Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. BÖLÜM: "OPERASYONUN İLK AYAĞI"

@yildiztozuyazari7

Yeni bölümden kocaman merhabalaaaarrr. Geç gelen bir bölüm oldu biliyorum lakin telefonum bozuldu ve maalesef ki ancak bugün geldi ve maalesef ki herşeyim silinmi, bölümlerim, yeni kurgularım, aldığım notlar herşey ama herşey silinmiş... Çok üzgünüm ama herşeyi en baştan inşa edeceğim umarım başarabilir. Umarım bölümü seversiniz, oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın Şimdiden teşekkürler...🌼🤍

 

Yüreğimizin cenneti, ruhumuzun yuvasını bulması ile başlar... Ruhumuzun kıyameti ise yüreğimizdeki cennetin son bulması ile...

 

18 OCAK 2003, ANKARA

Hiç ummadığınız bir anda hiç ummadığınız bir yerde hayat size binbir kapı açarak umut vaat ederdi. Açılan kapıların ardını göremez ve görmediğimiz içinde seçimlerimizin ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu anlayamazdık. Bazen göremediğimiz o hayatı seçer ve seçmek mecburiyetinde olduğumuz o hayatı yaşamaya mahkum kalırdık. Hayatında şanslı olanlar hep kaderin onlara sunmuş olduğu mükemmel bir yaşam ile yollarına devam ederdi. Şansız olanlar ise yoğun sancılı dönemlerden geçmeye mahkum kalarak hayatı hep gri bir gök yüzünden farksız bir şekilde idame ettirirdiler. Şansız ve bahtsız olanlara kimse acımazdı bunlara aileri bile dahildi. Kan kusup, kızılcık şerbeti içseniz yinede kimse sana yardım eli uzatmazdı, hayatın kanunu buydu.

Şanslı olanlar mavi bir gökyüzü ve güneşli bir bahar sabahı gibiydi. Şansız olanlar ise gri bulutların kavradığı kasvetli bir hava gibi... Hep kış mevsimini yaşamaya mahkum birer tutuklu gibi...

İnsanlık merhameti, sağduyuyu, vicdanı yüreklerinde tutmak için yoğun bir mücadele içindeydiler zira kaderin acımasız oyunları zaman geçtikçe daha sert olmaya başlamıştı, bu oyunlardan sağ çıkacak olanlar ise iradelerine sağlam bir sekilde sahip çıkan yürekli insanlar olacaktı. İşte onlardan biri de Dilem ve Mete çiftiydi, meslek hayatları boyunca ikiside bir çok insan ile muhattap olmak zorunda kalmış ve kalmaya da devam ediyorlardı. Kötülüğe acımasızlığa, vicdansızlığa, merhametsizliğe birerbir şahit olan insanlardı ve buna rağmen yüreklerinde ki iyilikten hiç birşey kaybetmeden hayatlarına devam etmeye çalışıyor ve bu duyguları oğullarına gelecekteki çocuklarına aşılamak için her türlü çabayı sarf ediyorlardı.

Sevgi iyileştirirdi...

Küçük kız dizlerini çekmiş dalgın bir şekilde karşısındaki duvarı izliyordu. Gece hiç tanımadığı insanların evinde kalmış, yemek yemiş hatta uyumuştu. Bunlar hiç yapacağı şeyler değildi, insanlara güvenmemeyi babasından öğrenmişti, şimdi nasıl oluyorda hiç tanımadığı insanların evinde huzursuz olmadan hiç kötü bir duygu hissetmeden uyuyabilmişti? Aslında uyuduğu uyku bile sancılıydı zira babası yüzünden uykuları bile kendine zindan olmuştu. Ara ara gördüğü kabusları yüzünden uyanmış daha sonea tekrar uyumuştu, şimdi sabahın kaçıydı hiç bir fikri yoktu fakat gün çoktan aymış, gri bulutların ardındaki güneş belli belirsiz odayı aydınlatmıştı. Fakat gökyüzü yinede kasvetli bir griydi ve kar aralıksız yağmaya devam ediyordu.

Evde derin bir sessizlik hakimdi, herkes uyuyor olmalıydı. Evlerinde bir yabancı varken nasıl uyuyorlardı bunu da anlamış değildi Leyal fakat kendini düşününce hak veriyordu onlara da altı yaşındaki küçük bir kızın birşeyler yapamayacaklarından emin gibiydiler ki haklıydılar. Leyal hiç bir zaman birilerine zarar veren veya hırsızlık yapan bir çocuk olmamıştı. Tek gayesi babasından kurtulmak ve hayata tutunmaktı, tek istediği biraz nefes almaktı...

Nefes almak ne sıradan bi eylemdi oysa ki, dışarıda olan oksijeni ciğerlerimize çekerek nefes aldığımızı düşünürdük, oysaki nefes almak bazen bir özgürlük, bazen bir mutluluk, bazen bir sevgi, bazen yalnızlık bazen huzur bazende şen bir kahkahaydı onun gözünde. O altı yaşında nefes alamayan küçük bir mahkumdu, kaderin en küçük mahkumlarından biriydi. Zincirlerini kıracağına yemin etmiş küçük bir kız çocuğuydu, geleceğin en güçlü kadını olmak için çaba veren güçlü bir kişilikti...

Zihnini talan eden düşünceler yağmacı bir düşman gibi zihin duvarlarını kemirerek kendisini büyük bir yokluğa sürüklüyordu. Küçücük bedeni kendisini meşgul eden sorunlar ve sorular silsilesi ile günden güne zayıflıyor ve yok oluyordu. Oyun oynamanın ne demek olduğunu bilmeyen, babası tarafından zincirlenmiş talihsiz bir kızdı, diğer çocuklar gibi olmak için dualar eden, annesini kurtaracağına yeminler etmiş koca yürekli bir kız çocuğu...

Leyal hafifçe yerinden kıpırdandığında evdeki kapıların açılıp kapanma sesini duydu, ev sahipleri uyanmış olmalıydılar. Bir kaç dakika sonra evin içindeki hareketlilik arttığında kendiside odadan çıkmak için kendisi için hazırlanmıs olan yataktan indi. Küçük paytak adımlar ile kapının koluna sarıldığında üstündeki kıyafetler ile durmak zorunda kaldı. Ev sahibi olan kadın oğlunun kıyafetlerini getirmişti kendisine ve hiç olmadığı kadar büyük duruyordu kendisine. Çizgili kollu bir üst ve takımı olduğu anlaşılan bir şort getirmişti fakat giydiği şort ona epey büyük olmuştu, kendisi fazlası ile küçüktü. Bulunduğu odaya bakarak kendi kıyafetlerini aradı gözleri fakat hiçbir şey bulamadı, üstündeki pijamalar ile çıkacaktı mecbur yapacak birşey yoktu.

Tekrar kapı koluna uzanıp aşağı indirerek kapıyı açtı. Aynı paytak adımlar ile koridora çıktığında içeriden gelen sesler ile o tarafa yöneldi . Salon kapısına vardığında kahvaltı için masayı hazırlayan mutlu bir aile tablosu ile karşılaştı ela gözleri.

Bir çocuk vardı gördüğü eşsiz tabloda, mutluydu ve gülümsüyordu dertsiz ve tasasız bir sekilde. Sonra bir anne vardı, gözünde bir morluk veya patlamış bir dudağı yoktu. Boynunda parmak izleri, bedeninde herhangi bir darbe izi yoktu, gözleri hüzün ile bakmıyor, ışıl ışıl parlıyordu sevgiden. Sonra bir baba vardı, hiç bir zaman sahip olamayacağı eşsiz bir baba... Çocuğunu canından çok seven, eşine dünyanın en büyük hazinesiymiş gibi bakan güçlü bir baba vardı. Ailesinin gülümsemesine sebep olan, dışarıdan bakıldığında yenilmez gibi duran ve hep hayallerinde yaşayan bir baba vardı. O zarar vermekten çok zarar verenlerden korurdu, bir zırh gibi, bir kalkan gibi.Masallardaki o yenilmez karakter gibi...Güzel bir aile vardı karşısında, hiç bir zaman erişemeyeceği ve hep böyle kapı eşiğinden izleyeceği, tıpkı dün akşamki gibi sığıntı gibi yaşayacağı eşsiz bir tablo vardı. O an fark etti ki aslında çok da fark edilen bir karakter değildi kendisi...

Kendi hayatında bile yan karakter olmaya mahkum bir başroldü...

Sessiz olmaya özen göstererek, kimsenin onu görmesine fırsat vermeden geriye döndü ve aynı sessiz adımlar ile evin dış kapısına doğru yöneldi. Evin diğer tarafında kaldığı için kapının açılma sesini kimsenin duymayacağını umuyordu. Küçük paytak adımlar ile demir kapıya vardığında hemen kapı eşiğinde bulunan dolaptan eski ama annesinin sürekli yapıştırıcılar ile tamir ettiği botlarını ayağına geçirerek ayağa kalktı. Üstündeki kıyafetleri geri iade etmek istiyordu fakat daha fazla bu evde de kalmak istemiyordu. Babası tarafından hep bir sığıntı olarak yaşamıştı, hep bir fazlalık olarak görülmüştü oysa daha altı yaşındaydı ve fazlalığı bilirdi ne sığıntı olmayı. Yediği yemek, içtiği suyun bile hesabı sorulurdu hep o yüzden pek yemekle arası yoktu, bir kuru ekmek bile kendisine yeterdi. Sadece sevilmek istemişti gelmiş olduğu bu acımasız dünyada, sadece babası tarafından biraz değer görmek istemişti.

Kader bizim isteklerimize göre degil kendi isteklerine göre şekillendirirdi hayatları.

Leyal demir kapıyı, çevirerek açtığında tık diye tiz bir ses yükseldi. Telaş ile yerinde dikleştiğinde bir müddet olduğu yerde bekledi, kimsenin geldiğini görmeyince rahat bir soluk verip kendini Ankara'nın soğuk havasına attı. Kapıyı ardından aralık bırakarak, derin bir nefes verdi, oturduğu mahalleyi çok iyi tanırdı zira dört yaşından beridir yaz kış hep dışarıdaydı. Şuan mahallenin yukarısında daha sakin bir kesimde olduğunu anlamıştı, burası kendi yaşadıkları bölgeye göre daha sakin ve olaysız bir yerdi. Memur kesiminin çoğunlukta olduğu bir yer olduğu için, bu kadar sakin ve dokunulmaz olması da kaçınılmazdı elbet. Kendisi de memur bir ailede dünyaya gelmek isterdi, öğretmen bir anne ile bir babanın küçük bir kızı olabilirdi belki yada tıpkı geride bıraktığı aile gibi bir ailesi olabilirdi.

Hayaller diye iç geçirdi, hayal kuramayacak kadar çok sorunu vardı. Bu yüzden son bir kez arkasına dönüp geceyi geçirdiği, kendisine sığınak olan eve kederli bir bakış attı.

"Teşekkür ederim dev adam ve teşekkür ederim çakır gözün annesi. Umarım hep mutlu olursunuz, benim yaşayamadığım mutluluğu da hep siz yaşarsınız." İçinden Allah'a dua ettiğinde bedenindeki üşüme daha fazla artmaya başladı, bu yüzden önüne dönerek koşmaya başladı... Kaderin kendisi için çizdiği o hayata geri dönüyordu, bu onun kara talihiydi ve annesi o evde oldukça dönüp dolaşıp hep o hayata dönüş yapacaktı...

Kader tanrının bizler için çizdiği bir hayat sınavıydı ve bizler o sınava tabi tutulan aciz yaratıklardık. Bazen hayat sandığımızdan da erken başlardı...

Huzur, kişilerin birbirlerine duyduğu sevgiden mutlu olması ve o sevgiyi uzun yıllar sürdürebilmek demekti. En azından Mete'nin nezlinde huzur ve sevgi birbirine eş iki anlamdı, güzeller güzeli karısı ve oğlu ile her daim huzurlu ve mutlu yaşam sürdürmek istiyor ve bu doğrultuda yaşıyordu hayatını. Bu yüzdendir ki aynı sevgi ve huzuru kendisine vermek isteyen bir eş ve bir evlat bağışlamıştı Allah ona. Bazen nasıl bir iyilik yaptığını düşünüyordu zira kendisine böyle bir eş ve evlat hediye eden Rabbi için kendisinin nasıl bir iyilik yaptığını düşünmeden edemiyordu.

​​​​Gece güzel bir uyku çekmiş ve sabah da erken uyanarak eşi ve oğlu ile güzel bir kahvaltı hazırlamaya başlamışlardı. Dışarıda yoğun bir kar yağışı hakimdi ve okul tatil olduğu için oğlu bugün kendisi gibi evdeydi ve her zamanki gibi erken uyanmayı tercih etmişti. Fakat bugün farklı bir heyecan vardı üzerinde bunu fark edebiliyordu Mete, içerideki misafirleri içindi sanırım bu yoğun hazırlık zira normalde zeytin ve peyniri bile kabul eden çocuk bugün kahvaltıda her türlü yiyeceği istiyordu annesinden. Normalde yemekten nefret ettiği incir reçelini ve alerjisi olduğu için yiyemediği yumurtayı bile sofrada görmek istediğini özellikle belirtmişti. Haliyle annesinin de şaşırmasına sebep olmuştu zira ilk defa oğlunu bu denli heyecanlı ve istekli görüyordu ve o da az çok nedenini tahmin edebiliyordu.

"Evet, kahvaltımız da hazır olduğuna göre artık misafirimizi çağırabiliriz ne dersiniz?" Agâh dakikalardır bu anın gelmesini bekliyordu fakat yinede ailesine bu denli belli etmesine gerek yoktu bu yüzden vakur bir eda ile yerinden doğrularak düz bir yüz ifadesi takındı.

"Sana zahmet olmasın annem, istersen ben kahvaltıya çağırırım." İstemem yan cebime koy tavırları Mete'yi oldukça keyiflendirirken Dilem oğluna içten bir gülümseme yollayarak başı ile onayladı.

"İstersen çağırabilirsin oğlum." Agâh yerinden sakinlik ile kalkıp aynı sakın adımlar ile salondan çıktı. Dilem ve Mete aynı anda kahkaha attıklarında Agâh onları duymayacak kadar küçük kıza odaklanmıştı. Koridoru geçerek annesinin ay tenli için hazırladığı odanın kapısının önüne gelerek derin bir soluk verdi. Dokuz yaşındaki bir çocuğa göre fazla olgundu, ayrıca ilk defa bu kadar heyecanlı hissediyordu kendisini. Sağ elini kaldırarak kapıyı iki defa tıklatarak sakin ve oldukça net bir ses ile içeriye seslendi.

"Ay tenli, kahvaltı hazır seni bekliyoruz." Bir kaç dakika bekledikten sonra ses gelmeyince kızın hâlâ uyuyor olduğunu düşünerek tekrar kapıyı tıklattı.

"Ay tenli? Hâlâ uyuyor musun yoksa?" Tekrar cevap alamayınca kaşları derince çatıldı. Gerçekten uykusu bu kadar ağır olabilir miydi?

"Çok uykucusun ay tenli, içeri giriyorum bak?" Tekrar ses alamayınca pes edip, sıkıntı ile kapı kolunu çevirip içeri adımladı bir yandanda söylenmeyi ihmal etmiyordu.

"Çok uykucu bir..." devamını getiremeden gördüğü boş oda ile öylece kapı ağzında kaldı. Küçük kız yoktu oda da ve bu durum anında canını sıkmıştı.

"Leyal?" Diyerek odadan çıkıp koridorda bulunan banyoya yöneldi. Orda olma ihtimali yüksekti, belki de elini ve yüzünü yıkıyordu. Banyoya ilerleyerek tekrar seslendi.

"Leyal? Burda mısın?" Aldığı karşılık koca bir sessizlik olduğunda tereddüt etmeden banyonun kapısını açarak içeri girdi fakat gördüğü sonuç yine aynıydı. Hiç kimse yoktu ve bu onu korkutmaya başlamıştı.

"Babama!"Diyerek korkmuş bir şekilde içeri bağırdığında oğullarının endişeli sesini duyan Dilem ve Mete çifti seri adımlar ile salondan çıktı. Oğullarını banyonun kapısında çaresizce kendilerine bakar bulduklarında Dilem ne olduğunu anlamaya çalışıyor, Mete'de düşündüğü şeyin olmaması için Allah'a dua ediyordu.

"Ne oldu oğlum? Leyal nerde?" Dilem merak ve telaş dolu bir ses ile oğluna doğru konuştuğunda Agâh ruhsuz bir ses tonu ile cevap verdi. O da az çok ne olduğunu anlamıştı ve bu bir miktar kalbimi kırmış gibiydi.

"Yok." Diyerek kısa bir cevap verdi annesine. Dilem oğlunun bu tavrı ve verdiği cevap karşısında kaşlarını çattı. Ne olmuştu bir dakikada, ne değişmişti?

"Nasıl yok, kaldığı odaya baktın mı? Nereye gidecek küçücük kız, evde bir yerlerdedir." Kendisi de bu söylediğine inanmak istiyordu bu yüzden Leyal'in kaldığı odaya bakmak için ilerledi. Bir kaç dakika sonra odanın boş olduğunu görünce şaşkın, telaşlı ve meraklı bir şekilde eşine doğru adımlamaya başladı.

"Mete yok, gitmiş mi? Nereye gider küçücük kız, dışarısı buz gibi! Ya başına birşey gelirse, ya babası tekrar ona zarar verirse? Birşey yap Mete, o daha çok küçük." Gözleri dolu bir şekilde eşine bakarken Mete hüzünlü bir iç geçirdi. Küçük kızın neden bir anda kaçtığını hem anlıyor hemde anlayamıyordu.

"Tamam sakin olalım, büyük bir ihtimalle evine dönmüştür. Zaten bugün ekiple beraber evine götürecektik, eğer ordaysa sıkıntı yok. Bir kaç güne zaten o evden kurtarılmış olur, tamam mı? Sakin olalım öncekile." Eşine ve oğlunu sakinleştitmeye çalışırken bir yandanda üstüne montunu giymeye çalışıyordu. Onunda aklı almıyordu küçücük kızın bir anda evden kaçmasına, evet kendini yabancı hissettiğinin farkına varmıştı fakat zaten bugün onu annesine teslim edecek ayrıca babası için üstleri ile görüşeceklerdi. Umuyordu ki bu soğukta başına birşey gelmemiş olsundu.

"Ben şimdilik çıkıyorum, önce Leyal'e bakacağım sonra merkeze uğrayıp neler yapılabileceğini şube müdürü ve komiserler ile görüşeceğim. İçinizi ferah tut yavrum eninde sonunda o adamın elinden kurtaracağız. Merak etme." Eşinin alnından öptükten sonra eğilerek oğluna baktı. Duygularını çok belli eden bir çocuk değildi Agâh fakat babası yinede o çakır gözlerin ardındaki hüznü görebilmişti. Normalde hiç kimseye ısınamayan oğlu ilk defa gördüğü bir kız çocuğu için kalbinin kapılarını açmıştı ve onun için gidip o küçük kızı o zalimin elinden kurtaracaktı.

Mete oğlunun da saçlarına bir öpücük bırakacak evden ayrıldı, umuyordu ki herşey yolunda gitsin. Agâh giden babasının ardından bir süre daha boş gözler ile baktıktan sonra annesinin seslenmesi ile salona girdi. Sabah erkenden uyanmış ve misafirleri için güzel bir kahvaltı sofrası kurmak istemişti, ilk defa böyle birşeye yeltenmişti ve o kahvaltı şimdi elinde patlamıştı. Neden kaçmıştı ki, neden gitmişti? Kendilerinden mi kaçmıştı? Aklında bir sürü soru vardı ve yüreğinde derin bir hüzün salondaki koltuğa oturup dalgın bir şekilde masayı izliyordu, aklı hep ay tenli küçük kızdaydı. Ankara'nın kışı fazla sert geçerdi ve şuan kızın üşümüş olduğunu düşünmek kalbini acıtıyordu. Neydi ona bu duyguları tattıran şey? Hiç birşey anlamasa da bildiği birşey vardı ki o küçük kızı tekrar görmek istediğiydi...

"Agâh oğlum." Dilem oğlunun dalgın bir şekilde masaya baktığını görünce derin bir nefes verdi. Oğlunun bugünkü heyecanının böyle sonuçlanacağını hiç mi hiç tahmin etmiyordu. Şuan karşısında dalınca oturan oğlu yüreğini burkmuştu, yavaşça koltukta oturan oğlunun yanına oturarak omuzlarımdan tutup kendine çekti ve sıkıca satmaladı.

"Merak etme benim çakır gözlüm, baban o küçük yaramazı bulacaktır. Babanı tanıyorsun o yardıma muhtaç kimseyi arkasında bırakmaz." Gece oğullarına durumu detay vermeden açıklamışlardı Mete ve Dilem çifti. Oğulları da anlayış ile karşılamış ve başka soru sormamıştı tek isteği Küçük kızın güvende olmasıydı.

"Sence onu tekrar görebilecek miyim anne?" Hüzünlü sesi ile Dilem daha fazla satmaladı oğlunu. İkinci defa oğlunu bu kadar üzgün görüyordu. İlki babası göreve gittiğinde ve uzun bir süre dönmediğinde yaşamıştı ve o zaman küçüktü ve zamanla bu durum ile baş etmeyi öğrenmişti. İkincisi ise küçük kızın gidişi içindi, oğlu aşık mı olmuştu bilinmez ama küçük kıza kalben bağlandığı aşikardı.

"Baban hayatında olduğu sürece elbette göreceksin." Kendinen emin bir şekilde oğluna cevap verdi zira bundan emindi. Eşine sonsuz bir güveni vardı ve sırf bugün oğlu için bile o küçük kızı kurtarmak için elinden geleni yapardı. Buna inanıyordu, bunu biliyordu...

"O zaman geldiğinde ona kaçtığı için biraz tavır yapacağım." Diyerek sitem etti. Hevesinin kursağında kalmış olması onu fazlası ile üzmüştü ve şimdi küçük kıza trip atma planları yapıyordu.

"Ama üzmeden yapacaksın bir tanem tamam mı? Çünkü hiç kimse üzülmeyi hak etmez ayrıca hiç bir kızın kalbi kırılmaz." Agâh hızlı bir şekilde başını salladı. O hiç bir zaman kimseyi bilerek üzecek birşey yapmazdı ve bilhassa üzmemek için elinden geleni fazlası ile yapardı.

"Elbette üzmeyeceğim onu. Hem onun üzülmesini bende istemem, sadece birazcık..." diyerek baş parmağı ile işaret parmağını miktar belirtircesine hafif aralık bırakarak konuşmaya devam etti.

"Bu kadarcık tek tavır yapacağım annecim. Hem ben kızların kalbinin çok kırılgan ve nahif olduğunu biliyorum, babam sürekli bana düşünceli olmam gerektiğini anlatıyor." Tatlı bir şekilde annesine anlattıkları ile Dilem hafifçe tebessüm etti. Oğullarını güzel yetiştirmek için eşi ile ellerinden gelen herşeyi yapıyorlardı

"Aferin annecim, her zaman böyle düşünceli ol." Oğlunun başına yumuşak bir öpücük bırakarak geri çekildi.

Agâh annesinin kollarından çıkarak sıkıntılı bir soluk bırakıp ayaklandı. Canı fazlası ile sıkıntılıydı, ay tenli kızın gitmesi neden bu kadar aklına takılmıştı bilmiyordu fakat babasına bir söz vermişti, kalbine aldığı kimseyi kolay kolay horlamaya niyeti yoktu ve eğer çocuk aklı ile doğru anlıyorsa o küçük kızı kalbine almıştı ve aklı bıraksa da kalbinin bırakmaya niyeti yok gibiydi.

"Ben odamdayım anne, babamdan bir haber alırsan bana da söyle lütfen." Annesinin yanağına derin bir öpücük bırakarak hazırladıkları kahvaltıya son bir bakış atıp salondan çıktı.

Dilem oğlunun ardından bakıp büyük bir iç çekti ve dışarıdan yağan karı seyre daldı. Belanın ayak izlerini duyumsuyordu fakat elinden gelen hiçbir şey de yoktu. Tek temennisi hiç kimsenin zarar görmemesiydi..

🇹🇷

Bazen hayatımıza dahil olan insanlar yaşadığımız travmalardan zihnimizden silinmeye mahkum kalırdı. Yada zihninin o kalın duvarlarının arkasına saklanarak yıllarca bizi unutmaya mahkum bırakırdı. Bu kaderin mi bir oyunuydu yoksa insanın iradesinde olan birşey miydi bilinmiyordu fakat hatırlamaya baslanınca bu oldukça acı verici bir durum haline geliyor ve yüreğimizde amansız bir duygu ile bizi başbaşa bırakıyordu.

Zihnimiz bize oyunlar oynamaktan hiç bıkmazdı, bazen belli belirsiz vizyonlarla, yüzler, seslerle bizi yanıltır yada yanılttı sandığımız şeylerin gerçek çıkması can yakardı. Bir anı o duvarlardan çıkıp geldiğinde aslında bizim davetimize icabet ettiğini anlamazdık. Hayatımıza aniden dalan bir kişi çoğu zaman o anıları gün yüzüne çıkarmak ile görevli olan kişi veya kişilerdi. Herkesin kaderinde, hayatının tam ortasına dalan bir kişi olurdu, Bige bu kişinin nedensizce Yüzbaşı Artun Agâh olduğunu düşünüyordu.

Yüreği amansız çıkmazlarda çırpınıyordu ve o çıkmazlardan kurtulmanın bir yolunu henüz bulamamıştı. Durmadan düşünen zihninden kaçmak için şu sıralar sürekli çalışmak istiyor ve zihnini bir süre meşgul etmek istiyordu lakin bu seferde dakikalardır karışısında oturmuş ve pür dikkat kendisini izleyen adam yüzünden pek bunu beceremiyordu. Dakikalardır kendilerine gönderilen plan bilgilerini inceliyordu ve yüzbaşının da kendisi gibi çalışmak yerine kendisini izlediğini görünce ister istemez bu onu hem geriyor hemde sinirlendiriyordu.

Gerginlikten kaskatı kesilen boynunu bir o tarafa bir bu tarafa oynatarak rahatlatmaya çalıştı ve sırtını geriye doğru yaslayarak kendisini izleyen adam ile göz göze geldi. Madem gözlerini ayıramıyordu o zaman kendiside gözlerini diker ve öylece bakardı. O kaçan bir kadın değildi, kaçan kovalanır taktiğine uyumaktan ziyade kovalayanı kovalamaktan çekinmezdi. Bu yüzden gözlerini kaçırmak yerine gözlerini sahibi ile buluşturmak geri durmadı. Bu belki bir meydan okuma belkide bir savaş ilanıydı kim bilir.

Agâh dakikalardır düşünceli bir şekilde karşısında pür dikkat çalışan kadını izliyordu. Zihnindeki çatışma son hız devam ederken yüreği de bu savaşa katılmak için savaş boyalarını çoktan sürmüştü. İşine odaklanması gereken yerde bir kadını izleyeceğini söyleseler buna kahkahalar ile gülebilirdi fakat şuan oturduğu yerden gözlerini bile kırpmadan bir kadını izliyor olması bunun ne kadar doğru olduğunun en büyük kanıtıydı. Dakikalar sonra Leyal kafasını kaldırarak ela gözlerini meydan okurcasına kendisine diktiğinde sol dudağı istemsizce kıvrıldı. Cesur kadınları severdi, insanlar çoğunlukla aptallık ile cesaret arasındaki o ince çizgiye odaklanırlardı. Ve kadınların çoğunun aptal olduğunu düşünen büyük bir kesim vardı fakat kendisi kadınların zekasına, gücüne ve olağanüstü varlıklarına inanan destekleyen ve onarın inanılmaz şeyleri başardıklarını gören birincil tanıklardan biriydi.

Karşısında ki kadın hem zeki, hem cesur hemde inanılmaz derecede güçlüydü ve bu ona daha fazla hayran kalmasına neden oluyordu. Şuan kendisine dik dik bakan kadının gözlerinin ardındaki soru işaretlerini de yakalayabilmişti ve bunu anlayabiliyordu Agâh çünkü biride kendisini bu kadar dikkatli izlese kendiside aynı belkide daha fazlasını yaparak tepki verirdi. Karşındaki kadın fazlası ile sakin karşılamıştı ve bu onu daha fazla keyiflendiriyordu, soğuk savaşları severdi. Heleki yüreğinde ihtilâl başlatan bir kadın var ise karşısında bu durum daha çok hoşuna giderdi.

"Bana bu kadar dikkatli baktığınıza göre aklınızda operasyon ile ilgili bir plan var?" Agâh kadının düz sesini duyduğunda aynı kadın gibi sırtını sandalyesine yaslayarak bakışmayı devam ettirdi.

"Bunu nereden çıkardın üsteğmenim?" Tek kaşını kaldırarak karşısındaki kadına soru ile cevap verdiğinde Leyal gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu.

"Bu kadar dikkatli bakmanızı başka birşeye yoramadım komutanım." İmalı bir şekilde konuşması aslında başka birşeylerinde olduğunu açıkça anladığını fakat buna değinmek istemediğini açıkça ele veriyordu ve Agâh bunu hemen anlamıştı.

"Belki de yormalısın Üsteğmenim." Aynı ima ile karşısında ki kadına cevap verdi. Bu konuşmadan bu kadar keyif alması normal miydi? Değildi fakat yinede bu keyif almasına engel değildi.

"Yormamayı tercih ediyorum komutanım. Ayrıca önümüzde önemli operasyonlar var onlara mı odaklansak biraz?" Bu erkeklerde ki gamsızlık bazen fazlası ile yorucu olabiliyordu.

"Odaklanalım tabi, odaklanalım Üsteğmenim." Önündeki tableti alarak daha önce incelediği operasyon bilgilerine kısa bir göz atıp tekrar Leyal'e döndü.

"Dosyayı inceledin, ne düşünüyorsun?" Diyerek Leyal'in fikirlerini almak için aklında ki soruyu sordu.

"Diyelim ki yarın ki ilk operasyonda adamı aldık-ki ben ilk operasyonda alamayacağımızı düşünüyorum- bu fazlası ile tehlikeli olmaz mı?" Çok açık vardı ve bu onu düşündürüyordu açıkçası.

"Neden böyle düşünüyorsun peki?" Aslında kendiside onun gibi düşünüyordu zira sadece konum bilgisi ve şahıs bilgisi verilmişti. Geri kalan plan kendilerine aitti ve bu biraz fazla titizlik isteyen bir işti.

"Öyle bodoslama alamayız adamı, zaten belirtilen konum fazlası ile kalabalık bir mekan bu da bizim ifşa olmamız demek. Hepimizin..." planı aşamalı olarak düşünmüştü ve şimdi bunu iki time de detaylı bir şekilde anlatmayı düşünüyordu.

"Haklısın aşamalı olarak ilerlemeliyiz. Aklındaki plan nedir?" Diyerek tok bir ses tonu ile sordu.

"Şöyle ki yakın zamanda Dinçer ARSLAN hisselerinin yüzde yirmi beşlik kısmını satışa çıkardı biliyorsunuz ki. Ayrıca yakında bir Agâh kadını pür dikkat bir şekilde dinliyordu. Leyal daha önce kimsenin kendisini bu kadar dikkatli dinlediğini görmemişti. Garipti fakat bu bile kendisine tanıdık bir his veriyordu.

"Evet bunu biliyorum fakat hâlâ neden satışa çıkardığının nedenini bilmiyoruz. Örgütlere para akışı sağlayan bir şirketin hisselerini aniden satışa çıkarması manidar." Şüphe duyduğunu bildiren sakin sesi ile Leyal kafasını salladı. Kendisi de bu durumu oldukça şüpheli buluyordu.

"Evet fakat akıllıca bir taktik olduğunu söylemekte yarar var çünkü bununla ilgilide bir teorim var." İfade barındırmayan sesi ile karşısındaki adama cevap verdiğinde Agâh tek kaşını kaldırarak Leyal'i kısa bir an süzdü. Bu kadar dikkat çekici olmak zorunda mıydı?

"Nedenini biliyorsun o zaman Üsteğmenim?" Leyal evet der gibi başını salladı. Uzun zamandır bu dosya ile ilgileniyordu ve bilmemesi garip kaçardı elbette.

"Elbette komutanım fakat izniniz olursa bütün tim burda olunca operasyon ile ilgili herşeyi anlatmak isterim." Leyal Agâh'tan izin istediğinde Agâh sessiz bir iç çekti. Aptala mı dönüyordu bilmiyordu ama kadının her dediğini onaylamak isteyen deli bir yanı ortaya çıkmıştı ve onun önüne geçemiyordu.

"Nasıl isterseniz Üsteğmenim." Oturduğu yerden ayaklandığında Leyal umursamaz ama adamın neden kalktığını anlamaya çalışır bir şekilde Agâh'ı izlemeye başladı.

Agâh toplantı yaptıkları odada bulunan kahve makinesine doğru ilerledi. Normalde çay insanıydı lakin şuan ellerinde bir tek acı kahve vardı. Gerçi bu durum fazla uzun da sürmezdi zira yarın sabah bu masada çay içen timini göreceğinden emindi. Kahve makinesinde kendine sert bir kahve hazırlarken kendisini dikkatle izleyen kadının farkındaydı, şimdi rolleri değişmişler gibi görünüyordu. Saatlerdir kendisi kadını pür dikkat izliyorken şimdi kadın onu oldukça dikkatli bir biçimde izliyordu. Kalbimi delirmişti yoksa zihni mi ona kafayı yedirtmişti bilmiyordu ama yıllar sonra ilk defa nefes aldığını düşünüyordu. Yıllar sonra ilk defa yaşadığını hissediyordu...

"Kahve ister misiniz Üsteğmenim?" Arkasını dönmeden durulmuş bir su gibi çıkan sesi ile kadına seslendiğinde Leyal küçük bir iç çekerek başını salladı.

"Size zahmet olmasın komutanım." Diyerek oturduğu yerden ayaklandı. Komutanına iş yaptıracak hali yoktu, evet normal hayatta olsa bu ona bir erkeğin yapmış olduğu kibarlık gibi gelebilirdi fakat onlar bir askerdi ve kendi üstüne iş yaptırmak olacak bir durum değildi.

"Biz ne zahmetlere katlandık Leyal, şimdi sana getireceğim bir kahve kupasının zahmeti onların yanında bir hiç." Senin için herşeye değer ay tenli...Kalp tekleten derin sesi ile Leyal'i cevapladığında Leyal öylece ayakta durdu. Çoğu zaman karışındaki adamı anlamakta güçlük çekiyordu. Bu mesleğe girdiğinden beri ilk defa birini çözmekte bu kadar zorlanıyordu halbuki yüzbaşı kartlarını açık oynayan bir adamdı. Kendisini neyin bu kadar zorluyor olduğunu anlayamıyordu...

Agâh hazırladığı kahveleri alarak arkasını döndü ve kendisini ayakta bekleyen kadına doğru kendinden emin adımlar ile ilerledi. Birkaç büyük adımda Leyal'in dibinde bittiğinde Leyal onu ifadesizlikle izliyordu. Kahve kupalarından birini Leyal'in önüne bırakıp tek kaşını kaldırarak konuştu.

"Az sütlü ve şekersiz? Nasıl içiyorsun bilmiyorum ama?" Leyal omuzlarını silkerek cevap verdi. Kahve insanı değildi genelde çay içerdi, sadece çok yoğun olduğu zamanlarda uykusunu açsın diye sert kahveler içerdi.

"Fark etmez komutanım, kahve pek tercihim değildir. Genelde çay insanıyımdır." Yüzbaşının masaya bıraktığı bardağı alarak kahvesinden bir yurdum aldı. Ağzına yayılan kahve tadı ile bir an gözlerini kapatmak istedi. Normalde kahve seven biri değildi fakat bu gerçekten de güzel olmuştu.

"Bizde bundan sonra çay hazırlarız ne yapalım." İma ile söylediklerine Leyal aldırış etmedi zira adamın imalarına alışıyor gibiydi. Alıştığı bir çok şey gibi, buna da alışıyordu...

"Sağolun komutanım." Ufak bir tebessüm bırakarak Yüzbaşına teşekkür ederken Agâh bir an kalbinin teklediğini hissetti.

Ansızın gelen gülümsemeler kalpte başlı başına bir devrim sebebiydi.

"Sen sağol Leyal." O güzel canın hep sağolsun, gerisi teferruat. Aklından geçen diline varmadan sadece bir sağolsun demişti karşısındaki kadına. Binlerce kelimeyi sığdırmak istediği bir sağol...

Agâh uzun uzun kadına bakmak istiyordu. Yılların kendisinden eksilttiği, kopardığı o küçük kız çocuğunu doyasıya sarmalamak ve bir daha hiç bırakmamak istiyordu. Bak benim demek istiyordu, o çakır gözlü küçük çocuk benim demek istiyordu. Uğruna bacağını kaybettiğin o çocuk benim, seni koruyamadım, bizi koruyamadım bir korkak olduğum için hepimizin sebebi oldum demek istiyordu. Fakat söylerse onu da kaybetmekten ölesiye korkuyordu. Ailesinden sonra ilk defa birini bu kadar kaybetmekten korkuyordu. Bir kere kaybetmişti ve yıllar sonra bulmuştu, şimdi yine kaybetmek istemiyordu. Kimsenin onu yüreğindende, hayatındanda çekip almasını istemiyordu. Bunun için herşeyi göze alırdı, kendi canını bile hiçe sayar yinede buna izin vermezdi.

"Birşey mi söyleyeceksiniz komutanım?" Agâh kadının sesini duyduğunda başını iki yana sallayarak geri çekildi. Kaderle başı beladaydı...

"Timin geri kalanı nerde? Toplantı yapmalı ve operasyon planı hakkında konuşmalıyız." Normalde operasyonlarda bu kadar gerilmezdi hatta düğüne gidermiş gibi hazırlanırdı fakat şuan çok farklı bir durum vardı. Bir çok kez gizli operasyonlara katılmış ve hepsini de başarılı bir şekilde atlatmıştı. Bazen kendisi bile kendisini anlamıyordu.

"Öyke komutanım ile Börte Boris'in sorgusunda, Akın ve Laçin'i onlarla gönderdim. Zeren ve Amine sizin timinize karargahı tanıtmak için küçük bir tura çıkmıştı en son benim timimde verdiğim görevleri yerine getiriyorlar beş dakika içinde hepsi burda olur." Kadının verdiği bilgiler ile kaşları hayranlık ile havalandı. Gerçektende lider vasfı olan bir kadındı. Kafasını sallayarak kadını onaylayıp kendi yerine geçerek oturdu.

Aradan geçen bir kaç dakikanın ardından iki timin üyeleri de tek tek toplantı odasına gelmiş komutanlarına tekmil vererek yerlerine oturmuşlardı. Börte ve Öyke de en sonunda içeri girdiğinde Öyke'yi gören Agâh dışındaki herkes esas duruşa geçmek için ayaklandılarında Öyke hepsini eli ile işaret vererek durdurdu...

"Oturun arkadaşlar." Diyerek emir verdiğinde hepsi mecbur oturmak zorunda kaldılar. Öyke ve Börte de yerlerine yerleştiklerinde artık herkes hazır gibi duruyordu. Agâh herkesin hazır ve nazır bir şekilde durduklarını görünce hemen konuya girmeye karar verdi.

"Öncelikle operasyon bilgileri elimize geçti. Konum ve adamımız hakkındaki bilgiler mevcut fakat bununla bitmiyor sizde biliyorsunuz ki. Bize verilen konum fazlası ile kalabalık bir mekanı gösteriyor ki bizler ve öncelikle Kalkan timini tehlikeye atmayacağımız bir noktaya geliyor iş. Askerî bir operasyon düzenlememiz imkansız çünkü Dinçer ARSLAN bizzat örgütün adamları tarafından korunuyor, direk bir operasyon bizi deşifre eder ve bu bizi geri plana atar." kısa bir es verdiğinde herkes pür dikkat kendisini dinliyordu.

"Öncelikle bir plan taslağı kurmalıyız zira bu operasyon bir kaç günlük yada haftalık bir görev değil bunu aklınızda yer edinin. Şimdi elimizde ne var? Öyke? Börte? Boris denilen herif konuştu mu? Ne öğrendiniz?" Keskin bir eda ile Börte ve Öyke'ye döndüğünde Börte iyice yerinde dikleşirken Öyke bir o kadar rahat bir tavır ile arkasına yaşlandı.

"Konuşmamak için fazla çaba sarf etti fakat kızının elimizde olması konuşması için yeterli oldu. Söylediklerine göre büyük patronu hiç görmemiş fakat kızı onun himayesindeymiş yani yalan söylediği açık. Fazlası ile güçlü olduğunu ve örgütteki herkesin bu adamdan fazlası ile korktuğu söyleniyor ayrıca her ay düzenli olarak ülkeler arası uyuşturucu ve silah sevkiyatı yaptığını öğrendik. Fazlası ile ağır silahlar..." Öyke Börte'nin önündeki tablete eğilerek aldı ve kendisini pür dikkat izleyen kadına kısa ama derin bir bakış atarak geriye çekilip aldığı tableti Agâh'ın önüne bıraktı.

"Son sevkiyatın bilgileri ayrıca sattığı silahların ve uyuşturucuların isimleri. Bu arada son zamanlarda kimyasal silah ile ilgilendiğini öğrendik. Tam emin değiliz fakat Fransa'da alanında oldukça tanınmış olan bir Profesör olan Simon Patrice MARTEL ile son zamanlarda bir görüşme sağladığını, yakın bir zamanda da beş ayrı ülkede beş ayrı eylem planı olduğunu söyledi. Ve kızının büyük patronun yanında büyüdüğünü söyleyerek ondan daha fazla bilgi alacağımızı da ekledi." Agâh önünde yazılanları incelerken Öyke anlattılarına kısa bir ara verip Agâh'ın konuşmasını bekledi. Bazen neden hâlâ kıyametin kopmadığını düşünüyordu böylelikle dünyadaki bütün pisliklerden tek seferde kurtulmuş olurlardı.

"Profesör hakkında daha fazla bilgi istiyorum ayrıca kızın sorgusuna ben ve Leyal gireceğiz, ayrıca Umay ve Kağan şu sevkiyatlar hakkında detaylı bir araştırmaya girin. Sökmen sen Çolpan ve Laçin Dinçer ARSLAN'nın şirket ev ve diğer iş yerlerinin güvenlik kameralarını üsse bağlayacaksınız nasıl yaparsınız bilmiyorum ama iki güne kadar bu işi halletmiş olun. Barış ve Zeren Boris'in sorgusuna tekrar gireceksiniz. Geri kalanlar Leyal Üsteğmen size ne yapmanız gerektiği ile ilgili gerekli emri verecektir. Üsteğmenim?!" Leyal kendisine atılan pas ile yerinden dikleşti ve devam etmek için dudaklarını araladı.

"Öncelikle plan aşamalı olarak ilerleyecek. Bir hafta sonra Türkiye'deki büyük şirketlerin peşinde olduğu bir arazinin ihalesi var. Bu ihaleye bizde katılacağız çünkü Dinçer denilen herif yıllardır bu arazinin peşinde, onlardan daha fazla bir teklif dosyası sunarak Arslanların dikkatini çekeceğiz. Gaye ve Akın bir kaç gün sonra Arslanlar holdinge bir iş başvurusu yapacaksınız. O holdinge girmeniz için herşey hazır ordaki gözümüz kulağımız siz olacaksınız ayrıca dinleme ve takip cihazlarını Dinçer Arslan'ın en çok vakit geçirdiği her odaya yerleştirmenizi istiyorum. Alp sen ve Amine bizimlesiniz. Eray karargah sende, destek ekiptensin sen." Leyal derin bir nefes alarak kısa bir ara verdi. Ve kendisini dikkatle dinleyen yaklaşık on beş kişilik ekibe bakarak kısa bir an afalladı fakat bu çok kısa sürdü. Bunu kimse fark etmemişti bile.

"Şimdi benim planım şu, ihalede Dinçer ARSLAN'nın dikkatini çekerek bize bir ortaklık teklifi sunmasını sağlayacağız ki bu konuda oldukça eminim. Arazinin satışı bizim şirkete sağlandığında fazlası ile dikkatini çekmiş olacağız. Ayrıca Arslanlar Holdingin yüzde yirmi beşlik hissesini almak istediğimizi de belirteceğiz ki - Dinçer Arslan buna balıklama atlayacak- Bu süreçte alabildiğimiz herşeyi alıp en sonunda da adamı paket yapacağız. Sorusu olan?" Kendinden oldukça emin bir şekilde kafasındakileri tek tek sıraladığında herkes ona hayranlık ile bakıyordu. Bu hayranlık anlattıklarından ziyade bir kadının istediğinde herşeyi başarabileceğini ve hiç birşeyin buna engel olamayacağını gösterdigi içindi.

Kadınlar tanrının en güzel yaratılışlarıydı...

Leyal konuşmasana ara verdiğinde bakışlarını uzun masada oturmuş olan iki timin üstüne çevirerek sorusu olan yada söz alacak olanlara kısa bir bakış attı. Hemen karşısında oturan ve aralarında sadece bir masa olan Agâh kadına bakarak dudaklarını konuşmak için araladı.

"İhaleye bizimde katılacağımızı söyledin fakat var olmayan ve göstermelik bir şirket sencede araştırdıkları zaman ortaya çıkmaz mı? Evet planın mantıklı fakat bu tür şirketler genelde ortaklık yaptıkları şirketleri ve sahiplerini araştırmaktan geri durmazlar biliyorsun." Leyal kafasını sallayarak adamı onayladı fakat o da bu planı bir anda yaparak anlatmamıştı.

"Haklısınız komutanım fakat bu konuda MIT devreye girecek, gerek sistemsel olarak gerekte kimlik bilgilerimizde herşeyi oldukça profesyonel bir şekilde hazırlayıp veri aktarımı yapacaklar böylelikle hiç bir şekilde hiç bir açığımız ortaya çıkmayacak emin olun." Agâh kafasını anladım dercesine başını salladı. Mantıklıydı fakat yinede bu plan fazlası ile uzun sürebilir, operasyon süresi de uzayabilirdi.

"Yinede bu plan operasyonu fazlası ile uzatmaz mı?" Herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen bir adamdı bu yüzden bir çok şeyi sorgulaması normaldi kendince.

"Bir tık uzatabilir elbette komutanım fakat şöyle ki ihaleden iki üç hafta sonra Dinçer ARSLAN'nın hazırlattığı bir davet var o davette operasyonun ilk ayağı bitecek. Yani önümüzde bir aylık bir süreç var bence bizim için yeterli bir süre. Farklı bir düşüncesi veya planı olan pekala buyursun anlatsın ona da uyabiliriz." Sırtını oturduğu yere yaslayarak meydan okuyan bir tavır ile Agâh'a baktığında Agâh'ın dudağı memnun bir sırıtışla iki yana kıvrıldı. Kimsenin kendisine meydan okumasına izin vermeyen çakır yüzbaşı bir kadının meydan okumasından memnun kalıyordu.

"Size uymak benim boynumun borcudur Üsteğmenim, siz nasıl istiyorsanız öyle olsun. İkimiz son bir defa planın üstünden geçelim, her detayına dikkat etmekte fayda var." Leyal en sonunda dayanamayarak göz devirdiğinde bunu gören iki timin de üyeleri gülmemek için kendilerini sıktılar zira ikisi arasındaki bu konuşma fazla keyif vericiydi.

Agâh kendisine göz deviren kadın ile derin bir nefes aldı. Sanırım hayatında ki bütün şansını mesleğinde ve karşısında ki kadından yana kullanmıştı. Bu durumdan gayet memnundu, tabi şimdilik zira Leyal ona çektirmeye yeminliymiş gibi sürekli inadına gidiyordu.

"Anlaşıldı komutanım." Leyal Agâh'ı onayladıktan sonra timin geri kalanına döndü ve böylelikle hepsinin fikirleri ile toplantı devam etti.

🇹🇷

İnsanlar sonsuza dek bir yalanın içinde yaşayabilirlerdi. Sonsuza dek kendileri için yarattığı o sonsuz yalanlar ile süslenmiş ve sorunsuz hayatlarında yaşamlarını sürdürebilir ve sanki hiç bir sorun yokmuş gibi pembe bir toz bulutu içinde geçirirlerdi hayatlarını. Sonra bir gün kendilerine yalandan duvarlar ördükleri hayatın duvarları tek tek üstlerine yıkılır ve altında kalmaya mahkum edilirlerdi. Sonra çok çabalardık o yıkılmış duvarların altından çıkmak için fakat yaptığımız her hata bizi daha fazla o yığının altına sürükler ve içinden çıkılmaz bir hale sokardı.

Pembe, beyaz küçük yalanlar ile inşa edilen hayatlar kaderin acımasız tokadını yemeyi hak görmüş birer idam mahkumuydular. Çoğu zaman kendimizi bu duruma biz sürüklerdik çünkü buna alışan bünyemiz bizi yapmamamız gereken bir çok şeye mecbur bırakırdı. Zihnimiz çoğu zaman bizi uyarsa da biz bizi yöneten içimizdeki o benliğe uymayı tercih ederdik ve böylelikle ruhumuz ve kalbimiz kirletmeye için adım adım sürüklenirdik.

Börte küçükken kendisine ait bir dünya yaratanlardandı. Yalanlar ile bezenmiş küçük bir hayat... Dışarıya karşı mutlu olduğunu haykırırken içindeki o hüzün hiç kendisini terk etmezdi. Ama o yinede bu hislere inat kendisini de çevresindekileri de kandımaktan vazgeçmez yaşamını dünyasındaki yalanlar ile idame ederdi... Hep sakin biri olmuştu, duygularını hep içinde yaşayan küçük bir kız çocuğu olmayı tercih etmişti. Yinede kardeşleri için yüzündeki gülümsemeyi silmemiş ve mutluyum rolünü sürdürmeyi tercih etmişti. Hayat onu bir çok şeye mecbur bırakmıştı, kendisi de yalan söylemeyi sevmezse de buna mecbur bırakıldığı zor bir hayatı olmuştu, taa ki bir gözünü kaybettiği o güne kadar. Bazen hayata karşı kaderin kendisini cezalandırdığını düşünüyordu zira kim bu kadar kötü bir yaşam sürerken iyi olduğunu söylerdi ki o söylemişti, kardeşleri için bir çok şeye göz yummuş ve onlar için bir çok şeye katlanmıştı. Onu bugün kendisi yapan yaşadığımız acılardı, pişman da değildi.

Ah hayat, talihsiz başımıza nice çoraplar ören hayat...Ahh nicelerini sevindirip nicelerine yürek yaktıran hayat, cefanda baş üstüne sefanda...

Hayat böyleydi işte cefasıda sefası da çekilmeye mecbur kılınmış kaderdi bizler için. Bizi biz yapan bu acımasız hayata direnmek yüreğimizin en büyük baş kaldırısıydı.

Börte oturduğu yerden rahatsızlıkla kıpırdandı, bugün operasyonun ilk adımı için tuşa basılmıştı .Gaye ve Akın bir hafta öncesinde şirkette işe girmeyi başarmışlardı ve tabi bunda MİT inde büyük bir yardımı vardı.Kendisi bugün operasyonun destek kısmındaydı, bu yüzden giydiği siyah balıkçı yaka dar bir kazak, siyah kargo hafif bol bir pantolon ve siyah askerî botları ile sportif şekilde giyinmiş bir şekilde üstlerinin göndermiş olduğu bir kaç dosyayı inceliyordu. Timin geri kalanı kendilerine verilen görevler için çoktan dağılmıştı kendisi de birazdan Yüzbaşı Öyke ile çıkacaktı. Son dosyayı da bitirdikten sonra dosyayı kapatarak kenara bıraktı ve kafasını geriye atarak gözlerini dinlendirmek için kapattı. Her iki timdende karargahta kalanlar vardı, ayrıca görüşme sağlanacak yerde iki keskin nişancı konuşulandırılmıştı, kendisi ve Öyke yüzbaşı ise uzaktan izleme görevindeydi olası bir durumda sessiz bir şekilde ortadan kaldırma görevi kendilerine aitti.

Kızlar genel olarak Börü timine uyum sağlamışlardı, bu bir haftada değişen pek birşey olmamıştı. İki timin birbirine daha fazla yakınlaşması hariç, bu süreçte gerekli olan bütün hazırlıklar tamamlanmış verilen bütün görevler yerine getirilmişti. Artık Dinçer ARSLAN'nın telefonuna kadar herşey kendi kontrolleri altındaydı. Her anlamda takipteydiler, bu bir tık tehlikeli de olsa onlar bu tür görevlere alışıklardı, tehlike onarın mesleğinin diğer adıydı bu yüzden pek umrunda olduğu da söylenemezdi. Tek temennisi kimsenin zarar görmemesiydi, kendi ekibinden- ki buna Börü timi de dahildi- kayıp vermek istemiyordu. Bunu düşünmek bile istemiyordu.

Börte bir kaç adım ötesinde bir hareketlilik hissettiğinde gözlerini açakar yerinden doğruldu. Gelen kişi yüzbaşı Öyke'ydi ve doğruyu söylemek gerekirse adamı sivilde görmek yüreğine ufak çaplı bir darbeye sebep olmuştu. İfadesiz tuttuğu yüzü ile adamı kısaca süzdü ve esas duruşa geçmek için hemen ayaklandı. Kendisi gibi siyah boğazlı bir kazak, siyah pantolon, askeri bot ve deri ceketi ile yapılı bedeni daha fazla ortaya çıkmış gibiydi yada kendisi fazlası ile dikkatliydi. Bilmiyordu, tek bildiği bunca yıl sonra ilk defa bir erkekten bu denli etkilendiğiydi ve bu pekte hayra alamet değildi.

"Rahat ol Börte, hazır mısın?" Börte başını sallayarak sabit bir yüz ifadesi ile Öyke'yi onayladı.

"Hazırım komutanım, dörtte ihale başlayacak. Laçin, Umay, Eray ve Alp burada kontrol merkezînde olacaklar. Sökmen komutanım ve Zeren yerlerini almışlar ayrıca Gaye'de Dinçer Arslan'ın şahsi sekreteri olarak orda olacak bu bizim için avantaj. Agâh komutanım ile Bige komutanımın yanında ise şirketin avukatı ve finans müdürü kimliğinde Astsubay Çolpan ve Kağan olacak. Geri kalanlar çevre kontrolünde olacak. Herhangi bir olumsuzluk için emniyetten polis özel harekat ve MIT' den destek ekip hazır bir şekilde beklemede." Bütün bilgileri karşısında ki adama aktardığında derin bir soluk aldı. Bazen acaba bu operasyonu kabul ettikleri için doğru mu yapıyoruz diye düşünmeden edemiyordu lakin o bir askerdi ve ne olursa olsun verilen emri yerine getirmek yükümlülüğü vardı.

"Güzel çıkabiliriz o zaman." Öyke arkasını dönerek kendisini ayakta bekleyen Umay, Laçin, Eray ve Alp dörtlüsüne bakıp tekrar konuştu.

"Gözünüzü kulağınızı dört açın, herhangi bir olumsuzluk istemiyorum. İletişim sakın kopmasın, o kulaklıklar salon o kulaklardan çıkmasın. Operasyon ile ilgili herşey kayıt altına alınacak ayrıca herhangi bir gariplik sezdiğinizde bizi bilgilendireceksiniz. Bu bizim iki tim olarak ilk operasyonumuz arkadaşlar iki ayrı tim değil tek bir timiz, tek bir bedeniz ve tek bir beyiniz bu yüzden tek bir hatada yakarım hepinizin çırasını ona göre, Anlaşıldı mı?" Keskin, tok ve itiraz istemeyen sesi ile emirler yağdırdı. Aslında hiç bu zaman askerlerini ciddi ciddi tehdit etmezdi, bu sadece onların iyiliği için yapılan bir konuşmaydı zira onları her konuda uyarmak ve hata yapmalarını önlemek onların göreviydi. Bu yüzden özellikle bu tarz önemli görevlerde ufak tefek uyarılar yapmak mecburiyetindeydi.

"Emredersiniz komutanım!" Hepsi bir ağızdan komutanlarını onayladıklarında Öyke başını salladı.

"Allah yardımcımız olsun!" Diyerek odadan çıkmak için hareketlendiğinde Börte'de hepsine baş selamı verip deri ceketini alarak sağlam adımlar ile peşinden çıktı.

"Amin!" Konrol merkezinde tek başına kalan dörtlü komutanları gitsede amin demekten kendilerini alı koyamamışlardı. Bu operasyon belkide yıllardır sürdürülen terör operasyonlarını azaltacak belki de son verecekti. Hem ülkeri için hemde yüzlerce şehidin, gözü yaşlı anne babaların, eşlerin, sevgililerin, evlatların intikamı alınacaktı. Sonunda kendi şehadetleri dahi olsa bu verdikleri her şehit için değerdi.Değecekti...

Bazen kelimeler yaşadıkları, yaşanacak olanlara, hissedilen duyguları anlatmaya yetmezdi. Bazen hiç bir söz, hiçbir cümle bizi tatmin etmez yada bizi teselli etmezdi. Onlar için meslekleri böyleydi, hiç bir kelime onların yaşadıklarına, yaşamış olacaklarına, kayıplarına, özlemlerine, sevgilerini açıklamaya yetmezdi. Bu yüzden önemli olan yüreklerin birbirlerini anlamasıydı...Onlar birbirlerini en iyi anlayan yüreği ortak bir amaç için atan ruhlardı.

Öyke yanında yürüyen kadına tekrar tekrar bakmak istiyordu. Bazen kendisini bile sivilde gördüğünde şaşırmadan edemezdi ve kadın subayları da pek sivilde görmezdi gizli görevler dışında. Ve yanında ki kadının şimdi kendisi gibi siyahlar içinde ve yukarıdan sıkı sıkıya bağladığı sarı saçları ile inanılmaz çekici olduğuna karar verdi. Yüzü daha fazla açığa çıkmıştı ve itiraf etmek gerekirse gözündeki o siyah bant ise gerçekten kadına inanılmaz derecede yakışmış ve ateşli göstermişti. Öyke ne zaman bir kadından bu kadar etkilendiğini ya da bir kadının ne zaman bu kadar dikkatini çektiğini sorgular olmuştu. Onun için hep işi önceliği olmuştu, asla bir kadına yada kadınlara göz ucuyla bile baktığı olmamıştı zira onun için bir kadın nasıl herşeyi ile temiz kendisine gelecekse kendisi de hayatına girecek olan kadına o denli temiz gitmek istiyordu.

Fikirler ve davranışlar insandan insana değişirdi. Öyke için kendi doğruları vardı, başkasının özgürlük veya gençlik hevesi olarak adlandırdığı yaşam tarzı kendisine göre değildi ve hiç olmamıştı. O sevdanın adamıydı, türkülerin, dilek dilemek yerine dua etmenin, şansa değil de nasibe inanmanın adamıydı. Ve ona göre eğer birşey kendisine nasip olduysa o nasibini sıkı sıkıya sarılır ve ölünceye dek bırakmazdı. Belki de bundan sonraki nasibi sevdaydı, kalbine eş olacak bir kalpti bilinmezdi elbet ama o yinede bu olasılığa bile sıkı sıkıya sarılmıştı...

"İki saat sonra ihale başlayacak komutanım. MIT ihale yerinde gerekli yerleştirmeleri yaptı, gerek görüntü olarak gerekte ses olarak herşey kontrol merkezine birerbir takip edilebilecek. Ayrıca Agâh komutan olası bir terslikte son dakikaya kadar kimsenin müdahale etmemesi konusunda uyarı verdi." Yanındaki kadının tok sesini duyduğunda kara gözleri kendisinden haylice kısa olan kadını buldu.

"Orasına bakacağız artık teğmenim. Son söylediğin için söz veremem, kusura bakmasın artık Agâh komutanın." Börte gözlerini devirmekten kendini alamadı. Anlamıştı bu adam ile daha çok işi vardı.

"Söyledikleri kadar varmışsınız komutanım?" Yanındaki kadının söylediği şey ile Öyke bir an yerinde duraksadı. Ah çaylak kurtlar ah, yine açmışlardı o ağızlarını.

"Söylediklerinden daha fazlasıyım Teğmenim az söylemişler ne söylediyseler." Kendinden emin bir şekilde konuşarak tekrar yürüdüğünde Börte'nin yüzünde hin bir gülümseme oluştu.

"O zaman sizden uzak durmalıyım komutanım." Diyerek düz bir ses tonu ile konuştu. Aslında birşey duyduğu yoktu, timdeki kızlar Börü timinin çaylakları ile sohbet ettiklerini anlatmışlardı bir kaç gün önce. O da pek sohbete dahil olmazsa da az çok söylenenleri duymuştu ve meslektaşı ile gurur duymadan edememişti.

"O niyeymiş?" Öyke kaslarını çatarak önden yürüyen kadına bir kaç büyük adımda ulaştı ve üstten bir bakış attı. Şimdi içine bir kurt düşmüştü zira o çaylak kurtlara hiç mi hiç güvenmiyordu.

"Pek iyi şeyler duymadık diyelim." Börte gülümsemesini bastırıp düz bir ifade ile yürümeye devam etti. Karargahtan çıktıklarında ikiside yan yana ıssız ormanda arabaya yürüyordu.

"Duyduklarını birde bana söyle teğmenim." Evet artık sorun vardı. Zira ses tonu şimdi biraz daha hırçın çıkıyor gibiydi ama bu Börte'yi pekte ilgilendirmediği gibi hoşuna bile gitmişti. Aslında bu tavrına bir kaç gün önce karar vermişti. Normalde fazlası ile soğuk bir yapısı vardı bir tek timindekilere ve kardeşlerine sıcaktı fakat önünde uzun bir süre aynı operasyonlarda görev alacağı bir tim daha vardı ve çok sıcak olmazsa da normal davranmaya karar vermişti. Onlar arasında güven çok önemliydi ve bu güven onlara samimiyeti de getirirdi bu yüzden Börü timine hem güveniyor hemde artık onların da aileden olduklarına kabul etmeye başlıyordu.

"Bu bir emir mi komutanım?" Diyerek arabanın ön yolcu koltuğunun olduğu tarafa geçerek adama döndü ve başını yana yatırarak sordu. Öyke karşısında kendisine bu şekilde soru soran kadına iç geçirmeden edemedi. Senin için her emrim rica olur rayiha...

"Emir değil, ricadır tegmenim." Elindeki araba anahtarı ile açtığında Börte binmek yerine bir süre bekledi ve karşısındaki adama korkusuz bir şekilde baktı. Kara gözlerinde bir an kaybolmak istedi fakat bu isteği karşısındaki adamın komutanı olduğunu hatırlayınca hemen geri tepti.

"Ricanızı düşüneceğim komutanım." Börte hafif sırıtarak Öyke'ye cevap verdiğinde Öyke bir kolunu arabaya yaslayarak karısındaki kadına tek kaşını kaldırarak baktı.

"Peki bu söylentilerde çaylak kurtların bir parmağı var mı?" Diyerek bildiği soruyu kadına inat ile sordu.

"Bence siz cevabını biliyorsunuz komutanım." Diyerek durduğu yerden daha dik bir konuma geldi.

"Biliyorum ve güzel bir ceza onları bekliyor." Diyerek huysuz bir şekilde sürücü kapısını açarak içeri girdi. Börte onun bu huysuzluğu karışısında gülümsemesine engel olamadı. Kendisi de ardından arabaya binerek kapıyı kapattı ve emniyet kemerini taktı.

" Bencede vermelisiniz komutanım." Oldukça ciddi bir şekilde konuştuğunda Öyke yılgın bir şekilde konuştu.

"O kadar mı kötü?" Diyerek sinirli bir şekilde konuştu. Yakmıştı çaylakların çırasını.

"Yani duyacağınız şeylere bağlı." Börte aynı ciddi ifade ile devam etti. Çaylaklar için şimdiden kolay gelsindi.

"Şu gün bir bitsinde alacağım ben onların boyunun ölçüsünü." Sinirli bir şekilde kontağı çevirip arabayı hareket ettirdiğinde Börte kafasını araba camına çevirerek belli belirsiz tebessüm etti. Bu hali ona bile yabancıydı, uzun zamandır ilk defa kendini bu kadar iyi hissediyordu. Kısa bir sessizlik oluştu arabanın içinde. Börte sessiz bir şekilde yolu izlerken Öyke kendisine gönderilen konuma bakarak arabayı sürüyordu. Bu sessizliği Öyke'nin sesi bozdu.

"Nerelisiniz teğmenim?" Börte yanındaki adamın sesini duyan oturduğu yerde daha dik bir konuma geldi. Yanınızda komutanınız varsa rahatlık başka bir evrene geçerdi.

"Trabzon komutanım siz?" Diyerek usulen sordu. Yanındaki adamın kendisi ile sohbet etmeye çalıştığını az çok anlamıştı ve ona ayak uydurmaya çalışıyordu.

"Adana'lıyım. " Orman yolundan çıkarak sağa sinyal vererek direksiyonu çevirdiğinde Börte kafasını ona doğru çevirdi, bu öfkenin ve çatık kasların nereden geldiğini şimdi anlamıştı.

"Memleketinizi ruhunuzda taşıyorsunuz komutanım." Öyke kadının neyden bahşettiğini anladı ve hafif bir tınıda gülümsedi.

"Olsun o kadar." Araba son sürat ilerlerken Öyke yanındaki kadına ufak bir bakış attı. Bazen olayların akışına yetişemiyordu, daha bir kaç hafta önce düştükleri pusudan kendilerini kurtaran tim ile ortak bir görevi yürütüyorlardı ve bu ona sanki onları yıllardır tanıyormuş hissi veriyordu.

O dakikdan sonra ikiside konuşmadı. Öyke çok konuşmayı seven bir adam değildi ve bugün gereğinden fazla konuşmuştu, bunda en büyük etken ise yanındaki kadındı. Bunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi... Börte ise kendisi için ilk adımı attığı için biraz tuhaf hissediyordu, hep öncelikleri farklı olmuştu, bazen biriyle uzun uzun konuşmanın bile ne olduğunu unuturdu. Bige sağolsun ona sessizliğinde de ortak olurdu derdinde de, sevincinde de her daim ortak olurdu. Ona minneti ve sevgisi sonsuzdu ve hiç olmadığı kadar saygı duyuyordu. Bugün kendisi bugünlere geldiyse onun sayesindeydi, onun güçlü duruşu, istikrarı ve eksik bir kadın olmasına rağmen çabası kendi nezdinde takdire şayandı.

Onlar eksik kadınlardı, her biri hayata bir sıfır geride başlamışlardı belki ama direnmeyi bırakmayan güçlü ruhlu askerler olabilmeyi başarmışlardı. Eksiklik sadece fiziksel yada zihinsel olmazdı. Eksilik bazen yürekte, bazen ruhlarda bazen fikirlerde bazende karakterlerde olurdu. Yaşamları boyunca kendilerine acıyan bir sürü göz üzerlerinde olmuştu. Eskiden köşe bucak kaçtıkları bu hayata sıkı sıkıya sarılmayı başarmış güçlü yürekleri olan kadınlardı.

Güçlü bir ruh, eksikleri göz ardı eden yüreklere sahip kadınlar için eşsiz bir varoluştu. Onlar birbirlerini tamamlayan bir yapbozun eksik parçalarıydı...

🌙

Akıl ve kalbin birbirleri ile savaş verdiği bu zaman diliminde kaderin hayatın için hazırladığı oyunlardan bir haber devam ederdik yolumuza. Biz planlar yaparken hayat kendi planlarını çoktan devreye sokmuştur ve bize kalan savaş boyalarımızı sürerek bu süreçlerden en az hasar ile geçmektir. Hayat bazen bizlere içinden çıkılmaz seçenekler sunardı ve bu seçenekler kalbimiz ile aklımızı bucağı görünmez ihtilâllere mecbur bırakırdı.

Bizler kadere inandığımız kadar hayata da savaş açan insanoğluyduk. Çoğu zaman isyan ederdik, bazen kötü olayların iyi sonuçlar doğurabileceğine de unuturduk. Çokça isyan ederdik ama yinede her durumumuzu kadere bağlamaktan asla vazgeçmezdik. Haklıydık ama bazen birşeyleri değiştirme imkanının kendi elimizde olduğunu unuturduk. Bize verilen iradeyi kullanmak yerine herşeyi kadere bağlamaktan vazgeçmezdik.

Leyal kadere çokça inan bir kadındı ve yeri geldiğinde de kendi iradesini kullanarak kendi yaşamına yön verebilen güçlü bir kadındı. Bacağını kaybettiği ilk zamanlar isyan etmekten kaçınmamıştı ama daha sonra bunun boş bir çaba olduğunu anlayarak kendi durumunu kabullenmiş ve bu sefer daha iyi olmak için, daha güçlü olmak için yoğun bir çabaya girmişti. Şimdi buradaydı belki de bir imkansızı başarmıştı evet protezi olan bir asker olmazdı, evet belkide bir çok kişi için bir gaziden farksızdı ama o mesleğini gururla icra eden yürekli bir askerdi. Bu yüzden kendisi ile gurur duyuyor, timindeki kadınlar ile başardıkları her operasyonda bu gururu katlayarak devam ettiriyordu.

Bacağını kaybettiği günü hayal meyal hatırlasa da o günden önceki hayatı fazlası ile silikti zihninde. Fakat o yaşamında birşeylerin olduğununda bilincinde bir kadındı zira son zamanlarda gördüğü rüyaların bazen de tekrar eden kabusları bu duruma yoruyordu. Bazen hayatımıza giren insanlar bizi bir çığ gibi geçmişe sürüklerdi, Leyal bunun sebebini de yüzbaşının varlığına yoruyordu. Ve bunu hiç olmadığı kadar hissediyordu...

Üstüne giydiği siyah derin göğüs dekoltesi olan tulumu ile bulunduğu odada, aynanın karşısında kendisini süzüyordu. Bünyesi üniformaya alışık olduğu için şuan aynadaki görüntüsünü yadırgıyordu. Siyah düz saçları ve beyaz teni ile inanılmaz derecede çekici göründüğünün de farkındaydı ve bu onu daha fazla özgüvenli yapıyordu. Zaten kendine güvenen bir kadındı lakin karşındaki kadının ayrı bir havası olduğu da aşikardı.

Timin kendisini beklediğini biliyordu bu yüzden seri hareketler ile siyah bir ceketi omuzlarına bırakıp şık el çantasını ve sahte şirketleri ile ilgili olan büyük iş çantasını eline alarak kendini bulunduğu odadan dışarı attı. Topukların tıkırtısı bastığı yerlerde yankılanırken aşağı inmek için asansörü çağırdı. Dinçer Arslan'ın da kaldığı bir otelde bugün ve bir kaç gün için yer ayırtmışlardı, böylelikle hedefe daha yakın olacaklardı. Leyal asansöre binip zemin katın düğmesine bastı, bir kaç dakika sonra otelin lobisine indiğinde beklemeden asansörden çıktı. Topuklarının tıkırtısı ile kendisine dönen bakışlar ile utanmak yerine omuzlarını dikleştirdi. Dikkat çekmeyi sevmezdi fakat bugün kendi kimliğinde değil başka bir kadının kimliğindeydi ayrıca kendine olan güvenini hangi kimlikte olursa olsun belli etmekten çekinmezdi. Yanından geçerken kendine hayranlık ile bakan kadın çalışanlara ve adamlara zarif bir gülümseme bırakarak timin oturduğu yere doğru ilerlemeye devam etti. Bir kaç saniye sonra onu ilk fark eden kağan olmuştu. Şaşkın bir şekilde kurduğu cümle ile herkesin bakışları kendine dönerken Leyal'in odak noktası bir çift çakı gözdü.

Agâh giydiği siyah takım ile dakikalardır Leyal'i bekliyordu. İhaleye bir buçuk saatten az kalmıştı ve iki timden olan herkes çoktan yerlerini almışlardı. Giydiği siyah takım ile bir çok kişinin dikatini çektiği ise aşikardı zira yanlarından gelip geçen bütün kadınlar adamı süzmekten kendilerini alamıyorlardı. Kendisine manken misin diye soran dahi olmuştu fakat kafası o kadar Leyal ile meşguldü ki hepsini başından nasıl savrusturdğunun farkında bile değildi. Arkasını dönmüş bir şekilde bir eli pantolonun cebinde dışarıda hafifçe serpiştirilen karı izliyordu Agâh, sırt kasları gerilmiş giydiği takım elbiseden dolayı bütün vücudu gözler önüne serilmişti. Seyirlik bir tablo oldundan habersizce dururken bir kaç dakika sonra Kağan'ın şaşkın sesini duydu.

"Sanırım komutanım gerçekten ortalığı yakıp kül etmeye gidiyor." Herkes zaten kadının güzelliğinin farkındaydı fakat şimdi karşılarında gördükleri kadının gerçekliğini Kalkan timindeki kızlar bile sorgular olmuştu.

"Orayı ateşe verip gelecek benden söylemesi." Çolpan işaret dili ile konuştuğunda Kağan usulca kafasını salladı.

"Katılıyorum komutanım." Diyerek yanındaki kadını onayladı Kağan ve ikisi aynı anda dakikalardır ayakta bekleyen Agâh'a kafalarını çevirdi. İkiside adamın vereceği tepkiyi hiç olmadığı kadar merak ediyordu.

Agâh Kağan'nın sesini duyduğunda sağ ayağının üzerinden geriye döndü. Döndüğü an ise nefesinin kesildiğini hissetti, kalbi son sürat maratona çıkmışcasına çarpmaya başlarken bir an kalbinin yerinden çıkacağını hissetti.

Gecenin siyahına ay tenini bulaştırmışsın Mehlikam.

Durduğu yerde derince yutkundu, bir kadının bu kadar güzel olması haksızlık değil miydi. Bu yürek nasıl dayansındı ki? Bu akıl nasıl odaklansındı operasyona? Bu kendisine yapılmış en büyük haksızlıktık... Bakışları kadının açık kalan boynundan dekoltesinin açık bıraktığı göğüs oluğuna kaydı, neden kendine bu denli işkence yapıyordu bilmiyordu. Tek bildiği zihninin şuan kullanım dışı olduğuydu. Agâh kadını baştan aşağı süzdüğünde bir kez daha derince yutkundu. Tek temennisi bugünü sağ salim atlatabilmekti zira çok can yakacağı kesindi...

Agâh derin bir soluk alarak genç kadına doğru yürümeye başladı. Bir kaç saniye sonra kadının bir adım önünde durduğunda çakırlarını elalarından ayırmadan dudaklarını araladı.

"Üsteğmenim?" Dili bir çok cümle kurmak istiyordu, yüreği dillenip konuşmak istiyordu lakin kendini dizginlemek zorunda olduğununda farkındaydı.

"Komutanım?" Diyerek Leyal'de aynı ses tonu ile karşılık verdiğinde Kağan ve Çolpan'da ayaklanmış bir şekilde ikisini izliyordu.

"Çok güzel ve zarif görünüyorsun." Bozkırda açan narin bir çiçek gibisin... içinden geçirdiği her kelimeyi bir gün yüzüne söylemek istiyordu lakin şimdi susmak sorundaydı.

Leyal aldığı iltifat ile hafifçe tebessüm etti.

"Sizde çok şık olmuşsunuz komutanım." Agâh başını sallayarak ufak bir tebessüm ile karşılık verdi. Hiç bir zaman kadınların kısıtlanması gerektiğini savunan, giyimine kuşamına karışan bir erkek olmamıştı. Şuan karşısında duran kadını bile giydiği kıyafet ile yargılayacak bir adam değildi, asla ve asla da öyle biri olmazdı lakin şuan onu kendine saklama isteğinin de engel olamıyordu. Bu hisleri en çok çocukken yaşamıştı ve şimdi tekrar yaşıyor olması kendisini garip hissettirmişti.

"Sağol Üsteğmenim. Şimdi hepimiz hazırsak çıkalım, vaktimiz az." Leyal adamı onaylayarak başını salladı. Gergin değildi ama üstünden atamadığı garip bir his olduğunun farkındaydı. Bir kaç saate geçeceğini umuyordu.

"Hazırız, çıkabiliriz." Hepsi çıkışa doğru yürümeye başladıklarında Leyal elinin üstüne büyük ve kemikli bir el hissetti. Bakışlarını yanına çevirdiğinde kendisine üstten bakan Agâh ile karşı karşıya geldi.

"Bana ver, boşuna ağırlık yapma kendine." İtiraz istemeyen ses tonu ile çantayı aldığında Leyal ağırca yutkundu. Kendisini daha ne kadar şaşırtabilirdi bilmiyordu.

"Ben taşırdım komutanım." Dönen kapıdan dışarıdan yağan çıktıklarında, soğuk havayı tenlerinde hissettiler. Doğrudan yüzerine vuran rüzgar ile karışık kar ile Agâh bir adım öne geçip Leyal ile rüzgar arasındaki o doğrudan bağlantıyı en aza indirmeye çalıştı. Başarılı da olmuştu çünkü Leyal o yoğun rüzgarı fazla hissetmiyordu.

"Sen taşıyamazsın demedim Leyal, sana ağırlık olmasın dedim. Yoksa her bakımdan ne kadar güçlü bir kadın olduğunun farkındayım." Sol omuzuna dönerek hafif bir tebessüm ile Leyal'i cevapladığında, Leyal'de istemsizce tebessüm ederken buldu kendisini.

İkiside sessizliklerini koruyarak valenin araçlarını getirmelerini beklerken otele girip çıkanların bakışları kendilerine dönüyordu. Neyin bu kadar dikkat çektiğini anlayamasalarda pek umurlarında değildi. Kısa bir bekleyişin sonunda arabaları geldiğinde Agâh kadının önünden yürümeye dikkat ederek kendilerine kapıyı açan valeyi es geçip arka kapıyı Leyal için açtı. Leyal beklemeden kendisine açılan kapıdan içeri girerek arka koltuğa oturdu. Hemen yanına Agâh bindiğinde biraz daha yana kayma gereksinimi hissetti ve hafifçe yana kaydı. Zaten yanına oturan adam fazlası ile yer kaplamıştı ve omuzları ile dizleri birbirine değiyordu. Koskocaman arabanın içinde bir anda küçücük kalmıştı ve bu Leyal'in biraz sinir etmişti. Bu adamın bu kadar cüsseli olaması ve kendisinin 1.70 boyu ve giydiği topuklu ayakkabılar ile hâlâ yanında küçücük kalması gerçektende sinirini bozuyordu.

Kağan ve Çolpan ikilisi de arabaya bindikten sonra Kağan beklemeden aracı çalıştırarak yola koyuldu. Büyük bir sessizliğin hakim olduğu arabada hekes kendi düşüncelerine dalmıştı. Leyal arabanın camından dışarıyı izlerken Agâh ara sıra bakışlarını ona çevirerek yüzünü izlemekten kendini alıkoyamıyordu. Bu durumlara düşecek adam mıydı diye kendini sorguladığında yüreği kendisine sert bir tokat ile cevaplıyordu.

Bu hallere değil bir yüreğe düşecek adamdın...

Kısa olmayan bir yolculuğun ardından ihalenin yapılacağı binanın önüne geldiklerinde herkes yerinden dikleşti ve arabanın içinden binayı incelemeye başladılar. Kağan ön koltuktan arkaya doğru dönerek elinde tuttuğu dört tane küçük kulak içi kulaklığı komutanlarına uzattı.

"Her konuşmamız timin geri kalanına iletilecek. Timin geri kalanı iletişim halinde olacak fakat biz sadece onların sesini duyabiliriz dikkatli olmak zorundayız. Zaten ihalenin yapılacağı odaya çok sayıda dinleme cihazı ve gizli kamera yerleştirilmiş durumda ayrıca olumsuz bir durumda özel harekattan ve MIT'den iki ekip hazır halde bir kaç sokak ötede hazır bekliyor. Keskin nişancılarımız çoktan yerlerini aldı, çok yönlü takip ve koruma mevcut. Öyke komutanım ile Börte komutanım da aynı şekilde izlemede. " Kağan verdiği kulaklarıları herkes takarken bir yandanda bilgi veriyordu.

"İki ortak olarak orda olacağız. Kağan holdingin avukatısın, dosyayı ihale başkanına sen sunacaksın. Çoplan finans müdürümüzsün, verilen her teklifi not alıyormuş gibi yapacaksın herkese işimizi fazlası ile öneme alıyoruz ve verilen teklifleri değerlendirerek bir sonraki ihaleye ona göre katılıyoruz imajı veriyoruz. Hedef göründüğü andan itibaren hepsiniz gözünüzü kulağınızı dört açıyorsunuz! Anlaşılmayan bir durum?" Agâh tek tek emilerlerini sıraladığında herkesten bir ses yükseldi.

"Emredersiniz komutanım!"

Önce Agâh ve Leyal arabadan dışarı adım attılar daha sonra Kağan ve Çolpan evrak çantalarını alarak yanlarına geldi. Agâh derin bir soluk alarak omuzlarını dikleştirip çenesini havaya kaldırarak sol kolunu Leyal'in beline attı. Leyal beline dolanan Agâh'ın kolu ile nefesinin kesildiğini hissetti bir an. Kalbi gümbür gümbür atarken titrek bir soluk bıraktı ve yanındaki adama alttan derin bir bakış atarak hafif bir gülümseme bıraktı. Agâh aldığı onay ile kadının belini daha fazla sarmalayıp yürümeye başladı, bir çok kişinin bakışları kendilerindeydi. Herkes merak ve çatık kaşlar ile onları inceliyordu. Herkes bir amaç için buradaydı ve bir çoğu onlarca ihaleye katılmış şirketlerdi. İlk defa bir ihalede yabancı yüzler görüyorlardı...

"Dikkat çektik, bakalım asıl hedefimizinde dikkatini çekebilecek miyiz?" Agâh alaylı bir şekilde konuştuğunda Leyal'in sağ dudağı hafifçe kıvrıldı.

"Eminim ki oldukça dikkatini çekeceğiz." Kendinen bu kadar emin konuşması Agâh'ı daha fazla kadına çekiyordu ve bu bir mıknatıs gibiydi.

"Öyle diyorsan öyledir Üsteğmenim." Leyal saçları arasında hissettiği ılık nefes ile bir an gözlerini kapatmak istedi. Bu kadar yakınlık hiç iyi değildi hemde hiç.

"Öyle diyorum Yüzbaşım." Başını çevirerek tek kaşını kaldırarak konuştuğunda ikisi arasında ki mesafe bir karıştan daha azdı. İkisininde soluğu birbirine karışıyordu ve bu ikisininde hiç olmadığı kadar hoşuna gidiyordu.

Aralarındaki bakışmayı ilk kesen Leyal oldu binaya girip asansörlerin önünde durduklarında hâlâ herksin bakışları kendilerinin üzerindeydi. Gelen asansöre binen dörtlü gidecekleri kata bastılarında hepsi rahat bir nefes verdi.

"Çok gerildim ulan." Kağan'ın isyan dolu sesini duyan Leyal ve Çolpan bu isyanına göz devirirken Agâh sabır dileyerek başını yukarı kaldırdı.

"Gerilmenin sırası mı Kağan?" Agâh sinirli bir şekilde söylendiğinde Kağan hemen savunmaya geçti.

"Ama komutanım gözleri ile yediler bizi. Resmen gözleri ile ateş ettiler, genç yaşımda dul mu kalayım?" Kağan kendini savunma şekline Leyal kahkaha atmak istedi. Ne saçmalıyordu?

"Sen yine saçmalamaya başladın Kağan sus biraz!" Ağanın uyarı dolu sesin Kağan omuzlarını diksede alayvari tutumundan vazgeçmedi.

"Ama komutanım görmüyor musunuz? Ayak üstü yediler bebek gibi suratımı hayır yani hiç mi ultra yakışıklı, güzel ve seksi bir erkek görmediler." Ayıplar gibi konuşmasına timde operasyonu uzaktan izleyen ekip kahkahalar ile gülerken Agâh sabır diler gibi başını havaya kaldırıp bir soluk bıraktı.

"Kağan?!" Dişleri arasında konuştuğunda Kağan gerilerek dişlerini göstererek gülümsedi.

"Komutanım?" Diyerek karşılık verdiğinde Leyal istemsiz bir şekilde kıkırdadı

"Kağan!" Agâh tekrar ismini tekrar ettiğinde bu aslında susması için bir uyarıydı lakin Kağan bunu algılayamıyordu yada görmezden geliyordu... Sınırları zorlamayı seviyordu.

"Canım komutanım?" Şirince gülümsediğinde Agâh baş parmağı ve işaret parmağı ile burun kemerini sıktı.

"Şimdi senin o ultra yakışıklı suratını ultra şekilsiz bir yüze çevirmemi istemiyorsan sus!" Tehdidi karşısında Kafan'ın gözleri fal taşı gibi açıldı ve derin bir yutkunma bırakarak esas duruşa geçti. Yüzü onun en kıymetli hazinesiydi...

"Emredersiniz komutanım!" Agâh tekrar sabır dileyerek ters bir şekilde Kağan'a baktığında Kağan Yurtkunarak geriye bir adım attı.

Asansör inecekleri kata geldiğinde önce Leyal ve Çoplan daha sonra Agâh ve Kağan inerek önlerindeki uzun koridorun sonundaki odaya doğru kendilerinden emin adımlar ile ilerlemeye başladılar. Sonunda ihalenin yapılacağı odaya geldiklerinde hepsi derin bir soluk çekerek içeri ilk adımlarını attılar. Dörtlü içeri adım atar atmaz ortamda süre gelen konuşmalar bir anda son buldu. Herkesin dikkati kendilerine yöneldiğinde onlarla beraber bir kişi daha onlara dikkatle bakıyordu.

Dinçer ARSLAN

Masanın başına oturmuş ve kendinden emin bir ifade ile kendilerini süzüyordu. Gözlerinde hiç iyi olmayan parıltılar vardı ve bunu herkes fark etmişti. Oldukça şık giyinmiş ve gerçek anlamda yakışıklı bir adamdı, herkesin dikkatini kolayca çekebilecek bir duruşu vardı. Bakışlarından ve duruşundan özgüven ve saygı akıyordu fakat buna rağmen içinde büyük bir çöplük vardı. Yüreği karanlığa boyun eğmişti, zihni ve ruhu ise satılmıştı. O bir haindi ve Leyal, Bige, Börü ve Kalkan timi onları sonsuza dek yok etmek için ilk adımı atmıştı. Adım adım, bütün piyonları yok ederek yılanın başını ezeceklerdi, verdikleri her şehit için, göz yaşı döken her anne ve baba için, doyamadıkları sevdaları için, göremedikleri evlatları için. Muratlarına eremeyen şehadet şerbetini tatmış her Mehmetçik için hesap sorulacaktı ve bu uğurda can vermekten de kan dökmekten de asla vazgeçmeyeceklerdi...

"Hedef göründü tim, Başlıyoruz!"

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz?

 

 

Loading...
0%