Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@yildiz_sena

Öğrendiğim bilgilerle şimdilik yetinerek onları kendi hallerine bıraktım ve Tuna abinin yanına, mutfağa gittim. Yine o çorbanın kokusunu almış olmak beni gülümsetti. Geldiğimi anlayan Tuna abi bir şey söylemeden sandalyeyi işaret etti. Sandalyeyi çekip oturduğumda bir kaseye çorba doldurup önüme koydu. Çekmeceden çıkardığı kaşığı bana uzattı. Kaşığı aldım, gülümsedi ve karşıma oturdu.


Kaşığı kasenin yanına koyup bakışlarımı Tuna abiye kaldırdım. “Ne konuşacağız?” kaşlarıyla çorbayı işaret edip gülümsedi. Neden konuşmuyorsun acaba? Hem başlarda benden bir cacık olmadığını düşünen bu insan evladı neden bana çorba içiriyor?


Kaşığımı tekrar elime aldım. Beni büyüleyen çorbanın kokusuydu aslında. Zaman yolculuğu yapar gibi, geçmişten bir anı gibi. Kokusunu ilk aldığım gün anımsadığım karanlık anılar gibi. Bir kaşık aldığımda çorbanın ağzımda bıraktığı tat ile gözlerimi yumdum. Neden bu çorba babamı hatırlatıyor?


“Nasıl olmuş?” sorusuyla gözlerimi açtım. “Güzel. Ama kokusu beni daha çok etkiliyor.”


Başımı eğip çorbanın kokusunu tekrar içime çektim. Sonra tekrar Tuna abiye yöneldi bakışlarım. Gülümsüyordu. Çorbasının övülmesinden hoşlanıyor olmalı. “Nedir bu çorbanın sırrı?” deyip arkama yaslandım.


Bu sefer sesli güldü. “Sırlarımı paylaşmaktan hoşlanmıyorum.” demek öyle. “O zaman benimle paylaşacağın şey nedir?”


Ciddileşti. Duruşunu dikleştirdi. Gerçekten önemli bir şey sanırım anlatacağı. “Çorbanı bitirseydin. Senin için pişirmiştim.” bu çorbanın benimle kesinlikle ilgisi olmalı.


“Merak ediyorum, sonra da içebilirim.” ya içmeye devam edemeyeceğim bir şeyse. Başını salladı. “Nasıl başlayacağımı bilmiyorum.” dedi düşünceli bir şekilde.


“Bombayı patlat, gerisi gelir.” direkt söyle yani. Sağa sola çekmeye yok. Daha kötü bir şey duyabileceğimi sanmıyorum. Ailem ölmüş, ben delirmişim. Daha kötüsü yok.


“Sen dedin ya Giray Kızılgök..” babamla ilgili. Çorba boşu boşuna babamı hatırlatmıyormuş. “Evet, babam o.” artık eminim.


“Ben..” iyi ki direkt söyle dedim. “Siz?”


Nefes verip dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra tekrar bakışlarını yüzümde gezdirdi. “Ben babanı tanıyorum. Yani arkadaşımdı.” gözlerim şaşkınlıkla büyüdü.


“Ama arkadaşlığımızın sonlanmasına sebep olan bir şey yaşadık.” beni neden tanımadı ki?


“Çünkü sen küçük bir çocuktun o zamanlar. Büyümüşsün, değişmişsin. Aslında bakışlarından, annene benzemenden tanımalıydım seni. Tanıyamadım.” bu seferki şaşkınlığım içimden sorduğum soruya cevap vermesinden ötürüydü.


“Zihin okuyabiliyorum. Ama genelde okumayı tercih etmiyorum. İnsanların düşüncelerinden sıkıldım. Kendi düşüncelerim zaten yeterince zihnimi yoruyor.” ağzım şaşkınlıkla aşağı doğru kaydı. Neden kimse bana bu söylemedi!! Rezil oldum. Çünkü hakkında bir şeyler söylemiş olabilirim. Hatırlamıyorum.


“Dediğim gibi genellikle bunu yapmayı tercih etmiyorum. Babanın kim olduğunu öğrenene kadar seninle ilgilenmiyordum. O yüzden merak etme.” dedi bilmiş bir sırıtışla. İyi bari. Bundan sonra düşüncelerimi de şifrelerim.


“Neden aranız bozuldu peki?” sıkıntılı bir nefes verdi. Huzursuzlandı.


“Söylemeye çekindiğim kısmı da burası işte.” ne olmuş olabilir ki?


“Biz Giray’la henüz üniversite öğrencisiyken ev arkadaşıydık. Çok iyi arkadaştık. Ama ikimiz de aynı kadına âşık olduk. Yani annene.” son cümlesini söylerken gözlerinde tepkimden korkuyormuş gibi bir bakış vardı. Herhangi bir tepki vermediğimde konuşmaya devam etti.


“Ben hislerimi sakladım. Çünkü annen de onu seviyordu. Evlendiler, sen oldun. Beni arkadaşları olarak gördükleri için sürekli birlikteydik. Yılları eskittik birlikte. Sekiz yaşına bastığında bu çorbadan yapmıştım sana. Muhtemelen bu çorbayı ordan hatırlıyorsun.” merak ve şaşkınlık içimden yüzüme yansıyordu.


“Baban, öğrenince gerçekleri beni hayatından çıkardı. Daha da görüşmedik.” yutkundu. Üzgünce ona baktım. Acı çektiğini hissedebiliyordum. Elimi elinin üzerine koydum. Gülümsedi. Burukça. Aşk bence insanları üzen bir saçmalık.


“Ama güzel tarafları da var.” dedi göz kırparak. Yaşamadım yaşadıysam da hatırlamıyorum.


“Biraz daha anlatabilir misin? Yani şey ailem…” başımı eğdim.


“Annen hep hastaydı aslında. Ameliyat olmaya ikna edemiyorduk. Zaten arkadaşlığımız bittiğinde ben ülkeyi terk ettim. Geri döndüğümde ise sizin taşınmış olduğunuzu, annenin ise vefat ettiğini öğrendim.” yine acı bir bakış sessizleştirdi onu.


“Keşke…” başını eğdi ve sustu. Elini sıktım. “Üzülme, yani üzül ama, yani engel olamıyorsan.. Offf. Eğer bu keşkede kendini suçlamaya dair bişey varsa onu yapma lütfen. Olan olmuş. Yani sevmek de suç değil. Sen bir şey yapmamışsın ki sadece sevmişsin.” daha ne diyebilirim bilmiyorum. Üzülsün istemiyorum. Kimse üzülmesin. Ama bu dünya acımasız. Üzülmek kaçınılmaz. Her şey olması gerektiği için mi oluyor? Bunu böyle kabul edip önüne bakmak kolay mı? Yaşamak bazen tutunacak dalı olmayan insanların öylesine var olması mı? Hayal kurmadan, heyecan duymadan, nefes alarak zaman geçirmek mi? İstediği tek şeyi kaybedince insan hayal kurar mı? Ya elde etmek? O zaman da kaybolmaz mı hayal? İkisinin sonu da aynı gibi duruyor. Belki hissiyat farklıdır.


Diğer elini, elimin üzerine koyup gülümsedi. “Teşekkür ederim.” ben de gülümsedim. “Rica ederim.”


“Babam nasıl biriydi?” merak ediyorum. Her şeyi.


“Baban sana çok düşkündü. Sen de ona tabi. Sürekli peşinde geziyordun. Mükemmelliyetçi bir yapısı vardı. Araştırmayı, çalışmayı çok severdi. Aslında çok merhametli bir insandı ama beni tek kalemde sildi. Bana ‘Meğer hayallerimiz aynıymış, ben hayallerimi senin gözünün önünde gerçekleştirmeye devam edemeyeceğim, hayatımızdan çıkman en iyisi, hepimiz için. ’ demişti. Haklı. Naparsan yap arkadaşınla aynı kişiye âşık olma.” burukça gülümsedi.


“Annene benziyorsun. Yani düşünme şeklin. Annen de böyle düşünürdü. Soru sora sora.” iç çekti. Sonra elimi bıraktı.


“Seni ilk gördüğümde nasıl fark etmedim bilmiyorum.” hayat çok garip.


“İsmini annen koymuştu. Seni kucağına verdiklerinde ‘melek gibi’ demişti. Onun o günkü sevgi dolu gülümsemesi, hisleri, her düşüncesi, hepsi.. Hepsi için her şeye değer. Üçüncü kişi de olsam aşklarında o gün ben de mutlu olmuştum. Pembe bir bebektin.” dedi ve kocaman gülümsedi. Nee? Pembe mi? Daha çok gülümsedi.


“Tamamen pembe değil de yanakların falan. Baban mutluluktan ağlamıştı.” yine buruklaştı.


“Sosyal medyadan takip etmiyor muydun yani..” sözümü kesti.


“Sosyal medya kullanmıyorum. İnsanlardan yeterince bıkmış vaziyetteyim.” mantıklı.


“Anladım. Peki buraya nasıl geldin?”


“Kıraç’la tanıştıktan sonra. Yani böyle bir yer yapmayı birlikte düşündük. Olaylar çok karışık aslında. Anlatması bana düşmeyen şeyler var.” ne mesela? Düşmüyorsa anlatmayacak işte.


“Aynen öyle Selvi’ nin meleği.” Selvi’nin meleği.


“Peki gücüm? Gücümle ilgili bir şey biliyor musun?” sorumla kaşları çatıldı. Bir şeyi anlamak istiyor gibiydi.


“Hayır. O zamanlar böyle bir şey yoktu. Gücünün açığa çıkması zaman almış olabilir. O gücü tetikleyen bir şey olması gerekiyor.” başımı salladım. Gücümü ne zaman fark ettiğimi hatırlamıyorum sanırım. O yüzden tekrar aynı şoku yaşamış olmalıyım. Belki de o ilaçlar gücümüzü bastırıyordu. Bilemeyiz.


“Annemlerin gücü var mıydı?” başını olumsuz anlamda iki yana salladı. “Peki profesörün? Onun da gizlediği bir gücü mü var yoksa?” güldü.


“Hayır. Onun gücü zekâsı. Zeki herif.” doğru zeki olabilir. Ama sır dolu.


“Hani sırlarını paylaşmaktan hoşlanmıyordun hani?” her şeyi anlattın.


“Onlar sır olmaktan çoktan çıkmıştı. Çorbamın sırrını benden başka kimse bilmiyor.” mantıklı. “Başka sormak istediğin bir şey yoksa çorbanı iç.” şu an aklıma bir şey gelmiyor ama geldiğinde tabi ki soracağım. Ne çok şey öğrendim bugün. Tabi hâlâ öğrenmediğim çok şey var.


Ayağa kalkıp çorbamın üzerine biraz daha ekledi. “Soğumuştur.” Gülümseyip çorbamı içmeye başladım. Saçımı okşayıp beni mutfakta yalnız bıraktı. Bu; içimi ısıttı, çorba gibi.


🏵️🏵️🏵️


Vay be..


Aşk yine dikenli çalı gibi iki dostun arasına girmiş. Aşkı sevmiyorum. Ona karar verdim. Bugün kafam eskisinden de karışık. Eskiden hiçbir şey bilmiyordum, böyle olması normal.


Manolya elini omzuma koyup yanıma oturdu. “Yine ne düşünüyorsun böyle?” Gülümsedim. “Artık düşünecek birkaç şeyim daha var.” bir yere kadar gelebildim.


“Nasıl hissediyorsun peki?” zor bir soru. Hislerim de karışık. Cevap veremeyip öylece bakındığımı görünce sırtımı sıvazladı. “Üzgün değilsen benim için yeterli.” gerçekten herkesin ihtiyaç duyabileceği bir arkadaş.


Bu gece Manolya ile uyuyacağım. Aslında salonda yatacağım demiştim ama izin vermedi. Zuhal hanım odasını benden istemedi ama ben geri vermeyi tercih ettim. Profesör itiraz etse de o odada uyumayı kesin bir şekilde reddettim.


Belki buradan da kaçarım, bilmiyorum. Gerçi neyin içinde olduğumu bilmiyorum. Her şeyi hatırlayana kadar burada kalacağım kesin. Bu bir tür mecburiyet. Kıza cevap vermeyi unuttum.


“Sen nasıl hissediyorsun?” biraz da ben sorgulayayım. “Ben mi? ben iyiyim.” dedi sakince. “Akın’ı sevdiğini biliyorum.” dememle gözleri kocaman açıldı ve “Neğğğğh” diye bağırdı. Tepkisine güldüğümde kendini toparlamaya çalışarak “Nerden çıkardın? Yok öyle bir şey.” diye yalanlarını sıraladı.


“Var, biliyorum. Birbirinize bakarken gözleriniz parlıyor. Aşk bazen sinir bozucu olsa da sizin aranızdaki o enerji çok tatlı.” ağzı açık bana bakmaya başladı. Çenesinin altına elimi götürüp yukarıya doğru bastırdım. Ağzı kapandı.


“Hadi itiraf et, bekliyorum.” sağa sola baktı, kafasını kaşıdı, eveledi geveldi, sonra gözlerini gözlerime çevirdi. “Kaçışım yok sanırım.” dedi dişlerini çakarak. Gülerek başımı salladım.


“Onu seviyorum, hatta aşığım.” yanakları kızardı, gülerek eliyle yüzünü kapattı. Çok tatlı. Tuna abi umarım bizi dinlemiyordur. Gerçi umrunda olduğunu sanmıyorum. Ellerini yüzünden çekip yaramaz bakışlarla alt dudağını ısırdı. “Çok karizmatik, çok düşünceli, çok tatlı, çok güzel gülüyor.” ben şu an çok hissizim ama o aşkın verdiği şapşal mutlulukla uyuşturucu etkisindeymiş gibi rengârenk görüyordur muhakkak.


“Ne zamandan beri seviyorsun onu?” dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini belertti ve onları sağa sola çevirdi. “Aslında bu biraz karışık. Yani ne zaman oldu bitti bilmiyorum. İyi anlaşıyorduk sonra birden kendimi onu düşünürken buldum.” bir dakika, ben de kendimi herkesi düşünürken buluyorum, bu yeterli bir sebep mi? Sanmıyorum.


“Nasıl düşünüyorsun peki?” ayrıntı vermelisin. “Ya işte bana gülümsediği anları kafamda canlandırıp duruyorum, anılarımızı düşünüyorum, sonra hayaller kuruyorum falan.” vay be. Sanırım ben bunları asla hissedemeyeceğim. Sevgiye dair tek hatırladığım babamla aramdaki bağ. Aşka dair ise sıfır, elde var sıfır. Herkes aşk yaşamak zorunda da değil. Ama böyle şeyleri dinleyince koca bir buz küpü gibi hissetmek hoşuma gitmiyor.


“Ne zaman açılacaksınız?” diyerek sırıttım. Omzuma vurup ciddileşti “Hiçbir zaman.” nasıl ya? “Nedeeeen?” kaşları üzgünce çatıldı. “Bilmiyorum, yani nasıl olur ki? Olabilir miyiz? Biz çok zıttız. Uygun muyuz ki birbirimize?” Ona şaşkınca bakarken nefes verdi. “Aslında korkuyorum. Böyle de iyiyiz biz. Daha ileriye gitmekten korkuyorum. Ya her şey mahvolursa?” biraz düşünelim.


“Neden mahvolsun ki?” bence cevabını o da bilmiyor ama neyse. “Hem mahvolsa bile o da bir şeydir.” dünyanın en berbat tesellisi. Yüzüme garip garip baktı. “Yani korkma demek istiyorum. Mahvolması için mantıklı bir sebep henüz göremiyorum. Eğer mahvolacaksa da bu küçük bir ihtimal.”


Dudaklarını birbirine bastırdı “Ama yine de korkuyorum. Yani ne bileyim….” ahh ahh. “Bence korkma, ikinize bir şans ver. Akın bence çok iyi birisi, mantıklı, çözüm odaklı, tipi de iyi, hem o da seni seviyor, ayrıca sana bakarken bile eriyor. Yani sorun çıkarabileceğini sanmıyorum. Veee en önemlisi sen de onu seviyorsun.” bak bu ikna edici oldu işte.


“Olur mu dersin?” dedi şapşalca sırıtarak. “Neden olmasın? Olur tabi. Çok güzel olur. Çok yakışıyorsunuz bu da var tabi.” kocaman gülümsedim. Manolya hemen bana sarıldı. Ben de kollarımı onun beline sarıp sırtına yavaşça vurdum birkaç kere. Sevenleri kavuşturmak sevaptır.


Birden benden ayrılıp gerginlikle yüzüme baktı. “Peki nasıl söyleyeceğim? Ben söyleyemem. Yapamam.” Akın’a da biraz gaz veririm olur biter. “Sen orasını düşünme, ben halledeceğim.”


“Nasıl?” doğaçlama olarak. “Düşünme dedim ya. Bana bırak.” Gülerek başını salladı “Sana güveniyorum.” işte bu beni daha çok gülümsetti. Tekrar ve tekrar bana sarıldı. “Sen çok iyi bir arkadaşsın. Biliyor musun benim hiç en yakın arkadaşım olmadı. Bundan sonra en yakın arkadaşım sensin. Dostumsun. İyi ki o gün seni bulmuşuz, iyi ki o adamları yakarak ellerinden kurtulmuşsun.” Her söylediği mutluluğuma bir kat daha eklerken son söylediğiyle pastam devrildi. Gerçekten o insanları yaktım mı? İnsan değil miyim ben? Canavar mıyım? Katil miyim?


İsteyerek bir şey yapmadım ki ben. Ben kötü biri değilim. Sadece sessizliği bilirim… “Ben de seni seviyorum.” Biliyorum bu söylediklerinin cevabı bu olmamalı ama bunların hepsi benim için seni seviyorum demek. Bazen bir çok şey ‘seni seviyorum’ ile aynı anlama geliyorsa bazen de sade bir ‘seni seviyorum’ birçok anlama gelir. Belki de ben, kendi de dahil her şeyini kaybetmiş bir deli olarak saçmalıyorum.


🏵️🏵️🏵️


Yorgun, mutsuz, çaresiz, güçsüz, zayıf hissetmeme rağmen uyku tutmayınca yine gece yarısı salona indim. Kimse yokken burası çok daha güzel, bunu söylemiş miydim? Ama bu sefer sadece oturacağım. Kitap okumaya çalışınca uyuyakalıyorum. Uyumaya çalışınca beynim kitap yazmaya başlıyor.


Asıl soru… Kendimi bulduktan sonra kendimle ne yapacağım? Onu şimdi düşünme lütfen. O zaman düşünürsün. Ve belki o zaman cevabı kendiliğinden bulunur.


Her şeyi unuturum tamam da, bütün kültür birikimim de kaybolmuş. Birilerine anlatacak bir şeyim de olmuyor böylelikle. Çok güzel. Uyku tutmuyor, kimse yok, yapacak hiçbir şey yok, hiçbir şey bilmiyorum ve canım sıkılıyor. Camın önünü aşındırmaktan başka bir şey yapmıyorum. Müzik dinleyebilmek isterdim. Keşke Manolya’dan telefon, bilgisayar falan bir şey isteseydim.


Manolya demişken Akın’la onları kavuşturmam gerekiyor. Akın’ın da ağzını arayıp harekete geçmesini sağlamalıyım. Çok zor olacağını sanmıyorum nedense. İkisi de birbirini seviyor, arada bir mâni göremiyorum. En azından denerim, çaba gösteririm. Eğer olmazsa Manolya’nın çok büyük bir tepki vereceğini düşünmüyorum. Yani bana kızmaz. Fakat onun üzülmesini istemiyorum. O yüzden kesinlikle aralarını yapmalıyım. Bu işlere bulaşmak ne derece mantıklı bilmiyorum. Ama ikisinin aşkına güveniyorum.


Merdivenden ayak sesleri duyunca başımı kaldırdım. Profesör merdivenlerin dibine inince bana gülümsedi ve yanıma yaklaşıp oturdu. Bense şaşkındım.


“Burada olacağını biliyordum.” dedi gülümsemeye devam ederek. Bakışları üzerimde gezinince giydiğim çiçekli pijama takımı utanmama sebep oldu. Manolya’nın bu asla benim değil. Yani güzel ama yine de utandım. Beyaz, üzerinde kırmızı çiçekler ve kaktüsler var siz düşünün.


“Seni de mi uyku tutmadı yine.” diyerek utanmaktan vazgeçip ciddi ve mesafeli bir moda girdim. “Yok, çalışma odasındaydım aslında, bir şeyler üzerinde çalışıyorum.” başımı salladım. Ne üzerine olduğunu sormayacağım. Çünkü ya söylemez ya da söylese bile anlamam. “Hımmm” diyebildim.


O zaman kendi hür iradesiyle, burada olduğumu da tahmin ederek yanıma gelmiş. “Nasıl hissediyorsun?” herkes aynı soruyu soruyor. “Yani azımsanmayacak kadar fazla şey öğrendin bugün.” ciddi bir merakla vereceğim cevabı bekliyordu.


“Akın sağ olsun.” Akın’ a çok şey borçluyum. Başını salladı. “Tuna abi de bildiği kadarını anlatmış sanırım. Biraz konuştuk da.” ben de başımı salladım. “Babamın eski arkadaşıymış. Böyle bir şeyi beklemiyordum. Ama o çorbanın kokusu tanıdık geliyordu. Çorbanın kokusunu ilk aldığımda zihnimde bir şeyler canlanmıştı.”


Gülümsedi “Gücünle ilgili o zamanlar bir belirti yokmuş hatırladığım kadarıyla.” Gücümle neden bu kadar ilgileniyor ki? “Ben o konuda da hiçbir şey hatırlamıyorum ama Tuna abi öyle söyledi.” kafamda canlanan senaryolar lütfen gerçek olmasın. Saçmalama.


“Anladım. İyi misin peki? Bir günde bu kadar yüklenmek yormadı mı seni? Zihninin dinlenmesi de gerekiyor biliyorsun dimi. Zihnini bu kadar zorlamamalısın. Uyumuyorsun da.” sesi ne kadar düşünceli, kendisi de öyle. Gözlerinin beyazları kanlanmış. Gözleri böyle de çok güzel. Gözleri bile düşünceli.


“Melek” efendim. Bir an adımı unuttuğumu sandım. “Hı?” gülüşüyle saçmaladığım şeyden uyandım. “Haklısın çok fazla sıkboğaz ettim. Ama sürekli zihnini zorlama bence.” gülümseyerek başımı salladım. İnşallah Manolya’nın yukarıdaki performansı gibi değildir. Yok artık. Niye öyle olsun ki? Ne alaka? Bir alakası yok.


Elini başımın üstüne koyup başıma sürttü. Hani evcil hayvan severler ya. Öyle işte. Sonra elini çekip ciddileşti. “Yanına gelmemin asıl sebebi..” asıl sebebi?


“Akın bana yazdı, uyumuyorsanız geleyim dedi. Yani aslında sen uyumuyorsan gelecekmiş. Ben de seni salonda bulacağımı tahmin ederek buraya geldim.” Akın mı? Gece yarısı… Acaba başka bir şey mi buldu? Bir şeyler bilebileceğini düşünerek “Neden peki?” diye sordum.


“Bilmiyorum, bahsetmedi. Gelsin mi?” Acaba ne söyleyecek? “Gelsin.” bu kadar merak ettikten sonra gelmesin diyemem zaten. “Tamam” dedi ve hızla telefonunu çıkardı. Bakmaktan çekindiğim için göremediğim bir şeyler yazıp telefonu açık bir şekilde yanımıza koydu.


Biraz sonra telefonun ışığı büyüdü, büyüdü gözlerimi kamaştırdı. Gözlerimi sıkıca yumdum. Tekrar açtığımda Akın karşımızda dikiliyordu. Akın’ın şovlarına alışkın olmama rağmen yine şaşkınlıkla bakakaldım işte. Akın çok havalı arkadaşlar.


“İyi geceler, uykusuz insanlar.” Akın gülerek yanımıza oturdu. Kıraç da gülerek telefonunun ekranını kapatıp lacivert hırkasının cebine koydu. “Sana da iyi geceler ışınlanabilen tek canlı.” söylediğimle daha çok güldü ve elini omzuma koydu.


“İstersen sana da bu deneyimi yaşatabilirim.” gözlerim kocaman açıldı. Ve ağzım da. “Gerçekten böyle bir şey yapabilir misin?”


“Deneriz.” yani kesin değil. Gözlerim baygınlaşırken boğazını temizledi. Boynuna astığı çantasından dikdörtgen şeklinde bir kutu çıkardı. Kitaptan daha kısa ve ince bir kutuydu bu. “Sana bir sürprizim var.” kutudaki meraklı bakışlarımı gözlerine kaldırdım. “Yoksa yine bir şey mi öğrendin? Yani öyle bir şey mi?”


Kıraç da merakla bir kutuya bir Akın’a bakıyordu. Akın gülümsedi “Aç bak, sevineceğini düşünüyorum.” diyerek kutuyu kucağıma koydu. Kutuya baktım, sonra Akın’a başını sallayarak gülümsedi.


Bu sefer bütün dikkatimi kutuya verdim. Yavaşça kapağını kaldırdım. Gördüğüm şeyle bakışlarımı tekrar Akın’a kaldırdım. Akın “Hadi hadi” diyerek tekrar kutuyu işaret etti. Profesör gülümsüyordu. Kutunun içindeki telefonu elime aldım. Sonra yine Akın’a baktım. “Ama bu..” cümlemi tamamlayamadan “Buna ihtiyacın var, önemli olan orası değil. Senin için, içinde başka bir sürpriz var. Bir de sana bir hesap açtım, diğer hesaplara ordan bakabilirsin. Tabi gerçek ismini kullanmadım. Adın şey ‘meraklı balık” diyerek sırıttı.


Kıraç gülerken ben hafiften kaşlarımı çattım. “Ha bir de bizi takip ediyorsun. Profesörün internetini sömürürsün artık.” aslında o fotoğraflar olsa benim için yeterliydi.


“Çok teşekkür ederim. Sana borçlandım sanırım, ödemem için bir yol bulmama da yardım edersen çok mutlu olurum.” o konuda bile Akın’ın yardımına ihtiyacım var.


“Hayır, ben karşılığında bir şey istemiyorum. Bir arkadaşın olarak içimden geldi ve seni mutlu etmek istedim.” benim ismim sadece melek, onun kendisi. Tam Manolya’ya layık.


Mahcubiyetle ona gülümsedim. “Asıl sürprizi görmek ister misin?” daha ne yapabilir ki? Bu bile çok fazla. “Ben de merak ettim şimdi.” dedi Kıraç. Başımı sallayarak merakla Akın’a baktım. Akın iyice yanıma yaklaşıp telefonu elimden aldı. Bana göstere göstere bir uygulamaya girdi.


“Bu uygulamayı ben tasarladım.” vay be. “Çok önceden tasarlamıştım ama aklıma gelen fikirle biraz düzenlemeylee..” etkinleştir yazan yere tıkladığında ışık hüzmeleri telefondan yükselmeye başladı. “Bunu yaptım.”


Birleşen ışık parçacıkları yavaş yavaş bir görüntü oluşturuyordu. Görüntü tamamlandıkça şaşkınlığım çoğaldı ve kalbimin atışı hızlandı. Gözlerim tekrar kocaman açıldı. Ne diyeceğimi bilemedim. Ağzım aralandı. Yine bir şey diyemedim. Gözlerim doldu, sağ gözümden düşen gözyaşı yanağımdan süzüldü.


“Baba…” yutkundum. İkisi de sessizleşti. Ayağa kalktım. Onlar da ayağa kalktılar. Karşımda babam vardı. Işıktan babam. Işıktan oluşan babam.


“Hologramını yapmak aklıma geldi, onu daha yakından görebilirsin. Gerçek gibi. Ama değil diyeceksin belki ama keşke gerçeğini bulup getirebilseydim sana. Elimden bu kadarı geldi. İstersen sarılabilirsin. Ufak da olsa gerçekten sarıldığını hissettirebilecek parçacıklara sahip.” sesi buruktu.


Ne diyeceğimi bilemedim. Ne yapacağımı bilemedim. Sarılamadım. Öylece kaldım. Akın’a canımı bile versem borcumu ödeyemem bundan sonra. Ben babamın yüzünü, her zerresini incelerken ışık hüzmeleri tekrar dağıldılar ve kayboldular.


“Ne yazık ki fazla uzun sürmüyor. Buna da bir çözüm bulacağım en kısa sürede.” hızla Akın’a döndüm. Sarılamadığım babamın yerine Akın’a sarıldım. Öyle sıkı sarıldım ki kasıldı vücudum. Belki de heyecanın, hüznün, mutluluğun, karışık duygularımın etkisi bu. Bilmiyorum.


Sessizce “Teşekkür ederim.” dediğimde Akın da kollarını bana sardı. Bir insan daha ne yapabilir ki? Üstelik hayatıma yeni girmiş bir insan. Belki onun açısından çok basit bir şey olabilir ama… Benim için canımdan daha değerli. Çok daha değerli.


🏵️🏵️🏵️


Loading...
0%