@yikim2024
|
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Keyifli okumalar 💜 &&& Birkaç dakika önce Hazan'ın oturduğu yerde, elimdeki yüzükle birlikte, oturuyordum. Her şey bir anda nasıl bu kadar sikik bir hâl almıştı da ben dün gece altımda olan, tamamiyle bana ait olmayı seçen kızın bu evden çıkıp gidişini izlemiştim? Hiçbir şey anlayamıyordum artık. Kendimden çoktan geçmiştim zaten ama Hazan'ı anlayamamak kafayı yediriyordu. Noluyordu bu kıza? Derdi neydi? Bilmiyordum, çünkü sormamıştım. Çok kızgındım ona. Kendine ve bize verdiği zararlar için çok kızgındım. Deliye dönmüştüm bugün. Ömrümden ömür gitmişti ona bir şey olacak diye. Onu ne kadar sevdiğimin farkında değildi. Saçının teli düşse, benim ya da bir başkasının yüzünden, içim nasıl sızlıyor, bilmiyordu. Belki de ona her gün onlarca kez onu çok sevdiğimi söyleye söyleye bir şeyleri eskitmiştim. Nefesim, derken, canımın yarısı, diye severken, ölürüm sana, diyerek onun karşısında kendi canımı önemsizleştirirken belki de gerçekten bu sözlerin anlamlarını unuturmuştum. Sevgiye açtı. Bunun en başından beri farkındaydım. Bu yüzden de onu sınırsızca sevmiştim. Kızıp bağırırken bile bir şekilde ona sevgimi hissettirmeye çalışmıştım. Öfkeden gözümün döndüğü anlarda bile canını yakmaktan it gibi korkmuştum. Tartışırken sinirlendiğini fark ettiğim an hemen geri adım atıyordum. Astımı tutmasın, kendine zarar vermesin diye kendi öfkemi yutuyordum. Sürekli Hazan'ı anlamaya, neyi neden yaptığını çözmeye çalışıyordum. İyi olsun, yüzü gülsün, mutlu olsun diye elimden geleni yapıyordum. Çoğu zaman öyle tersime tersime konuşup damarıma basıyordu ki karşımda başkası olsa asla sineye çekmeyeceğim şeyleri duymazdan geliyordum. Ama ona yetmiyordu. Ya da beni görmezden gelmek, aklından çıkarmak o kadar kolaydı ki onun için bile bile yapıyordu. Seviyordu beni. Biliyordum. Söz konusu Hazan'ken emin olabildiğim nadir şeyerden biriydi bu. Dün gece ki halleri dönüp duruyordu kafamda. Beni sevmese, benim olmazdı. Bütün korkularını yenip gelmişti. Başına gelen onca...taciz olayından sonra bana güvenmişti. Benden başka kimsesi yoktu. Gidebileceği hiçbir yer, sırtını dayayabileceği tek bir kişi bile yoktu hayatında. O an sabah söyledikleri geldi aklıma. "....ben de senden ayrı kalmak istemiyorum. O kadar alıştım ki sıcaklığına kucağından indiğim an üşüyorum. Sen bana kızgın olunca yapamıyorum. Hemen asileşiyorum..." "...Bana öfkeli ya da kırgın olduğunda kaldıramıyorum. Elimde olsa hiç çıkmam koynundan. Sen yokken bu koca evde tek başıma nasıl yapacağım, sensiz nasıl uyuyacağım bilmiyorum. Fırat...Fırat'ım seni çok seviyorum. " Derin bir nefesi alıp verirken bir elimle yüzümü sıvazladım. Haklıydı. Ben ona kızgın olduğumda, onu sevip ona dokunmadığımda çok üzülüyordu. Sonra kendi kafasında kurmaya başlıyor, o kurduğu şeyler yüzünden kırılıyor, ağlıyor ve ona dokunup, onunla konuştuğum an asileşiyordu. İstiyordu ki o ne yaparsa yapsın, ağzıma sıçsın, canıma okusun, beni sikip atsın, yok sayıp görmezden, duymazdan gelsin ama ben onu hep seveyim. Farkında değildi ama öyle oluyordu zaten. Ne yaparsa yapsın onu düşünüp durmaktan, köpek gibi sevip özlemekten, onu anlamaya çalışmaktan vazgeçemiyordum. Dedesi hakkında öğrendikleri, Oğuz meselesi, bugün o Ali denilen şerefsizle karşılaşması derken kim bilir kendi kafasında nasıl bir çıkmaza girmişti? Güvenip sevdiği herkesten darbe yiyip duruyordu ve bu babası öldüğünden beri belli ki böyleydi. Benden onu sadece biraz sevip sarmamı istemişti ama ben kendi öfkem, yersiz gururum yüzünden onu kendimden itmiştim. Tek istediğim biraz ne yaptığının, bana, kendine, bize ne yaptığının farkına varmasıydı. Kendine çeki düzen vermesi gerekiyordu. İki gün sonra sınıra gidiyordum ve Hazan'ı böyle tek başına, kendiyle bir başına, bırakmak beni korkutuyordu. İntihara meyilliydi. Bana tutunduğunu söylemişti. Gücünü mesleğinden alıyordu ve şimdi o da yoktu. Boşluğa düşmüştü. O boşluğu benimle ya da başına açıp durduğu belalarla doldurmaya çalışıyordu. Aykırı biriydi. Her şeye ve herkese karşı dikenleri vardı. Ama o dikenler en çok kendini yaralamasına neden oluyordu. İyi bir ruh halinde değildi. Onu doktora götürmek aklımdaydı ama araya giren şeylerle unutmuştum. Bensiz yapamazdı. Ben de onsuz yapamazdım. Kokusu cennetim, teni huzurumdu. Benim dünyam onun gözlerinde dönüyordu. Kalbini kırmıştım. O bembeyaz, yumuşacık narin tenindeki yaraları gördükçe içten içe kendimi yiyip bitirmiş, Hazan'ı askeriyeye giden yolda durdurduğumda alıp eve götürüp, kapıyı üzerine kilitlemek yerine o adamlarla tek başına yolladığım için kendime duyduğum öfkeyle kafayı yemiştim. Orada ne olduğunu, o Yaren denilen kadının Hazan'dan ne istediğini dahi sormamıştım. Tamam, eyvallah söylediğim şeylerde tamamen haksız değildim ama en azından Hazan'ı dinlemem gerekiyordu. Dinleyecektim de. Sadece biraz sakinleşmeme izin verseydi yemekten sonra koynuma alıp konuşacaktım onunla. Biraz burnu sürtsün, benim onu köpek gibi sevmek dışında da hislerim olduğunu anlasın istemiştim ancak Hazan sağlıklı düşünebilecek bir hâlde değildi. Oturduğum yerden kalktım. Dolaptan bir tişört alıp üzerime geçirdim. Odadan çıkıp merdivenleri hızla indim. Konsolun üzerinden aracın ve evin anahtarlarını alıp evden çıktım. Ne esen rüzgarı, ne de yağan karı hissediyordum. Arabaya binip motoru çalıştırdım. Uzaktan kumandayla bahçe kapısını açtım. Bahçeden çıkarken karımı bulup bu eve geri getirmek dışında düşündüğüm hiçbir şey yoktu. Onu bırakamazdım. Hele de dün geceden sonra, Hazan her şeyiyle bana kendini verdikten sonra olmazdı. Çok damarıma basmıştı, deli etmişti beni ama bundan başka oluru yoktu. Yaralıydı, vitaminleri düşüktü, duygusal olarak iyi değildi. İşler çığrından çıkmadan önce ne ben o sözleri Hazan'a söylemeyi plânlamıştım, ne de o yemek masasında bana sokulup sırnaşırken evi terk etmeyi, yüzüğü parmağından çıkarmayı düşünmüştü. Kafayı yerdim. O evde Hazan olmadan, ona sahip olmanın hazzına varmışken o yatakta karım olmadan uyuyamazdım. Başka zaman olsa, iki gün sonra sınıra gitmeyecek olsam ya da dün gece Hazan benim olmamış olsa bu yüzük mevzusunu böyle kolay sineye çekmezdim. Ama iki gün sonra gidiyordum. Araya mesafe koyarsam kapatması zor olurdu. Hazan'ı elimde zor tutuyordum zaten. Ve dün geceyle birlikte aramızda o yüzükten daha kuvvetli bir bağ oluşmuştu. O benim sevdiğim, karım, kadınımdı. Defalarca söz vermiştim Hazan'a seni ne olursa olsun bırakmayacağım, diye. Bırakmayacaktım, bırakamazdım. Sikerdim gururunu. Birçok kez yapmıştım, bir kez daha yok sayardım kendimi. Hazan düzelmeyecek, beni anlamayacak bir kız değildi. Konuşur çözerdik. Yarına randevu alıp doktora götürecektim zaten onu. Küçüktü. Yaşı değildi mesele, o hâlâ sevgiye aç bir kız çocuğuydu. Biliyordum, ne halde olduğunu, ne düşünüp, ne hissettiğini az çok biliyordum ve tüm bunları bilirken de Hazan'a sırtımı dönemezdim. Dediği gibi, bilerek yapmıyordu. Bunu söylerken o ateş parçası gözlerindeki çaresizliği görmüştüm. O da böyle davranmak, benimle kavga edip çatışmak istemiyordu. Ana yola çıkıp boş yolda ilerlerken Hazan'ın nereye gitmiş olabileceğini düşünüyordum. Büyük ihtimalle bir otele gitmişti. Buraya en yakın otele doğru aracı sürmeye devam ettim. Onun bir kocası, bir evi vardı. Ve ben varken otelde falan kalamazdı. Nasıl bavulunu toplayıp evden çıkıp giderken onu durdurmamıştım? O an çakılıp kalmıştım olduğum yere. Yüzüğü çıkardığı an mahvolmuştum. Bana kırgın ve küskün bakan gözleri dağıtmıştı beni. O sırada sokak lambalarının aydınlattığı tek şeritli yolda, cama düşen kar tanelerini temizleyen sileceği durdurup, birkaç metre ilerideki dörtlüleri yakıp sağa çekmiş olan araca dikkat kesildim. 34 HHT 345 Bu Hazan'ın aracıydı. Hızımı artırıp yanına ulaştıktan sonra arabayı aracın önüne çapraz bir şekilde park ettim. Arabadan inip ona doğru ilerledim. Ön camdan başını direksiyona dayamış öylece durduğunu gördüğümde beni fark etmemesi tuhaf gelirken vücudum kasıldı. Birkaç büyük adımla araçla aramdaki mesafeyi kapatıp kapıyı açtım. İrkildi. Başını direksiyondan kaldırıp bana baktığında şaşkın ve ürkek gözleri gözlerimdeydi. Derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım. Ağlıyordu. Ateş parçası gözleri yeşile çalıyordu yine. Kollarıma alıp sarmak istedim onu. Ama şaşkınlığı dağıldığı an gözlerinde oluşan boşluk beni korkuturken onu ürkütmekten çekindim. Hâlâ kırgın ve küskündü bana ancak bu boşluk hoşuma gitmemiş, canımı sıkmıştı. "Hazan," dedim alçak ve sakin bir sesle. Yutkundu. Gözlerini gözlerimden çekip bacaklarının arasına soktuğu ellerini direksiyona koydu. Küçük elleri direksiyon simidini sımsıkı kavrarken ağlamaktan gözleri şişmiş, minik burnu ve yanakları kızarmıştı. Çenesi titriyordu. İçim acıdı. Ne halt yemeye evden çıkmadan durdurmamıştım ki anasını satayım?! Sanki aylardır birbirimizi görmüyorduk ve aramıza koca bir soğukluk girmişti. Ona nasıl yaklaşacağımı bilemedim. Gözlerimi kapatıp açarken aklımı toparlamaya çalışıyordum. " Yavrum, " dedim bu sefer de. Gözünün ucuyla bana bakar gibi olsa da yüzünü dönmedi. Sıkıntıyla içimi çektim. Başımı aracın içine soktum. Bir elimi direksiyona, diğer elimi de koltuğa yaslayıp üzerine doğru eğilirken, "canımın içi ben geldim, " dedim. " Yüzüme bak bebeğim, hadi."
"Hazan..." "Git," dediğinde küçük bir kız çocuğu gibi cılız ve titrek çıkan sesi canımı yakıyordu. Kıyamıyordum. "Seni almadan gitmem," dedim. "Git," dedi yine. Neredeyse yan koltuğa geçecekti, kendini o kadar geri çekiyordu benden. " Gidemem. Seni evimize götüreceğim, tamam mı?" Dudaklarından bir hıçkırık koparken,"benim bir evim yok," dedi. "Orası senin evin. Git." Hıçkırığı, sesinin tonu ve sözleri mahvediyordu beni. Nasıl onu bu kadar kırıp üzebileceğimi düşünmeden sikik sikik konuşmuştum öyle? Allah benim belamı versin! Kollarımı beline sardığımda küçücük bedeni titreyip kasılıyordu. Ona dokunuşumla irkildi. Kollarımdan kaçmaya çalışsa da bırakmadım. Araca binip kapıyı çektim. Hazan'ı kucağıma aldım. Bu hâli içimi ezerken göğsüme bastırdım onu. Çırpınmıyordu. Bağırıp çağırmıyordu da. Güçsüz düşmüş gibiydi. Alnını öptüm. "Yavrum," dedim. Minik elleri üzerimdeki siyah tişörtün yakalarına tutunuyordu. Ellerimle vücudunu sıvazladım. Dudaklarımı alnından çekip yüzümü boynuna gömdüm. Yavaşça korkup ürkmesinden korkarak öptüm tenini. "Git," dedi yine boğuk sesiyle. "İstemiyorum seni." Bunu söylerken yakamdaki elleri tişörtü daha sıkı kavramıştı. " Ben seni istiyorum ama. Hem de çok istiyorum. Çok seviyorum seni. " Sessiz kaldı. Ağlamıyordu bile, öyle derin, öyle boğucu bir sessizlikti bu. Boynunda nefeslenmeye devam ederken saçlarını sevmeye başladım. Ne söyleyeceğimi, Hazan'ı eve dönmeye nasıl ikna edeceğimi, kırdığım kalbini tamir etmek için hangi cümlenin daha etkili olacağını bilmiyordum. Kucağımda olmasa asla nefes alıp verdiğini anlamayacağım kadar dingin ve yavaş nefesler alıyordu. Kollarımın arasında yok olan küçük ve zayıf bedeni, çok fazla ağladığından kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir şekilde, titreyip kasılıyordu. Bu hâli içimi ezerken canını yakmaktan korkuyordum. Azıcık sıkı sarılsam incinirmiş gibi geliyordu. Boynuna birkaç küçük öpücük kondurup kokusunu derin nefesler alarak içime çektim. Yumuşacık teni, tatlı kokusu, sıcaklığı öyle bir işliyordu ki içime onsuz yapamayacağım konusunda her geçen saniye daha emin oluyordum. Bir şekilde ne yapıp edip aramızı düzeltmeliydim. Ben Hazan'ı öyle kolay sevip, kolay bulmamıştım. Ve böyle kolay da kaybedemezdim. Mesele kimin haklı, kimin haksız olduğu değildi. Ben haksız olmayı seçiyordum. Karım için geri adım atmaktan gocunmuyordum. Kocasıydım ben onun. Ondan yedi yaş büyüktüm. İmam nikâhımızın kıyıldığı gün annemin de dediği gibi, o benden hem yaş, hem de tecrübe olarak küçüktü. Emanetimdi o benim. Şükür sebebimdi. Adaklar adadığım karımdı. Şimdi vazgeçsem ondan sonrası koca bir pişmanlık olacaktı. Bugünkü öfkem ve kızgınlığım geçtiğinde kendimi yine bugünkü kadar haklı görmeyecektim. Her şey önemini yitirdiğinde geriye kalan tek şey Hazan'a duyduğum sevgi olacaktı. Ve gerçekte önemli olan tek şey de buydu. Ben onu seviyordum. "Hazan." Usulca burnunu çekip başını göğsüme iyice yerleştirirken herhangi bir tepki vermedi. Sessizdi. Sakin ve durgundu. Bu hâli tüketiyordu beni. Yine de, "Özür dilerim, " dedim. Yutkundu. Ve öylece durmaya devam etti. Başımı boynundan kaldırıp yüzüne baktım. Uzun ve kıvrımlı ıslak kirpikleri gözlerini örtüyordu. Yanaklarına doğru süzülen yaşlar yüzünü sırılsıklam etmişti. Ne zaman ağlasa şişen ve kıpkırmızı olan dudakları tam öpmelikti ancak şu hâl yeri değildi. Ucu hafifçe kalkık olan minik burnunu öptüm. "Yavrum," dedim fısıltılı bir sesle. "Evimize götüreyim mi seni? Gelir misin benimle?" Gelecekti. Başka bir seçeneği yoktu. Bu saatte onu tek başına asla bırakmazdım. Otele falan gidemezdi. Üstelik ne fiziksel, ne de ruhsal açıdan iyi değildi. Bana ihtiyacı vardı. Benim de ona. Gözlerini açtı. Ellerini üzerimdeki tişörtün yakasından çekip başını göğsümden kaldırdı. Alnı dudaklarıma değerken benden uzaklaşacağını hissettim. Kollarımı canını yakmamaya özen göstererek sıkılaştırdım. Alnını öptüm. O boşluk ateş parçası gözlerinde hâlâ yerli yerinde duruyordu. Bakışları arabanın içinde gezinirken yüzü ifadesiz olmasına rağmen yaşlar gözlerinden inci gibi dökülüyordu. Bu halde araba kullanamazdı. Allah'tan başına bir şey gelmeden sağa çekip durmuştu. Nasıl izin vermiştim evden çıkıp gitmesine? Islak yanağını öptüm sıkıca. Başı sol omzuna düşerken kendini geri çekiyordu. Bu hareketiyle boynu gözlerimin önüne serilirken süt beyazı tenindeki büyük morluğu öptüm. Şişlik o kadar hissedilebilirdi ki etime onlarca iğne batırılıyormuş gibi içim acıdı. Birkaç küçük öpücük kondurdum oraya. "Fındığım, " dedim onu göğsüme geri çekerken. "Bebeğim benim." Bir yandan da Hazan'ı eve nasıl götüreceğimi düşünüyordum. Eve yaklaşık bir kilometre uzaklıktaydık. Kendi aracımı burada bırakıp Hazan'ı bu arabayla eve bıraktıktan sonra aracımı almak için buraya yürüyerek geri gelmem en oluruydu. Derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Hazan'ı yan koltuğa bırakıp arabanın anahtarlarını alıp araçtan indim. Kapıyı kapatıp arabayı kilitledim. Ne olur ne olmazdı. Kaçmaya çalışabilirdi. Konuşmuyordu ama beni istemediğinin farkındaydım. Kendi aracıma doğru yürüyüp arabaya bindim. Çapraz duran aracı yolun kenarına düz bir şekilde park edip anahtarı alarak araçtan geri indim. Kapıları kilitleyip yeniden Hazan'ın arabasının şoför koltuğuna geçtim. Koltuk direksiyona çok yakındı. Hazan kendi boyuna göre ayarlamıştı. Koltuğu geriye itip Hazan'a baktım. Gözleri önündeydi. Kollarını üşüyormuş gibi kendine sarmıştı. Isıtıcı açık, aracın içi sıcaktı. Şu hâli işkence gibi gelirken belini tutup kucağıma aldım onu. Saçlarını öpüp emniyet ķemerini Hazan'ın üstünden geçirip taktım. Halihazırda çalışır vaziyette olan aracı yolda geriye çevirip eve doğru sürmeye başladım. ******** " Sok ayaklarını yavrum." Saat sabahın dördüne gelirken Hazan'ı eve bıraktıktan sonra aracı yolun kenarından alıp geri gelmiştim. Hazan ben gelene kadar onu bıraktığım yatağın üzerinde hiç kımıldamadan oturmuştu. Ona İstanbul'dan aldığımız beyaz şortlu geceliğini giydiriyordum. Ayaklarını el kadar şortun içinden geçirdiğinde onu kollarından tutup ayağa kaldırdım. Paça kısmı dantel işlemeli şortu küçük ve dolgun kalçalarına geçirdiğimde bembeyaz, pürüzsüz bacaklarında ve kalçalarında çok güzel durmuştu. Dokunmak, öpmek istiyordum karımı ama yapmadım. İyi değildi. Ruh gibiydi. Suskunluğu bana kafayı yedirtecek kadar rahatsız ediciydi. Geceliğin üst kısmı olan beyaz, yarısı olmayan atleti de göğüslerine bakmadan başından geçirip, kollarını ince askılardan sokmasını sağladım. Atletin yakası da şortun paçaları gibi dantel işlemeliydi ve beyaz çok yakışıyordu Hazan'a. Uzun dalgalı saçları incecik beline dağılırken şu an öyle güzel, öyle tatlı görünüyordu ki onu deli gibi istiyordum. Bir külottan farksız duran şortun sardığı kalçaları aklımı bulandırıyordu. Dün gece doyamamıştım ona. İlk birlikteliği diye ürkütmek istememiştim. Her ne kadar sert davranmış olsam da penisimi içine tamamen sokmamıştım bile. O an tek odak noktam Hazan'ın zevk almasıydı. Almıştı da. Altımdaki inlemeleri, çığlıkları, çırpınıp dururken bana daha fazlası için yalvarmaları aklıma geldikçe sertleşiyordum. Ona dokunup sahip olmak hayal ettiğimden daha güzeldi. Bugün aramız iyi olsaydı bile dokunmayacaktım ona. Yarın da elimi sürmezdim. Biraz, o küçük kadınlığı kendini toparlasın istiyordum. Ama operasyona gitmeden önce bir kez daha alırdım altıma. O zamana kadar bana yeniden eskisi gibi sokulup sarılması için elimden geleni yapacaktım. Yarın ki, her operasyon öncesi time yüz kere turlattığım parkurun başına Kadir'i koyacaktım. Bu iki gün boyunca Hazan'ın yanından ayrılmayacaktım. Nereye gidersem yanımda götürecektim. Ne isterse onu yapacaktım. İyi olması lazımdı. Sınıra o bu haldeyken gidemezdim. Belini tutup kucağıma aldım karımı. Onu yatağın ortasına bırakıp üzerimdeki tişörtü ve pantolunu çıkardım. Baksırla kalırken ışığı kapatıp yatağa girdim. Sırtımı ahşap yatak başlığına dayarken bir kolumu beline sarıp Hazan'ı yanıma çektim. Benim olduğum taraftaki gece lambasını yakıp ona döndüm. Odanın içini izliyordu. Yorganı üzerimize örtüp sımsıkı sarıldım ona. Saçlarını öpüp belinden beri göbeğine sardığım elimle karnını okşadım. Diğer elimle de sırtını sıvazlarken başını göğsüme koydu. Gözlerini kapattığında alnını öptüm. "Uyuyacak mısın?" diye sordum kısık bir sesle. Onunla konuşmaya çalışıyordum. Sessiz kaldı. "Bırakayım mı seni?" Başını göğsümden çekip kollarımdan çıkmaya çalıştı. Bıraktım. Yastığını bana yaklaştırırken yatakta aşağı kayıp yanıma uzandı. Sırtı bacaklarıma değiyordu. Yine bana sığınıp, sokulduğunu anladım. Yatak başlığından ayrılıp yastığı düzelttikten sonra kolumu beline sarıp Hazan'ı kendime çektim. Sırtı göğsüme, başı boynumun altına gelirken yüzümü saçlarının arasına gömüp yorganı küçük omuzlarına kadar örttüm. Bir kolumu başının üstünden geçirip başımı koluma yasladım. Saçlarında derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Birkaç saate gün ağaracaktı. Bahar'la konuşup şu randevu işini halletmeyi aklımın bir köşesine yazdım. ********* " Saat 10. 30, Deniz Gümüş, 3. kat, koridorun sonu, psikiyatri kliniği. Tamam mı abi?" "Tamam." "Abi Hazan iyi mi? Yani nereden çıktı bu psikiyatri işi?" Dışarıda esen rüzgarla sağa sola savrularak yağan karın göründüğü camın önündeki beyaz koltukta oturuyordum. Gözlerim pembe, üzerinde çilek desenleri olan yorganın altındaki Hazan'daydı. Saçları yastığına dağılırken bembeyaz incecik kollarını benim yastığıma sarmıştı. Kaşları, o güzel gözlerini kapatan uzun, kıvrımlı kirpikleri, burnu, hafifçe sarkan ve yüreğimi titreten güzelliğine tatlı bir masumluk katan dudaklarıyla mışıl mışıl uyuyordu. " Olacak," dedim. " Olmak zorunda. Oraya gelince konuşuruz. " "Tamam abi. Görüşürüz. Hazan'ı öp benim yerime." Son cümlesini kurarken sesi şakacı bir hâl almıştı. Oturduğum yerden kalkıp yatağa ilerledim. "Öperiz, " dedikten sonra telefonu kapatıp yatağın yanındaki küçük masanın üzerine koyarken yatağa oturdum. Kolumu başının üzerinden geçirip saçlarını severken üzerine doğru eğilip yanağını öptüm. Tatlı gül kokusu burnuma dolduğunda gözlerim kapandı. Sarıldığı yastığı aramızdan alıp bir kenara koydum. Dudaklarından birkaç küçük mırıltı çıkarıp kımıldadığında yatağa uzanıp kolumu beline sararak onu kendime çektim. Yüzünü göğsüme gömüp bilinçsizce bana sokulurken yastığı aldığım için boş kalan kollarını boynuma sardı. Bir bacağını üzerime atıp," Fırat, " diyerek adımı sayıkladı. Yanağındaki dudaklarımı boynuna indirip belindeki elimi yorganın içine soktum. Yukarıya sıyrılan atletinin açıkta bıraktığı yumuşacık sırtını okşarken, "yavrum," dedim. Boynuma sarılı olan kollarıyla kendini yukarıya çekip başını arkaya attı. Yüzümü boynundan kaldırıp ona baktığımda gözleri kapalıydı. Küçük burnu burnuma değiyorken birden dudaklarımı öptü. Gözlerimi kapattım bu ana. O güzel dudaklarının sıcaklığına ve yumuşaklığına bıraktım kendimi. Henüz tam olarak uyanmamış olduğundan ne yaptığının farkında olmadığını biliyordum. O yüzden karşılık vermedim. Uyanmaması için nefesimi tutarken öylece durmak zordu. Aklımda sürekli birlikte olduğumuz geceden sahneler dönüp dururken cayır cayır yanıyordum ona. Aletim ait olduğu yere kavuşmak, yuvasına girmek için can atıyordu. Dudakları dudaklarımdan çekilirken yutkunup tuttuğum nefesimi yavaşça bıraktım. Gözlerimi açtığımda Hazan'ın da kirpikleri hafifçe aralanmıştı. Boş bakışları yüzümde gezinirken aramızda yaşananları yeni yeni hatırlamış olacak ki boynumdaki kollarını çözüp ellerini göğsüme indirirken gözlerini gözlerimden kaçırdı. Beni kendinden itip kollarımdan çıkmak için hareketlendiğinde alnımı alnına dayadım. Başının üstünden geçirdiğim kolumu da beline sarıp karımı kendime çekip bastırdım. Üzerime attığı bacağını çekerken aramızda sıkışan göğüsleri atletin yakasından iyice taşmıştı. "Şşş." "Bı - bırak," dedi yalvarmakla rica etmek arası cılız bir sesle. Gözleri de hafiften dolmuştu. Gözünün altını öperken, "bırakamam," dedim. "Bebeğim yapma." Birkaç saniye sessiz kalıp kendini benden geri çekmek için kasıp durduğu bedenini serbest bırakıp başını boynuma yaklaştırdı. Titrek bir nefesle kokumu içine çektiğini hissettiğimde başını tutup yüzünü boynuma gömmesini sağladım. Koklamak istiyorsa böyle koklasındı. Ondan benden uzak durmasını isteyen yoktu. "Öptüm mü seni?" diye sordu kalbimi tekleten masum sesiyle. Yüzümde beliren gülümsemeyle, "Öptün," dedim ensesini kapatan saçlarını geriye doğru iterken. "Özür dilerim, " dedi. Ensesini koklayarak öpüp, "kocandan mı?" dedim. Sırtındaki elimi kalçalarına indirip, geceden beri aklımdan çıkmayan, dolgunlukları minicik şortunun üstünden avcuma alıp okşamaya başladım. "Sana dokunması için yalvardığın, altında çığlık çığlığa ağlayıp inlediğin adamdan mı?" Şortun yumuşak kumaşı, bir elime bile tamamen oturan küçük ve dolgun kalçaları beni kendimden geçirirken Hazan'ı biraz daha kendime çekip bastırdım. Dokunamayacağımı, dokundurmayacağını bile bile kendime işkence ettiğimin farkındaydım. Ona dokunmama engel olmadı. Yüzünü boynuma iyice gömüp tenimi öptü küçük ve ıslak dudaklarıyla. Kulağının altını öptüm. Kendini bana bırakmış gibi sessizce kımıldamadan durdu. Kasılıp duran küçük bedeni, düzensizleşen nefesleriyle benden etkilendiğini ve benim gibi onunda beni istediğini anlamıştım. Daha sıkı sarıldım karıma. Elimi kalçalarından çekip kolumu beline sardım. "Hazan. " "Hı?" Boynunu öpüp derin bir nefes alırken Hazan'ı kucağıma alıp yatakta doğruldum. Sırtımı yatak başlığına dayayıp karımı karnıma oturttum. Yüz yüze gelmemizi sağlayıp gözlerine baktım. Elim kadar bile olmayan belini ellerimle okşayıp severken," konuşalım mı?" dedim. Göğsümdeki küçük ellerini çekip, "olur," dedi. Ellerini tutup kendime çektim onu. Kollarını boynuma sarıp dudak dudağa geldiğimizde, "aramıza mesafe koyma," dedim. "Kendini benden geri çekme. Bir şeyleri yoluna koymaya çalışıyorum." "Özür dilerim. " Dudakları dudaklarıma sürtünürken kendimi tutamayıp dudaklarına yapıştım. Canını yakmadan, dudağının kenarındaki yaraya dikkat ederek öptüm. Karşılık vermedi. Kendimi geri çekip," dün gece söylediklerim için özür dilerim, " dedim. "Sana o sözleri söylemek aklımda yoktu. Birden çıktı ağzımdan. " "Ama ne düşünüyorsan onu söyledin. Gerçekten bencil biri olduğumu düşünüyorsun. " Ateş parçası gözleri bana üzgün ve kırgın bakıyordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Hazan'a bencil biri olmadığını söyleyemezdim. Ama tamamiyle bencil biri olduğunu söylemekte doğru olmazdı. O sadece söz konusu benken bencildi. Öbür türlü başına gelen birçok şeyin sebebi hep kendini düşünmeden başkaları için çabalamasıydı. "Bana gelince öylesin, evet," dedim. Gönlünü almak istiyordum ama bunu ona yalan söyleyerek yapmak istemiyordum. "Nasıl yani?" " Bak bu şehre geldiğinden beri başkaları için başını belaya sokup duruyorsun. Önce Zeynep için gidip o Baran denilen şerefsizi dövdün. Bu yaptığının hem hukuken, hem de VASÖ'ye göre yanlış olduğunu biliyordun. Ama yine de yaptın. Çünkü haklı olduğuna inanıyordun ve bu uğurda başına gelebilecek hiçbir şeyi umursamadın. " Kaşları çatılmıştı. " Umursamadım çünkü haklıydım," dedi. "Haklı olduğuma inanmaktan daha fazlası vardı elimde. " "Aksini söylemedim Hazan. Şu dikenlerini bir içine çek. Dinle beni." Bir şey söylemeyip gözlerime baktığında devam ettim. "Sonra Oğuz için o Hakan Çınar denilen itin odasına bazı belgeler yerleştirdin, Hüseyin'le, örgütün maşası olduğu belli olan bir adamla iş tuttun. Tüm bunları yaparken bu yaptıklarının hem bu ülkenin kanunları, hem de VASÖ için suç teşkil ettiğini biliyordun. Ama yine de umursamadın. Yıllarca...annenin sana verdiği zararların da farkındaydın. Onun için çabalamaktan da vazgeçmedin. Üstelik yaptıklarını hak etmediğini bile bile." Dolan gözlerini kaçırıp yüzünü dışarıda yağan kara çevirdi. Ona doğru yaklaşıp alnını öptüm. Alnımı şakağına dayayıp,"sana değer vermeyen ya da hayatında en ufak bir yer dahi kaplamayan insanlar için kendini paralıyorsun," dedim. "Ama bana gelince, seni köpek gibi sevdiğini bildiğin adama gelince görüp duymuyorsun bile. Ezip geçiyorsun beni. Yok sayıyorsun. Bütün duygularımı ama en çok da sana olan sevgimi yok sayıyorsun. Bir anda düşman kesiliyorsun bana. Telefonu yüzüme kapatıyorsun. Azıcık bir şey diyince baskıcı oluyorum. İşine engel olan, yanında olmayan, arkanda durmayan sikik herifin tekine dönüşüyorum gözünde. Hazan ben senin kötülüğünü ister miyim?" Gözünden bir damla yaş düşüp yanağına doğru süzülürken boynumdaki kollarını sıkılaştırıp başını göğsüme koydu. " İstemezsin, " dedi. Saçlarını severken omzunu öptüm. "İstemem. İyi olmanı istiyorum Hazan. Bunun için uğraşıyorum." "Ama ben hak etmiyorum seni. Değişemiyorum da. Şimdi özür dilesem yarın öbür gün yine aynı şeyleri yapacağım. Yoruldum artık. Ben öylece dursam bile bir şeyler gelip beni buluyor ve ben kayıtsız kalamıyorum. Ben hiç benden yardım isteyen birine, hayır, demedim ki. Yaren'e de diyemem. " "Hazan..." "Bırak beni. Bırak gideyim, gelme peşimden. Hayatını mahvetmek istemiyorum. Benden sana ne doğru düzgün bir eş olur, ne de yuva. Başka birini sev..." "Hazan bilerek mi yapıyorsun?! Hı? Çıldırtmak mı istiyorsun beni?!" Kafayı yiyecektim. O kadar dil döküyordum ama yine sonunda ne yapıp edip ya bizi ayrılığın eşiğine getiriyordu ya da o siktiğim "başka biri" lafını alıyordu ağzına. Ne söylediğinin farkında değildi. Başka biri, demenin ne demek olduğunu bilmiyordu. Başını göğsümden kaldırıp kollarını boynumdan çekti. Yaşlı gözleriyle gözlerime bakıp, " Fırat, " dedi titreyen sesiyle. " Ne Fırat lan?! Ne Fırat?! Sen ne dediğinin farkında mısın?!! " "Fırat ben..." " Sen kurduğun cümlenin önünü arkasını düşünmüyorsun! Başka biri, ne demek biliyor musun sen?!! Başka biri demek, benim seni hayal ederek başka bir kadına dokunmam demek!! Başka biri demek, benim seni düşünerek yapıp döşediğim bu eve başka bir kadının gelmesi demek!!! Başka biri demek, benim seninle seviştiğim bu yatağa, senin kanının aktığı bu yatağa başka bir kadının girmesi demek!!! Başka biri..." Dudaklarıma kapanan dudaklarıyla sustum. Küçük elleriyle yüzümü avuçlarının arasına alıp gözlerini kapattı. Yanaklarına doğru süzülen yaşlar dudaklarımızın arasına girerken hıçkırdı. Canı yanmıştı. Yansındı. Önünü arkasını düşünmeden konuşurken benim canımı söküyordu içimden. Kollarımı sıkılaştırıp sarıp sarmalarken karımı dudaklarımızı ayırdım. Gözlerini açmadan başını önüne eğdi. Ellerini yüzümden çekip kollarını boynuma sardı. "Başka biri mi, kocam, desin bana?" dedim. Öyle bir şeyin olmayacağını bilerek bile bu cümleleri kurmak midemi bulandırıyordu. Hazan'dan başka birini ne içim, ne yüreğim alırdı benim. Bana, başka biri, diyeceğine, sık kafana, dese şu an duyduğum tiksinti ve öfkenin milyarda birini bile duymaz, bu kadar ağrıma gitmezdi. Benimle aynı şeyleri hissetmesi için böyle konuşuyordum. Önüne eğdiği başını hızla kaldırıp gözlerime şaşkınlıkla baktı. "Bakma öyle, " dedim. "Başka biri, derken eve cansız manken mi getireceğimi sanıyordun? " "Sus," dedi. "Canın mı yandı? Hoşuna gitmedi mi söylediklerim?" Burnunu çekip, "gitmedi, sus," dedi. Dudaklarını sıkıca öpüp göğsüme çektim onu. "Hazan ben senden o şerefsizin torunu olduğunu öğrendiğimde bile vazgeçmedim. Şimdi mi vazgeçeceğim? Altı yıl lan. Koskoca altı yıl uzaktan sevdim seni. Şimdi sen de beni seviyorken mi bırakacağım seni? " Göğsümdeki başını kaldırıp boynumun altını öptü. "Benim hayatım sensin. Asıl sen gidersen mahvolurum. " "Ne olacak peki böyle? Ben..." "Sen söz dinlemeyi öğreneceksin. Öğreteceğim. Kaç asker eğittim lan ben? Küçücük karımı mı eğitemeyeceğim? Büyüteceğim seni. İyileştireceğim. Yanında olacağım. Rabbim bana böyle güzel bir imtihanı layık görmüş. Alnımın akıyla çıkmak boynumun borcu artık. " Göğsümden ayrılıp gözlerime yaşlarla birlikte ışıl ışıl parlayan kocaman gözleriyle baktı. Dudaklarında o güzel gülüşünden küçük bir parça vardı. " Bana diyorsun ama sen de çok inatçısın," dedi. "Başkası olsa çoktan kapının önüne koymuştu beni." Alnımı hafifçe alnına vurup, "Bir daha, başkası, dersen yerim o ağzını, duydun mu?" dedim. Sinirlenmemek için çabalıyordum. Dudaklarını büzdü. Yüzünü göğsüme geri gömdü. İçimi çekip saçlarını öptüm. "Ayrıca inatçı falan değilim. Erkek adam inatçı olmaz. Kararlıyım ve sana çok aşığım. " Alt kattan gelen kapının zil sesiyle Hazan başını göğsümden kaldırdı. Gözlerime sorgulayıcı bir şekilde bakarken," kim ki bu saatte?" dedi. "Kuş evlerini getirmişlerdir. Ben bakarım, " dediğimde gözlerinin içi parlarken kucağımdan kalkmak için hareketlendi. "Ben de geleyim. Birlikte bakalım." Beline sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp kucağımdan kalkmasına izin vermedim. Onu böyle yarı çıplak birinin görme ihtimali sinirlerimi gererken istemsizce çatılan kaşlarım ve sertleşen sesimle," ben gidip bakacağım, sen burada kalacaksın, " dedim. "Ama..." "Aması maması yok. Böyle yarı çıplak dışarı falan çıkamazsın. " Yüzü asılırken, " tamam," dedi. " Hazan kuş evlerini alıp saklamayacağım. İçeriye getireceğim. Niye asıyorsun yüzünü?" Sol omzunu aşağı yukarı hareket ettirip kucağımdan kalkmaya çalıştı yine. Bıraktım. Yanıma oturdu. Yataktan kalkıp odadan çıktım. Ahşap merdivenleri inip kapının yanındaki diyafonun üzerindeki kırmızı tuşa basıp bahçe kapısını açtım. Evin kapısını da açıp bahçeye giren adamları bekledim. " Selamünaleyküm ağam." "Ve aleyküm selam Hamit." Hamit ve Sadık ellerindeki ikişer büyük poşetle kapının önündeki iki basamaklı merdiveni çıkıp yanıma geldi. "Buyur ağam aldık kuş evlerini." "Sağolun," derken poşetleri alıp içeriye koydum. "Başka bir isteğin vardır ağam?" "Yok Sadık sağol. Annen nasıl?" "İyi ağam sayenizde. Makineye bağlı yatıyor işte öyle. Geçen de sizi sordu. Operasyonda mı değil mi diye. Sonra gün boyu aklına geldikçe dua etti size. Allah razı olsun ağam, " diyip elimi öpmeye yeltendiğinde elimi hızla geri çekip sarıldım. "Dur oğlum, dur. Napıyorsun?" "Öpseydim ağam. Size olan borcumu nasıl öderim bilmiyorum. " Sırtına birkaç kez vurup ayrılırken, "birkaç güne sınıra gidiyorum," dedim. "Karımı emanet edeceğim size. Ne zaman dönerim belli değil. Ona gözünüz gibi bakarsanız bana borcunuz kalmaz." "Bakarız tabii ağam. Öl de ölürüz. " "Tamam, hadi eyvallah. Gitmeden görüşürüz yine." "Tamam ağam. " Kapıyı kapatıp içeriye girdiğimde Hazan merdivenleri iniyordu. Yürürken hareketlenen büyük ve dolgun göğüsleri aklımı dağıtırken bacakları ve şortunun sardığı kalçaları kendimi toparlamama engeldi. Her geçen gün, bir öncekinden daha fazla çekiliyordum ona. Yanıma geldiğinde poşetlere bakıp, "bunlar mı?" dedi meraklı ve heyecanlı sesiyle. Bunun bir soru olmadığını bildiğimden sessiz kaldım. Yere çöküp poşetlerden birini açtığında güzelliği nefesimi keserken yutkundum. Arkasına çöküp onu izledim. Poşetten ahşap, ortasında kuşların girmesi için yuvarlak bir kapı ve önünde de kuşların konması için küçük bir çubuk olan kuş evini çıkardı. Alt tarafı tahtadan yapılma bir eve öyle güzel bakıyordu ki sanki ona dünyanın en güzel şeyini almıştım. O çocuksu gülüşü, kısılan gözleri bana derin bir nefes aldırırken, "beğendin mi?" diye sordum. Beğenmişti, bunu yüzünden anlayabiliyordum ama sesini duymak istiyordum. O bir gökyüzü dolusu kuş istiyordu, bense bir tek onun sesindeki cıvıltıları duymak istiyordum. Kuş evini incelerken omzunun üzerinden bana dönüp, "çok beğendim," dedi. Sesinin mutluyken aldığı bu tınıyı duymak için ömrümü bile verirdim. "Boyarız da dimi?" Bunun neden gerekli olduğunu bilmiyordum ama öyle güzel, öyle tatlı konuşuyordu ki, hayır, diyemezdim. O istiyorsa yapardık. "Boyarız, " dedim. Gülüşü iyice büyürken kuş evini yere bırakıp bana dönüp kollarını boynuma sardı. Bunu bekliyordum. Mutlu olsun ve bana sarılsın. Önce yanağımı ardından da boynumu öptü. "Fırat çok teşekkür ederim, " dedi. "Her şey için." Bu, her şeyin, içinde birçok şeyin olduğunu biliyordum. Ama teşekküre gerek yoktu. Her şeyim için, her şeyi yapardım. "Rica ederiz," dedim beline sardığım kollarımla onu kucağıma alıp ayağa kalkarken. Bacaklarını belime sardı. Salona doğru ilerlerken şöminenin üstündeki duvarda duran saate baktım. 08.13 Koltuğa oturdum. Başını boynumdan kaldırıp gözlerime baktı. Bir elimi yanağına koyup tenini severken, "kahvaltıya dışarıya çıkarayım mı seni?" dedim. " Oradan da hastaneye geçeriz." Hastane mevzusunu nasıl açacağımı bilemediğim için böyle araya sokuşturmuştum. Kaşları çatıldı. "Ne hastanesi?" " Psikiyatri randevusu aldım sana. Bugün saat 10. 30'da. " Yüzü asılır gibi olurken durgunlaştı. Az önce kuş evlerine bakarken ışıldayan gözleri yavaşça solarken gözlerini gözlerimden ayırdı. Onu kendime çekip boynundaki şişliği öptüm. "Hazan bunun gerekli olduğunu biliyorsun," dedim. "Seni iyileştirmeye bir yerden başlamamız lazım. " "Biliyorum, " dedi. "Haklısın, tamam. Teşekkür ederim. " Bana teşekkür ettiğinde, özür dilediğinde olduğu gibi sinirleniyordum. Yabancı biriymişim gibi hissettiriyordu. Ben kocasıydım onun. Elbette onun için bir şeyler yapacak, mutlu olsun, iyi olsun diye uğraşacaktım. Onun için yaptığım şeylerden mutlu olduğunu ya da bazı şeylerden pişman olduğunu bana başka şekillerde gösterebilirdi. Mesela öperek, gülerek, kocam, sevgilim, Fırat'ım diyerek gösterse kafayı yerdim ona. Teşekkür edişini bu sefer pas geçerek, "kahvaltıyı evde mi yapalım, yoksa dışarı mı çıkarayım karımı?" dedim. Kendini geri çekip boynundan ayrılmama neden olurken gözlerime baktı. "Dışarı çıkalım," dedi. "Yarın evde yaparız. Birlikte hazırlarız, olur mu?" "Olur," derken gözlerim dudaklarındaydı. "Hazan," dedim. Artık ona dokunmamak için daha fazla direnemeyeceğimin farkındaydım. "Hı?" Ne istediğimi az çok anlamıştı. Dudaklarımı dudaklarına yaklaştırıp koklarken," biraz dokunsam sana?" dedim. Sesimdeki istek beni bile şaşırtıyordu. Gülümsedi. "Olur," dediğinde bu cevabı beni de gülümsetmişti. "Burada?" "Yatağımıza gidelim." Dudaklarına kapanıp yavaşça öperken oturduğum yerden kalkıp üst katın merdivenlerine yöneldim. Öpüşüme karşılık verirken saçlarımı seven elleri başımda bir süredir gezinen ağrıyı dindiriyordu. Merdivenleri çıkıp odamıza girdim. Tek dizimi yatağa koyup yorganı bir kenara iterken karımı yatağa bırakıp üzerine çıktım. Dudaklarımızı ayırıp altımda yok oluşunu izledim. Onun yeri burasıydı. Bana aitti, benimdi. Işıl ışıl parlayan gözleri altımda olmaktan memnun olduğunu gösterirken boynumdaki kollarıyla beni kendine çekip başını yastıktan kaldırdı. Yüzüme doğru yükselip dudaklarımı öptüğünde üzerine eğilip başını yastığa geri koymasını sağladım. Usul usul, severcesine öptüm dudaklarını. Belindeki ellerimi çözüp iki yanına koydum. Islak ve yumuşak dudakları bana küçük kadınlığını hatırlatıyordu. O kadınsı ve tatlı kokusu hâlâ burnumda, tadı damağımdaydı. Hazan korkmasın, kendini kötü hissetmesin diye çok fazla emip öpememiş, doyamamıştım ona. Ama istiyordum. Yine istiyordum. Dudaklarımızı ayırdım. Kapalı olan gözleri açılırken alnını öptüm. O minik burnunu ısırıp emdim. Yanaklarında dudaklarımı gezdirip çenesini emip öptükten sonra boynunun, şişliğin olmadığı, sağ tarafını öpüp emmeye başladım. Boynuma sarılı olan kollarıyla beni iyice kendine çekip bastırdı. Belime sarılı olan bacaklarını sıkılaştırdı. Yataktaki ellerimden birini kalçalarına koyup okşayıp sıktım. Nefes alıp verirken çıkardığı iniltiler içimdeki ateşi harlıyordu. "Fıraaaaat. " Adımı böyle uzatarak söylemesini seviyordum. "Yavrum, " dedim tenine kondurduğum öpücüklerin arasında. " Seni seviyorum. Çok seviyorum. " "Ölürüm sana." Dudaklarımı boynundan aşağı doğru indirip gerdanını öpüp etini, canını yakmadan, ısırıp emdim. Çok yumuşaktı. Kafayı yiyecektim. Ellerim üzerindeki atletin askılarını buldu. İncecik kollarından aşağı çekip göğüslerini açtım. Dudaklarım teninden hiç ayrılmadan sol memesinin ucunu buldu. Kabaran göğüs ucunu emerken beynim uyuşuyordu. Teni, yumuşaklığı, tatlı kokusu, güzelliği bana her şeyi unutturabilirdi. Ağzımdaki göğüs ucunu hafifçe ısırdım. "A -ah Fıraaat!" Yemek istiyordum onu. Isıra ısıra bu güzel vücudunun her yerine kendimden bir iz bırakmak istiyordum. Ama kıyamazdım. Diğer memesi avucumun içindeyken sıkıp yoğurdum. Isırdığım göğüs ucunu, acısını almak ister gibi, küçük küçük öpücüklerle sevdim. Birkaç kez üfleyip sonra tekrar emip öptüğümde güzeller güzeli karım iniltileriyle kulaklarımı şenlendiriyordu. "Fırat...tamam, bırak. Sonra emersin, nolur? Çok...sızlıyor, lütfen. " Nolur, olur mu ve lütfen...Hazan'ın sesinden duyduğum an karşı koyamayacağım üç kelimeydi. Ve yine karşı koyamayıp doğum lekesini, kokusunu içime çekerek, öpüp göğsünden ayrıldım. Aşağılara dogru inip karnını öpüp, göbek deliğinin etrafında dilimi gezdirdim. Ellerimi kalçalarına koyup okşarken yalayıp emdiğim göbeğini öpücüklere boğdum. Kalçalarındaki ellerimi okşaya okşaya bacaklarına çıkarıp ayak bileklerini tuttum. Ayaklarını belimden çözüp yatağa bıraktım. Ellerim şortunun lastiklerini buldu. Öptüğüm karnından gerildiğini hissettim. "Fı - Fırat. " "Şşş." Şortunu yavaşça aşağı çekip siyah külodunun üstünden kadınlığını kokladım. "Fırat, " derken kapatmaya çalıştığı bacaklarını tutup açtım. Külodu biraz ıslanmıştı. Benim için, kocasına ıslanıyordu. O ıslaklığın üstünü öpüp külotunu da kalçalarından sıyırdım. Bembeyaz , küçücük, inci gibi, tertemiz kadınlığı gözlerimin önüne serilirken alt dudağımı ısırdım. Çok güzeldi lan! Gece karanlıkta doğru düzgün görememiştim. Ama şimdi...Of! Ben bunun içine mi girmiştim dün gece? "Fıraaat." "Kurban olurum sana." Bunu hem Hazan'a, hem de bu küçük şeye söylemiştim. Yutkunup yüzümü oraya gömdüm. Kokusunu içime çekerken bacaklarını biraz daha aralayıp kadınlığının dudaklarını öptüm. Akan sıvıyı kana kana içerken sıcaklığı, tadı tanıdıktı. Bu şey benimdi. Burada yaşar, burada ölürdüm anasını satayım! Hazan çığlık çığlığa inleyip çırpınırken kadınlığının iç dudaklarını yaladım. Ağlamaklı çıkan sesiyle geri çekildim. Henüz onunla işim bitmemişti ama önce karımı sakinleştirmeliydim. Bacaklarını bırakıp ellerimi yatağa koyarak üzerinde yükseldim. Dudaklarını öpüp,"şşş, tamam yavrum, bir şey yok," dedim. "Sızlıyor ama. Seni istiyorum," dedi. Gözlerinden akan yaşlar canımı sıkarken bana karşı bu kadar dürüst olması hoşuma gidiyordu. O gece de, şimdi de fazla cesur, fazla istekli ve benim için her zaman hazır ve sırılsıklamdı. "O zaman sana kocan olarak istediğini vermem lazım. " " İçime mi gireceksin?" Bu sorusu gülümsetti beni. Daha doğrusu sorusu değil, bunu istiyor oluşuydu gülümsememe neden olan. Burnumu burnuna sürtüp dudaklarına küçük bir öpücük konduruken, " o sonra," dedim. "Ama seni rahatlatmak için başka şeyler yapabilirim. " Kollarını boynuma sarıp, "peki sen?" dedi. Yanağını öperken," ben bir süre daha rahatlayamam, " dedim. "Neden? Dün gece...rahatlamadın mı?" "Hazan...benim rahatlamam için senin beni içine almaya alışman lazım. Daha sert olmam lazım. Senin bunu kaldırabilmen lazım..." Yüzümü boynuna gömüp burnumu kulağının altına sürterken kokusunu soludum. "Benden korkmaman lazım." Yutkundu. Altımda titreyip kasılırken, "niye...korkayım ki senden?" dedi. Ama şu an bile tedirgin olmuştu. "Çünkü benim aklımdan sana yapacaklarımla ilgili hiç iyi şeyler geçmiyor." Yüzünü boynuma gömüp sessiz kaldı. Söylediklerimden biraz korkup ürkmüştü. Belini tutup yatakta oturur pozisyona getirdim karımı. Göğüslerinin altında toplanan atletini tutup başından çıkarmak istediğimde kollarını boynumdan çözüp yukarıya kaldırdı. Atleti çıkarıp bir kenara attım. Dizlerinde duran küloduyla şortunu bacaklarından sıyırıp Hazan karşımda tamamen çırılçıplak kaldığında üzerimdeki tişörtü çıkardım. Yataktan kalkıp pantolunumu çıkardığımda karım ben hariç her yere bakıyordu. Baksırımın içinde sertleşip şahlanan aletimi görmek istemiyordu. O gece de bakmamıştı. İçine aldığı şeyden korkuyordu. Birkaç saniye öylece durup izledim onu. Çok güzeldi. Kıvrımlı ve dolgun hatlara sahip olan vücudu kusursuzdu. Su gibiydi. Ona dokunmadan, içine girmeden yaşayamazdım. Yatağa çıkıp Hazan'ı belinden tutup yüz üstü yatırdım. "Fırat..." "Şşş. " Bacakları bacaklarımın arasındayken gözlerimi kalçalarında, incecik belinde, sırtına dağılan saçlarında gezdirdim. Bir ömür doyamayacağımı, asla bu kadar güzel olmasına alışamayacağımı bildiğim tenine ne kadar dokunursam dokunayım yetmeyecekti. İçine kaç defa girersem gireyim hiçbir zaman tam bir tatmin yaşayamayacaktım. Hazan'ı her bir uzvumda hissetmenin, nefes diye içime çekmenin, her şeyde ondan bir parça bulabilmenin, onu içime alıp damarlarımda akan kana katmanın bir yolu olmadığı sürece ben hep ona hasret ölecektim. İşte tam da bu yüzden ondan ayrı, fırsatım varken, tek bir saniye bile geçiremezdim. Ellerimi yatağa koyup, ağırlığımı vermeden, üzerine uzandım. Başının arkasını öpüp saçlarını koklarken, "karım," dedim içim yana yana. Kesik kesik alıp verdiği nefeslerle sessizce durdu. Bir elimi saçlarına çıkarıp geri çekerek yüzünü açtım. Yanağını öpüp koklarken," çok seviyorum seni," dedim. "Ben de." Çene kemiğini ve boynunu öpüp kulak memesini dudaklarımın arasına alıp ısırıp emmeye başladım. Ağırlığımı canını yakmadan biraz üzerine verip tenini ve sıcaklığını göğsümde hissetmek için gözlerimi kapattım. Altımda yok olan küçük ve incecik bedeni kasılıp duruyordu. İniltileri kulaklarıma dolarken deli oluyordum. Dizlerimden destek alıp yataktaki ellerimi omuzlarında gezdirdim. Göğsümü sırtından ayırıp ensesini okşadım. Ellerimi omzularından aşağı indirip sırtını masaj yapar gibi okşayıp sevdim. İncecik belini ve kıvrımlarını keşfedip ellerimi kaburgalarının üzerinden koltuk altlarına oradan da memelerine götürdüm. İki memesini birden avuçlarıma alıp sıkıp yoğurduğumda inleyip altımdan kalkmaya çalışırken göğüslerindeki ellerimi tuttu. "Ah Fırat!" "Fırat cayır cayır yanıyor sana." Sağ göğsündeki elimi karnına indirip göbeğini okşadım. Yarasında parmaklarımı gezdirip elimi bacak arasına soktum. Kadınlığını avucuma alıp okşarken sol göğsündeki elimi çekip kolumu göğsünün altından sardım. Karımı biraz yukarıya çekip kalçalarını penisime denk getirip sürtündüm. "Yavrum. " "Yaa...of....of Fıraaaat!" Sırılsıklam olan yumuşacık, pürüzsüz kadınlığı avucumu ıslatırken parmaklarımı dudaklarının içinde gezdirip okşadım. "Çok güzel," dedim nefes nefese. "Çok güzelsin amınakoyayım...off." Bacaklarını açıp kadınlığını okşamaya devam etmem için bana yer açarken, "Bırak," dedi. "Fırat bırak nolur, dayanamıyorum. " Kalçalarını hareketkendirip kalkmak için bir hamlede bulundu. Ona sürtünen penisimi kalçalarına bastırıp Hazan'ı yatağa gömdüm. "Ah!" "Ben de sana dayanamıyorum," dedim boynunu öperken. "Seni istiyorum Hilâl," diye fısıldadım kulağına doğru. Yutkundu. Yastığı sıkan ellerinden birini yanağıma koyup okşarken, "dokun o zaman Demir," dediğinde kalçalarına sürtünmeyi bırakıp bir iki saniye öylece kaldım. Demir...annemin benden önce hamile kalıp doğurduğu ve doğduktan bir ay sonra ölen kardeşimin adıydı. Annem önceleri bana sürekli, Demir, diyerek seslense de ablam öldükten sonra Fırat demeye başlamıştı. Yıllar sonra bu ismi duymanın bende ne gibi bir yer edindiğini anlayamasam da karımın sesinden bir kez daha duymak istiyordum. Dudaklarımı yanağına bastırıp, "bir daha söyle," dedim. Gülümsedi. Bunu kısılan gözlerinden anlamıştım. Yanağımdaki eli tenimi sevmeye devam ederken, " Demiiiirrr," dedi o tatlı sesiyle. "Demir'im. " "Sesine ölürüm senin." Çocuksu gülüşü doldu kulaklarıma. "Yaa Demiiirrr." Bana böyle seslenmek hoşuna gitmişti. Sorun değildi. Nasıl isterse öyle seslensindi. Kurban olurdum ona. ********* Esen soğuk rüzgar saçlarını savurup, kar taneleri kirpiklerine takılı kalırken onu tuttuğum elinden biraz kendime çektim. Gözleri yüzümü buldu. "Noldu?" diye sordum. O böyle durgunlaşıp sessizleşince dünyada bir ben varmışım gibi hissediyordum. Ya da sağır olmuşum da bir daha Hazan'ın sesini duyamayacakmışım gibi geliyordu. "Bir şey olmadı, " dedi. Konuşurken tatlı bir hâl alan o güzel dudaklarıyla. "Hazan," dedim ısrarcı ve uyarıcı bir sesle. Öğrenmeden bırakmayacağımı biliyordu. "Demir," dedi yine. Buraya gelene kadar peşimde sürekli civciv gibi, gerekli gerkesiz her cümlenin başında, ortasında ve sonunda, Demir, diyerek dolanıp durmuştu. Şikayetçi değildim ancak tuhaf bir şekilde sanki bana değil de başka bir adama sesleniyormuş gibi hissediyordum ve bundan büyük bir rahatsızlık duyuyordum. Yine de Hazan'ı kıskanmak konusunda tamamiyle aklımı yitirmemiş olmalıyım ki henüz ona bana böyle seslenmemesi konusunda büyük bir tepki vermemiştim "Yavrum tamam, sal artık şu Demir'i," dedim. Sesim canımın bu duruma fazlasıyla sıkıldığını belli ediyordu. "Niye ki?" Hastanenin sensörlü kapısına birkaç adım kala Bahar'ı kapının önünde gördüm. Bizi bekliyordu. "Bana Fırat demeni daha çok seviyorum." "Fıraaaat," dedi. Bu daha iyiydi. Tıpkı Hazan'ın aklımı dağıtmak konusunda iyi olduğu gibi. Sorumun cevabını alamamıştım. "Abi!" Bahar bize doğru koşar adımlarla gelirken kapıya ulaşmak üzereydik. Adımlarımı durdurup Bahar'ın yanımıza gelmesini bekledim. Ama Hazan elimi bırakıp,"Bahar," diyerek küçük bir çığlık atarken ona doğru koşmaya başladı. Ve birkaç adım ötemde birbirlerine sarıldılar. Gülüşleri kulaklarıma dolarken yanlarına gittim. Son olanlardan sonra Bahar'la ilk kez yüz yüze geliyordum. O günün ertesinde beni arayıp özür dilemişti. Kabul etmiştim. Annemle hâlâ araları bozuktu. Harun'la da Bahar daha iyi olduklarını söylese de ben inanmıyordum. Bahar şimdilik onunla konuşmamamı söylediği için geri duruyordum. Ama operasyona gitmeden Harun'la oturup bir konuşacaktım. "Hazan yüzüne noldu?!" Bahar Hazan'ın yüzündeki yaraları görünce endişeyle sormuştu bu soruyu. Hazan önemli bir şey olmadığını söylerken Bahar'ın gözleri beni buldu. "Abi yoksa sen mi..." derken ne düşündüğünü anladığım an kan beynime sıçramıştı. "Ne ben Bahar?" dedim sert bir sesle. Gerçekten Hazan'a el kaldırmış olabileceğimi mi düşünüyordu? Yapar mıydım lan öyle bir şey? "Hazan'a sen mi vurdun?" "Bahar!" Hazan aramıza girip," Bahar sakin ol," dedi. "Fırat yapmadı." "Lan neyin açıklamasını yapıyorsun sen?!" Bahar' a dönük olan yüzünü arkasında kalan bana döndü. "Fırat sakin ol," dedi. Neyine sakin olacaktım anasını satayım?! Hazan'ı nasıl sevdiğimi en iyi bilenlerden biriydi Bahar. Her şeyi geçtim kardeşimdi benim. Nasıl canımdan çok sevdiğim kıza, karıma el kaldırabileceğimi düşünürdü? " Sakinim ben!" "Eline noldu Hazan?" Hazan bendeki gözlerini, sargılı elini tutan Bahar'a çevirdi. "Kaçırıldım, ama sonra Fırat kurtardı beni. Daha fazla da bir şey sorma, olur mu?" "Ne?! Na -nasıl? Ne zaman Hazan?" "Dün ama nasılını anlatamam. Sorma. Hadi içeriye gidelim," dedi. Bana dönüp yüzüme bakarken elimi tuttu. "Üşüdüm," derken Bahar'da olan gözlerimi ona çevirmemi, dikkatimi ona vermemi istiyordu. Başarılı da olmuştu. Elimdeki elini iyice kavrayıp, Bahar'ı ardımızda bırakarak, kapıya doğru yürüyüp hastaneye girdim. Önünde birkaç kişinin olduğu asansörün önünde durup Hazan'ı önüme alıp beklemeye başladım. Bahar yanımıza gelmişti. Bizimle birlikte asansörü beklerken gözleri yüzümde gezinse de ona dönmedim. Beni az önce koyduğu yeri hazmetmem kolay değildi. Hazan ona dönüp, " sen nasılsın?" diye sordu. "İyiyim işte, bildiğin gibi. " Hazan başını geriye atıp bana bakarken aklından bir şeyler geçiyor gibiydi. Sonra yeniden Bahar'a döndü. "Çok işin var mı?" "Yok. Çok fazla randevum yoktu bugün. Dün nöbetteydim zaten. Niye sordun?" "Bize gelsene. Bir sürü kuş evi aldık. Eve dönerken boya falanda alırız. Birlikte boyarız. " Bahar bana kısa bir bakış atıp, "bilmem ki," dedi. "Fıraaat olur dimi?" Derin bir nefesi alıp verirken," orası senin evin," dedim. "Sen olur diyorsan olur." Açılan asansör kapısıyla diğer üç kişiyle birlikte asansöre bindik. Hazan'ı yine önüme aldım. Bahar da Hazan'ın önünde dururken üçüncü katın tuşuna bastı. "Bahar nolur gel, lütfen. " "Tamam, gelirim ama önce Elif'i kreşten almam lazım. " "Elif kreşe mi gidiyor?" "Dört gün önce başladı. " "Geç değil mi? Yani kreşler daha erken açılıyor diye biliyorum ben. " " Öyle. Bir arkadaşımın yardımıyla soktum zaten. O olmasa almıyorlardı. " "Alışabildi mi bari?" "Alıştı gibi. Öğretmeni günde iki üç kez arayıp ağladığını, gelmemi falan söylüyor da bazen gitmiyorum. " "Neden?" "Her ağladığında gidersem nasıl alışacak Hazan? Biraz tek başına kalmayı öğrenmeli. " Hazan birkaç saniye sessiz kaldı. Bahar'ın kendi kızına karşı olan bu umursamaz tutumuna şaşırmıştı. Bense sinirleniyordum. Resmen Harun'a olan öfkesini, onunla bozuk olan arasının hırsını Elif'ten çıkarıyordu. Bir yerde patlayacaktım artık. Hazan ne diyeceğini bilemediğini belli eden sesiyle, "sen öyle diyorsan..." dediğinde açılan asansörden dışarıya çıktık. Uzun koridorun sonuna doğru adımlarken Hazan'la Bahar'ın ortasındaydım. Avucumdaki küçük el elimi daha sıkı tutarken elinin üzerini okşadım. Anladığım kadarıyla onu rahatsız eden şey psikiyatri doktoruna gelmekti. Ama yapacak bir şey yoktu. O da biliyordu bunun gerekli olduğunu ve günün sonunda benim onun hep yanında olacağımı. Psikiyatri kliniğine girdiğimizde sadece üç kişi vardı. 9- 10 yaşlarında bir erkek çocuğu etrafta bağırarak koşarken bize doğru gelip Hazan'a çarptı. Hazan çocuğun saçlarını okşayıp, " dikkat et yakışıklı, " dedi. Çocuk kahkaha atarken,"yakışıklı, yakışıklı," diye tekrar ede ede zıplamaya başladı. Annesi gelip çocuğu alırken,"pardon, kusura bakmayın. Hasta da biraz," dedi. "Sorun değil. Maşallah çok tatlı. " "Teşekkürler. " Kadın yanımızdan ayrılırken kısa koridorun sonuna doğru ilerleyip hastanenin çakıl taşı dökülmüş çatısına bakan camın önüne oturduk. Hazan camın yanında otururken yağan karı ve çatıda uçan güvercinleri izliyordu. Nerede bir hayvan görse orada tutulup kaldığını fark etmiştim. Az önce kahvaltı yaparken de restorantın içinde gezen bir kediyi üç kere astımı tutmasına rağmen restorandan çıkana kadar kucağından indirmemişti. Saçları yüzünün yarısını kapatırken kalemle çizilmiş gibi olan kaşlarını, kocaman ateş parçası gözlerini çevreleyen uzun kıvrımlı kirpiklerini, minik burnunu ve küçük dolgun dudaklarını izlerken onu öpme isteğime karşı koyamıyordum. Elini bırakıp kolumu beline sardım. Önce şakağını ardından da yanağını öptüğümde kendini geri çekip yüzüme bakarken, "Fıraaat," dedi mızmız bir sesle. Alnını öpüp göğsüme çektim onu. O sırada Bahar boğazını temizlerken, "hop aile var," dedi. Hazan elini uzatıp, " sen de gel," dedi. Bizi yakınlaştırmaya çalışıyordu. Bu durumdan rahatsız değildim. Bahar her ne olursa olsun kardeşimdi benim. Sırtını dayamak istediği her an arkasında durur, sarılmak isterse kollarımı açardım. Bahar Hazan'ın elini tutup başını omzuma koyarken diğer kolumu da ona sardım. "Hazan Hilâl Türkoğlu!" Çaprazımızda duran kapıdan çıkan kadınla Hazan benden ayrılıp ayağa kalktı. Ben de ayağa kalktığımda Bahar,"dur abi yalnız girmesi gerekiyor, " dedi. Biliyordum. Sadece kapıya kadar onunla birlikte gidecektim. "Biliyorum, " diyip Hazan'ın elini tutarak kapıya kadar onunla birlikte yürüdüm. Gözlerime tedirgin olduğunu hissettiğim bir ifadeyle son bir kez bakıp içeriye girdi. O an doktor masasında oturan kişinin erkek olduğunu gördüm. Kapı kapanırken bu beni rahatsız etmişti. Hazan'ın bana anlatamadığı, benim çare olamadığım sorunlarını bu sarı herife anlatacak olması hoşuma gitmemişti. Dilimi ağzımın içinde gezdirirken yanımda duran sandalyeye oturdum. Sol bacağım istemsizce titriyordu. Başımı arkamdaki duvara hafifçe vurarak yaslarken abarttığımı biliyordum. İşte tam da bu yüzden içeriye dalmak yerine burada oturuyordum. Bahar yanıma geldi. "Abi noldu?" dedi. Gözlerine ters bir şekilde bakıp," bu Deniz erkek," dedim. "Ne önemi var abi? Psikiyatri doktoru sonuçta." Dilimin ucunu ısırırken başımı salladım sadece. Bahar yanıma oturup,"fazla mı kıskançsın acaba?" dedi. Acabası yoktu, öyleydim. Nedenini bilmiyordum ama Hazan'ın benden başka bir adamla dakikalar boyunca bir odada oturup, kendine dair, belki de benim bile bilmediğim şeyleri, paylaşacak olması içimi eziyordu. "Sakin ol abi. Deniz içeride yemez Hazan'ı. " Dişlerimi birbirine geçirip sıkarken, "Bahar kes sesini, " dedim. Zaten sinirden beynim uyuşuyordu, bir de saçma sapan esprilerini dinleyemezdim. "Tamam, demedim bir şey. " ********* On dakika sonra Hazan elinde bir kağıtla doktorun odasından çıktı. Hızla oturduğum yerden kalkıp," noldu?" diye sordum. Yüzü yine asık, morali bozuktu. Elindeki kağıdı bana uzatıp, "TSH testi için kan tahlili istiyorlar," dedi. Bahar kağıdı benden önce alıp, "alt kata inip yaptıralım," dedi. "Acil istemişler. Bir saate sonucu çıkar. " Hazan'ın elini tutup," ne testi bu?" diye sordum. Bahar," hipotirodizm testi," dedi. "tiroid bezlerinin az çalışması sonucu vücudun ihtiyacı olan tiroid hormonunu üretememesi durumunda oluşan bir çeşit hastalık. Belirtilerinin arasında depresif duygu durumuna sahip olmak da var. Yani tiroid hormonun yeteri miktardaysa büyük ihtimalle sana depresyon teşhisi koyacaklar." Hazan alt dudağını ısırıp başını önüne eğerken tuttuğum elinden onu kliniğin çıkışına doğru yürüttüm. Ne teşhisi koyarlarsa koysunlardı. Bir tedavisi olsun, Hazan bir şekilde iyileşsin yeterdi. ********* Bir buçuk saat sonra hastaneden elimizde antidepresan ilaçlarının yazılı olduğu reçeteyle çıkmıştık. Bahar beni de bekleyin dediği için hastanenin önünde onu bekliyorduk. Hazan yerde bulduğu bir taşla botunun ucuyla oynarken sessizdi. Bu bir buçuk saat boyunca ağzından çıkan kelimeler toplasan bir elin parmağını geçmiyordu. Sıkıntıyla içimi çekip, "Hazan," dedim. "Ne?" dedi bana dönmeden. "Asma yüzünü. " "Demesi kolay." "Değil. Ama durum bu. Düzeltmeye bakacağız artık. " Derin bir nefesi alıp verdi. Karşıma geçip başını geriye atarak gözlerime baktı. "Daha önce de kullandım ben bu ilaçları," dedi. "Ya sürekli uyuyacağım ya da kaygıdan uyku tutmayacak. Midem bulanacak sürekli. İştahım kesilecek. Bazen çok sinirli, bazen de çok sakin olacağım. Dengem şaşacak. " Dolan gözleriyle yüzünü göğsüme gömüp, "Fırat...istemiyorum, " dedi. Titreyen sesi içimi acıtırken kollarımı beline sardım. Keşke elimden bir şey gelseydi de yapabilseydim anasını satayım. Ama gelmiyordu. Kıyamıyordum, dayanamıyordum ama başka türlü bir çare de yoktu. En çok ağrıma giden de Hazan tüm bu saydıklarını yaşarken yanında olamayacak olmamdı. Saçlarını öpüp, "geçecek ama sonunda," dedim. "Ben yanında olacağım senin. Tamam?" Hastanenin yan taraftaki acil servisinin önüne hızla gelen ambulansın siren sesleri bahçeyi inletirken Hazan başını kaldırıp o tarafa baktı. Ambulansın kapısı açılıp içinden üzerinde yaşlı bir kadının yattığı sedye sağlık çalışanları tarafından indirildi. Sedyedeki kadın bana bir yerlerden tanıdık gelirken ambulansın peşinden gelen minibüsten Mahsun ağa indi. İçeriye götürülen sedyenin peşinden koşuşunu izlerken Hazan'ın sesi doldu kulaklarıma. "Babaanne..." 💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦 |
0% |