@yildiz_sena
|
Beni bu denli üzen yazın son demleri mi yoksa pılımızı pırtımızı toplayıp bu şehirden ayrılmış olmak mı? Beni üzen babamın hatıralarıyla dolu evimizi, onunla gezdiğim sokakları, izin günlerinde beni götürdüğü parkı, birlikte oynadığımız küçük bahçemizi bırakıp gitmek. Babamı şehitlikte koyup gitmek. Belli ki fikirlerimin ve isteklerimin annem için bir önemi yok. Ben de bu yüzden öne oturmak yerine arka koltuğa yayıldım. Verebildiğim en etkili tepki ise kıçımı ona dönmüş olmam. Öyle etkili ki uyuduğumu düşünüp kendi kendine konuşuyor. Yıllar sonra neden böyle bir karar verdi anlamıyorum. Bu kadını hiç mi hiç anlamıyorum. O da beni anlamıyor ve ergen olduğumu söyleyip duruyor. Ergenim evet ne olmuş yani. Herkesin bir zamanlar içinde bulunduğu sinir bozucu bir evre. Ama benim alıştığım, babamın hatıraları olan şehri, İstanbul'u bırakmak istememem ergenlik değil. Kim ister ki? Bu kadın beni gerçekten anlamıyor. Ağlamak da istemiyorum bana ters bir durum. Kendi kendime sinir krizine girip çıkıyorum. Zavallı Asya.
Zavallı ben. Kalpsiz kadın. Anneannemde yaşamaya karar vermek nereden çıktı? Bildim bileli konuşmuyor bunlar. Ömrümde bir kere gördüm onu. O da ağlamaktan önümü göremediğim bir zamanda. Geçen yıl sonbaharda. Babamın cenaze töreninde.
Annem babama kaçmış zamanında o yüzden yıllardır konuşmamışlar. Kalpsiz kadın. Dedem ben doğmadan ölmüş. Dayım da anneannemi dolandırıp kaçmış. Baba tarafı zor durumda olduğumuzu fark edip çoktan hayatımızdan tüydüler. Böyle bir sülale işte.
Evet, İstanbul'da geçinemiyoruz, annemin kazandığı yetmiyor. Şehit ailesi olduğumuz için para alıyoruz ama o da sanırım yeterli gelmiyor. Tek varlığımız da babamın arabası. Kira ödememek için şehir değiştiriyor olabiliriz ve bu çok sinir bozucu. Ya iş bulamazsa, anneannem de bizi kovabilir. Bilmiyorum, kovar mı emin değilim. Sonuçta çok tanımıyorum ama yıllarca küs kalan bir kadından bahsediyorum. Her şeyi herkesten bekleyen biriyim zaten. Umrumda değil, ben babamı istiyorum...
İstediğim hiçbir şeyin olmadığı gibi bu da olmayacak ve olması imkansız. Benim zaten gelecekte babamın yanına gitme gibi planlarım var. Ben de şehit olmak istiyorum. Kimsenin haberi yok. Annemle bunu konuşacak kadar samimiyetim yok. O bir diktatör bense kast sisteminin en dibindeki zavallı. Durum onu gösteriyor.
İstemediğim şeyleri yapmaktan nefret ediyorum ama hep de onları yaptırıyor. Haklıyım böyle hissetmekte. Güvenmiyorum kimseyeğğğğğ!
Ortaokul arkadaşlarım ortaokulda kaldı. Lisede zaten kimseye tahammülüm yok. Geçen yıl kendime bile o dediğimden yoktu. Asosyal değilim insan sevmiyorum. Muğla'da da kimseyi seveceğimi sanmıyorum. Anneannem de dahil. Babamı sevmeyeni ne diye seveyim.
Kardeşim yok, yalnızım. Bütün ilgi benimdi, artık babam yok. Bu hayattan hiçbir şey istemiyorum. Beklentilerden uzak ve umursamazım. Bazı konular hariç tabi. Bazı konular dediğimden neyi kastettiğimi anlamışsınızdır. Öyle işte.
Kahverengi gözlerinde biriken yaşlar yanağıyla buluştuğunda hızla onları sildi. Gözlerini sıkıca yumup kollarını kendine sardı. Bu gönülsüz yolculuk kırık kalbine iğneler batırmaya yetmişti. Başak hanım elbette kızının bu karardan hiç hoşlanmadığını, sürekli sorun çıkaracağını biliyordu. Tek amacı ona daha rahat ve güzel bir hayat sunmaktı. Ağzı, burnu her şeyiyle annesine benzeyen Asya belli ki gözlerini babasından almıştı. Ahu gözleri çoğunlukla öfke ve kırgınlıkla doluydu. Başak hanım, sevgili eşi Kaptan'ı Asya'nın gözlerinde buluyordu. Her şeye rağmen verdiği karar Asya'yı daha hırçın yapacaktı. Ancak mantığını dinlemeliydi. O, kızı için yaşayan bir anneydi. Kızının sevgiye, şefkate, sıcaklığa ve rahat bir hayata ihtiyacı vardı. Babasını kaybettikten sonra iyice kendini kapatmıştı hayata. Herkes Asya'nın insanlara değer vermeyen bakışlarından şikayetçiydi. Dokuzuncu sınıf boyunca kimseyle arkadaşlık etmemişti. Ne kadar hırçınlaşsa da bu değişikliğin zamanla Asya'nın da hoşuna gideceğine inanıyordu Başak. Asya'nın sessizliğini uyumasına yorması gibi bu inancı da doğru değildi belki. İç çekip, her şeyin daha güzel olması umuduyla yoluna devam etti.
...
On saattir yoldayız bu da on saattir yatıyorum demek. İstanbul'dan Ortaca'ya sekiz saatte gelebileceğimizi araştırmalarım sonucu öğrenmiştim. Bizimki niye on saat sürdü bilemiyorum. Burayı hiç sevmeyeceğim için etrafa bakmak bile istemiyorum. Ama her yanım ağrıdığı için kalkmak zorunda kaldım. İtinayla camdan bakmıyorum. Başım önüme eğik ve kaşlarım çatık.
"Ben burada büyüdüm." dedi annem bir konu açılsın da konuşalım diye.
"Ben de İstanbul'da büyümüştüm. Malum buraya getirildik."
İç çekti "Neden böyle yapıyorsun kızım? Buraya bir şans veremez misin?"
"Ben şansa inanmıyorum." yapıştırdım Asya'nın klasik sözünü.
"Çok samimi, sıcak bir yer. Her şey yürüme mesafesinde. Kalabalık yok, huzur dolu. Doğallığı bozulmamış, insanları iyi. Sen de seveceksin, eminim."
"Her yerin iyisi de var kötüsü de o yüzden saçma. Ayrıca ben güzellik falan aramıyorum. Babamı istiyorum." haklıyım. Konuyu babama getirince bir şey diyemedi, sustu. Susar tabi. Herkes susar. Ölüm sessizliği. Şehitler ölmez tabii. Onlar öldü sanarlar. Babacığım. Ölmedin değil mi? O zaman gel. Rüya bile olsa...
Uzun bir sessizliğin ardından yavaşladık ve beyaz duvarlara sahip bir evin önünde durduk. Bahçe duvarları da evin duvarları gibiydi. Sarmaşıklar bu duvarları sarmış mor çiçeklerle donatılmıştı. Nereye kadar bakmayacaktım değil mi?
İstemeyerek de olsa arabadan indim. Annem arkadan valizleri çıkardı. Geri kalan eşyalar arkamızdan gelecek. Büyük parçaları sattı tabii. Kalpsiz kadın.
Valizimi almak için anneme yaklaştığım sırada yolun yukarısından bisikletle gelen sarışın çocuk kadrajıma girdi. Hızla yanımızdan geçerken bize bakmayı da ihmal etmedi. Bir erkek için fazla sevimli görünüyordu. Sarışın püskülleri havalanmış, ince telleri havada süzülüyordu.
Beni ilgilendirmediği düşüncesi beynime aktığı an gözlerimi devirip valizimi aldım. Annemle birlikte bahçe kapısından girdik. Sağ tarafta üzüm asmasıyla sarılmış bir çardak sol tarafta ise domates, biber bahçesi vardı. Evin bahçesindeki her toprak alandan bir bitki fışkırmıştı. Doğasever nine.
Annem dolu gözleriyle her karışı inceledikten sonra zile bastı. Terlik sesi gitgide kapıya yaklaşıyordu. Kapı açıldı. Kısa boylu, giydiği desenli elbisenin tombulluğunu gizleyemediği, çatık kaşlı kadın biraz dikkat edilince anneme benziyordu. Omuzlarına gelen düz beyaz saçlarını oyalı yazmasıyla gelişi güzel kapattı bizi görünce.
"Anne" bu anne kız ilişkileri beni germeye başladı. Ve o an beklemediğim bir şey oldu. İkisi de ağlaya ağlaya birbirlerine sarıldı. Madem bu kadar âşıktınız milleti niye gerdiniz? Ben kapıdan kovuluruz sanmıştım. Hatta öyle olursa belki geri döneriz diye umut ediyordum. Umutlar boşa.
Birbirlerini sevip okşadıktan sonra ayrıldılar, gözleri bana kaydı. Mehlika Hanım ellerini bana uzattı. Geri çekildim. Tanımam etmem ne sarılacağım?
"Asyaaaa" annemin uyarışını baygın bakışlarımla karşıladım. Kimse umurumda değil.
"Gelin hadi." dedi üzgün bakışlarıyla beni süzerek. Eve de girmek istemiyorum ama mecburum. O yüzden valizimi alıp peşlerinden içeriye girdim. Evin her şeyi neden bu kadar otantik? Beğenmek de istemiyorum. İstemiyorum...
...
Bana verilen odada saatlerce yattıktan sonra saat dört gibi evden çıkmaya karar verdim. Annemin ve anneannemin tembihlerinden kendimi zor kurtararak dışarı çıktım. Sağa sola bakıp kararsız kaldım. Kısa kollu kapüşonlu hırkamın kapüşonunu başıma geçirip ellerimi cebine attım. Kulaklığımdan yükselen müziğin de etkisiyle fazla düşünmeden aşağıya doğru yürüdüm.
Canım sıkkın. Hayata da küskünüm. Barışılacak gibi bir durum değil. O yüzden hep böyle kalınacak.
Gezmeye çıkmadım, evde patlamamak için çıktım. Buraya çok meraklı değilim. Sinir harbi vermek istemiyorum.
Boş boş ilerledim sokaklarda. Tanıdık hiçbir şey yok. Olamaz zaten çok zeki olmayan Asya. Ahh neyse. Her şey bir saçmalıktan ibaret. Beni mutlu edebilecek tek şey zaman makinesi olabilir.
Biraz daha yürüdükten sonra sol köşedeki bakkal gözüme çarptı. "Altaylı market".. Boğazım kurumuştu zaten, girip bir şeyler alalım.
Müziğimle ilerlerken sanki başka bir boyuttaymışım gibi hissediyorum. Tek güzel şey. Tek değil aslında, bir de ben varım.
Bakkala girmeden müziğimi durdurdum. Market demek istemiyorum, kapısı açık market mi olur? İçeriye girdiğim gibi kasada, kasanın yanında oturan dört kişi bana döndü. Üç kıvırcık bir düz, üç erkek bir kız...
Kasada oturan kıvırcık siyah saçlı çocuk beni şüpheyle süzüp konuştu "Buyrun"
Gözlerim yanındaki kumral çocuğa kaydı. Ela gözleri karşısındaki yabancıyı bir yerlerden çıkarmaya çalışıyordu. Beş saniyeden fazla birine bakmak kavga sebebi olduğu için bakışlarımı bir yana kaydırdım.
Siyah kıvırcık saçları ömrümden daha canlı, parlak ve yoğundu. Hayat var saçlarında, bende yok. Buna gülmek isterdim ama üşeniyorum. Onun yanındaki sarışın çocuğu sabah görmüştüm zaten. Gözleri yeşilmiş, sevimli ve masum görünüyor.
Yönümü raflara doğru çevirip onlardan uzaklaştım. Birkaç tuzlu bisküvi alıp meşrubat dolabına yaklaştım.
"Duymuyor herhalde, kim lan bu?"
"Daha önce hiç görmemiştim."
"Ben de. Yeni herhalde."
"Ben sabah gördüm. Mehlika teyzenin evinin önündeydiler sabah. Kızı geri dönmüş galiba. Bu da onun torunudur."
"İyi de daha önce niye hiç gelmediler? Yeni mi akıllarına gelmiş nineleri? Gözüm hiç tutmadı zaten."
Onları duymadığımı sanıyorlar.
"Annemlerden duymuştum. Mehlika teyzenin kızı yıllar önce sevdiği kişiyle evlenmesine izin vermiyorlar diye kaçmış. O yüzden yıllarca konuşmamışlar."
"Şimdi niye konuşuyorlar lan o zaman?"
"Geçen yıl kızının kocası şehit olmuş, askermiş. Mehlika teyze de acıyıp gitmiş cenazeye o yüzden barışmış olabilirler."
Yutkunamadım. Dolabın kapağındaki elim titredi. Acımış demek. Kimse bana acıyamaz. Kimse. Bunlara hayatım hakkında konuşma hakkını kim verdi ki!
Dolabı hızla açıp sade sodamı aldım. Kasaya geri dönüp elimdekileri oraya bıraktım. Karşımdaki insanlar yokmuşçasına, bakıyor da onları görmüyormuşçasına, önemsiz silik varlıklarmışçasına karşıya baktım. Sonra cebimden çıkardığım parayı uzattım. Duymuyormuşum gibi, duymamışım gibi.
Kumral çocuk aldıklarımı küçük bir poşete koydu. Kasadaki de uzattığım parayı aldı. Poşeti ve para üstünü alıp yüzlerine bakmadan oradan çıktım. Gözyaşlarım kendiliğinden yanaklarımdan kaydı. Müziğimi açıp sessizce yoluma devam ettim. Acıdan yanan yüreğim, gözyaşlarımla sönecek mi?
Hayır. Güleyim o zaman ben de. Güleyim.
|
0% |