Fırat sessizdi. Dedesiyle bu konuda aynı fikirde olduğunu biliyordum. Daha önce o da bana buna benzer şeyler söylemişti. Babaannemin bana vurduğunu öğrendikten sonra Türkoğlu aşiretinden Oğuz dışında kimseyle görüşmememi salık vermişti. Sorun değildi benim için. Bugün onları tamamen hem gözümden, hem de içimden söküp atmıştım. İçim koca bir boşluktu ama Fırat vardı. Oturduğum yerden kalkıp Ömer ağanın elini tutup öpüp alnıma koydum. Ardından da Heja babaannenin elini öptüm ve kalktığım yere, Fırat'ın yanına oturdum. Ömer ağa çayını içerken, "eee Saadettin ne dersin gelin hanıma?" dedi. Orta sehpadaki çayımı alırken bu sorunun amacını anlayamamıştım. Saadettin abi bana bakıp, " yaşı küçük dede," dedi. "Şımarık da biraz. Nasıl derler toy. Babası küçük yaşta ölmüş, annesi ilgisiz bir kadınmış falan büyümesi gerekiyor biraz. Fırat asker adam, baba olacak yaşa geldi. Bana sorarsan ki bu kızla mı uğraşacak, uğraşmasın. Ama ben altı yıldır uğraşıyorum bu deliyle. Vazgeçeceği yok. Velhasıl kelam madem sen de onay verdin bundan sonra bu kız benim kardeşimdir. " Nasıl böyle bütün düşüncelerini kırılıp dökülebileceğimi hesaba katmadan dile getirebiliyordu? Tüm bu saydıklarının hiçbiri ben değildim. Belki bir yere kadar ama ben hiçbir zaman şımarık biri olmamıştım. Toy, hiç değildim. Ya da büyümesi gereken bir çocuk asla. Sadece canım yanınca bununla baş edemiyordum. Hep kendi ayaklarımın üzerinde durmaya alıştığımdan Fırat'ın üzerimdeki baskınlığını bazen kaldıramıyordum. Son zamanlarda olanlar, ki bu olanlardan Saadettin abinin haberi yoktu, nefes aldırmamıştı. Ve kimse Fırat'ın ne kadar zor bir insan olduğundan bahsetmiyordu. Bu adamın benimle derdi neydi? "Sado lafını bil." "Tamam, kapat telefonu yüzüme. Pardon lan. Yüz yüzeyiz değil mi? Burada öyle şeyler yapamazsın. " "Kapı var Sado. Seni önüne koyar kapıyı da yüzüne kapatırım. " "Eyvallah. " "Didişmeyin oğlum. Biz zaten buradan bir ev almayı düşünüyoruz. Hazan'a da yol yordam öğretiriz. " Saat 20.13'ü gösterirken herkes gitmiş evde Fırat'la ikimiz kalmıştık. Dicle'nin nasıl öldüğünü, dedemin bu işin neresinde olduğunu birkaç kez sormama rağmen Fırat bana cevap vermeye yeltenen herkesi susturmuştu. O olayın nasıl yaşandığını kendisi anlatmak istediğini söylemişti. Ama dakikalardır beni koltukla arasına sıkıştırıp öpüp koklamak dışında hiçbir şey yaptığı yoktu. Dudakları burnumun üzerinde gezinirken içimi çektim. "Fıraaat," diyerek seslendim ona. Bir kolu sımsıkı belime sarılıyken diğer kolu başımın altındaydı. Başımın altındaki kolu ona seslenişimle yüzümü iyice kendine doğru çekerken parmakları saçlarımı geriye doğru tarayarak seviyordu. "Yavruuum," dedi fısıltılı ve derinden gelen erkeksi sesiyle. Sesi içimi gıdıklarken boynuna sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp şu hâlde mümkünü varmış gibi biraz daha sokuldum sevdiğim adama. Salonda sadece köşedeki ayaklı abajurun sarı loş ışığı vardı. Köşe koltukta kocamla sarmaş dolaş yatıyordum. Bir bacağım onun bacakları arasındaydı. Kokusu, sıcaklığı ve kocaman varlığı dört bir yanımı sarıyordu. Dışarıda kar yağışı durmuştu fakat yaz geldiğinde yeşillere bürüneceğini bildiğim ağaçlarla dolu bahçemiz bembeyaz karlarla kaplıydı. Bu an çok güzeldi. Ve ben bu anı soracağım kasvetli ve kederli sorularla bozmak istemiyordum. Ancak öbür türlü de içim rahat etmeyecek, beynimi kemirip duran sorular Fırat'la böyle güzel bir anın içinde olmanın tadını çıkarmama izin vermeyecekti. Bu yüzden, " bana ablanın nasıl...öldüğünü anlatacaktın, " dedim. Bilmek istiyordum. Hem Fırat'ın karısı olarak kocamın geçmişini öğrenmek için, hem de bir savcı olarak Mahsun Türkoğlu'nun bu olaydaki suçluluk derecesini ölçebilmek için o ana dair en ufak bir detayı dahi bilmek, duymak istiyordum. Fırat için ablasının ölümünü anlatmanın her ne kadar zor olduğunu bilsem de. Saçlarımı seven el durdu. Fırat burnumun üzerindeki dudaklarını çekip alnımı öptü. Belimdeki kolunu sıkılaştırıp beni iyice kendine bastırırken sıkıntılı bir nefesi alıp verdi. Sonra birkaç saniyelik bir sessizlik çöktü üzerimize. O konuşana kadar konuşmamaya karar verdim. Ensesine sardığım ellerimle sakince saçlarını sevmeye başladım. Gözlerim tavanda gezinirken bir yerden sonra Fırat'ın konuşacağına dair olan bütün umudum kesilmişti. Susuyordu. Belki de bu sessizlik dile getireceği onlarca anlamsız kelimeden daha fazla şey anlatıyordu. Cihan abinin gönderdiği, içinde askeriyedeki askerlerin sicilleri ve hayatlarına dair bilgilerin bulunduğu, dosyanın Fırat'a ait olan kısmını okuduğumda ablasını babasının öldürdüğünü düşünmüştüm. Belki de öyleydi fakat dedemin bu işte bir parmağı olabileceğini kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim. Bu durumla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Bir yanım deli gibi Fırat'la kalkmak isterken diğer yanımın bir gözü hep kapıdaydı. Kalbimse her iki yanımın da tarafını tutmuyordu. O şu andaydı. Ne kalmak ne gitmek istiyordu. Onun derdi sadece sevgiydi. Ve sanırım bu da onu kalmak isteyen yanımın tarafına itiyordu. Fırat'tan ayrılırsam ondan önce kaldığım yerden devam edemeyeceğimi biliyordum. Kalmanın gitmekten daha az canımı yakacağını da. Ama her şeyden önemlisi Fırat'a acı veren bir Türkoğlu daha olmak istemiyordum. Artık bir Türkoğlu olmak bile istemiyordum. "Aç mısın?" "Ne?" Böyle bir soruyu beklemiyordum. Özellikle de böyle bir sessizliğin üzerine. Alnımdaki dudaklarını çekip yüzünü gözlerime bakmak için yüzüme eğdi. Başımı geriye atıp buna müsade ettim. Kara gözlerinde bir tuhaflık vardı. Dolu dolu diyemezdim ama biraz buğulu, biraz da sisliydi. Bakışları donuklaşmıştı. İçim ürperdi. "Aç mısın, dedim. Olmasan da bir önemi yok, ilaç içeceksin. Gel," derken benimle birlikte koltuktan kalkıp oturdu. Bacaklarımı beline sararken dudaklarımı öptü. Kendimi geri çekip gözlerine baktım. "Konuşacaktık. " Yüzünü boynuma gömüp kokumu içine çekti. "Konuşuruz, ama önce biraz seveyim seni," dedi. "Dedenler gittiğinden beri seviyorsun ya Fırat, " dedim. "Konuşalım artık. " Yanağımı öptü. " Öyle bir sevmekten bahsetmiyorum Hazan. Tenini özledim. Ama önce karnını doyuralım, sonra koynuma alacağım seni. Tamam?" "Peki ne zaman konuşacağız?" Oturduğu yerden benimle birlikte ayağa kalkarken, " ona da bakarız bir ara," dedi. Konuşmak istemiyordu anlaşılan. Üstelememeye karar verdim. "Peki, öyle olsun." Salonun ortasında üst kata giden merdivenlerle, mutfağa açılan kapı arasında durdu. Yüz yüze gelmemizi sağlayıp gözlerime bakarken, " nereye gidiyoruz?" dedi. Aslında duş alıp üzerimi değiştirmek istiyordum ama bu kesik elle nasıl duş alacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. O an aklıma gelen bir fikirle Fırat'ın gözlerine bakıp, " duş almak istiyorum, " dedim. Kaşları sıkıntılı bir hâle bürünen yüzüyle birlikte çatıldı. " Al, al yavrum da elin yaralı, nasıl olacak böyle?" Boynundaki ellerimi, baktıkça içimi bir hoş eden kaslı ve damarlı kollarını açıkta bırakan beyaz tişörtünün üstünden, göğsüne koydum. Gözlerimi sağa sola kaçırırken söyleyeceğim şeyden hem emin değildim, hem de utanıyordum. Alt dudağımı ısırırken alnımı alnına dayadım. Burnunun ucunu öpüp, " ben...şey, " derken duraksadım. Aklımdan geçirmesi kolaydı, ama dile dökmekte neden bu kadar zorlanıyordum? Fırat göğsünde duran yaralı elimi sanki kırılacak narin bir şeye dokunuyormuş gibi avucuna alıp parmaklarımı öptü. "Ne, söyle, " dedi. Yutkundum. Ne demek istediğimi anlamış gibiydi fakat emin olamadığından beni ürkütüp korkutacak, ondan cinsel anlamda uzaklaşmama sebep olacak bir şey söylemekten korktuğu için gözlerimin içine bakarak her ne düşünüyorsam benim söylememi bekliyordu. Bunu az önce donuk bir ifade alan gözlerinin çakan ani bir şimşek misali parlamasından, gözlerime beklentiyle bakmasından anlayabiliyordum. Banyoya yanıma gelme, benimle birlikte duş alma düşüncesinin elimin altındaki kalbini hızla atırdığını hissedebiliyordum. Yüzünde tek bir mimik oynamıyor, kaşları çatık bir hâlde öylece dururken ciddiyetini koruyordu ama gözlerindeki parıltıların sebebi heyecandı. "Fırat ben...yani..." Avucundaki elim hâlâ dudaklarındaydı. Gözleri yüzümü tararken gözlerimi kapattım. Alnımı alnından ayırıp başımı boynuna gömdüm. Birlikte duş almak demek ikimizinde çırılçıplak kalması demekti. Fırat'ın pantolonunun üstünden bile kocaman görünen erkekliğini görmeye hazır olup olmadığımı bilmiyordum. Ya da beni tamamen çırılçıplak gördüğünde her şeyin sadece birlikte duş almaktan ibaret kalıp kalmayacağı konusunda şüphelerim vardı. Dudaklarım, burnum ve alnım tenine değerken sıcacık olduğunu hissettim. İkimizinde nefes alış verişleri düzensizleşirken aynı şeyleri farklı şekillerde düşündüğümüzü biliyordum. "Hazan söyle ne söyleyeceksen," dedi. Boğuk sesinde saklamaya çalıştığı bir sabırsızlık vardı. Avucundaki elimi omzuna bırakıp saçlarımı sevdi. Boynumu sıcacık dudaklarıyla öpüp " hadi, " derken de tahmin ettiği şeyi söylemem için düz ve sakin tutmaya çalıştığı sesiyle yalvarıyordu sanki. Kirpiklerimi araladım. Onun olmak istiyordum. Korkup çekinerek bir yere varamazdım. Bugün de bitmişti ve Fırat üç gün sonra gidiyordu. Ne zaman döneceği belli değildi. Ya hiç...dönemezse? O zaman hep bu anın pişmanlığını yaşayacaktım belki. Onunla daha fazla özel an paylaşmak istiyordum. Fırat'la kendimi paylaşmak, sevdiğim adamı en mahremime almak istiyordum. Madem birlikte geçirebileceğimiz anlar sayılıydı ve bu sayılı anların ne zaman tamamen son bulacağını bilmiyorduk o zaman kıymetini bilmeliydik. Dolan gözlerimle birlikte kocama daha sıkı sarılırken, " ben seninle birlikte duş almak istiyorum, " dedim. Kelimeler dudaklarımdan tane tane dökülmüştü. Sertçe yutkunduğunu duyarken kasıldığını hissettim. Başımı boynundan kaldırıp utana sıkıla gözlerine baktım. Kara gözlerindeki parıltılar birer ateş olmuş cayır cayır yanıyordu. Dudak dudağaydık. "Emin misin?" dedi. Bana karşı duyduğu istek ve arzudan dolayı boğuk çıkan kalın erkeksi sesi titriyordu. "Oynama benimle. " Başımı sağa sola sallayıp, " oynamıyorum ki aşkım, " dedim tatlı bir sesle. "Elim yaralı, bu şekilde tek başıma yıkanamam ki." Dudaklarımı öptü sıkıca. Sonra burnumu ve alnımı derken yüzümün her yerini aceleci bir tavırla öpüp boynuma gömüldü. " Aşkın yesin seni," dedi dişlerini sıktığını belli eden sesiyle. Ve öylece salonun ortasında duran adımları hareketlenip merdivenlere yöneldi. Hızlı ve büyük adımlarla ikişer üçer çıktığı merdivenlerin sonunda odamıza ulaşmıştık. Fırat duvardaki tuşa basıp ışığı açtı. Ömer ağalar giderken Fırat onları bahçenin dışına kadar geçirmişti. Geri dönerken de arabamı bahçeye sokmuş, bagajdaki bavulumu ve İstanbul'dan aldıklarımızı alıp buraya koymuştu. Gözlerim gayriihtiyari bir şekilde odanın içinde gezinirken yatağın en son bıraktığımdan daha dağınık olduğunu, camın önündeki koltukların yamuk durduğunu görmüştüm. Sanki önceden bile isteye dağıtılan oda sonradan alelacele toplanmış gibiydi. Fırat beni yatağa bırakırken önüme çöktü. O an makyaj masasının aynasının yerinde olmadığını fark ettim. Masanın önündeki toz pembe rengindeki ayaklı puf da masanın altına doğru yuvarlanmıştı. Kaşlarım çatılırken, " ayna nerede Fırat?" diye sordum. Yüzü gerilirken, " kırıldı, " dedi konuyu çokta konuşası yokmuş gibiydi. Ama ben," bu odanın hali ne peki?" diye sorarak konuyu irdelemeye devam ettim. Fırat ise ayaklarımı teker teker eline alıp çoraplarımı çıkardı. Önümden kalkıp bavulumu yanıma getirirken, " ne giyeceksen ayarla," dedi. " Ben de...banyoya bakayım bir." Kaçmaya çalışıyordu. Banyoya doğru giderken oturduğum yerden kalkıp hızla önüne geçtim. Az kalsın bana çarpacakken son anda kollarını belime sarıp durdu. "Napıyorsun Hazan?!" dedi sinirle. Uzun boyundan dolayı başımı geriye atarak gözlerine bakmaya çalışırken, " napıyorum?" dedim. " Sen kaçıyorsun, ben de durduruyorum. " "Gerek var mıydı buna? Dur desen dururdum. Ya çarpsaydım sana, ya yere düşseydin, elindeki dikişler patlasaydı, bir yerine bir şey olsaydı? " Söz konusu benken Fırat'ın aklında ürettiği tehlike senaryolarını anlayamazken onu çatılan kaşlarımla hayretle dinliyordum. "Fırat abartma." " Ne abartma lan? Üç katınım senin. İyice zayıflayıp güçsüz düştün zaten. Çarpışsaydık yerden kazırdım seni. Neyi abartma?!" Fazla ve gereksiz bir şekilde gerilip sinirlenmişti. Bu tavrı canımı sıkarken bu odanın neden bu halde olduğunu da Fırat'ın neden birden bire bu kadar gerilip sinirlendiğini de biliyordum. "Aynayı sen kırdın, dimi?" dedim. Bunu beklemiyordu. Yüzü iyice gerilirken sol yanağında ufak bir seğirme meydana geldi. Dilini yavaşça ağzının içinde gezdirip başını kapıdan tarafa çevirdi ve gözlerini gözlerimden kaçırdı. "Ben gittim diye yaptın. Beni evde bulamayınca sağa sola saldırdın. Aynayı kırdın, yatağı dağıttın, koltukları devirdin. Az önce de bavulları buraya çıkarırken alelacele ortalığı topladın, dimi?" Koca bedeni sözlerimle kasıldı. Dişlerini sıktığı için belirginleşen çene kaslarıyla etli dudaklarını biribirine sımsıkı kenetlemişti. Sorularıma cevap vermeme konusunda kararlıydı. "Aynanın parçaları nerede?" diye sordum bu sefer de. Belki bu diğer sorularıma nazaran cevap vermesi daha kolay bir soruydu. Sustu yine. "Fırat ya cevap ver bana ya da git odadan. Ben tek başıma alırım duşumu." Susmasına sinirlenmiştim. Niye cevap vermiyordu ki? Merak ediyordum sadece. Konuşmak istiyordum onunla. Gözleri sözlerimle hızla beni buldu. Belime sarılı olan kolları oldukça sıkı bir hâl almıştı. " Hazan!" dedi uyarıcı bir sesle. "Ne?!" Gözlerini sinirle sakin olmak ister gibi kapatıp açtı. " Neyi merak ediyorsun?!" dedi. "Anladın işte her şeyi! Delirdim seni evde bulamayınca! Dağıttım ortalığı, tamam?! Bu! Olan bu! Ne anladıysan doğru!" "Özür dilerim. " İçini çekip kucağına aldı beni. Alnını alnıma dayayıp, "dileme," dedi daha sakin bir sesle. "İkide bir açıp durma şu mevzuyu. Unutalım gitsin. Tamam?" Kollarımı boynuna sarıp, " tamam," dedim. Boynumu öptü. "Afferin sana, " dedi. Yeniden yatağa oturduğumuzda göz gözeydik. Yüzümü avuçlarının arasına alıp birkaç kez, tadına bakar gibi dudaklarımı öptü yavaşça. Sonra dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan üst dudağımı emip öperken üzerimdeki bebek mavisi hırkamın düğmelerini açıp üzerimden çıkardı. Tekrardan belime sarıldığında ben de onu öpüyordum. Elleri sırtımı okşarken geri çekilip dudaklarımızı ayırdı. "Kıyafetlerini ayarlayalım, " dedi. "Banyodan çıkınca ayarlarız, " dedim. Derin bir nefesi ciğerlerine doldururken başını belli belirsiz salladı. Yataktan kalkıp benimle birlikte banyoya girdi. Duşakabinin dışında beni yerdeki mor halının üzerine bıraktı. Duşun içine girip suyu açtıktan sonra yanıma geldi. Bana uzun boyunun verdiği avantajla tepeden bakarken elleri beyaz boğazlı kazağımın eteklerini buldu. Gerginlikten ve heyecandan midem kasılırken alt dudağımı kemirip duruyordum. Gözlerim yerde geziniyordu. "Kaldır kollarını, " dedi. Dediğini yaptığımda kazağı başımdan çıkarıp duşun yanındaki kirli sepetine attı. Karşısında siyah atletim, bralet sütyenim ve buz mavisi kotumla kalmıştım. Henüz giyinik olmama rağmen bu an çok fazla geliyordu. Yinede kotumun düğmesini ve fermuarını açarken karşı koymadım ona. Pantolonu kalçalarımdan indirip çıkardı. Siyah külodum ve bacaklarım gözlerinin önüne serilmişti. Değdiği yeri karıncalandırıp uyuşturan gözleri bacaklarımda gezinirken kotu yerden aldı. Doğrulurken kadınlığıma yakın bir yeri koklayarak öptü. Bu öpücük ürpermeme neden olurken bedenimde soğuk bir esinti kol geziniyor, midemin içi ve göğsüm cayır cayır yanıyordu. Dudakları hâlâ tenimdeyken, " Fırat, " dedim titreyen sesimle. Geri çekilip doğrulurken elindeki pantolunu da sepete attı. Gözleri gözlerimi bulurken başımı önüme eğip ona sokuldum. Sarıldı bana. " Hazan hazır değilsen zorlamam," dedi ciddi bir sesle. "Sadece yıkar çıkarım seni. Bana neye ne kadar izin vereceğini söylemen lazım ama. Birlikte duş alalım, demenin ne anlama geldiğini biliyorsun, dimi? " "Biliyorum. Senin olmak istiyorum." Daha sıkı sarıldı bana. Saçlarımı öpüp koklarken, "tamam," dedi. " İstiyorsun, eyvallah ama hazır değilsin yavrum, korkuyorsun. Sen böyle titreyip korkarken ben nasıl dokunurum sana? İkimizi de zorlama. Kendimi zor zapdediyorum zaten, yapma." "Hayır, yapacağım, " dedim inatla. "Senin olacağım, soy beni." Başımı göğsünden kaldırıp gözlerine baktım. Kara gözleri iyice koyulaşmıştı. Aldığı derin nefesi," of," diyerek geri verdi. " Sen yakacaksın beni bu gece." Çenemi göğsünün altına dayayıp hafifçe gülümserken, " birlikte yanalım," dedim. Başını banyonun tavanına doğru kaldırıp, " ya sabır, " dedi. Adem elması, kalın ve güçlü boynu onu öpme isteğimi artırıyordu. Gözlerimiz tekrar buluştuğunda başını, ne yapacağım ben seninle, der gibi iki yana salladı. Sonra da," gel bakalım, gel," derken atletimin eteklerini tutup çıkardı. O da kirli sepetini boylarken siyah sütyenim ve külodumla kalmıştım. Beni alev alev yanan kara gözleriyle baştan aşağı süzdü. Beğeni ve istek dolu gözleri vücudumun ısınmasına neden olurken, " ne güzel bir şeysin sen," dedi kendi kendine konuşur gibi. Utançtan ve heyecandan ellerimi nereye koyacağımı bilemezken," ya Fıraat," dedim mızmız bir sesle. Ellerimi arkamda bağlamıştım. Saçlarım önüme dökülürken öylece duruyordum. Duşun içine akan suyun yere düşerken çıkardığı sesler kulaklarıma doluyordu. Fırat bu sefer de sütyenimi çıkarmaya meyil ederken," Fırat ölsün sana," dedi. Kollarımı havaya kaldırıp sütyeni çıkarmasına müsade ettiğimde büyük ve dolgun memelerim gözlerinin önüne serilmişti. Şimdi üstümde sadece külodum vardı. Fırat sütyeni de kirli sepetine attıktan sonra beni kucağına aldı. Sol göğsümdeki hilâl şeklinde olan doğum lekemi öpüp duşakabinin içine bıraktı beni. Kollarımı tutarken," bekle burada, " dedi. " Üstümü çıkarıp geleceğim yanına. Dikkat et kayma. " Başımı sallayıp, " tamam," dedim. Elleri kollarımı bırakırken suyun altına doğru gittim. Duş başlığından akan sıcak su saçlarıma düşerken ellerim kulağımdaki kirazlı küpelerime gitti. Onları çıkartıp bir avcumda topladım. Sağ elimdeki yüzüğü de çıkardıktan sonra Fırat'a vermek için kabinin kapısına ilerledim. O sırada Fırat da yanıma gelmek üzereydi. Üstünde sadece siyah baksırı vardı. Onu ilk kez böyle görüyordum. Ve öylece kalakalmıştım. Dergilerden fırlamış mankenler gibiydi. Belki de çikolata reklamlarının vazgeçilmezi kaslı ve yarı çıplak erkekleri andırıyordu. Yinede onlardan daha yakışıklılı olduğu su götürmez bir gerçekti. Nefes almayı unuttuğumu düşünürken Fırat'ın, " noldu?" diye soran sesiyle kendime geldim. "Şey...bunları alır mısın?" derken avucumdaki yüzük ve küpeleri ona uzatmıştım. Dudağının kenarındaki küçük ve çapkın tebessüm, gözlerindeki yaramaz pırıltılarla birleşince ondan ve vücudundan etkilendiğimi anladığını anlamak güç değildi. Elimdekileri alıp lavabonun kenarına koydu. Gözlerim geniş ve kaslı sırtında, sıkı kalçalarında, uzun ve adaleli bacaklarında gezinirken yutkundum. Onun olmak istiyordum. Bu adamı istiyordum. Bana dönüp yanıma gelirken künyesi boynundaydı. Esmere çalan buğday teni beyaz ışığın altında nefes kesici bir şekilde parlıyordu. Baksırının önündeki büyük çıkıntı bir kez daha yutkunmama neden olurken Fırat koca gövdesiyle kabinin içine girdi. Geriye çekilip ona yer açarken sırtım soğuk fanyasla buluştuğunda irkildim. Aramızda tek bir adımlık dahi mesafe bırakmadan dibime kadar girip beni tuttuğu belimden kendine çekti. Küçücük kabinin içinde Fırat'la baş başa ve neredeyse çırılçıplak olmak kalbimin teklemesine neden olurken dizlerimin bağı çözülüyormuş gibi hissediyordum. "Tutun bana." Dudaklarımı birbirine bastırıp ellerimi göğsüne koydum. Saçlarına akan su yüzüme damlarken Fırat duş başlığını eline alıp saçlarıma tuttu. Kalçalarıma kadar uzanan saçlarım yavaş yavaş sırılsıklam olurken gözlerime kaçan ve dudaklarımın arasından sızıp ağzıma dolan sudan rahatsız olup yüzümü sevdiğim adamın çıplak göğsüne gömdüm. Bir eliyle saçlarımı sevip diğer elindeki duş başlığıyla saçlarımı ve vücudumu ıslatıyordu. "Su iyi mi?" "Hıhı. " Su çok güzeldi. Ne ılık ne de tenimi yakacak kadar çok sıcaktı. Ben çoğu zaman suyu bu kadar iyi ayarlayamıyordum. Belki de bundan sonra hep Fırat'la birlikte yıkanmalıydım. Bir süre sonra Fırat elindeki duş başlığını yerine takıp bir kolunu belime sardı. Duş başlığı çok yüksekteydi ve normalde Fırat duş aldıktan sonra başlığı benim yetişebilmem için hep aşağıda bırakıyordu. Şu hâlde ikimizde ıslanıyorduk. Yüzümü avuçlarının arasına alan elleriyle yanaklarıma ve alnıma yapışan saçlarımı geriye doğru itip dudaklarımı bir kez öpüp geri çekildi. Gül kokulu şampuanımı alıp," kapat gözlerini, " diyerek saçlarıma döktü. Gözlerimi kapattığımda elleri saçlarımı köpürtürken oldukça uzun olan saçlarımı bir araya getirmek için canımı yakmadan hepsini teker teker avucunda topluyordu. Dudaklarımı büzüp, " saçlarım çok uzun değil mi ?" dedim. "Hayır, çok güzeller, " dedi. "Evet, güzeller ama bakımı zor oluyor. Yağlarım, kremlerim falan hep diğer evde kaldı ama bir sürü şey kullanmak zorunda kalıyorum. Taraması da zor. Kestirmeyi düşünüyorum," dedim. Saçlarımdaki elleri durur gibi olurken," saçmalama, " dedi sert ve bu söylediklerimden hoşlanmadığını belli eden sesiyle. "Dokunmayacaksın saçlarına. Ne lazımsa krem mrem ben alırım sana. " "Ama..." "Aması maması yok. Dokunmayacaksın, dedim, bitti." Sessiz kaldım. Tepkisi biraz fazla gelse de saçlarımı çok sevdiğini biliyordum. Ben de seviyordum ama uğraşması zordu. Yinede Fırat istemezse kestirmezdim. Saçlarımı önce köpürtüp sonra da köpüklerden arındırdı. Pembe lifime gül kokulu duş jelimden döküp vücudumda gezdirmeye başladı. Bir koluyla da yerdeki köpükler yüzünden düşerim diye belimi tutuyordu. Dokunuşları sakindi. Gözlerindeki istek ve arzudan en ufak bir emare dahi taşımıyorlardı. Bu durum canımı sıkarken yüzüm asıldı. Güvenmiyordu bana, biliyordum. Konuşurken cesurdum fakat iş ciddiye bindiğinde hemen korkup kendimi geri çekiyordum. Fırat da bunu bildiğinden temkinli bir şekilde yaklaşıyordu bana. Belki bu sefer öyle olmazdı. Denemeden bilemezdik ki. Kendimi bu konuda hiç olmadığım kadar cesur, kararlı ve istekli hissediyordum. İlk adımı ben atmaya karar verdim. Tek sorun bunu nasıl yapacağımı bilmeyişimdi. Önce zar zor yetişebildiğim göğsündeki ellerimi beline sardım. Memelerim çıplak ve ıslak tenine yapışırken kasıldı. Bir eliyle sırtımdaki saçlarımı çekip elindeki lifi tenimde gezdirirken işini yapmaya devam etti. Sol göğsünün altındaki yarayı öptüm. Sonra birkaç öpücük daha kondurdum tenine. Sıcacık vücudu kasılmaya devam ederken sırtındaki ellerimi hareketlendirip tenini okşamaya başladım. Baksırının önündeki sert çıkıntı karnıma değiyordu. Ona iyice sokulup kendimi sevdiğim adama bastırdım. Sıklaşan ve kesik kesik bir hâl alan nefesleri ona dokunma isteğimi körüklüyordu. "Hazan," dedi nefes nefese. Erkeksi kalın sesi boğuktu. Durmamı söylüyordu ama ben durmak istemiyordum. Gözlerimi yüzüne çıkartıp, " kocam, " dedim. Gözleri birkaç saniye yüzümde gezindi. Kaşları çatık, sert yüz hatları gergindi. Bu halinin benden etkilendiği için olduğunu bilmesem kızgın olduğunu düşünürdüm. Boynunda belirginleşen damarları öpmek istiyordum. O etli dudaklarına bu kadar uzak olmak hoşuma gitmiyordu. Sertçe yutkundu. "Elimde kalırsın," dedi tehditkâr bir sesle. "İstemiyor musun beni?" dedim. Nerede kalacağımın bir önemi yoktu. Onun olmak istiyordum. Bu sefer kızmıştı. "Ağzından çıkanı kulağın duysun," dedi azarlar bir tonda çıkan sesiyle. " Seni düşünüyorum Hazan. Hazır değilsin." Yutkundum. Haklıydı belki ama daha fazla ne ona ne de kendime bu acıyı çektirmek istemiyordum. Kollarımı belinden çözdüm. Ellerim kalçalarımı saran sırılsıklam olmuş küloduma gitti. Fırat yaptığım bu şeyle afallarken gözlerinin içine bakarak kilodu kalçalarımdan aşağı indirdim. Kalçalarım ve kadınlığım ortaya serilirken külot dizlerimde kalmıştı. "Hazırla o zaman," derken cümlem biter bitmez Fırat beni kucağına aldı. Bacaklarımı hızla beline sardım. Sırtım sertçe soğuk fanyasla buluşurken dudaklarıma kapandı. Üzerimize akan sıcak suyun altında dudaklarımı hoyrat ve aceleci bir şekilde öperken elleri çıplak kalçalarımı sıkıp yoğurmaya başlamıştı. Canımı yakıp inlememe neden olan öpücüklerine karşılık vermeye çalışırken kollarımı sımsıkı boynuna sarmıştım. Sırılsıklam olmuş kadınlığım karnına değiyordu. Kendimi ona bastırıp sürtünmekten alamıyordum. İçimde kocam tarafından doldurulması gereken bir boşluk vardı. Dudaklarımız ayrıldı. Fırat boynuma gömülüp etimi ısırıp emerek öperken erkeksi hırıltılar çıkartıyordu. Onu kendime iyice çekip başımı arkamdaki duvara yasladım. Kalçalarımdaki ellerinden biri sağ göğsümü buldu. Okşayıp severken," Hazan," dedi inler gibi. "Durdur," dedi sonra. "Yatağımıza gidelim," dedim. Başını boynumdan kaldırıp ateş saçan kara gözleriyle gözlerime bakıp alnını alnıma dayadı. "Bırakmam, " dedi bastırarak. " Biraz daha ileri gidersek bırakmam." Kaba sesi titriyordu ve körük gibi inip kalkan göğsü memelerimi ezerken ikimizde nefes nefeseydik. Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Tenini severken gözleri kapanır gibi oldu. Burnunun ucunu öptüm. Sonra da dudaklarına birkaç kısa öpücük kondurdum. "Bırakma, " dedim. Yutkundu. "Dur, desen de durmam," dedi. Uyarıyordu. "Durma." "İnlete inlete, çığlık çığlığa sikerim seni o yatakta. " Dudaklarına kapanmadan önce, " sik," dedim. Onu öpüşüme sertçe ve şehvetle karşılık verirken başımıza akan suyun kesildiğini hissettim. Fırat elleri sırtımda, vücudumun kıvrımlarında aceleci bir tavırla gezinirken duştan çıktı. Odaya girdiğimizde ışığı kapatıp beni yatağa yatırdı. Islak sırtım serin çarşafla buluştuğunda dudaklarımız ayrılmıştı. Gözlerimi açtım. Fırat baş ucumuzdaki gece lambasını yakıp beni tamamen altına alırken tekrardan dudaklarımızı birleştirdi. Bir eli beline sarılı olan bacaklarımdan birini okşayıp sıkarken diğer eli memelerimde geziniyordu. Bense şimdilik sadece kollarım boynuna sarılıyken kocamla öpüşüyordum. Bir süre öylece öpüştük. Dudaklarımız ayrıldığında Fırat yüzümü avuçlarının arasına alıp alnını alnıma dayayarak beni izledi. Ona hâlâ aynı istekle ve kararlılıkla bakmaya devam ettiğimi gördükten sonra yüzümün her bir zerresini emip öptü. Elleri yine kalçalarımda, bacaklarımda, bel kıvrımlarımda, memelerimde ve göbeğimde gezinirken boynuma gömüldü. Erkeksi hırıltıları benim iniltili nefeslerime karışırken gözlerim kapalıydı. Kaşlarım çatık, yüzüm ağlamaklı bir hâl içerisindeydi. Kadınlığım sızlıyordu. Fırat'ın altında olduğum için ona sürtünemiyordum. "Fırat..." dedim iniltilerimin arasında. "Yavrrruuum," dedi başını boynumdan kaldırıp yüzüme bakarken. Yutkunup gözlerimi araladım. Dudaklarını öpüp geri çekilirken, " çok sızlıyor, " dedim ağlamaklı sesimle inler gibi. Derin ve titrek bir nefesi içine çekip alnımı öptü. Sonrada alnını alnıma dayayıp sağ mememdeki elini gözlerimin içine bakarak kaburgalarımın üzerinden bel kıvrımıma oradan da kasıklarıma indirdi. Gözlerim istemsizce kapanırken kocama daha sıkı sarıldım. Sert bir deriye sahip olan büyük ve sıcak eli göbek deliğimde oyalanıp beni kesik kesik inletirken sonunda yavaşça aşağılara doğru inip kadınlığımı buldu. Kasıldım. "A-a- ah Fı- Fıraaaat!" Eli öylece vajinamda durdu bir süre. Başını boynuma bırakıp, "of!" diyerek inledi. "Çok küçük lan bu." Sırılsıklam kadınlığım avucunda nabız gibi atarken inleyip duruyordum. Fırat'ın adını sayıklıyor kendimi eline doğru itiyordum. Buradan sonrasında ne o durabilirdi ne de ben onu durdurabilirdim. Eli hareketlendi. Kadınlığımı severcesine okşarken parmakları vajinamın ıslak dudaklarında geziniyordu. Boynumu öperken, " sırılsıklamsın, " dedi fısıltılı ve boğuk sesiyle. "Fıraaaat. Mmmmm, ah." İnleyişlerim arasında altında kıvranıp duruyordum. Alnımı öptü. "Çok güzel, " dedi. "Of sikeyim! Yumuşacık, pamuk gibi lan! Nasıl kıyarım ben buna?" Başımı yastığa bastırıp geriye atarken gözlerimi zar zor araladım. Sevdiğim adamın boynunu öpüp kokusunu kesik kesik ve titrek nefeslerimle içime çekerken, " dokun artık, " dedim güçsüz bir sesle. "Kocaaamm...dayanamıyorum lütfen. " Alnını alnıma dayayıp dudaklarımı öptü. "Şşş, tamam. Dokunacağım, ama öyle hemen olmaz. Tahmin ettiğimden daha küçük. Ne kadar darsın bakmam lazım," dedi. Gözlerim bir sebepten dolarken," tamam," dedim. Bir koluyla destek alıp kendini yana attı. Ardından beni göğsüne çekip ıslak saçlarımı koklayarak öptü. "Şimdi parmaklarımı içine iteceğim, korkma yavrum, tamam?" "Hıhı. " Burnumu öptü. "Kurban olurum sana." Göğsüne sokulup gözlerimi kapattım. Eli kadınlığımda hareketlenirken," biraz daha arala bacaklarını, " dedi. Dediğini yapıp bacaklarımı iki yana doğru açarken boynuna sarılı olan kollarımı çözüp ellerimi göğsüne indirdim. Kendimi tamamen Fırat'a bırakmıştım. İniltilerimi durdurmak için alt dudağımı dişliyordum. Belime sarılı olan kolu beni daha sıkı sardı. Parmakları bir süre daha vajinamın dudaklarında ve kilotrisimde gezindi. Kadınlığımı parmaklarıyla keşfederken kendimden geçiyordum. O da benden farklı değildi fakat banyoda, dur, desen de durmam, demiş olmasına rağmen kontrolü elinden bırakmıyordu. Benden önce beni düşünüyor olması onu daha çok istememe neden oluyordu. Dudakları öylece burnumun üstünde dururken bir kere daha öptü bulunduğu yeri. Sonra da dudakları dudaklarıma ulaşırken öptü beni. Usul usul, yavaşça ve sakinleştirmek ister gibi öptü. Ben de elimden geldiğince karşılık verdim. Orta ve işaret parmakları girişimdeydi. Kasıldım. Dudaklarımızı ayırmadan, " şşş, korkma," dedi. Göğsündeki sağ elimi bacak aramdaki koluna koyup tutunurken, " hı-hı," dedim kesik kesik çıkan sesimle. Parmakları içime girmeden öylece dururken dudaklarımı birkaç kez daha öpüp, " sesine öldüğüm, " dedi. " Dur dediğin an dururum. " Başımı biraz geriye çekip baygın bakışlarımı gözlerine diktim. "Durma," dedim. Gözlerinin içinde yanan binlerce yıldıza bir yenisi daha eklenirken boynumu kokumu içine çekerek öpüp, " noldu sana bugün böyle?" dedi. Yüzümü omzuna gömüp, " seni istiyorum, " dedim. " Senin olmak istiyorum Fırat." Derin bir nefes alıp parmaklarını hareketlendirirken, " hazır mısın?" dedi. Yutkunup gözlerimi kapatıp kocama biraz daha sokulup sığınırken, " hazırım, " dedim. Yavaşça parmaklarını içime doğru itti. "A- a- ah." Canım azıcık yanar gibi olurken kolunu tutan elimin tırnaklarını etine geçirdim. Boynumu öpüp, " yavrum daha bir şey yapmadım, sakin, " dedi. Kollarında titreyip kasılırken sessiz kaldım. Parmakları biraz daha usulca içime doğru yol alırken kadınlığımın kasılıp seğirmeye başladığını, Fırat'ın parmaklarını içine doğru çektiğini hissettim. Bacaklarımı iyice açıp inlerken Fırat omzumu öptü. Ardından dudakları sağ mememin ucunu bulup emerken belimdeki eli kalçalarımı bulup okşamaya başlamıştı. Parmakları biraz daha içime girdiğinde artık inlemiyor çığlık atıyordum. Ayaklarımı çırpınırcasına çarşafa sürterken Fırat meme ucumu bırakıp çene kemiğimi öptü. Parmakları kadınlığımın duvarlarında gezinirken, " çok darsın, " dedi. "Karım çok darsın. " Çırpınıp durduğum için ayaklarıma kadar inen külot bacaklarından tamamen çıkarken, " o-olmaz mı?" dedim. İniltilerime karışan çığlıklarımı zar zor durdurmuştum. " Gi-giremez misin içime?" Erkeksi bir şekilde hafifçe güldü. "Olur, " dedi beni göğsüne çekip bastırırken. "Ama biraz canın yanar. İyice ıslanman lazım. " Parmakları içimde hreketsizce dururken kadınlığım kasılmaya devam ediyordu. "Sırılsıklamım zaten," dedim. Sesim oldukça güçsüz ve kısıktı. Yaşadığım duygu yoğunluğu dermanımı kesiyordu. "Biraz daha ıslanman lazım," dedi. " Yavrum girişinde tam açılmıyor, zor olacak. Çok sıkıyorsun kendini. " "Napayım?" dedim. Bu konular hakkında hiçbir bilgim yoktu. İç güdülerime göre hareket ediyordum sadece. Eğer Fırat ne yapacağımı söylerse yapardım. Kendini biraz geri çekip parmaklarını içimden kolayca çıkartırken dudaklarımı öptü. Vajinamı avuçlayıp okşarken, " sen değil ben yapacağım, " dedi. "Biraz öpüp emeceğim bu küçük şeyi. Tamam?" "Ta-tamam, " dedim çok fazla düşünmeden. Alnımı öptü. "İyi misin?" dedi. "Hıhı. " "Bırakacağım şimdi seni. Bir şey olursa, beni öpmek ya da bana sarılmak istersen, Fırat, de gelirim hemen." "Tamam." Kolunu belimden, elini kadınlığımdan çekti. Benden uzaklaşıp yatakta aşağı doğru kaydı. Gözleri kadınlığımda gezinirken bacaklarımın arasına girip gözlerime alev alev yanan kara gözleriyle son bir kez bakıp yüzünü oraya gömdü. Önce derin bir nefes alıp kokladı vajinamın dudaklarını. Çığlık atmamak için alt dudağımı dişleyip iniltilerime engel olamazken kadınlığıma vuran sıcak nefesi yatağın çarşaflarını sıkmama neden oluyordu. Alnını kasıklarıma dayayıp kadınlığımın üstünü öptü. Elleri bacaklarımı tutup iki yana doğru açarken başını oraya iyice sokup bu sefer de kadınlığımın dudaklarını öptü. Bu öpücük yavaş ve tadımlıktı. "Ah!!" Fırat bu çığlığımı ve peşinden gelen, odanın duvarlarında çınlayıp kulaklarımıza dolan diğer çığlıklarımı da umursamadan, ıslak kadınlığımı öperken çıkan vıcık vıcık sesler eşliğinde işine devam etti. Öptü, emdi, yaladı bulunduğu yeri. Dudaklarımla nasıl öpüşüyorsa öyle iğrenip tiksinti duymadan öpüştü kadınlığımla. Akan sıvıyı içti. Ara ara erkeksi hırıltıları doldu kulaklarıma. Bense hem çığlık atıyor, hem de Fırat duymasın diye hıçkırıklarımı bastırmaya çalışırken ağlıyordum. Başımı yastıkta sağa sola sallayarak kıvranıp dururken şu halden zevk aldığımı inkar edemezdim fakat bu anın bana bu kadar fazla hissi bir arada yaşatacağını düşünmemiştim. Kocama çok âşıktım ve onun olmak isterken ondan uzak olmak bana çok kırılgan hissettiriyordu. Hiçbir şey yapmıyorken bile böylesine öpülüp sevilirken çırpınıp durmaktan dahi yoruluyordum. Fırat'a sarılma isteği içimde karşı konulamaz bir raddeye geldiğinde dudaklarımın arasından bir hıçkırıkla birlikte adı döküldü. "Fı-Fırat!" İçli bir haykırıştı sanki bu. Kendimi nedensizce yalnız hissederken sevdiğim adamın sıcaklığını duymaya bir özlemdi içimden yükselip dudaklarımdan taşan ismi. Sesim odada duyulur duyulmaz dudaklarını kadınlığımdan çekti. Gözleri, yaşlarla sırılsıklam olan yüzümü bulduğu an da kaşları çatıldı. Ellerini bacaklarımdan çekip, dudaklarındaki ıslaklığı diliyle yalayıp yok ederken, iki yanıma koyup üzerime eğildi. Sıktığım çarşafı bırakıp kollarımı hızla boynuna sardım. Yatakta yan dönüp belime sarılırken beni göğsüne çekti. Alnımı, burnumu, yanağımdaki yaşları öpüp ıslak saçlarımı severken, " noldu?" dedi. " Yavrum noldu?" Sesi endişeli, telaşlı ve bana kıyamıyor gibiydi. Yüzümü göğsüne gömüp,"sana...sarılmak istedim, " dedim. "Fırat...çok özledim seni. " Yanağıma ve boynuma peş peşe öpücükler kondurup, "kurban olurum sana, " dedi. "Gel, gel sarıl bebeğim," derken de beni iyice kendine çekmişti. Aramızda milim mesafe yokken sokulabildiğim kadar sokuldum ona. O da sardıkça sardı beni. Bu anın başladığı gibi ateşli ve şehvetli bir an olması gerekiyordu. Birbirini deli gibi isteyen bedenlerimiz için belki de öyleydi ama kalplerimiz masum bir sevgiyle doluydu. Fırat bana kıyamaz, bense ona sarılıp sığınmayı sevişirken bile özlerdim. Arayıp da bulmamıştım, dünya üzerinde kimsenin beni gerçekten sevmeyeceğine tüm kalbimle inanırken, beni böylesine güzel ve masumca seven bu adamı. Zannımca arasam da bulamazdım. Bir kere nerede arayacağımı bilemezdim. Teğet geçerdim belki, tam bulmuşken bu değil derdim. Yanlış yollara, ipsiz sapsız gönüllere, sevmeyi bilmeden aşka soyunan bedenlere düşerdim. Fırat korumuştu beni. Yıllar önce, kilometrelerce uzaktan, benden habersiz beni severken bile belki de üzerimdeydi gölgesi. " Ah gece gözlü adam...nasıl seviyorum seni..." Gözyaşlarım birer ikişer dökülürken gözlerimden, dudaklarımdan firar eden bir hıçkırıkla sarsıldım kollarının arasında. Boynundaki kollarımı sıkılaştırıp çıplak göğsünün üstünden kalbini öptüm. "Hazan niye ağlıyorsun, yavrum yanlış bir şey mi yaptım? Fark etmeden canını mı yaktım? Noldu, bir şey söyle." Burnumu çekip yutkundum. Şakağımı öptü. "Canımın içi," dedi. Gözlerimi kapatıp kokusunu solurken, " çok seviyorum seni," dedim. Saçlarımı sevip okşarken, " benim kadar sevemezsin, " dedi. Başımı geri çekip gözlerine bakmak istedim. Müsade etti. Uzun ve kıvrımlı ıslak kirpiklerimin çevrelediği kehribar rengi gözlerimi Fırat'ın kara gözlerinde gezdirdim. Gözleri yüzümün her bir zerresinde gezinirken saçlarımdaki eli yanağımdaki yaşları buldu. Tenimi okşayıp severek sildi o yaşları. Sonra baş parmağı gözümün kenarını bulup sevmeye başladı. Alnını alnıma dayarken, " ölürüm o güzel gözlerine, " dedi. Gülümsedim hafifçe. Dudaklarımızı birleştirip birkaç kez peş peşe öptüm. Ve dudaklarının üzerine, " senin olmak istiyorum, " diyerek fısıldadım. "Dokun bana. " Bu sözlerimle aramızdaki masum hava dağıldı. Dudakları dudaklarımı kavrayıp sertçe öperken üzerime çıkıp beni hızla altına aldı. Elleri bedenimde gezinmiyordu. Kapanan gözlerimi açtığımda baksırını çıkardığını gördüm. Erkekliğini görmekten korkarken gözlerimi geri kapattım. Fırat bacaklarımın arasına iyice yerleşti. O an vajinamın dudaklarında hissettiğim sert şeyle inledim, ancak dudaklarımdaki dudaklar yüzünden sesim boğuk çıkmıştı. Ellerini başımın iki yanına koyup üzerimde uzanırken dudaklarımdan ayrıldı. Yavaşça gözlerimi araladım. Alnımı öpüp gözlerime baktı. Kadınlığım kasılıp dururken erkekliği vajinamın yumuşak dudaklarını eziyordu. Kesik kesik çıkan iniltili nefeslerim memelerimin sevdiğim adamın göğsüne sürtünmesine neden oluyordu. Fırat erkekliğini kadınlığıma yavaşça sürtüp İnlememek için dişlerini kırarcasına sıkarken bacaklarımı iki yana doğru iyice ayırırken kocama yer açtım. Gözlerindeki bir şey ve onunla yüz yüze olmak iniltilerimi bastırmama ve utanmama neden oluyordu. Bir müddet daha öylece durup beni izlediğinde dayanamayıp, " Fırat...lütfen, " dedim. Sertçe yutkundu. "Ablam hakkında öğrendiklerin yüzünden, dedenin yaptıklarının özrü olsun diye yapmıyorsun bunu dimi?" dedi. Kaşlarım çatılırken sözleri afallamama neden olmuştu. Böyle bir şey aklımın ucuna dahi gelmemişti. Ben kocamı sevip istediğim için onun olmak istiyordum. "Fırat..." dedim ancak sözümü kesti. "Eğer tahmin ettiğim gibiyse..." derken bu seferde ben onun sözünü kestim. "Değil, aklımın ucuna bile gelmedi. Ben sadece senin olmak istediğim için..." duraksayıp yutkundum. " Ama sen beni istemiyorsan kalk üstümden, " dedim. Başımı yastıktan kaldırıp altından çıkmaya çalışırken boynuna sarılı olan kollarımı çözdüm. Fakat Fırat kollarımı tutup boynuna geri sardıktan sonra dudaklarıma kapanıp bastırırken başımın yastığa düşmesine neden oldu. Penisi vajinamda aşağı doğru kayıp girişime yerleşirken erkeksi ve hırıltılı iniltiler çıkartıp kendini içime itti. Birkaç kez gelgit yapıp kadınlığımı zorlasa da içime girmeyi başardığında dudaklarımı dudaklarından ayırıp çığlık çığlığa inlemeye başlamıştım. Fırat içimdeki hareketlerine devam edip kendini biraz daha içime ittiğinde kadınlığımda tatlı bir acıyla karışık bir sızı vardı. Dudaklarını kulağımın altına bastırıp, " karım, " dedi. Kaba ve kalın sesi iniltilerini bastırmaya çalıştığı için boğuk ve kısık bir haldeydi. "Şimdi biraz canın yanacak, dur dediğin an dururum. " Sesi titriyordu. "Ta-tamam," dediğimde kendini sertçe içime itti. O an kadınlığımdaki tatlı acı yerini tiz ve sek bir acıya bırakmıştı. Fırat'a yanan canımla birlikte kasılan bedenimle sımsıkı sarılırken çığlık attım. "A-a-ah!!! Ah!! Fıraaaaat!!!" Erkekliği içimdeki hareketini durdurdu. Kadınlığım hızla kasılıyordu. Aletinin her bir zerresini, seğiren derisini ve atan damarlarını hissedebiliyordum. Gözlerimden yaşlar birer ikişer dökülürken küçük küçük hıçkırıklarımla sarsılan bedenim sevdiğim adamın koca gövdesinin altında kıvranıyordu. Fırat dudaklarımı öpüp, " şşş şşş şşş geçecek, " dedi. Onunda canı yanıyordu ama önceliği bendim. Devam etmek istediğini sesindeki istek ve arzu yüklü tınıdan anlayabiliyordum. "Sen devam et diyene kadar dururuz böyle. İstersen çıkarım içinden yavrum, ağlama. " "Acıyor, " dedim ağladığım için küçük bir kız çocuğu gibi çıkarken titreyen tarazlı sesimle. Yanağımı bulan eli tenimi usul usul severken alnımı öpüp, "Kurban olurum sana," dedi. "Çıkayım mı?" Birkaç saniye öylece durdum. Acı yavaş yavaş azalırken, " devam et," dedim. Yüzünü boynuma gömüp, " emin misin?" diye sordu. "Hıhı, eminim, " dedim. Ellerini başımın iki yanına koyup içimdeki gelgitlerine yavaşça devam etti. Ama yetmiyordu. İçimde kocamdan arta kalan en ufak boş bir yer dahi kalsın istemiyordum. İniltilerim arasında, " ko- kocam daha sert," dedim. "Ah," diye genizden gelen erkeksi bir inilti döküldü dudaklarından. "Of!" derken de sesi titriyordu. " Yavrum ilk birlikteliğin, canın yanar. " "Yansın. Fırat, Fırat'ım nolur, lütfen. " "Of lan! Hay sikeyim böyle işi!" derken birden bire hızlanmıştı. Erkeksi ve kalın sesinden dökülüp benim ince ve kadınsı sesime karışan iniltileri ve haykırışları odayı dolduruyordu. Başımın iki yanında duran ellerinden destek alıp her kendini geri çekip içime ittiğinde yatakta aşağı yukarı hareket edip sarsılıyordum. İki etin birbirine çarpma sesine kadınlığımdaki ıslaklıktan çıkan sesler karışıyordu. Onundum artık. Kocamın karısı olmuştum. En mahremimi, kendimi paylaşmıştım sevdiğim adamla. Bu saatten sonra bize ayrılık yoktu. Boynuna sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp, " kocammmm, " diye haykırdım çığlıklarım arasında. İçimdeki gelgitleri artık tatlı bir sızıyla birkikte zevk veriyordu. Ve ben bu sefer de bu zevkten dolayı gözyaşı döküyordum. "Yavrummm, " dedi. "Se-senin o-oldum, " dedim. "Hep benimdin, " dedi. Evet, hep onundum. Bunca yıl ölmediysem bu anı yaşamak içindi belki. "Se-seni çok...seviyorum. " "Ben ölüyorum sana. " Ben de... 💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦
|
0% |