Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@yildiz_sena

Düştüğüm koca boşluk tüm enerjimi, gücümü, kanımı benden çekmiş, olduğum yere çökmüştüm. Ölmüşler. Hatırlamıyorum. Hâlâ hatırlamıyorum. Bilmek hiçbir şeyi değiştirmiyorsa bu bilmek olur mu? Ben hâlâ kendime yabancıyım. Ahhh delireceğim! Daha fazla. Eskisinden daha fazla delireceğim.


Bilmiyorum. Ölmüşler. Bilmiyorum. Hissetmiyorum. Hiçbir şey hissetmiyorum! Boşluktan başka hiçbir şey yok zihnimde!


Ellerimi saçlarımdan ayırıp kenardaki sandalyeden destek alarak ayağa kalktım. Ayağa kalkmamla sendelemem bir oldu. Etrafımda "Melek, melek, melek" diye bağıranları görecek gözüm yok.


Gözlerimi sıkıca yumup gözyaşlarımın akmasına izin verdikten sonra aniden gelen uzaklaşma isteğimle kendimi zorlayarak odadan çıktım. Karşıma çıkan Lema hanımın gözlerinde korkunun alevini gördüğümde ise ayaklarımın altında ateş varmış gibi durmadan, hiç durmadan koştum.


Evden kendimi dışarı attığımda serbest bıraktığım kapının duvara çarpmasıyla çıkan ses dışarıdaki insanların gözlerini üzerime dikmesine sebep oldu. Ben de koşmaya devam ettim. Ağlayarak, için için yanarak koşmaya devam ettim. Arkamdan yine "Melek" diye bağırışları yükseliyordu.


"Melek yanıyorsun!" diye bağıran Derin' in sesi yakından geliyordu. Koşarken üzerime doğru bakışlarımı eğip gerçekten yandığımı gördüm. Gerçekten yanıyorum. Her şeye rağmen koşmaya devam ettim.


Profesörün sarayına kadar yana yana, ağlaya ağlaya koştum. Arkamdan bağıran Derin ve Manolya' nın sesi de iyice yaklaştı. O sırada Kıraç' ın evinin kapısı açıldı, dışarıya Akın ve profesör çıktı.


Profesöre yaklaşıp ağlayarak bağırmaya başladım. "Bana ilaç ver! Uyut beni! Uyuştur beynimi! Deliyim ben! Deliyim! Deliyim!"


"Melek, sakin ol. Sakinleş." Profesörü bile korkutmuş olmalıyım.


"Sakin olamam! İlaç ver! Delirdiğimi biliyorum! İlaçtan başka çarem yok benim! Ölmüşler! Ölmüşler! Hiçbir şey hissetmiyorum! Bilmiyorum hâlâ!"


Gözlerim buğulu, yorgun gözleri üzgün. Bana acıyor mu? Yoksa gerçekten üzülüyor mu?


"Melek!" Derin ismimi bağırdığı anda beni kolumdan tutup kendine doğru çevirdi ve hızla kendine çekti. Kollarını o kadar sıkı sardı ki hareket edemedim. Gözlerim korkuyla kocaman açıldı. Beni bırakmıyordu. Benim ateşim onu yakarken onun suyunun serinliğini üzerimde hissediyordum.


Ağlamamı bastırıp "Bırak beni!" diye bağırdım. Onun verdiği karşılık ise sadece acı dolu bir "Şişşhh" sesiydi. Zihnime yüklenen acıyla kendimden geçtim, dizlerimin bağı çözüldü. Yavaş yavaş gözlerim kapandı ve yine karanlığa gömüldüm.

🏵️🏵️🏵️


Anılar zihnimden kopup karanlıkta kaybolmuş. Her şey hâlâ sıfır. Onları geri getirebilmek için o karanlığa tekrar mı girmeliyim? Neden geri getirmek istiyorsun ki? Ailenin ölümünü öğrenip hiçbir şey hissetmediğin için vicdan azabı mı çekiyorsun yoksa? Aslında içimdeki duygu karmaşası yine her şeyi hiçe çevirdi. Belki de önceden çok üzülmenin cezası bu. Delirecek kadar üzülmenin cezası. Olamaz mı? Gönlümün bir yerleri hep kırık. Neye kırıldığını bilmeden kırık. Belki de biliyordur. Yani biliyorumdur. Sebebi yaşananlardır belki. Hatırlamasam da. Başka ne olacak ki? En azından adımı doğru biliyorum. Ben Melek. Kanatsız melek.


“Melek, uyan artık.” Manolya’ nın serzenişiyle hemen gözlerimi açtım. Hemen profesörle birlikte yanıma yaklaşıp başımda dikildiler. Profesör gülümseyerek dudaklarını araladı -biraz önce delirip ortalığı yakmamışım gibi- “Günaydın, Od-Umay.” bense şapşal bakışlarla ona baktığıma eminim. Od-Umay mı? O da ne? Tam bunu sormak için hareketlenmiştim ki aklıma gelen şeyle kaşlarım endişeyle çatıldı. “Derin…Derin nerde? İyi mi? Ben ona bırak beni demiştim. Yandı mı? Nerde?”


“Sakin ol, o iyi. Şifacı yanında.” Manolya’nın teskin edici sesi biraz rahatlamamı sağlamıştı. Hızlıca doğrulup üzerimdeki örtüyü kenarı ittim. Ateşin kıyafetleri yakmaması da ayrı bir gariplik. Neyse bunu sorgulayacak kadar aklım başımda değil. “Derin’i görmem gerekiyor.” diyerek ayağa kalktım. Kırışan elbisemi elimle çitileyerek düzeltmeye çalıştım. Tahmin edersiniz ki bu bir işe yaramadı. Neyse şu an bunun bir önemi yok.


Kıraç kapıyı işaret edip “Gidelim bakalım.” diyerek ilerledi. Manolya da benim koluma girdi ve birlikte odadan çıktık. Sessizce ilerledik, hiçbir şey olmamış gibi ilerledik. Bir şeylerin olmuş olması ilerlememize engel değil. Ne bileyim durdurup bir kızmadılar bana. Ben kendime kızgınım. Derin kim bilir ne halde. Beni bırakması gerektiğini ona söylemiştim. Laf dinlemiyor ki.


Eğer bir özel gücüm olacaksa neden bu ateş ki? Neden birilerine zarar veren bir güç? İnsanlığa faydalı bir şey olsaydı. Ne bileyim insanların üzüntülerini falan çekip onlara mutluluk verseydim. Şimdi bir canavardan farkım yok. Derin haklı melek değil şeytanım ben. Ama isteyerek yapmadım ki. Bunun bir önemi var mı? Var tabi etik yasalarında niyetin çok önemi var. Benim bir niyetim bile yoktu. Sadece deliriyordum.


Zaten deliyim evet. Akıl hastanesinden geldim. Değilsin deli. Sadece bir hiçsin. Hiçbir şeyi olmayan bir hiç. Vee odanın kapısının önüne vardık. Kimseyi beklemeden elimi kapının koluna attım ve açılmasıyla içeri daldım. İçeridekilerin gözleri bana döndü. Kızıl kıvırcık saçlı, beyaz pamuk teni saçlarının rengine yakın çillerle bezenmiş, kahverengi gözleri ışıl ışıl bir kız, Derin’in uzanmış olduğu yatağın yanındaki sandalyeye oturmuştu. Elektrik kafa Akın ise ayakta dikiliyordu.


Öyle bir baktılar ki sanki yatakta bastım onları. Bassam ne olacak sanki? Neyse neyse. “İyi misin, çok mu yandın?” diye diye Derin’ e yaklaştım. Derin ise her zamanki gibi sırıtarak karşılık verdi. Bunun zekasal bir problemi olmalı. Neyse sakin olmalıyım. Bu adam niye beni sinir ediyor anlayabilmiş değilim. Yani ciddi birşey soruyorum sırıtıyor. Bir dakika ya..


Gözlerimi Akın’ a çevirip sorgulayıcı bakışlar attım. O da bakışlarıma anlam veremeyip ne var dercesine elini açıp ağzını büzdü. “Sen benden önce nasıl buraya geldin? Yani ne ara gelip profesöre de haber verdin? Uçtun mu naaptın?”


Derin’ in kahkahası kulaklarımın sinirini bozunca ona ters bir bakış attım. Sonra tekrar Akın’a döndüm. Akın da yarım ağız sırıtıyordu. “Işınlandım.” yok artık. “Bilgisayardan çıktım. Yani birinden girip ötekinden çıktım.” deyip göz kırptı. Ben yine ağzım açık bakarken duyduklarıma inanamadığımı belli eden bir gülüşle karşılık verdim. “Bu manyakça.”


“Kızım yandığına inanıyorsun da buna mı inanmıyorsun? Az önce yaşananları ne çabuk unuttun heyyo..” Derin yine bildiğimiz gibi. “Arkandan söndüre söndüre geldim. İtfaiye miyim ben lan?” bakışlarımı tekrar Derin’ e çevirdim. Yine o sahte ciddiyet. Bunun gerçekten hiçbir şeyi yok.


Göz devirip bakışlarımı kaçırırken gözlerim kızıl afette durdu. Gerçekten çok güzel bir kız. “O Büke, şifacı dediğimiz oydu.” Büke demek. “Aaa Kıraç sadece şifacı mı? Ejderhaya dönüşebildiğimi neden söylemiyorsun?” neee? Yuhhhhhh. Yüzümün aldığı şekil tavukların arasına düşmüş Oscar’ın yüz ifadesinden farksız olmalı. Büke’nin yüzünde ise küçümseyici ve kendini beğenmiş bir ifade oluştu. O küçümseyen bakışlar ve kendini beğenmiş yarım gülüş.


Şifacılar hep melek gibi olur diye biliyordum. Yani Manolya gibi. İyimser ve sevgi dolu sanardım. Bir bakışla insan yargılamak doğru mu bilmiyorum. İnsanlar genelde bunun gibilerini severler zaten. Sen ne kadar iyi davransan da gözlerinde değerin olmaz. Ama böylelerinin gözüne girebilmek için her şeyi yaparlar. Abartma Melek. Kızın özel gücü harika ve kim olsa kendini beğenirdi. Ejderhaya dönüşmek ne demek. Dudaklarımın arasından fısıltı halinde bir “Vaooov” çıktı. Gülüşü yüzüne daha çok yayıldı.


“Ateş de püskürtüyor musun?” dediğimde odadaki herkes kahkahalara boğuldu. Büke “Ne kadar da sevimli bir çocuk ya.” diyince ifadem sertleşti. Çocuk derken? Ben? Çocuk? Kaç yaşındaydım 23 mü? Bu çocuk olmuyor yalnız. Ama hâlâ merak ediyorum. “Ateş sadece sensin.” Manolya sonunda kendini belli etti.


Kendimi tanıtmayacağıma kanaat getiren profesör benden bahsetmeye başladı. Birkaç gün önce duysam tımarhanede olduğumu düşüneceğim cümleler akarken hissizliğime gömüldüm. Derin ateşimi söndürmek için bana sarılmış, ben olanlara ve uyguladığım güçle suyun çarpışmasına dayanamayıp bayılmışım. Derin’in su olmasına rağmen yanmış olması beni üzdü tabi ki. Ama şifacı onun yanıklarını iyileştirmiş. Tek iyi şey bu sanırım. Neden bana sarıldı ki? Boğsaydı beni suyuyla. Hepimiz kurtulurduk. “Lütfen çıkar mısınız? Derin’le yalnız konuşmak istiyorum.”


Manolya anlayışla gülümseyip hemen odadan çıktı. Akın da onu takip etti. Profesör’ ün Derin’le benim aramda gidip gelen bakışlarını Büke’nin sesi böldü. “Hadi Kıraç, biz de biraz hasret gideririz.” Hasret mi giderirsiniz? Sanki yıllardır görüşmüyorlar. Profesör başını sallayıp odadan çıktı. Ejderha hanım da kıvıra kıvıra arkasından gitti. Hey Allahım ya. Ateş püskürtmeyen ejderha mı olur? Büke’nin kalktığı sandalyeye oturmayı tercih etmediğim için yatağın kenarına oturdum.


“Hayırdır şeytan? Ne konuşacağız?”

“Ne konuşacağımız çok açık.”

“Neden öyle bakıyorsun?”

“Nasıl?”

“Yadırgayıcı.”

“Öyle bakmıyorumdur.”

“Öyle bakıyorsun.” çarpıcam he. Öyle bakıyormuşum.

“Neyse konumuza odaklanalım.”

“Büke’yi sevmedin sanırım.”

“Ne alakası var?” alnımda yazıyor sanki.

“Arkasından pek hoş bakmadın da.” O bana çok hoş baktı sanki. Ben cevap vermeyince pek sırıtkan Derin yine sırıtmaya başladı. “Kıskandın dimi itiraf et.” e yuhhh. Doğal olarak kaşlarımı çattım ve bunu gören Derin daha çok sırıttı. Nereden açıldı bu konu? Ejderha oluyor kadın çok havalı yani. Bu kıskandığım anlamına gelmez. Hem de şifacı.


“Ya sen niye bana sarılıyorsun ki?”

“Diğerlerini yakma diye.” diğerlerini yakar mıydım ki? Gerçekten canavar mıyım ben?

Sesim bile üzgünken konuştum. “Ama sen yandın.” Gülümsedi.

“Ben suyum Melek ve senden daha güçlü daha deneyimliyim. Yanmazdım tamamen korkma.” tamam deneyimlisin ama benden güçlü olduğunu da nerden çıkardın? Neyse önemi yok.


“İyi misin peki?” diye sordum. Elini yumruk yapıp sırıttı. “Taşş gibiyim.” Ben de gülümsedim. “Kesinlikle delirmiş olmalıyım.” gülerek bakışlarını yüzümde gezdirdi. “Delisin zaten.” diyip kahkaha attı. Aman beee ben niye bununla insan gibi konuşmaya çalışıyorsam. Ben göz devirince ciddileşti.

“Peki sen iyi misin?” ben iyi miyim?

“Ne olduğum hakkında bir fikrim yok.” söylediğimle dudaklarını birbirine bastırdı. Ya söyleyecek bir şeyi yok ya bana acıyor ya da içinde bulunduğum durumu idrak etti. İç çektim. Uzandığı yatakta doğruldu. O da iç çekti. Biraz duraksayıp konuşmaya başladı.


“Ailem bana bir ucube gözüyle bakıyordu. Benden nefret ettiler. Babam beni bizzat kendisi götürüp verdi o adamların eline.” buğulanan bakışlarına ben de eşlik ettim.


“Üzülmee.” çocuksu bir teselli gibi çıkan sesim onu gülümsetti. “Sen ne garip bir varlıksın.” kaşlarımı çatıp ona yan yan baktım. Sonra vazgeçip başımı eğdim. “Tek garip ben değilim. Hepiniz öylesiniz. Ve bu yaşananlar sanki gerçek değil.”


“Haklısın aslında. Bunlar inanması zor şeyler. Ama bunları bizzat yaşıyorsun.” başımı kaldırıp gözlerimi derin gözlerine diktim. “Benim deli raporum var bilmem farkında mısın? Kendi akıl sağlığıma bile inanmıyorum.” öksürerek bakışlarını çekti.


Endişeli bir şekilde sordum “Ne oldu?”. “Hiiiç” diye geveleyerek kaçamak bakışlar attı. Bakışlarım korkunç mu ki? “Ben gideyim de dinlen istersen.” deyip ayaklanacağım sırada bileğimi tuttu. “Sana verdiğim çiçekleri ne yaptın?” ahh doğru ya çiçekler. Elim hareketlendiğinde bileğimi bıraktı ben de elimi cebime attım. Cebimde ezilen çiçekleri alt dudağımı ısırarak çıkardım. Suçlu bakışlarımı Derin’ e çevirdim. Derin ise elini başına vurup “Neyse.” dedi.

Ben de kalktım zaten. Şimdi gidip biraz daha uzaklara bakıp geçmişime ait bir iz aramalıyım. Öğrendiğim şeyleri hatırlamak için. Bomboş bir çaba. Bomboş.

🏵️🏵️🏵️


Loading...
0%