@yildiz_sena
|
Kader rüzgarları beni buraya kadar sürükledi. Hiç bilmediğim bir yer ve tanımadığım insanların arasına. Gerçi tanıdığın insan var mı deseniz.. Hatırlamıyorum derim. Bunu biliyorsunuz zaten. Kesik kesik rüyalarımdan hatırladığım insan yüzlerini birleştirerek kafamda babamı canlandırdım. Yine de henüz bir ilerleme kaydedebilmiş değilim. Önemli olan zihnimde uyuyan anıları uyandırmak. Salonda ikili ikili oturmuş grupların aksine yalnızım. Yalnız olmak genellikle tercihim. Neyse bunun bir önemi yok. Ama utanmadan sohbetlerine kulak misafiri oldum. Büke sandığım gibi biri değilmiş. Yani sanırım. İlk intiba bazen yanıltıyormuş. O tam yüz yetmiş dört yaşındaymış. Bu çılgınca. Diğer her şey gibi. Bana çocuk demesi şu an normal geliyor. Neden herkes tuhaf şeyler yapabiliyorken ben sadece yanıyorum? Yanman yeterine tuhaf değil sanırım. Evet değil. Onların gücünün yanında benimki leblebi fıstık. Kıskanma kıskanma. Profesör de Büke nineyle ne güzel anlaşıyorlar öyle. Yalnız hiç nine torun gibi durmuyorlar. Yakışıyorlar demeye de dilim varmıyor. Yani görüntü itibariyle ikisi de harika ama kişilik olarak olmazlar bence. Gerçi Büke’yi o kadar da tanımıyorum. Sanki Kıraç’ı çok tanıyorsun da. Ya işte Kıraç sadece gerektiğinde konuşan olgun bir insan, Büke ise biraz fazla konuşuyor. Belki de birbirlerini tamamlıyorlar. Aşk öyle bir şey değil mi zaten? İki insanın birbirini tamamlaması. Bir tutam eğlence, bir tutam ciddiyet, biraz sabır, biraz tez canlılık, biraz renk, biraz da gri gökyüzü… Bunları karıştırınca iki tarafa da eşit mutluluk, eşit renklilik. Veee muhteşem uyum. Gerçekten öyle mi ki? Aşkın rengi var mı? Saçmalıyorum sanırım. Bu konu da beni ilgilendirmiyor. Yaş farkları da çok fazla. Bunun bir önemi var mı ki? Fiziksel olarak hiç yaşlı değil sonuçta. Başımı iki yana sallayarak bu düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Diğer tarafa döndüğümde o huzurlu gülümsemesiyle Akın’a içtenlikle bakan Manolya dikkatimi çekti. Kısık sesle konuşup gülüşüyorlar. Ne yöne baksam aşk mı var şimdi? Öyle demesek.. Çünkü Kıraç ve Büke birbirlerine arkadaşça bakıyorlar gibi. Gibi gibi. Fakat Akın Manolya’ya ışıldayan gözlerle bakıyor. Işıldayan derken hani çocukların gözlerinde neşenin ışığı belirir ya. Büyüleyici bir ışık, işte öyle bir şey. Heyecanın, mutluluğun, merakın, masumiyetin ışığı. Hepsi Akın’ da var mı bilmiyorum ama gözlerinin ışıldadığı kesin. Offfff offff sıkıldığımı söylesem… Yani mesela profesör bir şeyler sormama rağmen benimle bu kadar konuşmadı. Seni tanımıyor ki. Tanımak için mücadele edebilirdi. Ne yapsın seni tanıyıp? Bilmiyorum. Sanırım yalnızlık beni yordu. Az önce yalnızlığı sevdiğini söylemiştin. Demek ki çok da sevmiyormuşum. Neyse sen kendine odaklan Melek. Daha kendini tanımıyorsun ve başkalarının seni tanımasından söz ediyorsun. Kendimi nasıl bulacağımı bilmiyorum ki. Anılarım bile yok. Yaptığım tek şey başa sarıp sarıp aynı şeyleri düşünmek. Ben niye felsefe okumuşum ki? Sorgulamayı seven biri miydim? Belki felsefe kitapları okursam…Neden olmasın? Neden olmasın ki? Belki felsefe kitaplarının arasına sızan anılarım vardır. Kitaplarda kendini bulacağına emin misin Melek? Bence bu fikri daha sonra tekrar düşünmek için zihin kütüphanemin bomboş olan raflarından birine kaldırayım. Oradaki tek dosya Akın sayesinde öğrendiklerimden ibaret zaten. Neden sürekli geçmişimi hatırlamak istiyorum ki? Yeni bir ben olarak yeni bir hayat kursam. Kendini bilmeyen biri ne kurabilir? Kendimi yeniden yazarım. Olmak istediğim gibi biri olurum. Geçmişimde yetiştiriliş tarzım ile şekillenen ben yerine kendi tarzımla kendimi yetiştiririm. Nasıl biri olmak isterim? Kesinlikle cesur biri olmak isterim. İstediğini yapan, söyleyen, özgür ve cesur biri. Güzel. Bundan sonra böyleyim. Kendi kendime güldüğümü tüm bakışları üzerimde hissettiğimde fark ettim. Zaten saçma bir fikirdi belki de. Yaratılıştan cesur değilsem sonradan nasıl olacağım? Hayır hayır yetiştiriliş tarzı da önemli bir etken. Hem ben yaratılıştan nasıl olduğumu bilmiyorum zaten. Hahahah “İyi misin tatlım?” dedi Büke. “Deli hastanesi kaçkınıyım, onun dışında bir sorun yok.” e doğru ama. Söylediğime gülüp beni de güldürdüler. Gülmek bulaşıcı arkadaşlar. Kendime deli demem bir tık komik olmak yerine birkaç tık sinir bozucu olsa da. Olsun söylemek istedim. İlk adımı attığım şeye bak. “Neden sohbetimize katılmıyorsun? Yaklaş biraz daha.” dedi Büke sevecen bir tavırla. Ben de başımla onaylayıp oturduğum koltuğun onlara yakın tarafına doğru kaydım. Ne konuşabileceğimizi zerre bilmiyorum. “Nasıl gidiyor? Alıştın mı buraya, bizimkilere?” dedi Büke. Beni insan içine kazandırmaya çalışıyor sanırım. Şimdi nasıl da gitmediğini ve bunun dolaylı dolaysız tüm sebeplerini anlatmak durumunda kalmak istemediğim için “Alıştım sayılır, iyi gidiyor.” diyerek hafiften gülümsedim. Bu klasik ve kendini anlatmak istemeyen cevabıma profesör de gülümsedi. Ben sanki, birkaç saat önce delirmiş Derin’i de kendimi de yakmamış gibi. Alıştım yaa, iyiyim. “Derin de sana baya alışmış galiba.” dedi muzip bir şekilde gülerek. Kıraç bu cümleyle tek kaşını kaldırıp Büke’ye başını çevirdi. Manolya ve Akın da bize dikkat kesildiler. Buna ne cevap verilir bilmiyorum. “Ne demeye çalışıyorsunuz?” birazcık da olsa sinirlendiğimde resmîleşiyorum. Gülüşü daha da büyüdü. “Gayet net değil mi canım?” diyerek Kıraç’a dönüp göz kırptı. Sonra tekrar bana döndü. “Sen ateş o da su ne mucize ama.” Kıraç kaşlarını az da olsa çatıp düşünceli bir hâle büründü ve önüne döndü. Akın gülerek lafa karıştı “Ne alaka Büke abla?” Büke onu göz ucuyla süzerek dudaklarını aralayıp “Pehh” dercesine nefes verdi ve tekrar bakışlarını bana çevirdi. “Arkadaşlar birbirleri için bu tür şeyler yapabilirler.” dedim ve inanmayan bakışlarını görmemek için başımı önüme eğdim. İnanmayacaktı ve beni rahat bırakmayacaktı. Dediğim derecede bir arkadaşlık için bile yeterli zaman geçirmemişken onun kastettiği türden bir şey imkansız. Mantıksız ve samimiyetsiz. Samimiyetsiz derken yalan gibi yapmacık gibi değil de daha çok yanlış anlaşılma gibi. İnsanlarla geçirdiğim azıcık zaman bile yalnızlığı bana özletiyor. Ama şu an burayı terk etsem… Harbiden neden terk etmiyorum ki? Terk etsem ne yapacağım? Sıkılmaya devam edeceğim. Tam kalkmak için hareketleneceğim sırada merdivenlerin başından Derin'in sesi duyuldu. "Bensiz ben bile sıkılırım, siz nasıl sıkılmıyorsunuz?" "Gel, gel biz de senden bahsediyorduk." diyen Büke' ye bunu da demezsin yani şaşkınlığıyla baktım. Şimdi olay farklı yerlere gidecek. "Biliyorum, duydum. Duydum da sen yanlış yorumlamışsın kocakarı." deyip sırıtarak merdivenlerden indi. Büke ise Derin' e ters bir bakış atıp "Keşke seni iyileştirmeseydim." dedi. Manolya ve Akın' a gülmek düşüyordu. Kıraç ve ben ise… Sorma bizi, o düşünceli ben hâlâ hayattan soğuk. "Hahah cadı karı koca karı." Derin seke seke oturduğum koltuğun yanına geldi ve tamm tam benim yanıma oturdu. Dünya üzerinde başka bir yer yokmuş gibi tam dibime. Sanırım yanmayı gerçekten seviyor. Büke hanım yarım sırıtışıyla ben haklıyım imajı verirken nefes vermekle yetiniyorum. Derin’den rahatsız olduğum için değil Büke’nin düşüncelerinden rahatsız olduğum için. “Ne yapmayı düşünüyorsun?” Akın’ın sorusuyla bakışlarımı ona çevirdim. “Ne konuda?” diye bir soruyla karşılık verdim. “Öğrendiklerinle, onlarla ne yapacaksın?” hafiften güldüm. “Bir şey yapacak kadar fazla şey öğrenmedim.” dedim. “Neden öyle düşünüyorsun? İpucu ipucudur.” haklısın Akın ama araştırmamı içimden yürütmeye karar verdim. “Olum tekvandoyla ilgilenmiş olması nasıl işine yarayabilir? Hem hiç inandırıcı gelmiyor. Melek ve tekvando puhahah.” son cümlesiyle başımı Derin’ e doğru hızla çevirdim ve kaşlarımı çattım. “Nedenmiş? Neden yani? Neden? Neden?” Derin tırsarak biraz geri çekildi. “Çünkü, şey zarif bir hanımsın da ondan.” diye ezile büzüle açıklamaya çalıştı. Zarif miyim değil miyim bilmiyorum ama Derin’ in benden çekindiğine ve korktuğuna yemin edebilirim. Başımı iki yana sallayıp tekrar Akın’a döndüm. Kıraç ve Büke ot, ilaç, hastalık muhabbetine tekrardan girişmiştiler. “İyi de tekvando işimize yarar mı gerçekten?” dedi Manolya sanki zihnimi okumuş gibi. “Ben de onu söylemek istemiştim.” dedi Derin, yorumsuz. “Bence tekrardan tekvando ile ilgilenirse geçmişinden bir şeyler hatırlayabilir. Belki yanında olan kişileri veya bir olay, bir sebep.. Bilmiyorum. Bence denemekten zarar gelmez.” Akın’a ısındığımı size söylemiş miydim? Çözüm önerisi olan işe yarar bir vatandaş. “Peki nasıl yapacağız? Yani hiçbirimiz tekvando bilmiyoruz ki.” dedi Manolya masum ve çocuksu bir ses tonuyla. Akın ise ona; al yüreğimi be vicdansız senin olsun bakışı…Öyle bir bakış var mı bilmiyorum. Eriyerek baktı mı demeliyim kısaca. Bunu sadece ben fark ediyor olamam dimi. Erkek olsam ben de Manolya’ya erirdim. Çünkü melek gibi kız. Melek gibi derken benimle alakası yok. Ben pek melek gibi olmadığım için ismimin de benimle alakası yok. Profesör bana ne demişti? Od-Umay “Aslında tekvando videoları izleyebiliriz. Bu sayede bir çağrışım yapabilir belki.” dedi Akın. Parmağımı şıklatıp Akın’ı işaret ettim. “Seni gözüm fena halde tuttu.Yapalım şu dediğini.” Akın gülümsedi. “O zaman ben görüntüyü duvara yansıtıyorum.” diyip göz kırptı. Ben de başımla onayladım. Akın telefonundan tekvando videoları aratıp yine cihazla bir bütün oldu. Gözleriyle videoyu boş duvara yansıttı. Hepimiz aynı anda duvara döndük. “Bu ne lan, başka video aç, yavaş yavaş öğretiyor.” dedi Derin. Akın ise “Hareketleri hatırlar belki diye böyle bir video açtım.” diye cevap verdi. Manolya merakla bana döndü “Bir şey anımsattı mı?” Başımı iki yana salladım “Hayır.” Açıkçası bu hareketler benim için bir şey ifade etmiyordu. Hareketlerin isimleri de hiç tanıdık gelmiyor. İzledimm İzledimmm. Peş peşe videolar izledim. İzledim ve artık ilk izlediğim video geçmişteki bir anı gibi zihnimde canlanmaya başladı. Doğuştan hatırladığım tek şey o video gibi. İşin esprisi bir yana artık birkaç hareket izleyerek kapmış olabilirim. Ama ben bacağımı o kadar açabileceğimi sanmıyorum. Yalnız o son video ile acayip gaza geldim. Tekrardan öğrenmem gerekiyor sanırım. Hem havalı hem de eğlenceli gözüküyor. Herkesin bir savaşçı yönü vardır. Evet baya gaza gelmişim. Tebrikler boş zihnim. Derin beni omzumdan kavrayıp sarsarak “Ne olur bir şeyler hatırladım de” dedi, bıkmış ve sıkılmış bir şekilde. Erkekler dövüş falan sevmez miydi? “I ıh” “Hiç mi?” “Hiç” “Azıcık da mı?” “I ıh” “Emin misin? Hiç mi?” “Hiç dedim ya Derin! Allah Allah” “Tamam, bağırma.” dedi umutsuz bakışlarla. Akın o anda ayağa kalktı, video kayboldu. Bana ciddiyetle bakarak “Biz de uygulamalı olarak hallederiz.” dedi. Manolya’nın gözleri kocaman açıldı. Derin itiraz edercesine “Hiçbir şey hatırlamıyor, sen uygulamaktan bahsediyorsun. Olmaz bu iş.” dedi. “Eğer gerçekten tekvando ile ilgilenmişse bilinçaltında bir yerde onunla ilgili bilgiler saklı olmalı. Ve kendini savunmak istediğinde bu bilgiler açığa çıkacak diye düşünüyorum. Veriler silinmemiş, sadece kaybolmuş.” hayranın olabilir miyim Akın? Ben de ayağa kalktım. Bunu istiyor muyum? Kesinlikle evet. Ben kalkınca Derin de kalktı. “Hadi ama ciddi misiniz?” Akın’la aynı bilmiş gülüşü takınarak aynı anda konuştuk “Çok ciddiyiz.” Manolya da bunun üzerine ayağa kalktı. “İnşallah birinize bir şey olmaz.” Salondaki koltukları köşeye doğru ittirdik, Kıraç ve Büke’nin sorgulayıcı bakışlarına maruz kaldık. Aranızda konuşmak yerine biraz da bize odaklansaydınız bu bakışları atmanıza gerek kalmayacaktı. Akın’ ın talimatlarına uyarak Derin’le karşı karşıya ortada buluştuk. Derin gardını aldı. “Hadi Derin ona saldırmalısın ki kendini savunsun.” diyen Akın’ a Derin ters bir bakış attı. “Bu çok saçma, ben ona saldıramam.” dedi. Akın, “O zaman çekil ben hallederim.” diyerek Derin’e doğru yaklaştı. Derin ise yerinden kımıldamadı. “Ben halledeceğim.” diyip Akın’ı geri gönderdi. Derin’le gözlerimiz kesişti. Mavi gözlerinde endişe vardı. Benimkilerde ne vardı bilmiyorum ama kararlılık olduğunu umuyorum. Yumruklarımı sıkıp savunma pozisyonu aldım. Derin dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladı. Sonra bana doğru yumruklarıyla yaklaştığında sağ bacağımı katlayıp havaya kaldırdım. Biraz daha vücuduma yaklaştırıp sert ve hızlı bir hamleyle Derin’ e tekmemi geçirdim. Derin “Ahhhhh” çekerek geriye doğru düşerken benim de yere sabitlediğim ayağım yerden kesildi. Diğer ayağımla yere basamadan ben de geriye doğru düştüm. Akın’nın kahkahaları salonda yankılanırken Manolya endişe cümleleri savurmaya başladı. Ben de gülerek kafamı geriye doğru eğdim. Gözlerim bu sefer de Kıraç’ ın kestaneleriyle kesişti, endişeli tavrının yerini bir anda tatlı bir gülümseyiş aldı. Derin de gülmeye başlayınca bize birşey olmadığına ikna olan Manolya’nın kahkahası da bize eşlik etti. Güldük. Güldük… Gülmek… Gerçekten samimi olunduğunda harika bir şey. Daha önce bu kadar içten güldüğümü hatırlamıyorum. Sen ne hatırlıyorsun ki? Hiçbir şey olsa bile şu an gülmek istiyorum. Belki de kafamı kırsam da hatırlamayacağım. Hahhahah. Zaten kendimi yeniden yazmaya karar vermiştim. Akın, kolumdan tutup önce beni yerden kaldırdı sonra da Derin’i. İkimizi de kendine çekip kollarının altına alarak sırtımızı sıvazladı. Derin de hemen kolunu bana sardı. İkisinin arasında küçücük kaldığımı hissettim. Akın tek kaşını kaldırarak bakışlarını bana eğdi “Bir şey hatırladın mı?” Başımı iki yana salladığımda tekrar gülmeye başladık. Aralarından kurtulup bize masum masum bakan Manolya’yı kolundan tutup yanımıza çektim. Uyguladığım kuvvetle başı Akın’ın göğsüne çarptı. Akın’ın gözleri kocaman açılırken Manolya da ürperdi. Bu çarpışma hepimize iyi gelecek. Akın normale dönüp kollarını tekrar bize sardı, başını da eğdiğini fark etmeyen kördür. Öyle çok da tanımadığım bu insanlar arasında ilk defa kendimi sıcacık hissediyorum. İlk defa bu kadar içten gülmüş ve sıcacık. Sanırım mutluyum. Ama bilirsiniz arkadaşlar mutluluk saatlerce sürmez. Anlık gelir. O anı saatlerce düşleyip tekrardan mutlu olmaya çalışır insan. Fakat o an, çok daha özel, taklidi olan bütün anlardan. 🏵️🏵️🏵️ Dedim ya “mutluluk saatlerce sürmez” öyle işte. O anlar sadece minik bir gülümseme oluşturuyor dudaklarımda. Belki o an da o kadar güzel bir an değildi. Sadece hatırladığım zaman diliminde en çok güldüğüm an olabilir. Veya hatırlamadığım sevginin varlığının da kesin olmamasıyla birlikte ilk defa sevgi gördüm işte. Hatırladığım tek sevgi parçası. Nefes verdim. Herkes uyuyor, bense uyuyamadığım için salona indim. Cam duvarın önündeyim yine. Arkasında olmak istemezdim bu vakitte. Işıkların birini yaktım, çok aydınlık olmasın. Dışarısı gerçekten çok ıssız. Böylesi daha iyi.Korkmama rağmen böylesi daha iyi. Odada duramadım.Küçük bir pencereden gökyüzüne bakmaktansa kocaman bir cam duvardan manzarayı seyretmeyi tercih ettim. Hem buradan izlerken yorulmuyorum, minderim rahat, cama yaslanmak zorunda değilim. Bu yaptığım size ilham verebilir. Eğer dar bir pencereniz varsa onu daha büyüğüyle değiştirin. Görüş alanınız genişleyecektir. Duvarlar tamamen şeffaf olana kadar bu yaptığınızdan vazgeçmeyin. İşte o zaman manzara tüm çıplaklığıyla karşınıza düşer. Ben şu an cam duvardan manzarayı seyretsem de kendi zihnimin manzarasına bodrum katım. Belki pencerem vardır, emin değilim. Olsa bile gördüğüm tek şey kaldırımdan yürüyen insanların bacakları. Bu üzüyor tabi. Ama ben kendi stilimle kendimi baştan yazacağım demiştim. Hâlâ hatırlamaya çalışıyorum ama. Rahat durmuyor zihnim. Nasıl unuttuysam artık hatırlamak mümkün olmuyor. Burnuma dolan kahve kokusuyla kaşlarım hafif çatıldı. Yıldızlardan gözümü kaydırdığımda camdaki yansımayı fark ettim. Başımı hemen geriye çevirdim. “Hoş mekân” diyip gülümseyerek yanıma çöktü ve elindeki bardakların birini bana uzattı profesör. Gülümseyip elindeki bardağı aldım. “Gerçekten hoş.” “Ve teşekkür ederim.” dedim elimdeki bardağı işaret ederek. Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini yumdu ve başıyla onayladı. Ben de kahvemden içtim. Kıraç’ dan daha sert kahve beklerdim. Bu yumuşacık. Gerçi beni zaten uyku tutmuyor onu içsem sabaha kadar dışarıyı izlerim. “Beğendin mi?” dedi Kıraç, gülümseyerek başımı salladım. O da gülümsedi. O susuyor, ben ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Yaklaşık beş altı dakikadır böyleyiz. Zaten pek konuşkan biri değil, bir de benimle olunca daha da beter. Büke’yle nasıl konuşuyordu ama. Sorun bende bence. Zaten sorduğum soruya da cevap vermemişti geçen. Kızım! Onu tanıyor uzun zamandır. Sen daha yeni geldin ve ne mal olduğun belli değil. Haklısın. Evet haklıyım. Offffffffffffffffff. “Ne düşünüyorsun?” sessizliği bozdu. Soğumuş kahvemden son yudumu aldım. “Aslında çok karışık, yani bilmiyorum.” “Anlıyorum, hiçbir şey hatırlayamamak zor olmalı. Bazen hatırlamak da zor olabiliyor” diyip burukça güldü. Demek hatırlamak istemediği şeyler var. “Öyledir. Belki de hatırlamamam benim için daha iyidir. Delirdiğime göre.” ben de güldüm, burukça. Sıkıntılı bir nefes verdi “Delirdiğini sanmıyorum. İlaçların etkisi. Oraya düşme sebebin de gücün olmalı. Fakat anlamadığım şey senin gücünün farkında olmayışın. Hatırlamıyor olabilirsin gerçi onu da.” “Ben de onu sorguladım ama İlker bana ben farkında olmadan sürekli ilaç vermiş. O yüzden kendimde olamıyordum sanırım.” “İlker de kim?” merakla sordu. “Yani kimseyi hatırlamadığını sanıyordum.” “Hastanede çalışıyor, sürekli yanıma geliyordu. Hatta o adamlarla gitmemem için bana yine ilaç vermişti. Ama uyandığımda kendimi adamlarla aynı arabada buldum.” “Anladım.” Ben her şeyimi anlatıyorum boşuna. Boşuna değil de ne bileyim neden ona güvenmem gerekiyor ki? Gerektiğini kimse söylemedi. Saçmalıyorum. “Bugün olanlar hakkında doğru düzgün konuşamadık. Yani herkesin içinde konuşmayı pek de doğru bulmadım aslında. Biraz hassas bir konu.” “Aslında çok bir şey öğrendim sayılmaz. Ailemi kaybettiğimi, mezun olduğum bölümü falan.” aa doğru ya. O ağzını açamadan konuşmaya devam ettim. “Felsefe kitabı var mı sende? Yani felsefe mezunuyum da eğer felsefe kitabı okursam belki bir şeyler hatırlarım diye düşündüm.” dediğimde dudakları kıvrıldı. “Kitaplıkta aradığın her şeyi bulabilirsin. Ama dikkat et raflar üzerine devrilmesin, biraz sıkışık orası.” gülümseyerek başımı salladım. “Ama hangi kitaptan başlamam gerektiğini bilmiyorum.” diyerek tavsiye vermesi için yüzüne baktım. “Immm, aslında en baştan başlaman gerekiyor gibi. O yüzden bir felsefe romanıyla başla. ‘Sofie’nin Dünyası’ bunun için uygun.” diyince bardağımı bırakıp ellerimi birleştirdim ve çenemi ellerime dayadım. Gülümseyerek “Teşekkür ederim.” dedim. Bana kocaman gülümsedi. Elim çenemden kaydı, başım öne doğru düşerken beni omzumdan tuttu. “Dikkat et Od-Umay.” Od-Umay? Başımı doğrultup daha düzgün bir şekilde oturdum. “Neden Od-Umay?” deyip vereceği cevabı bekledim. “Ateş olduğun için.” dedi. Düşünmeden. “Anladım.” dedim bu sefer ben. “Tekvando olayınız gerçekten garipti.” dedi gülerek. “Hatırlarım belki diye. Sonuç değişmedi.” dedim düz bir sesle. “Siz de Büke’yle iyi anlaşıyorsunuz sanırım.” söylememeliydim. Niye söyledim? Niye söylememeliyim ki? Sadece merak. “Büke.” dedi, nefes verdi. “Ortak ilgi alanlarımız var. Yani işte şifacı o ben de yarı doktorum.” “Yani evet.” başka ne diyebileceğimi bilmiyorum. “Yaşı biraz büyük ama hepimizin ablası gibi.” dediğinde tek kaşım hafif kalkıp indi. “Derin kocakarı diye takılıp sinir ediyor Büke’yi” dedi ve güldü. Ben de eşlik ettim. Derin zaten… Bugün baya canını yakmış olmalıyım. Hem yaktım hem tekme attım. Başına gelmeyen kalmadı benim yüzümden. Yarın özür mü dilesem ne yapsam? Aslında kuru bir özürle geçiştirilemez çektiği acı. Nedir benden çektiği? Bir şey söyleyecekmiş gibi dudakları aralandı ama söylemedi. Cama doğru döndü. Sonra tekrar dudakları aralandı ve yine kapandı. Bir şey söylemedi. Ben de sormadım. Biraz daha sessizce oturduk. Sessizlik sardı geceyi. Belki de odaya çıkmalıyım. Çıkmak istemiyorum. “Peki sen..” ile başladığı cümle kapının çalınmasıyla yarım kaldı. “Bu saatte kim gelebilir ki?” dedim. Kaşlarını çatarak ayağa kalktı. Ben de ayağa kalktım. “Sen burda bekle.” diyerek kapıya doğru gitti. Ben de tabi ki de bekledim. Onu dinlediğim için değil de oraya gitmemin saçma olacağını düşündüğüm için. Kim geldiyse yanlış anlamasın. “Zuhaaal” Zuhal mi? O da kim? “Canııııım” diyerek kendini Kıraç’ın kollarına atan kızmış. Zuhal yani. Onun sarılışıyla profesör de kahkaha attı. Uzun uzun sarılıp ayrıldıklarında Kıraç kapıyı kapattı ve Zuhal’i kolunun altına çekti. Zuhal ile gözlerimiz kesişti. Işığın azlığından ve uykulu gözlerim nedeniyle tam seçemedim rengini. Siyah sanırım. Bana kaşlarını çattı, ben de dümdüz baktım. Niye boş yere kaş çatıyorsa. “Bu kız kim?” dedi pek de hoşnut olmayan bir tavırla. Kıraç ise “O yeni bir arkadaş, hadi odaya çıkalım.” dedi onu merdivenlere yönlendirerek. Şaşkınlıkla baka kaldım. “Benim odamı ona verdin? İnanamıyorum sana.” diye isyan ederek Kıraç’la birlikte ilerledi. “Birlikte uyuruz işte daha ne istiyorsun.” dedi Kıraç gülerek. Zuhal söylenmeye devam etti, Kıraç da gülmeye. Gözden kayboldular. Vaooov Vay be. Aman bana ne be. Aynen amannn. Bu gece beni uyku tutmaz zaten bu saatten sonra. Kitaplığa doğru yaklaştım. Sofie’nin Dünyası’nı bulmak için birkaç dakika raflara baktım. Uykum olup da uyku tutmadığı zaman beynim iyice bi çalışmamaya başladığı için biraz daha öylece orada dikildim. Sonra fark ettim ki bu taraf tarih bölümüymüş. Rafların üzerindeki yazılara bakıp felsefeyi sonunda gördüm. O tarafta Kıraç’ ın dediği kitabı aradım aradım aradım. Kitabı en üstte görünce göz devirip elime ilk gelen kitabı alarak eski yerime döndüm. Sırtımı cama yaslayıp kitabın kapağını inceledim. “Tanrı Matematikçi mi?” Bilmiyorum. Kitabın kapağını açtım. “Sofie’ye” Bu da mı Sofie… Neyse okuyalım bakalım. Yapılacak daha iyi bir şey yok. Kendimi yanlış yerde arıyorum belki de. Belki de. 🏵️🏵️🏵️ |
0% |