53. Bölüm

Özel Bölüm ll

Mila
yildiztozu

 

Merhaba! Mahalle Abisi ikinci özel bölümüne hepiniz hoş geldiniz!

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. 🫶 Satır aralarında o güzel yorumlarınızı görmeyi çok istiyorum.

Keyifli okumalar!

 

 

 

 

 

 

"Sadece seni görmek istiyorum güneş batarken. Bu kadar basit, güneş batarken seni görmek istiyorum başka bir şey yok."

 

 

 

- Cassandra Wilson

 

Uykumun tam güzel yerinde çalan telefonumun zil sesiyle kaşlarımı çattım, yanağımı kaşıdım. Saattir diye hiç bakmadan telefonumun yandaki ses tuşuna basıp kapattım ve arkamı dönerek uyumaya devam ettim.

Ama telefonum susacak gibi değildi, bir kez daha çalmaya başladığında öfkeyle gözlerimi açıp telefonu aldım.

Cumartesi günü niye alarm kurar ki insan!? Akılsız Esra!

Alarma bu sefer sertçe basıp kapattım, oluşan sessizlikle rahatlayıp uykunun kollarına dönmek için gözlerimi yumdum. Geceleri çok sıcak oluyordu. Hal böyle olunca uyuyamıyordum.

Lanet olasıca telefon bir iki dakika sonra tekrar çalmaya başladığında, "Senin şimdi ananı!" diyerek hiddetle kalkmış ve telefonu almıştım, "Senin gibi alarma tüküreyim!" Ama hata ben de ki, neden alarmı geceden kapatmıyorsun.

Yok kapı zili, yok korna sesi, yok alarm! Yetti be!

Tam kapatacakken alarm olmadığını gördüm...

🤍 kişisi arıyor...

Can arıyordu! Dediklerimi hemen yutup telefonu açtım ve kulağıma dayadım.

"Alo!" dediğimde, "Günaydın güzelim." dedi karşı taraftan Can.

Esnedim ve gözümü kaşıdım, "Ne günaydını Can ya... Ne güzel uyuyordum." dedim homurdanarak.

"Ben mi uyandırdım yavrum?" diye sordu.

"Hayır... Lanet olasıca alarm uyandırdı!" dedim sinirle, "Ondan önce kapı zili, sonra araba kornası, her neyse. N'apıyorsun?"

"İyiyim, kahvaltı edeceğim. Sesini duyuyayım dedim." dediğinde gülümsedim.

"Ben de seni özledim." dediğimde, "Hadi kapatalım, uykuna devam et." dedi beni düşünerek.

Allah'ım ne kadar düşünceli!

Telefonu kulağımdan çekip saate baktım. Saat yeni on olmuştu.

"Artık istesem de uyuyamam." dedim telefonu kulağıma geri dayayarak. "Kaçtı uykum."

Karşı taraftan kapı çalma sesi geldi, "Bir saniye güzelim." dedi Can, bana.

"Tamam." deyip onu beklemeye başladım, esneyip bir yandan ayılmaya çalışıyordum.

Can'ın sesini duyuyordum, "Merhaba... Evet, benim siparişim, buyrun... Teşekkürler!" Galiba sipariş vermişti.

"Bugün bir planın var mı?" diye sordum.

"Atakanlarla oturacağız dışarıda."

"Kim kim?" dedim merakla.

"Atakan, Emrecan, Murathan, Asil ve ben. Gelirse bir de Mustafa gelir." dedi.

"Hım... Başka?" derken amacım kız olup olmamasıydı.

Ne duymak istediğimi anlayan sevgilim, "Kız yok merak etme." dediğinde kıkırdadım.

"Zeki sevgilim. Asıl sen hukuk okumalıydın." Leb demeden Corum'u anlıyordu.

Bahsettiği kişilerden sadece iki kişinin sevgilisi vardı ve Can ne zaman arkadaşlarıyla buluşsa oluyorlardı. O aralar Can'a sakin cevaplar verirken yastıkları dişliyordum, kapattıktan sonra yüzümü yastığa gömerek çığlık atıyordum.

"Aman güzelim, müvekkillerimin davalı olduğu insanların yaptıklarına dayanamam döverim. Sonra al başına belayı."

"Aslında sana hakimlik ya da savcılıkta yakışırdı."

"Aynen... Hakim ya da savcı olsam ilk ben hapse girerim. Ben pilotluktan devam edeyim." Kahkaha attım.

"Şiddetli hiçbir şey çözemezsin."

"Ama sana yakışır... Hakim veya savcılık. Düşünüyor musun?"

"Düşünüyorum ama sınavlarına çok zor diyorlar. Neyse, sen kahvaltını yap, ben de bir elimi yüzümü yıkayayım." dedim.

"Tamam güzelim, konuşuruz. Görüşürüz."

"Görüşürüz," diyerek telefonu kapattım, sehpaya bıraktım. Yaz sıcağından dolayı kendimi salona atmıştım. Çalışan vantilatör bile fayda etmiyordu.

Ankara neden bu kadar sıcak? Kışın buz gibi yazın cehennem gibi.

Ellerimi yüzüme doğru salladım, "Allah'ım eriyeceğim." dedim sızlanarak.

Mutfağa geçip kendime buz gibi bir bardak soğuk su doldurdum ve tezgaha yaslanarak içmeye başladım. Soğuk su boğazımdan kayıp gittikçe içim bir değişik oluyor, ferahlıyordum.

Zeliş ailesiyle birlikte akrabalarına gitmişti o yüzden evde tek başımaydım. Ailesiyle biraz zaman geçirdikten sonra da okuldan arkadaşlarıyla Datça'ya gidecekti bana da gel demişti ama başka bir planım vardı.

İadeyi ziyaret yapacağım birisi vardı.

Aslında annemler gelmemi istemişti, ama onlara burada arkadaşlarımla olacağımı söylediğim için gitmemiştim, belki ağustos gibi giderdim.

Suyumu içtikten sonra ayaklarım beni banyoya götürdü, içeri girip eşyalarımı çıkardım ve kendimi soğuk suyun altına attım. Buz gibi su o kadar iyi gelmişti ki...

Yarım saat boyunca buz gibi suyun altında durduktan sonra çıkıp bornozuma sarınarak odama geçtim temiz iç çamaşırıyla kısa bir şort ve tişört giydim, duştan çıkmamla tekrar sıcaklamaya başlamıştım. Allah'ım şu aciz kullarına azıcık merhamet et!

Telefonumu hoparlöre bağlamıştım ve evde şu an çalma listemdeki şarkılar çalıyordu. Saçlarımın suyunu alıp salık bıraktım. Bakım kremlerimi sürdüm. Zeliş şu an bunu görse saçımı toplamam için söylenip dururdu...

"Topla şu saçlarını, her yere dökülüyor! Bıktım saçlarından!"

Zeliha'nın sesi zihnimde canlanırken hem ürperdim hem de kıkırdadım.

Çok titiz bir ev arkadaşım vardı. En az Kadir Ezildi kadar, hatta onu bile sollardı.

Zeliş, Kadir Ezildi ile programa katılsa adam Zeliş'in temizliğine şaşırır kalır

Ben komik düşüncelere dalmış kendi kendime gülerken telefonum çalmaya başladı. Arayana baktım.

"Efendim anne?" diye açtım.

"Güzel kızım, n'apıyorsun?"

"İyiyim anne. Sen nasılsın? Babam nasıl?"

"İyiyiz hepimiz kızım, nasıl olalım."

"Abim?"

"Uyuyor, kahvaltıdan sonra yine yattı." Başımı göremeyeceğini bilsem de salladım.

"Anne ben senden bir şey isteyeceğim." diye mırıldandım.

"Söyle kızım?"

"Bana biraz para atar mısın?" diye mırıldandım.

"Paran mı bitti? Neden daha önce söylemedin? Baban aylığını atmıştı?"

"Evet attı. Param da bitmedi ama az kaldı. Zeliş şu an olmadığı için evin ihtiyaçlarıyla ben ilgileniyorum. Sıkıştım biraz." Paramı çarçur eden bir insan değildim. Hiçbir zaman da olmadım. Gereksiz yere para harcamayı sevmezdim ama günümüz şartlarında geçinmek zordu. Bugün altmış liraya aldığım peynir yarın yüz yirmi lira oluyordu. Bu da cep yakıyordu.

"Tamam babana söylerim birazdan hesabına havale yapar."

Gülümsedim, "Sağ ol sultanım!" Annemle konuştuktan sonra kapattık.

Kendime hızla güzel bir omlet yaptım, salatalık domatesleri yıkayıp, doğrayıp tabağa koydum. Diğer kahvaltılıkları da çıkarıp masaya oturdum ve kahvaltıma başladım.

"Kahvaltı ediyorum şimdi," dedim telekonferans yaptığımız kızlarla, annemden sonra aramışlardı. Hilal yine abimle bozuşmuştu, Ceren'in keyfi gayet yerindeydi, Cansu'da geçmiş derslerinin ve vizelerinin zorluğundan yakınıyordu.

"Sıcak mı Ankara?" diye sordu Cansu. Temmuzun başındaydık, okullar yeni kapanmıştı. Mutfak camından dışarı baktım, tek bir yaprak bile kımıldamıyordu.

Geri önüme döndüm.

İlk seneyi iyi kötü bir şekilde tamamlamış, alttan ders bırakmadan mezun olmuştum. Şimdi keyfini sürüyordum.

"Sıcak ne kelime Cansu, cehennemi aratmıyor." dedim, "Vantilatör bile etki etmiyor." Ağzıma bir parça peynir attım. "Eriyorum eriyorum." Ağzım dolu konuşmuştum.

"Afiyet olsun." dedi Ceren.

Ağzımdaki zeytini yuttum, "Sağ olun, gelin beraber olsun kızlarım."

Hilal kıkırdadı, "Onu bize değil başkasına demen gerekiyor tatlım."

Ben de güldüm, "Belki dememe gerek kalmaz?" diye usulca mırıldandım ve ağzıma bir salatalık dilimi daha attım.

Hepsi bir iki dakika boyunca sustu en sonunda Hilal, "Hadi be!" diyene kadar. Anlamıştı.

"Ay Can'ın yanına mı gidiyorsun Esra!" dedi Ceren çığlık atarak. Gülerek telefonu kulağımdan uzaklaştırdım.

Telefonu kulağıma geri koydum, "Bağırma ve evet iadeyi ziyaret yapacağım." dedim heyecanla.

"Özgür duymasın ama ha." dedi Cansu.

"Sadece o değil diğerleri de duymamalı, biri duyarsa diğerine yumurtlar, bana bakın çenenizi sıkı tutun!" dediğimde, "Boşboğaz mıyız biz Esra?" dedi Hilal homurdanarak.

"Ağzınızda bakla ıslandığını söylemeyeceğim yengeciğim." dedim yengeciğim lafını bastırarak.

"Deme bana yenge! Abine sinirliyim zaten ayrıca ben yaşlı mıyım be, yenge diyorsun? Ben daha senin annene abla diyorum." dedi art arda.

"Yakında anne diyeceksin ama taramalı tüfek."

"Abin akıllanmazsa demeyeceğim Esra, hatta ona diyeceğim çok güzel bir kelime var, kelimem de bitti olacak." dediğinde göz devirdim.

"Siz barışıyorsunuz ki sürekli," dedi Ceren. "Bir gün kavga üç gün canım cicim." Katılıyordum.

"Neyse kapatıyorum ben, daha valizimi kontrol edeceğim, hazırlanacağım, evden çıkacağım." Tonla işim vardı.

"Haber ver!" dedi Cansu. "Mert bunu duysaydı anında Can'a haber verirdi."

"Semih'te öyle." dedi Ceren.

"İşte onun için siz ağzınızı sıkı tutacaksınız."

"Tamam tamam."

Görüşürüz diyerek telefonu kapattık.

Doyduğuma kanaat getirerek masayı topladım ve çıkan bulaşıkları yıkadım. Tabaklığa kapatarak masayı sildim mutfakta işim bitince evi dip köşe süpürmeye başladım. Zeliş benden erken gelebilirdi ve evi temiz görmek istediğini söylemişti. Süpürgeyi yaptıktan sonra yerine bırakıp dişlerimi fırçalamak için banyoya geçtim. Denizli'ye gitmek aslında bir süredir aklımdaydı, sadece yoğundum.

Dersler, vizeler, koşturmaca derken doğru dürüst düşünemedim. Yazın gelmesiyle işi hızlandırdım.

Dişlerimi fırçalayıp yüzüme güneş kremimi sürdüm, onun emilmesini beklerken kalan eşyalarımı valize koydum. Bileti dün gece almıştım ve gidip kestirmem gerekiyordu.

Altıma beyaz kot eteğimi üzerime kalın askılı bordo crobumu geçirdim. Sağ bileğime fularlarımdan birini bağladım, saçlarımı tarayıp salık bıraktım, anlık bir cesaretle saçlarıma ışıltılar attırmıştım, saçım hafif dalgalı olduğu için şekillendirmeye gerek yoktu.

Hafif bir makyajla da işimi bitirdim. Hava sıcaktı ve makyaj yüzümde ağırlık yapıyordu. Zaten kapatıcı, allık ve rimel sürmüştüm.

Evet, hazırdım.

Bekle beni Can, Çilli'n geliyor.

Aynada kendime gülümsedim. Kalbimi pır pır ettiren çocuğu çok özlemiştim. Çantamı boynumdan geçirip çapraz bir şekilde taktım, içine cüzdanımı, kulaklığımı, evin anahtarını koydum ben hazırlanırken bir yandan da vakit kaybetmemek için taksi çağırmıştım ve taksiyi beklemek için valizimi de alıp odadan çıktım. Son kez camları ve kapıları kontrol ettikten sonra yeni aldığım beyaz spor ayakkabılarımı giydim. Kapıyı üç kez kilitleyip aşağıya indim.

"Hayırdır Esra kızım, nereye böyle?" diye soran Nazmiye teyzeye baktım. Kapısını önünü süpürüyordu.

Hadi buyur... Gel şimdi buna cevap ver.

Apartmanda olan bitenleri ilk Nazmiye teyzeden duyardık, Zeliş'le ona kısaca, "Radar Nazmiye." derdik. Dedikodu olsun hemen radarlarını açardı.

Sevgilimin yanına gidiyorum, diyemezdim. Apartmanda duymayan kalmazdı.iEn nefret ettiğim şeydi birilerinin özelimin konuşması. "Ailemin yanına, Nazmiye teyze." dediğimde, "Aaa öyle mi?" dedi.

"Hıhı, hadi sana kolay gelsin!" deyip yanından hızla kaçacakken, "Kız okul bitti mi de gidiyorsun?"

"Bitti bitti."

"Hee, kız ben bir şey diyeceğim size daha önce bir çocuk gelmişti. Bir erkek." demesiyle durdum.

"Hatırlayamadım Nazmiye teyze?" dedim salağa yatarak.

"Kız nasıl hatırlayamadın! Böyle uzun, yakışıklı, daylan gibi bir çocuktu!" Can'ı tarif ediyordu. "Kimdi o?" dedi merakla.

"Ne yapacaksın Radar Nazmiye, kendime mi yoksa kızına mı alacaksın?"

Demedim tabii ki...

"Heeee." dedim hatırlamış gibi yaparak, "O benim kuzenim! Gurbetteydi de."

"Gurbette mi?"

"Hıhı, dokuz kardeşli bir ailesi var, ailesinin durumu da iyi değil babası erken yaşta ölünce ailesine bakmak için çalışmaya gitti."

Can'la bir kuzen olmadığımız kalmıştı o da oldu.

"Vah vah... Demek babası vefat etti." dedi Nazmiye teyze üzülerek.

"Evet, daha küçücüktü, kardeşlerine baba oldu..." dedim yalandan hüzünle. Burnuma çektim.

"Bana bak yavrum, yardıma ihtiyacı falan var mı? Eğer varsa söyle bana. Erzak, para, kıyafet yardım edelim, insanlık öldü mü!"

"Çok sağ olun, haklısınız insanlık öldü mü! Ama gururuna yediremiyor işte, bizler ona yardım ediyoruz zaten."

"Aferin kızım, ailenize böyle hayırlı evlat olun. Eğer yardımlık bir şey olursa söyle, yardımsever insalarız biz."

"Aynen, aynen, söylerim. Nazmiye teyze benim gitmem gerek kolay gelsin." Koşturarak aşağıya indiğimde derin bir nefes aldım.

Ayaküstü hikaye söyletti bana.

Taksi gelince adam valizimi bagaja koydu.

"Merhaba, havaalanına gideceğiz." dedim arkaya kapıyı açıp oturarak.

"Tamamdır hanımefendi." dedi adam da yerine oturarak.

"Yalnız biraz hızlı gidebilir miyiz lütfen." Adam başıyla beni onayladı ve aracı sürmeye başladı.

Yaklaşık otuz dakika sonra havaalanına gelince ücreti ödeyip indim ve valizimi aldım.

İçeri girdim, biletimi kestirdim. Valizimi teslim ettim. Beklerken kulaklığımı takmış şarkı dinliyordum.

Nihayet kapılar açılınca hızlıca yürüyerek sıraya girdim. Bilet kontrolünden geçtim.

"Merhaba, hoş geldiniz." diyen hosteslere gülümseyip koltuğumu bulmak için ilerledim. Tek bir koltuk kalmıştı o da Business'dı. Mecburen onu almıştım. Koltuğumu bulunca oturanlardan izin isteyerek cam kenarı koltuğuma oturdum.

Telefonu kapatmadan önce mesajlara baktım. Cansulara bindiğimin haberini verdim, Can'ın mesajına tıkladım dışarı çıktığını yazmıştı, hep gittikleri kafeye gideceklerini de söylemişti. Ona tamam dedim.

Uçak kalkışa hazırlanırken telefonumu uçak moduna aldım.

"Beyler, bayanlar, sevgili çocuklar ve değerli hemşerilerim uçağımıza hoş geldiniz kaptanımız konuşuyor. Ankara - Denizli uçuşunda ben Orkun Avcı ve kaptanımız Şükrü Çetin'le sizlerle birlikte olacağız. Uçuşumuz üç buçuk saate yakın sürecektir, hepinize şimdiden keyifli uçuşlar dilerim." dedi pilot.

Bir an pilotun yerinde Can'ı hayal ettim. Tok sesiyle böyle bir konuşma yapıyordu.

Üzerinde ona çok yakışan beyaz üniforma, güneş gözlükleri... Çok karizmatik olurdu.

 

 

 

 

••••••••

 

Uçumuzun sonuna gelmiştik, derin bir nefes alıp kemerimi açtım ve telefonumu uçak modundan çıkardım. Cerenlere indiğimin haberini verdim. Herkes yavaş yavaş ayaklandığında Business olduğumuz için ilk bize öncelik vermişlerdi. Yanımda oturanların kalkmasını bekleyip ben de ayaklandım. Hosteslerin iyi günler dilekleri eşliğinde uçaktan indik.

Valizimi almak için sıraya girdim. Zaten sıcaktı bir de sıkış tepiş insanların birbirlerinin üstüne çıkmaya çalışmasıyla boğucu ve ter kokusu iyice dayanılmaz bir hale gelmişti. Hayır arkamdaki kadın üzerime çıkınca ne olacaktı? Beni ezip geçince öne mi geçmiş olacaktı?

Astımım uzun zamandır tutmuyordu ama buradan çıktıktan ilacımı kullanmam gerekecekti. Nefes almam zorlaşıyordu.

Bir de Antalya'da okusam heralde astım krizine girerdim...

Boğucu ter kokusuyla kısıkça inledim. Biraz öne giderek arkamdakilerle mesafemi açmaya çalıştım. Kadın üzerime çullanacaktı.

Nihayet valizim gelince kulpunu tuttum ve havaalanının çıkışına ilerledim. Çıkar çıkmaz da ilacımı kullandım.

Şimdi daha iyiydim... Temiz havayı içime çektim.

Havaalanın önünde duran taksilerden birine bindim ve adresi gösterdim.

Can daha önce kafenin konumunu atmıştı, adam direksiyonu adrese kırdı. Camı sonuna kadar açtım. Saçlarım içeriye giren rüzgarla uçuştu.

Yolculuğumuzun sonuna gelince gözlüğümü çıkardım, ücreti ödeyip indim ve valizi aldım.

 

 

 

 

🎶 Cem Adrian - Ela Gözlüm

 

 

 

(Lütfen kalan kısmı şarkıyı dinleyerek okuyun.)

 

Kafenin içine Can'ı görebilme umuduyla bakındım. Çok kalabalıktı.

Ve sonra sola döndüğümde kalbimin durduğunu hissetim.

Oradaydı... Sırtı bana dönük olduğu için beni görmüyordu, kalabalık bir grupla oturuyordu. Gülüyordu.

Gülmek ona çok yakışıyordu biliyor musunuz?..

Onları -daha doğrusu Can'ı- izlemeye başladım. Yine gülüştüler.

Gülümseyerek onları izlerken telefonum titredi başımı eğip baktım, başımı kaldırdığımda ve yine Canlara baktığımda aralarından biri onlara baktığımı fark etmiş ve bana bakarak kaşlarını çatmıştı.

Çocuk sadece bana bakıyordu, neden onları izlediğim anlamaya çalışıyordu sonra arkadaşları ona bir şeyler sordular. Çocuk konuşarak başıyla beni işaret edince hepsi bana doğru döndü. En sona Can kalmıştı. Bir o dönmemişti.

Ben sadece Can'a bakıyordum, diğerlerini umursamadan. İçimden ona kadar sayıyordum, eğer on olduğunda Can dönmezse yanına gidecektim.

Bir...İki...Üç...Dört... Beş...

Ve bingo! Can'da en sonunda merak ederek arkasını döndü. Güzel elaları gözüme çarptığında gözlerim dolmuştu ama gülmeye başladım.

Şok. Can şoktu. Beni görünce gözleri açıldı, ben gülüyorum o şaşkınca bana bakıyordu.

Ne kadar garip bir çiftiz değil mi?

Dudakları hafif aralıktı, "Hassiktir!" dediğini okudum. Daha da çok güldüm. Hemen oturduğu yerden kalktı.

"İyi de sen..." dedi yanıma yaklaşarak.

"Merhaba... Ve sürpriz..." Kollarımı iki yana açtım. "İadeyi ziyaret yapayım dedim." Bayağı şaşkındı.

Benim gibi. Yanıma geldiğinde ben de böyle şaşkın bir şekilde yüzüne bakakalmıştın

"Sen..."

"Ben..." dedim onun gibi.

Can hala şoktaydı. Sabırsızca parmaklarımı açıp oynattım.

"Can?" Konuşmadı.

"Can?!" Yine konuşmadı. Öküzün trene baktığı gibi yüzüme bakıyordu.

Kaşlarım artık belli belirsiz çatıldı, "Hadi ama pilot bey! Bunca yolu böyle bön bön birbirimize bakalım diye mi geldim ben! Sarılsana oğlum!" Ben o kadar yol tepeyim, beyimiz sadece yüzümüze baksın!

Can şaşkınlığı kenara bıraktı, bir saniye bile beklemeden eğildi ve bana sıkı sıkı sarıldı, kollarımı özlemle boynuna dolamamla ayaklarım yerden kesildi. Beni bir tur döndürdü.

"Dur! C-Can dur dedim! Midem bulandı." dedim kahkahalarımın arasında.

"Sen! Sen geldin!" dedi hala şaşkınken. Burnuma tıraş losyonunun kokusu doluştu. Naneli, ferahlatacı, keskin bir kokuydu.

Tarçın kokusuyula harmanlanmıştı. Ellerimi ensesindeki kısa saçlara götürüp okşadım.

Beni yere indirince geri çekilip elimi yanağına koydum. "Ben geldim sevgilim," Gözleri parlıyordu. "İadeyi ziyaret sırası bendeydi." Gözlerine baktım. "Hoş geldim mi?"

Beni yine kendisine çekerek alnımdan öptü. "Hoş geldin... Hem gönlüme hem de buraya hoş geldin Çilli'm..."

Gözlerimi huzurla yumdum, kalbim gümbürdüyordu. "Hoş buldum... Burada böyle duracak mıyız? Arkadaşların meraklı bakışlar atıyorlar da."

Arkasına dönüp kısaca baktı sonra bana dönerek parmaklarını benimkilerine kenetledi ve yürümeye başladı.

"Dur! Valizim!" dedim hızla. Duraksadı sonra valizimi aldı.

"Orhan ben gidene kadar bu burada dursa olur mu? Kısa süre kalacak." dedi barista çocuğa.

"Dursun sorun değil." dedi çocuk, bana başıyla selam verdi.

"Eyvallah," Masalarına geldiğimizde, "Merhaba?" dedi çocuklardan biri. Beni ilk fark edendi.

"Merhaba," dedim hepsine.

"Esra, sevgilim." dedi Can, beni tanıtarak.

Sevgilim diyen ağzını öpeyim çocuk senin...

Hatırlatın yalnız kalınca öpeyim.

"Merhaba Esra, ben Murathan." dedi esmer çocuk.

"Ben Asil."

"Ben Mustafa."

"Ben Atakan."

"Ben de Emrecan, memnun olduk."

"Ben de," dedim hepsine gülümseyerek.

"Oturun hadi." dedi Asil.

"Hiç oturmayalım, gidelim." dedi Can elimi sıkıca tutarak. Haklıydı, saat geç oluyordu.

"Gidersiniz ya! Oturun Esra'yla bir tanışalım oğlum!" diye ısrar etti Mustafa.

"Musti bırak zorlama, adamı tutamayacağız. Kızın sevgilisi gelmiş oturur mu sence? Gitsin kızla." dedi Murathan.

"İyi akşamlar," dedi Can ve telefonunu masadan alarak valizimi bıraktığı yere doğru ilerledi.

"Ayıp oldu!" dedim mahcubiyetle.

"Bir şey olmaz," dedi umursamayarak. Valizimi aldı, çocuğa teşekkür ederek kafeden çıktık.

Can elimi sıkı sıkı tutmuştu, beni kolunun altına çekti, "Eve gidince her şeyi anlatacaksın."

"Anlatılacak pek bir şey yok ama tamam," dedi başımı göğsünü yaslayarak.

Taksiye binip eve gelmemiz neredeyse bir saati bulmuştu. Taksiden indik, güzel bir siteydi burası. Öğrenci evleri vardı. Kimisi 1+1 kimisi 2+1 kimisi de 3+1'miş. Can tek başına olduğu için 1+1 bir ev tutmuştu.

Apartmanın içine girdik, asansörle üçüncü kata çıktık. Bizi uzun bir koridor karşıladı.

"Evin hangisi?" diye sordum.

"Sondaki daire." dedi, koridorun sonuna geldiğimizde Can cebinden çıkardığı anahtarı kapı deliğine taktı, çevirdi.

"Buyurun hanımefendi!" dedi kenara çekilerek.

"Çok kibarsınız beyefendi!" Kıkırdayarak içeri girdim. Girer girmez serinlik yüzüme vurdu, galiba klima açıktı. Etrafı incelemeye başladım. Salonla mutfağı birbirine gösteren bir cam vardı. Odasının kapısı açıktı ve kapının üzerinde barfiks demiri asılıydı.

Can arkamdan kapıyı kapattı. Anahtarını bıraktı.

"Beğendin mi?" diye sordu.

"Evet, çok güzelmiş evin." dedim. "Tam öğrenci evi."

"Valizini odama koyuyorum." deyip yanımdan geçti, evde bir oda, bir banyo vardı. Can'ın arkasında gittiğimde odasını incelemeye başladım.

Gayet sade bir odaydı. Çift kişilik bir yatak, büyük bir gardrop, yatağın yanında bir çalışma masası ve benimki gibi kitapları vardı.

Kitaplarına baktığım sırada, "Bayağı toplusun sen." dediğimde, "Dağınıklık sevmem." dedi. Bana gülümseyerek, "Gel hadi." deyince odasından çıktık. Çok fazla bir eşyası yoktu. Normal öğrenci eviydi işte.

Koltuğa oturduğumuzda onun beline sarıldım, o da kolunu bana doladı.

"Anlat bakalım," dedi.

Omzumu kaldırıp indirdim, "Dediğim gibi anlatılacak pek bir şey yok. İadeyi ziyaret yapmak istedim. Aslında bunu okul dönemi yapacaktım ama çok yoğundum. Sen de öyle. O yüzden yaza bıraktım."

Dudaklarını saçlarıma bastırdı. "İyi yapmışsın, kimler biliyor buraya geldiğini?" diye sordu.

"Şey..." dedim.

"Bana kimsenin bilmediğini söyleme Çilli."

Güldüm, "Şaka şaka, sadece Ceren'ler biliyor."

"Ama abinler bilmiyor."

"Bilse rahat vermez Can." dedim alttan alttan ona bakarak.

"O da doğru..." dedi ve ekledi. "O zaman iyi yapmışsın." Kıkırdadım.

Can abimin sürekli bizi rahatsız etmesinden nefret ediyordu, ikimiz mi konuşuyoruz hemen lafa giriyordu, Can'la ilgili bir şey mi diyordum, hemen huysuzca söyleniyor, konuyu değiştiriyordu.

İki seneye yakın oldu hala alışamadı.

Bir süre sarmaş dolaş öylece oturduk sonra Can, "Hadi sen üzerini değiştir, yemek yiyelim. Ya da istersen dışarıya da çıkabiliriz?"

"Yok ya, bütün günüm yolda geçti zaten." dediğimde, "Sen nasıl istersen güzelim." dedi. Can'ın odasına geçip valizimi açtım, içinden siyah bir taytla kalçalarımı kapatan tişört çıkarıp giydim.

"Esra banyoya temiz havlu bıraktım, kullanabilirsin." dedi Can kapının arkasından.

"Tamam!" Sıcaktan yüzüm yapış yapış olmuştu, odadan çıkıp banyoya geçtim ve yüzümü soğuk suyla yıkadım. Şimdi daha iyiydim.

Banyodan çıktığımda Can telefonuyla uğraşıyordu. "Ne yapıyorsun?" diye sordum.

"Yemek siparişi veriyorum." Başımı kaldırdı, "Hamburger mi pizza mı?"

Hiç düşünmeden, "Hamburger." dedim. "Yanında bol patates ve kola."

"Tamam." Hızla siparişi verdi.

Koltuğa oturduğumuzda bir süre sessizce haberleri izledik. Kapı çaldığında Can açmaya giderken ben de oturduğum yerde kıpırdandım. Karnım açlıktan gurulduyordu.

Can yanıma geldiğinde ortadaki sehpanın üstünü boşalttım. Can poşetten yemeklerimizi çıkardığında kendiminkini önüme çektim. Kolamı açtım ve içine baktım.

"Domatesli mi seninki de?"

"Evet, ne oldu?"

"Ben domates sevmem de içinde." Domateslerini çıkardım. Söylemeyi unutmuştum Can'a.

"Ben yerim." deyip benim kenara çıkardığım domatesleri ağzına attı.

Hamburgerimi yemeye başladım.

"Imm... Çok acıkmışım." dedim dolu ağzımla.

"Yavaş yavaş." dedi Can, "Boğulacaksın."

"Boğulmam." dedim ve iştahla yemeye devam ettim.

Ben iştahla yemeğimi yiyip bitirmişken Can hala bitirememişti.

İnsan açken bambaşka birine dönüşüyordu. Asla sinirlenmeyen biri bile açken delirip herkese saldırabilirdi. En azından ben öyleyim. Açken önündekini bir çırpıda yiyip bitiriyordu.

Benim de öyle olmuştu. Gözümü açıp kapayana kadar hamburgerim bitmişti. Kalan son patates kızartmamı da ağzıma attığımda duraksadım.

İyi de ben daha doyamamıştım ki... Üstelik patates kızartmam da bitmişti.

Omuzlarım çökmüşken Can kendi patatesini bana iteledi. "Senin o, Can." dedim şaşkınca.

"Ben patates kızartması sevmem. Sana söyledim onu zaten ye," deyince neşeyle gülümsedim ve onun patates kızartmalarını da yemeye başladım.

"Allah'ım," dedim gözlerimi yumarken, "Patatesi yarattığın için teşekkür ederim."

"Şuna bak, bir patates kızartmasıyla mutlu oldu." dedi Can hayretle.

İkimizde yemeklerimizi yedikten sonra çöplerimizi topladık. Mutfakta kenarda pizza kutuları üst üsteydi. Onların hepsini büyük boy çöp poşetine tıkmıştım. Can hem çöpleri atmaya hem de atıştırmalık bir şeyler almaya gittiğinde ben de boş durmamak için tezgahın üstündeki bulaşıkları yıkamaya başladım. Bulaşık makinesini yerleştirirken kapı çalmıştı, duraksayıp suyu kapattım ve ellerimi kuruladım.

"Allah Allah, Can anahtarını da almıştı ama," dedim kendi kendime. Kapıyı açmaya gittim.

"Anahtarı da almıştın Ca-" Kapıyı açmıştım ki lafım yarım kalmıştı çünkü karşımda Can değil elinde tabak tutan bir kız duruyordu.

Sen kimsin şimdi?

"Buyurun?" dedim kıza.

"Can, yok mu?" dediğinde kaşlarım çatıldı, kıskançlık tohumları içimde filizlenmeye anında başladı.

"Siz kimsiniz?" dediğimde, "Sen kimsin?" dedi.

Soruma soruyla karşılık vermesine mi sinirleneyim, Can'ı sormasına mı?

"Sana ne!" dedim sinirle, "Siz kimsiniz ve neden Can'ı soruyorsunuz?"

"Ben karşı komşusuyum," dedi en sonunda, "Kurabiye yapmıştım Can'a da getirmek istemiştim. İçeride mi?" Onu baştan aşağıya süzdüğümde üstünde göğüs dekolteli kısa bir elbise vardı. Boyu benden biraz uzundu. Esmer tenli, sarı saçlıydı. Elbisesinin kısalığı güzel bacaklarını ortaya çıkarmıştı.

İçeri bakmak için kafasını uzatınca kapıya yaslanarak görüşünü kapattım, "Değil."

Bakışlarını bana çevirdi, o da beni baştan aşağıya süzdü, "Sen kimsin? Can'ın kardeşi ya da kuzeni mi?"

O kadar mı küçük duruyordum ben?

"Hayır," dedim çenemi kaldırarak, "Can'ın sevgilisiyim ben."

"Sevgilisi mi?" derken hem şok olmuştu hem de yüzü düşmüştü.

"Evet, bir sorun mu var?" dediğimde boğazını temizleyip rujlu dudaklarını ıslattı.

"Hayır, sevgilisi olduğunu bilmiyordum."

"Artık biliyorsun." dedim yapmacık bir gülümseyle.

"Ben o zaman... Kurabiyeyi vereyim." dedi kurabiyeleri uzatarak.

"Gerek yoktu, zahmet etmişsiniz. Sizin adınız neydi?"

"Ben, Maral."

"Tamam Meral." dedim umursamayarak.

"Maral!" dedi bir daha. "Meral değil."

"Kusura bakma, dilim sürçtü, iyi akşamlar." dediğimde git mesajlarını çok açık bir şekilde veriyordum.

Kısık sesiyle, "İyi akşamlar," diyerek arkasını döndü ve gitmeye başladı, kaşlarım çatık bir şekilde kapıyı kapattım. Kurabiyelerden bir tanesini alıp yedim.

"Keşke yapabilseydin." dedim yüzüm buruşurken. Ağzımdaki kurabiyeyi peçeteye çıkarıp çöpe attım, saman gibi getirmiş çocuğa kurabiye diyor. Süsleneceğine bari kurabiyeyi yapsaydın. Tabağı tezgaha koydum ve salona geçtim, kollarımı göğsümde birleştirdim.

Gelsin bakalım Can efendi. Hesap vermesi gerekiyor.

Beş dakika sonra kapı açıldı, "Sevgilim geldim." dedi Can.

"Gel sen gel," dedim kısık sesimle.

Can yanıma geldiğinde, "Senin sevdiğin atıştırmalıklardan da aldım."

"Hım? İyi." dedim düz sesimle.

"Ne oldu?" dedi yanıma gelerek.

"Hiç, tezgahta kurabiye var." dediğimde camdan tezgaha baktı.

"Kurabiye mi?" diyerek mutfağa girdi, tabakla geri çıktı. "Ooo, bir de un kurabiyesi! Bayılırım."

"Ben seni bir bayıltacağım..." dedim kendi kendime.

Can şaşkınca bana baktı. "Ne?"

"Yok bir şey. Biliyorum diyorum, seversin sen!"

"Var ya bir oturuşta beş, on tane gömerim."

"Bilirim, gömersin." Sen onu ye de bakalım kim kimi gömecek Can Bey!

"Kim getirdi?" Tam bir tane ağzına atacakken, "YEME ONU!" diye aniden bağırdım. Hızla ayaklandım. "Yersen öldürürüm seni!" diye yaklaştım.

"Ne oluyor ya?" dedi anlamayarak. Kurabiyeyi bıraktı. "Kim getirdi bunları?"

"Meral!" dedim sinirle.

"Meral mi? O kim?" dedi tanımayarak.

"Aman, Meral değil, Maral!" dedim düzelterek. Sinirden ne dediğimi mi biliyor muydum ben.

"Maral mı?" dedi bu seferde.

"Evet, Maral!" dedim sinirle. "Nereden tanışıyorsunuz siz?"

"Karşı komşu," dedi sorumu cevaplayarak. "Bazen evden çıktığımda rastlaşırsak selamlaşıyoruz. Hepsi bu."

"Hep böyle şeyler getirir mi?" dedim şüpheyle.

"Yani ara sıra getirir." Can'ın elinden tabağı sertçe çekip aldım.

"Konuşuyor musunuz?" dedim sakin kalmaya çalışarak.

"Selam verirse."

"Bir daha o kızdan bir şey alırsan seni öldürürüm Can!" deyip kurabiyelerin hepsini çöpe döktüm. "Ayrıca bir daha da selamlaşmayacaksın."

"Alt tarafı iki dakika çöp atmaya, bir şeyler almaya indim." dedi şaşkın Can. "Ne oldu iki dakika da?"

"Bir şey olmadı! Ne olabilir ki?" dedim sinirle.

Can hala şaşkınca bakıyordu. "Sevgilim, alt tarafı bir komşu, ayrıca kızın sadece adını biliyorum."

"Ben senin yanında küçük mü duruyorum?" diye aniden sordum. Tamam boy ve yaş farkımız vardı da kardeşi gibi de durmuyordum!

Durmuyordum, değil mi?..

"Hayır?"

"Kız bana kardeşi ya da kuzeni misin dedi." dedim ciddi bir sesle.

"Ya boş versene sen onu, hadi bozma keyfimizi. Bir şeyler izleyelim."

"Ha ben bozuyorum yani keyfimizi? Kızın sana bir şeyler getirmesi sorun değil, benim keyfimizi bozmam mı sorun!" dedim bu seferde hayretle. Göz devirerek başını iki yana salladı.

"Ben onu mu dedim yavrum?" Yanıma gelip ellerini belime doladı.

"Git dokunma bana!"

"Esra'm..."

"Sırnaşma, bak seni uyarıyorum. O kızı gördüğün yerde başını mı çevirirsin, görme engelli gibi mi davranıyorsun, seslerinde sağır mı olursun bilmiyorum! Ayrıca ben yokken o kız buraya gelir, bir şeyler getirir, eve girmek ister. Yemin ederim hiç üşenmem Ankara'dan kalkar gelirim. Hem seni hem o kızı öldürürüm!" dediğimde güldü. Koluna vurdum, "Gülme Can! Ben gülüyor muyum!"

"Elimde değil, sinirlenince çok tatlı oluyorsun." dedi muzip bir tavırla. Elini çeneme koydu, "Acaba seni hep böyle sinirlendirsem mi? Çok daha güzel oluyorsun. Böyle dik dik bakıyorsun, kaşlarını çatıyorsun."

"Aman ne komik Can. Git ne izlemek istiyorsan izle, ye. Benim iştahım kaçtı." dedim homurdanarak.

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, "Benimki gayet yerinde." Bunu dedikten sonra dudaklarını dudaklarıma bastırdığında gözlerimi yumdum.

Ona karşılık verdiğimde belimdeki elleri sıkılaştı, parmak ucuna yükselip kollarımı boynuna dolayıp kendime çektim. Can beni mutfak duvarına yasladığında titriyordum.

Nefesim kesilince geri çekildim, "Beni böyle susturup ve sakinleştireceğini düşünüyorsan..."

"Eeee?" dedi boğuk sesiyle.

"Çok doğru düşünüyorsun." Başını arkaya yatırıp kahkaha attığında evin dört bir yanında yankılandı.

"Öpeceğim öpeceğim öpemedim." dedi başını boynuma gömerek. "Sen parfümünü mü değiştirdin?" diye sordu.

"Zeliha'nın doğum günü hediyesi. Beğendin mi?" dediğimde, "Senin teninde her şeyi beğenirim ben." dedi. Kalbim tekledi.

Geri çekildi, "Hadi geç otur. Aç bir film. Ben de atıştırmalıkları hazırlayıp getiriyorum."

"Tamam," Ondan ayrılıp salona geçtim ve film bakmaya başladım.

Can'da yanıma geldiğinde cips tabağını kucağıma çektim. Kolunu omuzuma atıp beni kendisine çekti ve cips yemeye başladı.

Filmi izlerken Can birden cips tabağını benden aldı ve uzanıp sehpaya koydu.

"Ne yapıyorsun?" dedim anlamayarak. Cevap vermeyip dizlerime yattı.

"Yatıyorum." dedi rahatça, filmi izlemeye koyulduğunda saçlarını okşamaya başladım.

Film bitince televizyonu kapattım ve Can'a baktım, uyuyordu.

Filmin sonunu görememişti. Ortalarındayken uyuyakalmıştı.

Gülümseyerek saçlarını okşadım ve öptüm.

Ses çıkarmadan izledim, ne kadar izledim bilmiyorum ama Can, "Yaydığın enerjiyle uyuyan insanı bile uyandırabiliyorsun yavrum." dedi uykulu sesiyle.

"Dalmıştım, seni de rahatsız etmek istemedim." Dizlerimden kalkıp avucuyla gözünü ovuşturdu.

Bileğindeki saatine baktı, "Saat on ikiye gelmiş. Yatsak iyi olacak artık. Yarın uzun bir gün olacak." dediğinde başımı salladım. Uyumadan önce yarın bana buraları gezdireceğini söylemişti. İkimizde ayaklandık ve Can'ın odasına girdik. Yatağa yattığımızda Can ince pikeyi üzerimize çekip bana sarıldı.

"İyi geceler..." dedi kısık sesiyle.

"İyi geceler," dedim gülümseyerek. Gözlerimi yumdum.

Sabah olduğunda mutfakta işleniyordum. Can'la kendime güzel bir kahvaltı hazırlıyordum. Can hala uyuyordu.

Sabah odanın camından gelen kuş sesleriyle gözlerimi açmıştım, kendimi bir anlığına Ankara'daki odamda gibi hissetmiştim.

Can'ı rahatsız etmeden yataktan kalkmıştım, yeni alışveriş yaptığı için buzdolabı doluydu. İçinde kahvaltılıkları çıkarmaya başladım. Hepsini mutfaktaki masaya yerleştirdim.

Can yemek yapmasını bilmiyordu o yüzden sürekli sipariş veriyordu.

Geniş kaba kırdığım yumurtaları iyice çırptım, daha sonra ekmekleri yumurtaya bulayıp ocakta kızmış tavaya yavaşça koydum.

Fırında pişen şeylere de kısa bir göz attım, geceden beri aklımdaydı ve yapmak istemiştim.

Aniden belime biri sarılınca irkilmiştim. "Ay Can!" dedim korkuyla, parmağımı damağıma yapıştırıp kaldırdım.

"Günaydın." dedi uykulu sesiyle.

"Tam asker olacak kişisin yalnız. Böyle sessiz sessiz gelmelere bayılıyorsun."

"Asker olsam... Sever miydin?" diye sordu.

Hiç düşünmeden, "Severdim." dedim. "Acaba nasıl karşılaşırdık?"

"Belki bir sokakta göz göze gelirdik, belki bir kafede, belki aynı taksiye binmek isterken."

"Hım..." dedim düşünerek. "Belki ben yürürken sen bana çarpardın."

Güldü, "Bana çarpan sen olurdun Çilli, elinde hukuk ders kitapların, başını gömmüşsün. Çarptığını kabul etmezdin bir de, 'Siz çarptınız bana beyefendi!' derdin. Ama çarpan sensindir."

Ben de güldüm ve başımı onun göğsüne yaslayıp düşünmeye başladım. Sahi acaba ben Eskişehir'e gelmeseydim nasıl tanışırdık? Belki o avukat ben normal bir müvekkil olarak giderdim, ya da belki o Harp Okulu'ndan çıkmıştı.

Can'ı o an hayal ettim, subay tıraşlı, iri cüsseli sanırım ben onu gördüğüm ilk an yine aşık olurdum.

"Belki bu sefer sen avukat olurdun, ben sıradan bir müvekkil olarak gelirdim." diye mırıldandım.

"Bana asılır mıydın?" Göz devirdim.

"Hayır! Ama önce şöyle bir süzer, ağzını yoklardım, 'Sevgiliniz çok şanslı, çok iyi bir avukatsınız, sizinle olan kadını kıskandım.' diye."

"Ben de bana asıldığını anlardım, ve 'Hayır hanımefendi sevgilim yok ama siz olmaya ne dersiniz?' derdim, ya da, 'Sevgilim olursanız siz değil ben çok şanslı olurum.' da diyebilirdim. Belki de senin dediğin gibi ben asker olurdum sen şimdi ki gibi bir hukuk öğrencisi."

"O gün sen Harp Okulu'ndan hafta sonu diye izne çıkmışsındır, ama çok fazla yağmur yağıyordur ve taksiye bineceksindir. Durdurduğun taksiye ben de binmek istemişimdir."

"Çirkeflikte yapardın."

"Heralde! Geleceksin benim taksimi çalmaya çalışacaksın ben de sessizce vereceğim." Kahkaha attık. "Kuantum fiziğine göre çoklu evrenler varmış." diye mırıldandım. "Belki bu dediklerimiz o evrenlerde gerçekleşiyordur." Çoklu evrenlere inandırdım. İlgimi çekerlerdi.

"Belki de."

"Ya da!" dedim heyecanla, "Sen basketbolcu olurdun. Çünkü çok iyi basketbol oynuyorsun. Ünlü bir basketbolcu olurdun ben de senin maçını izlemeye gelirdim, o sırada başını çevirince beni görürdün." Can çok iyi basketbol oynuyordu. Umutlarla yaptığımız o maçı hala hatırlıyordum.

"Attığım her baskette seni işaret ederek, 'Senin için.' der, maç sonu numaranı almaya çalışırdım."

Düşündüm, "Sen iyi bir doktor da olurdun, mesela bana yolda giderken araba çarpmıştır ve-" demiştim ki, "Düşüncesi bile kötü, geç bunu." diye hızla lafımı kesti. Lafımı kesmesiyle duraksayıp başımı göğsünden çektim ve ona baktım. Bana değil önüne bakıyodu ve durgunlaşmıştı. Durgunlaşmasının nedeni Eskişehir'de bana araba çarptığında beni hemen bulamamalarıydı. Kim bilir ne haldeydiler...

Başımı geri yasladım, "Ama sonra sen beni görmüş yanıma gelerek ilk müdaheleyi yapmışsındır ve ben eminim kendime geldiğimde ve seni gördüğümde patavatsızca bir şeyler söylerdim." diye devam ettim.

"Hm, bak olabilirdi. Sen yapardın." dedi alayla. Güldüm, doğru yapardım.

Başıma taş gibi adam gelmiş ve doktor! Heralde patavatsızlık ederdim.

Kahvaltımız hazır oluncaya kadar böyle böyle hayaller kurduk, daha sonra masayı hazırlayıp oturduk ve kahvaltıya başladık.

"Sen fırında ne pişiriyorsun?" diye sordu Can.

"Un kurabiyesi," dediğimde ağzına götürdüğü çatalı duraksadı, "Sen çok seversin ya!" diye devam ettim.

Bana yandan baktım, "Sabah sabah." dedi la havle çekerek.

"Sen akşam akşam canına susamış gibi yiyecektin o kurabiyeyi." dediğimde kendini boğmak ister gibi lokmalarını ağzına tıktı.

"Doyurma ya kendini canım, daha un kurabiyesi yiyeceksin! Gömersin beş, on tane." diye lafı çaktım.

Derin nefes aldı, fırın için kurmuş olduğum saat çalınca ayaklandım fırını kapatıp tepsiyi çıkardım.

"Bak pişti. Soğusun gömersin!"

"Sürekli bunu hatırlatacaksın değil mi?"

"Evet." Yerime geri oturdum. Kahvaltımızı yaptıktan sonra masayı topladık. Soğumuş olan kurabiyelerin üzerine pudra şekeri döktüğümde hazırdı.

Can çenesini omuzuma dayadı, "Oldu mu?"

"Evet," Bir tane alıp olan uzattım. Çiğnedi. "Nasıl?"

"Ellerine sağlık. İstersen hazırlan çıkalım?" Saatini kontrol etti, "Günden faydalanalım."

"Olur." deyip yanından ayrıldım.

"Esra ben çıkıyorum." diyen Can'la duraksadım.

"Nereye?"

"Birinci katta Asil ve Mustafa oturuyor, onların yanına. Sen de rahat rahat hazırlanırsın." dediğinde beni düşündüğünü anladım. "Duş almak istersen banyoya havlu koydum."

"Tamam," dediğimde evden çıktı. Ben de hemen iç çamaşırlarımı, şampuanımı ve saç kremimi alıp banyoya girdim.

Güzel bir duşun ardından banyodan çıktım, üzerimi değiştirdim. Üzerime bir büstiyerle kot pantolon giydim.

Makyajımı yapıp saçlarımı taradım. Bir kolye taktım. Kulağıma inci küpelerimi. Çantamı aldığım sırada evin kapısı açıldı ve kapandı. "Esra?" dedi Can.

"Hazırım ben!" diyerek yanına gittim.

"Tamam güzelim, hemen hazırlanıp geliyorum." deyip odasına geçti, kapıyı kapatınca ben de mutfağa geçip kendime büyük bir bardak soğuk su doldurdum ve yavaş yavaş içtim.

Can on dakika sonra geldiğinde üzerine beyaz bir tişörtle kot pantolon giymişti. Cüzdanını aldıktan sonra evden çıkmıştık. Bizim çıkmamızla karşı dairenin kapısı açıldı.

Evet, Maral'ın kapısı.

O bize bakınca Can'ın elini tuttum. Bakışları ellerimize kaydı.

"İyi günler Maral." dedim yapmacık bir şekilde, cevabı beklemeden Can'ı çekiştirdim.

"Kıskanç..." dedi Can, bana.

Yandan baktım, "Kıskançlık konusundan kimse senin eline su dökemez sevgilim." dedim ve ekledim, "Ceyhun'u unuttun heralde."

Ceyhun dediğimde suratı düştü, "Tamam. Sustum." Kıkırdadım, birlikte asansöre bindik.

Önce apartmandan sonra siteden çıktık.

"Nereye gidelim?" diye sordu Can.

"Bilmem, buraları sen biliyorsun." Tamam dedikten sonra yakınlardaki taksi durağından taksiye bindik.

Camı açtığım sırada rüzgar içeriye doldu ve saçlarımı uçurdu. Önüme gelen saçları çekerken radyodan Mabel Matiz'in sesi yükseldi.

"Her ayrıntım sayıklıyor
Sükûnetim deliliğimden,
"Aşk yok olmak." diyor biri,
Yâr ben yokum, yok zaten,

Ayyaş ruhum sayıklıyor
Her zerrem sen de çarpıyor,
Aşk yok olmaksa şimdiden,
Yar ben yokum ben de zaten."

Arkaya yaslanıp güneş gözlüklerimi taktım ve gözlerimi kapattım.

Bir süre sonra taksi durduğunda indik. İlk gezeceğimiz yer Atatürk Evi ve Etnografya Müzesiydi.

İçeri girdik ve gezmeye başladık. İçerisi kalabalıktı.

Buram buram tarih kokan evden bir süre sonra ayrıldık. İçerisi o kadar güzeldi ki doyamamıştım.

"Şimdi nereye?" diye sordum.

"Gel bakalım."

Yürümeye başladık. El ele Denizli'nin sokaklarında yürürken mutluydum.

Telefonumun çalmasıyla çantamdan çıkardım. Heh! Ben de diyorum nerede kaldı diye.

Görüntülü arıyordu. Reddettim.

Baygın gözlerle telefona bakarken, "Abin değil mi?" diye tahmin etti Can.

"Evet, görüntülü arıyordu."

"Hayret, geç kaldı." Telefon bir daha çalmaya başladı. Bu sefer normal aramadaydı.

Telefonu açtım, "Efendim abi?"

"Niye görüntülü aramayı reddettin sen?" diye sordu.

"Çarşıdayım çünkü," dedim. Bu aslında yalan değildi. Çarşıdaydık.

"Can'la değil mi?" dediğinde duraksadım.

"Hilal'ler değil mi?" dedim burnumdan nefes vererek. Başka kim söyleyebilirdi ki?

Telefon hoparlörde olacak ki, "Valla söylemedik biz! Duydu abin." dedi Hilal, kendilerini savunurcasına.

"Nasıl duydu acaba Hilal. Of!" dedim, "Evet Can'la birlikteyim. Oldu mu?" dedim itiraf ederek.

"Kızım bizim neden haberimiz yok?" dedi abim aksi bir sesle.

"Çünkü sürekli arayıp rahatsız edeceksin."

"Beni özleme diye arıyorum ben seni." dediğinde Can'da ben de kendimi tutamadık ve güldük.

"Eksik olma abi. Ben senin çirkin fotoğraflarına bakarak, her hafta attığın kart seslerini dinleyerek özlemimi gideriyorum."

"Terbiyesiz." dedi abim. "Abiye saygı kalmamış."

Göz devirdim.

"Çağlar'la konuştun mu?" diye sordu birden.

Kaşlarımı çattım, "En son ailesinin yanına İstanbul'a dönecekti." diye mırıldandım. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır," dedi. "Merak ettim." Çağrı ayrılığı atlatmıştı, morali düzeltmişti.

Hatta yeni ufuklara yelken bile açmıştı.

Onun için mutluydum, Çağlar zor şeyler yaşamıştı ve mutlu olmak onun hakkıydı.

Zerrin'i kaybetmesi onda kapanmayacak yaralar açmıştı.

Bir an düşündüm, ben abimi kaybetseydim nasıl olurdum?

Düşünceyle tüylerim ürperdi, düşünmek bile canımı yakarken yaşasam acıya dayanamazdım.

"Esra?" diyen abimle kendime geldim.

"Buradayım," dedim değişen sesimle.

"Bir şey mi oldu güzelim?" Değişen sesimi hemen fark etmişti.

"Hayır... Başka diyeceğin bir şey yoksa abi kapatacağım."

"Niye?"

"Özgür sal lan bizi!" dedi Can kulağımdaki telefona yaklaşarak. "Adam akılı gezemiyoruz senin yüzünden."

"Sen sus, kardeşim yanında senin!" dedi abim sinirle.

"Sanırsın silah zoruyla tutuyorum Esra'yı yanında." dedi Can somurtarak.

"Esra? Öyle mi?" Oha, abim bunu gerçekten sormuş muydu?

Can gözlerini büyüterek bana bakarken ben, "Abi saçmalamaya başladın. Can neden beni zorla yanında tuttsun Allah aşkına kapatıyorum." dedim sitemle.

"Her saat başı arayacağım."

"Ben de açmayacağım," Acaba bir süreliğine engellesemiydim abimi?

Yok ya, şimdi bu manyak basar gelir Denizli'ye. Arkasından annemler. Bir de babam kıyameti koparır. Uğraşamam.

"Hele bir açm-" demişti ki, "Hadi öptüm bay baay!" diyerek suratına kapattım.

"Sonunda," dedi Can'da rahatlayarak.

"Her zamanki abim." deyip gezmeye devam ettik.

"Hayır niye seni yanımda zorla tutayım? Sevgilimsin ulan. Sevgilimi zorla tutarak biri miyim ben?"

"Sen abime ne bakıyorsun, beni senden uzaklaştırmak için her şeyi yapar."

Gezimize devam ettik. Birlikte Bayramyeri Meydanı'nda gezmiştik gerçekten çok güzeldi Denizli ama çok sıcaktı ve ben şapka almayı unutmuştum. Güneş başıma geçmişti.

"Beklesene güzelim." dedi Can, bana.

"Tamam." Nereye gittiğini anlamasam da beklemeye başladım. Onu beklerken ellerimi yelpaze gibi yüzüme sallıyordum. Kısa bir sürenin sonunda başıma bir şey konunca irkildim. Arkamı döndüm.

"Şapkayı nereden buldun?" diye sordum. Can bana ve kendine şapka almıştı.

"Karşı dükkandan aldım. Sıcak beynimize işledi."

El ele gezerken Can beni kolunun altına çekmişti, "Ne düşünüyorsun?"

"Çağlar'ı," dedim. "Onu arasam iyi olur."

Burnumun ucunu öptü, "Tamam," Bir süre sonra yorulmuş ve bir kafeye oturmuştuk. Üstümüzde olan büyük vantilatör ikimizi de serinletiyordu.

Şapkayı çıkarıp saçlarımı dağıtarak bozdum.

"Of çok sıcak!" dedim söylenerek.

"Hoş geldiniz, ne alırdınız?" diye gelen garson kıza döndüm.

"Ben bir soğuk suyla orta bir Türk kahvesi alayım."

"Ben de sade Türk kahvesi," dedi Can.

"Başka bir isteğiniz?"

"Aa! Ben bir de yanına elmalı kurabiye istiyorum. İki tane."

"Peki." Garson kız yanımızdan ayrıldığında saçlarımı arkaya attırdım.

Sohbetimize devam ederken siparişlerimiz de gelmişti.

Beni annem ararken Can'ı da babası aramıştı.

"Neredesin sen annem?" diye sordu annem. "Sesler geliyor arkadan."

"Manitamı özledim Denizli'deyim anne."

Tabii ki demedim...

"Çarşıdayım anne, dolaşmaya çıktım." dedim onun yerine.

"Can'ın sesi mi o?" dedi birden.

"Ne Can'ı yahu! Can ne arasın Ankara'da."

"Öyle duydum gibi geldi de ondan. Neyse, baban parayı attı değil mi?"

"Attı attı, konuştum babamla da, teşekkür ederim." dedim kahvemden bir yudum alırken.

Can telefonunu kapatırken ben hala kapatamamıştım. O yüzden anneme eve gidince ararım demiş ve kapatmıştım.

Bir süre daha oturup kalktık, Can hesabı ödeyince de kafeden ayrıldık.

"Can burada ne yapacağız?" diye sordum. Geldiğimiz yere kaşlarım çatık bir şekilde bakıyordum.

"Teleferiğe bineceğiz."

"Teleferiğe mi?" dedim anlamayarak. Daha önce hiç binmemiştim ve merak ediyordum.

"Evet, sonra istersen bisiklete de bineriz." dedi ve beni çekiştirdi.

İçeri girdik, Can buraya daha önce gelmiş olacak ki yürüyordu. Ben de arkasından etrafa bakarak.

Bir süre sonra gelmiştik. Can biriyle konuştuktan sonra yanıma geldi.

"Gel bakalım Çilli," dedi.

Teleferiğe bindik, kısa bir süre sonra teleferik hareket etmişti. Heyecanla camdan dışarı baktım.

"Ne kadar yukarıdayız!" dedim dışarı bakarken.

Kısa süren teleferik gezimizle yüzüm asılmıştı, on dakika ya olmuştu ya olmamıştı.

Akşama kadar gezmiştik, en sonunda gezimiz bitince karnımız acıkmıştı ve bir pizzacıya girmiştik.

 

 

*******

 

"Çok yoruldum!" dedim sızlanarak. Kendimi koltuğa attım.

Bütün gün hiç durmadan gezmiştik. En sonunda karnımız acıkınca oturduğumuzda pizzacıda anlamıştım, yorulduğumu. Ayak tabanlarım bile ağrıyordu.

Ayaklarımı sehpanın üstüne atarken bir yandan da esniyordum.

"Memnun kaldınız mı efendim gezimizden?" diye sordu Can yanıma gelerek.

"Çok!" dedim mutlulukla, "Sizin olduğunuz her yerden memnunum ben efendim."

"Hadi üzerini değiştir o zaman da dinlen." dedi.

Oturduğum yerde biraz daha yayıldım, "Hiiiç kalkamayacağım." Kıpırdandım, "Beni bıraksan burada uyurum valla."

Sonra Can beklemediğim bir şey yaptı.

Can birden üzerime eğilince nefesimi tutmuştum.

"Nefes al nefes," dedi yarımca gülerek. Bir elini belime bir elini de bacaklarımın altından geçirip hiç zorlanmadan beni kucağına alınca ağzımdan küçük bir çığlık kaçmış ellerim hemen onun boynuna dolanmıştı.

"Ay Can ne yapıyorsun! Düşeceğim şimdi!" dedim kendime gelip korkuyla.

"Düşmezsin korkma." dedi, böyle ani temasları kalbimi şahlandırıyordu. Can odaya girince beni yatağına bıraktı. "Giyin hadi, ben de bir banyoya gireceğim."

"Tamam." dedikten sonra çıktı. Sızlanarak üzerimi değiştirdim ve ayaklandım, Can odaya geçerken bu sefer ben banyoya girmiştim.

Yüzümü makyaj temizleme suyuyla yıkayıp dişlerimi fırçaladım. İşim bitince banyodan çıktım, mutfağa girip buzdolabından cam su şişeni alıp kendime bir bardak doldurdum ve kana kana içtim. İçim yanmıştı.

Bardağı bırakıp odaya geçtim. Can ayakta duruyordu.

"Kiminle konuşuyorsun?" diye sordum.

"Mert'le," Başını kaldırdı, "Burada olduğunu biliyor."

Göz devirdim, "Kızlar sizin ben çenenize!.." dedim öfkeyle.

"Cansu söylemiş."

"Çüş ama ya! Söyleme dedim!" dedim sinirle. Sabah olsun Cansu'nun ağzına edecektim.

Ben sinirle söylenirken Can yanıma gelmiş elini belime dolayarak beni birden yatağa yatırmıştı. Bunu yaptığı sırada kal gelmiş, dilim lal olmuştu. Can bana sırıtarak baktı.

"Konuşmaktan yatacağın yoktu, ben de yardım ettim."

"Ne diyeceğimi unutturdun bana..." dedim mırıldanarak.

"Vardır öyle yeteneklerim." dedi sırıtarak.

Yanıma yattı, "Ben Cansu'yu arayacağım." deyip telefona sarıldım.

Daha ben ne olduğunu anlamadan telefon elimden çekilmişti. Şaşkın bakışlarımı Can'a çevirdim.

"Gece gece arayıp ne yapacaksın? Boş ver,"

"Can ver! Arayıp laflarımla döveceğim onu!" deyip telefonu almaya çalıştım. Engelledi.

"Hayır, uslu dur uyuyalım." dediğinde oflayıp hafifçe koluna vurdum.

"Gıcık."

"Huysuz keçi."

"Nerem huysuz be benim!" dedim hayretle. "İnsan sevgilisine huysuz der mi?"

"İnsan sevgilisine gıcık der mi?"

"Ben derim, hak ediyorsun," dedim zeytinyağı gibi üste çıkarak.

"Allah Allah." Tripli tripli yatağa yattığımda güldü.

"Tamam keçi derim," Göz devirdim.

Göz kapaklarıma ağırlık çökmeye başlayınca Can'a döndüm, beni belimden tutmuş kendine çekmişti. Ben de yüzümü onun boynuna dayadım.

"İyi geceler..." dedim uykulu sesimle.

"İyi geceler yavrum." dedi kısık sesiyle.

 

 

*******

 

"Esra! Hadi ama!" diye içeriden seslenen Can'la toparlandım.

Bugün için denize gitmeye karar vermiştik, Denizli'de deniz olmadığı için en yakın yer Muğla'ydı, gitmişken orayı da gezecektik.

Sabah erkenden kalkmış ve hazırlanmıştık. İki saatlik yolumuz vardı o yüzden erkem kalmıştık. Can dün akşam bugün için araba kiralamıştı. Sabah onu almaya gittiğinde ben de hazırlık yapmıştım.

Yanımıza yedek iki kıyafet, deniz havlular, güneş kremi, gözlük şapka derken her şeyi hazırlanmıştım.

Kırmızı bikinimin askılarını düzeltip üstüme deniz elbisemi geçirdim ve gözlüğümü takıp çantayı alarak odadan çıktım.

"Geldim, gidebiliriz." Can üzerine düz gri bir tişörtle deniz şortu vardı. Güneş gözlüğü tişörtünün önünde asılıydı.

Evden çıktık, yolda bir şeyler atıştıracaktık.

Siteden çıkıp arabaya bindik ve yola çıktık.

"Acıktın mı?" diye sordu Can. "Yakınlardaki benzinlikte dururum."

"Biraz ama dayanırım. Yolumuz uzun, yaklaşınca alırız." İleriye uzanıp radyoyu açtığımda Sıla'nın sesi yükseldi.

"Aşkıydı, işiydi, ihtirası, düşüydü
Yere batsın faturası, malı mülkü,
Bağlasalar durmam,

Şarkının sesini yükselttim.

Hadi kalk gidelim hemen şu anda,
Kapa telefonunu, bulamasın arayan da,
Açarız radyoyu, yol nereye biz oraya,"

Oturduğum yerde şarkıya eşlik ediyordum. Tam uymuştu şarkı.

Biz de bugün kafamız nereye eserse oraya gidiyorduk.

"Kafa nereye biz oraya!" dedim yüksek sesle.

Can bana gülüp yola bakarken ben hem şarkı söylüyor, hem dans ediyordum.

Yol boyunca birbirinden güzel şarkılarla eğlenmiştik. En sonunda Muğla'ya yaklaştığımızda bir benzin istasyonunda durduk. Çok acıkmıştım.

"Ne yersin?" dedi Can arabadan inip bana dönerek.

"Simit olur,"

"Kahve mi çay mı?"

"Soğuk kahve."

"Tamamdır." Giderken camdan arkasında seslendim.

"Suda al!"

"Tamam!" İçeri girdiğinde ben de Cansu'yu aradım. Dün gece Can engel olmuştu.

Umarım uyumuyordur, uyuyorsa da bir zahmet uyansın.

Bir iki çalışta açtı. "Esra'm... Canım arkadaşım, balım!" Biliyordu başına geleceğini yalaklık yapıyordu.

"Yağcılığı kes şekerim." dedim.

"Ne yağcılığı ayol! Ne oldu?"

"Ebenin Selameti oldu! Kızım ben size söylemeyin demedim mi!" dediğimde, "Söylemedim, duydu." dedi.

"Nasıl acaba!" dedim homurdanarak. "Önce abim sonra Mert. Bir geleyim bitireceğim seni."

"Valla suçum yok!"

"Aynen kanka! Kesin yoktur!"

"Sen neredesin ya?" dedi birden. Ses duymaması için camı kapattım.

"Söylemem." dedim.

"Niye?"

"Gidip bunu da söylersin sen şimdi Mertlere boşboğazsın."

Göz devirdiğini hissettim, "Söylemem söylemem."

"Hayatta söylemem bir daha. Ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş."

"Of Esra!"

"Başka kimler biliyor?"

"Sadece Mert ve Özgür."

"İnanamadım ama neyse." Onu biraz daha haşladıktan sonra kapattık, uykusunu böldüğümden yakınmasını duymazdan geldim, telefonu kapatmamla Can arabanın kapısını açtı ve bindi.

"Geldim, simitler daha sıcak." dedi ve poşeti bana uzattı. Hemen aldım ve bir simidi yemeye başladım.

"Peynir de var," dedi. Torbanın içine baktım ve paketlenmiş peynirlerden bir tanesini çıkardım. Can araba kullanırken simitten bölüp ona veriyordum.

Karnımızı doyurduktan sonra yolumuza sessizce devam ettik. En sonunda geldiğimizde arabayı park ettik. Burası büyük bir Beach'ti.

"Merhaba," dedi Can.

"Merhaba hoş geldiniz, kaç kişisiniz?" dedi çalışan.

"İki kişiyiz."

Giriş ücretini ödeyip içeri girdik, gördüğümüz ilk şezlonglara oturduk. Yerimize yerleştik.

"Of çok sıcak," dedim yakamı düzeltirken. "Girelim mi denize?"

"İstiyorsan girelim," dediğinde ayaklandım, Can'da kalkınca üzerindeki tişörtü çıkardı ben de elbisemi.

Denize yaklaştığımızda ayaklarıma çarpan suyla irkildim. "Hii! Çok soğuk!"

"Abartma, girince alışırsın." dedi Can.

Suya yavaş yavaş girdiğimiz sırada Can balıklama suya dalmıştı, üzerime su sıçrarken çığırdım.

Can bir iki dakika sonra yukarı çıktığında ona çatık kaşlarla bakıyordum. "Hadi, gelsene." dedi bakışımı umursamadan. Geri geri yüzüyordu.

Su diz kapaklarıma kadar geliyordu, derin nefes alıp balıklama daldım.

Nefesim yetmemeye başlayınca yüzeye çıktım. Yüzüme yapışmış saçları geriye çekip etrafa bakındım.

"Soğuk değilmiş değil mi?" dedi Can bana yaklaşırken.

Başımı salladım.

"Yarışa var mısın?" dediğimde tek kaşını kaldırdı.

"Kiminle yarışmaya çalıştığının farkındasındır umarım."

"Yenemem mi sanıyorsun seni?" dedim özgüvenle. "Korktun mu yoksa sen?"

"Yok güzelim, ne korkması. Ben sana üzülüyorum."

Hırsla kaşlarımı çattım. "Kim kime üzülecek görürsün yarış bitişi!" İşaret parmağımı kaldırdım, "Şu dubaya ilk giden kazanır."

"Tamam,"

"Ya da vazgeçtim! Onun arkasındakine," dedim birden.

Dubaya baktı, "İyi madem, o dubaya kadar. Kazanan kaybedene ne yapsın?"

"Yarış sonrası söylerim." dediğimde başını salladı.

"Hazır ol cezana." Güldüm.

"Can benim okullar arası ikinciliğim bile var," dedim gururla.

"Tamam ben de bir şey demiyorum ya güzelim." İkimiz de yan yana geçtik.

"Üç dediğimde,"

"Tamam."

"Bir, iki, üç!" dendiğinde suya daldım ve yüzmeye başladım.

Nefesim yetmemeye başladığında yüzeye çıktım, Can en son arkamdaydı. Arkama dönüp baktığımda kaşlarımı çattım.

Neredeydi bu çocuk?

Ben dubaya yaklaşmıştım ama Can ortalıklarda yoktu.

"Can!" dedim seslenerek. "Can!"

"Efendim?" diye gelen sese döndüğümde kaşlarım daha da çok çatıldı.

Can yarışın biteceğe dubanın üstüne çıkmıştı!

O ne ara oraya gitmişti lan!

"Ama... Sen!" dedim diyecek bir şey bulamayarak.

"Beklemekten ağaç oldum burada," Sırıttı, "Ne oldu yavrum?"

Yanına yüzdüğüm sırada suya atladı, "Sen nasıl geçtin beni!" dedim şokla.

"Bilmem, nasıl acaba?" dediğinde koluna vurdum.

"Hile yaptın değil mi!"

"Nasıl hile yapabilirim Esra?" dediğinde, "Bilmem sen yaparsın." dedim hemen.

Başını arkaya atıp bir kahkaha attığında somurtuyordum. Bana yaklaşıp ellerini belime doladı.

"Annem de ben de çok iyi yüzerdik Esra, ikimiz de yüzmeyi seviyorduk. Anneannemler İzmirli. Her yaz onların yanındaydık. Yüzmeyi de annem öğretmişti."

"Bana bundan söz etmedin!"

"Sadece seninle eğlenmek istedim biraz." Yanağımı öptü, "Ve çok eğlendim."

"İyi aferin sana birinci oldun." dediğimde sırıtarak yüzüme bakmaya devam etti.

"Ne?" dedim anlamayarak, "Ne sırıtıyorsun?"

"Sana ne ceza vereceğimi düşünüyordum." dediğimde dudağımı dişledim.

"Yok ceza meza," Geri çekilecekken daha sıkı tuttu.

"Mızıkçılık yok canım, ben kaybetseydim ve bunu deseydim sen dinlemez ceza verirdin."

"Korkutmasana beni Can!"

"Hiç korkma yavrum,"

Canımı okumasa bari...

Ondan uzaklaşarak sırt üstü yüzmeye başlarken yanıma gelmişti.

Bir süre daha yüzdükten sonra denizden çıktık, Can birden yanıma gelmiş havluyla beni sararken kaşlarımı çattım, "Ne yapıyorsun sevgilim?"

"Kurulanmana yardım ediyorum güzelim." derken bana değil etrafa bakıyordu.

"Daha çok beni boğuyor gibisin ama?" dediğimde bana baktı.

"Bikini değil de mayo giyseydin keşke." dedi düz bir sesle.

"Güzel değil mi?" diye sordum.

"Güzel tabii ki güzel, kaymak gibi olan tenine nasıl her şey çok yakışıyorsa bu da çok yakıştı. Sorun da o ya!" dediğinde kahkahamı tutamadım, parmak uçlarıma yükselip yanağından öptüm, Can'da çenesini başıma yaslamış ve saçlarımı öpmüştü.

"Hadi yeter beni boğduğun," deyip havlumu tutarak geri çekildim. Şezlonga eğilip Can'ın havlusunu alıp uzattım.

Şezlonga oturduğumuz sırada boğazım kurumuştu, "Su var mı?"

"Yok,"

"Gidip alayım o zaman." diyerek elbisemi aldım, ters çıkardığım için düzelttim.

"Sen otur, ben alırım." diye ayaklanan Can'ı elimle durdurdum.

"Giderim ben, hem içicek bir şeyler de alacağım. Ne içersin?"

"Kola olur."

"Tamamdır," deyip terliklerimi de giyip yanıma para ve telefonumu alarak yürümeye başladım.

Soğuk içiceklerin satıldığı yere geldiğimde, "Merhaba ben iki tane soğuk suyla iki kola alabilir miyim? Biri şekersiz olsun." Yanına bir iki tane de sevdiğimiz atıştırmalık daha söyledim.

Görevli bana içecekleri ve atıştırmalıkları verirken para elimden düşmüştü onu almak için eğildiğim sırada bir de benimle birlikte eğildi ve kafalarımız tokuştu.

"Oha!" diye kafamı tutarak kalktım.

"Çok pardon iyi misiniz?" diyen çocuğa baktım.

"İyiyim sağ olun."

"Yardım etmek istemiştim, kusuruma bakmayın."

"Sorun değil." dedim,

"Tanışmadık," Elini uzattı, "Ben Yekta."

"Tanışmayalım." dedim, adama kısaca bakarak, görevli geldiğinde içeceklerimi getirmişti. Ona teşekkür ederek aldım.

"Hanımefendinin aldıklarını buradan alın," dedi yanımdaki çocuk birden.

Kaşlarım çatıldı, "Pardon? Ne hakla, neden benim siparişlerimi siz ödüyormuşsunuz?" dedim haddini bilmeyen çocuğa.

"Tanışmak için."

"Tanışmayalım dedik anlamadın mı?!" dedim sertçe.

Çocuğun bir şey demesine izin vermeden aldıklarımın parasını ödedim ve hepsini kucaklayıp hırsla yürümeye başladım. Hadsiz, küstah, kendini bilmez!

Sinirle içimden çocuğa saydırırken gelmiştim, "Geldim!" dedim Can'a.

"Nerede kaldın?" diye sordu telefonunu kenara bırakırken.

"Benden önce biri daha vardı onu bekledim." deyip yerime oturdum. Kolasını ona verdim.

Aldıklarımızı yiyip içerken bir yandan da sohbet ediyorduk. Ben Can'a derslerimle ilgili bazı şeyleri anlatıyordum, o da bana anlatıyordu.

Pilotlar uçuş planlarını hazırlama, uçakları hazırlama, hava trafik kontrolörleriyle iletişim halinde olma, yolcu güvenliği ve konforunu sağlama, hava aracı bakımını yönetmek, acil durumlarda doğru kararlar almak gibi bir çok görevler de yer alırlarmış. Anlattıklarıyla merakım kamçılanmış ve daha da anlattırmıştım.

Can okumaya ve araştırmaya meraklı olduğu için araştırdıklarını bana anlatıyordu.

Biz sohbet ederken abimler aramıştı, birazda onlarla konuşmuştuk. Allah'tan nerede olduğumuzu sormamışlardı. O yüzden yalan söylememize gerek kalmamıştı.

Onlarla konuştuktan sonra saat üçe gelmişti. Bizim oturduğumuz yere gelen garsona baktık.

"Buyurum efendim." dedi garson meyve tabağını ortamızdaki küçük, plastik sehpaya bırakarak.

Can bana döndü, "Sen mi istedin?" diye sordu.

"Yok, hayır ben istemedim."

Garsona döndü, "Kim gönderdi o zaman?" dedi.

"Şu karşıdaki masadakiler efendim." dedi garson eliyle göstererek.

Can'la oraya baktığımızda kaşlarım çatıldı. Bu tanışmak isteyen çocuktu!

Yanında iki erkek ve bir kızla oturmuş bize bakıyordu.

"Neden göndermiş?" Can dişlerini sıkarak sorduğunda görevli bilmediğini söyledi ve yanından ayrıldı.

"Can tamam, sakin ol." dedim gelecek olan şeyi bilerek, "Hadi artık kalkalım. Ben buraları gezmek istiyorum." Gezmek bahaneydi, Can'ı buradan uzaklaştırmam gerekiyordu.

Can birden kalktı, ben de, "Can lütfen!" dedim bir daha.

"Bir saniye Esra." dedi ve çocuğun yanına doğru gitmeye başladı.

"Can!" dedim arkasından. Dinlemedi, arkasından koşturdum. Endişeliydim.

Can ve çocuğun başına gelecekler için.

"Tabağı siz göndermişsiniz." dedi Can varır varmaz.

"Can!" dedim kolunu tutarak.

"Evet ben gönderdim," dedi çocuk, bana döndü, "Sizin için."

Sinirle baktım, bu nasıl bir terbiyesizlikti?

"Onun için..." dedi Can adamı tekrar ederek. Masadaki cam şişeyi tutuyordu.

Olacak şeyi tahmin ederek kıza, "İstersen biraz uzaklaş. Bir yerlerin kesilmesin."

Kız neden böyle dediğimi anlamadı. Sorar gözlerle bana bakıyordu.

Can cam şişeyi tutmuş ve çocuğun kafasına geçirmişti. Kimse de engel olamamıştı.

Kız çığlık atarak hemen kalkarken benim ellerim ağzımda Can'a bakarken o, "Sen kimsin de sevgilime bir şeyler gönderiyorsun lan piç!" diye kükredi. Yetmedi, bir yumruk çaktı.

Ortalık hemen karışmıştı, çocuğun arkadaşları Can'a saldıracakken Can usta hareketlerle onları savuşturdu.

Olaya garsonlarda müdahale ederken Can onları da savuruyordu. Bir adım öne çıkıp Can'ın kolunu tuttum, ama havalanmam uzun sürmedi.

Can onu tutanın ben olduğumu görünce durup, "Esra ne yapıyorsun Allah için!" dedi sinirle.

"Asıl sen ne yapıyorsun,"

"Birilerine haddini bildiriyorum."

"Bırak Allah aşkına benim için!" dediğimde sinirle çocuğa baktı.

"Seni bitireceğim lan! Duydun mu beni!" diyordu çocuk, kafasından kanlar akarken.

"Gel lan, gel! Yavşak!" dedi Can öfkeyle, ileri atılacakken önüne geçip göğsünden ittirmeye çalıştım. Garsonlar Can'ı sakinleştirirken ben de onu tutuyordum. Çocuk hala bağırıyor ve küfürler savuruyordu.

Eşyalarımızı alıp hesabı ödedik, Can'ı çekiştirerek zar zor çıkardım. Her gitmek istediğinde önüne geçip engel oluyordum. Arabaya bindiğim sırada Can hala söyleniyordu.

"Piçe bak! Sen kimsin de sevgilime bir şeyler gönderiyorsun? Orospu çocuğu!" dedi Can öfkeyle. Arabadan inmek için hareketlenince koluna sarıldım. Bugün fazlasıyla küfüre doymuştum.

"Can tamam diyorum!" Gözüme Can'ın eli değmişti. Kanıyordu.

Can'ın elini tutup kendime çektim, bunu yapmamla Can susmuştu. Şişeyi çocuğun kafasında parçalarken olmuş olmalıydı.

"Elin kanıyor!" dedim korkuyla.

"Bir şey olmaz." dedi elini çekmeye çalışarak.

"Nasıl bir şey olmaz Can, çok kanıyor." Cebimden peçete çıkarıp yaraya bastırdım. Bir şey demek için dudaklarımı araladığım sırada.

"Hiç bana sakin ol, kendine gel gibi şeyler söyleme! Şerefsiz sana bir şey gönderecek ben de sessize duracak mıyım?" dedi hiddetle.

Sakince, "Yok, onları demeyecektim. Keşke benim içinde bir yumruk atsaydın diyecektim. Bir yumruk yetmedi, keşke gözü morarsa."

Bunu beklemeyen Can duraksarken ben eline peçeteyi bastırıyordum.

"Nasıl yani?" dedi şaşkınca, "Sen şimdi bana kızmayacak mısın?"

"Neden kızayım Can?"

"Yaptığın fazlaydı da mı demeyeceksin?"

"Demeyeceğim."

"Tripte mi yok?"

Göz devirdim, "Kendine gel Can! Haksız olan adam, sen değilsin." Şiddete karşı olabilirdim ama bu konuda biz değil adam haksızdı ve hak etmişti.

"O zaman sana bir haberim var, yarına kadar gözü mosmor olacak." Kendimi tutamadım ve kıkırdadım.

Kıkırdamam uzun sürmemişti çünkü ikimizde gergindik. "Bir hastaneye gidelim." diye mırıldandım.

Can itiraz etmedi ve navigasyondan hastanenin konumunu öğrenip kırdı direksiyonu. Üstümüz başımız deniz suyuydu, Can'ın tişörtünün bazı yerlerinde beyaz tuz lekeleri çıkmıştı.

Hastaneye gelmiştik, arabadayla acil kısmının önünde durduk.

"Yavaş Can, dur ben kapatırım kapıyı," dedim yanına koşturarak.

"Güzelim tamam bir şey yok." dedi Can sakinleştirmeye çalışarak. Gelene kadar kaç tane peçete kan olmuştu.

Can'ın kapısını kapattım. Bir diğer elinde kanlı peçeteler vardı.

"Dur geliyorum." deyip kanlı peçeteleri kenardaki çöpe attım. Ardından Can'la birlikte içeri girdik.

"Merhaba, pansuman için gelmiştik biz." dedim sekretere.

"Sizin mi?" diye sordu kadın.

"Hayır benim," dedi Can, bir adım öne çıkarak.

Kadın, "Kimliğinizi alayım." deyince Can kimliğini uzattı.

"Biraz acele eder misiniz, canı yanıyor ve kanıyor." dedim kadına.

"Güzelim az sakinleş," dedi Can. Sakinleşmeye çalışarak başımı salladım.

kadın hızla girişimizi yaptı. "Birazdan isminiz televizyonda yazacaktır." Kimliği ve barkodu uzatınca aldım.

Kenara geçip beklemeye başladık.

"Kaldır bir bakayım," dedim, Can peçeteyi kaldırınca yüzümü istemsizce buruşturdum. "Hala çok kanıyor. Acıyor mu?" diye endişeyle sordum. Peçeteyi geri bastırdım.

"Acıyor, öp geçsin." Göz devirdim.

"Anlaşıldı acımıyor. Dur dedim sana o kadar, al bak ne oldu."

"Şu hale bak," diye homurdandı. "Sevgilimizle güzel bir gün geçirecektik şerefsiz yüzünden ne keyfimiz kaldı ne de hevesimiz."

"Olsun, yapacak bir şey yok." dedim mırıldanarak.

Telefonum birden çalmaya başlayınca arayana baktım. "Abim." dedim başımı kaldırarak.

"Görüntülü mü?"

"Evet." Açmadan önce, "Biz Denizle'deyiz tamam mı?" dedim Can'a.

Şimdi Muğla'dayız desek demeği laf kalmazdı.

Tamamdır." dedikten sonra açtım.

"Merhaba!"

"N'aber abim?" dedi abim, hemen yanında Mert'ler de vardı.

"İyiyiz... Siz?" dedim.

"İyiyiz biz de, siz neredesiniz?"

Etrafa baktım ve iç çektim. "Hastanedeyiz."

"Ne!" dediler hep birlikte.

"Neden! Bir şey mi oldu sana!" dedi abim hızla.

"Hayır bana bir şey olmadı sakin ol... Biz... Eeee..." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Dudaklarımı gerginlikle ıslattım.

"Herifin biri Esra'yı rahatsız etti ben de kafasında şişe kırdım." diye lafa girdi Can.

"Şişe mi kırdın!" dedi Mert dehşetle.

"Evet." diye onayladı onu Can. "Parçalardan benim de elim kesilince hastaneye geldik."

"Geçmiş olsun kardeşim." dedi Semih.

"Eyvallah."

"Orada rahat durursun dedik ama duracağın yok abi," dedi Akgün yarımca gülerek.

"Bela bizi buluyor," deyip geriye yaslandı.

"Can." dedi abim.

"Ne var?"

"Teşekkür ederim." dedi birden.

Ağzımdan ha nidası çıkmıştı. Abim Can'a teşekkür mü etmişti?

"Ne için?" Ben gibi Can'da şaşkındı.

"Esra'yı koruduğun için." Ağzım biraz daha açıldı, abim basbayağı Can'a teşekkür etmişti!

Can kısaca bana bakıp abime, "Sevgilimi tabii ki koruyacağım Özgür,"

Abim başını salladı sadece, plazma televizyondan Can'ın ismi belirince, "Abi bizim kapatmamız gerekiyor. İçeri gireceğiz."

"Tamam dikkat edin." Ona tamam dedikten sonra kapattık ve içeri girdik.

"Merhaba geçmiş olsun. Şikayetiniz nedir?" dedi doktor. Gençti, tahmini yirmi altıların sonlarındaydı.

Can elini gösterdi, "Cam parçası kesti."

Doktor kısaca baktıktan sonra, "Sedyeye otururun," Can sedyeye geçerken doktor eline eldivenleri geçirmiş ve yerinden kalkmıştı.

Doktor Can'a pansumana yaparken, "Kesik çok derin değil ama dikiş isteyecek." dedi, "Uyuşuk olduğu için bir şey hissetmeyeceksiniz."

"Keyfine bak doktor," dedi Can rahatça. Sonra bana döndü, "Korkma, ilk defa olan bir şey değil."

"Nasıl?" dedim merakla.

"Daha öncede başıma böyle bir şey geldi." Kaşlarım havalandı. "Anlatırım daha sonra," dedi ve önüne döndü.

Doktor Can'ın elini dikip hızla pansumanı yaptı ve ipi kesti, "Yaraya su değdirmeyen, dikişler kendiliğinden düşer düşmezse alınır, iki günde bir de pansuman yaptırın. Ağrınız olursa diye iki ayrı ağrı kesici yazıyorum. Bunlar sabah akşam birer tane, tok karnına alın." Doktor hızla reçeteyi yazıp bize verince Can aldı.

"Teşekkür ederiz doktor bey," dedi ve sedyeden kalktı. "Kolay gelsin."

"Sağ olun, geçmiş olsun." Acilden çıktık.

"Sen arabada bekle, ilaçları alıp geliyorum." dedi Can, onu başımla onaylayıp arabaya geçtim.

Can ilaçları alınca arabaya bindi, "Ne yapalım?"

"Denizli'ye dönelim mi?" dediğimde bir kaşı havalandı

"O nereden çıktı?"

Omuz silktim, "Elin dikişli, hem yorgunuz."

"Elim gezmemiz için engel değil Çilli, boşuna mı geldik ayrıca Muğla'ya?"

"Hayır da... Ne bileyim işte," dedim ağzımda geveleyerek.

"Bir yer bulalım ve üstümüzü ilk önce değiştirelim, sonra yemek yer gezeriz." dedi Can el frenini indirerek.

Dediği gibi de ilk önce üstümüzü değiştirdik, yemek yedik ve gezmeye başladık. Muğla çok güzeldi, ama hiç tadım tuzum kalmamıştı.

Can ikimize de dondurma aldı, dondurmayı ne kadar çok sevsem de şu an o bile beni mutlu etmiyordu.

"Şu suratını artık düzeltir misin Esra, geldi geçti." dedi Can daha fazla dayanamayarak.

"Ne varmış suratımda?" diye sordum.

"Devlet dairelerindeki suratsız kadınlar gibisin."

Gözlerimi belerterek ona baktığımda güldü, "Ama öyle."

"Can ya..." Kendimi tutamamış güldüğümde sargılı olmayan elini omuzuma sarıp beni kendisine çekti.

"Hayatımı şu gülüşünle aydınlatıyorsun biliyorsun değil mi?"

"Karşıma çıktığın için çok şanslıyım," dediğimde dudaklarıma minik bir öpücük kondurdu.

Dişlerimi göstererek gülümsediğimde bu seferde burnumun ucunu öptü.

Ve kalan gezimizde zevk almaya başlamıştım.

 

 

*******

 

(Bir kaç yıl sonra...)

Elimdeki valizimi verip sıraya girdim.

"Bir kaç saate geliyorum Hilal." dedim telefondaki heyecanlı kıza.

"Dün gelseydin daha iyi olurdu!" Göz devirdim.

"Davam vardı Hilal, sen de biliyorsun, keyfimden gelmemezlik yapmadım." dedim sitemle.

Evet, sonunda mezun olmuştum. Artık Avukat Esra Özkan'dım.

Kendime ait bir bürom vardı, Zeliş'le birlikte orada çalışıyorduk.

Nasıl ama, bayağı havalı değil mi?

"Esra ben çok heyecanlıyım!.."

"Biliyorum, ama sakin olmaya çalış."

"Demesi kolay!"

"Hilal benimle kavga etmek için mi aradın?" dedim en sonunda sinirle. Bunca yıldır sakin olan ve kimseyi sinirlendirmeyen kız bugün herkesi sinirlendiriyordu.

Saat şu an 10.30'du, duruşma bir saat önce bitmişti, koşturarak eve gelmiş, valizi almış ve evden çıkmıştım.

Bugün ki duruşmayı kazanmıştım ve şimdi de abimle Hilal'in düğününe yetişmeye çalışıyordum. Şaka gibi abimler hiç beklememişti. Hilal mezun olur olmaz nikah için işlemler başlamıştı.

Gerçekten bunlardan hızlısı mezardaydı.

Önce Semih ve Ceren, şimdi abim ve Hilal en hızlı insanlardı.

Uçağa bindiğimde, "Merhaba, hoş geldiniz." diyen hostesler eşliğinde koltuğuma oturdum.

Hepimiz mezun olmuştuk.

Can'la ne oldu diye soruyorsunuz? Uzak mesafe ilişkisini daha fazla yürütemeyeceğimizi anlayınca ayrılmıştık.

Şaka yapıyorum tabii ki, bırakır mıyım dalyan gibi yakışıklı çocuğu?

Ben onu Ada'ya ve Maral'a bırakmamışım, şimdi hiç bırakmam.

"Can'la konuştun mu? Gelecek mi o da?" diye sordu.

Derin nefes aldım, "Hayır, bilmiyorum gelecek mi gelmeyecek mi." dedim.

Ben o dava bu dava koşarken o da benim gibi o uçuş bu uçuş koşturuyordu.

Saçlarım önüme gelmesin diye güneş gözlüğümü yukarıya kaydırıp saçlarımı tutturdum. Arkama yaslandım.

Üzerimde düz mavi bir gömlekle siyah bol paça pantolonla topuklularım vardı. Keşke topuklu değil de spor ayakkabı giyseydim...

Abime uçağa bindiğimin haberini verdim. Düğün akşamdı ve saat şu an bire geliyordu.

Derin bir nefes aldım ve koridora doğru bakındım. Koltuğum koridor tarafındaydı.

Sonunda abim ve Hilal evleniyordu...

Acaba ben ve Can ne zaman evlenecektik.

Can'la evli olmak... Rüya gibi olacağını biliyordum, ve bunu ne zaman düşünsem içimdeki kelebekler pır pır ediyordu.

Onca senedir birlikteydik, ve artık bir şeylere adım atmak istiyordum. Ama Can'da ses seda yoktu.

En azından bir teklif yapsaydı! Ama yok.

Abim de tıpkı benim gibi Hâkimlik ve Savcılık sınavına hazırlanıyordu.

Bir ailede bir hakim ve bir savcı olacaktı. Tabii kazanabilirsek.

Ceren ve Semih fazla beklememiş ve evlenmişti, Cansu ve Mert nişanlı, abim ve Hilal evleniyor, Emir'in ve Akgün'ün kız arkadaşları var, hatta Emir "Sonunda ruh eşimi buldum," demişti, aileleri tanışmıştı, yakın bir zamanda o da evlenme teklifi ederdi.

Akgünlerin ilişkisi henüz çok yeniydi, bildiğim kadarıyla kız psikologmuş.

Bu evlilik konusunda Can yaptığım imaları da anlamamıştı.

Tabii ki yakasına yapışıp "Biz ne zaman evleneceğiz?!" diye sormadım. Alttan alttan imalar yaptım ama anlamadı beyimiz!

Ve bunlar yetmemiz gibi bir de dün onunla tartışmıştım, bu saat olmuş konuşmamıştık.

Ne o ne de ben birbirimizi aramıştık...

Aramamasına yine sinirlenirken, Can'a mesaj yazmaya başladım. Hala gelip gelemeyeceği belirsizdi.

Bir uçuşu olduğunu, yetişemeyebileceğini söylemişti. Başta ben olmakla hepimiz üzülmüştük.

Abim dışında.

O resmen, "Gelmesen de olur ama altını yolla." demişti.

"Ben uçağa bindim, geleceğin hala belirsiz mi? Yetişemez misin?"

Ne kadar kızsam da onu özlemiştim.

Ondan bir cevap bekliyordum ama yoktu. En sonunda hostesler telefonları kapatmamızı istediğinde omuzlarım düşürerek telefonumu uçak moduna aldım.

"Merhaba kızım," dedi yanımda oturan teyze.

"Merhaba, hayırlı uçuşlar."

"Sen de mi Eskişehir'e yoksa aktarma mı yapacaksın?"

"Eskişehir'e. Ailemin yanına gidiyorum."

Kadın gülümsedi. "Ah! Ben de oğlumun yanına gidiyorum, 26 yaşında iç mimar ve bekar."

Ezberlenmiş olan cümleyi söylediğinde gülümsemeye çalıştım. "Ne güzel,"

"Sen ne iş yapıyorsun?"

"Avukatım ben." Kadın daha da büyük gülümsedi.

"Ne güzel, bekar mısın?"

Kadının ne yaptığını anlamıştım, resmen oğluna gelin bakıyordu! "Teyzeciğim ben nişanlıyım!" dedim hızla. Aynen parmağında yüzük olmayan ilk nişanlı kişiyim.

Kadın bunu duyunca yüzü düşer gibi oldu, "Yüzüğün yok kızım."

"Yüzüğümü kaybettim ondan. Evlenmeme de az var,"

"Anladım kızım," dedi, kadınla daha fazla konuşmamak için hemen kulaklığımı taktım ve rastgele bir şarkı açtım.

Derin düşüncelere dalmışken telefon birden elimden kayıp düştü ve koltukların altına doğru gitti.

"Hay Allah'ım!" dedim kısık sesle. Yerimden kalktım.

"Pardon, telefonum düştü onu almam lazım, ayaklarınızı kaldırır mısınız?" dedim arkamda oturan adamdan rica ederek. Telefon ta adamın koltuğunun altına gitmişti. Adam ayaklarını kaldırdı.

"Beyler, bayanlar, sevgili çocuklar ve değerli hemşerilerim uçağımıza hoş geldiniz, kaptanınız konuşuyor." Sesini duyduğumda duraklamış, kaşlarımı çatarak başımı hızla yerden kaldırmıştım.

Başımı geriye çekmeden kaldırdığım için kafam koltuğun tutunma yerine çarpmıştı. Acıyla elimi kafama koydum.

"İyi misiniz? Çok sert çarptınız." dedi koltuğunda oturan adam.

"İyiyim," dedim gözlerim kapalı acıyla.

"Hanımefendi lütfen yerinize geçin ve oturun uçağımız birazdan havalanacak." dedi hostes.

"Telefonumu alıyorum! Bir saniye!" dedim hızla.

"İyi misiniz, kafanızı vurdunuz sanırım."

"Evet, iyiyim." dedim kafamı ovuşturarak.

"Buz ister misiniz?"

"Hayır teşekkürler," Telefonumu en sonunda almıştım.

Bu ses... Can'a aitti!

"Ne oluyor ya?" dedim fısıltıyla. Acaba Can'ın sesini mi? Özlemim yine ağır basıyordu anlaşılan.

Artık başkalarının sesini Can'ın sesi sanar olmuştum.

Ayakta, telefonum elimde koridorda öylece dururken olayı anlamaya çalışıyordum. Bazı insanlarda bana bakıyordu.

"Hanımefendi lütfen yerinize oturun, uçağımız kalkacak." dedi hostes bir daha. Bu sefer sesi sinirli çıkmıştı.

"Ah... Pardon!" Hemen koltuğuma oturdum ve anonsu dinlemeye başladım.

Ellerim titreken kalbim inanılmaz derece de hızlı atıyordu. Telefonumu iki saniyeliğine uçak modundan çıkarıp mesaj var mı diye baktım. Yoktu. Hemen geri uçak moduna aldım.

"Ankara - Eskişehir uçuşunda birinci kaptanınız ben deniz Can Tökez ve ikinci kaptanınız Levent Çerkez sizlerle birlikte olacağız. Uçuşumuz iki buçuk saat sürecektir, hepinize şimdiden keyifli uçuşlar dilerim." Bu basbayağı Can'dı!

"C-Can..." dedim kısık sesimle.

Can konuşmaya devam etti, "Bugün benim için özel bir gün ve özel bir uçuş çünkü sevgilim bu uçakta. Onun için biraz heyecanlıyım. Bu onun olduğu ilk uçuşum,"

Etraf baktığımda bunun hala bir şaka olduğunu düşünüyordum. Biri kamera şakası mı yapıyordu!

Yapay zekayla mı konuşturuyorlar acaba?

"Şu an şaşkın olduğunu biliyorum, hatta aklından bir sürü şeyin geçtiğini, yapay zekayla konuşturulduğunu bile düşünüyor olabilir." Gözlerim büyüdü.

Sesli mi söyledim de duydu? Yoksa Can gerçekten aklımı okuyordu!

Uçakta uğultular devam ederken ellerim titriyordu. Heyecandan telefon yine elimden düştü. Ama bu sefer alamadım.

Yanımda oturan teyze, "Kızım sen de amma sakarsın! Bir tutamadın telefonu." dedi tekrar. Şaşkınca ona baktım. Az önce bu kadın beni bekar oğluna almaya çalışmıştı.

"Esra," dedi Can kendinden emin bir sesle. Dikkatim dağıldı. Telefonu aldım. Ellerim sakır sakır titriyordu. "Kendisinin ismi Esra ve benim hayatımı süslüyor, ışığıyla aydınlatıyor. Bana hep, 'Karşıma çıktığın için çok şanslıyım' diyor ama şanslı olan o değil. Benim. Onu çok seviyorum."

Gülümsedim. Ben de seni çok seviyorum Can.

"Şimdi ona sormam gereken çok önemli bir soru var," dedikten sonra sustu.

Ne soracaktı?

Kısa süre sonra Can göründü, üzerinde beyaz güzel bir gömlek, siyah pantolon ve üniformasının ceketi vardı. Bana doğru gülümseyerek geliyordu. Onu görünce ayağa kalktım. Uçaktaki herkes bizi izliyordu. Hostesler kenardaydı.

"Ne demek oluyor bu!" dedim şokla.

"Uçuşuma hoş geldin Çilli," dedi gülümseyerek.

"A-ama nasıl?"

"Boş ver," Vakit kaybetmeden elini cebine attı ve küçük bir kutu çıkardı. Bu bir yüzük kutusuydu!

Allah'ım rüya mı görüyordum ben? Eğer rüyada ne olur uyandırma.

"C-Can!" dedim, Can gözlerime bakarak bir dizini yere koydu ve önümde eğildi.

"Esra Özkan," dedi ciddi bir sesle. "Benimle evlenir misin?"

Şok. Kelimenin tam anlamıyla şoktum. Gözlerim büyürken ağzım hafifçe açılmıştı.

"Ay ne kadar romantik!" dedi biri.

"Çok yakışıyorsunuz!"

"Evet desin!"

Herkes benim cevabımı bekliyordu ve toplu bir şekilde "Evet de evet de!" diyordu.

"Şu an bu yaptığının saçmalık olduğunu biliyorsun değil mi?" dedim dehşetle, "Bana uçakta evlenme teklifi ediyorsun!"

"Biliyorum, ama biz ne zaman normal olduk ki evlenme teklifim normal olsun?" dedi.

Elindeki kutuda kaç karat olduğunu bilmediğim ışığıyla gözümü alan yüzüğe bakıyordum.

"Can..."

"Yaptığın tüm imaları, oflamaları anladım Esra," dedi, "Sen seni tanımıyorum sanıyorsun ama ben seni ezbere biliyorum. Şimdi, benimle evlenir misin?"

Herkes 'evlen evlen evlen!' diye hep bir ağızdan bağırıyordu.

"Ay kızım hadi! Çocuk ağaç oldu, ben Haşmetlimle hiç bekletmemiştim." dedi arkamdaki yaşlı kadın, omuzumdan ittirdi.

Önüm arkam yaşlı teyze dolmuştu.

Kendime geldim, "E-evet! Evet Can evet!" dedim heyecanla.

Can gülümseyerek ayağa kalktığında yüzüğü parmağıma taktı ve bana sarıldı. Uçaktaki herkes alkışlıyordu.

İnşallah 'öp öp öp' diye bağırmazlardı.

Can geri çekildi ve alnımı öptü, "İnince daha sıkı sarılacağım ama şimdi pilot olarak bu uçağı havalandırmam gerekiyor."

"Tamam," dedim kısık sesimle.

"Bekle beni,"

"Beklerim." Can geri çekildi ve yanımdan uzaklaştı. Gözlerimden yaşlar akarken yerime oturdum. Bazıları beni tebrik ediyordu.

"Teşekkür ederim... Teşekkürler!"

Uçak havalanacakken kemerimi taktım ve yüzüğüme baktım.

Gözlerimden yaşlar akarken gülüyordum.

Sanırım 'Ağlarken gülmek' diye buna deniliyordu.

Mutluydum, sevdiğim adamla evlenecektim.

Mutlulukla geçen uçuşun sonuna gelmiştik. Kemerimi çözüp yerimden kalktım.

Tüm yolcularla birlikte yavaş yavaş uçaktan ayrıldık. Valizimi almak için bekledim.

Arkamdan dolanan bir elle gülümsedim. Ona döndüm.

"Sen delisin!"

"Sana deli, sana hasretim," dediğinde ona sokuldum.

"Ne zaman planladın bunu?"

"Uzun zamandır aklımdaydı." Valizlerimizi aldık.

Dışarı çıktık. Can'la babasının arabasına doğru yürüdük.

"Ee sen izin alabildin mi?"

"Evet,"

"Niye söylemedin!"

"Sürpriz olmazdı."

"Baban geleceğini biliyor mu?" diye sordum. Arabasını bıraktığına göre biliyordu.

"Evet,"

Yolumuz bitince arabadan indik Ceren'ler bahçede oturuyordu.

Yaklaştıkça gülümsemem büyüdü, "Hele şükür, düğün sahibi geç mi gelir!" dedi Ceren.

Kıkırdadım ve parmağımı kaldırıp. "Biz evleniyoruz!" dedim coşkuyla.

Hepsine kal gelirken, "Siktir!" dedi Semih.

"Ne!" dedi Ceren.

"Ay Esra!" dedi Cansu, bana sarıldı.

"Hayırlı olsun kardeşim." dedi Mert.

"Hayırlı olsun abi," dedi Akgün.

"Şok oldum." dedi Emir.

Cansu ve Ceren başıma üşüşüp yüzüğümü incelemeye ve sorular sormaya başladılar. Onlara cevap verirken kapıya doğru baktığımda bize doğru gözlerini belerterek gelen abimi gördüm.

"Abi!" dedim cıvıldayarak.

"Sen az önce ne dedin Esra?" diye sordu. Duymuştu.

Gülümsedim, "Biz evleniyoruz!" dedim bir daha. Abim elini kalbine koyduğunda daha hiçbirimiz ne olduğunu anlamamışken arkaya doğru devrilip bayıldı.

"Lan!" dedi Emir sendelerken, abim ona çarpmış yere düşmüştü.

"Hassiktir, lan damadı bayılttınız!" dedi Mert abimin başına gitti.

"Ay abi!" dedim endişeyle. Başına gidecekken, "Nuran ne diyor bu kızın Nuran!" diye arkasından birden babam belirdi ve anneme döndü.

"Ben de şok oldum!" dedi annem.

"Ne demek biz evleniyoruz!" dedi bana dönerek.

"Hayırlı olsun annem!" dedi annem. "Ay çok şükür sen de evlenip yuvanı kuracaksın."

"Nuran ne diyorsun kalbime inecek!" dedi babam.

"Yürü içerde insin kalbine," Annem babamı içeri çekerken, "Abini ayılt Esra." dedi.

"Abi olaysız bir günümüz yok!" dedi Semih. "Yoruldum valla,"

Gülerek abimin başına gittim, "Abi... Abi kendine gel." dedim yanaklarına hafifçe vurarak.

"Özgür kalk lan," dedi Can.

"Ya şu haberi şimdi vereceğiniz tuttu." dedi Mert. "Damat düğün günü bayıldı."

"Heyecandan... Abi, uyan!" dedim bir daha.

Abim yavaşça gözlerini açtı, "Ben... Yanlış duydum değil mi? Evleneceğiz demedin değil mi Esra?"

Başımı olumsuz anlamda salladım, "Evleniyorum abi... Can'la evleniyorum." dedim bir kez daha.

Bunu duyan abim bir daha bayıldı, kafasını yere vurdu.

"Yine gitti." dedi Mert, elini dizine vurarak. "Esra! Alıştıra alıştıra söylesene!"

Ayağa kalktım, "Siz ayıltın onu ben de babama bakayım."

"Gel buraya senin abin o!" dedi Emir.

Duymazdan gelerek içeri girdim. Babam koltukta oturuyordu. Annem bana, 'Gel' anlamında bakınca bir adım attım.

"Siz konuşun ben de bir içeriye gideyim," Annem yanımdan geçerken, "Konuştum, ama senin konuşmanla her şey tamamlamak."

"Tamam."

"Vereceğin haberleri yavaş yavaş ver kızım. Kocamı öldürüp beni bu yaşımda dul bırakma. Ayrıca bugün düğün var."

"Anne!" dedim ve göz devirdim.

Annemin hiç oralı olmadı yanımdan giderken ben de babama doğru yavaşça yürüdüm.

Tam önüne geldim. "Babacığım..." Babam konuşmadı, önüne eğilip ellerimi dizlerine koydum, suratına bakıyordum. "Baba... Benim Can'ı ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun."

"Biliyorum ya biliyorum." dedi başını sallayarak. "Gittin tutuldun bir serseriye."

"Gençken sen de serseriymişsin baba," dedim gülerek. "Kızlar babalarına benzeyen adamları severmiş."

Bana ters bir bakış attı, "Ben o kadar serseri değildim!"

"Annem öyle demiyor," dedim ve devam ettim. "Sen de az fena değilmişsin. Dedem senden bıkmış."

"Deden herkesten bıkıyor, benlik bir şey yok. Huysuzun teki."

"Huysuz ama onun kızıyla evlisin, onun kızından çocukların var hatta biri bugün evleniyor!" İzin verirsen ben de günü gelince evleneceğim babacığım.

"Bir tek sen kalıyorsun yani yanımızda." dedi.

"Evet, artık abimin odasıda benim olacak." Güldüm, babam da hafiften sırıtıyordu.

Eğer izin verirsen ben de kalmayacağım baba.

"Baba... Ben Can'ı seviyorum."

"Deme şunu!" dedi sinirlenerek.

"Babam." Bana baktı, ellerini saçlarıma koydu. Saçlarının aralarında artık beyazlar vardı.

"Sen ne zaman büyüdün be evladım? Daha dün minicik parmaklarınla parmaklarımı tutmuş yürümeye çalışıyordun..."

"Büyüdüm, hatta avukat bile oldum. Can'ın beni ne kadar çok sevdiğini biliyorum."

"Biliyorum," dedi ve göz devirdi.

"Ben de onu çok seviyorum ve ilk aşkımla evlenmek istiyorum."

"Hani ilk aşkın bendim senin avukat hanım?"

"Hala öylesin. Hep de öyle kalacaksın ama Can'la bir yuva kurmak istiyorum... Lütfen karşı çıkıp beni üzme..." Saçlarımı usul usul okşadı.

Bu bir barış adımıydı.

"Ben seni canımdan çok seviyorum, seni üzemem ki Esra'm..." Dolu gözlerimle gülümsedim.

"Ben de seni çok seviyorum babam..." Ayağa kalkınca kalktım ve sarıldım.

Yanımıza biri gelince döndüm, abimdi, "Ayılmışsın damat!"

"Ayıldım ya ayıldım." dedi söylenerek. "Beni bayılttın düğün günümde!"

"Bayılmasaydın." dedim omuz silkerek.

Babam bana sarılırken, "Ben zaten üvey evladım!" dedi abim somurtarak. "Neydim ben bir de kız?"

"Hayırsız," dedim gülerek.

"Hah, hayırsız, doğru!"

Babam onu da kendine çekti. "Benim iki evladımla Allah'ıma şükür hayırlı." Bana döndü, "O çocuk seni üzerse döverim."

"Sana gerek kalmaz baba ben onu hukuk kitaplarıyla zaten döverim." dedi abim ciddi bir sesle.

Hukuk kitaplarıyla kavgaya gidilse karşı takım pert olurdur.

"Git kalan bir şey var mı ona bak oğlum. Az kaldı."

"Tamam baba," dedi abim ve gitti.

"Git o serseriyi de çağır. Konuşalım,"

Hızla kapıya gittim, "Can nerede?" diye sordum.

"Arabaya gitmiş- hah geldi." Semih'in lafıyla Can'a döndüm.

"Babam çağırıyor seni." Birlikte içeriye girdik. Babamın karşısına oturduk.

"Can hoş geldin evladım," dedi annem yanımıza gelerek.

"Hoş buldum Nuran teyze," dedi Can, ayaklanıp annemle sarıldı. Annem ona her ne dediyse, "Yaptık bir şeyler," dedi.

"Aferin aferin." dedi annem onaylayarak. Sırtını sıvazladı.

"Nuran," dedi babam uyarı dolu bir tonla. Can yerine otururken annem de babamın yanına oturdu.

"Dil altı hapına ihtiyacın var mı hayatım, ya da tansiyon? Dur ben kolonya, tansiyon ilaçlarını ve aletini getireyim." dedi annem ayaklanarak

"Nuran!" dedim babam tahammülsüzce.

"İyi aman tamam," dedi annem üstelemeyerek. Yerine oturdu.

"Nasılsın Can?" diye sordu Can'a.

"İyiyim Nuran teyze siz nasılsınız?" dedi büyük bir efendilikle Can.

"Biz de iyiyiz," Elleriyle etrafı gösterdi. "Düğünümüz var, koşturuyoruz."

"Demek kızıma evlenme teklifi ettin." dedi babam direkt Can'a. Babamın hiç umurunda değildi şu an annemle Can'ın konuşması.

"Evet Oğuz amca," dedi Can başını sallayarak.

"O evime gelip 'Ben kızınızı seviyorum!' diye bağırmanı unutmadım." dedi babam. Üstünden kaç sene geçmişti ama babam hala orada kalmıştı...

"Oğuz kaç sene geçmiş üstünden." dedi annem. "Biz de onlar gibiydik. Babam seninle evlenmeme izin verdi."

"Babamı her seferinde karıştırmasan mı yavrum?" dedi babam düz sesle.

"Bak," dedi annem bizi göstererek, "Onlar da bizim gibiler. Birbirlerini seviyorlar, Esra artık kaç yaşında çocuk değil. Kiminle evlenmek istiyorsa evlenebilir, turşununu mu kuracaksın ayrıca?"

"Evet turşununu kuracağım!" dedi babam yükselerek.

"Oğuz! Kavga etmeyelim çocukların önünde." dedi annem sinirle.

Babam söylenerek bize döndü. Parmağımdaki yüzüğe baktı, "Güzel yüzük takmışsın. Aferin." Bununla birlikte barış bayrakları çekilmişti, "Ne kadar istemesem de kızım mutlu, onun mutluluğu benim için her seyden önemli. Eğer kızımı üzersen dayağımı yersin delikanlı."

"Onu asla üzmeyeceğim Oğuz amca, onu çok seviyorum. Gözün arkada kalmasın." dedi Can emin bir sesle.

"Hadi bakalım, umarım dediğin gibi olur." dedi babam başını sallayarak.

"Gelin elimizi öpün çocuklar," Annemin lafıyla ayaklandık ve sırayla ellerini öptük.

"Öpeyim Oğuz amca," dedi Can. Babam istemeye istemeye elini uzattı."Fazla gözümün önünde birbirinize yaklaşmayın," dedi ikimizi de uyararak.

"Esra git hadi hazırlan artık. Saat kaç oldu."

"Tamam baba,"

Babam gitmedi, "Hadi Esra!" dedi benim gitmemi bekleyerek x

"Tamam baba geliyorum." dedim bir daha, babam yanımızdan ayrılınca annem, "Bakmayın babana, heyecanlı." dedi ikimizde bakarak.

Başımızı salladık, "Ben kalan bir şey var mı ona bakacağım sen de hazırlanmaya başla annem."

"Tamam anne," Annem de gidince heyecanla Can'a döndüm. "İzin verdiler!"

"Verdi güzelim, verdi." Beni kendisine çekip sarıldı. Saçlarımı öptü. "Bunu da atlattık."

"Evet," Geri çekildim, "Senin babanla da konuşmamız gerekiyor."

"Ben bu akşam söylerim ona haberi, yarın müsait olunca konuşuruz."

"Olur, hadi sen de evet git Cemal amcaya görün, ben de hazırlanacağım."

"Tamam, fazla güzel olmamaya çalış."

Gülerek, "Denerim." dedim.

"Dene bakalım," dedi ve gitti.

Ben de fazla zaman kaybetmeden Cansu ve Ceren'le kuaföre gittim. Bizi bekledikleri için hemen almışlardı.

"İzin verdi mi baban?" diye sordu yanımdaki koltukta oturan Ceren. Bir yanımda Ceren bir yanımda Cansu vardı.

"Verdi verdi." dedim rahatlayarak.

Saçımız makyajımız hazır olunca Ceren evine, Cansu'yla ben de bizim eve geçtik. Hazırlandık. Saat geç oluyordu.

Cansu birden arkamdan yaklaşıp popoma şaplak attı.

İrkildim, "Ne yapıyorsun ya?" dedim ona dönerek.

"Kızım çok güzel oldun. Kıçını kaşı." dedi Cansu neşeyle.

Gülerek dediğini yaptım.

"Sen de harika oldun." Cansu straplez petrol mavisi, saten mini bir elbise giymişti. Elbise güzel bacaklarını biraz daha ortaya çıkarmıştı.

Dalga dalga yaptırdığı sarı saçlarını arkaya savurdu, "Tabii, ben star olduğum için her zaman parlamam gerekiyor." Kahkaha attım. Aynaya dönüp en sona bıraktığım kırmızı mat rujumu güzelce dudaklarımda gezdirdim.

Rujun kapağını kapattım. "Oldu," dedi u'yu uzatarak. Geri Cansu'ya döndüm. "Hadi Hilal'in yanına gidelim," dedim.

Çantalarımızı aldık ve odadan çıktık. Parkelerde topuklu ayakkabılarımızın sesi yankılanıyordu.

"Anne biz Hilal'in evine geçiyoruz!" dedim anneme salonda görünerek.

"Kızlarıma bak, ne kadar güzel olmuşlar." dedi annem ikimize de bakarak. Gülümsedik. "Dur bir anneciğim!" Telaşla mutfağa gitti. İki saniye sonra çıktı.

"Bunu Hilal'e ver, Ebru hiçbir şey yemediğini söyledi az önce." Elindeki plastik saklama kabını aldım, kokusundan anlamıştım sarma olduğunu.

"Ben de açım," dedim ona. Özlemiştim annemin yemeklerini.

"Gitmeden yiyin iki dakika annem," dediğinde Cansu'ya döndüm, o beni beklemeden hemen mutfağa girdi. Ben de arkasından.

"Çağlar!" dedim şaşkınca.

Gülümseyerek ayaklandı, "Çilli'm!" Yanıma gelip sarıldı.

"Aradım! Açmadın!" dedim sarılarak.

"İşlerim yoğundu,"

"Ne zaman geldin?"

"Yeni geldim sayılır." Kumralla sarının karışımı saçları alnına dökülüyordu, üzerinde beyaz güzel bir gömlekle siyah pantolonu vardı.

"Özledim seni..." dedim özlemle.

"Ben de seni Çilli..." deyip geri çekildi. "Kız zargana gel sana da sarılayım!" dedi Cansu'ya.

"Dur şimdi açım!" dedim Cansu. "Of, of, of!" dedi tencerelerdeki yemeklere bakarak. "Nuran teyze bana en yakın zaman da şu taze fasülye yemeğinin tarifini ver. Mert çok seviyor, ona yaparım."

"Veririm tabii kuzum!"

Hepimiz sandalyelere oturduk. Çağlar benim karşımdaydı. Elbiselerimiz leke olmasın diye önümüze peçete yerleştirdik bacaklarımızı da annemin vermiş olduğu bezlerini serdik.

Yemeğimizi yedikten sonra ayaklandık, Cansu koridordaki ayakkabılığın aynasında rujunu tazeliyordu.

"Şu düğün bir geçsin bana her şeyi anlatacaksın." dedi annem, ona döndüm.

"Anlatırım."

Evden çıktık. Karşısı olduğu için hemen varmıştık.

"Hilal..." dedim içeri girdiğimde, gözlerim doldu. Ceren bizden önce gelmişti.

"Esra..." dedi benim gibi onun da gözleri dolarak. Hilal'le aramda değişik bir bağ vardı. Bu onunla ilk konuşmaya başladığımızda belli olmuştu. Hilal gelinliğiyle, makyajıyla, saçıyla çok güzel bir gelin olmuştu.

"Ay ağlama." dedim ona doğru giderek.

"Hilal sakın ha! Makyajın akar!" dedi Ceren.

Ellerini yüzüne yelpaze gibi salladı, "Tamam ağlamıyorum. Çok güzel olmuşsun." dedi bana bakarak. Üzerimde düşük kollu, kırmızı sağ bacağında yırtmaçı olan bir elbise vardı.

Su dalgası yaptırdığım saçlarımı geriye aldım.

"Sen kendine bak, dünyanın en güzel gelini olmuşsun!" dedim ellerini tutarak.

Cansu, "Kızım biz daha dün 17 yaşındaydık, ne ara büyüdükte evlenme yaşına geldik?" dedi.

"Ben evlendim bile," dedi Ceren. "Gözümü açtım kapattım nikah masasındayım!" Güldük.

"Siz bayağı hızlıydınız kızım, yangından mal kaçırır gibi," dedi Hilal.

"Dedi okulu biter bitmez nikah masasına oturacak kız!"

Güldü, "Biz hızlı olduğumuz hiçbir zaman inkar etmedik. Bizim sevgili oluşumuz bile hızlı!" Kahkaha attım. Hala abimin o yüzünü hatırlıyordum.

"Zaman hızlı geçiyor," dedi Cansu.

"Evet."

"Heyecandan öleceğim." dedi Hilal.

"Ölmen abimin işine gelmez." dedim gülerek.

O da güldü, "Her şey hazır mı?"

"Evet, hepsi hazır." dedim, düğünleri buradaki bir otelde yapılacaktı. Bilerek yüzüğümün olduğu elimi kaldırıp alnımı kaşır gibi yaptım.

Bunu gören Hilal, önce gözleri büyüdü sonra kaşlarını çattı, elimi hızla kavrayıp yüzüğe baktı, "Esra! B-bu!"

"Can evlenme teklifi etti..." dedim gülerek.

"Ay inanmıyorum!" Bana hızla sarıldı.

"Bizden sonra siz mi varsınız şimdi?" diye sordu.

"Orası şu an belli değil."

"Kızlar Özgür'ler geldi!" dedi Ebru teyze.

Cansu'yla birbirimize baktık, "Var mısın abini sömürmeye?"

"Her zaman," dedim ve ikimiz odadan çıktık, kapıyı kapatıp kilitledik.

Abim bize yaklaştı, siyah takım elbisesi çok yakışmıştı. "Kızlar?"

"Damat Bey! Kapı açılmıyor," dedi Cansu.

"Kızım siz erkek tarafısınız kendiniz gelin!"

"Şu an kız tarafıyız. Bak açılmıyor kapı." dedim.

"Ben açarım, çekilin." Göz devirdik.

"Yemezler canım, sökül!" Esefli bir nefes alıp elini cebine attı ve her ikimize de iki yüzlük banknot çıkardı. "O para bu kapıyı yağlamaya bile yetmez!"

"Doğdun doğalı iliğimi sömürdün!" dedi ve altı yüzlük banknot verdi ikimize de.

"Olmaaaaz!" dedi bu seferde Cansu.

"Lan ne istiyorsunuz!" dedi abim sinirle. "Adamı ayar etmeyin!"

"Açılmıyor işte!" dedi Cansu.

"Vermem daha fazla," dedi abim başını olumsuz anlamda sallayarak.

"Pinti misin sen Özgür?" dedi Çağlar, "Bak kayınvalidene ve kayınpederine rezil oluyorsun." Kenarda Ebru teyze ve Haldun amca hepimize bakıyorlardı. Çağlar baktıklarını gördüğü için abime bunu söylemişti bana göz kırpıp sırıttı.

"Allah sizi ıslah etsin." dedi abim ve bu sefer biner lira verdi. "Al, hadi aç."

Paraları aldık, "Hah açıldı şimdi." Kapıyı açtık.

"Pirana gibi kaptınız." dedi ve içeriye girdi.

Çağlar bana yaklaştı, "Kırışalım mı?"

"Üç yüzü senin, yedi yüzü benim."

"Adil değil kızım!"

Omuz silktim, "Bana ne, sen de isteseydin." dedim. Gülerek kolunun altında çekti beni.

"Koskoca avukat oldun, şu cimriliğinden kurtulamadın. Hayır Nuran teyze ya da Oğuz amca da cimri değil ki. Yemin ediyorum abinin kopyasısısın."

"Az buçuk benzediğimiz doğrudur." dedim, sonra, "Çağlar benim sana bir şey demem gerekiyor."

"Söyle Çilli?" Etrafa bakınıp Çağlar'ı mutfağa çektim.

"Ne oluyor Esra?" dediğinde yüzüğümün olduğu elimi kaldırdım.

Yüzüğüme baktı. "Sana da etti sonunda yani Can Bey." dedi.

Başımı salladım. "Etti..."

"Gündüz bu Özgür ondan mı bayılmış? Emir bayıldı dedi."

Yine başımı salladım. "Evet, haberi öğrenince bayıldı."

Çağlar bir şey demeden yüzüme baktı. "Bir şey söylesene!" dedim sabırsızlıklık.

"Zerrin'de bir gün evlenmek istiyordu." dediğinde kalbimin büküldüğünü hissettim. Göz bebekleri titriyordu.

Usulca ona yaklaştım, "Bir Zerrin etmeyebilirim ama ben de senin kardeşinim. Sen de benim abimsin."

Beni tekrar kendisine çekti. "Bir kız kardeşimi gömdüm ama iki tane daha var, doğru düzgün abilik yapamadım ama..."

Hızla itiraz ettim, "Sen iyi bir abisin Çağlar. Bana da, Cansu'ya da, Zerrin'e de abilik yaptın. Geçmiş geçmişte kaldı. Hiçbirimiz dönemeyiz."

Titrek bir nefes aldı ve saçlarımı öptü, "Can ve senin için hayırlısı olsun çiçeğim. Mutlu olun."

"Olacağız."

"Hadi," deyip geri çekildi, gözlerini sildi. "Yeter bu kadar duygusallık, içeri gidelim."

Birlikte içeriye girdik.

Hilal'i aldıktan sonra evden çıktık, ilerleyecekken Can kolumdan çekti beni.

"Ne güzel olmuşsun sen." dedi bana bakarken. "Demedim mi bu kadar güzel olma diye, illa herkesle kavga mı edeyim?"

"Avukatın burada, kurtarırım." dedim göğsümü kabartarak. Üzerinde ona çok yakışan lacivert güzel bir gömlekle siyah kot vardı. "Sen de çok yakışıklısın." Etrafına bakındı daha sonra hızla dudaklarımı öptü.

"Babam!" dedim panikle.

"Yok merak etme," Elini belime doladı.

"Haberi Çağlar'a da verdim."

"Ne dedi?"

"Üzersen seni komalık ederim dedim," diye birden yanımıza belirdi Çağlar. "Hayırlı olsun."

"Eyvallah, darısı senin başına." dedi Can.

"İnşallah," Emir'in Çağlar'a seslenmesiyle yanımızdan ayrıldı.

Can bana döndü, "Gidelim de kayınço ve kayınpeder köpürmesin."

Kahkaha attım, "Gidelim de şu düğünün tadını çıkaralım." Yürümeye başladık.

 

SON
 

 

Ve bitti! Size nur topu gibi 10.000 kelimenin üstünde bir özel bölümle geldim.

 

Evet biraz uzun oldu.

 

En uzun yazdığım bölüm bu oldu. Yazdıkça yazasım geldi.

 

Esra sonunda evlilik teklifi aldı.

 

Can'ın evlenme teklifine ne diyorsunuz?

 

Özgür ve Hilal muradlarına erdiler sonunda apzösşzösşxşeşxşwş.

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

Umarım beğenirsiniz. Okurken sık sık mola verin elzösçxçelxöeş.

 

Sizleri seviyorum! Görüşürüz! 👋

Bölüm : 23.06.2025 12:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...