@yildiz_sena
|
Karanlık… Karanlık… ve şefkatli gözlerdeki o ışık. Kırlaşmış saçları, torbalı gözleri, gülümseyişiyle gözlerinin kenarlarında beliren çizgiler… Babam o benim. Babam. Sevinçle koşturduğum adam babam olmalı. Babam. Kollarımı sımsıkı sarıp güvenle başımı omzuna yasladığım adam babam. Kokusunun, “kızım” diyişinin huzuruyla gözlerimi yumduğum adam babam. Sırtımı sıvazlayan, beni sımsıkı saran adam babam. “Kızım, canım kızım, dikkatli ol.” Gözlerim açılıyor, neden, neden dikkatli olmalıyım? Kırmızı bir çift göz gözlerimle kesişiyor. “Seni seviyorum kızım.” Babam başımı öpüyor. Benim gözlerim kırmızı gözlerde. Siyah bir kurdun kırmızı gözlerinde. “Hiiiiii’hh” Elimdeki kitabın çekilmesiyle gözlerimi salonda açtım. Kaşlarımı çatarak etrafıma bakındım. “Burada mı uyudun sen?” dün akşamki kız bu. Evet evet neydi adı? Elimden az önce çektiği kitapla kendine yaptığı rüzgar siyah, uzun ve düz saçlarını sallandırıyordu. “Hey, kitabıma o şekilde davranma.” diyerek doğruldum ve elimi kitaba doğru uzattım. “O kitap abimin.” kolunu kaldırarak kitabı benden uzaklaştırabileceğini düşündü. Kızım biz aynı boydayız. Sadece benden birazcık daha balık etli. Ben de durmadım ve elimi kitaba uzattım. “Kim senin abin?” dediğimde parmak ucunda yükseldi sanki tekrar uzanamayacakmışım gibi. “Bu evin ve kitabın sahibi benim abim. Yani profesör diye bildiğiniz ama benim abim olan abim.” Sesi sona doğru yükseldi. Kitabı kavradığımda sırıtarak yüzüne baktım. “Abinin kim olduğu da kitabın kimin olduğu da umrumda değil aslında. Kitabın yazarı bile olsan ona böyle davranamazsın.” Nefes vererek kaşlarını çattı. “Kitaba bir şey yapmadım ben.” diye cırladı. Uyuz. Sesiyle yüzümü buruşturdum. “Kitabı büktün, büktün! Nasıl bir şey yapmamış oluyorsun?!” Ben de bağırayım artık dimi. “Takıntılı manyak!” sesi yine kulaklarımı tırmaladı işte. Sabah sabah reva mı bu? Göz devirerek kitabı çektim. O da çekti. Tekrar çektim, onun da çekmesiyle üstüne doğru devrildim. Birlikte minderlere serildik. Ve tabi cırlaması yüzünden tekrar kulaklarıma acıdım. “Ihhhh manyak! Senin yüzünden düştük işte!” sensin manyak. Ben manyak değilim. Ben. Deliyim. Güldüğümde daha da çok sinirlenmiş olmalı ki saçımı çekti. Cadı! Sana mı gülüyorum salak! Ben de cırlayıp onun saçına yapıştım. Rahatlatan bir uygulamaymış doğrusu. “Manyaaaağğğk bırak saçımı! Korkunç yaratık! Eroin mi çektin sen o gözlerinin altı ne öyle! Korkunçsuğğn!” sana ne. “Önce sen saçımı çektin!” “Senin yüzünden düştük!” “Kitaba insan gibi davransaydın!” Biz yerde boğuşurken kahkaha sesiyle karışık “Siz napıyorsunuz?” “Kızlar!” gibi şeyler duymuş olabilirim ama umrumda değil. Aslında tek neden kitabı bükmesi değildi. Rüyam…Belki de kabusumun onun yüzünden yarım kalmış olması ve uyuzluğu. Evet en büyük neden uyuzluğu. Omuzlarımdan tutulmak suretiyle o cadının üzerinden kaldırılmaya çalışıldım. İkimiz de birbirimizin saçını bırakmadığımız için büyük bir cırlama daha salonu inletti. Kahkaha Derin’den “Yapmayın kızzlaaar.” da Manolya’ dan olduğuna göre omuzlarımdan tutan kişi… Profesör. Zuhal hanımın saçını bıraktım. O süpürge saça ihtiyacım yok. Kıraç’ ın uyarısıyla Zuhal de saçımı bıraktı. Profesör beni doğrultup kardeşini yerden kaldırdı. Doğrulduğumuzda ikimiz de ilk olarak elimizi saç köklerimize götürdük. Derin gülmekten konuşamıyordu. Profesör kaşlarını çatmış ikimize bakıyordu. Manolya da endişeyle bize yaklaştı. “İyi misiniz?” Başımı salladım elim hala kafamdayken. Ama Zuhal hanım yine susmadı. “Manyak!” “Cadı” “Iğğğğğh!” “Kopan saçlarını topla, süpürgene takarsın.” Zuhal’in ağzı açık kaşları çatıkken Derin kriz evresine geçiş yaptı. Profesör de dudağının kenarıyla güldü, fark etmedim değil. Manolya nefes verip “Ben Tuna abinin yanına gidiyorum. Kahvaltı hazırlamasına yardım edeceğim.” diye diye mutfağa doğru gitti. “Saçlarınız kalkışa hazır. Puhahahahahhah.” seni de yolalım istersen Derin. Fark ettim de Zuhal’in yolunmuş saçlarıyla Kıraç’ınkiler aynı ton. Farklı olarak gözleri de siyah. Pembe dudak, minik burun, elmanın içi gibi beyaz teni. Ben bunları görmeden önce kendimi beyaz sanıyordum. Zuhal hepimize tip tip bakıp Kıraç’a yaklaştı ve ona yaslandı. Anladık abin var. Ne kötüyüm. Ama o da insan uyandırmayı öğrenmeli. Rüyaları bölmemeli, kitapları bükmemeli ve küçük dağları ben yarattım bakışları atmamalı. Derin de bana yaklaştı ve ellerini saçıma götürüp bulaşıklarımı açmaya çalıştı. Bense ‘böyle bir şeyi beklemiyordum şaşkınlığı’ bakışlarımı onun üzerine diktim. Gülümsüyordu. Gözleri ve elleri saçlarımda, gülümsüyordu. Gülümsemek… Babamı gördüm gerçekten bu sefer. Artık onu hatırlıyorum! Babamın sesini, yüzünü, kokusunu hatırlıyorum. Gerçekten hatırlıyorum. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Ama o kırmızı gözlü kurt… Pek güzel bakmıyordu. Hatta korkunçtu. Ahhhh neden uyandım ki! O kurt da neyin nesi! Ellerimi yüzüme götürüp bastırdım. Parmaklarımın uçlarıyla alnımı ovdum. “Offffff” delireceğim. Ellerimi yüzümden çektiğimde tuhaf bakışlarla karşılaştım. “Ben yüzümü falan yıkayım.” diyerek bir şey söylemelerine izin vermeden merdivenlere doğru hızla ilerledim. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp doğruca lavaboya gittim. Aynaya baktım huzursuzca. Korkunç görünüyorum. Göz altlarım mosmor ve şişik, saçlarımı da Derin düzeltememiş belli. Peki ya içim? Orası daha dağınık. Babam… Kurt… Babam… Ahhh. Beni yüz yıkamak bile kurtarmaz. Duşa girmeliyim. Babamın gözleri… Hissettiğim o sıcaklık ve şefkat bana sonsuza dek yeter mi? Yetmese bile o hissi sonsuza kadar düşünüp sevildiğimi hissedebilirim. Mutlu olmalıyım. Onu gördüm. Babamı gördüm. Ama neden gözlerim yaşarıyor? Umutluyum. Hatırlamaya başlıyorum yavaş yavaş işte. Gerçekler acı olmasaydı hatırlamak daha çok mutlu ederdi. Belki de hatırladıktan sonra zihnimi yok etmek isteyeceğim. Pişman olacağım. Keşke hiçbir şey hatırlamasaydım diyeceğim. Ölmüşler işte daha kötü ne olabilir ki? Onlarla olan anılarımı hatırlayacağım işte. Babamı hatırladım ama… Rüyanda gördün Melek. Anneme dair hiçbir şey yok. Akın’ın öğrendiği bilgiler çok yetersiz. Hatta komik denilecek kadar az. Akın’la tekrar konuşmam gerekiyor. Bu işte bir gariplik var. O kadar az bilgi olmamalı. Hafızasını kaybeden birini neden deli hastanesine yatırırlar ki? Tamam amaçları belli ama bu işte tuhaflıklar var. Oturmayan yerler var. Saçmalık! Çocuk kandırıyormuş gibi. Neyse. Bu işin peşini bırakacak değilim. Hayattaki tek amacım kendimi ve geçmişimi tanımak. Bu aynadaki kişi kim!!!! … Mutfağa gittiğimde herkes çoktan kahvaltısına başlamıştı. Kimin nasıl baktığına dikkat etmeden boş olan yere oturdum. Manolya ve Tuna abinin arası. Tabağıma alerjimin olmadığı şeylerden aldım. Bakışlarımı tabağımdan kaldırdığımda Zuhal’in sinir bozucu bakışlarıyla karşılaştım. “Senden hiç iyi enerji almıyorum.” ben de ona boş boş baktım. “Ne yapmam gerektiğini çözemedim.” “Savaş devam ediyor.” Derin gülerek çayımı doldurdu. “Off sizin derdiniz ne?” dedi Manolya isyan edercesine. Zuhal tam ağzını açmıştı ki Profesör “Sadece birbirlerini yeterince tanımıyorlar. Tanıştırmadık bizim suçumuz.” diyerek ikimize de uyarıcı bakışlar attı. Her gün yeni biriyle tanışmak zorunda mıyım ben? Tanıştıklarım yetmiyor mu? Neyse tanışalım bakalım. Zuhal kollarını kendine sarıp arkasına yaslandı ve başını dikleştirip bana göz ucuyla baktı. Ah ben çok meraklıyım sanki. “Hadi tanışın ne bekliyorsunuz? İlla ben mi tanıştırayım? Zuhaaal hadi.” Dün akşam kaçar gibi odana götürmeseydin çok tanışmamızı istiyorsan. Bu Profesör de bir cins. Zuhal yüzünden ona da sinir olmuş durumdayım. Zuhal eveledi geveledi en sonunda “Ben Zuhal Duman, yaşımı söylemekten pek hoşlanmıyorum hem bu seni ilgilendirmiyor.” diyebildi. “Zuhaaaaaal.” diye tekrar uyardı abiciği. “Offfff yirmi dokuz yaşındayım, asla otuz değil.” Herkes kıkırdadığında Zuhal hepimize öldürücü bakışlar attı. “Devam et.” dedi Kıraç. “Şamanım ben. Gücüm diğerleri gibi kendini belli eden bir yapıya sahip değil. Tabi ben istediğimde bunu çok net belli edebiliyorum.” Şamanlar gerçek miydi ya? “Ruhlarla iletişim kurabiliyorum, geleceği tahmin edebiliyorum ve hayvan kılığına girebiliyorum.” yuhhhhhhh. Ben neden sadece cehennem gibiyim. Ateşli. “Eeeee” diyerek kaşlarını kaldırdı ve bana söz hakkını verdi. “Ben Melek Kızılgök” yani öyleymişim. Tuna abi öksürerek bana döndü. “Kızılgök mü?” Başımı sallayıp konuşmaya devam ettim. “Aslında hiçbir şey hatırlamıyorum ama yirmi üç yaşındaymışım falan. Gücüm de ateş.” “Ateş mi?” neden herkes söylediklerimi sorguluyor? Zuhal Kıraç’a dönüp fısıldayarak “O da mı ateş?” dedi. Kıraç başıyla onayladı. “Peki kan?” dedi yine sessize. Kıraç ‘bilmiyorum’ anlamında dudaklarını büzdü. “Ama olsaydı şimdiye kadar fark ederdik.” Ne yani? ‘O da mı ateş?’ derken? Başka bir ateş varmış. Kan? “Ne oluyor?” dedi Derin sorgularcasına. “Bir şey olmuyor.” diyerek bana kısa bir bakış atıp yemeğine döndü Profesör. “Duyduk Profesör, fısıldaşmanız düşündüğünüz kadar sessiz değildi.” çatalını bırakıp sarı saçını kulağının arkasına götürdü. Kıraç duraksadı ve Manolya’ ya “Tanıdığımız başka bir ateş daha vardı sadece. O kadar önemli bir konu değil.” diyerek önüne döndü. Vardı… Artık yok mu? Olsaydı bir şeyler sorabilirdim. “Her gücün bir sahibi olduğunu sanıyordum, öyle söylemiştin.” dedi Derin kaşlarını çatarak. Kıraç sıkıntılı bir nefes vererek bu sefer bakışlarını bana çevirdi. “Ben de öyle biliyordum ta ki Melek’i görene kadar.” “O kişinin Melek’le bir bağlantısı olabilir mi?” diye sordu Manolya. Daha neler çıkacak bakalım? “Sanmıyorum.” diyerek gözlerini benden çekti. Sıkıldım. Sıkıldım bu bilinmezlikten. Belki de ben de ölmeliydim. Böylelikle tüm bunlardan kurtulmuş olurdum. Ben doydum sanırım. “Akın’ ı çağırabilir misiniz?” sanırım tek yardım edebilecek kişi o. Bunlar sadece sinirimi bozuyor. “Neden?” Derin’e yan bir bakış atıp ayağa kalktım. “Lazım.” Manolya’nın gülümsemesini, Derin’in ise hoşnutsuz bakışlarını yakaladım. Bence Manolya ile bu konuda konuşmalıyım. “Sen neden çağırmıyorsun?” dedi Zuhal sinirimi bozmak isteyen bir tavırla. Nasıl ve neden çağıramayacağımı anlatmaya gerek duymuyorum. “Ben çağırırım. Şey yani Melek’in telefonu yok.” ve şapşalca sırıttı Manolya. Ben de zevkle gülümsedim, masadaki diğer suratsızlara üstten bakışlar atıp mutfağı terk ettim. Kafa dinlemeye ihtiyacım var anlıyor musunuz? Akın ve Manolya yeter bana. Sürekli hep birlikte takılmak zorunda olmaktan sıkıldım. Sağlıklı iletişim kuramıyoruz. Koltuğa doğru aheste aheste yürüdüm ve kendimi koltuğa bıraktım. Elime aldığım bütün kitaplar yarım kalıyor. Dün ne kadar okudum, ne zaman uyudum, bilmiyorum. Okuduğum hiçbir şeyi de hatırlamıyorum. Her şey boşuna. Uyku tutmadığı için kitap okuyorum, kitap okurken uyuya kalıyorum. Bir şeyler hatırlamak için kitap okuyorum, okuduklarımı bile hatırlamıyorum. Ama artık babamı hatırlıyorum. Fotoğraflarını araştırıp gerçekten o olup olmadığına emin olacağım. Yüzüme oturan gülümseme ve koltuğa oturan ben… Çok yakıştık birbirimize. 🏵️🏵️🏵️ Evet yine yalnız kalamadık. Solumda Akın, sağımda Manolya, Manolya’nın yanına sıkışmış bir adet Derin ile en sevdiğim yer olan cam duvarın önündeki minderlere oturmuşuz. Akın’ın kucağında bilgisayar, Manolya’nın kucağında kuruyemiş dolu bir kase, benim elimde ise defterle kalem. Akın araştıracak, ben unutmamak için not alacağım, Manolya da bizi besleyecek. Peki Derin? O kendisi eklendi. Kıraç yine kahvesi ve kitabıyla koltuğun her zaman oturduğu tarafında dünyayla bağlantısını kesmiş. Zuhal kendisine fotoğraf çekip duruyor, ara sıra -mutfağa gidip gelen- Tuna abiyle konuşuyor. Akın tam bilgisayarla bağlantıya gireceği sırada “Şova gerek yok Akın, dümdüz araştır işte.” dediğimde Derin hem bana hem de Akın’ın yüz ifadesine güldü. Sanırım eksik olan mutluluğumuz için Derin burada. Akın surat asmaya devam ederken Manolya Akın’ın ağzına birkaç tane fıstık tıkıştırdı ve Akın artık dünyanın en mutlu insanı. “Hadi hadi, sonsuza kadar sırıtmanı bekleyemem. Öğrenmem gereken şeyler var.” Amaca yönelik olun biraz. Unutmamam gereken her şeyi not alacağım, tabi önce fotoğrafını görüp rüyamdaki ile teyit etmeliyim. “Aynen çabuk ol.” dedi Derin ağzını kuruyemişlerle doldurarak. Akın, Derin ve bana öldürücü bakışlar attıktan sonra Manolya’ ya gülümseyip bilgisayarına döndü. Bazen ben de aynada kendime öldürücü bakışlar atıyorum ama hiç korkutucu olmuyor. Muhtemelen insanlara bu bakışı atsam onlar da korkmazlar. Ama bence korkmalılar, bakışlarım yumuşak olsa bile yapabileceklerim biraz sert olabilir. Ya he he ne yapabilirsin ki? Yakarım. Yakar mısın gerçekten? Yakmak istemem ama sinirliyken yaptıklarımdan ben sorumlu değilim dimi ama. Belki de öyleyim. Sorumluyum yani o yüzden kendimle ilgili bir şeyler öğrendikten sonra bu gücü kontrol etmeyi öğrenmeliyim. Kimden öğreneceksem? Akın acaba bunu da araştırarak bulabilir mi? “Kime bakıyoruz önce?” Akın hafiften bana döndü. “Babamı, Giray Kızılgök.” Akın başıyla onaylayıp hızlıca ismi girdi. Üzerimde hissettiğim bakışlarla karşıya baktım. Tuna abi kaşlarını çatmış şaşkınca bana bakıyordu. Nedenini anlamadığım bu bakışa ne yaptığımı bilmiyorum gülümsemesiyle karşılık verdim. Ayağa kalktı, biraz daha bana baktı, gözleri yüzümün her zerresinde gezindi. Sonra dudakları aralandı “İşin bittiğinde mutfağa gel.” diyerek ben daha onaylayamadan veya niyesini soramadan arkasını döndü ve o nadiren çıktığı mutfağına geri döndü. Ben hâlâ anlamsızca arkasında kalan gözlerimi çekemezken Akın beni dürterek ona dönmemi sağladı. Eliyle bilgisayarı işaret etti. Küçük bir sessizlik ve meraklı gözler eşliğinde bakışlarımı bilgisayara çevirdim. İçimdeki o dağınıklıkta bir yerleri toplamak için çıktığım bir yoldu bu. Gözlerim görmüyordu, gözlerim kendisini buğulayarak düşünce evrenimden çıkmamı engelliyordu. Gözlerimi sımsıkı yumup açtım ve rüyadan uyandım. Gerçekliğe adımımı attım. Gördüğüm fotoğraflarla, rüyam artık gerçekti. Gerçekten hatırlamışım onu, yüzünü, şefkatli bakışlarını. Yanağımda hissetiğim yumuşak el ile Manolya’ya döndüm, gülümsedi. Tekrar ekrana çevirdim yüzümü, rüya değildi bu sefer gerçekti işte. Fotoğraftan çıkıp sarılamasa da bana, rüyamda sarmıştı kolları beni. Gerçeklikler yer değiştirse keşke. Hatırlamak üzer miymiş insanı? Hiçlikten iyi değil midir üzülmek? Öyledir muhakkak. “Babana benzemiyorsun.” dedi Derin sessize. Kalbimin atışı, ağlama isteğim, nefes alamayışım, sonsuz merakım… Direnmeliyim. Devam etmeliyim. Öğrenmeliyim. Güçlü olmalıyım. Her şeyi öğrenip yalnız kalana kadar direnmeliyim. “Bu fotoğraflardan çıkartabilme imkanım var mı?” sesim bu kadar titrek çıkmamalıydı. Akın burukça gülümsedi. “Senin için daha iyisini yapabilirim. Ama şu an araştırmamıza devam edelim istersen.” Başımı salladım içimdeki kız çocuğunun kabullenişi gibi. Çok geçmeden babamın öz geçmişine ulaştık. Her şey çok güzel ilerliyorken okuduğum son cümle bana hayatımın şokunu yaşattı. “Baban da o hastanede doktormuş.” Zihnimde bile dile getiremediğim o cümle Derin’in dudakları arasından havaya karıştı. Herkesin gözleri üzerime döndü. Profesörün bile. Akın kaşlarını çattı “O zaman neden hastane kayıtlarında böyle bir şey yazmıyordu?” “O kayıtlarda ölüm sebebi bile yazmıyordu.” dedim çatlayan sesimle. Ölü bulunmuş, çalışma odasında… Ama kimse tanı koyamamış. Ölüm sebebi burada da yazmıyor. Babam psikiyatrmış ve üstelik o hastanede çalışıyormuş. Babam da bu işin içinde miymiş yani? Onun da kötü olduğunu düşünmek istemiyorum. Her şeyin başka bir açıklaması olmalı. O kadar şefkatli bakışların ve gülümseyişin sahibi kötü olamaz. “Sosyal medya hesapları hâlâ duruyor” diyerek babamın hesaplarından birine tıkladı Akın. Fotoğrafları yavaş yavaş aşağı doğru kaydırdı. Psikoloji ile ilgili paylaşımlar, söyleşi tarihleri, canlı yayınlar… “Kişisel hesabına bakalım bence.” dedi Manolya. Akın da onu onaylayarak diğer hesaba girdi. Yalnızca dört gönderi vardı. Fotoğraflar yüklendiğinde Akın ilk baştakine tıkladı, beyaz doktor önlüğüyle bir zamanlar yapraklarını saydığım ağacın yanında, o hastanede poz vermiş. Gülümsüyor. Akın kaydırmak için benden onay istermiş gibi yüzüme baktı, ben de gülümsedim. Bilgisayara dönüp yavaşça sayfayı kaydırdı. Ben… Babam ve ben. Üzerimde siyah mezuniyet cübbesi, kenarları altın sarısı. İçimde ise bebe mavisi bir elbise. Saçlarımı açık bırakmışım. Düz ve açık, sağ tarafımda beyaz minik bir çiçekli toka, kucağımda ise renkli çiçek buketi. Babam, takım elbiseli ve oldukça şık. Kolunu omzuma atmış ikimiz de gülümsüyoruz. Kocaman gülümsüyoruz. Hatırlamadığım güzel bir an daha. “Açıklama çok güzelmiş.” Manolya’ nın aksine ben hâlâ açıklamayı okumamıştım. Fotoğrafı sanırım okulun merdivenlerinde çekilmişiz. Gözlerimi açıklamaya indirdim. ‘Küçük kızımın büyüdüğünü görmek gözlerimi doldursa da en mutlu günlerimizden biri. Beni mezuniyetiyle gururlandıran güzel kızım. Daha yolun başındasın, okumayı, öğrenmeyi asla bırakmayacağını biliyorum. Sen de bu hayatın nasıl yaşanılabilir olduğunu... Daima kendini geliştir, gözlerindeki ışık her şeye yeter. Seni seviyorum.’ Buruk bir mutluluk olmalı. Şu an yaşadığım. Gerçekten sevmeyi bilen biriymiş babam. Bu sözleri kendisinden duymasam da -belki hatırlamasam da- duymuş kadar oldum. Keşke bütün bunları kendime saklayabilsem. Hiçbir şeyim olmasa bile bütün bunları saklayabileceğim bir kutum olsa. Akın yine sayfayı kaydırdı. Babam, bana benzeyen küçük bir kız ve bir kadın… “Annen bu olmalı” dedi Derin. Ben sormadan “Sana benziyor.” açıklamasını yaptı. Kadını dikkatle inceledim. Saçlarım, yanaklarım, dudaklarım, çenem, burnum… Hepsi anneme benziyor. Ama gözlerim… Gözlerim babamın gözlerine benziyormuş. “Küçükken çok tatlıymışsın.” dedi Manolya gülümseyerek. Akın da onayladı. Derin ise “Pek değişmemiş, hâlâ öyle” dedi sesi gittikçe kısılarak. Küçüklüğüme baktım, bana ne kadar yabancı, bir o kadar da yakın. Ne rengim soluk ne saçlarım karışık. Çocuksu mutluluğum gözlerimden okunuyor. Babamı çok kez rüyamda görmeme rağmen annemin yüzü bile tanıdık gelmiyor. Ama her şey yavaş yavaş geri gelecek zihnime. İnanıyorum. Akın son kez sayfayı kaydırdığında çok eski bir fotoğrafla karşılaştık. Sadece babam ve annem. Birbirlerine gülerek bakıyorlar, el ele, deniz kenarında. Onlar da birbirlerini gerçekten seviyormuş. “Fotoğraf sekiz yıl önce yüklenmiş. 2015” Annemin öldüğü yıl. Ben o zaman 15 yaşında olmalıyım. “Ama daha önceden çekildiği belli oluyor.” “Nerden biliyorsun Akın?” diye sordum anlamsızca. “Saç modelinden ve kıyafetlerden.” yani olabilir aslında. “Melek’in hesabı var mı baksana.” dedi Manolya biraz heyecanlı ve meraklı ses tonuyla. Akın yine onayladı. Yeter ki Manolya bir şey yapmasını söylesin. Derinle birbirimize bakıp aynı şeyi düşünerek - yani öyle olduğunu düşünüyorum- gülümsedik. Akın benim hesabımı da önümüze serdiğinde hep birlikte bilgisayara odaklandık. Çiçek, böcek, deniz, gökyüzü, diğer doğa harikaları.. Altlarında uzun uzun yazılar. Kesin felsefe yapmışım dimi. “Bu da ne? O sarışın adam da kim?” Derin’in hoşnutsuz tavrı beni de biraz germişti. Kimdi ki? Hatırlamıyorum. Hiç hatırlamıyorum. Sehpaya konulan bardağın sesiyle başımı yine karşıya çevirdim. Ve bu sayede Kıraç’ın meraklı bakışlarını fark etmiş oldum. Hemen gözlerini çekti. Merak mı ediyordu yani? “Yakışıklıymış.” yapma Manolya yanarsın. Akın kaşlarını çatarak hızla Manolya’ya döndü. “Neresi yakışıklı bunun? Hiç yakışıklı değil. Sen yakışıklı görmemişsin.” “Aynen bu mu yakışıklı? Pehhh” dedi Derin onaylar gibi. “Siz ne anlarsınız.” diyerek fotoğrafa bakmaya devam etti Manolya. Bilerek yapıyordu. Hahah. Ben de hemen açıklamayı okudum. ‘Çok seviyorum 🧡’ neğğğğğğ çok mu seviyorum? “Yuhhh yuhhh yuhhh, bu kim de bunu çok seviyorsun?” Derin sanırım biraz sinirlendi. Manolya kahkaha atmaya başladı. Akın ise kaşlarını çatmaya devam etti. “Arkadaşlar..” gülmeye devam ettiği için cümlesini tamamlayamadı. Akın’ın damarlarındaki gerilimi hissettim. “Arkadaşlar o bir sanatçı. Gerçekten tanımıyor musunuz? Hahahah” “Tipsiz hıh.” dedi somurtkan kaplumbağa. “Bence de.” dedi yüksek gerilim hattı. Sanatçıymış demek. Hadi ben hatırlamıyorum bunlar ne cahil be. Diğer fotoğraflarıma da tek tek baktık, babam hariç hiçbir şey hatırlamasam da artık elimde birçok bilgi kaynağı var. Belki rüya görmeye devam edersem geri kalan şeyleri de hatırlarım. Bugün çok fazla yol katettim. Bu beni sevindiriyor. Defterime baktığımda not aldığım tek şeyin o hastanenin adı olduğu gözüme çarptı. 🏵️🏵️🏵️ |
0% |