Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.BÖLÜM: "GEÇMİŞE KARIŞMAK"

@yildiztozuyazari7

Yeni bölümden kocaman merhabalaaaarrr. Nasılsını? Umarım iyisinizdir ve umarım bölümü beğenirsiniz🤍 Bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayalım lütfen, şimdiden teşekkürler. ⭐

​​​

23 Ocak 2003, ANKARA

Burnunun ucunda ruhunun küllerinin kokusu vardı. Cayır cayır yanan yüreği bugün ruhunun idamına karar vermiş gibi yastaydı. Bedeninde kol gezen yoğun ağrılar büyük bir felaketten çıkmış gibi kendisini bitap düşürmüştü. Küçücük kalbi bir kuşun avcıdan kaçışı kadar hızlı ve ürkek çarpıyordu. Bulunduğu odanın dışında annesinin yalvarmaları, kulağını küçük elleri ile kapatmasına rağmen ruhunu delip geçiyordu. Halbuki ki her defasında alıştım dediği bu haykırışlar her defasında yüreğinde büyük depremler meydana getiriyordu. Eve geldiği günden bu yana beş gün geçmişti, beş azap dolu gün, beş yüreğinin ağlamaktan başka birşeyi yapmadığı gün. Beş annesinin haykırışları ve kimsenin yardım eli uzatmazdığı gün.

Tam beş gündür, bulunduğu odadan dışarı adımını atamıyor ve korkudan annesine yardım eli uzatamıyordu halbuki annesi için güçlü kalacağına söz vermişti kendisine, şimdi ise dizlerini kendine çekmiş ve sırtını buz gibi duvara yaslayarak göz yaşları eşliğinde odanın dışındaki gürültüyü duymamak için elleri ile kulaklarını kapatmaya çalışıyordu fakat bu başarısız bir çabaydı zira annesinin sessiz çığlıkları yüreğinde yankılanıyordu.

Ruhu kül kokuyordu... Rengarenk çiçekler ile bezenmesi gereken yüreği kül oluyordu...

Sonra annesinin yalvarışları daha yakından gelmeye başladı. Sonra sert ve ruhunun katilinin ayak sesleri duyuldu koridordan, daha bir sindi çöktüğü duvar dibine daha bir sıktı kendisini. Gözlerini sıkı sıkıya kapattı bu sefer, görmek istemedi canavarın bedenini, katil bakışlarını, görmek istemedi babası denilen o acımasız varlığı. Küçük ellerini daha fazla bastırdı kulaklarına, duymak istemedi daha aklının bile ermediği o iğrenç lafları. Hıçkırıkları duyulmasın diye kafasını gömdü dizlerine, çünkü babası ağlamasından da sesini duymaktanda nefret ederdi. Kendisini de sevmezdi ki zaten...

Bir kaç saniye sonra kendisini koruyabileceğini düşündüğü kapının duvara çarpma sesi yankılandı bütün evde. Oysa her seferinde o kapının babasını engelleyebileceğine inanırdı korkulu yüreği. Babasının engellenemez olduğundan bir haber... Çöktüğü yerden kendisini görmemesi için iyice sindiğinde aslında babasının eninde sonunda kendisini bulacağını biliyordu, yinede saklanmaktan hiç vazgeçmiyordu. Sonra kapı aynı gürültü ile kapandı ve bir kilit sesi duyuldu sessizliğin çığlıkları arasında, bu daha fazla onu korkutmaya başlarken kapının güçsüz yumruklanışına şahit oldu.

"Hüseyin ne olur dokunma ona, Allah aşkına yapma kurban olayım yapma." Annesinin yalvarışları doldu kulağına sonra üstünde bir gölge hissetti. Tir tir titreyerek oturduğu yerden kayarak kaçmak istedi ama her zaman ki gibi başarısız bir girişimdi.

"Küçük or*sbuda buradaymış!" Babasının iğrenç sesini işittiğinde yüreği titredi. Ayaklanmak kaçmak istedi fakat kaskatı kesilmiş bedeni buna imkan vermiyordu.

"B-baba." Yalvaran sesini annesi bile duyarken babasının duymaması zalimlikti, vicdansızlıktı.

"Kurban olayım yapma ne olur yapma, dokunma ona Hüseyin!" Annesinin feryatları yankılandı sevginin adım atmadığı evlerinde, bu feryatlar kendisi içindi. Bu feryatlar birilerinin yardım eli uzatması içindi, bir yalvarıştı belki. Kimsenin duymadığı, bilerek kulaklarını kendilerine kapattığı, bile isteye gözlerini yumdukları...

"Sendin değil mi? Beni polislere sen şikayet ettin?" Nasırlı,sigaradan sararmaya yüz tutmuş kirli elleri ince kollarını bulduğunda bir hıçkırık daha firar etti dudakları arasından. Başını iki yana sallayarak red etti, hiç birşeyden haberi yoktu. Neden şimdi kendisini suçluyordu ki?

"Kes ulan o sesini!" Diye kükreyerek kendisini odanın diğer tarafına fırlarttığında büyük bir çığlık koptu ağzından. Dizlerinin üzerine büyük bir hız ile düştüğünde ağlaması daha fazla şiddetlendi, annesinin çaresizlik içindeki o yalvarış tınıları daha da arttı.

"Yalvarırım yapma Hüseyin o daha çok küçük ne olursun yapma! Aç ne olursun aç şu kapıyı!" Saçlarına asılan büyük eller ile küçük elleri saçlarındaki elleri buldu. Can acısı ile büyük bir inleme firar etti dişleri arasından, çok sevdiği saçlarını kurtarmak istedi canavardan. İttirmeye çalıştıkça saçındaki el daha kuvvetli kavradı saçlarını.

"Analı kızlı o nohut kadar aklınızla beni polise şikayet edersiniz ha? Yürek ki yediniz lan siz?" Şiddetli tokadı yüzüne patladığında acı haykırışı odanın içinde yankılandı. Sol yanağına yediği tokat ile başı sağ tarafa düşsede babası daha tokadını sindirmesine izin vermeden saçlarına asılarak ayağı kaldırıp duvara fırlattı kendisini.

"Yalvarırım yapma, yapma ne olursun yapma! Allah'ım yardım et! HÜSEYİN!!" Bazı kadınlar şansız doğradı ve bazı kızlar annelerinin kaderini yaşamaya mahkum edilirdi. Dünya gözü ile sevgi görmeyen annesinin yürek dağlayan figanlarına şahit oluyordu acımasız dünya.

Bazı babalar avuç içlerinde çiçekli bahçeler, mavi bir gökyüzünü taşır ve kızlarına çiçek kokuları ile dolu bir dünya armağan ederdi. Bazı babalar ise ruhlarında kızlarının katilini taşırdı, avuç içlerinde acımasızlığı, yüreklerinde karanlığı taşırdı.

"Sizi bugün elimden kim alacak?! O çok güvendiğiniz şerefsizler mi kurtaracak sizi?!" Küçük kızı tekrar saçlarından tutarak yüzüne okkalı bir tokat daha geçirdiğinde bir sesli ağlayışı artık bağırışlara dönmüştü. Ağzındaki metalimsi tuzlu tat ile dudağının patladığını anladığında korku ile çığlık attı. Küçük elleriyle babasının güçlü ve büyük ellerinden saçlarını kurtarmaya çabaladı, o çabaladıkça babası daha fazla baskı uyguluyordu.

"B-bırak!" Kekeleyerek inlediğinde canının yanmasından dolayı konuşamıyordu. Babası onun canının ne kadar yandığını görmüyordu,kendi elleri ile kızının canını yaktığını, ruhunu öldürdügünü görmüyordu. Gözleri öfkeden kör, kulakları sağır olmuştu, ne kendi çığlıklarılarını nede karsının yürek yakan ağlayışlarına tepki veriyordu. Tek odağı can yakmaktı ve bunu başarmıştı,hem kızının hemde karısının ruhunda ömür boyu silinmeyecek izler bırakmıştı...

"Bırakayım öyle mi? Seni küçük kaltak, herşey senin başının altından çıkıyor değil mi? Bacak kadar boyunla beni şikayet edersin hı! Öldüreyim mi lan seni? Öldüreyim mi?" Gür sesi dışarıdan duyuluyordu lakin komşuları yine her zaman olduğu gibi tepkisizlerdi. Televizyon izlermiş gibi pencerelerden çıkar ve kendi evlerini dikizlerdiler ama yardım çığlıklarına hep kulakları sağırdı, onlara el uzatmayacak kadar vicdansızlardı. Onlarında babası gibi kalpleri kararmıştı zira bu normal bir aile tartışması değildi bu bir zulümdü, bu anne-kızın çaresiz yardım çağrılarıydı.

Kimsesiz kalmış yüreklerin acı dolu yalvarışlarıydı...

"Baba ne olur, ne olur b-ben birşey yapmadım baba." Küçücük bir bedenin ruhunun katiline karşılık verdiği büyük bir direnişti yaşadıkları. Leyal daha altı yaşındayen büyümüş kocaman bir kızdı...Büyümeye mecbur bırakılmış yüreği, hayatın kendileri için oynadığı oyunlara direnmek için büyük bir savaşa girmişti. Bu savaştan büyük yaralar alacağı kesindi lakin yaşayabilecek miydi, işte bundan emin olamıyordu...

Bazı savaşlar öldürmez ağır tahribatlar bırakırdı ruhlarda, zihinlerde, yüreklerde...

"Hüseyin aç şu kapıyı aç! " Leyal annesinin sesini tekrar duyduğunda gözlerini sıkıca kapattı. Altı yaşında küçük bir çocuk için çok ağır değil miydi bu yaşananlar? Boya kalemlerinde, oyun hamurlarında, oyuncaklarda belkide hikaye kitaplarında görmesi gereken renkleri bedeninde görmesi ağır değil miydi?

"Kes sesini lan kes! Sizi öldürmeyeceğim, ölüm sizin için kurtuluş olur ben buna izin verir miyim sanıyorsunuz. Size öyle şeyler yapacağım ki ölmek için yalvaracaksınız." Saçlarını elinde olan kızı tek hamlede kaldırarak kafasını duvara çarptı ve elinin tersi ile bir tokat daha attı. Yediği dayaktan dolayı artık bedeni iflas bayrağı çekmişti Leyal'in.Çelimsiz bedeni artık uğradığı şiddete daha fazla dayanamıyordu, gözleri yavaş yavaş kapanırken hırsını alamayan babası kafasını bir kere daha duvara çarptı.

"B-baba ne olur, ne olur..." Dudaklarından firar eden fısıltısını kendisi bile zarzor duymuştu.

Ölüm kavramının ne demek olduğunu bilmeyen benliği ölmek istiyordu. Oysa o hep sonsuza dek yaşayacaklarını hayal ederdi.

"Aç şu kapıyı aç Allah'ın belası aç! Allah'ım, Allah'ım yalvarıyorum yardım et. Yardım edin ne olur biri yardım etsin... Ne olur!" Kapının yumruklanan sesi artık kulaklarına birer uğultu gibi geliyordu...

Yerde öylece uzanmış gelecek olan darbeyi beklerken bu bekleyişi uzun sürmedi ve babası yüzüne bir tokat daha atarak saçına asılarak kendi yüzüne doğru yaklaştırdı. Saç diplerinin acısı ve yüzüne aldığı darbeler ile kısıkça inlerken arka fonda çalan müzik annesinin can yakan bağırışlarıydı.

"Sizide o şikayet ettiğiniz devletin itlerini de öldüreceğim. Ama korkma benim güzel kızım, size daha sıra var öleceğiniz güne kadar yaşayacaklarınıza kendinizi hazırlayın!" Kendisini bir çöp gibi fırlatarak ayaklandı ve tiksinti dolu bir bakış atarak kendisinden uzaklaşarak aynı öfke ile kapıyı açıp kapının önünde perişan olmuş annesinin yüzüne de bir yumruk atıp ağza alınmayacak küfürler ile evi terk etti.

Leyal kısık gözler ile sürünerek kendisine gelen annesini izledi bir süre. Gözünden akan yaşlar dudağından ve kaşından parkeye yayılan kanlara düşerek birbirine karışıyordu. Annesinin yaralı hali ile kendisini kucaklayışını, ağlayarak birseyler söylediğini hayal meyal hatırlıyordu, tek isteği biraz uyumaktı. Sonsuza dek uyumak...

Mutluluktan ağlamak değilde acıdan ve yaradan ağlamak zordu ve daha zor olanı göz yaşınıza kendi kanınıza karışmış olmasıydı...

Küçük Leyal yaşadıklarını ömür boyu unutmayacağını biliyordu lakin yinede yaşamak istiyordu. Annesi ile güzel bir hayat yaşamak istiyordu, sevgiye hasret kalmış kalplerinin sevgi görmesini hiç sarılmamış nedenlerinin şefkatli kollar ile sarılmasını istiyordu. Hiç sevilmemiş olan annesinin sevilmesini istiyordu, gökyüzünü hapis olduğu bir evde değilde dışarıda bir yerlerde özgürce izlemesini istiyordu. Özgürce nefes almanın nasıl birşey olduğunu, oyun oynamanın ne demek olduğunu, bir arkadaşın nasıl olduğunu, çekinmeden gülmenin, konuşmanın, mutluluktan ağlamanın, çikolata yemenin, yada sadece korku olmadan uyumanın nasıl birşey olduğunu hayatlarında bir kere de olsa yaşamak istiyordu. Sadece annesi ile mutlu olmak istiyordu, mutlu ve huzurlu olmak...

Gözleri tamamen kapandıysa ile rahat bir soluk firar etti dudaklarından. Annesinin bu gece onu yalnız bırakmayacağını biliyordu, diğer her gece gibi... Bu yüzden rahatlıkla uyuyabilir ve huzuru bulduğu tek yere yani çiçeklerle dolu rüyalarına gidebilirdi. Belki de bir gün gerçekten o çiçeklerin arasında dolaşır ve mavi gökyüzüne bakarak içten bir kahkaha atardı ve belkide annesi de yanında olurdu kim bilir...

Yaşam onlara hep fırtınalar ile dolu bir gökyüzüydü...

🌙

GÜNÜMÜZ, ANKARA

Herkesten kaçarken dönüp dolaşıp tutulduğum sendin.

Kaçarken düştüğüm, düşerken tutunduğum yürek sendin.

Sızlayan dizlerime, yanan avuç içlerime merhem olan,

Saçlarıma çiçeklerden taç yapan, beni yüreğine sultan kılan yine sendin...

Zamanın üzerine devrilen gölgelerin ağırlığı bir müzisyenin piyanosundan yükselen ıssız bir melodi ile yaralı ruhların üzerine düştüğünde dünyanın duvarına çarparak insanlığa geri dönen uğultulu müziğin can yakan fısıltıları yürek burkan bir melodiye eşlik ediyordu.

Bir örümceğin kendine göre güçlü lakin bir insana göre zayıf olan ağları kader ağlarına galip gelmiş ve insanlığı bir kukla misali parmakları ile oynatmaya başlamıştı. Yaşadıkları dünyada sürekli bir yerlere savrulan insanlığın buna yaşam demesi ise ürkütücü bir kabullenişti zira herkes kendi hayatının başrolü binlerce kişinin de yan karakteriydi belki de sadece sıradan bir figürandı ve bazen hayatımızın dönüm noktaları basit bir figüranın ufak bir dokunuşlarından geçerdi.

Belkide bizim hikayemizin kahramanı başka bir hikâyenin figüranı, kalbimizin başrolüydü...

Sessizliğin ve hep operasyonların, planların, toplantıların gündemde olduğu karargah bugün yoğun bir güne şahitlik ediyordu. Dışarıda kopan fırtınalara inat ruh hallerinin iyi olduğu bir güne uyanmıştı her iki timde, keyifleri hiç olmadığı kadar yerindeydi. Yüreklerinde ve bedenlerinde var olan rahatlama ilk operasyonu başarılı bir şekilde atlatmış olmalarıydı, hepsi rahat bir nefes almış fakat hemen bir rehavete de kapılmamışlardı zira bundan sonrası onlar için fazlası ile zor olacaktı. Onlar zorlukların üstesinden gelmeyi başaran dirençli askerlerdi, ne olursa olsun bu operasyonu başarılı bir şekilde bitireceklerinden şüphe yoktu. Bu bir direnişti, bir baş kaldırıydı, bir isyandı.

Düşmanı zihnlerinden vurarak ruhlarını katletmek,zeka ile harmanlanmış zarif bir ihtilalin başlangıcıydı...

Savaş ince düşünenlerin, keskin hamleler yaptığı bir ortamdı. Çoğu zaman zeka yönetirdi bedenimizi savaşta, bir satranç tahtası üzerindeki hamleler gibiydi. Çok taş deviren değil, önemli olan taşı düşüren kazanırdı. Ama onların amacı hem önlerindeki bütün piyonları düşürüp önemli olan şahı mat etmekti.

Bazen bir piyon sizi şaha götürür ve mat yapmanız için size yol gösterirdi. Ve yapacağınız tek hamle ya savaşı sonlandıracak yada savaşı kızıştıracak en etkili eylemdir. Şah size gelir, mat yine sizin takdirinize kalır. Şah düşmanızdır, mat ise sizin zekanız...

O yüzden çok düşünen ve az konuşan yapısı olan iki tim komutanının bir araya gelmesi kaçınılmaz olmuştu elbette ki. Yüzbaşı Artun Agâh önünde duran dosyaları imzalarken biraz dalgındı, operasyon istedikleri gibi sonuçlanmış ve bekledikleri gibi bir olumsuzluk ile karşılaşmamışlardı. Ve istedikleri gibi hedefin dikkatini çekmeyi başarmışlardı bu da demek oluyordu ki Dinçer ARSLAN denilen herif bir kaç gün içinde kendileri ile iletişime geçerek bir ortaklık teklifi sunacaktı.

Adamın ismi bile kendisini rahatsız ediyordu ve bunu belli etmekten çekinmiyordu zira adamın tavırları ve bakışları hiç hoşuna gitmemişti. O adamın altından daha fazlası çıkacakmış gibi hissediyordu, o bir piyon değildi piyon olamayacak kadar zeki olduğu kanaatine varmıştı bile. Burnuna hiç iyi kokular gelmiyordu, normal bir iş adamı olmadığı aşikardı zira bir düzine silahlı koruma ile katılmıştı ihaleye. Normal bir iş adamı profili çizse de ve herkes buna inanmış da olsa kendisi buna inanmıyordu. Belki de kendisi hakkında elinde bir çok bilgi olduğu içindi bu güvensizlik lakin biliyordu ki hakkında hiç bir bilgi elinde olmasaydı da o adamın normal bir iş adamı olmadığını anlardı. Belki de mesleki deformasyondan dolayıydı bu kadar dikkatli incelemesi ve bir kanıya varması fakat birşeyi çok iyi biliyordu ki bu adamın bir piyon değil bir kale görevi yaptığıtdı.

Kafasında dönüp dolaşan düşünecelere bir son vermek için elindeki dosyayı masanın kenarına atarak kendisi için verilen odaya kısa bir göz gezdirdi. Küçük sayılmayacak büyüklükte içinde banyosu, çelik personel kıyafet dolabı, tek kişilik bir yatak ve çalışma masası olan sade bir odaydı. Üs genel olarak fazlası ile büyüktü, her bölüm özel bir güvenlik sistemi ile korunuyordu, buna kendilerine verilen odalarda dahildi. Tim komutanları ve her iki timin her üyesi için şahsi oda tahsis edilmişti öyle ki herşey sanki daha önce planlanmış, kendilerinin buraya geleceklerinden eminlermiş gibiydi, bu gizli üs gerçektende zekice tasarlanmıştı fakat dün komutanı ile görüştüğünde ilk operasyon sonrasında başka bir bölgeye geçmeleri gerekebilecekleri bilgisini almıştı. Ayrıca ülke genelinde TEM-MIT ortak operasyonu ile bir baskın düzenlenecekti ve ondan öncesinde Dinçer ARSLAN'ı en kısa sürede canlı bir şekilde ele geçirmeleri gerekiyordu.

Dinçer Arslan'a ait ülkede bulunan rezidanslar, apartmanlar hatta bir çok iş yeri MIT takibindeydi. Ne kadar dışarıdan normal bir binalar olarak görünselerde içerisinde terör örgütlerine asker yetiştirmek amacı ile toplanmış kimsesiz çocuklar ve sınır içi ve dışında gerçekleştirmek istedikleri eylemlerin planları mevcuttu. Bu yüzden şimdilik yakından takip ederek olası eylemlerin önüne geçmek ilk hedefleriydi. Hedef ele geçirildikten sonra aynı anda bir çok yerde şafak operasyonu düzenlenecekti. Terörü yok etmek için bir çok birlik ile ortak yürütülüyordu bu operasyonlar, gerektinde destek çıkabilmeleri için herşey ilmek ilmek tasarlanmıştı ve umuyordu ki tek bir kayıp dahi vermeden zafer ile bitireceklerdi.

Agâh oturduğu masa başından sakin bir hareket ile kalkarak odanın çıkışına doğru ilerledi. Kapının yanında bulunan göstergeye dokunarak kapının kendisi için açılmasını sağladı ve aynı sakinlik ile kendini koridora attı. Şahsi odaların bulunduğu koridor oldukça sessizdi, bugün herkese biraz dinlenmeleri için izin verilmişti bu yüzden herkes bir yere dağılmış olmalıydı. Ama onun merak ettiği bir kişi vardı ve onu bulmak için çıkmıştı odasından. Elindeki kart ile koridorun sonundaki kapıyı açarak başka bir koridora geçtiğinde kulağına dolan sesler ile ufak bir soluk verdi, kadınlı erkekli kalabalık sese doğru ilerlediğinde duymak istediği sesi bir türlü duyamadığı için kalbi huzursuzluk ile kıpırdandı. Bir kaç büyük adım ile sola döndü ve kapısı açık olan büyük dinlenme odasına girdi. İlk gördüğü kişi koltuğa yayılarak oturmuş bir Öyke ve yanındaki teğmen Börte'ydi daha sonra bir birbirleri ile sohbet eden diğer tim üyelerine ve mutfak kısmında bir o tarafa bir bu tarafa giden Barış, Sökmen, Çoplan ve Amine'yi girdi görüş açısına. Odadaki büyük masa hazırlanmıştı ve bu mutfaktaki dörtlünün işi olmalıydı.

İki timinde birbirlerine alışmış olduğunu görebiliyordu ve bu onu birazda olsa rahatlatmıştı. Zira güven onlar için çölde bulunan bir damla su gibiydi, iki timin birbirine güvenmesi önemliydi. Evet belkide dışarıdan herkes için sadece askeri bir tim olabilirlerdi fakat onlar bir timden daha fazlasıydı, bir aileydiler. Birbirlerinin abisi kardeşiydiler, birbirleri için yeri gelir can alır can verirdiler.

Güven onları birbirine bağlayan bir kör düğümdü. Düğümü çözülmez ama koparılınca da geri dönülmez sonuçlara yol açardı.

Agâh yüreğinin aradığı kadının burda olmadığını anlayınca kaşları derince çatıldı. Herkes buradayken Leyal'in burda olmaması onu meraklandırmıştı. Dün ki görevden sonra bir daha görmemişti kadını ve geceden beri aklından ve yüreğinden çıkaramamıştı. Geceleri uyuyamazdı Agâh bu yüzdendir ki bütün gecesini genç kadını düşünerek geçirmişti, daha doğrusu kadın ile konuşacağı konuyu düşünerek geçirmişti.

Derin bir soluk alarak içeri doğru bir adım attı, kendisini fark eden Börte anında ayaklanarak esas duruşa geçti ve gür bir ses ile bağırdı.

"Dikkat!" Börte'nin sesini duyan her iki timin üyeleri de esas duruşa geçtiklerinde Agâh geniş koltukta yaylanarak oturmuş olan Öyke'ye ters bir bakış atarak gözlerini ayırmadan konuştu.

"Rahat!" Diyerek gür bir sesle emir verdiğinde iki timin üyeleride rahatsızlıkla kıpırdanarak kararsızca komutanlarına baktılar.

Agâh kendisine kararsızca bakan askerleri ile sert bir soluk alıp verdi. Neden bir emri iki defa kendisine tekrar ettirdiklerini anlayamıyordu.

"Rahat dedim asker, az önce nasılsanız öyle devam edin!" İfade barındırmayan ses tonu ile ikinci defa konuştuğunda kendisini onaylayan askerlerine bir bakış atıp kendini tekli koltuklardan birine attı. Bakışları odanın içinde gezinirken hemen hemen herkesin burda olduğunu gördü bir kişi hariç. Neredeydi? Dışarı mı çıkmıştı? Huzursuz bir şekilde yerinde kıpırdandı, gözleri tekrar mutfak kısmına kaydı.

"Ne yapıyor bunlar?" Öyke'ye dönerek konuştuğunda Börte yerinde dikleşerek cevap vermek için dudaklarını araladı. Yanında yaylanarak uzanmış ve gözlerinu kapatmış olan adamın cevap vermeyeceğini biliyordu.

"Bizim çocuklar operasyonun ilk adımının başarısı nedeniyle bugün hep beraber bir kahvaltı yapalım diye öneri sundular hem böylelikle iki tim daha fazla kaynaşır diye düşünmüşler, Öyke komutanım da kabul etti komutanım." Düz sesi ile karşısında yanındaki adama ifadesizce bakan komutanına cevap verdiğinde kısa bir baş onayı aldı. Gerginlikle yerinden hareket etti, Öyke komutanı yanında oturması için emir vermişti ve bir saate yakındır burda adamın yanında oturuyordu. Bu onu öfkelendirsede ağzını açıp birşey diyemiyordu.

"Gece beşik mi salladın hayırdır ne bu yalanmış uyukluyorsun?" Gergin yüz hatları ile Öyke'ye hitaben konuştuğunda arada bir gözleri kapıya takılıyordu.

"Aynen ondan." İstifini bozmadan verdiği cevap ile Börte hafifçe boğazını temizledi ve adama bakmaya devam etti. Gerçekten fazlası ile rahat bir adamdı. Öyke boğazını temizleyen kadın ile tek gözünü açarak kadına kısa bir bakış atıp tekrar kapattı. Bütün gece uyumasına engel olan düşüncelerinde hep bu kadın vardı ve öfkesi bir volkan misali içinde patlayıp duruyordu. Kendisi bu değildi ve kendine çeki düzen vermek adına bütün gece kendine sövmüştü ve işe yaramış gibiydi kendi benliğine dönmek zor olmamıştı. Belki de kendini böyle olduğuna inandırıyor, kendini kandırıyordu...

"Gereksiz herif." Diye söylenerek sırtını tekrar oturduğu koltuğa yaslayarak Öyke'nin yanında oturan kadına düz bir şekilde bakarak tekrar dudaklarını araladı.

"Üsteğmen Leyal neden burda değil? Çağırmadınız mı?" Ses tonundan ve bakışlarından hiç bir ifade okunmuyordu öyle ki Börte adamın sanki öylesine gereksiz bir soru sorduğunu bile düşünebilirdi.

"Elbette çağırdık komutanım, dışarıda bir kaç saatlik işi vardı. Sabah erkenden çıktı birazdan burda olacaktır." Agâh'ın kaşları daha fazla çatıldı. Kadının nerde ne yapıyor oluşunu bilmemek onu huzursuz ediyordu.

"Önemli bir durum mu var?" İlgilenmiyormuş gibi bir ses tonu vardı fakat Öyke adamın merakını anlayarak alay ile bir tebessüm etti.

"Sanmıyorum, öyle olsa mutlaka haberlerimiz olurdu komutanım." Börte'nin kendinden emin sesini duyan Agâh yinede tatmin olmadı. Doyumsuz biri miydi bilmiyordu ama tek istediği kadının sürekli gözünün önünde olmasıydı, şimdi burda olmaması kendisini rahatsız ediyordu. Yinede birşey demeden kafasını sallayarak onayladı ve Leyal'in gelmesini beklemeye başladı.

Yüreği otuz yaşına merdiven dayamış bir adam için fazla sabırsızdı. Bunca yıllık arayışı son bulmuş olsada kadının kendisini hatırlamıyor oluşuna içerliyor fakat hiç bir tepki veremiyordu. Düz bir adamdı, kendi kuralları ve doğruları olan mesleğine aşık, vatanını kendine sevda bilmiş yürekli bir adamdı lakin kadını gördüğü günden beri hislerine engel olamıyordu.

Mesleğe başladığından beridir bir çok operasyona katılmış bir çok göreve gitmiş bir çok gizli görevde bulunmuştu, defalarca ölümden dönmüş, bedeninde sayısız iz bırakılmıştı yine de her görevini layıkıyla yerine getirmiş ve bir çok başarıya imza atmıştı lakin hiç birinde bu kadar diken üzerinde olmamış yada tedirgin olmamıştı.Bu timindekilere yada Kalkan timine güvenmediğinden dolayı değildi bilakis her iki timede sonsuz bir güveni vardı. Onun korkuları başkaydı, bunca yıllık yaşamında askerleri dışında kimsenin hayatı için endişe etmemişti ama şimdi sırtını dayadığı kadının saçının teline zarar gelecek olması onu delirtiyor düşüncesi bile onu ölüme sürüklüyordu. Bu yüzden kadını sürekli yanında, gözünün önünde olmasını istiyordu.

Yıllar önce olduğu gibi tekrar kaybetmek istemiyordu, bu yaşına kadar onun bir yerlerde nefes alıyor olduğunu düşünerek, buna inanarak yaşamıştı. Şimdi bulmuşken tekrar kaybetmek istemiyor ve bu kaybın yine kendi hatası yüzünden olmasını istemiyordu. Onu tekrar hayatına alacaktı, aralarında bariz bir çekim olduğu ortadaydı ve bu hiç olmadığı kadar hoşuna gidiyordu. Bunca sene ne yaptığını merak ediyordu, kendilerinden ayrıldıktan sonra-buna mecbur bırakıldıklarından sonra- nereye gittiklerini, neden kendisini unuttuğunu, neden onu hiç atamadıklarını sormak istiyordu. Fakat kadının kendisine karşı öyle bir tepkisizliği vardı ki işte en çok bu onu hiç olmadığı kadar yaralıyor ve sebebini sorgulamadan edemiyordu.

Kalp uslanmadıkça akıl divane ederdi insanı.

İnsanların çocukluk diye geçiştirdiği duyguları bir ömür sahiplenmiş bir adamdı. Asker adam mesleği ile evlenir, mesleği ile yaşar ve mesleği ile şehadete erişirdi. Evet o vatanına aşık bir adamdı lakin daha on yaşındayken başka bir sevdaya da düşmeden edememişti. Bir yüreğe iki sevda sığmaz diyenlere inat iki sevdasına sahip çıkardı çünkü bilirdi o yüreğine ihanet edemeyecek kadar yürekli bir adamdı. Kendisini tanırdı, aşkı annesinden ve babasından görmüş öğrenmiş bir adamdı. Her kadının gönlüne mavi boncuk dağıtmak yerine tek bir kadının gönlüne gökyüzünü sunmaya, o kalbe baharlar getirmeye yemin etmiş bir adamdı.

Sevmek yürek isteyen bir eylemdir; korkaklığı kabul etmez bu yüzden her yürek baş edemez...

Bu düşünceler eşliğinde gözlerini kırpmadan kapıya diktiği bakışları ile tamamıyla herkesten soyutlanmıştı. Bir kaç dakika sonra görüş açısına giren kadın ile yerinden dikleşerek gözlerini ayırmadan kadını izlemeye başladı. Yine siyahlar içinde duran kadın ile aldığı soluk sekteye uğrarken sessizce boğazını temizleyip ifadesiz gözler ile kadının kendilerine doğru gelişini izlemeye başladı. Akışına bırakmayı tercih etmişti artık, zamanla kendiside bizzat şahit olarak öğrenecekti nelere olacağını.

Hemen bir kaç adım ötesinde duran ve kendisine bakan kadının kokusunu duyumsadığında bir an gözlerini kapatmak ile kadını burdan çıkarmak ve kokusunu kendisine saklamak arasında bocalayıp durdu. Gerçi o Leyal'i tamamıyla kendisine saklamak istiyordu ve bu arsız duyguların önüne geçemediği için daha çok öfkeleniyordu.

"Komutanım kusura bakmayın dışarıda biraz işim vardı, umarım fazla bekletmedim." Esas duruşa geçmiş bir şekilde kendisine izahat veren kadın ile derin bir soluk alarak başı ile onayladı.

"Önemli bir durum mu vardı?" Resmi bir şekilde kadın ile konuşmak kendisine bile yabancı gelsede bu duruma takılmadı. Onların mesleği belliydi ve meslekte her daim bir sınır, bir resmiyet olmalıydı.

"Önemli bir durum yok komutanım. Kişisel bir sebepten ötürü çıkmak durumunda kaldım." Agâh'ın kadının yaptığı açıklama ile kaşları daha fazla çatıldı. Kişisel bir sebep neydi? Sabah erkenden çıkacak kadar önemli miydi? En önemlisi tek miydi yoksa başka biriyle miydi? İşte bu onun için en önemli sorundu.

"Bir dahakine bana haber verin öyle gidin nereye gidecekseniz, iki timinde komutası bende." Karşısında ki kadına ne kadar sert çıkmak istemese de buna mecburdu. Onlar bir ekipti ve hepsinin canı kendisine emanetti, evet kadın gizli bir asker olabilirdi lakin bugüne kadar yüzlercesi deşifre olmuştu. Birbirleri ile iletişim halinde hareket etmek öncelikleri olmalıydı.

"Emredersiniz komutanım." Leyal adamın neye bu kadar sinirlenmiş olduğunu anlayamazsa da ses etmedi. Kızmakta haklıydı, bilgi vererek çıkmalıydı zira olası bir tehlike durumunda kendisinden haber almaları yada konumundan yer tespit etmeleri kolay olurdu.

"Otur." Agâh kadına oturması için komut verdiğinde başka bir ses kadının oturmasına müsade etmedi.

"Komutanlarım,kahvaltı hazır isterseniz masaya geçebiliriz." Alp'in ruhsuz sesini duyan Öyke anında ayağa kalkarak bir kaç büyük adımda masaya ilerlerken arkasından kendisine şaşkınlık ile bakan kadının farkında değildi elbette ki.

"Kurt gibi açım be, oooo sofraya bak sofraya." Kağan'ın sesi ile kızlar gülüşürken Agâh göz devirerek oturduğu yerden ayaklandı ve Leyal'e gözleri ile geçmesini işaret etti. Her iki timinde astları onları bekliyordu bu yüzden ikiletmeden masaya geçerek oturdu.

Agâh'ta hemen kadının yanına oturarak yerleştiğinde, Börte Öyke'ye en uzak yer neresiyse oraya oturmuştu ve bu Öyke'nin gözünden kaçmamıştı. Zaten her daim çatık olan kaşları daha fazla çatıldığında öfkeli bir soluk alıp verdi.

Herkes sırası ile yerlerine geçtiğinde iki timin üyeleride komutanlarının başlamasını bekliyordu bunu anlayan Agâh başını iki yana sallayarak onaylamaz bir bakış attı hepsine.

"Bu kadar kasmayın kendinizi, nasıl rahat ediyorsanız öyle devam edin. Biz artık bir ekibiz, elbette ki mesleğimizden dolayı gerek görevlerde gerek operasyonlarda belli bir resmiyet olacak ama onun dışında bizler bir aileyiz ve hepinizin rahat olmasını istiyorum." Kimsenin kendisinden çekinmesini istemiyordu, görünüş olarak sert bir mizacı vardı kendisi ve Öyke'nin bunu kabul ediyordu fakat kimsenin onların bu sert tutumundan çekinmesini istemiyordu. Bu yüzden böyle bir konuşma yapma gereği duydu.

"Emredersiniz komutanım!" Hep bir ağızdan komutanlarını onayladıklarında kendilerini daha rahat hissediyorlardı artık.

"Bizim zaten aramızda çekingenlik olmaz değil mi komutanım?" Akın'nın neşeli sesi ile Agâh başını sallayarak önündeki ince belli bardaktan çayından bir yudum alarak göz ucu ile yanındaki kadına baktı, kendisi gibi çay içerek konuşulanları dinliyordu.

"Sen ve çekingenlik birbirine çok uzak kavramlar zaten Akın." Sökmen'in alaylı sesini duyan Akın merakla komutanına döndü.

"O niyeymiş komutanım?" Ağzına bir zeytin atarken aynı zamanda komutanının vereceği cevabı bekliyordu.

"Niyesi mi var aslanım sen çok utanmaz bir herifsinde ondan." Sökmen'in cevabı ile aynı anda hepsi güldüğünde Akın küçük bir çocuk gibi surat asarak önüne döndü. Bari kızların yanında yapmasaydınız be komutanım diyerek içten içe sitem etti.

"Niye öyle diyorsunuz komutanım aşk olsun ya." Mızmız bir çocuk gibi bir elinde ekmek diğer elinde çayı ile çok sevilesi duruyordu, küçük haylaz bir çocuk gibiydi.

"Bence öyle değilsiniz komutanım." Zeren'de konuya dahil olduğunda Akın dudağını büzerek çaprazında oturan kadına baktı.

"Bu kadar kısa sürede Akın'ı çözmüş gibi konuşuyorsun." Kağan'ın alay ve ima dolu sesini duyan Zeren göz devirerek adama baktı. Kendisinden rütbeli de olsa kendisi ile bu tarz konuşan herkese aynı tepkiyi vermekten de çekinmezdi ki bugün izin günleriydi yani bir tık daha rahat sayılırdı.

"İnsan sarrafıyımdır." Aynı ses tonu ile karşılık verdi. Hissediyordu bu adam ile çok işi vardı ve hissediyordu bu adam kendi başına fazla dert açacaktı.

"Benim hakkımda ne düşünüyorsun o zaman onu da söylersin artık. İnsan sarrafıymışsın ya?" Kağan kendisine meydan okuyarak bakan kadına aynı bakışlar ile karşılık verdi.

"İstediğimi söylemekte özgür müyüm?" Tek kaşını kaldırarak kendisini dikkatle süzen Kağan'a cevap verdiğinde Kağan ulalaca bir gülümseme bahsetti karşısındaki kadına.

"Elbette." Eli ile buyur işareti yaparak çatalına aldığı peyniri ağzına atarak kadının söyleyeceklerini bekledi.

"Nedense çok güvenilir gelmedi bu sözünüz bana." Omuzlarını silkeler tabağına patates kızartması alırken Kağan oturduğu yerden dikleşerek kısık gözler ile kadına bakmaya devam etti.

"Bana güvenilir biri değilsin mi demek istiyorsun?" Zeren Kağan'ın verdiği tepki ile bir an gülümsemek istese de yanağının içini ısırarak buna engel oldu. Böyle birşey ima etmemişti...

"Öyle birşey söylemedim ama siz nasıl anlamak istiyorsanız öyle algıladınız." Yüzünden hiç bir şey okunmuyordu bu yüzden Kağan kadının kendisiyle dalga geçip geçmediğini anlayamadı.

"He yani güvenilir bir adamım?" Tek kaşını kaldırarak merak dolu bir ses tonu ile konuştu.

Onlar bu şekilde atışırken Leyal sessizce çayını içiyordu. İki tim anlaşmış olsa da arada bariz bir çekişme vardı bunu görebiliyordu.

"Öyle misiniz?" Zeren sırtını oturduğu sandalyeye yaslayarak çayından bir yudum aldı. Bu kahvaltı işi iyi olmuştu.

"Öyle miyim? Bende sana soruyorum." Sabırsız bir şekilde konuşurken masadaki herkes sırıtarak tenis maçı izler gibi ikisini izliyordu.

"Valla o kadarını bilemeyeceğim komutanım." Dudağını bükerek ben bilmem der gibi bir bakış attığında Kağan kaşlarını çatarak kendi timine döndü.

"Güvenilir bir adamım ben? Öyle değil mi?" Neden bu kadar takılmıştı bu meseleye kimse anlamazsa da Sökmen biraz uğraşmak isteyerek dudaklarını araladı.

"Valla meslekte gözüm kapalı sana güvenirim ama..." Bir an duraksadı ve tavadaki menemene ekmeğini bandırarak ağzına attı.

"Ama?" Merak dolu bir ses ile komutanım vereceği cevabı bekledi.

"Ama bir kadın olsam yüreğimi sana değil emanet etmek, gider düşmana emanet ederim daha iyi, en azından onun amacı belli." Ciddi ana bir o kadar rahat bir ifade ile konuştuğunda Kağan şok olmuş gözler ile komutanına bakıyordu. O kadar da değildi, o kadar olamazdı.

"O ne demek komutanım?" Şaşkın ses tonu masadakileri daha fazla güldürürken Kağan hiç eğlenmiyordu. Suratı beş karış bir şekilde hepsine ters bakışlar atmaktan da geri durmuyordu.

"Sökmen'e bende katılıyorum gönül davasında pekte güvenilir sayılmazsın malûm kızlar konusunda dosyan biraz kabarık." Öyke umursamaz bir ses tonu ile konuştuğunda herkes ona baktı lakin o kimseyi takmadan kahvaltısını yapmaya devam ediyordu. Börte tek kaşını kaldırarak hiç birşey olmamış gibi kahvaltısını yapan adama baktı.

"Sizin ki kadar kabarık olmasa gerek komutanım?" Öyke Börte'nin söylediği cümleyi duyunca tek kaşını kaldırdı ve sırtını sandalyeye yaslayarak düz bir ifade ile kendisine laf dokunduran teğmene baktı.

"Bunu bilemezsiniz?" Diyerek oldukça rahat bir ifade ile karşılık verdi kadına. Teğmenin neden kendisine laf dokundurduğunu biliyordu ve bunun sebebi olanlara güzel bir ceza verecekti.

"Elbette listenize dahil olmadığım için bilemem komutanım." Börte durgun ve ruhsuz bir ses tonu ile konuştuğunda Öyke bir süre kadının çatık kaşlı yüzünü izledi. Her daim çatık olan kaşları ve hiç bir duygu barındırmayan yüzü ile ruhsuz bir mankenden farksızdı.

"Öyle bir liste olmadığı için elbette bilemezsin Teğmenim!" İçindeki öfkeye rağmen stabil bir ses tonu ile konuştu. Börte'nin onu böyle tanımasını istemiyordu.

"Öyle diyorsanız öyledir komutanım." Omuz silkeler kahvaltısında döndüğünde Öyke sinirle bir nefes verdi.

"Öyle diyorum Teğmenim yoksa bu size inandırıcı gelmiyor mu?" Tek kaşını kaldırarak ateş saçan gözleri ile kadına baktığında Börte sesli bir soluk verdi.

"Neden inandırıcı gelmesin komutanım, öyle diyorsanız öyledir kesinlikle." İfadesiz ses tonu Öyke'yi daha da sinirlendirdi ve bu duruma sebep olan üçlüye bakışlarını dikerek katı bir ses ile konuştu.

"Öyle diyorum Teğmenim!" Tıslar gibi cevap verdiğinde adamın bu hâli Börte'yi keyiflendirmişti. Çok hızlı mı sinirleniyordu sanki?

"Anlaşıldı komutanım." Kadının bu rahat tavrına karşılık sinirli bir soluk bıraktı. Kadının kendisini böyle tanımasını istemiyordu hele ki üstüne böyle bir etiketin yapıştırılmasını hiç istemiyordu bu yüzden ateş saçan gözler ile yan yana oturmuş ve sanki hiç birşey yapmamışlar gibi kahvaltı yapan üçlüye baktı.

"Kağan, Eray, Akın! Bir saat sonra eğitim alanında tam teçhizat hazır olun!" Öyke ve Börte komutanlarının aralarındaki imalı konuşmayı takmadan kahvaltı eden üçlü isimlerini duyduklarında hızla kafalarını kaldırarak kendilerine öfke ile bakan Öyke yüzbaşı ile göz göze geldiler.

"Bir sorun mu var biricik canımız komutanım?Hı?" Akın tedirgin bir şekilde sonunda konuşabildiğinde yanında oturan ikili yutkunarak Akın'ın sorusunu onaylayarak beklenti ile komutanlarına bakmaya devam ettiler.

"Bilmem sence var mı Hayalet?" Akın düz ve öfkeli bir şekilde kahvaltılısını yapan komutanına baktı fakat hiçbir şey anlayamadı.

"Valla komutanım şimdi ne desem yalan olur, demesem de yalan olur gibi. " Tedirgin bir şekilde Öyke'ye baktığında komutanının öfkeli olduğunu görünce derince yutkundu.

"Yoktur ya, yoktur değil mi komutanım?" Eray şirince gülümseyip ağzına bir zeytin attığında Öyke arkasına yaslanarak gözlerini kısarak yan yana oturmuş ve Dalton kardeşlere benzeyen üçlüyü keskin gözler ile süzdü. Kendisi de Red Kit oluyordu bu durumda, avlanmayı severdi...

"Var, var!" Dedi sadece ama bu bile şebek üçlünün yutkunması için yeterliydi.

"Yok bence yok." Kağan bir kere daha şansını demek istedi ama başarısız oldu. Yine ne yapmış olduklarını anlayamıyordu ki.

"Kağan?" diyerek tek kaşını kaldırarak sert bir bakış attı. Ama Kağan bundan sanki hiç etkilenmemiş gibi gergin bir gülümseyiş ile komutanına cevap verdi.

"Canım komutanım?" Diyerek gergince ensesini ovdu. Yanmışlardı, hemde ne yanma.

Artun Agâh ve Leyal keyif ile hem onların bu hallerini izliyor hemde kahvaltı yapıyorlardı. Agâh kendi tabağına ne alıyorsa kimseyi umursamadan sanki hep bunu yapıyormuş gibi aynısını Leyal'in tabağına da koyuyor, Leyal bunu görse de ses etmiyordu. Şimdi durduk yere kimsenin dikkatini üstlerine çekmeye gerek yoktu.

"Akın?" Öyke bu sefer Akın'a döndüğünde elinde ağzına götmekte olduğu lokma ile kirpiklerinin altından sevimlice gülümseyerek komutanına baktı.

"Bir tanecik komutanım?" Lokması elinde kalmış küçük bir çocuk gibi bakan Akın ile Öyke hariç herkes gülmeye başladı. Agâh bir anda gülümsemesini kesti ve öldürücü bir bakış ile Akın'a dikti gözlerini.

"Bir tanecik komutanın öyle mi Hayalet?" Akın çift yönlü bombardımana tutulmuş gibiydi. Ne diyeceğini bilmiyordu, resmen kendi idamına karar vermişti.

"Siz daha bir taneciksiniz komutanım." Diyerek yutkundu. Elindeki lokma öylece elinde kalmıştı, gerçi iştahı da kaçmıştı ya.

"Öyle mi Hayalet?" Öyke tek kaşını kaldırarak Akın'a baktığında Börte adamın duruşu, bakışı ve tavrı ile belli belirsiz yutkundu. Heybetli bedeni masada oldukça dikkat çekiyordu öyle ki sanki bir hükümdar gibiydi.

"Şey komutanım?" Akın yerinden dikleşerek her iki komutanına da baktı. Nerden her olay kendisine patlıyorru ki sanki?

"Biz aldık alacağımız cevabı değil mi Agâh?" Artun Agâh küçük bir gülümseme ile kafasını salladı. Timin bugün Öyke'den çekeceği vardı.

"Öyle Çevik öyle, eh madem bizim yürek yemiş kurtlar komutanları arasında hem ayrımcılık yapıyor hemde arkalarından sallıyor o zaman biraz sürünsünler değil mi?" Alay dolu sesi ile muhteşem üçlüden derin sesli bir yutkunma masada duyulduğunda bu sefer herkes kahkaha attı. Gerçekten de sürüneceklerdi, gerçek anlamda...

🌙

"Sürün!" Öyke'nin gür sesi odanın duvarlarında yankılandığında Börte düz bir şekilde karşısında ki manzarayı izliyordu. Evet buna kendisi sebep olmuştu fakat hiç umrunda değildi, keyifli bile sayılabilirdi.

"Komutanım affınıza sığınarak soruyorum. Biz ne yaptık?" Kağan'ın nefeslenerek sorduğu soru ile Laçin ve Zeren kıkırdarken Eray ve Akın onlara ters bir bakış atarak sürünmeye devam etti. Sözde kalmayan sürünme eyleme dökülmüştü bile, yaklaşık bir saattir sürünüyorlardı.

"Siz daha iyi bilirsiniz koçum! Akın kaynama yapma!" Biraz olsun dinlenmek için duran Akın komutanın sesini duyunca irkilerek sırtındaki atmış kiloluk teçhizat ile sürünmeye devam etti. Sürünmekten bir taraflarından ter atıyordu ve biliyordu ki bu eziyet daha bitmemişti.

"Ekmek mushaf çarpsın ki bilmiyorum komutanım ya!" Diyerek yakındı Kağan. Bordo bereli olmasına rağmen hâlâ Öyke komutanın ansızın bastıran öfkesine alışamamıştı...

"Ekmek mushaf değil ben çarpacağım şimdi. O çenenizi elinize vermeden kalkın ve beş yüz tut, tam teçhizat koşun. Marş marş!" Üçlü aldıkları emir ile ikiletmeden yerlerinden kalkarak koşmaya başladılar. Nefeslenmeye bile izinleri yoktu.

"Ulan Akın ulan Akın niye o çeneni kapatmıyorsun sen? Lan niye bu adamın ayarları ile oynuyorsunuz siz?" Kağan'ın kısık sesli isyanı ile Akın ve Eray birbirine bakarak göz devirdi. Komutanları her zaman sinirli bir adamdı bir şey yapmalarına gerek kalmıyordu ki ,ismi bile öfke demekti ve o isminin hakkını sonuna kadar verirdi.

"Bu adam mı? Komutanına bu adam diye mi hitap ediyorsun sen asker?!" Börte'nin çelik gibi sesini duyan üçlü bir küfür savurdu. Onlara bir Öyke komutan yeterken şimdi iki olmuştu.

"Allah senin belanı vermesin Akın, yok yok yada versin! Allah senin belanı versin Akın!" Kağan'ın öfkeli sesini duyan Akın göz devirmek istedi. Hem kendisi yakınıyordu hemde kendisi ile kendilerini yakıyordu. Ayrıca Börte komutanı kendilerini nasıl duymuştu hâlâ onu düşünüyordu.

"Komutanım susar mısınız? Lütfen bakın rica ediyorum, gereksiz isyanlarınız bizide yakıyor sonra da komutanlara yakalanıyoruz." Akın'ın isyanı ile kızlar gülümserken uzaktan onların bu durumunu ilzeyen iki kişi daha vardı. Artun Agâh ve Leyal...

"Ben ne bileyim beni duyacak hayalet? Allah Allah!" Kağan Akına ters bir bakış attığıda akın susarak biraz geriledi. Bugün bütün komutanlarının gazabına uğramak istemiyordu.

"Komutanınıza cevap ver asker!" Yüzbaşı Öyke'nin bariton sesi duyulduğunda daha tepmolu koşmaya başladılar.

"Emredersiniz komutanım!" Üçü aynı anda komutanlarını onaylayarak birbirlerine baktı ve Kağan ve Eray Kağan'a alay ile otuz iki diş gülümsediler.

"Açıkla bakalım Kağan efendi!" Kağan derin bir soluk alarak başını sallayarak onayladı ve kararsız bir şekilde komutanlarına bakarak hafifçe boğazını temizledi.

"Şimdi şöyle komutanım, Öyke komutanımız adam gibi adam olduğu için adam demiş bulunmaktayım. Bu adam derken ne kadar adam olduğuna dikkat çekmek istedim. Bu derken aslında ne kadar nadide bir komutan olduğunu belirtmek istedim. Ama kesinlikle kötü bir anlamda söylemedim, sizde biliyorsunuz ki Öyke komutanım çok mert, çok delikanlı, çok güçlü, tuttuğunu koparan, herkesin özendiği, kendilerine örnek aldığı..." Kendini kaptırmış bir şekilde konuşmaya devam ederken Börte göz devirerek gülümsemesini bastırmaya çalıştı. Cidden bu kadar keyif alması normal miydi? Normalde astları ile uğraşan bir komutan değildi lakin Börü timinin astları ile uğraşmak ayrı bir keyif vermişti kendisine.

"Tamam kes Yılmaz, siz nasıl bordo berelisiniz ulan bu ne yavaşlık, bu ne hantallık, sizi nasıl asker yaptılar, sizi nasıl bordo bereli diye TSK'ya aldıklar. Hızlan astsubayım!" Börte'nin gür sesini duyan Öyke hayranlık ile yanındaki kadına bakmadan edemedi. Bugünlerde kendinden beklenmedik hareketler yapıyordu, boğazını temizleyerek kendine gelmek amacı ile kaşlarını çatarak koşmakta olan çaylak kurtlara baktı.

"Kaç tur oldu Yıldırım?" Koşmaktan neredeyse yere yığılacak olan Eray omuzlarını dikleştirerek komutanına baktı ve o sihirli cümleyi kurdu.

"Sıfır komutanım!" Öyke memnun olmuş bir şekilde kafasını salladı. Onlar için iki yüz elli turda sıfırdı bin turda sıfır demekti. Onlar için her her eğitim, her operasyon sıfırdan bir başlangıçtı...

"Demek komutanlarınızın arkasından atıp tutarsınız hı?" Öyke duvarlara çarpan bir kaya kadar sert sesi ile bağırdığında onları izleyen Kalkan timi bile oturduklarını yerden titredi.

"Komutanım vallahi birşey söylemedik ya! O uğruna can vermek istediğim bayrak çarpsın ki." Eray'ın isyan dolu bağırması ile Börte ve Öyke başlarını olumsuzca iki yana salladı.

"Ne zamandan beri komutanınıza yalan söylüyorsunuz Başçavuşum?" Börte bariton bir ses ile bağırdığında Kağan, Akın ve Eray en sonunda pes ettiler. Ne yapmışlardı bilmiyorlardı lakin en azından daha önceden yaptıkları birşeyi itiraf ederlerse biterdi bu eziyet öyle düşünüyorlardı, başlarına geleceklerden habersiz.

"Tamam haklısınız komutanım. Belki biraz Öyke komutanım hakkında çok az, mini minnacık konuşmuş olabiliriz çok çok önceden." İlk Akın söze girdi, zaten yanacakları kadar yanmışlardı.

"Evet evet Akın'a katılıyorum komutanım. Hem biz sizi çok severiz komutanım en sevdiğimiz komutanımız sizsiniz. Yani Agâh komutanım duymasın ama siz bizim ilk ve son komutanımızsınız." Eray' da Akın'a hak verircesine konuştu. Kendimizi kurtaracağız diye Agâh komutanlarını ortaya atan üçlü kendilerini izleyen bir çift çakır bakıştan habersizce durmaksızın konuşuyorlardı.

"Hatta komutanım aramızda kalsın ama Agâh komutanımız sizden bile huysuz, konuşulmuyor ağzından laf alamıyoruz yahu, Viyana kapılarını zorlayan Osmanlı askerleri gibiyiz, ne he diyebiliyoruz ne de yok." İşte bu yüzden kaybediyorlardı

ve kaybetmeye de devam ediyorlardı. Biraz susup sabır etseler belkide Öyke insafa gelecekti yada Börte'nin isteği ile serbest bırakacaktı ama çaylak kurtlar kendilerini daha fazla yakmaya ant içmiş gibiydiler.

"Valla Kağan komutanıma katılıyorum komutanım ayrıca tamam, tamam belki biraz Öyke komutanımız çapkın ama yürekli adamdır, yürüyüşü ölümü korkutuyor dediysek ne var bunda." Akıl durur ama dil durmaz dedikleri bu olsa gerekti.

"Değil mi, her hafta bir kız ile takılıyor ama yiğit adamdır, düşmanı bakışı ile öldürüyor dediysek ne var bunda Allah Allah." Komutanı unutmuş sanki kendi aralarında konuşuyorlardı.

"Özel görevler de bile kadınları o tavlıyor ama onun sayesinde görevleri başarılı bir şekilde bitiriyoruz, biraz sinirlidir ama iyi adamdır dediysek ne olmuş yani. Anlamıyorum ki ne var bunda aslan gibi adam." sonra bir anda kendileri dışında hiç kimsenin konumdadığını fark ettiler. Derin sessilik arasında herkesin dut yemiş bülbül gibi kendilerine baktığını gördüklerinde nefes nefese kalmış bir şekilde birbirlerine çarparak durdular.

"E Allah'ta bizim belamızı versin." Diyerek yutkundular. Çeneleri düşseydi, konuşma yetilerini kaybetselerdi de konuşmasalardı.

"Yandılar." Diye mırıldandı Laçin.

"Kül olacaklar birazdan." Diye Laçin'e katıldı Zaten.

"Ölüm emirlerini verdiler." Arkalarında onlara katılan Amine'nin sesini duyan ikili aynı anda kafalarını salladılar. Kendi çıralarını kendileri yakmışlardı.

"Allah bana belaların en büyüğünü sizi hayatıma sokarak vermiş başka belaya gerek mi var ama sizin belanızı da ben vereceğim." Agâh'ın gür ve ölüm kokan sesini duyan üçlü anında esas duruşa geçerek komutanlarına baktılar.

"Emredersiniz komutanım!" Güya bugün izin günleriydi değil mi? Unutun gitsindi...

"Yüz tur sırtınızdaki teçhizat ile ördek yürüyüşü ve ardından beşyüz şınav ve elli tur alçak sürünme bu döngü tam yirmi altı tur devam edecek. Ayrıca yarın sabaha kadar tam iki yüz elli sayfa ben bir asalağım özür dilerim komutanım yazısı masamda olacak.Anlaşıldı mı?" Öyke'nin konuşmasına fırsat vermeden emirlerini bir bir sıralayıp tekrar sırtını duvara yaslayarak idama gider gibi kendilerine bakan üçlüye baktı.

"Emredersiniz komutanım!" Üçü aynı anda bağırdığında Öyke ulakla bir gülümseme ile başlamaları için komut verdi.

"Başlayın başlayın yoksa bugün bitmez sizin için." Üçü aldıkları emir ile çökerken Kalkan timindekiler komutanlarına selam vererek dinlenmek için odalarına dağıldılar. Börte askerlerin izin gününde bu durumda olmalarına daha fazla şahitlik etmek istemediği için Öyke'ye doğru döndü.

"Komutanım, izniniz olursa istirahat için odama çekilmek istiyorum." Öyke yanındaki kadının sesini duyduğunda hemen ona doğru döndü. Yorulmuş muydu?

"Yoruldunuz mu teğmenim, halbuki işi yapan onlar." İmalı ses tonuna karşılık Börte sert bir soluk verdi, sakindi.

"Bildiğiniz üzere izin günümüz komutanım. İzin günlerinde bizim gibiler dinlenir komutanım, size de tavsiye ederim komutanım." Her bir cümlesinde komutanım kelimesini bastıra bastıra söylemesi Öyke'nin dikkatinden kaçmamıştı.

"Öyle olsun Börte Teğmenim, öyle olsun." Doyerek gitmesine izin verdi. Börte Öyke yüzbaşına selam vererek ordan ayrıldı, arkasında kendisine gözünü dahi kırpmadan bakan adamın kör kuyular düşüren hisleri ile...

Öyke giden kadının ardından içli bir nefes verdi, bazı sevdalar ağır gelirdi yüreğe. Onun yüreğine ağır gelmeyen tek sevda vatan bayrak sevdasıydı onu da kendisi gibi adamlar ile paylaşıyordu. Belki de o yüzden ağır gelmiyordu, belkide onlarla beraber sırtladığı için ona ağır gelmiyordu kim bilir. Kalbin bir atışı vardı, onun kalbi sadece atıyordu ama hissetmiyordu. Şimdi kalbinde bütün hisleri ayaklandıran biri vardı, bir kadın. Sarı saçları, deli gönlüne bağlayan ve adı Mihriban olmayan bir kadın. Bu sevdayı kaldırır mıydı sevdası sadece vatandan ibaret olan yüreği, aynı onurla taşıyabilir miydi? Yüreğine alacağı kadına layık olabilir miydi? Bir kadın kendisine değil kendisi o kadının yüreğine layık olmak istiyordu.

Gönüldü bu; düşerdi bir sarı saça, bir deli gönüle birde gök yüzüne...

Hayat bitmek bilmeyen bir döngü gibiydi, bir çok zorluk çıkar biz o zorlukları alt etmeye çalıştıkça her yönümüz bir çıkmaz ile çevrilirdi. Yolunu bulamayan, bulamadıkça deliren veya kendi etrafında dönüp dolaşan, sanki bir deneye tabi tutulmuş birer denek gibiydik. Hayat neydi? Yaşam neydi? Biz kimdik? Neden vardık? Ne için yaşıyorduk? Zihinde dönüp dolaşan bu sorular bizi bir uçuruma iter sonra da o uçurumda bizleri hayat ile ölüm arasında baş başa bırakırdı. Güçlü olan kazanır, zayıf olan ise kaybederdi, belkide kendini o uçurumdan aşağı bırakan kazanırdı kim bilir...

Agâh keyifli bir ifade ile askerlererini izlerken hemen yanında oturan Leyal onun tepkilerini izliyordu. Genel olarak fazlası ile ifadesiz bir yüzü vardı, ne düşündüğünü neler hissettiğini anlayamıyordu, tanıştıkları günden beri karşısındaki adamı çözmeye çalışıyordu zira kendisi bir yakındı bir uzak . Kendisini tanıyor gibiydi, hareketleri, sözleri, tavırları sanki yıllardır hayatında olan biri gibiydi. Zihninde yankılanan bir ses vardı, sürekli kulaklarında çınlıyor ve kendisini olur olmadik yerlerde zorluyordu. Çocukluğunun on iki yaşından öncesi yoktu, bir anda kaybolmuştu sanki, tek hatırladığı kendisine dünyayı dar eden babası ve kötü insanlardı. Bazen kulağına doluşan belli belirsiz kendisine tanıdık gelen ama nereden tanıdığını anlayamadığı sesler duyardı. Ay tenli, ay yüzlü, küçük kızım, ela gözlü minik, huysuz, kalp hırsızı ve daha bir çok hitap şekli çınlıyordu zihninde. Bu yüzden kod adı Mehlika'ydı, bir gün zihninde çınlayan bu seslerin sahibi bulacaktı bunu hissediyordu. Belki de onlar kendisine gelirdi...

Yaşamında belkilere yer yoktu ama hiç tanımadığı o insanları bir ihtimale sığdırarak hayatına girmesini bekliyordu. Tek istediği ise yaşamında ki yerleriydi, kimdirler, hayatının hangi döneminde girmişleri ve kendisi için önemleri neydi? Zamanla bunları öğreneceğini umuyordu ama önce yanındaki adamın hayatında ki yerini öğrenmek istiyordu. Sadece komutanı mıydı, yoksa daha fazlası mıydı? Hayat kendilerine ne gösterecekti bilmiyordu ama bildiği birşey varsa o da bu adamın hayatında ve yüreğinde büyük bir zelzeleye sebep olacağıydı.

"Biliyor musun? Küçükken bana hep böyle kocaman gözler ile bakan bir kız çocuğu vardı hayatımda." Artun yüzbaşının kederli sesi ile kendine gelen Leyal adamın sesindeki özlemi kendi yüreğinde hissetti.

"Nasıl bakıyorum ki ben komutanım?" Diyerek merakla sordu. İlk tanıştıkları zamanda kendisini ay tenli birine benzetmişti. Merak ediyordu hayatındaki bu kadını.

"Kocaman ela gözlerini açmış göz bebeklerindeki parlak yıldızlarla merak ve dikkat ile sanki düşüncelerimi okumak istermiş gibi bakıyorsun,tıpkı onun gibi." Leyal ruhsuz bir kadın değildi lakin sertti. Ördüğü duvarları vardı ve herkes onun duygusuz olduğunu düşünürdü çok az kişi gözlerindeki yıldızları yakalayabilmişti hatta belki de sadece iki kişi... Biri annesi diğeri ise karşısında ki adamdı.

"Neden onun hakkında yokmuş gibi konuşuyorsunuz?" Merakına yenik düşerek aklına düşen soruyu sorduğunda Agâh'ın gözleri o kişiyi hatırlamış gibi ışıldadı ama bu özlem dolu bir ışıldamaydı.

"Çünkü yok." Durgun sesi kulakları çınlatacak derece de can yakıcıydı, özlem doluydu.

"Öldü mü?" Diye sorma gafletinde bulundu Leyal. Agâh ölüm kelimesini duyunca amansız bir acı bürüdü yüzünü. Kaşları çatıldı, kaslı göğsü sıkıntı ile yükselip alacaldı.

"Ölmedi ama hayat onu benden aldı. Götürürken de herşeyi onunla beraber götürdü." Başını oturduğu yerden duvara yaslayarak dalgın bir ifade ile konuştu.

"O zaman hâlâ bulamadınız?" Birşeyi tespit eder gibi düşünceli bir şekilde konuştu. Bu kadar önemliyse kendisi için neden hayatında değildi, merak ediyordu. Halbu ki kimsenin hayatı kendisini ilgilendirmezdi ve bu kadar meraklı bir kadında değildi, şimdi neden bu kadar çok soru soruyordu ki.

Agâh kadının meraklı sesi ile başını soluna çevirip parlayan çakır gözleri ile Leyal'i süzdü. Kolundan tutup kendisine katmak istiyordu, gece kafasını saçlarını ellerinde hissetmek, güzel dudaklarındaki gülümsemeyi ruhunda taşımak istiyordu.

"Buldum." Tek bir kelime, Agâh için dünyalara bedel tek bir kelimeydi. Bulmuştu lakin dokunamıyordu, aralarında saydam bir duvar vardı da o duvar kendisine engel oluyordu sanki ve o duvarın sahibi de karşısında ki kadındı. O duvar Agâh'ı alaşağı ediyordu.

Leyal Agâh'ın derin bakışları ile titrek bir soluk verdi. O kadar derin ve anlamlı bakıyordu ki bir an arayıp da bulduğu kişinin kendisi olduğunu düşündü ve hatta bunu istedi. Kendisi olsun istedi, sahi ona da bu kadar anlamlı mı bakıyordu? Ona da bu kadar derin ve kendine ait kılmak ister gibi mi bakıyordu? Öyleyse daha kalın duvarlar önemiydi, yıkılmasının güç olduğu duvarlar...

"Neden bana bu kadar derin bakıyorsunuz komutanım?" Ses tonu tek duzeydi lakin içinde arşa çıkan bir haykırış vardı.

"Nedenini bildiğini sanıyordum." Bu kadar zeki bir kadının kendi tavırlarını anlayamaması yada anlam vermek istememesi ister istemez canını sıkıyordu ama o sabırlı bir adamdı. Küçük bir kızı on altı sene bekleyecek kadar sabırlıydı.

"Nedenini bilmek istemiyorsam?" Leyal sınırları zorlamayı seven bir kadındı ve karşısında bütün heybeti ile oturan ve yanında küçücük kaldığı adamın bütün sınırlarını zorlamak istiyordu. Neler yapabileceğini görmek istiyordu.

"Sıkıntı yok, gösteririz." Göz kırparak verdiği cevap ile Leyal'in kalbinde anlık bir titreşim meydana geldi. Kalbinde artçı depremlere sebebiyet veren bu adamın ne zaman büyük bir yıkıma sebep olanağını kestiremiyordu.

"Kendinize çok güveniyorsunuz." Oyun bozan bir çocuk edası ile başını salladığında Agâh kadına büyük bir gülümseme bahşetti ve Leyal'in içi gitti o gülümsemeye.

"Güvenmesem neden karşında olayım Leyal." Omuz silkerek verdiği cevap ile Leyal'in sağ dudağı istemsizce havalandı. Adamın varlığına, alışıyordu...

"Haklısınız komutanım." yumuşak yüz hatlarını gören Agâh sırtını yasladığı yerden doğrularak çakırlarını kadının üzerine sabitledi.

"Leyal!" Diyerek kısa bir an duraksadı. Leyal bir kaç saniyeliğine bakışlarını yerde sürünen ve onlar ile uğraşan Öyke komutana çevirmişti Agâh'ın sesini duyunca tekrar adama dönmek zorunda kaldı.

"Komutanım?" Soru dolu sesi ile Agâh'ı cevapladı.

"Sana desem ki bahsettiğim ve bulduğum o küçük kız çocuğu sensin. Ne tepki verirdin?" Beklenmedik sorusu ile afallayan Leyal kısa bir an gelen soru ile duraksadı. Evet o kişinin kendisinin olmasını istemişti lakin bu onun gözünde imkansızdı. Öyle olsa dahi Agâh komutanın dürüst bir kişiliğinin olduğunun pekala farkındaydı, gelip kendisi ile konuşacağını biliyordu.

"Sanırım belli bir tepki vermezdim komutanım. Belki biraz şaşırır yada kafa karışıklığı yaşardım ve sizden uzaklaşırdım. Ama bu tepkim kısa süreli olurdu zira olanları zihnimde tarttıktan sonra mantıklı olanı yapar ve sizinle konuşurdum." Belki daha ağır bir tepki verirdi belki vermezdi, böyle birşey yaşamadığı için ne yapabileceğini tam anlamı ile kestiremiyordu.

"Ya daha ağır bir tepki verirsen. Sonuçta komutanın ile daha önce -ki bu çocukluk oluyor-tanıştığını öğreniyorsun." Makul bir fikirdi, evet öyle olabilirdi ama Leyal her zaman karışında kimin olduğuna dikkat eden biri olmuştu. Bu kişi ailesinden biri dahi olsa düşünerek hareket ederdi.

"Öyle dahi olsa, kendi ağzınız ile komutanım olduğunuzu söylüyorsunuz ve ben komutanıma karşı ağır bir tepki vermem, veremem doğru olmaz. Ayrıca düşünerek hareket etmesini bilen biriyim eminim ki o anda düşünerek hareket edeceğim." Omuzlarını silkerek verdiği cevap ile Agâh memnun olmadı zira Leyal bile kendisinin vereceği tepkiden emin değildi.

"Peki rütbeler inse ve istediğini yapabileceğini söylesem?" Birşeyler anlatmaya çalışan ses tonu Leyal'e garip gelse de aldırış etmedi.

"O kişinin karakterine bağlı komutanım, siz yokken ne yaşadığına bağlı. Ve sizin yapacağınız açıklamaya." Ses tellerindeki huzursuzluk karşısındaki adama garip bir titreşim ile iletildi. Leyal huzursuz olmuştu, Agâh bunu gergin omuzlarından ve ifadesiz de olsa çatılan kaşlarından anlamıştı lakin artık bir yerden sonra yüreğindeki ağırlığa dayanamıyordu. Eninde sonunda Leyal öğrenecekti herşeyi ve işte o zaman nasıl bir tepki ile karşılaşacağını merak ediyordu.

"Umarım o da benim onu özlediğim kadar özlemiştir." Ses tonu pürüzlüydü, bağrında taşıdığı hüznün kırık parçalarını saçıyordu başka bir yüreğe. Kendisini anlamasını istiyor lakin kendini anlatamıyordu.

"Özlemiştir..." Yüreğindeki şefkatin dile yansımasıydı belki yada şefkatin ta kendisiydi kadın.

"Hatırlamadığın birini özler misin Leyal?" Doğrudan gözlerine bakarak tok bir ses ile sarf ettiği soru Leyal'i anlık bir özlem girdabına sürükledi. Özlediği biri vardı lakin tanımıyordu.

"Ben tanımadığım birinin sesini yıllardır özlüyorum komutanım. Yeterli mi?" Ses tonu yüzü kadar sakin olsada, özlem bazen bir çift elâ gözde hissedilirdi.

"Ya tanıyorsan?" Gözlerinin ardında düşen merak gölgeleri ses tonuna da yansımıştı. Hayatımızda hapsolduğumuz ve ömür boyu devam eden bazı olaylar olurdu, işte Leyal'in de haps olduğu kendini kurtarmak istedikçe daha da dibe çekildiği bir yaşanmışlık vardı lakin o hiç birşeyi hatırlamıyordu ve bu onu günden güne tüketiyordu.

"O zaman hayatımda olmasını isterdim." Aralarındaki sohbet bundan ibaretti.

Sonra aralarına yılların suskunluğu girdi, ruhlarına bağlanan ve onları birbirine daha sıkı saran görünmez ip kalplerde daha da güçlendi. Bazen suskunluk bir çok şeyi anlatırdı, onların suskunluğu yüreklerinin dillenmesine sebep olan yegane sepeti. Hayat ömür çizgimizden başlayarak kader çizgimize kadar olan o döngüde, kader çizgimiz ile kalp çizgimiz arasındaki o ince çizgi arasında sallanırdı.

Gökyüzden uzanan kocaman bir salıncakta sallanan iki küçük yürek hayatın amansız ve acımasız fırtınasında yaşamın iki uzak noktasına fırlatılmışlardı. Şimdi kader onları yaşamın bir noktasında, aynı şehirde tekrar bir araya getirmişti.

İnsanın kendi yansımasına baktığında üzerine düşen gölgeler, yüreğinin ruhunda gördüklerinden ibaretti. Leyal ruhunda bilinmeyen bir adamın sesi, bakışı ve yüreği vardı. Agâh'ın ruhunda ise yıllarını verdiği küçük bir kız çocuğunun yüreği.

Geçmiş bir gölge gibi ruhumuza tırmandığında, yüreğimiz ağırlığı altında boğulurdu...

 

💫

Sessizliğin duvarlara sindiği, içinin bir harabeye döndüğü anlardan birindeydi genç adam. Yüreğindeki çığlıklar can havliyle zihnine tutunduğunde elinde çevirip durduğu kalmen mürekkebi önündeki beyaz sayfayı daha kirletmemişti. O elinde çevirip durduğu kalemin ta kendisydi, önündeki el değmemiş ve ışığın altında parlayan kağıt ise günleri senelerine devirerek yüreğine nakış nakış işleyerek yer edinen kadındı.

Bembeyaz teni genç adamın köyü mürekkebi ile boyanmayı bekliyordu, bir tuvalin üzerinde raks eden fırça darbelerin gibi.

Sonra bir çizik attı o kağıda, kadının yaşamına attığı ilk çizik gibi, halbu ki bu ne ilk kalemi eline alışıydı nede kadının hayatına ilk girişiydi. Mehlika, yüreğinde hiç gitmemeye gelen kadındı, hiç gelmemeye yemin etmiş gidişleri gibi. Sonra yaşamında onu soludu, küçük bir çocuğun ilk adımları gibi düşe kalka öğrendi kadını, tekrar tekrar. Anne kokusunu bilen ruhu başka bir kadının saçlarında, şakaklarında anne kokusunu aradı çünkü o yaşamında bir annesine birde ay yüzlü küçük bir kızın huzur veren kokusuna yaşamı solumuştu. Boynu da iki kadın için kıldan inceydi...

Harfler zihninden değil yüreğinden kalemine döküldüğünde gözünün önüne gelen ve can evini soluksuz bırakan gülümseme ile bir yüreği sendeledi. Bu ilk sendeleyişi değildi, sonda olmayacaktı zira uğrunda diz çöktüğü tek kadına yüreği de boynu da büküktü çünkü bilirdi yürek can bulduğu kişi uğruna atmaya devam eder o uğurda can verirdi.

 

Mehlika'm;

Gecem, gündüzüm, ayım, ay yüzlüm, ruh-u revanım. Sen ki bana en uzak, en yakınım, mutluluğum, âlâm, kendimle olan kavgam, kargaşam. Baharım, yazım, kışım...

İçimde dolup taşan bir kız çocuğu var, teninde ayı, bakışlarına yıldızları, saçlarında geceyi, kokusunda çiçekleri taşıyan. Benliğimi dolduran bir kız çocuğu var, sebepsizce kendisine iç çektiren, zihnime usul usul sızan, beni gecelerce uykusuz bırakan.

Şimdilerde bir kadın var, ruhuma milim milim işleyip beni benden eden, göğüs kafesimde kalp niyetine seni taşıdığım. Ağzımdan kolayca dökülen ismin şimdilerde kalbimin ihtilali, yenilgisi... Sen başlı başına bir ihtilalsin, devrimsin,kazanansın. Sen benim ilk galibiyetim, tek yenilgimsin... Ruhum kalbim, zihnim, bütün dengem seninle kaybolmuş, atmayı bilmeyen kalbime yaşamı vadetmişsin. Gecem sen olmuş gündüzeri aramışım, gündüzüm sen olmuş geceye hasret kalmışım.

Okuduğum bütün kitaplar da, bütün şiirler de seni aramışım, ömrüm seni aramakla geçmiş, bulduğum an soluklanmış sende dinlenmişim. Sen bilmezsin lakin aklımın en ücra köşelerine, kalbimin en derinliklerinde seni taşımışım. Şimdi bir oda ötemde aldığın solukları dinlemekle meşgulüm, varlığın canıma can yüreğime yüreğini katmış, boğulmuşum. Özlemin yüreğimde büyüyen koca bir arsızlık, bilmezsin lakin benim en büyük korkularım sana.

Oturduğum yer şimdi zemheri bana, yokluğun sarmış yine her yanımı, kirpiklerimde camdan buz kırağıları dudağımda soğuk mezar taşı.Elimde olsa çıkar çıkar gelirim kapına zira ısınmak bir tek senden geçer ay tenli... Bilirim hatırlamazsın beni ama bilirim ki yine unutamadın beni,bu bilmelerim, kavgam nereye kadar diye sorarsan yolun sonu sana çıkana kadar.

Bugün uzun uzun baktı elaların yine bana tıpkı o küçük kız çocuğu gibi. Yüreğim tut dedi kolundan tut çek kendine içine sokarmış gibi sarmala ve bırakma dedi sonra zihnim atladı ordan dur dedi Agâh dur kazanmadan kaybedişlerin yolu bu dur. Durdum ay tenli, beni yine seni kaybetmekten korkularım durdurdu yıllardır olduğu gibi.

Seni ararken yine sende kaybolmuşum, ben kendimi yine seninle bulmuşum.

Sevgim betonlaşmış koca bir enkaz, senin toplayacağın, senin yeninden inşa edeceğin. Bu benim sana ne ilk yazışım ne de son, tıpkı senin bana gelişlerin gibi.

Sevdam ve özlemimle çakır gözlü küçük adam...

Bazı adamlar yüreklerinde patlamaya hazır bir bomba ile yaşarlardı. Agâh yaşamı boyunca hiç bir duyguyu yaşamadan ve sadece yaşamak için yaşayan bir adam olmuştu, o yüzden duygularını- ki bu duygular sadece bir kadın için vardı- yazarak ifade etmeyi seven nadir adamlardandı. Yazdığı yaklaşık yüz kırk sahipsiz mektup vardı ve hepsini kendi dünyası o mektuplarmış gibi kilitli bir kutuda saklıyordu. Günü gelecek ve bu mektuplar sabibini er yada geç bulacaktı, genç adam buna inanıyor ve buna inanarak kalemi eline alıyordu.

Yazmayı bitirdiği mektubu özenle katlayıp siyah bir zarfın içine koydu ve arka kısmına beyaz parlayan bir kalem ile sahibinin ismini özenle yazdı. Dakikalardır oturduğu yerden dik omuzları ile kalkıp odasında bulunan çelik giyinme dolabına yöneldi. Adımları sakin ve yavaştı, elinde çok kıymetli bir eşya taşıyormuş gibi de dikkatliydi. Dolabın üst rafında bulunan kilitli kutuyu alarak aynı sakinlik ile yatağına ilerleyip üzerine oturdu. Dingin bir sessizlik ile postalının iç kısmında kimsenin göremeyeceği küçük bir cepten anahtarını çıkararak ahşap kutuyu açtı. Keskin çakıları yazdığı diğer mektuplara değerli bir şeye bakıyormuş gibi bakarak yazdığı yeni mektubu da onların üzerine bırakarak içli bir soluk ile kapağını kapatıp kilitledi. Yerinden doğrularak kutuyu tekrar giyinme dolabının üst rafına bıraktığında kapısının tıklatılması ile kaşlarını çatarak eli silahında kapıya doğru yöneldi. Karargahın ne kadar güvenilir olduğunu bilsede mesleği gereği her an tetikteydi ayrıca geç bir saatti, kendisi dışında herkes dinlenme salonunda vakit geçiriyorlardı.

Eli belinde, diğer eli ile şifreli kapıyı açtığında karşısında gördüğü yüz ile nefesini tuttu. Herkesi beklerdi, Öyke'yi, timin haylaz üçlüsünü belki de bir düşmanı lakin onu görmeyi değil beklemek aklından bile geçirmezdi.

"Leyal?" Diyerek tınısında soru işareterini taşıyan sesi ile konuştu.

"Komutanım, rahatsız ediyorum ama girebilir miyim?" Agâh kadını tanıdığından beri ilk defa onun bu kadar çekingen olduğunu görüyordu.

"Tabi buyur geç ama bir sorun mu var?" Hemen kadının önünden çekilerek içeri geçmesi için yolu açtığında Leyal tereddüt ederek içeri adımını attı ve aynı saniye içinde kapı kendiliğinden kapandı. Geri dönüşü yoktu.

"Sizin için bir sorun mu bilmiyorum ama benim için bir sorun var komutanım." Derin bir soluk alarak kafasını arkaya atıp elalarını kendisinden haylice uzun olan adamın çakırlarına sabitledi.

"O sorunun kaynağı benden geçiyor öyleyse." Kollarını birbirine bağlayarak daha heybetli bir görünüş elde ettiğinde Leyal dikkatinin dağılmamasını diledi. Tek isteği konuşup gitmekti, bunu başarabilirdi, evet konuşup gidecekti.

"Sorunun kaynağı siz misiniz emin değilim lakin ben öyle düşünüyorum." Omuz silkerek verdiği cevap ile Agâh'ın zaten çatık kaşları düşünce ile daha fazla çatıldı. Şuan tek düşündüğü Leyal'in birşey hatırlayıp hatırlamadığıydı.

"O zaman sorunu ortadan kaldırmak için elimden geleni yaparım." Kendinden emin duruşu ve bakışı ile zaten Leyal bunu yapacağını biliyordu. Karşısında duran bu adam sanki dünyaya bütün problemleri ortadan kaldırmak için gönderilmişti.

"Kafamı karıştırıyorsunuz, yapmayın!" Ellerini saçlarının arasından geçirerek gözlerini yumduğunda Agâh bu anı kaçırmamak için gözlerini dahi kırpmadan kadını izliyordu, gözünü kırpsa sanki bir anda kaybolacakmış gibi hissediyordu.

"Kafanı karıştırmaktan ziyade doğru yolu gösteriyorumdur belki hiç bu yönden düşündün mü?" Gözlerindeki parlaklığı görmezse Leyal bu adamın bir duvardan ibaret olduğunu düşünürdü zira sesinde hiç bir duygunun izine rastlayamamıştı.

"Neden? Neden sürekli birşeyler ima etmeye çalışıyorsun? Neden sürekli gözlerin bende, sanki beni tanıyormuşsun gibi bakıyorsun? Biz daha tanışalı ne kadar oldu? Ben söyleyeyim bir ay bile olmadı daha. Tamam öncesinde karşılaştık, ondan dedim ondan sana bu kadar derin bakıyor dedim ama..." Devam etmekte zorlandığını anlayınca derin bir soluk içine çekerek başını geriye attı ve kendini sakinleştimek adına telkinler vermeye başladı.

Agâh kadının yarıda bıraktığı cümleyi devam etmesini istiyordu, resmiyeti dahi kaldırmıştı. İstediği oluyor muydu bilmiyordu ama onu bu kadar çıkmaza sokuyor olduğunu görmek kalbini acıtmıştı.

"Ama? Ama ne Leyal? Devam et lütfen." Leyal'i devam etmesi için teşvik ettiğinde genç kadın yutkunarak gözlerini yine çakırlara sabitledi.

"Ama beni çok daha önceden tanıdığını düşünüyorum." Agâh kollarını serbest bırakıp Leyal'e doğru bir adım attığında kararan çakırlarını gören Leyal titrek bir soluk verdi.

"Ya gerçekten çok daha önceden tanıyorsam seni?" Leyal adamın bıraktığı açık uçlu soru ile omuzlarını dikleştirerek onun gibi korkmadan adama doğru büyük bir adım attı ve aralarındaki mesafeyi en aza indirgedi. Şimdi dip dibelerdi.

"Çocukluğuma dokunan biri var, zihnimde çınlayan. Söylesene Artun senin benim hayatımda ki yerin ne? Kimsin sen?"

İçimizdeki cesaret bazen bizim için bir son yada başlangıç olurdu. Bu onlar için bir son mu yoksa başlangıç mı bilinmezdi, Agâh Leyal'den birşeyleri saklamak istemiyordu lakin onu da üzmek, kırmak veya boşuna strese sokmak istemiyordu ama biliyordu ki aralarındaki bu güçlü bağ er yada geç ortaya çıkacak ve o bağ ya kopacak yada daha güçlenerek onları birbirine daha sıkı bir şekilde bağlayacaktı...

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz?

 

 

Loading...
0%