Yeni Üyelik
79.
Bölüm

79. Bölüm

@yikim2024

**********

Yatağın ayak ucunda oturmuş, üzerimdeki siyah gömleğin kollarını geriye doğru katlarken gardıropun aynasının karşısında uzun, beyaz, çiçekli elbisesini düzelten Hazan'ı izliyordum. Düzleştirdiği saçları sırtına dağılıp incecik beline dökülüyor, oradan da kalçalarına doğru uzanıyordu. Küçücük ayaklarına giydiği toz pembe topuklu ayakkabıları parmaklarını ve ayağının üstünü açıkta bırakırken gözlerime çok güzel bir manzara sunuyordu. Kulaklarına taktığı halkalı küpeleri, aynaya yansıyan görüntüsünden gördüğüm, süt beyazı, etli boynuna değiyor, elbisenin yakasından, fazla dikkat çekmeyecek şekilde, taşan göğüsleri beni tahrik ediyordu.

Saatlerdir mutfaktaydık ve Hazan, Bahar'la Elif'in yanında ona dokunmamam için beni odadan çıkıp aşağıya inmeden önce uyarmıştı. Zorla söz verdirtmişti ve ben de karıma verdiğim sözü çiğneyememiştim. Gözümün önünde o minicik eteğiyle salınıp durmuş, aşağı yukarı eğilip kalkarken göğüsleri gözlerimin önüne serilmiş, kokusu burnuma dolup ona doğru çekilmeme neden olurken bana kafayı yedirtmişti. En son yemekler hazır olup sofra kurulduğunda duş alıp üzerimizi değiştirmek için yatak odamıza çıkmıştık. Bahar, Harun'la konuşup üzerini değiştirmek üzere evine gitmiş olduğundan evin boş olmasından yararlanarak karımı odaya girer girmez kucağıma alıp kendimle birlikte banyoya sokmuştum. Dolgun ve kıvrımlı küçük vücudunun her yerinde ellerimi gezdirip okşayıp sevmiş, kucağıma alıp öpüp koklamıştım. Dokunduğum an sırılsıklam olan kadınlığı beni deli ederken hemen kıvama gelip, kocam, diyerek çığlık çığlığa inlemeleri aletimi çok fena kaldırıyordu. Sadece onu inlerken dinlemek için bile tenine dokunabilir, karımı etkileyip tahrik etmek için her şeyimi ortaya serebilirdim.

Hazan yanımda, yakınlarımda ve aklımdayken her zaman erekte olan penisim pantolonumun içinde hareketlenirken üzerimdeki gömleğin açık olan dört düğmesinden birini daha ilikledim. Güzeller güzeli karım aynadan bir iki adım uzaklaşarak ellerini elbisesinin eteklerinde gezdirirken sağa sola dönerek kendini baştan aşağı süzdü. Birkaç adım daha gerilese bacaklarımın arasına girecekti ve gözlerim kalçalarına takılırken istediğim tek şey buydu. Ellerimi dizlerimin üzerine koyup pusuda bekler gibi bacaklarımın arasına girmesini bekledim.

Sağ kolumdaki gümüş saat 17.35'i gösteriyordu. Ömer ağalar yarım saat bile sürmeden burada olurdu. Onlar geldikten sonra, ki sadece onlar değil annem, Harun, Saadettin, Zehra ve çocukları da geliyordu, Hazan'a uzun bir süre daha dokunamayacaktım. Bu yüzden şimdi ne kadar sevip öpsem kârdı. Doyamıyordum anasını satayım. Yürüyüşünden, saçlarının savruluşundan, ellerinden, alıp verdiği nefesten, gülüşünden, kokusundan, bıcır bıcır sesinden, ufacık temasından, sıcaklığından bile saniyesine yanıp tutuşuyordum. Her hali, her şeyi mahvediyordu beni.

Bacaklarımın arasına girmesini beklerken sağ dizim sabırsızca titremeye başlamıştı. Tatlı gül kokusu odanın içini doldurup bana derin bir nefes aldırırken kulağındaki küpeleri kontrol edip önüne dökülen bir tutam saçını arkaya attı. Beline tam oturan elbiseyi biraz aşağı çekip kollarını düzeltirken bir adım daha gerilediğinde ikinci adımını beklemeden belini tutup kendime çektim.

"Fırat!"

Bacaklarımın arasına girmesini sağlayıp kucağıma oturtmadan sırtına dağılan saçlarını öpüp kokladım. Elleri belini tutan ellerimin üzerini bulurken,"yavrrrruuumm," dedim. Kokusu ve incecik belinin ellerimde bıraktığı his içimi titretiyordu.

İleriye doğru bir adım atıp benden kurtulmaya çalışırken,"aşkım bırak," dedi mızmız ve bıkkın bir sesle. "Dedenler gelir şimdi. Aşağı inmem lazım."

Sırtındaki dudaklarımı beline indirip koklaya koklaya öperken ne itiraz edişiyle, ne de söylediği sözlerin içeriğiyle ilgilenmiyordum. Operasyona gidecektim ve bugünkü planım askeriyeden eve gelip Hazan'ı koynuma alıp sevip öpmekti. Ancak karım beni umursamadan evimize misafir kabul edip ağırlamayı seçmişti. Benim isteğim dışında gelişen bir şey yüzünden Hazan'dan saatlerce uzak durmak zorunda kalacak olmak zaten canımı sıkarken bir de şimdi, ona dokunmam için ortada hiçbir engel yokken karımdan uzak duramazdım. Benden bunu isteyemezdi.

"Fıraaat."

Belinden ayrılıp kalçalarını öptüm. Gözlerimi kapatıp yüzümü öptüğüm yere gömüp öylece durdum. Kalçaları çok fazla dikkatimi çekiyordu. Karımı buradan sikmek istiyordum. Bu küçük, dolgun ve yumuşak şeyi kasıklarımda hissetmek, penisimi içine itip, karım o tatlı sesiyle inlerken içinde hüküm sürmek düşünürken bile aklımı başımdan alıyordu. Çok fena tahrik edip azdırıyordu beni.

Bir ayağını yere vurup ellerimden kurtulmak için çırpınırken,"ya of Fırat," dedi sinirle. Banyoda çok fazla dokunup öpmüştüm. Memelerini emerken kendimi kaybetmiş, biraz canını yakmıştım. Teni morarmıştı. Önüne diz çöküp kadınlığını yalayıp emerken dilimi içine itip iki kez yüzüme boşalmasını sağlamıştım. Akan sıvıyı kana kana içip Hazan zevkten ya da utançtan ağlarken kaybettiğim kontrolü yeniden elime alıp ağlayan karımı sakinleştirmem hayli zaman sürmüştü.

Kalçalarından ayrılarak Hazan'ı kucağıma çekip tek dizime oturturken onu bunalttığım ihtimali ilk kez aklıma düştü. Ona duyduğum sevginin masumiyetini kaybetmesinden korktuğunu söylediğini hatırladım. Aramızdaki ilişkinin sadece sevişmek üzerine kurulu olmasını istemiyordu. Öyle bir şeyin olması imkansızdı ancak şu an bunu bilip düşünen taraf bendim ve önemli olan Hazan'ın ne düşünüp, ne hissettiğiydi.

Banyoda ağladığı ve içine bir ara köpük kaçtığı için kızarıp sulu sulu bir hâl alan ateş parçası gözleri yeşile çalarken gözlerimi yüzünde gezdirdim. O ise bana bakmıyor, bir saat önce aynası yeni takılan masayı inceliyordu. Duştan çıkar çıkmaz onu sarıp sarmalayıp kucağıma alarak odaya getirdiğim havluyla birlikte yatağın üzerindeki kıyafetlerini alıp misafir odasına gidip giyinmişti. Bir süre sonra geri gelip, ki bu olması gerekenden daha uzun bir süreydi, aynanın karşısında elbisesiyle ilgilenmişti. O sırada ben Sado'yla telefonda konuşuyordum ve Hazan'ın banyoda ona yaptığım şeylere, her zaman ki itirazları dışında, net bir şekilde karşı koymaması sebebiyle aramızda bir sorun olduğunu düşünmemiş, ileriye gidip gitmediğim ihtimali aklıma dahi gelmemişti. Fakat şu an bu durgun hâli beni huzursuz etmeye yetmişti.

Sıkıntılı bir nefesi alıp vererek alnını öptüm. Başını tutup göğsüme çekerken belini okşuyordum.

"Hazan."

Bir kolunu sırtıma sarıp sargılı eliyle gömleğin yakasına tutunurken iyice bana sokulup," hı?" dedi.

Yanağını öpüp saçlarını severken,"iyi miyiz?" dedim.

"İyiyiz."

Yüzümü boynuna gömüp yumuşacık sıcak tenini tenimde hissettiğimde gözlerimi kapattım.

"Emin miyiz?"

"Eminim."

Öylesine konuştuğunu ve gerçeği yansıtmayan cevaplar verdiğini biliyordum. Bundan rahatsız olurken kafamın içinde bana karşı neden dürüst davranmadığını sorguluyordum.

"Rahatsız mı ettim seni? Fazla mı dokundum sana?" diye sordum. Gerçeği söyleyene kadar üsteleyecektim.

"Hayır. "

Yüzünü gömleğin açık olan üç düğmesinden görünen göğsüme gömüp kokumu içine çektiğinde kasıldım.

"Yavrum doğruyu söyle."

"Doğruyu söylüyorum. "

"Söylemediğinde anlıyorum, biliyorsun. Yapma şunu. "

"Fırat..."

Cümlesini yarıda kesen alt katan gelen kapının zil sesiydi. Sertçe soludum. Hazan hızla kendini toparlayıp kucağımdan kalktığında engel olmadım. Bu akşam benim için, Hazan'ın bakmaya doyamadığım güzelliğiyle birlikte havada kalan bu konuşma yüzünden bir işkenceden farksız geçecekti.

Topuklu ayakkabılarının parke zeminde çıkardığı ses eşliğinde kapıdan çıkan karımın peşinden oturduğum yerden kalkıp bacaklarımı saran siyah, kumaş pantolonu düzelterek odadan çıktım. Merdivenleri Hazan'ın iki adım gerisinden inmeye başladım. Basamaklara sürünüp uçuşan eteği, geriye doğru savrulan saçlarıyla o kadar güzeldi ki eğer bu şehre gelip beni değil de bir başkasını...sevseydi ya katil olurdum ya da deli.

Merdivenleri bitirip kapıya yöneldik. Hazan adımlarını hızlandırıp kapıyı açtığında Ömer ağa, babaannem, Sado, Zehra, Yiğit ve Ela karşımızdaydı. Hazan kapıyı sonuna kadar açıp neşeli, cıvıl cıvıl bir sesle," hoşgeldiniz, buyrun," dedi.

"Hoş bulduk kızım," diyen babannem ayakkabılarını çıkarıp içeriye girerken Ömer ağa da, "hoş bulduk gelin hanım," demişti.

Ömer ağanın, dün akşam restorantın açılışında yaşanan olaydan sonra Hazan'a karşı nasıl bir yerde olduğunu tam olarak kestirememekle birlikte tavırlarında ve ses tonunda bana ters düşecek herhangi bir şey hissetmesem de karımın onlara bu kadar içten davranmasından hoşlanmıyordum. Yarın öbür gün ne olacağı, kimin yanımızda, kimin karşımızda duracağı belli olmazdı. Benim tek ailem Hazan'dı ve o üzülürse onu üzen herkesi üzmekten asla geri durmazdım.

Babannem yanıma gelip elini öpmeme izin vermeden bana sarılmak için kollarını kaldırdı. Aşağı eğildim. Boynuma doladığı kollarıyla yanağımı ıslak bir şekilde öpüp,"oy babaannesi kurban, aslanım," diyerek sırtıma vurdu. Böyle öpülmekten haz etmediğim için anlık bir kaşlarım çatılsa da kendimi toparlayıp ondan ayrılırken,"hoşgeldin," dedim.

"Hoş bulduk oğlum."

Sado, Zehra ve çocuklar da içeriye girmişti. Hazan kapıyı kapatırken Ömer ağa sarılsa sarılmayacağımı, elini uzatsa öpmeyeceğimi bildiğinden dolayı karşımda durup, "selamünaleyküm," dedi. Başımla kısa bir selam verip,"ve aleyküm selâm," dedim.

Babaannemin Hazan'a sarılırken,"oy güzel kızım ne güzel olmuşsan," diyen sesi kulaklarıma doldu. Gözlerim karımı bulurken ışıl ışıl parlayan gözleri ve yüzündeki gülüşü, içimdeki zor zaptettiğim, herkesi kapı dışarı edip dudaklarına kapanma isteğini tetikliyordu.

"Teşekkür ederim. Siz de çok güzel olmuşsunuz. "

Sado'nun elini bırakıp,"amca," diyerek bacaklarıma yapışan Yiğit'le ona dönüp kucağıma aldım.

"Naber lan aslan parçası?"

"Nasıl olsun be amca abilik yapmakla uğraşıyoruz. "

"Nasıl gidiyor?"

Yiğit Zehra'nın kucağındaki Ela'ya kaşlarını çatarak bakıp,"Ela dün, senin aldığın uzaktan kumandalı arabamdan sonra, tabletimi de kırdı," dedi. "Çok kötü gidiyor."

"Yenisini alırız, takma kafana."

"Alır mıyız? Annem, okullar bitene kadar almayız, dedi. "

"Fırat!"

Zehra'nın sesiyle ona döndüm.

"Efendim yenge?"

Sado bana ters ters bakarken,"Hazan'ın yüzüne noldu?" diye sordu. Sert sesi ve yüz ifadesi ne düşündüğünü net bir şekilde ortaya sererken Ömer ağanın,"oğul?" diyen sesiyle gözlerim onu buldu. "El mi kaldırdın karına?"

Öfke yavaş yavaş sinir uçlarıma doğru tırmanırken Yiğit'i yere indirdim. Bahar gibi, Sado bile, Hazan'a vurmuş olabileceğimi düşünebiliyordu. Ben nasıl bir adamdım lan beni yıllardır tanıyan bu insanların gözünde? Eyvallah sinirliydim, kavgacı, kaba saba bir adamdım ama ben karıma el kaldıracak kadar aşağılık bir herif miydim amınakoyayım?!

"Hayır, o yapmadı. "

Hazan'ın araya giren sesiyle Zehra,"Fırat varken başka kim dokunabilir sana?" dedi. Fırat başkasına dokundurtmaz ama...kendisi vurur, demeye getiriyordu.

"Oğlum?" dedi babaannem bir eli Hazan'ın sırtındayken.

"Fırat!" dedi Sado.

"Benim hatamdı..."

"Ne demek benim hatam ya?! Ne yapmış olursan ol sana vuramaz!"

"Zehra..."

"Fırat bunca yıl kadına el kaldırılmayacağını bir büyüğün olarak öğretemedim mi sana? Ne demek karına vurmak?"

"O yapmadı."

" Hazan bir dur abiciğim. "

"Saadettin abi o yapmadı. Kaçırıldım."

"Ne?!"

Zehra'nın sorusuyla herkesin gözü Hazan'a döndü. Hazan babaannemin yanından ayrılıp yanıma gelerek elimi tuttu. Sımsıkı kavradım avucumdaki küçük elini.

"İşimle ilgili bir durumdu. Detaylarını sormayın, anlatamam ama Fırat kurtardı beni. O bana vurmaz."

Zehra, Sado, babannem ve Ömer ağanın yüzüne mahçup bir ifade yerleşirken dönen muhabbetten, adımın Hazan'a...vurmakla aynı cümlede geçmesinden rahatsızdım. Diğer yandan Hazan'ı böyle, bana karşı bile olsa, korumaya geçmeleri, Ömer ağanın dahi sinirlenmesi, Sado'nun dün Mahsun iti restorantı bastıktan sonra bana, ayrıl şu kızdan, demesinin ardından bugün Hazan'a abilik yapmaya soyunması bu saçma sapan, sikik durumun içinde bile hoşuma gitmişti. Ama her şeyden önce beni saniyesine karısına el kaldırabilecek bir şerefsiz yerine koymaları ağrıma gidiyordu. Bahar'ın yaptığı da aynı şeydi ancak bu başkaydı. Beni babam olacak kansızla aynı kefeye koymuşlardı. Hazan araya girmese bundan birkaç konuşma sonrası o herifle sokulacağım karşılaştırmalardı.

Gözümün önünde çocukluğumun geçtiği o köydeki ilköğretim okulunda yaşadığım bazı anlar darmadağınık bir şekilde belirirken yutkundum. Kimseden ses çıkmıyordu. Herkesi kovma fikri bir an çok cazip geldi. Fakat o an Hazan," siz salona geçin," diyerek konuşmaya başladı. "Ben çorbanın altını açayım. Canan teyzeler de gelir şimdi, sofraya geçeriz."

"Ben yardım edeyim," diyen Zehra'ya, "ben ederim," dedim. Hazan'a sarılmak ve onunla biraz daha vakit geçirmek istiyordum. Belki de buna ihtiyaç duyuyordum.

Yüzüme mahçup bir ifadeyle bakıp, "tamam yengem," dedi.

Ömer ağa üzerindeki paltoyu çıkartırken Hazan elimi bırakıp, "verin bana," dedi.

"Sağol gelinim."

Karım hafifçe gülümsedi. Ama bu rahatsız bir gülüştü. Az önce bana söylenenler yüzünden kendini kötü hissettiğinin farkındaydım.

Aldığı paltoyu vestiyere astı. Ömer ağa, babannem, Zehra ve çocuklar salona geçerken Hazan mutfağa girdi. Sado yanıma gelip bir iki saniye yüzüme bakıp,"kusura bakma lan," dedi.

Başımı belli belirsiz olumsuzca sallayıp,"niye bakayım Sado?" dedim. "Gözünüzde karısına vurabilecek kadar aşağılık bir herif olduğuma göre kusur belli ki ben de."

"Fırat..."

"İçeri geç Sado."

Hazan'ın peşinden mutfağa girip kapıyı kapattım. Ocaktaki mahluta çorbasının altını açan karıma doğru ilerleyip arkasında durdum. Beni fark edip arkasını döndü. Tezgahla aramda sıkışırken gözleri gözlerimdeydi. Alt dudağını ısırdı. İçimi çekip kollarımı beline sardım. Yüzümü boynuna gömüp tenindeki şişliği öperken kokusunu soludum. Boynuma sardığı kollarıyla beni kendine çekip saçlarımı sevdi.

Gözlerimi kapattım. Bu küçük kadın huzurumdu benim. Ona sarılmak rahatlatıyordu. Hazan dışında kimseyi görmek ya da duymak istemiyordum.

"Fırat..."

"Canımın içi. "

"Özür dilerim. "

Kollarımı sıkılaştırıp daha sıkı sararak kendime bastırdım Hazan'ı. Yüzümü boynuna iyice gömüp derin bir nefes aldım.

"Saçmalama."

"Saçmalamıyorum. Benim yüzümden oldu. Keşke seni dinleyip gitmeseydim oraya. "

Keşke. Az önce bana söylenenler çok da umrumda değildi ancak Hazan'ın oraya gitmiş olmasını, benim dokunup öpmeye kıyamadığım tenine o piçlerin vurmasını ve bunun için bile olsa karıma dokunmalarını kaldıramıyordum. Beni dinlemeyip oraya gitmesi başına, henüz haberdar olmadığı, işler de açmıştı ve bu işin sonu nereye varacak bilmiyordum. Her ne olacaksa yarın olup bitmesini istiyordum çünkü yarından sonra en az iki üç ay boyunca burada olmayacaktım. Hazan'la iletişime geçmem ise operasyon süresi boyunca neredeyse imkansızdı. Mevcut durum içerisinde zaten bir ton sorun vardı ve bir de bu olay yüzünden VASÖ tarafından Hazan'a verilecek olan cezanın ya da uygulanacak yaptırımın çilesini çekecektik anasını satayım.

"Geçti artık. "

Birkaç saniye sessiz kaldı.

"Geçti mi gerçekten?"

"Ne demek bu?"

"Affetin mi beni?"

Başımı boynundan kaldırıp gözlerine bakarken alnımı alnına dayadım.

"Affedilecek bir şey yok. "

Boynumdaki elleri gömleğin yakalarını buldu. Künyenin zincirinde parmaklarını gezdirdi.

"Ama dün gece söylediklerin..."

"Hiçbir anlamı yoktu. Konuştum işte öyle sikik sikik."

"Hayır, haklıydın. Ben..."

"Haklı falan değildim. Öyle olsam bile senin bana her şeyi yapmaya hakkın var. En başından beri ben sana bu hakkı verdim."

"Çok şımardım ama ben. O hakkı hak etmedim."

"Hazan hak etmeseydin en başından vermezdim. Sen benim her şeyimsin. Canımı bile veririm sana ben. "

Yutkundu. Yüzü asık, az önceki neşesi yerinde yoktu.

"Seni çok kötü bir duruma düşürdüm. Herkes bana senin vur..." derken sözünü kesip, "sen bari söyleme Hazan. Dayanamıyorum," dedim.

Elleri yüzümü buldu. Tenimi severken parmak uçlarında yükselip dudaklarıma uzandı. Ona doğru eğilip beni öpmesi için yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Dudakları dudaklarıma değdiğinde burada böylece kalmak istiyordum. Önümüzdeki şu beş altı saati hiç kaldıracak hâlde değildim.

Dudaklarıma birkaç küçük öpücük kondurup geri çekilirken üzerine doğru eğilip dudaklarımızın ayrılmasına izin vermedim. Biraz daha öpebilir, öpmese bile ruhumun dudaklarının üzerinde dinlenmesine müsade edebilirdi. Yüzümdeki elleri başımı iterken aralarına milimlik bir mesafe açılan dudaklarımızla konuştu.

"Fırat dur."

Kapalı olan gözlerimi araladım. Ateş parçası gözleri gözlerimdeydi. Uzun kıvrımlı kirpikleri kaşlarını aşıp alnına değiyordu. Teni bembeyaz, yanakları hafif kızarık, dudakları dolgun ve kıpkırmızıydı. Ucu hafifçe kalkık olan minik burnu, küçük ve tatlı çenesi, boynu, gerdanı, göğüsleri derken kalbim göğüs kafesimde kabarıp bana derin bir nefes aldırdı. Boynuna gömülüp üzerine doğru bir iki adım atarak gerilemesine neden olurken belini mutfak tezgahına yaslamasını sağladım.

Yüzümden çekilip omuzlarımı bulan elleri aşağılara kayıp beline sarılı olan kollarımı buldu.

"Fırat..." dedi bıkkınca.

Boynunu sıkıca, ses çıkartarak, az önce babaannemin bana yaptığı gibi, sulu bir şekilde öptüm.

"Gülüüüümmm."

Kollarımdaki elleri gömleğin üzerinden tenimi okşarken, "İçeriye mi gitsen sevgilim?" dedi tatlı bir sesle rica eder gibi. "Yanlış anlayacaklar. "

"Gideriz, " dedim ancak beline sarılı olan kollarımı sıkılaştırırken buna hiç niyetim yoktu.

Ocaktaki çorba ılık olduğundan hemen fokurdamaya başlarken Hazan kollarımın arasında dönmeye çalıştı. Boynundan ayrılıp kollarımı gevşettim. Ocağa dönüp tencerenin kapağını açtı. İçindeki kepçeyi eline alıp çorbayı karıştırırken," Fırat," dedi. Saçlarını koklayıp," hı?" dedim.

"Çorba güzel olmuş mu?"

"Daha kaç kere soracaksın bu soruyu?"

Yaptığı bütün yemekleri bana ve Bahar'a teker teker tattırıp nasıl olduğunu sorup durmuştu. Hepsi çok güzeldi. Öyle ki hayatımda yediğim en güzel içli köfte, üzlemeli pilav ve patlıcan kebabını karımın ellerinden yemiştim.

"Bilmem. Dedenler de beğenirse bir daha sormam."

"Beğenirler. "

"Ama ya beğenmezlerse?"

"Öyle bir ihtimal yok. Yaptığın her şeyin tadı damağımda kaldı yavrum."

Omzunun üstünden bana dönerken, "ya?" dedi yüzündeki kocaman gülüşüyle tatlı tatlı. Dudağının kenarını öpüp," ölürüm sana," dediğimde önüne döndü. Çorbanın altını kısıp, "Bahar'ı arasana.," dedi.

Elimi pantolonun cebine atıp telefonu çıkardım. Kolumu Hazan'ın beline geri sarıp çenemi omzuna yasladım. Rehbere girip Bahar'ın numarasını bulup aradım. Hoparlörü açıp beklemeye koyulduk. İkinci çalışta açılan telefondan Bahar'ın, "gelmek üzereyiz, " diyen sesi duyuldu.

"Canan teyze de sizinle mi?"

"Evet. İki üç dakikaya kapıdayız. "

"Tamam."

Telefonu kapatıp cebime soktum.

"Fırat çorbayı içeriye götürür müsün? Ben de patlıcan kebabını ısıtayım."

Boynunu öpüp kokusunu bir kez daha içime çektim.

"Götürürüz," derken istemeye istemeye kollarımı belinden çözdüm. Hazan tezgâhla aramdan çıkarken tencereyi almaya meyil ettiğimde,"dur," dedi. Yemek masasına doğru ilerleyip beyaz, porselen, çiçekli bir tencereyi alarak yanıma geldi.

"Çorbayı buna koyar mısın? Daha güzel durur."

Tencerenin kapağını açtım. Hazan içindeki kepçeyi alıp lavabonun içine tutarken çorbayı porselen tencereye dökmeye başladım. Çorbadan yükselen dumanlar yüzümüze vururken Hazan geri çekilip, " ayh," dedi.

"Noldu?" diye sordum bu tepkisi beni gülümsetirken.

"Çok sıcak."

Boşalan tencereyi lavabonun içine koyarken Hazan elindeki kepçeyi çorbanın içine bıraktı. Kapağını da kapatıp," götür şimdi, " dedi.

"Emrin olur."

Gülümseyip bana arkasını dönerek fırına yöneldi. Çorbayı alıp kapattığım kapıyı açarak mutfaktan çıktım. Salondaki herkesin gözü bana dönerken masaya doğru ilerleyip çorbayı Hazan tarafından nizami bir şekilde dizilen, beyaz masa örtüsünün üzerindeki, tabak çanakların ortasına koydum. O sırada kapı çaldı. Gidip açtım.

"Ahhhh çok soğuk," diyerek tepinen Bahar kucağındaki Elif'le birlikte içeriye girip doğruca mutfağa geçti. Peşinden annem ve Harun da içeriye geçerken ortaya bir, " hoşgeldiniz," dedim. Annem montunu çıkarıp vestiyere asarken,"hoş bulduk oğlum," dediğinde Harun, "naber abi?" dedi. Gergin ve ne söylemesi gerektiğini tam olarak bilemez bir haldeydi. Kapıyı kapatıp yüzüne ters bir ifadeyle bakarken," bakacağız abi," dedim. Başını sallayıp ceketini çıkardı. Vestiyere asıp annemin peşinden salona geçerek Ömer ağa ve diğerleriyle tokalaşırken mutfağa girdim.

Hazan yanımdan geçip salona giderken Bahar Elif'le birlikte fırındaki kebaba bakıyordu.

"Ayh çok güzel görünüyor, " diyerek fırının cam kapağından izlediği kebabın karşısında kendinden geçerken yemek masasından bir sandalye alıp yanına gittim. Gözleri beni buldu. Sandalyeyi arkasına koyup," otur abim," dedim.

"Teşekkür ederim, " diyerek oturdu.

Elif yanıma gelip," dayı," derken onu kucağıma aldım.

"Söyle dayıcım."

"Bugün okulda Cenk benim saçımı çekti, " dedi. Kısa kollarındaki minik elleri saçlarını bulmuştu. "Sonra Hülya öğretmenim ona kızdı ama ben çok ağladım." Gözleri anlatırken bile dolmuştu. Belli ki canı çok yanmıştı. 4 yaşında el kadar çocuğun ne işi vardı lan okulda?

Sıkıntılı bir nefesi alıp verirken saçlarını öptüm.

"Dayın kurban olsun senin o güzel saçlarına. "

"Abi şımartma. Çocuk bunlar. İtişe kakışa büyüyecekler işte."

Elif kollarını boynuma sarıp yanağımı öperken Bahar'a baktım.

"Büyünüyor mu öyle?"

"Biz büyüdük. "

"Büyüdük mü? Basit mi o kadar?"

"Abi," dedi, üzerime gelme, der gibi.

"Ne abi Bahar?" derken sinirliydim ve Hazan mutfağın kapısında belirip konuştuğumuzu görüp adımlarını durdurmasaydı konuşmaya devam edecektim.

Bahar,"gel Hazan," dedi. Beni dinlemekten kurtulmak için Hazan'ın varlığı onun için iyi bir bahaneydi.

"Fırat?" dedi Hazan benim iznimi isterken.

Bahar'a kitlenen gözlerimi ona çevirip,"gel yavrum," dedim. Tereddüt ederek yavaş adımlarla gözlerini ikimizin üzerinde gezdirip fırının yanına geldi. Kapağın koluna asılı olan eldiveni alarak eline geçirip fırını açtı. Kebabın suyu fokurdarken Hazan fırını tamamen kapatıp bize döndü.

" İçeri geçin," dedi. "Ben de salatanın sosunu döküp gelirim."

Bahar," birlikte gideriz," dediğinde Hazan bana baktı. Bahar'la aynı fikirdeydim. Uzanıp elini tutarak karımı kendime çektim. Alnını öptüğümde kaşlarını çattı.

"Fırat," dedi azarlayıcı bir sesle. Göz kırpıp gülümsedim. Elini elimden çekip dolaba yöneldi. Salatayı ve sosunu alıp yemek masasında sosu salataya döktü. Geri gelip çekmeceden iki tane kaşık alıp salatayı karıştırdı. Ardından bize dönüp," gelin hadi," dediğinde hep beraber mutfaktan çıktık. Herkes yemek masasına geçmişti. Çocuklarla birlikte oniki kişiydik.

Bahar kucağımdaki Elif'i alıp Harun'un yanına geçerken Ömer ağa masanın baş köşesindeydi. Solunda kalan iki boş sandalye Hazan'la bana ayrılmıştı. Sado'nun yanına oturup Ömer ağaya yakın olan sandalyeyi karım için geriye doğru çektim. Hazan sandalyeyle masanın arasına girip çorba tenceresini önüne aldı. Önce Ömer ağanın tabağından başlayarak herkese çorba doldurup oturdu.

Hazan'ın karşısında oturan babannem çorbadan iki kaşık alıp içtikten sonra,"çorba çok güzel olmuş kızım, ellerine sağlık," dedi. "Mahluta çorbasını daha önce yaptın mı?"

"Afiyet olsun. Hayır, daha önce hiç yapmamıştım. Bugün Fırat' la Bahar'ın yardımıyla ilk kez yaptım. "

"Gelinimin eli lezzetlidir anne," dedi annem.

"Belli. Pek güzel yapmış çorbayı. "

"Benden de güzel mi babaanne?" diyen Zehra'yla Ömer ağa,"babaannenin yaptığından bile güzel olmuş," dediğinde babaannem,"aşk olsun ağam," dedi.

Hazan içi ışıl ışıl parlayan gözleriyle, Ömer ağaya bakıp," afiyet olsun," demişti.

"Ellerine sağlık gelin hanım. Ben bir tabak daha alırım. "

"Tabii."

Yüzündeki gülüşü beni büyülerken sofrada gezinen gözlerini ve kirpiklerinin hareketlerini izliyordum. Çorbanın beğenilip beğenilmediğini anlamaya çalışırken kendi çorbasına hiç dokunmamıştı. İlaçlarını içebilmesi için bir şeyler yemesi gerekiyordu.

Masadaki ekmek sepetinden bir tane ekmek alıp çorba kasesinin altındaki tabağın kenarına koydum. Hazan'ın gözleri beni bulurken,"yemeğini ye," dedim. Dudaklarını birbirine bastırıp,"tamam," dedi. Önüne dönüp kaşığını alıp çorbasını içtiğinde ben de önüme döndüm.

"Eee görüşmeyeli nasılsın Canan kızım?"

Çaprazımda oturan annem Ömer ağaya bakıp,"iyiyim baba," dedi. "Yuvarlanıp gidiyoruz işte. "

"Fırat'ım iyi bakıyor mu sana?"

Annemin gözleri üzerimde kısa bir süre gezindi ancak onunla göz göze gelmemek için önümdeki çorbayı içmeye devam ettim.

"Bakıyor anne. Geçen yılın başında bana oturduğum evi, kardeşine de alt kattımızdaki evi aldı. Elimize de birer kart verdi. Maaş alır gibi her ayın onbeşi paramız hesabımıza düşüyor. Allah onu başımızdan eksik etmesin."

"Amin."

Masadaki herkesin gözü üzerimde gezinirken Hazan da bana bakıyordu. Konunun benimle hiçbir alakası yokmuş gibi davrandım. Böyle şeylerin konuşulmasından haz etmiyordum. Rahatsız ediyordu.

"Baksın tabii. Sen de onları büyüttün bir başına. Ne yapsalar hakkını ödeyemezler."

Annemin yine bana baktığını hissettim. Tepkim değişmedi. Ona bakmamak konusunda kararlıydım.

"Bahar'a elimden geldiğince baktım da Fırat'la pek ilgilenemedim baba," dedi. "Asıl ben onun hakkını ödeyemem. Bir gün olsun ele güne muhtaç etmedi bizi. Kardeşine hem abilik hem de babalık etti. Bahar'ın da benim de üzerimizde, benim onların üzerinde olduğundan, daha fazla hakkı var. "

"Olsun kızım. Annesisin sen onun. Dokuz ay karnında taşıdın, besledin büyüttün. Ana - oğul arasında hak hukuk olmaz. Fırat'ın hakkı sana zaten helaldir. "

"Öyledir tabii. Sen de az çile çekmedin."

Bir süre saniyeleri aşıp dakikaları bulan bir sessizlik oldu. Bu süre içerisinde Sado'nun eli sırtımı bulup sıvazlayıp geri çekildi. Sadece kaşıkların içine daldırıldıkları tabaklara çarparak çıkardıkları sesler duyulurken hiçbir şey düşünmüyordum. Anneme, çile çekmedi, diyemezdim. Yaptığım şeyler ise zaten yapmam gereken şeylerdi. Onları bir lütuf olarak göremez, bununla böbürlenmeyi aklıma dahi getirmezdim. Her ne olursa olsun o benim annem, Bahar kardeşimdi. Yarın öbür gün bir şey olur, birbirimizin yüzüne bakamayacak hale gelirdik belki ama o evler yine onlarda kalır, o paralar yine o hesaplara yatardı. Diğer türlüsü bana tersti.

*********

Yemekler yenmişti. Masaya gelen her yemek için Hazan herkesten teker teker övgüler almıştı. Ömer ağa her şeyden iki tabak yerken Bahar da ondan farklı değildi. Patlıcan kebabı, üzlemeli pilav ve içli köfteden ben de iki tabak yemiştim. Karnımızı doyurmuştuk doyurmasına da karıma karşı olan açlığım katlanılabilecek gibi değildi.

Hazan, Bahar ve Zehra masayı toplamıştı. Bizse salonda oturuyorduk. Babaannem anneme Bahar'ın karnındaki bebek için örgü örnekleri gösteriyordu. Harun elindeki telefona gömülmüş, bilinçsizce kucağındaki Elif'in saçlarını severken Yiğit de Sado'nun dizinde oturmuş telefondan oyun oynuyordu. Ela üst katta misafir odasında uyuyordu. Sado ve Ömer ağa ise İstanbul'daki inşaat şirketinde çıkan bir kriz hakkında konuşuyordu.

"Usta malzemeden çalmış dede. Kepçe operatörü kepçenin ağzını yanlışlıkla kolona geçirince binanın geri kalanı da tuzla buz olmuş. Allah'tan işçiler yokmuş o sırada binada. Hepsi dışarıdaymış. Babam ustayı kovmuş. Molozları temizleyip binaya yeniden başlayacaklar. Söz verdiğimiz tarihten bir dört beş ay geç teslim edeceğiz artık."

"Allah korumuş oğlum. Yoksa o kadar masumun günahını nasıl çekerdik?"

"Öyle. "

"Bizim Hamit vardı ustabaşı. Noldu o?"

"Babam onu İzmir'deki inşaata göndermişti. O inşaat bitmek üzere zaten. Hamit abi birkaç haftaya İstanbul'a dönecek. "

"İyi, iyi. İşi güvendiğin, bildiğin adama teslim edeceksin oğlum. Namuslu adam bulmak zor. "

"Öyle. İstanbul büyük şehir. Her gün yüzlerce binayı inşaa etmeye başlıyorlar. Çoğu çürük, temeli sağlam atılmamış. Usta malzemeden çalar, işçiler işi savsaklar, şirket parayı ne olduğu belirsiz taşeron firmalara basar olan da masum insanlara olur. Babam dikkat ediyordu böyle şeylere ama Boran ağa arada gidip işi karıştırıyor dede. Demeyeyim demeyeyim, diyorum ama kusura bakma."

Ömer ağa elindeki tespihin taşlarını yavaş yavaş çekerken,"yok oğlum ne kusuru," dedi. "Olanı söylüyorsun. Anlamadığı işe burnunu sokmaya pek meraklı mamon. Ama ne yaparsın evlat işte. Nazım' a söyle Boran'a önemli işleri bırakmasın. "

Parke zeminde çıkan topuklu ayakkabı sesiyle mutfak kapısına döndüm. Hazan elindeki çay tepsisiyle buraya doğru gelirken yüreğimi cayır cayır yakan özlemle karımı baştan aşağı süzdüm. Eteklerinin salınışından bile kafayı yerken deli gibi ona sarılmak istiyordum. Yüzümü boynuna gömüp kokusunu solumak isteyen ciğerlerim uzun zamandır nefessiz kalmış gibiydi.

Hazan Harun'la Elif'in önünden geçip babannemle annemin ayaklarına dikkat ederek benim önüme geldiğinde burnuma dolan kokusuyla içimi çektim. Gözlerim saçlarında, incecik belinde, kalçalarında ve ayaklarında gezinirken Ömer ağaya çay ikram edişini izledim. Ardından tepsiyi camın önündeki diğer tekli koltukta oturan Sado'ya uzattı.

"Sağolasın kızım. "

"Sağol Hazan."

"Afiyet olsun. "

Geriye dönüp babaannemlere yöneldi. Önce babanneme, sonra anneme, ardından Harun'a ve en son da bana çayı verdiğinde gözlerim gözlerindeydi. Kısa kollu elbisesinden açıkta kalan bembeyaz, narin kollarını tutup yavrumu kucağıma çekmeyi düşünsem de, üzerinde hâlâ üç bardak çay olan, tepsiyi orta sehpanın üzerine koyup mutfağa gidişini izledim.

Kısa bir süre sonra elinde daha büyük bir tepsi ve peşinden gelen Zehra ve Bahar'la birlikte yeniden salona girdi. Tepsideki içinde kek, kıymalı kol böreği ve Urfa'ya özgü tarçınlı, mahlepli bir çeşit poğaça olan külünçe bulunan tabaklardan birini yine önümden geçip, aklımı başımdan alarak, Ömer ağanın yanındaki yüksek sehpaya koydu. Bir tabak da Ömer ağayla Sado'nun arasında duran sehpaya koyup diğer tabakları orta sehpaya herkesin önüne gelecek şekilde dizip mutfağa döndü.

Zehra elindeki tepsiden baklavaları Ömer ağadan başlayarak ikram ederken Bahar da fındık, fıstık, ceviz ve karışık kuruyemiş dolu tabakları sehpalara koyup Zehra'yla birlikte mutfağa gitti. Sonra Hazan'la birlikte geri döndüklerinde babaannem," ayh şükür," dedi. "Bir an birer tepsi daha alıp geleceksiniz sandım."

"Vallaha ben de kızım. Ne gerek vardı bunca şeye?"

Zehra'yla Bahar orta sehpanın etrafına çöküp otururken Hazan ayakta durup hafifçe gülümseyerek," afiyet olsun," dedi.

"Oluyor, oluyor gelinim de," diyen Ömer ağa elindeki çatalın ucundaki baklavayı ağzına götürüyordu. "Sen bende ne tansiyon ne de şeker bırakmayacaksın bu akşam."

Hazan endişelenirken,"dikkat edin," dediğinde Bahar Hazan'a elini uzatıp,"dedemin kronik tansiyonu da şekeri de yok Hazan. Gel otur," dedi.

Ömer ağa Hazan'a bakarak gülerken karım da gülüp Bahar'ın elini tutarak yanıma gelip dizimin dibine çöktü. Sırtı bacağıma değerken ona biraz daha yakın olabilmek için öne doğru eğildim. Kokusu buram buram burnuma dolarken kalçalarının parkenin üzerinde olduğunu fark ettim. Ev yerden ısıtmalı olsa da bundan rahatsız oldum. Yanımda duran yastığı alıp Hazan'ın kolunu tuttum. Omzunun üstünden bana döndü.

"Kalk yerden. Buna otur," dedim.

"Gerek yok, iyi böyle. "

Gözlerinin içine bakıp, "Hazan," dedim sadece. Dudaklarını büzüp dokunmak için yanıp tutuştuğum kalçalarını yerden kaldırdı. Yastığı altına koyup,"otur," dedim. Yastığa oturup önüne dönerken geriye doğru savrulan saçları dizime düştü. İçim buna bile eriyip giderken omzunun üzerinden gördüğüm göğüsleri nefesimi kesiyordu.

"Kızım kendin mi açtın bu baklavayı?"

Hazan babaanneme bakıp,"evet," dedi.

"Pek güzel olmuş. Çıtır çıtır. Maşallah."

"Afiyet olsun."

"Kimin gelini anne," diyen annem Hazan'ın saçlarını severken dizime düşen birkaç teli çekmişti. O an buna sinirlendiğimi fark edip, saçmalama lan, dedim kendi kendime. Bir adam, bir kadına nasıl bu kadar meftun olabilirdi? Karıma duyduğum sevgi aklıma zarardı.

"Külünçe de pek güzel."

"Bizim oralarda bunu bayramlarda yaparlar. "

"Ya?"

"Normal günde de yenir ki bu."

"İyi ki söyledin kız. Biz külünçe yemek için bayramları bekliyorduk."

"Rica ederim babaanne."

"Bırak gevezeliği de bak bakayım şuna, beğenecek misin?"

Babaannem elindeki telefondan az önce anneme gösterdiği örgü kazak, patik, battaniye gibi şeyleri Bahar'a gösterirken Zehra ve Hazan'ın gözleri de merakla telefonun ekranına yönelmişti. Bahar önüne dönerken,"ayh babaanne ben de bir şey var sandım," dedi. "Gerek yok böyle şeylere. Mağazadan bir iki bir şey alır giydiririz. Kız olursa Elif'in eski kıyafetleriyle idâre eder."

"Kızım olur mu öyle şey? Halimiz vaktimiz yerinde olmasa neyse ama her şeyimiz var çok şükür. Elif'in eskileri ne demek?"

"Elif'in eskileri demek, eskileri demek babaanne. Öyle yırtık pırtık şeyler değil. Ayrıca bana kalsa..." diyerek saçmalamaya devam ederken Hazan araya girip,"sarı olan güzel gibi," dedi. Bir kolunu Bahar'ın sırtına sarmıştı. Bahar Hazan'a döndü. Bir iki saniye göz göze kaldılar. Sonra Bahar sırtını Hazan'a dayayıp çayını içerken Zehra,"ben mavisini beğendim," dedi. "İnşallah erkek olur."

"Sağlıklı olsun da kız erkek fark etmez."

"Öyle tabii."

"Fırat."

Gözlerimi Hazan'dan alıp Ömer ağaya döndüm.

"Senin işler nasıl gidiyor?"

Bizim işlerin nasıl gittiği mevziye varmadan belli olmazdı.

"İyi," dedim öylesine.

"Yakında bir operasyon var mı?"

Başımı belli belirsiz sallayıp, " var," dedim.

"Kaç güne?"

"Yarından sonra. "

"O kadar yakın mı?"

"Öyle."

"Nereye gidiyorsun?"

"Söyleyemem. Görev gizliliği."

Başını salladı. Canı sıkılmış gibiydi. Kısa bir sessizlik oldu. Ardından Sado,"bugün Celil'i gördüm, " dedi bana bakarak.

"Celil?" dedim. Kimden bahsettiğini çıkaramamıştım.

"Restorandaki masaları aldığımız toptancı yok mu?"

"Eee?"

"Hanımı hamileydi ya bu sabah acile gitmişler."

Bir şey söylemem için gözlerimin içine bakarken önüme döndüm. Hazan sabah benden büyük bir heyecanla istediği yer fıstığının kabuğunu kırıp açmaya çalışıyordu. Kırılan kabuk eline batıp canını yakarken başparmağını dudaklarına götürdü. Canının yanması, canımı sıkarken koltukta biraz daha öne gelip elindeki fıstığı alıp kabuktan çıkarıp temizleyerek önündeki boş tabağa koydum. Karım bana bakarken bir fıstık daha alıp açtım.

"Fırat. "

"Ne söyleyeceksen direkt söyle Sado. Lafı evirip çevirme," dedim gözlerine bakıp.

"Tamam. Acilin ortasında Mahsun'un parmağını kırmışsın. "

Fıstıkları açıp tabağa koymaya devam ederken, "yani?" dedim.

Sado yaslandığı koltukta kucağındaki Yiğit'le birlikte öne doğru gelip sinirli ve sabırsız bir sesle,"ne yanisi lan?" dedi. "Ya herif şikâyetçi olsaydı senden?"

" Olsaydı."

"Fırat!"

"Ne var Sado?"

"Oğlum sakin ol."

Sado Ömer ağaya dönüp, "ne sakin olacağım dede?" dedi. "Senin bu torunun varya deli eder adamı."

"Vardır bir bildiği. "

"Tahtası eksik, tahtası. Gözü dönünce önünde dur durabilirsen."

" Bunun eksik olan tahtalarımla bir alakası yok Sado. Herif geçmiş karşıma karımı tehdit ediyor. Dursa mıydım öylece? Suçlu olan, bir şey yaparken önünü arkasını düşünmesi gereken ben miyim yoksa o it mi? Yiyorsa gidip şikayetçi olsaydı. "

Daha fazla devam etmedim. Yoksa küfür edecektim. Hazan da bu konuşmadan rahatsız olup koltuğa yaslanırken kendini geri çekmişti.

"Duydum, " dedi Sado. Ona dönmeden tabağı fıstıkla doldurmayı sürdürdüm. "Hazan adamı tutuklamakla tehdit edince o da karşı atağa geçmiş..."

"Ben onu tehdit falan etmedim," diyerek Sado'nun sözünü kesen Hazan yaslandığı koltuktan ayrılıp öne çıktı. "Olacakları söyledim. Ben bir savcıyım. Önden sözlü bir ihtarname verdiğim söylenebilir sadece."

"Ne yani? Dedeni mi tutuklayacaksın?"

"O benim dedem falan değil Bahar. Öyle olsa bile bunun benim için bir önemi yok. O bir suçlu."

Sinirlenmişti. Yandan gördüğüm gözlerinin dolduğunu fark edince araya girip,"şşş," dedim uyarıcı bir sesle.

Bahar bana bakıp önüne dönünce Hazan başını eğdi.

"Tamam," dedi Sado. "Velevki öyle. Ya bir şey yapmaya kalkarsa abicim sana? Fırat operasyona gidiyor. Hadi gündüz ben varım. Peki gece n'olacak? Bu koca evde tek başına ne yapacaksın? Sorun bir tek o itte değil. Kendi ağzınla söyledin, kaçırıldım, diye. O şerefsizler yine denerlerse? Kocan bir şey varmış gibi evi bizden kilometrelerce uzağa yaptırdı. Yakınımızda olsan gece de bakardık bir çaresine."

"Ben tek başıma idare edebilirim. "

"Kaç gün? Hadi bir iki. Bu bozkurt bir kere dağa çıkınca nereden baksan en az iki üç ay gelmez. Olmaz, yapamazsın burada tek başına. "

Sado'nun Hazan'ı böyle sahiplenmesi hoşuma gidiyordu. Hazan'ı giderken ona emanet edebileceğimi zaten biliyordum ama bu tavrı iyice emin olmamı sağlamıştı.

"Yarın size yakın bir yerden ev tutacağım, " dedim. Aslında bu seçenek bir süredir aklımdaydı lakin kesin kararı şimdi vermiştim.

"Bizde de kalabilir. "

Zehra'nın teklifi olur gibi değildi. Hazan çoğu zaman benden bile çekiniyordu. Bir bardak su isterken dahi tereddüt ediyordu. Bana bile tam anlamıyla henüz yeni yeni alışıyorken orada rahat edemezdi. Ama yine de bu konuyu Hazan'la konuşacaktım.

"Bizde de kalabilir, " dedi Bahar.

Annem araya girip, "sizde kalırsa benim yanımda da kalır, " dedi.

O olmazdı. Mahsun iti o apartmandayken Hazan'ı oranın önünden bile geçirmezdim.

Hazan'ın gözleri ürkek bir güvercin yavrusu gibi yüzümde gezinirken, "bakarız," dedim. Küçücük karımı emanet edecek bir yer illaki bulurdum. Ama ben o yanımda yokken evsiz kalacaktım. Bu evli ve karısına köpek gibi aşık bir adam olarak çıkacağım ilk operasyondu. Bunda kafayı yiyip kendimi dağa taşa vurmazsam diğerlerini de bir şekilde hallederdim.

********

Şöminenin üzerindeki duvarda asılı duran saat 22.03'ü gösterirken Hazan, Ömer ağanın isteği üzerine, yaptığı kahvelerle mutfaktan çıkıp salona girdi. Bahar'la Zehra Hazan'a yol verirken karım önümden geçip Ömer ağadan başlayıp herkese kahvesini verdikten sonra ait olduğu yere, dizimin dibine oturdu. Tepsideki iki fincandan birini bana uzattığında aldım. Ama asıl istediğim kahve falan değil oydu. Özlemden içim sızlıyor, beline saramadığım kollarım karıncalanıyordu. Yoksunluk çekiyordum. Gözüm Hazan'dan başka bir şey görmüyor, görmek de istemiyordu. Kahveyi alırken eline değen parmak uçlarım hasretinden acıyordu. Bunu bana yapmaya, bu kadar güzel olmaya hakkı var mıydı lan? Bu saçmalık biraz daha sürerse harbi kafayı sıyıracaktım.

"Ellerine sağlık gelinim."

Hazan, Ömer ağaya dönüp, "afiyet olsun," derken kulağındaki halkalı küpenin saçlarının arasında sallanıp boynuna değişine tutuldum. Dudaklarındaki tatlı gülüşünde ölüp dudağının kenarında oluşan çukura gömüldüm. Gülüşüyle kısılan gözleri içimi darma duman ederken uzun kıvrımlı kirpiklerine tutundum. Bu kadar güzel olması canımı yakıyordu. Ona asla doyamayacak, bir ömür içimdeki sevginin sonsuz cehenneminde yanıp, Hazan'ın tenindeki cennette yaralarımı saracak fakat asla tamamiyle iyileşemeyecektim.

"Kahve de pek güzel olmuş. Köpüklü köpüklü."

Elimdeki kahveden bir yudum alıp içtim. Kahve seven biri olmamama rağmen, sırf Hazan yaptı diye belki, bu kahveyi beğenmiştim. Bahar'ın bir süredir yüzümde gezinen gözleri Hazan'ı buldu.

" Hazan kahveleri mi karıştırdın?"

"Hayır."

"O zaman benim içine tuz koyduğum fincan noldu?"

"Döktüm."

"Neden ya? "

"Saçmaydı çünkü. Yersizdi de."

"Bu bizim örf ve adetimiz. Saçma diyemezsin. Her koca tuzlu kahve içmelidir."

Hazan bir iki saniye sessiz kalıp, "Bahar," dedi.

"Of tamam."

Bu konulara pek hakim değildim. Ama sanırım tuzlu kahveyi istemede içmem gerekiyordu. İsteme olayı gerçekleşmediği, daha doğrusu, gerçekleşemediği için Hazan bana tuzlu kahve içirememişti. Keşke Bahar'ı dinleseydi. İçerdim. Karımın, bu güzel kadının elinden zehir olsa içerdim anasını satayım.

Hazan tepsideki kahvesini alıp koltuğa yaslandı. Kolu bacağıma değerken bu ufacık teması bile aklımı bulandırıyordu. Annem Hazan'ın saçlarını iki eliyle geriye çekip boynunu açtı. Uzun, yumuşacık, ışıl ışıl saçlarını elleriyle severken boynunu öpmemek için hatrı sayılır bir çaba sarf ediyordum. Bembeyaz teni başımı döndürüyordu.

"Heja."

"Ağam?"

"Şu hediyeleri getir bakalım."

"Tamam ağam, " diyen babaannem yanındaki büyük çantayı açıp içinden kırmızı büyük bir kutu çıkardı. Sado, Zehra, annem ve Bahar da hareketlenirken annem Bahar'dan çantasını istedi. Noluyordu lan?

Ömer ağa babaannemle eş zamanlı ayağa kalkarken, "kalk bakalım gelin hanım, " dedi. Hazan şaşkın bir ifadeyle elindeki kahveyi sehpaya bırakıp dizime tutunarak ayağa kalktı. Babaannem elindeki kutuyu Ömer ağaya uzattı. Ömer ağa kutuyu alıp,"dün akşam Mahsun bizim restorantın açılışını bastı, " dedi. Kurduğu cümle sinirlerimi zıplatırken oturduğum yerden, önümde duran karıma çarpmamaya dikkat ederek, doğruldum. Ulan ben ağzımı açıp tek kelime etmiyordum da Ömer ağaya n'oluyordu?

"Ömer ağa!"

"Dur oğlum, " diyip Hazan'a döndü. "Benim Korkmaz aşiretine verecek torunum yoktur, dedi. Ama asıl bu saatten sonra benim ona verecek kızım yoktur. "

Elindeki kutuyu açıp içinden uzunluğuna bakılırsa 16 sıralı Urfa akıtmasını çıkardı. Hazan'ın gözleri dolu dolu olmuştu. Çenesi titrerken alt dudağını ısırıyordu. Kaşlarının ortası çatılmış, gerilen şakaklarında ince derisinin altından yeşile çalan mavi damarlar ortaya çıkmıştı.

Elindeki kutuyu Sado'ya veren Ömer ağa, "bizim Urfa'daki kuyumcu olsa bunun yirmili, yirmibeşlisini yaptırırdım gelinime ama burada en fazla onaltılısını bulabildik," diyerek akıtmayı Hazan'ın boynundan geçirdi. Akıtma göbeğinin aşağısına kadar uzanırken altın sarısı, beyaz tenine çok yakışmıştı.

Babaannem ikinci bir kutu daha uzattı. Ömer ağa kutuyu açıp otuza yakın bileziği teker teker Hazan'ın kollarına geçirmeye başladığında karımın gözleri gözlerimi buldu. Bu duruma karşı çıkmak istediğini anladım. Benim ne tepki vereceğimi anlamak ister gibi bakıyordu. Aramızda bir iki santimlik mesafe vardı. Bu andan yararlanarak kolumu Hazan'ın beline sardım. Vücudum daha fazlasını isterken kalbim deli gibi atıyordu. Karımı kendime bastırıp,"Ömer ağa buna gerek yok, " dedim.

Bilezikleri takmaya devam ederken, "sen benim torunumsun, " dedi. "Bu kız da benim gelinim. Yine kabul etmek istemezsen etme oğul ama bunlar gelinimin."

Hazan, "ama bunlar çok fazla, " dedi.

"Düğününüzde çok daha fazlası da olacak. Şimdiden alış kızım. "

Benim karımın bunlara ihtiyacı yoktu. Korkmaz aşiretinden bağımsız olarak karıma da, anneme ve kardeşime de bir ömür bakacak servete sahiptim. Ancak her şey bir yana Hazan'ın bir Urfa gelini olmayı baştan sona yaşamasını istiyordum. Düğünü Urfa'da yapmayı en başından beri düşünüyordum ve böyle bir düşünceye sahipken şimdi bu takılara karşı çıkmak tutarsız bir davranıştı.

Hazan yine gözlerime baktı. Gözlerim dudaklarına kayarken yutkundum. Olup biten hiçbir şey sikimde değildi. Karımı istiyordum. Dudaklarına karşı yüreğimi kurutan bir susuzluk çekiyordum. Biraz daha onu öpmezsem önce kafayı yiyip sonra da ölecektim.

Takılar için benden izin isteyen gözlerine gözlerimi kapatıp açarak onay verdim. Önüne döndü. Ömer ağa otuz bileziği onbeşe bölüp bir kısmını sağ, bir kısmını da sol koluna takmıştı. Babaannem üçüncü bir kutu uzattı. İçinden çıkan altın bir zincire takılı, tam altından oluşan beşi bir yerde karımın boynunda yer alırken annem saçlarını takıların içinden çıkardı. Koluma değen saçlarının ucundan bile tahrik olacak raddeye geldiğimi o an anladım.

Sonrasında babaannem, annem, Bahar, Zehra ve Sado aldıkları takıları Hazan'ın üzerinde yer kalamadığı için kutusuyla birlikte verdi. Hazan; Ömer ağa, babaannem ve annemin elini öpüp herkese sarıldı. Bu süre içerisinde ondan ayrılmak zorunda kalırken kontrolü kaybetmek üzereydim. O benim karımdı ama bir tek ben öpüp sarılamıyordum anasını satayım.

Takı merasimi bitip herkes yerine yerleşirken Bahar henüz oturmamış olan Hazan'a, "böyle rahat edemezsin," dedi. "İstersen üzerindekileri odaya bırak. Abim de sana yardım etsin. "

Yerimden kalkıp Bahar'ı alnından öpmemek için sakinliğimi korudum.
Hazan bana bakıp, "olur," dediğinde oturduğum yerden kalktım. Orta sehpanın üzerindeki takı kutularını alıp karımın peşinden salondan çıkıp merdivenlere yöneldim. Yeni yetme ergenler gibi heyecandan midem kasılıyordu amınakoyayım. Sanki Hazan'la ilk kez bir odada baş başa kalacaktım. Merdivenler bitmek bilmezken nihayet odamıza girdik. Işığı açıp sakince kapıyı kapattım.

Son sabrımı da bunun için harcayıp Hazan'a döndüğümde belime sarılan kollarıyla afalladım. Beklemiyordum. Aklımdaki senaryo ilk önce benim Hazan'a sarılan taraf olmam ve onun buna itiraz etmesi üzerineydi. Yine de bir saniye dahi olsun vakit kaybetmeden kolumu beline sardım. Üzerine doğru yürüyüp geriye doğru adımlamasını sağladım. Aynalı masanın önüne geldiğimizde elimdeki kutuları üzerine bırakıp karımı kucağıma aldım. Belimden ayrılan kolları boynuma dolanırken yanağımı öptü.

Yatağa oturup Hazan'ı tek dizime yerleştirirken içimdeki hayvanî yanı dizginlemeye çalışıyordum. Çünkü odaya girince Ömer ağalar gelmeden hemen önce yatağın ayak ucunda konuştuğumuz mesele aklıma gelmişti. Fazla ileriye gitmek de, Hazan'a ona duyduğum özlemi sadece cinsel yönüyle göstermek de istemiyordum.

Kollarımda küçücük kalan bedenini sımsıkı sarıp saçlarını öptüm. Sırtını sevip belini okşarken onu daha fazla hissedebilmek için gözlerimi kapattım. Yüzünü boynuma gömmüş, kokumu soluyordu.

"Fırat. "

Saçlarında derin bir nefes alıp, "yavrum," dedim.

Başını boynumdan biraz geri çekip yanağımı öptü. Elleri yüzümü bulup dudakları; tenime sürtüne sürtüne, değdiği her yeri küçük küçük öpücüklerle ateşe verirken dudağımın kenarında durdu.

"Çok özledim seni. "

Öpücükleri, konuşurken tenime değen sıcak ve ıslak dudaklarının yumuşaklığıyla kendimden geçerken, "kafayı yedim lan," dedim. İçim cayır cayır yanıyordu.

"Hiç öyle görünmüyordun ama. "

Dudaklarımı burnunun kenarına bastırdım.

"Hı?"

"Hıhı. Hiç umrunda değildim sanki. "

Kapalı olan gözlerimi araladım.

"Saçmalama. Var mı öyle bir şeyin ihtimali?"

Başını geriye atıp burnu burnuma değerken gözlerime baktı.

"Yok mu?"

Gözlerim dudaklarına düşerken, "var mı?" dedim. Burnuyla dudağının arasını öptüğümde," bilmem," dedi.

"Hazan."

Uyarıcı sesim hissedilir derecede sertti. Saatlerdir ona dokunup öpemiyorum diye deli olmuştum. Sürekli gözüm üstündeydi. Emindim ki salondakiler de ne halde olduğumun farkındaydı, ama Hazan bir türlü görmüyordu beni. Asıl onca zaman ben onun umrunda değilmişim gibiydi. Yine de ben sesimi çıkarmıyorken onun benim damarıma böyle basmaya hakkı yoktu. Bu akşam onun eseriydi.

Çenemi öpüp, "tamam, kızma," dedi tatlı sesiyle.

"Kızdırma. "

"Tamam."

Dudaklarım dudağının kenarındayken kendini geri çekti. Ancak beline öyle sıkı sarılıyordum ki yüzünü yüzümden sadece bir iki santim uzaklaştırabilmişti. Gözleri gözlerimi bulurken dudaklarına kitlenmiştim. Öpmek istiyordum. Kafamda bunun onu rahatsız edip etmeyeceğinin hesabını döndürürken fazla düşündüğümü düşündüm. Karımdı lan benim. Ona nasıl yaklaşıyor olursam olayım işin özünde onu ne kadar çok sevdiğimi biliyordu. Hazan benim için sevişmek adına bir araç değildi. Aksine sevişnek karıma duyduğum sevgi ve ihtiyaç için bir araçtı.

"Fırat öpeceksen öp. Aşağıda..." Sözünü dudaklarına yapışarak böldüm. Karımı iyice kendime çekip bastırırken üst dudağını yavaş yavaş öptüm. Omuzlarımdaki elleri boynumu bulup okşarken alt dudağım küçük ve dolgun dudaklarının arasındaydı. Sakin bir ritimde uyumlu bir şekilde öpüşürken daha fazlasını ve sertini isteyen yanımı kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Hazan söz konusu olduğunda sınırım yoktu. Kendimi kaybedersem yine soluğu bacaklarının arasında alacağımı, kadınlığını koklayıp öperken o ıslak yumuşaklıkta kafayı yiyeceğimi, alt katta kim var, kim yok umursamayacağımı biliyordum. Neyse ki Hazan da beni, varlığının üzerimdeki müthiş ve akıl alıcı etkisi dışında, daha fazla zorlamıyordu.

Saniyeler sonra Hazan dudaklarımızı ayırdı. İtiraz etmek istesem de yapmadım. Alnımı alnına dayayıp gözlerimi açtım. Kızarıp şişen dudaklarını izlerken içimde bir yerlerde şu son üç dört günün öfkesi vardı. Beni kendinden bu kadar ayrı düşürüp, canımı ağzıma getirip sikip sikip atacağına daha yakın olabilirdik. Belki daha önce ve daha fazla sevişirdik. Bilmiyordum lan işte. Öyle olmuş olsaydı bile bugün yine aynı yerde, tam burada Hazan'dan ayrı, yüzünü görmek bir yana dursun, istediğim an sesini bile duyamayacağım bir yerde aylarca kalacak olmanın verdiği ızdırapla içten içe savaşıyor olacağımı biliyordum. Bu durum terazinin bir kefesine vatanımı, diğer kefesine de Hazan'ı koyduğum zaman karımın daha ağır bastığı gerçeğini yüzüme bir tokat gibi çarpıyordu. Ve bu gururuma dokunuyordu. Yer yer ağrıma gidiyor, canımı sıkıyordu.

Hayatım boyunca kendimi tanımladığım, bir kamuflaj gibi üzerime örtüp altına saklandığım tek şey asker oluşumdu. Asker olmadan önce kendisiyle arası pek iyi olan bir adam değildim. İçimde her şeye, herkese karşı büyük bir öfke vardı. Ya bu öfkeyle kendimi yakacaktım ya da bu öfkeyi iyi bir şeye yöneltecektim. Ben de asker olmayı seçtim. Zamanla sadece operasyona çıkıp terörist öldürüp salındığı yere geri dönen bir robota dönüşmüştüm. Bunu kendim istemiştim. Hisler ve duygularla aram iyi değildi. Bir kalbim elbette vardı ama bir ruhum yoktu. Kafamın içinde; üzerine birçok şeyin kiri pası, pisliği dökülmüş, bir ruhtan çok simsiyah, içi öfke dolu bir bulut taşıyordum. Hazan'a da, her gün her saniye o bulutun üzerime yağdırdığı öfkenin kıvılcımlarıyla yavaş yavaş yok olmaya başladığım, asker olmanın da ötesinde, operasyondan döndüğümde geriye kalan öfkenin beni git gide saldırgan, uyumsuz ve çekilmez bir herife dönüştürdüğü bir zamanda, ansızın hiç hesapta yokken tutulmuştum. Gece olup, bütün her şey inine çekildiğinde bir odanın içinde kendimle baş başa kalmanın, öfkemin ateşinin yakıp kül ettiklerinden kalan boşluğun içinde kaybolmanın, kendimle uzlaşmak üzere oturduğum her masayı yine, kurduğum gibi, kendi ellerimle yıkmanın verdiği hezeyanla kafayı yediğim, gururumdan kimseye tek kelime edemeyip içkiye sigaraya vurduğum, uykunun doğru düzgün uğramadığı gözlerimde delilik alametlerini gördüğüm ve bazen kendi zihnimde yükselen seslerden korktuğum nice harpler yaşanmıştı. Bir kez olsun kafamın içindeki bu kıyamete bir kadının iyi gelebileceği ihtimalini düşünmemiştim. İşin doğrusu bana Hazan dışında başka bir kadın da iyi gelemezdi. Sesini duyduğum o gün ruhumun üzerine yığılan onca şeyin altından, bunca yıl bir kere bile denemediği bir şeyi yapıp, doğrulmaya çalıştığını hissetmiştim. Mütemadiyen içimde bir yerlerde iyi olabilecek bir şey gördüğü an başına basıp ezip geçen öfke canavarına ruhum o gün ilk defa karşı koymayı, baş kaldırmayı denemişti. Bir şeyler durulmuş, sonu yok sandığım tünelin sonundaki ışığı görmüştüm.

O koca altı yıl beklediğim, aşmaya çalıştığım, önümde duran bir ton şey vardı ama ben en çok sakinleşmeyi beklemiştim. Sado, Bahar, Haydar, albay, bazen timdekiler, bir psikoloğa mı görünsen, derken ben ilaç yerine yavaş yavaş Hazan'ı ruhuma sindirmiştim. Eski Fırat olsaydım Hazan bugün yanımda bir dakika bile durmazdı. Hazan'a daha önce ulaşmadığım, onu yanıma almadığım için çok pişmandım ama o zamanlar yanımda olsa bizim bugünümüz olmaz, pişman olunacak tonla da olay yaşanmış olurdu.

Hazan benim kendimden kaçıp sığındığım yerdi. Bir yerlerde nefes alıyor diye dünyaya olan nefretim azalmıştı. Öfkem yine ruhumu ezmeye kalktığında resmine baktığım an sakinleştiğim binlerce an vardı. Ona bir gün asla sahip olamayacağımı düşünerek deliye döndüğüm, ardından İstanbul'a gidip onu elinde bir kitapla bankta gördüğüm, yanından önünden bir herif geçtiğinde başını bile kaldırmadığını fark ettiğim, kendi dünyasında yaşadığına şahit olduğum, arkadaşlarıyla, o Berrak denilen kızla, apartmandaki Fatma hanımla dışarıya çıkıp bir yerde oturduğunda hemen bir masa arkasında oturup sesini dinlediğim, konuşmalarına bile isteye kulak misafiri olduğum kız bana ait olmasında hiçbir engel olamayacak, buna izin veremeyeceğim kadar benimdi. Hırs, takıntı, kararlılık adını ne koyarsan koy eğer bugün hayattaysam, bu kadar sakin ve durgunsam, o kıyametin sonundaki cehennemi görmediysem bu Hazan sayesindeydi. O bir yerlerde var olduğu ve bir gün benim olmak dışında hiçbir geleceği olmadığı içindi.

Kısaca bana bir şeyleri dengede tutmayı öğreten, operasyona gitmeyi öfkemi salıp tüketecek bir yer olarak görmek yerine vatan sevgimi ve bu ülkeye olan borcumu ödeme düşüncesini ön plana çıkartan Hazan'dı. O terazinin diğer kefesinde olmayı da ağır basmayı da hak ediyordu.

"Fırat. "

Minik elleri yüzümü severken kendime geldim.

"Yavrum. "

"İyi misin?"

Alnımı alnından ayırıp boynuna gömüldüm. Kokusunu soluyup tenini öperken gözlerimi kapattım. Başıma bir ağrı saplanmıştı.

"İyiyim. "

"Emin misin? Daldın."

" Eminim. Sen yanımdayken başka türlüsü mümkün mü?"

Saçlarımı sevip ensemi öptü.

"Konuşmak istersen dinlerim."

Daha sıkı sarılıp boynuna iyice gömülüp yüzümü tenine bastırırken derin bir nefes aldım.

"Konuşuruz, " dedim. "Olmadı sevişiriz. Yaparız bir şekil. "

"Bu, seninle konuşmak istemiyorum, demenin daha yumuşak bir yolu mu?"

Sesindeki kırgınlık ve kızgınlık gözlerimi açmama neden oldu. Hiç aklımda olmayan bir şey yüzünden yine bir tartışmanın ortasına doğru çekiliyorduk.

"Hazan..."

"Söyleme bir şey. Duymak istemiyorum."

Benden ayrılmaya çalışırken elleri omuzlarımı itmeye başladı. Sıkıntıyla içimi çekip kollarımdan çıkmasına izin vermedim.

"Hazan saçmalama. Aklımın ucundan bile geçmeyen bir şey için bana böyle davranamazsın. "

"Aklının ucundan geçmiyor olabilir, ama bu bana hiçbir şey anlatmadığın gerçeğini değiştirmiyor. "

Geri çekilip gözlerine baktım. Kaşları çatıktı. Kızgındı ve bu yüzden asileşiyordu. Haklı olduğunu biliyordum. Ancak bir günümüz sessiz sakin geçmiyordu ki geçmişi konuşmaya fırsatımız olsun. Diğer yandan yapamazdım da. Bu hep böyle sürüp gitmeyecekti ama kendimi şimdilik buna hazır hissetmiyordum. Geçmişimi, geleceğim olacak kadına anlatmak VASÖ'ye anlatmak kadar kolay olmayacaktı.

"Yavrum zamanı var."

"Hayır, yok. Sadece anlatmak istemiyorsun. Beni bakıp, büyütüp sevmen gereken bir çocuk olarak görüyorsun. Benimle oturup konuşmazsın çünkü ben anlamam. Gözünde geçmişini anlatıp, dertleşebileceğin kadar ciddi biri değilim. Sürekli ağlıyorum, daha kendi işime, hayatıma bile sahip çıkamıyorum. Sürekli burnunun dikine gidip doğruyu yanlışı ayıramayan biriyim. Bencilim. Sadece güzelim işte. Başka elle tutulur hiçbir yanım yok. Sabah, öğlen, akşam öp dur. Konuşama ama seviş. Çünkü ben sığ biriyim. "

"Bitti mi?"

"Bitti!"

Kollarımdan kurtulmayı bir kez daha denedi. Sertçe kendime çektim.

"Şşş! "

"Bırak!"

"Bırakacağım. Ama şunu bil; bu söylediklerinin hiçbiri benim düşüncelerim değil. Kendi düşüncelerini benim düşüncelerimmiş gibi dillendirip bana böyle öfke kusamazsın. "

"Bana bencil olduğumu sen söyledin. Sürekli burnumun dikine gittiğim için başımın beladan kurtulmadığını, her şeyin en doğrusunu ben biliyormuşum gibi davrandığımı söyledin. Gayette nettin. "

"Sana burnunun dikine gittiğin için doğruyu yanlışı ayıramıyorsun demedim. Doğrunun da yanlışında ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Ama burnunun dikine gitmek daha çok işine geliyor. Bencilsin, dediğim için senden özür diledim. Açıklama da yaptım. Diğer söylediklerine yorabileceğin tek bir kelime etmedim sana. Derdin ne Hazan?"

"Bir derdim yok. Onca şeyi söyleyip sonra da barıştığımızda, ya da ben her şeyimi sana anlatıp, her şeyimle senin olduktan sonra beni yine kendine aynı uzaklıkta tutman beni böyle düşünmeye itiyor. O gece söylediklerini ciddi ciddi düşünüp söylemiş olsan bile ben affettim seni. Ama sen beni affetmiyorsun."

Ufacık bir şeyi büyütüp ağzıma sıçmanın bir yolunu yine bulmuştu. Sorun değildi. O gece çok ağır konuşmuştum ve bunun acısının bir yerden çıkacağını biliyordum. Çıkmalıydı da. Ama bana ait olmayan, kendi kafasında, kendi hisleri ve düşünceleriyle kurduğu hikayeye inanıp gözlerime böyle bakması canımı yakıyordu. Ona söylediğim o sözlerin kalbini ne kadar kırdığını, affettim dese bile asıl affedemeyenin o olduğunu gösteriyordu. En kötüsü de onu sadece güzel olduğu için yanımda tuttuğumu düşünüyor oluşuydu. Sırf sevişmek için kullanıyordum onu ve Hazan'ı sevmem için ortada başka elle tutulur hiçbir sebep yoktu. Bana diyordu ama asıl bu sözleri onun beni ne kadar sığ bir adam olarak gördüğünü gösterirdi.

Gözlerine öylece bakarken artık bir şeyleri aşmış olmamız gerektiğini düşünüyordum. Diğer yandan ise içinde bulunduğumuz bu durum için tamamen Hazan'a kızamıyordum. Öfkemle kendi kendime savaşmayı denemek, burnunun sürtmesini, önünü arkasını düşünmeden yaptığı şeylerin bizi ne hale getirdiğini ya da getirebileceğini ona göstermeyi denemek yerine konuşmayı, öpüşüp koklaşmayı seçseydim şimdi bu hâlde olmazdık. Ben de hatalıydım.

Başını tutup göğsüme çektim. Saçlarını öpüp," şimdi yeri değil yavrum. Yarın konuşalım," dedim.

Kendini geri çekip, "yarın olmaz, o zaman sevişiriz," dedi imalı bir sesle.

Ne söylersem söyleyeyim tartışacaktık belli ki. Kollarımı belinden çözdüm.

"Tamam, ne yapmak istiyorsan onu yap."

Bu sözlerim onu daha fazla sinirlendirdi. Gözleri dolarken kucağımdan kalktı. Yatağın ayak ucuna gidip bana arkası dönük bir şekilde oturdu. Ancak gardıropun aynasından onu görebiliyordum. Önce boynundaki altınları, ardından da kolundaki bilezikleri teker teker, yavaş ve sakin bir şekilde çıkarıp yatağın üzerine koydu. Oturduğu yerden kalkıp masanın üzerindeki boş olan iki kutuyu alıp kalktığı yere geri oturdu. Bilezikleri ve diğerlerini özenle kutularına yerleştirip masanın üzerine bıraktıktan sonra kapıyı açıp odadan çıktı.

"Offffff."

Dirseklerimi dizlerime dayayıp öne doğru eğildim. Yüzümü sertçe sıvazlayıp bir müddet öylece durdum. Nerede hata yapıyordum lan? Neyi yanlış yapıyordum? Rahat bıraksam olmuyordu, üzerine gitsem kavga ediyorduk. Hazan'la konuşmak mayınlı arazide yürümek gibiydi. En ummadığım anda, hiç beklemediğim bir yerden patlıyordum.

Yataktan kalkıp odadan çıktım. Merdivenleri inerken Bahar'larla Sado'ların kapıya doğru ilerlediğini gördüm. Merdivenleri bitirip yanlarına gittim. Hazan Zehra'dan ayrılıp anneme sonra da Bahar'a sarıldı. Sado'yla tokalaştım. Annemin elini öpüp Harun'la el sıkıştım. Kapıdan çıkıp gittiklerinde Hazan'ın beni görmezden gelmesi eşliğinde salona geçtik.

Koltuğa oturup boşalan kahve fincanlarını toplayan karımı izledim. Tepsiyi mutfağa bırakıp geri döndüğünde Ömer ağa, "gelinim sen bize yerimizi göster de biz yatalım artık, " dedi. "Sabah uçağımız var."

"Tamam, buyrun," diyerek gülümserken, ayağa kalkan babannemle Ömer ağaya eliyle merdivenleri gösterdi. Üst kata çıktılar.

*********

Hazan banyodan çıkıp odaya girmişti. Sarı şortu ve göbeğini açıkta bırakan atleti ve kısacık boyuyla civciv gibiydi. Aynanın karşısına geçip ellerini kremledi. Işığı kapatıp yatağa doğru geldiğinde baş ucumuzdaki lambayı yaktım. Yatağa çıkıp bana arkasını dönerek yanıma uzandı. Yorganı beline kadar çekip yastığını düzelttikten sonra hareketsizce durdu.

Sırtım yatak başlığına dayalıyken onu izliyordum. Kokusu, saçları, yandan gördüğüm minik burnu, dudaklarının bir kısmı, hafif etli yanağı, kirpikleri, boynu, göğüsleri, omzu, kolları, beli, yorganın altındaki kalçaları ve bacakları her şeyiyle çok güzeldi. Tamamiyle bana ait olan bu güzelliğe, ortada elle tutulur hiçbir sebep yokken, dokunamıyor olmak beni öfkelendiriyordu. Ömer ağalar yatmaya gittikten sonra salonu toplayıp bulaşık makinasına sığmayan bulaşıkları yıkarken bir an olsun yanından ayrılmamıştım. Beline sarılmış, boynunu öpmüş, konuşmaya çalışmıştım. Fakat olumlu ya da olumsuz hiçbir tepki vermemiş, tek kelime etmemişti. Beline sarıldığımda bile elindeki tabağı yıkamaya devam edip beni görmezden gelmişti.

Şimdi de aynı şeyi yapmaya devam ediyordu. Ama ben bu duruma daha fazla dayanamayacaktım. Özlüyordum lan. Kollarımdaki varlığını, sıcaklığını it gibi özlüyordum. Sırtımı yatak başlığından ayırıp karıma doğru yaklaştım. Biraz aşağı kayıp bir kolumu başının üstünden geçirirken üzerine eğilip saçlarını kokladım. Diğer kolumu yorganın altına sokup beline sardım. Hiçbir tepki vermedi. Kendime çekip sırtını göğsüme yapıştırdım. Yanağını öpüp yüzümü boynuna gömdüm. Teninde derin bir nefes aldım.

"Sakinleştin mi biraz?"

Cevap vermedi. Öylece kımıldamadan durdu. Yüzümü tenine sürtüp, "Hazan yapma," dedim. En olmadı yalvarırdım artık. Sessizliği işkence gibiydi ve ben buna katlanamıyordum.. "Ne dedim yavrun ben sana? Niye böyle yapıyorsun?"

Yutkundu. Yine birkaç saniye sessiz kalıp, "sorun da o zaten," dedi. "Hiçbir şey demiyorsun. Beni kendine yakın görmüyorsun. "

O kadar zamandır sustuktan sonra konuşması, sesini duymak içimi rahatlatıp gerginliğimi alırken, "inanıyor musun gerçekten bu söylediklerine?" dedim.

"Yalan mı?"

Tuttuğum belinden kendime çevirdim. Altımda sırt üstü uzanırken gözlerine baktım.

" Yalan. Söz konusu ben olunca ağzından bir tane doğru bir şey çıkmıyor ki senin. "

Dolan gözlerini gözlerimden kaçırıp hiçbir şey söylemedi.

"Ne kadar zor olduğunun farkında değilsin. Sırf güzelsin diye niye seninle uğraşayım lan? En ufak bir şeyden kavga çıkartıp ağzıma sıçıyorsun, arkamı döndüğüm an ne yapacağın, nereye gidip, başını hangi belaya sokacağın belli değil. İnatçısın, dengesizin, hırçınsın. Sürekli sabrımı zorluyorsun. Sence ben sırf güzelsin diye, sevişmek için seni yanımda tutacak kadar sığ bir adam mıyım? Sabırlı mıyım lan o kadar? Kaldı ki sadece bir kere birlikte olduk. Bir buçuk aydır her gece altıma yatmışsın gibi konuşma bana."

Yaşlar gözlerinden süzülüp yastığa düşerken burnunu çekip yüzüme bakmadı. Bacağımı diğer tarafa atıp üstüne çıktım. Karnının üzerinde duran ellerini tutup boynuma sardım. Yanağını emerek öpüp kokusunu içime çekerken, "çok seviyorum lan seni," dedim. "Ne demek seni kendime yakın görmemek? İçimsin sen benim. Sana bir şey anlatmıyorum da gidip başkasına mı konuşuyorum Hazan? Zorunda kalmadıkça ayrılıyor muyum yanından? Ne istiyorsun yavrum benden?"

"Konuşmak istiyorum. Benimle bir şeyler paylaşmanı istiyorum. Ama sen bana daha benimle ilgili olan şeyleri bile anlatmıyorsun. Ayrıca bu söylediklerinin ne anlamı var ki? Böyle söyleyince de tüm bu kusurlarıma rağmen, sırf beni sevdiğin için bana sabrettiğin sonucu çıkıyor. "

Ağladığı için tarazlı çıkan sesi titreyip çatlıyordu. Ateş parçası gözleri boncuk boncuk akan yaşlarla ışıl ışıldı. O kadar masum ve tatlıydı ki kendime karşı öfkelenmeme neden oluyordu. Ne yapsam, ne söylesem uzlaşamıyorduk. Benimle konuşamamanın, onunla kendimle ilgili hiçbir şey paylaşmıyor oluşumun o güzel kalbini bu kadar kırdığının bilincinde değildim. Ablamın ölümünü Hazan'a anlatmak benim için oldukça zordu. Dağılırdım. Ve Hazan'ı toplamadan benim dağılmaya hakkım yoktu. Ona kendi geçmişimin yükünü yüklemek istemiyordum.

Dudaklarından küçük bir hıçkırık koparken boynumdaki ellerini çekip yanaklarına doğru süzülen yaşları sildi. Sıkıntıyla içimi çektim. Belini tutup kucağıma alarak, sırtımı ahşap başlığa yaslayıp, oturdum.

Gözlerine bakıp," Hazan," dedim. "Sevgi denilen şey böyle bir şey ya yavrum. Ben mükemmel bir adam mıyım? Senin de beni sevdiğin için katlandığın şeyler yok mu? Neler söyledin bana geçende. Kusurların var evet, ama onlar seni sevmeme engel değil. Hâlâ sana duyduğum sevginin dayanağını tartışacağımız yerde miyiz? Neyi sorguluyorsun bebeğim?"

"Niye benimle hiçbir şey paylaşmıyorsun o zaman? Daha önce de söyledim; sadece geçmişini değil başka şeyleri de konuşmuyorsun benimle."

" İyi değilsin çünkü. Ömer ağalar buraya gelmeseydi Mahsun itinin yaptığı şeylerden bir süre daha bahsetmeyecektim sana. Ablamın nasıl öldüğünü, o herifin bu olayla nasıl bir bağlantısı olduğunu da sen iyi olana kadar anlatmayacağım. Bir şeyler yoluna girsin, sen biraz iyileş, şu operasyon işi bir çıksın aradan sonra. Başka şeyler mevzusu da seninle ilgili. Sor, dedim sana. Ne merak ediyorsan sor cevaplarım, dedim. Sormadın. "

Omuzlarımdaki ellerini sırtıma kaydırıp boynuma sarıldı.

"Çok mu ağır bir şeydi? Yani...ablanın ölümü?"

Vücudum kasılırken sımsıkı sarıldım ona. Saçlarını koklarken," benim için öyleydi, " dedim.

Kollarını sıkılaştırıp ensemi öptü.

"Kaç yaşındaydın?"

Sakinleşmesi ve bana olan kırgınlığının biraz olsun azalması için birkaç küçük bilgi verebilirdim. Anlamadığım bir şekilde Hazan yanımdayken bu konuda daha güçlü davranabiliyordum.

"On."

"Gördün mü?"

"Gördüm. "

"Fırat..." dedi. Ağladığı için boğuklaşan sesi fısıltılıydı. Bana sarılabileceği en sıkı şekilde sarılırken saçlarını sevip boynunu öptüm.

"Şşş, ağlama. Kurban olurum sana."

"Fı - Fırat özür dilerim, " derken hıçkırıkları yüzünden kollarımın arasındaki küçücük bedeni sarsılıyordu. Mahsun itinin ne yaptığını bilmiyordu ve hâl böyleyken bile kendini suçlu hissediyordu. Bir de, neden anlatmıyorsun, diye soruyordu. Bu kadar hassas bir yavrum varken canının yanacağını, kendini bu durumdan sorumlu tutacağını bile bile nasıl ağzımı açardım? Nasıl kıyardım lan ona?

Sırtını aşağı yukarı sıvazlarken, "yavrum yapma," dedim. "Senin ne suçun var? "

"Onun torunuyum ben."

"Hayır, sen şehit cumhuriyet başsavcısı Mehmet Türkoğlu'nun kızısın. Benim karımsın, her şeyimsin. Ama o herifin hiçbir şeyi değilsin. Bize bunu yapma, tamam?"

"Hiç mi kötü bir şey hissetmiyorsun bana karşı? Berfin dedi ya intikam..."

"Hazan!"

Sert bir sesle sözünü kestiğimde irkilip yüzünü iyice boynuma gömdü. Onu korkuttuğum için kendime kızarken kollarımı sıkılaştırıp saçlarını öptüm.

" Doğru konuş," dedim. "Neyinden intikam alacağım ben senin? Bu olanlarda senin ne suçun var? O itten intikam alacağım diye ben nasıl kıyarım sana? Bu sikik bir his bile olsa ben seni nasıl kötü bir şeyle yan yana koyarım lan? Gözümden sakınıyorum ben seni. Saçının teline kıyamıyorum. Ne anlatıyorsun sen?"

"Sen beni böyle sevince ben kendimi çok kötü hissediyorum."

Kaşlarım çatıldı.

"Niye?"

"Çünkü karşılığını veremiyorum. Bir de yetmezmiş gibi sürekli kavga çıkartıp sorun oluyorum sana. "

Gözlerimi bıkkınca kapatıp açtım.

"Senden karşılık bekleyen yok. Nasıl istiyorsan öyle davran. Ben seninle kavga etmeyi de, senin sorun olduğunu düşündüğün anları yaşamayı da seviyorum. Gurur duyuyorum senin kocan olmaktan. Seninle ilgilenmek hoşuma gidiyor. Onca yıl sonra kavuştum sana. Öpüşelim, evlenelim, sevişelim diye peşinde dolanıp durdum. Şimdi nasıl şikayet ederim senden? Ne olursa olsun; kavga ederiz, tartışırız, sen beni canımdan bezdirirsin ama ben bırakmam seni. Bana, beni kendine yakın görmüyorsun, diyorsun yavrum ama hâlâ bir şeylerin karşılığını vermekten bahsediyorsun. "

"Ben de senin karın olmayı seviyorum. Gitmek, ayrılmak ya da benden uzaklaşmanı istediğim de hiçbir zaman gerçekten bunu istiyor olmadım. Ben senden ayrı yaşayamam ki zaten. Karşılığını vermek istiyorum çünkü ben böyle biri değilim. Bu kadar aciz, bu kadar güçsüz, her şeyi eline yüzüne bulaştıran, sürekli yanlışlar yapan biri değilim. Sadettin abiye, ben bir savcıyım, derken bile kendimi sorguladım. Bu bir süreç. Ve ben sürekli hırsımı senden alıyorum. Bu yüzden de bana katlandığın için karşılığını vermek istiyorum. Sen de benim her şeyimsin çünkü. "

Şakağını öptüm.

"Biliyorum, " dedim dudaklarım tenine sürünürken. "Geçecek hepsi. Düzelecek. Olmazsa başka bir yol çizeriz. Bakarız bir çaresine. Buradayım ben. Tamam?"

"Ol. Nolur hep yanımda ol Fırat. "

"Olacağım, söz. Ben senden ayrı yaşamayı bırak ölemem bile. "

Ölemezdim. Bir gün aldığım nefesin vereceğim son nefes olduğunu bildiğim bir anda canımı Hazan'ın gözlerine bakarak, kokusu burnumdayken vermek dışında başka bir isteğim yoktu. Rabbim bu canı Hazan'dan önce alsın, beni onsuz bir hayatla baş başa bırakmasındı. Sonra bu duayı hemen geri aldım. Hazan söz konusuyken ben bencil bir adam olamazdım. Onu bensiz bu dünyada tek başına bırakamazdım. Ölümle yıllarca aynı yolu tutmuşken bugün aramız bozulmuştu. Hazan'la bir son istemiyordum. Birimizin ölüp diğerinin geride kaldığı bir son asla istemiyordum.

"Allah'ım sen sonumuzu hayırlı eyle."

"Fırat ölüm deme. Ölürüm sana, bile deme. En azından gidip dönene kadar deme, nolur?"

"Şşş, tamam. Ağlama yavrum artık. "

"Ağlatma o zaman."

"Tamam, ağlatmam. Gel, uyutayım seni."

Kollarını boynumdan çözdü. Geri çekilip kucağımdan kalmak istediğinde bırakmayıp boynunun altını öptüm. Yatağa uzanıp karımı üzerime yatırırken yorganı üstümüze çektim. Başını göğsüme koyup alnını öptüm. Saçlarını sevip belini okşarken," Fırat alarm kuralım," dedi. "Sabah Ömer dedeler gitmeden kahvaltı hazırlarım. "

Ömer ağaya, dede, demesi beni gülümsetirken, "alarma gerek yok, ben erken kalkarım, " dedim.

"Ama ya bu sefer kalkamazsan?"

"Kalkarım. Sen tepine tepine uyandırırsın beni. "

"Fazla mı tepiniyorum? Rahatsız mı ediyorum seni?"

"Hayır. Hoşuma bile gidiyor. "

"Ya?" dedi sesini incelterek.

"Hıhı. "

"Fırat."

"Bebeğim."

"Ne düşünüyordun?"

"Ne zaman?"

"Takıları bırakmak için odaya gelip öpüştükten sonra dalıp gittiğinde."

"Seni."

"Beni mi?"

"Evet, seni."

"Neden?"

"Senden başka bir şey düşünemiyorum çünkü."

"Neyimi düşünüyordun?"

"Seni nasıl sevdiğimi."

"Çok mu seviyorsun?"

"Çok. "

"Ben de seni çok seviyorum. "

"Kurban olurum. "

Çıplak göğsümü öpüp yüzünü tenime sürttü. Kokumu içine çekip boynumdaki kollarını sıkılaştırırken uzun kirpikleri, küçük nemli dudakları tenime değip beni tahrik ediyordu.

"Hazan."

"Aşkım."

"Bugün, banyoda rahatsız mı ettim seni? Fazla mı dokundum?"

"Hayır..."

"Hazan doğruyu söyle."

"Doğruyu söylüyorum. Niye inanmıyorsun ki?"

"Banyodan çıkar çıkmaz kaçıp gittin yanımdan. Uzun süre de geri gelmedin. Duşta da ağlayıp durdun. Seviştiğimiz günden beri bacaklarının arasından çıkmıyorum. Sana dokunurken kendimi kaybediyorum. Bu durumdan rahatsız oluyorsan söyle. Daha kontrollü olurum."

Başını göğsüme bastırıp," olma," dedi. "Ben...seviyorum. Yani senin bana öyle dokunmanı. "

"Niye misafir odasına gittin o zaman? Yanımda giyinseydin üstünü. "

"Seni istiyordum. Banyoda...yetmedi işte. Daha fazlasını istedim ama söyleyemedim. Hem vakit de yoktu. "

"Kendine mi dokundun?"

"Ne?"

Neyden bahsettiğimi bilmediği sesinden çok belliydi. Bu yüzden üstelemeyip, "yok bir şey, " dedim. "İyi misin şimdi?"

Ben değildim. Öyle sakin sakin konuşuyordum ama kadınlığını öpüp ellememi sevdiğini, beni istediğini, ona yetmediğimi söylemesi penisimi iyice kaldırmıştı. Üzerimde sadece baksırım vardı ve karımın tenime değen teni bütün vücudumu ateşe veriyordu.

"İyiyim. Uyuyalım," dedi.

Derin bir nefesi alıp saçlarını sevmeyi sürdürürken, "tamam," dedim. "Kapat gözlerini. "

"Kapattım. İyi geceler."

"İyi geceler."

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Loading...
0%