@yildiz_sena
|
🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️ Bilmiyorum… Bu dünyaya neden geldiğimi bilmiyorum. Bu lanete neden mecbur olduğumu, neden alev alıp cayır cayır yanmadığımı bilmiyorum. Yağmur alıp götürür mü kara ruhumu, temizler mi içimdeki laneti? Hayır. “Meleeğğğğğkkk!” İsmim yankılanıyor kulaklarımda. “Meleğğğğğğk ses ver Melekkkk!” gücüm yok ki. Ses veremem. Hem zihnimde dolanan bu ses gerçek mi emin de olamam. “Meleeeeek!” Nefes nefese kalmış, ismimi zikreden kişi, sulara bata çıka dibime kadar geldi. “Melek” derin bir nefes aldı. Sırtımı yerden kesip sıkıca bana sarıldı. “Melek, Meleğimm.” Meleğim mi? Beni mi kokluyor o? İki kere tekrar etti. “Çok korktum. Çok korktum.” noluyor? Bacaklarımı da kavrayıp beni tamamen kucakladı ve ayağa kalktı. Gözlerimi yavaşça araladığımda, o, derin mavi gözleriyle kararlılıkla karşıya bakarak ilerliyordu. Yağmurdan sırılsıklam olan saçlarından damlayan sular gerilmiş yüzünde geziniyordu. Çene kemikleri hareketlenmiş her yutkunuşunda adem elması yukarı çıkıp aşağıya iniyordu. Siyah tişörtü vücuduna yapışmış, saçlarım tişörtüne desen olmuştu. Etrafı kocaman bir duman sarmış, birbirimize değmemiz sonucunda çıkan buharlar bu dumana karışmıştı. Yağmur durmuş, alevler sönmüştü, geriye sadece biz ve dumanımız kalmıştı. Başımı geriye yatırarak bakışlarımı gökyüzüne kaldırdım. Bulutlar aralanmış, yerden yükselen dumanlar maviliğe doğru akıyordu. Derin bir anda durup bakışlarını bana eğdi. “Melek” bana konuşma fırsatı vermeden konuşmaya devam etti. “Yine neden, ne sebeple, hangi akla hizmet, hangi deliliğinle böyle bir şey yaptığınıı açıklayacaksın. Sana evde göstereceğim ben. Seni sinirlendiren bir şey olduysa gel bana söyle! Ben sakinleştiririm. Yanacak mısın! Yan tamam, yanma demiyorum. Ama benim yanımda yan ben seni söndürürüm. Ağaçlar tutuşmuştu Melek! Ya sana da bir şey olsaydı! Beni delirtme bak!” Derin’in peş peşe sıraladığı cümleler ile önce şaşırdım sonra kötü hissettim daha sonra da suçlu. Ürkek bir sesle “Birine bir şey olmadı değil mi?” diye sordum. Göz devirip nefes verdi ve ilerlemeye devam etti. “Yok, yok bu kız beni delirtmeye yeminli. Sana diyorum! Bir şey olabilirdi diyorum!” ölmek istedim ki ben zaten. İstememiş de olabilirim.Yoksa kurtla mücadele ederken ölümden o kadar fazla korkmazdım. Ölmek istesem de kurt tarafından parçalara ayrılmak istemem sonuçta. “Derin” “Haklıyım.” “Derin” “Haklıyım dedim.” “Ya Derin!” Durup bakışlarını tekrar yüzüme indirdi. “Efendim” “Ben oraya dönmeyeceğim.” kaşları çatıldı “Neden?” “İstemiyorum.” “Neden Melek! Neden istemiyorsun?” Alttan alttan Derin’e bakarak “Bağırıp durma” dedim. Kaşları gevşedi, bakışları yumuşadı “Üzgünüm. Benn..Ben. Çok endişelendim Melek. Alevlerin gökyüzüne kadar yükseldiğini, ağaçların tutuştuğunu görünce..senin de evde olmadığını fark edince işte.. Korkunç bir şey oldu sandım. Üzgünüm.Söyle lütfen neden dönmek istemiyorsun? Bir yanlışımız mı oldu sana karşı? Sürekli sana takıldığım için mi? Lütfen sö..” parmaklarımı dudağına bastırarak susmasını sağladım. Gözleri büyüdü, büyüdükçe daha da derinleşti. Okyanusun dalgaları göz bebeklerinde gezindi. “Seninle hiç ilgisi yok. Hatta kimseyle ilgisi yok. Sorun benim.” kaşlarını çattı. Başını geriye doğru çekip parmaklarımdan kurtuldu. “Saçmalamayı kes. Senin neren sorun! Öyle bir şey yok. Sorun falan değilsin sen. Ben yani biz.. Biz seni çok seviyoruz Melek. Bu saçma düşünceye nerden kapıldın acaba?” Nefes verdim. Kendimi nasıl açıklayabilirim ki? “Lanetliyim ben Derin, ölümün laneti var üzerimde. Gittiğim her yeri mahvediyorum gördüğün gibi. Etrafına bak bir istersen.” Derin, dudaklarını birbirine bastırarak başını yana yatırdı ve bana göz ucuyla baktı. “Ya sabır” diyerek ilerlemeye devam etti. “Derin” “Derin gelmek istemiyorum demedim mi ben?” “Deriiiin!” Tekrar durup başını yüzüme eğdi. “Gidiyoruz Melek, senin isteyip istememen umrumda değil! Nereye gitmeyi düşünüyorsun! Kendini bile hatırlamıyorsun! Ormanın ortasında acı çekerek uzanmaya devam mi etmeyi düşünüyorsun! İlla diyorsun ki Derin’ i de delirteyim birlikte daha iyi anlaşırız.” Son söylediğiyle istemsize sırıttım, Derin’in de dudakları kıvrıldı. “O halde gidiyoruz. İtiraz edersen başka yöntemler deneyebilirim.” “Ne gibi yöntemler?” dediğimde sırıttı. “Bayıltıp öyle götürürüm. Zaten gücün kalmamış gibi görünüyor.” haklıydı. Hiç gücüm yok. Herhangi bir tepki vermeyişimin ardından bilmiş bir bakış atıp yarım ağız gülerek yola devam etti. Ne yapacağımı bilmemeye devam ediyorum. Lanetimden onları nasıl uzak tutacağım? Gerçekten gitmem gerekiyor ama bu sefer farklı bir şekilde. Profesörle konuşup beni geri göndermesini isteyeceğim. Madem baş belası bir lanetliyim. Bırak hastaneye kapatsınlar beni, incelesinler, deney yapsınlar. Yoksa içimdeki kötülüğe doğru yürürüm. Önüme çıkan her şeyi yakarak… Buna ben de inanmadım. Eğer üzerimde gerçekten ölümün laneti varsa bile bunun sadece beni etkilemesini isterim. Çünkü ben, tanıdığım kadarıyla böyle biriyim. Ama istenmediğim yerde durmayacak kadar da gururlu olmalıyım. Derin’in söndüre söndüre yanıma kadar ulaştığı yanmış çalılıkların arasından ilerleyerek ağaçların seyreldiği yere kadar geldik. Kıraç ve Manolya bizi görünce bize doğru koştular. “Melek” “İyi misin Melek?” İkisinin sesi de endişeli geliyordu. Derin yürümeye devam etti. Şu an kucakta olmak onlar bana bakarken çok rahatsız hissettirdi. Yine de “İyiyim.” demeyi ihmal etmedim. Utandığım için bakışlarımı Derin’in göğsüne sabitledim. Sessizlik gitgide büyüyerek bize evin önüne kadar eşlik etti. Kapının önünde dikilen Zuhal’in ‘ben haklıyım’ bakışlarına maruz kalarak içeriye götürüldüm. Koltuğa bırakılma arzusuyla yanıp tutuşurken beni koltuğa bırakırsa koltuğun da mahvolacağı aklıma geldi. Zaten, Derin beni şaşırtarak merdivenlere yöneldi. Bana hiç bakmadan hızlıca merdivenleri çıktı. Kendi odasına doğru ilerlediğinde reddetmek istedim ama Zuhal’e ait olan o odaya götürülmekten daha iyi olacağı için sessiz kaldım. Profesör ve Manolya da arkamızdan geliyorlardı. Odanın önüne gelince Manolya kapıyı açtı çok geçmeden kendimi yatağın üzerinde buldum. Profesör başıma yaklaşıp “Muayene etmem gerekiyor.” diyerek elini alnıma koydu. “Sadece çok güç kaybetti. Başka bir sorun yok.” Derin’in söylediğiyle Kıraç elini alnımdan çekti. “Bence güzel bir duşa ihtiyacı var.” dedi Manolya gülümseyerek. “Ve Derin’in de öyle.” Kıraç’ın hoşnutsuz bakışları üzerimizde gezindi. “Zuhal’in odasına götürseydin keşke.Ya da Manolya’nın. Burada rahat edemeyecek.” Derin kaşlarını kaldırdı “Neden rahat edemesin? Zuhal’in odasında olduğundan daha rahattır eminim.” Profesör gözlerini kısa süreliğine yumup nefes verdi. Gözlerini tekrar açtığında göz göze geldik. “Rahat mısın Melek?” Ne desem bilemedim. Bakışlarımı Manolya’ya çevirdim. Manolya’nın sırıtışı kaşlarımı çatmama sebebiyet verdi. Uyusam olmuyor mu? Zaten hiç halim yok. Gözlerimi yumduğum sırada tekrar kucağa alınmamla onları araladım. “Muayene olman gerekiyor o yüzden muayene odasına gitmeliyiz. Ayrıca çok halsiz görünüyorsun o yüzden serum taksak iyi olur. Derin de o sırada duşunu alır.” Kıraç bana söz hakkı bırakmadan kapıya doğru yürüdü. “İlla revire gitmesi gerekmiyor. Burada da serum takabilirsin Profesörr.” diye söylendi Derin son kelimeye baskı uygulayarak. Kıraç cevap vermeden ilerlemeye devam etti. Ben de gözlerimi yumdum. Çanta gibi oradan oraya taşınırken en az bir çanta kadar sessiz ve tepkisizim. Muayene odasına vardığımızda Profesör beni sedyeye yatırıp kapıyı kilitledi. Bu son hamlesine şaşkınlığım yüzümden okunurken doğrulmaya çalıştım. Bir lanetli olduğumu öğrendiği için varlığıma son vermeyi mi düşünüyor? Doktorlara güvenim kalmadı. “Uzan” dedi sedyenin kenarına bir sandalye çekerek. Belki de ölüm birçok şeyden güzel olabilir. Beni bu hayata bağlayan ne var sanki? Kendimi öğrendim evet hedefim buydu. Deneyimlenmemiş bilginin ne önemi var sanki? Hatırladığım tek kişiyle buluşurum işte. Düşüncelerimle boğuşurken kolumda hissettiğim acıyla gözlerimi oraya çevirdim. “Bu iğne seni kendine getirir.” diyerek gülümsedi. Eldivenlerini ve şırıngayı çöpe atıp ellerini yıkadı. Daha sonra yanıma çektiği sandalyeye oturdu. Tedirgin bakışlarım gülümsemesine kaydı. “Neden kapıyı kilitledin Profesör?” “Sanırım konuşmamız gereken bazı meseleler var.” kaçmam gibi mi? Onun söyleyeceklerini dinlemeden rengimi belli etmesem iyi olur. “Dinliyorum.” dedim bahsedeceği konuyu tahmin etmemişesine. “Gitmenin sebebi duydukların olabilir mi acaba?” evet kesinlikle. “Bence mantıklı bir sebep.” dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını kaldırdı. “Nereye gitmeyi planlıyordun küçük hanım?” bilmiyorum. Aynı cevabı verdim “Bilmiyorum.” “Bundan sonra yarım planla yola çıkma. Unutma seni koruyabilmek için yanımıza aldık. Dışarıda sayısız tehlike var ve sen kendini bile adamakıllı tanımıyorsun. Zuha..” sözünü kestim. “Tehlike olup olmaması umrumda değil. Ben en büyük belaymışım zaten. Burada kalmam size zarar verecek? Bırakın bana ne olursa olsun. Zaten bu hayata tutunmak için en ufak bir sebep bulamıyorum. Benim gitmem hepimiz için iyi olacak. Beni o hastaneye geri gönderin.” “Öyle bir şey olmayacak. Seni kirli amaçları için laboratuvarda kullanacaklar farkında değil misin?” “Önemi yok. Gitmek istiyorum.” “Bak Melek, sen gidersen her şey senin için daha kötü olacak. Seni göz göre göre onların eline veremem. O yüzden bu konuyu kapatalım bence.Hiçbir yere gitmiyorsun.” “Ölüm lanetime rağmen yanınızda kalmamı mı istiyorsun? Bu saçmalık. Şimdiye kadar benim için yaptıklarınıza fazlasıyla minnettarım ancak burada kalamam.Hatta bu minnettarlığın karşılığı burdan uzaklaşmam olabilir.” “Laneti bozmanın bir yolunu buluruz ama sen gidersen ateş onların kontrolüne geçmiş olur. Bu da dengeyi bozar. Senin burada kalman zorunluluk. Eğer dünyanın geleceğini düşünüyorsan bir yere kıpırdamazsın.” Hımm. Yani asıl mesele bu. Neden baştan bunu söylemiyor ki? Ben de birkaç günlük samimiyetimize binaen kalmamı istiyor sanıyorum. Bir ateş olarak önemliyim onun için. Yavaşça başımı salladığımda gülümsedi. “O halde anlaştık Melek.” Yine başımı salladım. “Dinlen biraz. Burada kimse seni rahatsız edemez. Sana yeni bir oda ayarlatırım. Zuhal’in söylediklerini de çok düşünüp zihnini yorma. Bazen yanılmışlığı olmuştur. Yanılmasa bile laneti bozmanın bir yolunu buluruz.” Ve yine.. “Her şey iyi olacak, bana güven.” Yine. Başımı sallamalarımdan usanmış olacak ki oturduğu sandalyeden kalkıp kapıya doğru gitti. Kilidi çevirip kapıyı açtı ve beni karanlığımla baş başa bıraktı. Ben de gözlerimi yumdum. En çok ihtiyacım olan şey. Uyku. Düşünmemi engelleyen tek şey. Uyku. Madem ki zorundayım üzerine fazla kafa yormayalım. Dünya mı önemli benim arzularım mı? Benim için ikincisi. Ama ilki bir zorunluluk hem de sorumluluk. Sorumluluklar da bir tür zorunluluk değil mi zaten? Bence öyle. … Büyük bir gürültüyle gözlerimi açtım. Kaybettiğim tüm gücümü geri kazanmamı sağlayan serumla bağımı koparıp sedyeden doğrulmak için hamle yaptığımda başımda hissettiğim derin sızıyla inledim. Her yer sallanmaya başladığında yüz üstü yere kapaklandım. Sallanma kesilmedi ve ilaçlar, kitaplar, tablolar odada ne varsa aynı anda yere indi. Ellerimle başımı kapatıp toparlanmaya çalışarak dizlerimi katladım. Bir elimle sedyenin kenarını kavramaya çalıştım ama sarsıntı beni sedyeden uzak köşeye doğru yuvarladı. Dolaba çarpıp inleyerek üzerime dökülen malzemelerden yüzümü korumaya çalıştım. Yine ne oluyor? Kollarımda oluşan kesikler canımı yakıyordu. Bütün lanet olası hadiseler benim başıma geliyor. Lanetli olduğun için olabilir mi acaba! Gözümü açtığımda güzel şeyler görsem şaşardım zaten. Benim için güzel olan tek şey aile sıcaklığı. Onu da göremeyeceğim kesin. Gözlerimi hâlâ sallanmakta olan lambaya çevirdim. Eğer bu depremse neden bu kadar uzun sürüyor? Ve neden ahşap tavan üzerime çökmüyor? Canımı teslim edeceksem bu çabucak olsun lütfen. Benim belirsizliğe katlanacak gücüm kalmadı. Acaba kapı kilitli mi? Oraya kadar gidemem zaten. Dolap ve diğer büyük eşyalar duvarlara sabitlenmemiş olsaydı çoktan dümdüz olmuştum. Ezilerek ölmek istemiyorum. Nasıl ölmek istersiniz Melek hanım? Size ölüm şekli beğendiremiyoruz da. Ölmek istemiyorum. Kendimi bilmeden ölmek istemiyorum. Hayat amacımı, yaşama ne kattığımı.. Lambanın sallanışı yavaşladığında sonunda sarsıntının bittiğini anladım. Ama vücudum hâlâ sarsıntının etkisinden çıkamamıştı. Üzerimdeki kırık camlara rağmen dolabın kenarına tutunarak doğruldum. Sırtıma batan camların sızısı ile o sızıyı beynime ileten sinirleri koparmak istedim. Bu lanet olası odadan çıkmam gerekiyor. Her şey de lanet olası. Böyle devam ederse fiziksel acının ruhsal acıdan daha zor olduğunu düşünmeye başlayacağım. Eğer tamamen bedenimden kopabilsem fiziksel acı tırı vırı gelirdi ama şu an… Hayır bu sefer kendimi güçsüzlüğe teslim etmeyeceğim. Kaybedeceğim tek şey kendi canımsa ve zaten onu bir gün kaybedeceksem, kaybedecek hiçbir şeyim yok demektir. Zihnim biraz olsun toparlandığında hızlı adımlarla kapıya yaklaştım. Kapının kilitli olmamasını umarak elimi koluna attım. Aşağıya doğru kaydırmamla kapı açıldı. “Ohh be” Kapıyı geriye doğru aralayıp çıkmayı planladığım sıra bileğimden tutulup tekrar içeriye sokuldum. “Noluyor.” bakışlarımı beni içeriye sokan kişiye kaldırdım. Gözlerim maviliklerle buluşunca rahatlayarak bir iki adım geriye çekildim. Derin’in gözleri kolumdaki yara izlerinde gezindi. Endişeyle bakışlarını kollarımdan yüzüme kaldırdı. “Çok canın yanıyor mu?” “Burada ne olduğu hakkında bir şeyler söyleyecek misin artık!” “Şiişşh sessiz ol.” “Noluyor?” “Yaraların var.” “Konu yaralarım değil. Önce ne olduğunu bilmek istiyorum.” Derin nefes verip bakışlarını önüne eğdi. Bakışlarını tekrar gözlerimle buluşturup ağzını araladı. “Yangın yüzünden seni burada istemiyorlar.” Nefes vererek güldüm. “Ben de burada kalmak istemiyorum.” “Bir yere gidemezsin Melek. Seni bırakmam, bırakmayız.” “Anlıyorum kötü tarafın elinde olmam işinize gelmez ama istenmediğim yerde durmak istemiyorum.” “Öyle bir şey yok. Ben senin olmanı istiyorum. Onlar sadece korktukları için seni istemiyorlar. Profesör onlarla konuşuyor şimdi. Her şeyi halledecek.” “Deprem…” “Toprak gücünün sahibi, Yaman’ın işi.” “O benden daha zararlı görünüyor.” Derin güldü. Derin gülünce içim ısındı. Yanan yaralarıma rağmen buz gibi olan içim, kendisinde barındırdığı ateşe rağmen soğuk olan içim ısındı. Mavi gözleri güven veriyor. Daha doğrusu mavi gözlerinden sızan bakışları. “Yaralarını sarmamız gerek.” “Her şey kırılıp döküldü.” benim içim de böyle kırık dökük ve dağınık işte. “Dolabın kilitli kısmında yedek malzemeler var ama anahtar Profesör’de.” “Bekleyelim o zaman.” Kollarımın yara olmayan kısımlarından tutarak beni sedyeye oturttu. Vücudunu sedyeye yaslayarak kollarını kendine sardı ve bakışlarını bana çevirdi. “Melek gibisin.” “Hı” “İsminin hakkını veriyorsun. Beyaz melek seni.” “Morg kaçkını gibiyim o yüzdendir.” Derinin kahkahası içimizi biraz daha ısıttı. “Seni herkesten korumak istiyorum.” “Bence sen kendini benden koru. Beni istememeleri çok normal lanetliyim ben. Ölüm saçıyorum.” Derin’in yüz hatları gerildi. “Bence dünyanın en masum insanısın. Olan biten hiçbir şeyden haberin yok.” “Çünkü hafızamı kaybettim. Yaptığım hiçbir kötülüğü hatırlamıyorum.” “Ya hiç kötülük yapmadıysan?” İhtimalini bile inandırıcı bulmayan bakışlarla derinin gözlerine birkaç saniye baktım. “O zaman neden lanetliyim?” “Masallarda bile prensesleri lanetliyorlar.” “Bu bir şeyi kanıtlamaz.” “Yaşadığın şeyler kolay değil. Burada bu halde verdiğin acı dolu tepkiler yüzünden kendini yargılayıp durma. Yaptığın her şey çok normal.” “Yaşanılan hiçbir şey normal değil. Saçmalık. Ateşmiş, suymuş… Deli hastanesinde ilacın etkisinde olduğuma bahse girerim.” “Nesine?” “Bir delinin verebilecek neyi olabilir ki?” Derin’in dudakları kıvrıldı ve bakışlarını karşıdaki dolaba, az önce üzerime devrilen eşyaların olduğu yere çevirdi. “Belki minik bir öpücük.” “Pekii, ilacın etkisinde değilim.” “Az önce öyle demiyordun.” “Çünkü acı çekiyorum. İlacın etkisinde olsam fiziksel acı bu kadar belirgin olur muydu?” Derin hızla gözlerini üzerime çevirdi. Kollarımı süzdü “Sırtım…” Kollarını çözüp biraz daha bana yaklaştı. Omzumdan tutarak başını sırtıma doğru eğdi. “Melek..” sesi titrek ve endişeliydi. Kapı açılınca ikimiz de aniden kapıya döndük. Kıraç etrafı süzüp endişeli bakışlarını üzerimde sabitledi. İçeriye süzülüp kapıyı kapattı ve önüme kadar geldi. “İyi misin?” “Sırtında da yaralar var pek iyi sayılmaz.” “Hemen muayene etmek gerek.” bu kaçıncı muayene bu kaçıncı profesör tarafından incelenme. Kıraç cebinden bir anahtar çıkarıp dolabın ahşap kapaklı kısmının kilidini açtı. Karton kutuyu kendine doğru çekip içinden gerekli olan malzemeleri aldı. “Onları nasıl gönderdin?” Derin’in sorusu benim de merakımı uyandırdı. “Melek’in zararsız olduğunu ve sadece güçlerini kontrol etmeyi öğrenmesi gerektiğini söyledim.” “Hemen kabul mü ettiler?” “Zuhal’in kehaneti yüzünden kabul etmeleri kolay olmadı. Neyse ki Zuhal’i ikna edip kehanetin yanlış olduğunu söylettirdim.” “Laneti nereden biliyorlar?” Profesör nefes verdi. “Zuhal onlara destek çıkarken söyledi.” Vay be, şaşırmadım doğrusu. “Gizli kalması gerektiğini o kadar da aramızda konuştuk üstelik.” Kıraç dudaklarını birbirine bastırıp bana yaklaştı. “Siz ne ara konuştunuz bu konuyu? Daha az önce geldik ormandan ve… “ Derin kahkaha attı “Ne az öncesi, sen saatlerce uyudun.” Ne? Tamam uyudum ama on dakika gibiydi. “Ama… Kıraç kolumdaki yaraları temizlerken gözleri bitmiş olan seruma kaydı. “Bu üçüncüydü. Ve biteli bayağı olmuş gibi gözüküyor.” Hadi be onu nerden anladın? Ben bu uyuma işlerini abartmaya başladım. Ne gündüzüm var ne gecem. “Sadece benim olduğum yer mi sarsıldı sizde neden bir şey yok?” “Biz kendimizi koruduk.” oldu Derin’in yanıtı. Ben de korumaya çalıştım ama bahtım benden hoşlanmıyor anlaşılan. “Manolya nerede?” yine sorumun cevabını Derin’den aldım. “Ormanı yeniden canlandırmaya gitti. Her bir ağaç için ayrı ayrı acı çekiyor.” benim yüzümden. Bu lanet meselesinin gerçek olduğuna inancım sağlamlaşıyor. “Sırtına da pansuman yapmam gerekiyor.” ilk açışım değil sonuçta sırtımı. Hemen yan dönüp bacaklarımı katladım. Canım yana yana tişörtümü çıkardım. “Derin’in çıkmasını bekleseydin.” Derin de başını çeviriversin. Canım yanıyor. “Ben arkamı dönerim.” Derin’in cümlesiyle gülümsedim. “İçindekini de çıkarman gerekiyor.” ama yuhh. “Çıkarmadan yapamıyor musun şu işi” dedi Derin dişlerinin arasından. “Maalesef.” “Lanet herif” diye bir fısıltı kulaklarıma değdi. Kan kokusu midemi bulandırmaya başlayınca başımı salladım. Eline aldığı makasla iç çamaşırımı aşağıdan yukarıya doğru kesti. Önümde kalan kısmını sıkı sıkı tutuyordum. Aralıklarla sırtımda hissettiğim dokunuşlar yaralarımı iyice sızlatıyordu. İçim çıkıyor gibi hissettiğimde sırtımdan alınan cam parçalarının buna sebebiyet verdiğini anlamam uzun sürmedi. Yaralarımı sardıktan sonra dolaptan aldığı temiz örtüyle sırtımı örttü. “Temiz kıyafet gerekli. Zuhal’e yazayım da getirsin.” Keşke Manolya burada olsaydı. “Dönebilir miyim artık?” sesinde gizlemeye çalıştığı bir öfke vardı. “Dön” dedi profesör umursamaz bir tavırla. Ve devam etti “Birazdan kıyafet getirir herhalde. Yaraların iyileşene kadar dinlenmelisin. Yaraların iyileşince çalışmalara başlayacağız.” “Neye?” “Güçlerini daha iyi kontrol etmen gerekiyor.” başımı salladım. Umutsuz, bilinçsiz ve çaresizdim. Ben bile kendime acıdım. 🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️🏵️ |
0% |