Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.BÖLÜM “BEİS”

@yildiztozuyazari7

Yeni bölümden kocaman merhabalaaaarr çiçekleriiimm.🌼 Ben sanırım alıştım buraya😅 Ehh yavaş yavaş oturacak elbet :) Umarım bölümü seversiniz, bol bol yorum yaparak destek olmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen.🤍 Şimdiden teşekkürler.🤎

 

17 Ocak 2003, ANKARA

Siyah mürekkebin boyadığı gök yüzü gecenin kasvetli karanlığını üzerinde taşırken soğuk havanın keskin tınısı can acıtacak cinstendi. Rüzgarın öfkesi çarparken evlerin pencerlerine insanlar bu sesi narin bir melodi olarak duyumsuyordu. Rüzgarın öfkesinden nasibini alan kar taneleri şehrin sokaklarına savrulurken sokakta bulunan diğer canlar sığınacak bir yer arıyordu. Kış bu sene birşeylerden intikam almak istercesine sert geçiyor ve insanlığı acımasız soğuğu ile sınamaktan geri çekinmiyordu.

Huzursuzluğun uğursuz sesi insanlığı kalın bir örtü ile örttüğünde yabancı bir evde olmanın vermiş olduğu çekingenlik ve korkuyla geniş kahverengi koltuklarda oturan küçük kız titrek bir soluk bırakarak kaçamak bakışlar ile bulunduğu evin odasını süzdü. Yolda geçirdiği ağlama krizi sonrası zorda olsa elleri şevkat yüklü genç adam tarafından sakinleştirilmiş daha sonra kısa bir yolculuğun ardından kendi evine getirmişti. Şimdi oturduğu yerden yabancı ve ürkek gözler ile etrafı izlemesi ise gelecek olan herhangi bir tehlikleyi karşılık tetikte beklemesi yüzündendi. Evi dediği o dört duvar arasında sürekli diken üzerinde yaşardı küçük kız, babası ne vakit eve gelir, hangi odadan ne zaman çıkar belli olmazdı. Kendisine ne söyler, annesine hangi sebepten öfkeleneceği, neyin sinirini veya acısını kendisine ne tür şiddetlere maruz bırakarak çıkmayacağı bilinmezdi bu yüzden evde nefes alırken bile babasının duymasından endişe ederdi. Oyun oynamazdı, dışarı çıkmaz çıksa bile bu kendi iradesi ile değil babası tarafından dışarı atılmış olması nedeni ile olurdu. Daha altı yaşındaydı oysaki, oyun oynamaktan yorgun düşeceği yerde babasının şiddetlerinden, hakaretlerinden yorgun düşmüştü bedeni, ruhu ve zihni. Daha altı yaşındaydı okula bile gidemeyen, arkadaşı dahi olmayan yalnız bir kelebek gibiydi. Kelebeklerin ömrü kısa olur derlerdi peki kendisinin ömrü ne kadardı, babası onu bulduğunda ne olacaktı?

İçinde süregelen korkuların küçük damlaları bir göl oluşturarak bütün bedeninde ilerlemeye başladığında küçük bir titreme geçti bütün vücudundan, aynı saniyelerde içeri giren genç ve oldukça güzel bir kadın ile küçük kız kendini korkutan kötü düşüncelere bir ara vermek zorunda kaldı. Genç kadının hemen ardından kendisini buraya getiren genç polis girdiğinde küçük kız azda olsa rahatladığını hissetti. Neden bu kadar bu adama güvendiğini anlaymazsa da bu hisler ona ilk defa yabancı gelmiyor hatta hiç olmadığı kadar doğru geliyordu. Küçük bir tavşanın yaşadığı ürkeklik gibi gür kirpiklerinin ardından genç kadına baktığında kendisine şefkatle bakan bir çift mavi göz ile çakıştı elaları. Yaşadığı mahalleden ve son iki senedir kendisine davranılan kötü davranışlardan olsa gerek herkesin kendisine öfke ile karışık nefret dolu bakışlarla bakacağını düşünüyordu ama hayır hayatında ilk defa gördüğü bu aile kendisine hiç olmadığı kadar iyimser yakışıyor ve kendisini korkutmamak için elinden gelen herşeyi yapıyordu.

“Merhaba küçük hanım öncelikle evimize hoşgeldin, eğer izin verirsen dizlerine ve avuç içlerine bakmak istiyorum.” Kendisinden izin istermiş gibi bakan kadın ile bakışları hemen karışısında oturan adamı buldu. Genç adam güven veren bakışlar ile başını hafifçe sallayarak onay verdiğinde küçük kız omuzlarını indirerek ufak bir nefes verip kafasını hafifçe salladı.

Genç kadın küçük kızdan aldığı onay ile yanında getirdiği ilk yardım çantasından malzemeleri çıkarıp hemen kızın yaralarına bakmaya başladı. Ciddi yaralar olmazsa da buzun yaratmış olduğu tahrişlik can yakacak cinstendi.

“Biraz canın yanabilir güzelim, canın çok yanarsa hemen söyle duracağım tamam mı?” Kadının duru sesi hoş bir melodiyi andırıyordu. Oysa o annesinin narin sesinden, sessiz çığlıklarından, ağlayışlarından başka bir ses duymamıştı ki. Mahallede bile duyduğu sesler hep kendisine öfke kusan kadınların kinli sesleriydi, şimdi kadının kendisi ile bu kadar güzel konuşması küçük kızı şaşırtmıştı. Kadının söylediğine başını hafifçe başını sallayarak onay verdi. Canı yanmazdı, yansa bile tepki vermezdi...

Genç kadın küçük kızın dizlerindeki yaraları tentürdiyot ve pamuk yardımı ile kızın canını yakmadan pansuman yaparken kızdan birazda olsa tepki bekliyordu. Canının yandığını anlamak için sürekli yüzüne bakıyor fakat tek aldığı cevap çatık kaşlar ve dudağını ısıran küçük bir kız çocuğu oluyordu. İstediği ve beklediği tepki bu değildi, bu kadar sessiz canının yandığını belli etmemek için çaba sarf eden küçük bir kız beklemiyordu. Bu durum içine şüphe tohumları ekerken arada bir kaçamak bakışları ile kendilerini dikkat ile izleyen kocasına bakıyor ve tekrar işine odaklanıyordu. Eşi ile daha konuşma fırsatı bulamamışlardı, eşine kapıyı açtığında kucağında minik bir kız ile bulmayı beklemiyordu. Bir çok soru sormasına rağmen kendisini geçiştirmiş ve önceliğin pansuman olduğunu belirtmişti. Fakat kadın öğrenmeden duramazdı, eşinin görevi hariç herşeyi öğrenir ve kendisi de herşeyi eşi ile paylaşırdı. Aralarında pek sır olmazdı, güven aralarında ki sevginin ve aşkın en büyük temellerinden biriydi. Bu yüzdendir ki yıllardır ufak tefek tartışmalar haricinde birbirlerine olan sevgileri hiç azalmamış hatta gün geçtikçe daha da katlanarak devam etmişti. Bu durumda pansumanını yaptığı tanımadığı bu küçük kızın neden şuan kendi evlerinde olduğunu öğrenmek istiyordu.

Genç kadın küçük kızın hem dizlerini hemde avuç içlerini temizleyip sargı bezi ile sarıp narin bir gülümseme bırakarak eşine döndü. Eşinin canının sıkkın olduğu belliydi ve bunun sebebinin şuan evlerinde varlığını sürdüren küçük kızın olduğununda farkındaydı. Belli belirsiz bir nefes alıp hafifçe boğazını temizleyerek yerinde dikleşti.

“Sen otur güzelim biz Mete abin ile geliyoruz birazdan.” Omuzunun üzerinden kıza baktığında kendisine masum gözler ile bakan elalara içinin gittiğini hissetti. Bu kadar masum bir çocuğun ailesinin nerde olduğunu da merak ediyordu. Hiç birşey söylemSeneden kalkıp salondan çıktığında iki çift gözün üzerinde olduğunun farkındaydı.

Mete güzeller güzeli karısının mesajını almıştı bu yüzden ikiletmeden ayaklandığında küçük kızın bakışları kendisini buldu. Kendisine korku dolu gözler ile bakan kızı rahatlatmak için güven veren bir gülümseme bıraktı.

“Birazdan geleceğim, Dilem ablan ile küçük bir işimiz var mutfakta hemen dönmüş olacağız.” Küçük kız hiç istemezse de başını sallamak zorunda kaldı. Evine gitmek istiyordu, kendini bu evde yabancı görüyordu. Hem annesini de özlemişti, kim bilir ne haldeydi.

Mete kıza son bir bakış atıp eşinin peşinden salondan çıkıp mutfağa doğru ilerledi. Kendisini neyin beklediğinin farkındaydı, eşi kendisini sorguya çekecekti ve bunun onun hakkı olduğunun farkındaydı. Mutfağa girmeden önce koridorun sonundaki oğlunun odasına bir göz attı, geldiğinden haberi yoktu anlaşılan yoksa şimdiye kadar dibinde bitmiş olur ve gününün nasıl geçtiğini sorarak babası ile sanki bir büyükmüş gibi sohbete girerdi. Yaşına göre oldukça olgun bir çocuktu oğulları ve bu durum Mete’yi hem sevindiriyor hemde gururlandırıyordu.

Mutfaktan içeri girdiğinde karısının tezgaha yaşlanmış kolları bağlı bir şekilde kendisini beklediğini gördü. Eşinin küçük kızdan rahatsız olduğunu düşünmüyordu hatta anlatacaklarından sonra kızı bırakmak bile istemezdi bunu bilecek kadar eşini iyi tanıyordu. Melek gibiydi güzeller güzeli karısı, her daim Allah’a şükür ediyordu onun gibi güzel kalpli bir eşi olduğu için. Bir süre eşinin güzel yüzünü inceledi durduğu yerden daha sonra baskın adımlar ile ilerleyip karısının yaşlandığı tezgaha ellerini yaslayarak kollarının kıskacına alıp yüzünü boynuna gömdü.

Yaşamı soluyordu kadının kokusunda...

Dilem kendisini saran güçlü kollar ile derin bir soluk verip hiç bir zaman karşı koyamadığı adamın boynuna sarılıp ensesini okşadı. Şuan konuşmaları gereken bir konu varken hiç birşey olmamış gibi birbirlerine sarılan bu çift aslında her konuda birbirlerine destek olacaklarının mesajını veriyordu bedenleri ile.

“Ölünce beni boynuna gömsünler, avuç avuç kokunu atsınlar üzerime. Anca o zaman huzur bulur ruhum.” Genç kadın boynuna değen dudaklar ile huylanarak geri çekilmeye çalıştı daha sonra adamın söyledikleri ile kaşlarını çatarak adamın omuzuna küçük bir yumruk geçirdi.

“Şöyle konuşmasana Mete, Allah gecinden versin.” Sitem ederek kızan kadın ile geri çekildi genç adam ellerini kadının yüzüne yaslayıp gözleri ve kalbi ile uzun uzun sevmek istedi.

Ömrüne biçilmiş yaşam suyu gibiydi, gülüşü ömür uzatırdı.

“Amin yavrum amin, seninle daha geçirecek uzun yıllarımız var elbet.” Öyle olmasını diliyordu genç adam, öyle olmasını istiyor, öyle olması için elinden gelen herşeyi yapıyordu. Mesleği gereği her zaman ölüm bir soluk ötesindeydi, şehit olmak en büyük isteğiydi elbet o mertebeye ulaşmak kendisi için bir şerefti lakin geride bir eş bir çocuk bırakmakta istemiyordu. Onların canını yakmak, bir başlarına bu acımasızlığın kol gezdiği dünyada bırakmak istemiyordu.

“Artık konuşmalıyız, bana neler olduğunu anlatmalısın.” Dilem aynı şekilde küçük ellerini adamın tıraş olmuş pürüzsüz yüzüne koyarak hafifçe okşadı, bu onu konuşturmak için bir teşviki. Genç adam sıkıntılı bir soluk verip kadının alnından kokusunu içine çekerek öpüp geri çekildi.

“Neler olduğunu bende bilmiyorum güzelim ama bildiğim birşey varsa o da içeride bulunan o küçük kızın korunmaya muhtaç olduğudur.” Sesi sancılıydı, bir an önce üstleri ile iletişime geçmeli ve durumu açıklamalı, kızın babası hakkında bilgi vermeliydi. Fakat bunu yapamayacak kadar aciz hissediyordu. Yinede güçlü bir adamdı Mete, herşeyin üstesinden gelecek kadar güçlü ve zekiydi. Ne yapması gerektiğini biliyordu, tek istediği ne ailesinin ne de içeride bulunan küçük kızın bir zarar görmeden bu işin bir an önce bitmesiydi.

“Nerde buldun onu?” Karısının yumuşak sesini duyan adam düşüncelerinden arınarak bakışlarını kadına çevirdi.

“Eve dönüyordum, aşağıdaki sokakta gördüm ve dikkatimi çekti. Çok savunmasızdı Dilem, görmeliydin yanından geçip giden insanların onu görmezden gelmesi aşırı kanıma dokundu. Daha küçük bir kız çocuğunun o saatte, o soğukta üstünde incecik kıyafetler ile neden dışarıda olduğunu sorguladım durdum sürekli, sonra indim arabadan yanına yürürken dizlerinin üzerine düştüğünü gördüm o an sanki canımdan can kopardılar. Hiç konuşmadı, ailesi nerde bilmiyorum ama birkaç şey öğrendim.” Söylediklerine ara vererek karasızca kadına baktı. Bundan sonrasını anlatmalı mıydı onu düşünüyordu. Genç kadın kocasındaki kararsızlığı görünce fazla üstlenmek istemedi, biliyordu ki bu durumun altında yatan başka bir gerçek vardı.

“Neden karakola götürmedin, onunla çocuk şubede ilgilenebilirdi.” Bunu çok düşünmüştü Mete fakat küçük kızın babası hakkında duydukları yüzünden bu durumu çocuk şube değil hem TEM hemde kendileri çözebilirdi ancak.

“İlk düşüncem bu oldu zaten yavrum fakat başka durumlarda var. Babası ile ilgili...” Eşine güveniyordu Mete, hep güvenmişti.

“Şiddet mi uyguluyor yoksa?” Dilem’in korku dolu sesi ile iki kolunu kadının beline sararak sıkıca sarıldı. Bu dünyada korkmasını ve üzülmesini istediği tek kişiydi, birde oğlu vardı. İkiside onun canıydı, canından can alanlardı.

“Şiddet uyguluyor mu bilmiyorum fakat öğrendiğim kadarı ile fazlası ile tehlikeli bir adam. Yarın sabah amirlerim ile görüşecek ve durumu bildireceğim, büyük bir ihtimalle devlet korumasına alınacaklar.” Küçük karısına bildiklerini anlatırken bir yandan da müptelası olduğu saçlarını okşuyor bir yandanda mis gibi kokusunu içine çekiyordu.

“Alınacaklar? Küçük kızdan başka kim var ki?” Eşinin bu meraklı halı adamı güldürdü. Eve geldiğinden beridir ilk defa gülümsüyordu.

“Annesi de var yolda gelirken ağlama krizine girdi. Annemi de kurtar diyip durdu, ne yapacağımı bilemedim bu yüzden annesini de kurtaracağıma söz verdim. Ancak o vakit sakinleşebildi.” Dilem eşinin söylediklerine şaşırmadan edemedi. Nasıl bir adamdı ki babası küçük bir kızın annemi kurtar diye yalvaracak kadar ağlamasına sebep olmuştu. Nasıl bir adamdı bu adam? Bir insan bu kadar kötü olabilir miydi? Bir insan öz evladına bunu reva görür müydü?

“Nasıl bir adam bu Mete, aklım almıyor.” Üzüntülü sesi ile daha fazla eşine sokuldu.

“Bilmiyorum güzelim ama bulacağız o adamı. Gerekeni yapacağız, şimdilik senden tek isteğim o küçük kızın bu evde bugünlük yabancılık çekmemesi. Yemesi için birşeyler hazırlayalım, iyi olması için elimizden geleni yapalım.” Dilem eşinin şefkat dolu kalbine bir kere daha aşık olmadan edemedi. Ömrü boyunca şükür etse yinede az kalırdı. Eşi onun bu dünyadaki cennetiydi...

Biliyorum ki sen her zaman bir yol bulur ve mazlumların yanında olarak onları her daim korursun bir tanem, senden tek isteğim ne olursa olsun dikkatli olman ve sonunda ne yaşanmış olursa olsun yanımıza geri dönmen. Ne olur dikkat et kendine.” Genç kadın ayaklarının üzerine yükselerek, sevdiği adamın dudaklarına kısa bir öpücük bıraktı. Geri çekilmek için hamle yaptığında genç adam huysuz bir homurdanma bırakıp karısının geri çekilmesine izin vermeden ensesinden tutup dudaklarına yapıştı. Genç kadın bu duruma gülümsediğinde adam gülüşünden öptüğü için mest oldu.

Gülüşünden öpmek kadın, benim bu dünyadaki cennetim kadın...

Dikiş tutmayan yaraların; acı nedenleri, acımasız kimseleri olurdu.

Sessizliğin hüküm sürdüğü evde, küçük kız oturduğu koltuktan bir milim bile kıpırdamadan öylece boş gözlerle önüne bakıyordu. Bundan sonra ne olacağını bilmiyordu, o daha çocuktu ve bunları düşünmek belkide hayatı boyunca yapacağı en son şey olmalıydı. Dışarıda oyun oynamalıydı, yada ailesi ile karın keyfini çıkarmalı daha sonrada sıcacık evinde annesi ve babası ile kestane yemeliydi ama burda yabancı bir evde olmamalıydı. Hiç tanımadığı insanların şefkatini hissetmemeli, annesini düşünmemeliydi. Canının yandığı şu zaman diliminde tek istediği annesinin sevgi dolu kollarıydı, hiç bir zaman bencil bir çocuk olmamıştı kendisi kurtuldu diye sevinmemiş hep önceliği annesi olmuştu. Şimdi bile öyleydi, annesinin ne durumda olduğunu deli gibi merak ediyor babasının ona zarar verip vermediğini düşünüyordu.

Düşünceleri arasında duyduğu ses ile başını kaldırdığında elaları bir çift mavimsi-yeşilimsi rengini tam anlayamadığı gözler ile kesişti. Kendisine çatık kaşlar ile merakla bakan gözlerin sahibi kendinden bir kaç yaş büyük gibi görünen bir erkek çocuğuydu. Küçük kız rahatsızca yerinden kıpırdanıp gözlerini kaçırarak küçük parmakları ile oynamaya başladı. Bu evden gitmek istiyordu, hemde hemen şimdi.

Henüz dokuz yaşında olan küçük çocuk bir saatten fazladır odasında resimli çocuk kitaplarından birini okurarak zaman öldürüyor ve babasını bekliyordu. Fakat ne babasının geldiğini duymuş nede evde herhangi bir hareketlilik sezmişti. Yemek saati gelmek üzereydi ve evde ne babasının sesi vardı ne de annesinin. Bu onu oldukça meraklandırmıştı bu yüzden oturduğu küçük koltuktan kalkarak elindeki kitabı bir kenara koyup ayaklandı. Henüz dokuz yaşında olmasına rağmen uzun boyu ile oldukça dikkat çeken bir erkek çocuğuydu. Bazen bunun normal olmadığını düşünsede ailesi ona bunun normal olduğunu söyleyerek telkin ediyordu.

Yere basan sağlam adımlar ile odasından çıktığında salona doğru ilerlemeye başladı. Sessiz adımlar ile koridorda ilerlerken mutfak kapısından gözlerine çarpan babası ile annesi dikkatinden kaçmadı. Annesini saran babasına göz devirirken başını iki yana salladı, babası ile bir çok ortak noktası ve benzerlikleri vardı. Bunlardan biri de annesiydi, çoğu zaman annesini babası ile paylaşamaz, aralarında tatlı bir rekabet oluşurdu. Aslında şimdi mutfağa girer ve annesini babasının kolları arasından çekip alabilir ve babasını sinir edebilirdi lakin şuan salona gidip biraz televizyon izlemek istiyordu, hem babasının gelmiş olduğunu da görmüştü bu yüzden aynı sessizlik ile salona doğru ilerledi. Salonun açık kapısından tam adım atıyordu ki gördüğü şey ile öylece kapı ağzında durmak zorunda kaldı. Şaşkın ve çatık kaşlar ile salonlarında oturan küçük kızın kim olduğunu anlamaya çalışırken kızın kafasını kaldırması ile çakırları küçük kızın elaları ile çakıştı.

Küçük yaşına rağmen gördüğü elalar ile kalbi hızlanırken çocuk bedenine rağmen yaşadığı bu hissi ilk defa yaşıyordu. Daha dokuz yaşında bir çocuktu o mutluluğu, hüznü, heyecanı hep ailesi ile tatmıştı. Şimdi ilk defa yaşadığı bu hissin ne olduğunu çözmeye ve evlerinde bulunan bu yabancının kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Küçük kızın gözlerini kendisinden kaçırması ile kaşlarını daha fazla çatarak durduğu kapı ağzında biraz toparlanarak salona ilk adımı attı, küçük kızın hâlâ bakışları hâlâ kendisini bulmamıştı ama kendisi hâlâ aynı dikkat ile kızı inceliyordu.

“Sende kimsin?” Küçük oğlan aklına gelen ilk soruyu sarf ettiğinde, küçük kızın kendisinden kaçan elaları tekrar kendisini buldu. Aynı his ışık hızı ile yine bütün bedenini sardığında küçük çocuk bu duruma da biraz sinirlendi ve derin bir soluk verdi.

Küçük kız kendisine soru soran oğlan ile ne cevap vereceğini kestiremiyordu. Konuşmak istemiyordu, cevap vermek, sesini duymalarını istemiyordu tek istediği evine gitmekti, annesine gitmek sımsıkı sarılmak ve kötüde olsa hayatına devam etmek. Fakat hissediyordu bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, herşey değişecek gibiydi bunu karışısında duran çakır gözlerin sahibinden bile anlıyordu.

Küçük çocuk kendisine cevap vermeyen küçük kız ile sıkıntılı bir soluk verdi daha sonra bakışları kızın elleri ile dizlerine düştü. Çatık olan kasları daha fazla çatıldığında küçük kızın bedenindeki sargı bezleri hiç hoşuna gitmemiş gibiydi.

“Babam mı getirdi seni?” Bugün annesi evdeydi yani annesinin getirmiş olması mümkün değildi geriye babası kalıyordu ve bu olasılık oldukça yüksekti.

Küçük kız başını hafifçe salladığında çakır oğlan kıza yakın olan tekli koltuklardan birine geçerek oturdu. Evlerinde neden yabancı birinin olduğunu anlayamıyordu zira ne annesi ne de babası hiç bir zaman evlerine aileleri ve kendi bakıcısı haricinde kimsenin girmesine izin vermezdi. Şimdi yaralı bir ceylan gibi evlerinde yaşam soluyan bu küçük kızın varlığını sorguluyor ve cevabını da az çok tahmin edebiliyordu. Annesi ile babası birazdan gelirdi, yapması gereken tek şey mümkün olduğunca beklemek ve bu kızın kim olduğunu çözmekti.

“Yaralandın mı?” Bakışları küçük kızın ellerinden ayrılmıyordu,minicik ellerine o sargı bezleri hiç yakışmamıştı. Ayrıca yaralanmış olması da bir hayli canını sıkmışa benziyordu.

“Azıcık.” Diyerek mırıldandı. Küçük çocuk kızın mırıldanmasını duyunca belli etmek istemediği heyecanı ile yerinden hafifçe doğruldu.

“Annem hemşire, o seni iyileştirir.” Küçük kızın hemen iyileşmesini isteyen tarafı annesini devreye koymuştu bile.

“O bunları yaptı zaten.” Ela gözlü küçük kız avuç içlerini kaldırarak sargılı ellerini kendisini dikkatle izleyen küçük çocuğa gösterdi. Normalde konuşmak istemiyordu fakat nedense karışısındaki çakır gözlere karşı da gelemiyordu. İlk defa tanıdığı insanlara karşı normalde bu kadar yakın davranmazdı hatta genel olarak insanlar ile hiç muhattap olmazdı. Şimdi evlerinde bulduğu bu yabancı ailenin kendisine bu kadar sıcak olması kendini garip hissettiriyordu.

Küçük oğlan kızın sesini ninni gibi buldu; narin, ürkek ama cesur. Bakışları da öyleydi, ne kadar etrafa çekingen baksada o gözlerin ardındaki korkusuzluğu görebiliyordu. O cesur küçük bir kız çocuğuydu, ay tenli küçük bir kız çocuğu. Bembeyaz teni bir ay gibiydi, bembeyazdı kar gibi. Ve çok güzeldi, evet dokuz yaşındaydı belki ama daha önce hiç bu kadar güzel bir kız çocuğu görmemişti.

Neden bizim evdesin? Babam neden seni bizim evimize getirdi ki?” Çocuğun meraklı sesi ile küçük kız cevap veremedi çünkü ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Bu yüzden omuzlarını silkerek bakışlarını kaçırdı.

 

 

Kendisine cevap vermeyen küçük kız ile daha da merakı artarken babası ile annesinin bir an önce gelmesi istiyordu.

“Neden cevap vermiyorsun?” Sabırsız ses tonu ile adını bilmediği ama ay tenli kız olarak isim koyduğu küçük kıza bir kez daha sordu.

“Vermek istemiyorum çünkü.” Küçük kız en sonunda sinirle kendisine durmadan soru soran çakır oğlana döndü. Neden bu kadar kendisini sıkboğaz ediyordu ki?

“Neden?” Diyerek tekrar soru yönelttiğinde küçük kızın kaşları daha fazla çatıldı.

“Bu kadar soru sorma bana.” Sinirli mırıldanması küçük çocuğun hoşuna gitmişti. Kendisine öfke ile bakan küçük kızın sinirlenmesi daha fazla hoşuna gitmişti.

“Ama ben sormak istiyorum.” Oğlan keyifle arkasına yaslanarak avucunu yanağına yaslayıp kızı izlemeye başladı.

“Konuşma benimle, cevap vermeyeceğim sana.” Tripli sesi ile kollarını birbirine dolayıp başını başka bir tarafa çevirdi. Kendisini sinir eden bu çocuk ile daha fazla konuşmak istemiyordu.

“Çok nazlısın, ay tenli.” Diyerek başını iki yana sallayıp hafifçe gülümsedi. Normalde kız çocuklarını pek sevmezdi ama her zaman saygı duyan ve hiç bir şekilde kötü davranan bir çocuk olmamıştı. Şuan karışısında bulunan ve kendisine trip atan küçük kızın bu tavırları hoşuna gitmişti.

“Nazlı değilim ki ben Leyal’im.” Küçük kız çocuğun ne demek istediğini anlamadığı için ağzından kendi adını kaçırmıştı ama bunun farkında değildi.

“Demek ismin Leyal.” Küçük çocuk kızın ismini öğrendiği için biraz da olsa mutlu olmuştu. Hâlâ aklında neden kızın evlerinde olduğu olsada annesi ile babasını beklemeyi tercih ediyordu.

Küçük kız ismini çocuktan duyduğunda sargılı küçük ellerini ağzına koyarak açtığı kocaman gözleri ile boğuk bir şekilde konuştu.

Bunu söylememem gerekiyordu.” İsmini söylemek istemiyordu, hele ki tanımadığı insanlara hiç söylemek istemiyordu fakat bir kere ağzından kaçırmıştı.

“Duydum bir kere yapacak birşey yok.” Dokuz yaşında da olsa sanki büyük bir adammış gibi davranan çocuk ile Leyal biraz şaşırsada belli etmeden ellerini ağzından indirdi

“Konuşmasana benimle.” Tekrar tripli haline döndüğünde içeriye giren Mete ve Dilem ile iki çocuğunda bakışları o tarafa döndü. Küçük çocuk babasını görür görmez yerinden fırlayarak kollarına atladı.

“Hoşgeldin babacım.” Diyerek sıkıca sarıldı babasına. Ailesine olan düşkünlüğü bir başkaydı çocuğun, dışarıdan ne kadar sert bir duruşu olsada şefkat dolu bir kalbe sahipti.

“Hoşbuldum çakır kurt, tanışmışsın misafirimizle.” Mete’nin bakışları küçük kızı bulduğunda kendilerini merak ve hüzünlü gözler ile izleyen ela gözler ile karşılaştı.

“Pek sayılmaz, sadece ismini öğrendim. Baba o kim ve neden bizim evde?” Dizlerinin üzerine çökmüş bir şekilde duran babasına yaklaşarak fısıldadığında Mete şefkat ile gülümsedi.

Bizim çakır kurta da bak sen, öğrenmiş bile misafirimizin ismini. Eee bize de söyle bizde öğrenelim bakalım.” Küçük çocuk babasına kararsızca bakıp hafifçe arkasını dönerek küçük kıza sorar gibi baktı. Küçük kız kendisinden izin isteyen çakır gözlerin sahibine hafifçe tebessüm edip onayladı. Zira kendisinden izin istemesi hoşuna gitmişti ayrıca er yada geç öğreneceklerdi ismini çocuğun söylemesinde bir sakınca görmedi. Çocuk aldığı onay ile hemen babasına döndü.

“Leyal, ismi Leyal baba.” Mete duyduğu isimle genişçe gülümsedi isminin hakkını veren siyah saçlara sahip olan kıza baktı, gerçektende isminin hakkını sonuna kadar veriyordu.

“Ne kadar güzel bir ismin var Leyal, peki sen bizim bizim oğlan ile tanıştın mı?” Ayağa kalkarak oğlunun elinden tutarak küçük kıza temkinli adımlar ile ilerledi. Küçük kız adamın sorusu ile hafifçe başını iki yana sallayarak red etti.

“ Bu çakır abinin ismi Artun Agâh.” Diyerek oğlunun başını elleri ile okşadı. Küçük kız

“Aytun mu?” Küçük kız avuçları ile ağzını kapatıp hafifçe kıkırdadı. Küçük kızın kıkırdamasını duyan Mete ve Dilem çifti rahat bir nefes alırken Artun Agâh Leyal’in gülümsemesinden oldukça etkilenmiş bir şekilde hayranca kızın gülümsemesine takıldı.

“Hoşuna mı gitti küçük hanım?” Dilem’de onlara yaklaşarak sohbetlerine dahil olduğunda Leyal hafifçe sallayarak bir kez daha güldü.

“Komik.” Diyerek kıkırdamaya devam etti. Artun Agâh ismini yanlış telaffuz eden ve hatta komik bulan kıza hiç takılmadı oysaki ismi en hassas noktasıydı kimsenin yanlış telaffuz etmesine izin vermez dalga geçilmesinden bile hoşlanmazdı.

Agâh hafifçe babasının kolundan çekiştirdi. Dilem küçük kız ile ilgileniyor bir yandanda neşesi yerine gelmişken sohbet etmek istiyordu, Agâh bunu fırsat bilerek babasının dikkatini kendine çekti.

“Baba.” Dediğinde, Mete oğluna bakıp ne oldu der gibi baktı.

“Efendim aslanım?” Diyerek tok bir ses ile cevapladı oğlunu.

“Kalbim çarpıyor.” Elini kalbine götürdüğünde Mete telaş ile dizlerinin üzerine çöktü. Kötü birşey olduğunu düşünerek endişelenmişti.

“Hasta mısın oğlum? Ne oldu?” Oğluna sorduğu sorular ile Agâh başını iki yana sallayarak red etti. Bu farklı birşeydi bunu anlayabiliyordu.

“Hayır hasta değilim ama o gülünce çok hızlı atmaya başladı. Normal mi sence?” Babasına doğru fısıldayarak Leyal’i gösterdiğinde Mete şaşkınlık ile kalakaldı. Oğlunun ne demek istediğini yanlış anlamadıysa anlamıştı.

Nasıl hızlı atıyor oğlum?” Muzip bir şekilde oğluna sorduğunda Agâh derin bir iç çekerek küçük kıza baktı.

“Çok sevdiğim birşeye kavuşmuş gibi baba.” İç çekerek kurduğu cümle ile Mete gür bir kahkaha attı. Dilem ve Leyal adamın kahkahasını duyduklarında şaşkınlık ile adama döndüler. Ne olmuştu da bu kadar neşeli bir kahkaha atmıştı?

“Neden gülüyorsun? Komik birşey mi bu?” Agâh sinirli bir şekilde homurdanarak geri çekildiğinde Agâh kendilerini dikkat ile izleyen eşine dönerek birşey olmadığını belirten bir bakış atıp tekrar oğluna döndü. Oğlu aşık olmuştu hemde bu yaşta ve bu onun gülmesine sebep olmuştu.

“Komik birşey yok aslanım aksine güzel birşey var.” Diyerek oğlunu telkin etti.

“Neymiş ki o güzel şey?” Agâh kafası karışmış bir şekilde babasına bakıyordu. Kalbinin neden bu kadar hızlı attığını da neden babasının bu denli güldüğünü de anlayamamıştı.

“Yaşın biraz ilerleyince anlayacaksın oğlum fakat senden istediğim ve bilmen gereken tek şey kalbinin bu kadar hızlı ve güzel atmasına sebep olan her ne ise sakın gitmesine izin verme.” Agâh babasının söyledikleri ile bakışları kendisini izleyen ela gözler ile çalıştı. Aynı saniyede bir kıvılcım iki küçük yüreğe düştü, iki ruh birbirine bir kör düğüm ile bağlanırken bu ana şahit olan iki kişi vardı. Belkide ömürleri boyunca şahitlik edecekleri sayılı anlardan biriydi...

Gülüşün kalbimin kapılarını sana açan ilk ihtilaldi. Son olmayacağı aşikardı zira yıllarda geçse bu kalp o gülüşün tınılarını unutmazdı.

☪️

Günümüz Ankara

Kasvetin eksik olmadığı, güneşin gri bulutların ardında saklandığı bir Ankara sabahında, zihinlerin ve ruhların havaya ayak uydurduğu bir mevsimdi. Kış güçlü ama yavaş adımları ile şehre giriş yaparken insanlar gelecek olan soğuk günleri düşünerek bu kasvetli havaya ayak uydurmaya çalışıyordu. İnsanlar soğuk havaları pek sevmezdi, bencil ve kasvetli havalara karşı dirençsizdi ama yinede ayak uydurmaktanda geri durmazlardı.

Kasvetli havalar kötü şeylerin haberci olarak bilindirdi -ki öyleydi- her zaman öyle olmuştu. En azından Börte’ye göre öyleydi. Kış mevsimini her zaman felaketlerin habercisi olarak yorumlardı. Sevmezdi bu yüzden bu mevsimi, sevmemeye and içmiş gibiydi. Belki de yaşamış oldukları onu bu duruma itmişti, belki de yaşamaya mecbur bırakıldığı bu hayat onu bu kadar duygusuz olmaya zorlamıştı kim bilir?

Hayat bir bebeğin acı ağlayışı ile başlardı. Etraftaki herkes bir bebeğin dünyaya gelişini mutluluk ile kutlarken, aldığı oksijen ile canı yanan küçük bebek can havli ile ağlamaktan geri durmazdı. Bazı acılar mutluluk getirirdi, bir annenin çektiği acı sonrası bir can dünyaya getirmesi gibi... Bazı bebekler daha anne karnındayken şanslı bir şekilde dünyaya gelirken, bazıları kaderin acımasız kollarında dünyaya gözlerini açardı. Hayat hep bir kaçıştan ibaretti ve Börte kaderin oyunlarına alet olmuş bebeklerden sadece biriydi. Fakir bir aile; kötü bir baba, sevgi bilmeyen bir anne ve huzursuzluktan ibaret olan bir hayat. Sonuç ise hayat boyunca geçmeyecek olan derin yaralar.

Börte gözündeki bandanayı düzelterek son kez aynadan kendine bakarak üstündeki siyah formayı hayran bir şekilde süzdü. Belki de çektiği acıların bir armağanıydı üstündeki forma, sahip olduğu meslek, timindeki arkadaşları. Bazı acılar mutluluk getirirdi, onun acılarının sonsuz mutluluğuda belki de mesleğiydi. Son kez kendini süzerek sıkı sıkıya bağladığı parlayan sarı saçları ile sert adımlar ile kendi odasından çıkarak dün gece geldiği karargahın ortak çalışma salonuna doğru ilerledi. Kendilerine verilen izin dün bitmiş ve soluğu hemen karargahta almıştı, şimdi ise operasyonun ilk ayağı için yapılacak olan toplantının son hazırlıklar yapılıyordu. İki timin bütün üyeleri de buradaydı, üstler ile çevrimiçi bir iletişim sağlanacaktı.

Kendinden emin adımlar ile koridorları aşıp, el taraması kilidi ile açılan çelik iki kanatlı kapıyı açarak ortak toplantı salonuna giriş yaptı. Kendi timindeki ve Börü timindeki herkes burda görünüyordu. İçeri adım attığı an bütün bakışlar kendisini bulduğunda hemen esas duruşa geçerek hem kendi hemde Börü timinin komutanlarına bir selam verdi. Normalde komutanlarından önce toplantı salonunda olması gerekiyordu lakin uyandığı ilk andan itibaren aksilikler peşini bırakmamıştı. Her zaman dakik bir asker olmuştu, vaktinde söylenilen yerde olmayı yada bir işi zamanında yapmayı seven biriydi, bugün geç kalmış olması onu huzursuz etmişti.

"Teğmen Börte Kurt, Tarabzon. Geç geldiğim için özür dilerim komutanım.” Diyerek özrünü en rütbeli olan Yüzbaşına beyan etti.

Agâh derin düşünceler ardından odaya giren teğmen ile zihnindeki o derin girdaptan ayrılmak zorunda kaldı. Kendilerinden özür dileyen asker ile başını sallayarak onay verdi. Kendisi Leyalin askerlerinden biriydi ve daha toplantı başlamamıştı bile bu yüzden bu seferlik geç kalmış olması göz ardı edilebilir bir durumdu.

“Sorun yok Teğmen Kurt, yerine geçebilirsin.” Börte aldığı emir ile diğer üstlerine baş selamı verip masadaki tek boş yere geçerek oturdu. Normalde üstlerden kesin bir emir almadıkça otur deselerde oturulmaz ve esas duruşta beklenirdi lakin şuan hepsi bir operasyonda görevli askerlerdi ve oturup oturmamaktan daha önemli öncelikleri vardı, bu yüzden üstleri de bu durumu problem etmiyordu.

Oturduğu yerden önüne bırakılan dosyayı açıp incelemeye başladığı sırada üzerinde hissettiği baskın bakışlar ile kaşlarını çatarak kafasını kaldırdı, geldiği andan itibaren kendisini izleyen bir çift kara gözün farkındaydı fakat bunu umursamamıştı lakin şimdi hiç çekinmeden kendisini izleyen katran karası gözlerin sahibine mavilerini çıkararak düz bir bakış attı. Karşısında duran ve kendisini izleyen bir yüzbaşıydı bu yüzden sert bir tepki vermek yerine düz bir tepki vermeye kendini zorlamıştı. Hâlâ kendisine bakmakta olan yüzbaşı ile ufak bir soluk ciğerlerine çekerek baş selamı verip tekrar önüne döndü. Yapacak başka birşeyi yoktu, en azından şimdilik...

“Bu gizli karargâh kaç yıldır var?” Börü timinden birinin sorduğu soru ile Börte’nin bakışları soran kişiye döndü. Soruyu soran Akın’dı.

“Bir kaç yıldır var, bundan öncesinde başka bir karargahtaydık.” Duygu barındırmayen sesi ile cevaplayıp tekrar önüne döndü, işine odaklanmalıydı.

“Burda mı kalıyorsunuz?” Başka bir yönden gelen soru ile kafasını incelediği dosyadan tekrak kaldırmak zorunda kaldı ve hemen karşısında kendisine merakla bakan Öyke yüzbaşı ile göz göze geldi. Tanıştıkları günden beri ilk defa kendisi ile muhattap oluyordu ve bu onu belli etmese de şaşırtmıştı.

“Genelde, komutanım.” Diyerek resmi bir cevap verdi. Nedenini çözemediği garip bir gerginlik hakimdi üzerinde, bunu kendilerine verilen yeni operasyona yoruyordu.

“Burası haricinde kaç gizli karargah var?” Öyke tekrar karşısındaki kadına sorusunu yönelttiğinde, saatlerdir sessizliğini koruyan Bige oturduğu yerden başını kaldırarak Öyke’nin yanında bulunan Agâh’a göz değdirmeden sorulan soruyu cevaplamak için dudaklarını araladı.

“Burası haricinde mevcut beş gizli üs var. Olası bir durumda yer değiştirebilmemiz için beş farklı bölgede kuruldu.” Öyke sorusunu cevaplayan Bige’ye kısa bir bakış atıp tekrar karşısındaki kadına dikti bakışlarını fakat teğmenin kendisi ile ilgilenir bir yanı yoktu, bütün dikkati önündeki dosyalarda yazılanlarda gibi görünüyordu.

“Hepsi bu kadar donanımlı mı?” Sökmen’de konuya dahil olduğunda Börte sıkıntılı bir soluk verdi. İşine odaklanamıyordu.

“Üç üs diğer üslerden daha fazla donanıma sahip. Yer altında inşa edildi ve hepsi il dışında bir bölgede.” Börte kafasını kaldırmadan elindeki dosyaya bir imza atarak Bige’nin önüne bıraktı ve diğer operasyon dosyasını incelemeye başladı.

“Ne zamandan beridir görevdesiniz teğmenim?” Öyke bu sefer doğrudan Börte’yi hedef alarak sorduğunda Börte önündeki dosyayı kapatarak elindeki kalemi masaya bırakıp mavisini karışındaki adamın siyahları ile buluşturdu.

“Beşinci yılıma girmek üzereyim komutanım.” Ruhsuz bir ses tonu ile Öyke’yi cevapladı. Öyke karışındaki kadının neden bu kadar ruhsuz olduğunu çözemiyordu, meslek hayatı boyunca kendiside hep böyle olmuştu fakat bir kadının bu bu kadar soğuk olması ona tuhaf geliyordu.

“Çok da kısa bir süre sayılmaz.” Kendi kendine mırıldanarak konuştuğunda Börte onu duymuştu.

“Meslekte zamanın bir önemi var mıdır komutanım?” Düz bir şekilde Öyke’ye bakarak sorduğu soru ile Öyke tek kaşını kaldırıp kendisine meydan okuyarak soru soran kadını kısa bir şekilde süzdü. Bu meydan okuma hoşuna gitmişti.

“Belki vardır sonuçta bizim için her saat bile bir tecrübe.” Ukala cevabı ile Börte göz devirmek istedi fakat son anda kendini frenleyerek gözünü adamdan çekip sessizce toplantının başlamasını bekledi.

Bazen kim olduğumuzu unuttuğumuz anlar olurdu. Ne düşündüğümüzü, yaşamımızı ne şekilde idame ettirdiğimizi, fikirlerimizi ve beyan ettiklerimizi çoğu zaman unutuyor ve kendimizi yeni bir kişi olmak için çabaladığımız, çoğu kişinin yeni bir sayfa olarak adlandırdığı o yaşam şekline alıştırmaya çalışırdık, bu da bizi asıl kimliğimizden uzaklaştırırdı. Çoğumuzun geçmişinde öldürdüğü, dipsiz kuyulara gömdüğü bir benliği vardı ve o benliğimiz gün gelir biri veya birileri tarafından tekrar gün yüzüne çıkarılırdı.

Bige ve Agâh oldukça sessiz bir şekilde arada birbirlerine attıkları kaçamak bakışlar ile toplantının başlamasını bekliyorlardı. İki timin üyeleri de birbirleri ile resmi bir şekilde yaptıları sohbet ile yoğun bir tanışma sürecinde gibiydiler ve bu iyi birşeydi.

Agâh yoğun düşünceler arasında arasında saatlerdir karşısında oturan kadına kaçamak bakışlar atmaktan başka hiç bir iletişimi olmamıştı. Son bir kaç gündür zihnini talan eden sorular ile baş etmeye çalışıyordu ve bunda ne kadar başarılı olduğu ise sonuçsuz bir sınavı beklemek gibiydi. Kendini bildi bileli hep net bir adam olmuştu, duygularını belli eden bir adam değildi şuan bile mimiksiz bir şekilde oturuyordu bulunduğu yerde. Aslında yapmak istediği belli, ilerleyeceği yol belliydi, tek merak ettiği Leyal’in neden hiçbir şey hatırlamadığıydı. Elbet bunu da çözecekti, elbet...

Bige oturduğu yerden önündeki dosyaları son kez inceleyip duvara asılı olan dijital saate bakarak ayağa kalktı. Masada oturan herkesin bakışları kendisini bulduğunda Agâh ile Öyke’ye ufak bir baş selamı vererek önündeki laptopdan bir kaç tuşa basarak geriye çekildi. Bir kaç saniye sonra masanın karşısında buluna ekranda albay göründüğünde hepsi aynı anda ayaklanarak esas duruşa geçti.

Albay hepsini tek tek inceleyedikten sonra boğazını temizleyerek konuşmaya başladı.

“Nasılsın asker?” Diyerek resmi bir eda ile sordu.

“Sağol!” İki tim hep bir ağızdan albayı cevapladı. Albay memnun bir eda ile hepsine bir bakış attı.

“Oturun.” Dediğinde hiç biri yerinde hareket etmedi. Bu anlayın hoşuna gitmiş olsada emrini ikitmekten de hoşlanmazdı.

“Otur dedim asker bu bir emridir.” Gür bir ses ile emrini tekrar ettiğinde Bige haricinde herkes aynı hız ile kalktıkları yere oturdu.

“Öncelikle Börü, Kalkan timi ile yürütülecek Ahves Operasyonuna ve gizli üse hoşgeldiniz.” Diyerek hepsine tek tek baktı ekrandan. Börü kendilerine hitap ederek konuşan komutan ile omuzlarını dikleştirdi.

“Sağol!” Hep bir ağızdan tekrar albayı onayladılar. Agâh ve Öyke dışında bir timin geri kalanı fazlası ile meraklı ve bir o kadar heyacan ile neler olacağını, neler öğreneceklerini bekliyordu.

Albay bakışlarını Bige’ye çevirip başlaması için onay verdi.

“Başlayabiliriz.” Bige aldığı emir ile esas duruşa geçip başını yukarı aşağı bir kere sallayarak elini hafifçe şıklattı ve aynı saniyede ortamdaki ışık azalarak loş bir konuma geldi, Bige elindeki tablet ile daire şekilinde ki masanın etrafından dolanarak tablettteki şablonu bir yere yansıttığında herkesin dikkati o tarafa çevrildi. Bir sürü terör mensubunun bulunduğu şablonda oldukça dikkat çekici isimler vardı.

“İzniniz olursa anlatmaya başlayayım komutanım.” Bige albaydan izin istediğinde aldığı baş onayı ile kendinden emin adımlar ile yansıttığı ve daha önce üstünde çalışılmış olduğu belli olan plan şablonun önünde durdu.

“İlk hedefimiz bir iş adamı olan ve hakkında terör örgütlerine yardım ettiği iddia edilen Dinçer ARSLAN.” Ekrana bahsettiği adamın fotoğrafı geldiğinde herkes daha bir dikkat kesildi.

“Çoğunuz biliyorsunuz ki yaklaşık bir kaç yıl önce terör örgütlerine yardım ve yataklıktan tutuklandığına dair bir çok haber çıkmış fakat yapılan suçlamalar delil yetersizliği nedeniyle yanmıştı. Dinçer ARSLAN o gün yaptığı basın açıklamasında rakip bir şirketin kendilerine atmış olduğu bir iftira olduğunu, aslının olmadığını ülkesini, bayrağını çok sevdiğini ve asla ihanet etmeyeceğini belirtmiş dava bir yıl kadar uzasa da hiç bir şekilde suçlamaların aslı ortaya çıkmaması nedeniyle Dinçer ARSLAN’nın suçsuz olduğu kanaatine varılmıştı. Böylelikle dava düşmüştü.” Kendisini merakla dinleyen onlarca çift göz kendisini rahatsız etsede bunu belli etmeden devam etti.

“Kendisi yıllardır MİT’in peşinde olduğu en gözde terör yandaşçılarından biri çünkü kendisinin asıl adamımız ile birebir bağlantısı olduğu düşünülüyor.” Kısa bir es verdiğinde, Börü timinden olan Eray söz istemek için elini hafifçe kaldırdı. Bige onay veren bir baş hareketi yaptığında sessizliğin içinde Eray’ın meraklı sesi duyuldu.

“Dava sürecinde bir çok avukat görev almıştı fakat hepsinin yaptığı açıklama Dinçer ARSLAN’nın suçsuz olduğu yönündeydi. Ayrıca iş ve özel hayatı fazlası ile düzenliydi, hiç bir açığı yoktu bildiğim kadarıyla. Peki nasıl terör yandaşçısı olduğunu öğrendiniz komutanım?” Sorduğu soru ile Bige başka bir görsel getirdi ekrana. Genç ve sarışın oldukça yakışıklı bir adam duruyordu şimdi ekranda, Dinçer ARSLAN’a göre daha gençti.

“Bu gördüğünüz adam Arda DEVTYAN, kendisi Dinçer ARSLAN’nın hayatında oldukça önemli bir yere sahip. Yirmi yedi yaşında Ermeni bir baba ile Türk bir annenin ilk çocuğu.” Kalkan timi konuya hakim olduğu için sessiz bir şekilde komutanlarını dinlerken Agâh ve Öyke haricîndeki Börü timi anlatılanların nereye varacağını merak ediyorlardı.

“Bu adam neden bu kadar önemli ve Dinçer denilen herif ile bağlantısı ne?” Sökmen’in meraklı sesini duyan Bige devam etmek için dudaklarını araladı.

“Arda DEVTYAN, Dinçer ARSLAN’nın sevgilisi. “ pimi çekilmiş bir el bombasını ortaya attığında Börü timindeki herkes beklemedikleri bu cümle ekrana bakakaldılar.

Bundan emin miyiz zira Dinçer ARSLAN’nın evli olduğu hatta bir kızı olduğunu bütün Türkiye biliyor.” Alp’in düşünceli sesi ile herkes sanki aynı şeyi düşünüyormuş gibi kafalarını salladı.

“Bizde öyle biliyorduk ki zaten öyle. Adam hâlâ evli ve hâlâ bir kızı var ayrıca evliliğinin de çok mutlu olduğu söyleniyor. Türkiye’nin en gözde ailelerinden biri.” Börte sözü devralanınca Öyke’nin bakışları tekrar kadını buldu. Her kadar bunu istemezsede kadında kendisini çeken birşeyler vardı.

Kader aşk konusunda kartlarını açık oynardı fakat biz insanoğlu bunu göremeyecek kadar kör ve bencildik.

“O zaman gösterilenlerin hepsi bir kurmaca.” Öyke Börte’ye karşılık olarak cevap verdiğinde Börte başını sallayarak onayladı onu.

“Aslında hepsi kurmaca değil. Dinçer ARSLAN gerçekten de eşini ve kızına fazlası ile değer veriyor. Fakat cinsel kimliğini sakladığı için ve bazı şeylere mecbur bırakıldığı için fazlası ile öfkeli.” Zeren Börte’den lafı alarak anlatmaya devam etti.

“Peki kime bu öfkesi?” Barış Zeren’e bakarak sorduğunda Zeren derin bir nefes alarak komutanına baktı. Bige devam etmesi gerektiğini anlayarak Zeren’in konuşmasına fırsat vermeden devam etmeye başladı.

“Babası bir Türk subayıymış, oğlununda bir asker olmasını istemiş fakat kendisi bu mesleğe pekte hevesli değilmiş. Zaten özel durumu anlaşılınca da babası tarafından zorla evlendirilmiş.” Bige bunca yıldır topladıkları bütün bilgileri anlatıyordu. Olabildiğince kontrollü hareket etmeli ve her konuda bilgileri olmalıydı.

“O zaman sevgilisi denilen herifin terörle bir alakası var.” Barış ulaştığı sonuç ile tereddüt etmeden konuştu, Börü timindeki herkes herşeyi anlamış gibi görünüyorlardı.

“Tam isabet, astsubayım. Babası ve babasının ailesi Ermenistan’ın en köklü ailelerinden biri ayrıca annesi bir zamanlar en çok aranılan teröristler arasında yer alıyormuş, bir çok eyleme imza atmış. Yani Dinçer ARSLAN tam olarak turnayı on ikiden vurmuş.” Börte Barış’a cevap verdiğinde hepsi anlamış gibi başını salladı. Şimdi herşey daha açıktı.

“Yada talih kuşu başına konmuşda diyebiliriz.” Öyke ekrana bakarak konuştuğunda aslında cevap verdiği kişi Börte’ydi.

“Haklısınız komutanım. Dinçer denilen adam aslında Arda DEVTYAN ile bir ilişkiye girdiğinde bir çok şeyden habersizdi. Ama tabi bu durum çok uzun sürmedi ve bir çok şeyi öğrenerek bu durumu kendi lehine çevirmeye başladı.” Bige tekrar konuşmayı ele aldığında bütün dikkatler yine kendisine ve çevrildi.

“Arslanlar holding başarıdan başarıya koşarken elde edilen bütün paralar hem Dinçer ARSLAN’a hemde sevgilisinin babasının lideri olduğu örgüte bir çok yönden katkı sağlıyordu. Bunlar silah, paralı asker, kimyasal silah, askeri araç ve ismi bilinsede daha önce hiç kullanılmayan bombalar. Tabi bunların arkasında Hanry DEVTYAN var, her ay düzenli olarak holding hesabından farklı hesaplara bir para akışı sağlanıyor ayrıca sadece bunlarla da sınırlı değil. Dinçer ARSLAN ülke ve ülke dışındaki bir çok eyleme yardım ve yataklıkta etmekte.” Son söylediği şey ile Kalkan timi de dahil herkes kaskatı kesildi. Bu kadar adi bir insanın hâlâ bu ülkede iyi bir adam olarak barınıyor olması insanı öfkelendiriyordu.

“Peki eylemlerden haberimiz var mı? Bugüne kadar kaç eylem yapıldı ve şuan kaç eylem planı var?” Belki saatlerdir ilk defa konuşan Agâh ile Bige hızla kafasını adamın olduğu yöne çevirdi. Attıkları kaçamak bakışlar dışında bugün ilk defa göz göze geliyorlardı ve bu ikisininde kalbinde garip duygulara sebep olmuştu. Sanki yıllar önce ayrılmak zorunda kalan iki sevgilinin ilk karşılaşması gibiydi birbirlerine olan bakışları. Bige adamın sorduğu soruya cevap verebilmek için derin bir nefes alarak elindeki tabletten tekrar görüntüyü değiştirdi.

“Önünüzde olan dosyalarda, hepinizin kişisel tablet ve laptoplarına görmüş olduğunuz yapılmış ve yapılması beklenen eylemlerin, eylemleri kimin nerde ne zaman yapacağını gösteren bir dosya gönderildi. Daha sonra detaylı olarak incelersiniz.” Börü timi önlerindeki dosyalara göz atarken Bige devam etti.

“Bilmeniz gereken birşey daha...” Bige tekrar konuşma başladığında herkes tekrar anlatılana dikkat kesildi.Bige tekrar görüntüyü değiştirdiğinde ekranda orta yaşlarda kumral oldukça iyi görünümlü bir adam belirdi.

“Gördüğünüz bu adam kimsesiz, yetim ve öksüz çocuklara yardım eden bir vakfın başkanı ayrıca Dinçer ARSLAN ile beş seneden fazladır süre gelen bir ortaklıkları mevcut. Kendisi, vakfa başvuru yapan, ailesi tarafından terk edilen çocukları terör örgütlerine satıyor ve bunu Dinçer denilen kansız ile beraber yaptıkları düşünülüyor.” Bu kan dondurucu detay ile hepsinin ağzından bir küfür firar ettiğinde dakikalardır sessizliğini koruyan Albay hafifçe bir boğazını temizleyerek varlığını unutan askerlere kendini belli etti. Hepsi bir anda oturdukları yerden dikleştiklerinde Bige bu hallerine gülmek istedi fakat kendini son anda frenleyerek eski ifadesiz haline büründü.

“Yerine geçebilirsin Üsteğmenim, şimdi az çok hepiniz nasıl ilerleyeceğimizi anladı. İlk işiniz operasyonda ele geçirilen teröristleri sorguya çekmek. Öyke ve Börte ikiniz Boris denilen hainin sorgusuna gireceksiniz, öğrenebildiğiniz ne varsa öğrenin bu bizim için çok önemli. Agâh ve Bige biraz sonra ilk operasyonun bilgileri aktarılacak size nasıl ilerleyeceğiniz hakkında herşey mevcut fakat planlama ve görevlendirme size ait. Bizim için vakit nakittir hanımlar beyler, tek bir hata istemiyoruz anlıyor musunuz? Sizin yapacağınız tek bir hata bu ülkenin kaderini baştan sona değiştirir, anlaşılmayan bir durum?” Diyerek sorduğunda hepsi ayağa kalkarak esas duruşa geçerek gür bir ses ile komutanlarını onayladı.

Anlaşıldı komutanım.” Albay memnun bir gülümseme ile oturduğu koltuktan geriye yaslandı.

“O zaman Allah yardımcınız olsun çocuklar!” Son kez hepsine bakıp görüşmeyi sonlandırdığında geriye duyulan tek ses hepsinin komutanlarını onaylayan sesiydi.

“Sağol!”

Sağol ne güzel, ne anlamlı bir kelimeydi. Bir canın, vatanın sağolması gibi... Derin ama kederli, mutluluk ve hüzün gibi. Bir varoluş gibi...

☪️

Merak insanın zihnini ve ruhunu bir fare gibi kemiren en baskın duygulardan biriydi. Hayatımıza yön verir bazen bizi hiç olmadık olaylara sürüklerdi. Merak insanın doğasında vardı tıpkı yaşadığımız bir çok duygu gibi. İnsanoğlu hayatı boyunca her duyguyu görmeli ve yaşamalıydı zira bizi biz yapan yaşadığımız duygulardı.

Hayatımızı yaptığımız seçimler yada başkalarının bizim için yaptığı tercihler belirlerdi. Börte ve Öyke şuan komutanlarının yapmış olduğu tercihi yaşıyorlardı, evet bu onların göreviydi fakat nedense ikiside meslek hayatları boyunca ilk defa bu kadar garip ve anlaşılmaz hissediyorlardı.

Öyke yanında kendinden fazlaca kısa fakat bir kadına göre oldukça uzun duran kadına bakıp derin bir iç çekti. İkiside birazdan girecekleri sorguya hazırlanıyorlardı, Börte camın ardında kendilerini pis bir sırıtışla bekleyen Boris’in dosyasını okuyordu. Bazen kaşları çatlıyor bazen düz bir hal alıyordu, dudakları bazen düşünceli bir şekilde büzülüyor bazende anladığını belirten mırıltılar çıkarıyordu. Öyke bu görüntü karşısında mest olmuş bir şekilde dalgın bir şekilde kadının her hareketini, yüzündeki her mimiğini dikkatle izliyordu. Mesleğe ilk başladığı günden beri daha doğrusu yediği o kazıktan beri hayatına hiç bir kadını almayacağına yemin eden o adam değilmiş gibi, hele ki mesleği asker olan bir kadını şimdi kendi hayatında hayal etmesi neyin habercisiydi. İlk defa hissettiği bu duygular altında ezilsede hepsine karşı gelmek için büyük bir çaba içerisindeydi. Bu böyle ne zamana kadar devam ederdi hiç bir fikri yoktu fakat yüreği sanki bu gereksiz çabayı akıl dışı buluyor olmalıydı ki zihnindeki bu savaşı kaybetmeye dünden razıydı.

Börte dakikalardır gözlerini kendisinden ayırmayan yüzbaşının bakışlarının farkındaydı fakat bunu belli eden herhangi bir harekette bulunmuyor aksine işine odaklanmaya çalışıyordu. Kafasını okuduğu dosyadan kaldırarak duvardaki saate baktı, zaman gelmişti. Dik bir duruşa geçerek yanındaki adama mavisini dikerek dolgun dudaklarını araladı.

“Vakit geldi komutanım.” Öyke kadının narin sesini duyduğunda küçük bir iç çekti. Sanırım kader bu sefer oyununu daha sert oynamaya karar vermişti zira karşısındaki kadının yüreğindeki etkisinin başka bir açıklaması olamazdı.

“Girelim o zaman.” Diyerek eli ile kadının geçmesini işaret etti. Börte kendisine yol veren adamı başı ile onaylayarak kendinden emin adımlar ile sorgu odasına ilerleyip kapıyı açarak içeri girdi. Ardından gelen baskın adımlar kalbini hızlandırırken bu duygular daha fazla öfkelenmesine sebep oluyordu yine de duygularını belli edemeyen bir kadın olduğu için kendisini tebrik ediyordu. İkisi içeri girip kapıyı kapattıklarında kendilerine ukala ve pis bir sırıtışla bakan Boris ile göz göze geldiler.

“Oooo bende sizi bekliyordum kaç saattir. Nerelerdesiniz ya? Otur otur sıkıldım burda.” Mide bulandırıcı sesini duyan ikili kaşlarını çatarak oldukça sert bir bakış ile adamı süzdüler.

Kes o sesini, biz sana konuş diyene kadarda açma o gırtlağına kadar pisliğe batmış ağzını.” Öyke’nin sert sesini duyan Boris’in sırıtışı daha fazla büyürken Börte adamın karşısına oturarak sırtını sandalyeye yaslayarak elindeki dosyayı açtı.

“Bu kadar güzel bir askerin sorguma gireceğini bilsem önceden enseyi yakalatırdık be.” Gevşek konuşması Öyke’yi sinirlendirirken Börte tepkisiz bir şekilde önündeki dosyaya bakıyordu. Böylelerinin söyledikleri pek umrunda olmazdı zira onları dikkate almıyordu çünkü hiç biri dikkate alacağı kadar önemli canlılar değillerdi.

“Senin o dilini koparırım, o diline hakim ol!” Öyke’nin öfkeli sesini duyan Börte kafasını kaldırarak gözleri öfkeden koyulaşmış adama sakin olmasını ister gibi baktıktan sonra tekrar önüne döndü. Öyke kadından aldığı mesaj ile sakinleşmek adına bir kaç derin nefes aldı.

“İzninizle başlıyorum komutanım” Diyerek Öyke’den onay istediğinde Öyke başını sallayarak onayladı.

“Reza PETROV. 1980 Rusya doğumlusun fakat annen ve baban Ermeni kökenli ve sende hayatının bir çok kısmını Ermenistan’da geçirmişsin. Asıl mesleğin kimya mühendisliği fakat yirmi üç yaşındayken kendi isteğin ile örgüte katıldığını söylemişsin. Yaklaşık yirmi yıldır bu amaç için çalışıyorsun doğru mu?” Dik ve kendinden emin bakışlar ile karışındaki iğrenç adama bakarken Boris kadını hayranlık ile süzüyordu. Böyle bir kadının Türk askerî olması ne acınası bir durumdu, oysa kendi tarafında olsa belki bir çok başarıya imza atabilirlerdi. O böyle düşünüyordu ve şimdiden aklında şeytani fikirler oluşmaya başlamıştı.

“İsmimi senin gibi bir kadından duymak, ahh ne şeref verici bir olay!” Tahrik olmuş sesini duyan ikili aynı hızda başını kaldırdığında Öyke kendi öfkesini dizginlemeye çalışıyordu.

“O çeneni kırar eline veririm piç kurusu.” Öyke öfkesine yenik düşerek bir hışım adam doğru ilerlediğinde Börte oturduğu yerden hızla kalkıp ellerini Öyke’nin göğsüne koyarak engel olmaya çalıştı.

“Komutanım, sakin olmalısınız. Bakın zaten asıl amacı bu bizimle oynuyor, lütfen böyle kanı bozuk birinin oyunlarına gelmeyin.” Yalvaran bakışları ile Öyke’ye bakarken Öyke bedeninde hissettiği küçük eller ile nefesini tuttu. Kadının bu kadar yakınında olması akıl karı değildi, bu yüzden ağırca yutkunarak bir adım geri çekildi ve başını yukarı kaldırarak kendini sakinleştirmeye zorladı.

Börte adamın şimdilik sakinleştiğini görünce sinirli bir soluk vererek Boris’e döndü ve elini masaya vurarak sert bir tonda konuştu.

“Sende kes o sesini sana sorulan sorular haricinde sakın açma yoksa andım olsun alırım canını.” Boris’in yüzüne tıslayarak bağırdığında Boris kadının bu kadar yakınında olması ile gözlerini kapatıp kadının barutla karışık vanilya kokusunu içine çekti. Hayatı boyunca bir çok kadını hayatına ve yatağına almış olsada şuan karşısında ki kadın belki de ilk defa kendisini bu kadar cezbediyordu.

“Emriniz olur komutanım.” Alaylı cevabı ile gözlerini araladığında Börte öfke ile bir soluk verip geri çekildi.

“Büyük patron denilen adam ile bir bağlantın var mı?” Kadının sorduğu soru ile aniden ciddileştiğinde Börte doğru yolda olduğunu anlayarak hafifçe sırıttı.

“Yok.” Boris’in kısa cevabı ile Öyke ve Börte istediği cevabı almışlardı. Her inkar bir evetti onlar için ve karşılarındaki adam herşeyi inkar edecekmiş gibi görünüyordu.

“Aranızda bir bağ olduğunu biliyoruz Boris, hatta belki kızınında bir bağlantısı vardır ne dersin?” Boris duyduğu cümle ile kafasını ani bir şekilde kaldırdı. Kızına nasıl ulaşmışlardı, bu imkansızdı.

“Kafanızdan hikayeler kurmaya bayiliyorsunuz değil mi? Bir kizim mı varmış? Hahh! Sizden öğrendiğim iyi oldu burdan çikar çikmaz olmayan kızımı arayacağıma emin olabilirsiniz.” Sesini alaylı tutmaya çalışsa da endişesi bariz bir şekilde belli oluyordu. Ve bur durum ikisininde gözünden kaçmamıştı.

Bunu bizim uydurduğumuzu düşünüyorsun değil mi? Peki şimdi kızının hemen yan oda olduğunu söylersek sana?” Öyke Boris’i kışkırtmakta kararlı gibi duruyordu. Yavaş adımlar ile Boris’in etrafında dönerken aynı zamanda adamın psikolojisi ile nasıl oynayacağını hesaplıyordu.

“Yalan söylüyorsunuz!” Boris’in baskın ve hırçınlaşmaya başlayan sesi Börte ve Öyke’yi keyiflendirmeye başlamıştı bile.

“Hiç bir Türk askerinin yalan söylediğini gördün mü? Yani bunca yıl olmuş hâlâ bizi tanıyamamışsın gücendim bak şimdi.” Öyke alaylı ve hüzünlü bir şekilde konuştuğunda Börte bir an kahkaha atmak istedi. Anlamı öfke olan bir adamın sorguda böyle olacağını hiç tahmin etmemişti.

“Sizi sizden daha iyi taniyorum komutan. Merak etme sen.” Bir Ermeni de olsa Türkçeyi bu kadar iyi konuşuyor olması şaşırtıcıydı doğrusu.

“Ee madem tanıyorsun o zaman kızının gerçekten burda olduğunu da anlamış olmalısın.” Öyke masaya ellerini koyup Boris’e doğru eğilerek konuştu. Boris yapılı bir adamda olsa Öyke’nin yanında hiç şansı yok gibiydi.

“Onu buraya getirmiş olamazsiniz!” Boris öfke ile dişlerinin arasından konuştu. Bu imkansızdı, kızı büyük patronun himayesi altındaydı.

“Ee o zaman, Teğmenim verelim ekrana görüntüyü.” Börte elindeki tabletten duvara gömülmüş olan ekrana görüntüyü yansıttığında Öyke geri çekilerek Börte’nin yanına ilerleyip tam dibinde durdu. Börte adamın hemen dibinde durmasına şaşırsada yerinden hareket etmeden öylece Boris’in gerçeği tepkileri kollarını birbirine dolayarak izlemeye başladı.

Boris kaşları çatık bir şekilde duvara yansıyan görüntüyü izlemeye başladı. Bir kaç saniye sonra kamera açısına giren kızı ile ayaklanmak istediğinde ellerindeki ve ayaklarındaki kelepçeler kendisini engelledi. Bu durum onu daha fazla öfkelendirirken boğazından öfkeli ve acı bir haykırış koptu.

“HAYIR! Sizi şerefsizler, hepinizi öldüreceğim. Anladiniz mi? Hepinizi o aşık olduğunuz cennetinize kendi ellerim ile göndereceğim.” Yüksek hacimli sesi ayakta duran ikilinin yüzlerinin buruşmasına sebep oldu. Börte elindeki tablet ile görüntüyü kapattığında şimdi karşılarında az önce kendilerine alay ile cevap veren adamın dışında fazlası ile öfkeli ve ciddi bir adam olduğunu gördüler.

“Yalan söylemediğimizi anlamış oldun. Şimdi, büyük patron ile arandaki bağlantıyı anlat.” Öyke adamın karşısına geçerek yayvan bir şekilde oturdu. Avları ile oynamayı bilen zeki bir avcıydı ve nu onu daha tehlikeli bir asker yapıyordu.

“Bakın istediğiniz bilgiler bende yok. Zaten onu bulmanız imkansız, o her zaman bir adım öndedir. Siz ona yaklaştıkça o sizden çoktan uzaklaşmıştır bile, benden ancak öğreneceğiniz eylemler olur başka birşey anlatamam.” Boris sonunda pes ederek konuştuğunda Börte bu konuşmadan sıkılmış gibi yerinden hareketlenerek adamın yanıbaşına gelerek kalçalarını masaya yaslayıp tekrar kollarını birbirine bağladı.

“Yani sen şimdi diyorsun ki ben kızımı devlete teslim etmek ve ordanda gönderildiği ilk cezaevinde infaz edilmesini istiyorum öyle mi?” Öyke oturduğu yerden hayranlıkla kadının ayakta ki duruşuna baktı. Bir kadın bu kadar etkileyici olabilir miydi? Daha doğrusu nasıl oluyorda bu kadar etkilenebiliyordu aklı almıyordu.

“Öyle birşey demedim ben komutan, sadece büyük patron hakkında istediğiniz bilgilerin bende olmadığını söyledim.” Dişleri arasında tıslayarak konuştuğunda Börte onu umursamadan tekrar konuşmaya başladı.

“O zaman ona ulaşacağımız adamların ismini ver.” Eninde sonunda konuşacağını biliyordu, bu onun ne ilk nede son sorgusuydu. Herkesin bir zayıf noktası olurdu yeterki o nokta bulunabilsin.

“Birbine bağli çok fazla örgüt var. Herkes tanimaz patronu hatta onu görenler bir elin parmağinı bile geçmez. Hakimiyet hep kendisindedir, herkese güvenmez fakat örgütteki herkes ona fazlasi ile güvenir. Ben yüzünü bile görmedim ama eğer kizimi da sorguya çekeceksiniz ona patronu sorabilirsiniz. Onun mutlaka bilgisi vardır.” Kızını tehlikeye atmak istemiyordu fakat Türk askerinin de istediklerini almadan durmayacaklarının bilincindeydi, işleri daha da kolaylaştırmak ve burdan kurtuluncaya dek olabildiğince mantıklı davranmalıydı.

“Sıra ona da gelecek, şimdi bize büyük patrona giden isimleri ver ayrıca söylediğin eylemler hakkındada bildiğin herşeyi en ince ayrıntısına kadar anlat.”Börte’nin keskin sesinden sonra Boris el mecbur bildiği herşeyi anlattı. Çoğu zaman onları yanıltmaya çalışsa da sürekli kızı ile tehdit edilmesi onu herşeyi anlatmaya mecbur kılıyordu. Normalde hiç birşeyi anlatmadan ölüme giden bir liderdi fakat bu hayatta değer verdiği tek şey yani kızının şuan onlarım elinde olması onu hem öfkelendiriyor hemde birşeylere mecbur bırakıyordu.

Aradan geçen iki saatin sonunda, alabildikleri bütün bilgiler ile sorgu odasından çıkmaya hazırlanan ikili karşısında kendilerine öldürecekmiş gibi bakan Boris’i umursamadan kısa bir bakış attılar.

“Henüz bitmedi, daha çok şey bildiğinin farkındayız ve sen bir dahaki gelişimizde bildiğin herşeyi anlatmaya hazır ol yoksa maalesef ki biraz hırpalanmak zorunda kalacaksın.” Öyke’nin nefret dolu sesini duyan Boris dakikalar sonra ilk kez ufak bir kahkaha attı ve bakışlarını arsızca Börtenin vücudunda gezdirdi.

“Bir dahakine sende gelecek misin güzelim?” Boris’in arsız sesini işiten Öyke ölüm sessizliğinde adama döndü, şimdi şu saniyede bu pisliği öldürse ne olurdu? En fazla bir kansız daha yeryüzünden silinir ve dünya biraz daha güzelleşirdi. Bu düşünce ile Boris’e bir adım atmıştı ki bileğinde hissettiği sıcak bir el ile durmak zorunda kaldı. Başını hafifçe geriye atıp kadına baktığında kendisine düz bir ifade ile bakan teğmenin tek gözü ile göz göze geldi.

“Değmez komutanım, gidelim.” Öyke belki de ilk defa bir sorguda birini dövmeden çıkacaktı ve bu onun için bir ilki. Bunu timindeki birine anlatsa kimse inanmazdı ona ama bu bir gerçekti.

“Pekala, dediğin gibi olsun teğmenim.” İkiside arkalarını dönüp tam odadan çıkıyorlardı ki tekrardan Boris’in iğrenç sesi duyuldu.

“Burdan kurtulduğumda seni bulacağım sarışın, hatta bulmakla kalmayıp yatağıma alacağım. O sıcak tenin altımda kıvranarak inlerken diğer gözünü de erkekliğim ile ben oyacağım.” Cümlesini tamamlar tamamlamaz yüzüne yediği darbe ile altındaki sandalye kayarak odanın bir ucuna fırladı. Börte Boris’in yakasından tutarak bir kafa attığında odada kemiğin kırılma sesi yankılandı fakat bu onu durdurmaya yetmedi. Ensesinden tutarak kafasını kelepçeli olduğu masaya geçirdiğinde beline sarılan bir çift kol eş zamanlı oldu.

Öyke kendisine fırsat vermeden Boris’e atılan kadın ile neye uğradığını şaşırdı. Saatlerdir kendisinin yapmak istediğini kadın o kadar güzel bir şekilde yapıyordu ki bir an oturup izlemek istedi fakat kadını durdurması gerektiğinide biliyordu bu yüzden Börte’nin beline kollarını geçirerek geriye doğru çekti fakat kadının bu denli güçlü olduğunu hesaba katamamıştı. Karın boşluğuna yediği dirsek ile hafifçe inlediğinde bu duruma homurdanmadan edemedi.

“Bir dur teğmenim, bana niye geçirdin tırnaklarını şimdi.” Kadını tek hamlede kucaklayıp odadan çıkardığında içeriye Akın ve Laçin girdi.

Öyke koridora çıkardığı kadını kollarından tutarak sakinleştirmeye çalıştı. Börte bir kaç dakika sonra soluduğu ferahlatıcı koku ile rahatladığında başını kaldırarak kendisini izleyen komutanına baktı. Neler düşündüğünü merak ediyordu fakat sormaya da çekiniyordu.

“Sakinleştin mi?” Öyke kuru bir ses ile konuştuğunda Börte kendine gelerek başını sallayıp bir adım geriye çekildi.

“Kusura bakmayın komutanım içeride olanlar...” devam etmesinini engelleyen adamın kolundaki eliydi.

“Sorun yok sen yapmazsan bile ben yapacaktım ayrıca ne olursa olsun sakinliğimizi korumalıyız. Bu durumu üstlerimize açıklayamayız.” Öyke’nin sakinleştirici sesi ile Börte daha da rahatladığını hissetti bu yüzden başını sallayarak onayladı komutanını.

Öyke’nin bakışları bir an kadının göz bandı ile kapalı olan gözüne takıldığında Börte adamın nereye baktığını anlayarak istem dışı eli ile o gözünü kapatmaya çalıştı. Aslında bu bakışlara uzun zaman önce alışmıştı fakat neden şimdi karışındaki adamın bakıyor olması ona tuhaf gelmişti.

“Gözüme ne olduğunu merak ediyor olmalısınız.” Derin bir iç çekerek konuştuğunda Öyke kadını onaylamak istedi fakat bunu zamanı geldiğinde öğrenmek istiyordu.

“Merak ettiğim doğru fakat bu konuda sana herhangi bir soru sormayacağım Börte, sen ne zaman istersen anlatırsın istersen hiç bir şekilde hiç birşey anlatmazsın. Sen benim gözümde fazlası ile cesur ve güvenilir bir askersin ve bu benim için yeterli.” Öyke’nin net tavrı ve söyledikleri Börte’nin tebessüm etmesine sebep oldu. Öyke kadının kıvrılan dudağını gördüğünde içinin eridiğini hissetti sanırım kader kendisiyle oyun oynamayı bırakmayacaktı. Ve bu kalbi için hiç iyi sayılmazdı zira kalbî karşısındaki kadının kalbi için diz çökmek üzereydi.

Kader bazen insaflı davranır ve bize hayatımızın en güzel hediyelerini verirdi fakat bizler bazen bu hediyeleri göremeyecek kadar kör ve sağır olurduk çünkü o kadar alıştırırdı ki kendimizi olmayacak şeylere, hayatımızda iyi birşeylerin olması bize imkansız gibi gelirdi. Öyke ve Börte tıpkı o insanlar gibiydi, kaderin kendilerine armağan ettiği sevdaya kör ve sağır olmayı seçerek işlerin daha da zorlaşmasına yol açıyorlardı fakat bilmedikleri birşey vardı.

Alanımıza yazılan er yada geç yüreğimizi bularak ruhumuza kendini mühürledi ve bu mühür mutluluğun ve huzurun sonsuz kapılarını açan güçlü bir anahtarın yegane simgesiydi ve bizlere kalan o anahtarı bularak kalbimizin kapılarını sahibine ardına kadar açmak ve onu evine almaktı....

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?✨

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz?✨

 

Loading...
0%